TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
|
ABDULLAH AKYÜZ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/9352)
|
|
Karar Tarihi: 2/7/2015
|
R.G. Tarih- Sayı: 12/8/2015-29443
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Şükrü DURMUŞ
|
Başvurucu
|
:
|
Abdullah AKYÜZ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1.
Başvuru, kanuni tutukluluk süresinin aşılması ve yargılamada
haksız tahrik hükmünün uygulanmaması nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği ile
adil yargılanma haklarının ihlal edildiği hakkındadır.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2.
Başvuru, 17/12/2013 tarihinde Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı
vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına
engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3.
Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/1/2015 tarihinde, kabul
edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4.
Birinci Bölüm tarafından 21/5/2014 tarihinde yapılan toplantıda
başvurunun, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması
gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün
28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca görüşülmek üzere Genel Kurula
sevkine karar verilmiştir.
5.
Başvuru konusu olay ve olgular 5/6/2015 tarihinde Adalet
Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, daha önceki görüşlerine atfen,
görüş sunulmasına gerek bulunmadığını belirtmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6.
Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP
aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
7.
Başvurucu, Kadıköy 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 10/11/2006 tarihli
ve 2006/445 sorgu sayılı kararı ile suç işlemek için örgüt kurma, kasten insan
öldürme, öldürmeye teşebbüs ve 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar
ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkındaki Kanun’a muhalefet suçlarından
tutuklanmıştır.
8.
Başvurucu hakkında, Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığının
16/11/2006 tarihli ve E.2006/432 sayılı iddianamesiyle suç işlemek için örgüt
kurma, kasten insan öldürme ve öldürmeye teşebbüs ve 6136 sayılı Kanun’a
muhalefet suçlarından açılan kamu davası Kadıköy 2. Ağır Ceza Mahkemesinin
E.2006/111 sırasına kaydedilmiştir.
9.
Açılan davanın Kadıköy 1. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2005/519
sayılı dosyası ile birleştirilmesi sonrasında Mahkemenin 6/11/2007 tarihli
kararla görevsizlik kararı vermesi üzerine dava dosyası İstanbul 14. Ağır Ceza
Mahkemesinin E.2008/31 sırasına kaydedilmiş, yapılan yargılama sonucunda
17/5/2010 tarihli kararla başvurucunun mahkûmiyetine ve tutukluluk hâlinin
devamına karar verilmiştir.
10.
Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay 1. Ceza Dairesi
13/3/2012 tarihli ilamla hükmün bozulmasına karar vermiştir.
11.
Bozma üzerine, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 13/11/2013
tarihli ve E.2012/56, K.2013/124 sayılı kararıyla başvurucunun suç işlemek
amacıyla örgüt kurmak ve suç örgütüne yardım etmek suçlarından beraatına, adam
öldürmek ve adam öldürmeye teşebbüs suçu ile 6136 sayılı Kanun’a muhalefet
suçlarından toplam 36 yıl 18 ay hapis ve 375 TL adli para cezası ile
cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir.
12.
Başvurucu, derece mahkemesinin tutukluluk hâlinin devamına
ilişkin kararına itiraz etmiş, itirazı İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesinin
13/12/2013 tarihli ve 2013/328 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir.
13.
Başvurucu, 17/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuruda bulunmuştur.
14.
Temyiz üzerine, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 13/11/2013
tarihli kararı, Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 10/6/2014 tarihli ve E.2014/2439,
K.2014/3474 sayılı ilamıyla onanmıştır.
B. İlgili Hukuk
15.
26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 81.
maddesi şöyledir:
“(1) Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet
hapis cezası ile cezalandırılır.”
16.
6136 sayılı Kanun’un 13. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Bu Kanun hükümlerine aykırı
olarak ateşli silahlarla bunlara ait mermileri satın alan veya taşıyanlar veya
bulunduranlar hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis ve otuz günden yüz güne
kadar adlî para cezasına hükmolunur.”
17.
4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 102.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde,
tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi
gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez."
18.
5237 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
ilgili kısmı şöyledir:
“Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
…
d) Kanuna uygun olarak
tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre
içinde hakkında hüküm verilmeyen,
…
Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten
isteyebilirler.”
19.
Aynı Kanun’un 142. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine
tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya
hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde
bulunulabilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
20.
Mahkemenin 2/7/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 17/12/2013 tarihli ve 2013/9352 numaralı bireysel başvurusu
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
21.
Başvurucu, kanuni tutukluluk süresinin aşıldığını ve mahkemenin,
hakkında haksız tahrik hükmünü uygulamadığını belirterek tahliyesine karar
verilmesini istemiş ve tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
22.
