TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ÖZGÜL TAN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/9499)
|
|
Karar Tarihi: 24/6/2015
|
R.G. Tarih- Sayı: 11/8/2015-29442
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör Yrd.
|
:
|
İsmail Emrah
PERDECİOĞLU
|
Başvurucular
|
:
|
1. Özgül TAN
|
|
|
2. Aykut TAN
|
|
|
3. Fatma
Zehra GÖRGÜLÜ
|
|
|
4. Zehra
Harika COŞKUN
|
|
|
5. Zeynep
Özlem SEVİNCER
|
|
|
6. Uğur
SEVİMLİ
|
|
|
7. Öznur
ÖZDİNÇ
|
Vekilleri
|
:
|
Av. Mehmet
Seçkin BAHÇELİ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, baraj, Hidroelektrik Santral (HES) tesisleri ve
göl sahası inşaatı yapımı nedeniyle yapılan kamulaştırmadan dolayı açılan bedel tespiti ve tescil davasında araziye
gerçek değerinden daha düşük bir bedel tayin edildiği, tespit edilen bedel
üzerinden faize hükmedilmediği ve yargılamanın 2942 sayılı Kamulaştırma
Kanunu’nda öngörülen sürede sonuçlanmadığı nedenleri ileri sürülerek adil
yargılanma ve mülkiyet hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiği
iddialarıyla ilgilidir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 23/12/2013 tarihinde Ermenek Asliye Hukuk
Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede
başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/5/2014 tarihinde,
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 27/4/2015 tarihinde kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına, dosyanın bir
örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının 15/5/2015 tarihli yazısında, Anayasa
Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen,
başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile ilgili dava dosyasında yer
aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucular aleyhine 23/8/2010 tarihinde Ermenek Asliye
Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) açılan davada, davacı Devlet Su İşleri Genel
Müdürlüğü (DSİ), başvuruculara ait taşınmaza ilişkin kamulaştırma kararı
alındığını, ilgili taşınmazın pazarlık usulü ile satın alınmasının denendiğini
ancak anlaşmanın sağlanamadığını belirterek, taşınmazın kamulaştırma bedelinin
tespiti ile Hazine adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
8. Mahkemece söz konusu taşınmazın tapu kayıtları
incelenmiş, taşınmazın yüz ölçümü tespit edilmiş, Kamulaştırma Kanunu’na uygun
olarak oluşturulan bilirkişi heyeti ile birlikte 24/2/2011 tarihinde taşınmaz
başında keşif yapılmış, taşınmazın su altında kaldığı tespit edilmiş bu nedenle
delil tespiti için emsal olabilecek aynı Mahkemeye ait dava dosyalarının mevcut
dosya arasına alınmasına karar verilmiştir.
9. Keşif sonrası bilirkişiler hazırladıkları raporda,
taşınmazın 2. sınıf sulu tarım arazisi olduğunu, üzerinde ceviz, elma, şeftali
bahçesinin bulunduğunu değerlendirmişler ve taşınmazın diğer özelliklerini de
gözeterek Ermenek İlçe Tarım Müdürlüğünce gönderilen 2010 yılı verilerini
kullanıp yaptıkları hesaplama sonucu taşınmazın toplam değerini 1.191.600,94 TL
olarak belirlemişlerdir.
10. Mahkeme, bilirkişiler tarafında sunulan raporda
taşınmazda bulunan fidanların kamulaştırma bedellerinin hesaplanmasında tespit
dosyasındaki yaşlarının dikkate alındığını, oysa 2942 sayılı Kamulaştırma
Kanununda belirtildiğine göre değerlendirmenin dolayısıyla kamulaştırma
bedeli tespitinin dava tarihi itibarıyla yapılmasının gerekli