Başvurucunun şikâyetlerinin, Anayasa’nın 19. maddesinde
düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile 36. maddesinde düzenlenen adil
yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Adil
Yargılanma Hakkı Yönünden
i. Ön Sorun
Hakkında
23.
Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“ … Başvuruda bulunabilmek için
olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
24.
30/3/2011 tarihli ve
6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı"
kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri
sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal
başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması
gerekir.”
25.
Anılan Anayasa ve Kanun hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuru, "ikincil nitelikte
bir kanun yolu" olup bu yola başvurulmadan önce kural olarak
olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.
26.
Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının
anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak
ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle
temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle idari merciler
ve derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından
değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet
Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).
27.
Buna göre Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak
ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek
ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği
gereği, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle
olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun,
Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili
idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip
olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu
süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması
gerekir. Bu şekilde olağan denetim mekanizmaları önünde ileri sürülüp takip
edilmeyen temel hak ve özgürlüklerin ihlaline ilişkin iddialar, Anayasa
Mahkemesi önünde bireysel başvuru konusu yapılamaz (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt,
§ 17).
28.
Ayrıca 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin ikinci fıkrası
uyarınca ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için
kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması, başka bir deyişle bireysel
başvurunun yapıldığı tarihte başvuru koşullarının tamamının sağlanmış olması
gerekir. Bununla birlikte bir başvuru yolu yoksa ya da olan başvuru yolları
etkili değilse Anayasa Mahkemesi somut olayın koşullarını dikkate alarak bir
başvurunun incelenmesine karar verebilir (bkz. Ümit Ata, B. No: 2012/254,
6/2/2014, § 33).
29.
Diğer yandan, başvuru yollarının tüketilmiş olmasına dair usul
kuralı yorumlanırken, kişilerin mahkemeye erişim hakkına halel getirecek bir
yorumun benimsenmesinden de kaçınılmalıdır.
30.
Dava açma ya da kanun yollarına başvuru için usule ilişkin belli
şartların öngörülmesinin, doğrudan mahkemeye erişim hakkının ihlaline yol
açacağı söylenemez. Yine de mahkemelerin usul
kurallarını uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar
katı şekilcilikten, öte yandan kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan
kalkmasına neden olacak kadar aşırı esneklikten kaçınmaları gereklidir. Usul kurallarının,
hukuki güvenliğin sağlanması ve yargılamanın düzgün bir şekilde yürütülmesi
sonucu adaletin tecelli etmesine hizmet etmek yerine davaların yetkili bir
mahkeme tarafından görülmesi bakımından bir çeşit engel hâline gelmeleri
durumunda mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmiş olacaktır (bkz.
Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, §§ 65 ve 68; aynı yöndeki AİHM
kararları için bkz. Walchli/Fransa, B.
No. 35787/03, 26/7/2007, § 29; Efstathiou ve
Diğerleri/Yunanistan, B. No: 36998/02, 27/7/2006, § 24; ile Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, §
31).
31.
AİHM benzer durumlara ilişkin kararlarında, iç hukuktaki başvuru
yolları tüketilmeksizin başvuru yapılması hâlinde kabul edilebilirliğe ilişkin
incelemesini yaptığı tarih itibarıyla bu yolların tüketilip tüketilmediğine
bakmaktadır. İç hukuktaki süreçlerin tamamlanması durumunda başvuruyu iç hukuk
yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulmamakta ve diğer kabul
edilebilirlik şartlarını da karşılayan başvuruları esastan incelemektedir (bkz.
Gavriliţă/Moldova, B. No: 22741/06, 22/4/2014, §
53; Mercuri/İtalya, B. No: 14055/04, 22/10/2013, §
27; Yelden ve Diğerleri/Türkiye,
B. No: 16850/09, 3/5/2012, § 40; E.K./Türkiye
(k.k.), B. No: 28496/95, 28/11/2000; ve Reringeisen/Avusturya, B. No: 2614/65, 16/7/1971, §§
89-93).
32.
Somut olayda başvurucunun, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin
13/11/2013 tarihli nihai kararına karşı temyiz yoluna başvurduğu, temyiz
sonucunu beklemeden 17/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda
bulunduğu anlaşılmıştır.
33.
Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında başvurucunun, başvuru tarihi
itibarıyla başvuru yollarını tüketmeden başvuruda bulunduğu anlaşılmakta ise de
bireysel başvuru sürecinde söz konusu hükmün Yargıtay tarafından 10/6/2014
tarihinde onanarak kesinleştiği, somut olayın koşullarında başvuru yollarının
tüketildiğinin kabul edilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
ii. Şikâyetin Değerlendirilmesi
34.
Başvurucu, yargılandığı davada hakkında haksız tahrik
hükümlerinin uygulanmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini iddia etmiştir.
35.
Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel
başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz”
36.
6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar
başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme,
…açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
37.
Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında kanun yolunda
gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2)
numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul
edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir.
38.
Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri önünde
dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda
açık bir keyfîlik içermesi ve bu durumun
kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş
olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular açıkça keyfîlik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No:
2012/1027, 12/2/2013, § 26).
39.
Adil yargılanma hakkı; bireylere, dava sonucunda verilen kararın
değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânı
verir. Bu nedenle bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin
incelenebilmesi için başvurucunun, yargılama sürecinde haklarına saygı
gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu
deliller ve görüşler hakkında bilgi sahibi olamadığına veya bunlara etkili bir
şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına, kendi delillerini ve iddialarını
sunamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının
derece mahkemesi tarafından dinlenmediğine veya kararın gerekçesiz olduğu gibi
mahkeme kararının oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış
eksiklik, ihmal ya da açık keyfîliğe ilişkin bir
bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir (Naci
Karakoç, B. No: 2013/2767, 2/10/2013, § 22).
40.
Somut olayda İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin, 13/11/2013
tarihli ve E.2012/56, K.2013/124 sayılı kararıyla başvurucunun, adam öldürme ve
adam öldürmeye teşebbüs suçu ile 6136 sayılı Kanun’a muhalefet suçlarından
mahkûmiyetine ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Temyiz üzerine
Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 10/6/2014 tarihli ve E.2014/2439, K.2014/3474
sayılı ilamı ile söz konusu hüküm onanarak kesinleşmiştir.
41.
Başvurucu, yargılandığı ve mahkûm olduğu davada haksız tahrik
hükümleri uygulanmadan karar verildiğini belirterek adil yargılanma hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmekte ise de bu iddiasının özü, derece mahkemelerince
delillerin değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas
itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkindir.
42.
Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve
görüşler hakkında bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını
sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili
bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme
kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından
dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmamıştır. Ayrıca ilk derece
mahkemesinin ve Yargıtayın kararında bariz takdir
hatası veya açık keyfîlik oluşturan herhangi bir
durum tespit edilememiştir.
43.
Açıklanan nedenlerle başvurucunun iddialarının kanun yolu
şikâyeti niteliğinde olduğu ve derece mahkemeleri kararlarının bariz takdir
hatası veya açık keyfîlik içermediği anlaşıldığından
başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan
yoksunluk” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
b. Kanuni
Tutukluluk Süresinin Aşıldığı İddiası
44.
Başvurucu, hakkında hükümle birlikte verilen tutukluluğun
devamına ilişkin karara itiraz etmiş, itirazın reddi üzerine kanuni tutukluluk
süresinin aşıldığı iddiasıyla süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
45.
Tutukluluk hâli sona ermiş olan bir başvurucunun, devam eden
tutukluluk hâlinden farklı olarak, kanuni tutukluluk süresinin aşıldığı yönünde
iddialar ileri sürmesi hâlinde iddia edilen ihlalin tespitini ve tazminat
ödenmesini sağlayabilecek bir hukuk yolu mevcut ise öncelikle bu yolu tüketmesi
gerekir (Hamit Kaya, B. No:
2012/338, 2/7/2013, § 46).
46.
5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d)
bendinde makul sürede hakkında hüküm verilmeyen bir tutuklu için tazminat
talebinde bulunabilme imkânı tanınmaktadır. Bu yol, bir yandan başvurucunun
maruz kaldığı tutukluluk nedenleri ve süresinin uzunluğunun tespiti, diğer
yandan da uğradığı zararın tazmini imkânını sağlamaktadır. Bu nedenle 5271
sayılı Kanun'un 141. maddesi ile öngörülen hukuk yolu, başvurucunun şikâyetleri
açısından erişilebilir ve elverişli bir çözüm olanağı ve makul ölçüde bir
başarı imkânı sunmaktadır (Hamit Kaya,
§ 48).
47.
6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası
uyarınca ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için
kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması, başka bir deyişle bireysel
başvurunun yapıldığı tarihte başvuru koşullarının tamamının sağlanmış olması
gerekir. Bununla birlikte bir başvuru yolu yoksa ya da olan başvuru yolları
etkili değilse Mahkeme somut olayın koşullarını dikkate alarak bir başvurunun
incelenmesine karar verebilir (Ümit Ata,
§ 33).
48.
Somut olayda başvurucu, hükümle birlikte verilen tutukluluk
kararı üzerine 17/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda
bulunmuştur. Başvurucu, akabinde verilen hükmü temyiz etmiş, ancak temyiz
aşamasında olan dava, bireysel başvurusu sonuçlanmadan önce Yargıtay 1. Ceza
Dairesinin 10/6/2014 tarihli onama kararı ile kesinleşmiştir. Başvurucu,
hakkındaki mahkûmiyet hükmünün kesinleştiği 10/6/2014 tarihinden itibaren kural
olarak 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesine dayanarak tazminat talebinde bulunma
imkânına sahiptir.
49.
Ancak başvuru konusu olayın özelliği dikkate alındığında
başvurucu açısından bireysel başvurunun karara bağlandığı 2/7/2015 tarihi
itibarıyla tazminat talebinde bulunmak için kanunda öngörülen süre (bkz. § 19)
geçmiş bulunmakta ve bu sürenin geçirilmesinde başvurucuya herhangi bir kusur
izafe edilememektedir. Kaldı ki başvuru tarihi itibarıyla başvurucunun
mağduriyetini giderebilecek nitelikte tüketilmesi gereken bir başvuru yolunun
bulunmadığı da açıktır.
50.
Bu nedenle başvurucunun iddialarının açıkça dayanaktan yoksun
olmadığı, ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı
görüldüğünden başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
51.
Başvurucu, kanuni tutukluluk süresinin aşıldığını iddia
etmiştir.
52.
Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan
kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini
önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda
gösterilen diğer hallerde hakim kararıyla
tutuklanabilir. Hakim kararı olmadan yakalama, ancak
suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun
şartlarını kanun gösterir.”
53.
Başvurucunun, kanuni tutukluluk süresinin aşıldığına ilişkin bu
şikâyetinin Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası çerçevesinde
değerlendirilmesi gerekir.
54.
Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi
özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya konduktan sonra
ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla
kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak
sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması
ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi
birinin bulunması hâlinde söz konusu olabilir (Murat
Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 42).
55.
Anayasa’nın “Temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı 13. maddesinde temel hak ve
hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde
belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği, bu
sınırlamaların, Anayasa’nın özüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve
laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı hükme
bağlanmıştır. Anayasa’nın 19. maddesindeki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının
sınırlanabileceği durumların şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi ölçütü,
Anayasa’nın 13. maddesindeki temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla
sınırlanabileceğine dair kural ile uyumludur (Savaş
Çetinkaya, B. No: 2012/1303, 21/11/2013, § 30).
56.
Kişi hürriyeti ve güvenliğine ilişkin sınırlamaların, kanunda
belirtilen esas ve usule uygunluğunu sağlama yükümlülüğü ilke olarak idari
organlara ve derece mahkemelerine aittir. Anayasa'nın 19. maddesinin amacı
bireyi keyfî bir şekilde özgürlüğünden alıkoymaya karşı korumak olup maddede
öngörülen istisnai hâllerde kişi özgürlüğüne getirilecek sınırlamaların
maddenin amacına uygun olması ve keyfî uygulamaya yol açmaması gerekir. Bu
nedenle Anayasa'nın 19. maddesinde yer alan hürriyetten yoksun bırakmanın şekil
ve şartlarının kanunda gösterilmesi kuralı gereğince başvurucunun tutukluluk
durumunun "kanuni"
dayanağının bulunup bulunmadığının incelenmesi gerekir. Kanunun özgürlükten
yoksun kılmaya izin verdiği hâllerde ise hukuk devleti ilkesi gereği, keyfîliği önlemek için kanunun yeterli ölçüde erişilebilir,
kesin ve öngörülebilir olup olmadığına bakılmalıdır.
57.
Tutuklamaya ilişkin hükümler 5271 sayılı Kanun’un 100. ve devamı
maddelerinde düzenlenmiştir. Anılan maddeye göre kişi ancak hakkında suç
işlediğine dair kuvvetli şüphenin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama
nedeninin bulunması hâlinde tutuklanabilir. Maddede tutuklama nedenlerinin neler
olduğu da belirtilmiştir (Murat Narman,
§ 45).
58.
5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında,
ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde tutukluluk süresinin en çok iki
yıl olduğu ve bu sürenin zorunlu hâllerde gerekçesi gösterilerek
uzatılabileceği ancak uzatma süresinin toplam üç yılı geçemeyeceği
belirtilmiştir. Buna göre uzatma süreleri dâhil olmak üzere toplam tutukluluk
süresinin azami beş yıl olabileceği anlaşılmaktadır.
59.
Somut olayda 16/11/2006 tarihinde tutuklanan başvurucu, 5271
sayılı Kanun'un yukarıda belirtilen hükümleri uyarınca tutukluluk için
öngörülen azami sürenin aşıldığı iddiasıyla tahliye talebinde bulunmuştur.
Tahliye talebi, dosya kapsamında isnat olunan suçların kanunda öngörülen ayrı
ayrı yaptırımları dikkate alınarak reddedilmiştir
60.
Anayasa'da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece
derece mahkemelerinin kararlarındaki kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki
hatalara dair hususlar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk
konusundaki kanun hükümlerinin yorumlanması ve somut olaylara uygulanması da
derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa'ya
bariz şekilde aykırı yorumlar ve delil değerlendirmesinde bariz takdir hatası
veya açık keyfîlik bulunması hâlinde hak ve özgürlük
ihlaline sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi
gerekir.
61.
5271 sayılı Kanun'un 102. maddesinde soruşturma ve kovuşturma
evrelerinde kişilerin tutulabileceği azami kanuni süreler düzenlenmiştir. Kişi
hakkında birden fazla suça ilişkin aynı dosya kapsamındaki yargılamada
tutukluluk süresinin her bir suç için ayrı ayrı uygulanamayacağı, uygulanan bir
tutuklama tedbirinin yargılama sürecinin bütünü açısından sonuç doğuracağı daha
önce belirtilmiştir (Savaş Çetinkaya,
§ 37).
62.
5271 sayılı Kanun'daki azami tutukluluk süresinin ağır cezalık
işler bakımından uzatmalarla birlikte azami beş yıl olduğu, bu hâliyle
düzenlemenin öngörülebilir olduğu anlaşılmaktadır. Ancak derece mahkemelerinin
aynı dosya kapsamındaki suçlar yönünden kanuni tutukluluk süresinin her suç
için ayrı ayrı hesaplanması gerektiği yönündeki yorumu, bireylerin tutuklu
olarak yargılanabileceği azami süreyi belirsiz ve öngörülemez bir şekilde
uzatmaya elverişlidir. Zira bir kişi hakkında birden fazla suç isnadı olması
halinde azami tutukluluk süresi her biri için ayrı ayrı hesaplandığında kişinin
özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği süre öngörülemez bir şekilde uzayacaktır.
Bir hukuk devletinde henüz suçluluğu hükmen sabit hâle gelmemiş bir bireyin
mahkemenin benimsediği yorum nedeniyle belirsiz bir süre boyunca özgürlüğünden
yoksun bırakılması düşünülemez (Murat Narman,
§ 53).
63.
Somut olayda başvurucunun Yargıtay aşamasında geçen tutukluk
süresi 1 yıl 9 ay 26 gün olup bu süre çıkarıldıktan sonra tutuklulukta
geçirdiği toplam süre 5 yıl 2 ay 7 gündür. 5271 sayılı Kanun'un 102. maddesinin
(2) numaralı fıkrasında öngörülen azami tutukluluk süresi ise hüküm tarihinden
önceki 11/9/2013 tarihinde dolmuştur.
64.
Bu durumda başvurucunun bu tarihten sonraki tutukluluk hâli
kanunda aranan şekil ve şartlara uymamaktadır.
65.
Açıklanan nedenlerle Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü
fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
66.
6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasında,
esas inceleme sonunda ihlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedileceği belirtilmiş olup
yerindelik denetimi yapılamayacağı, idari eylem ve işlem niteliğinde karar
verilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.
67.
Başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik
müdahale nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki
manevi zararı karşılığında somut olayın özellikleri dikkate alınarak
başvurucuya net 5.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
68.
Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca
tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle:
A. Başvurucunun,
1. Adil yargılanma hakkının
ihlal edildiği yönündeki iddiasının “açıkça
dayanaktan yoksunluk” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Kanuni tutukluluk süresinin
aşıldığı yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. “Kanun'da
öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılması" nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinin
üçüncü fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 5.000,00 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE ve
tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca
tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğinden sonra Maliye Bakanlığına yapılacak
başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması
hâlinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için
yasal faiz uygulanmasına,
F. Kararın ilgili Mahkemeye ve Yargıtay’a gönderilmesine,
2/7/2015
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.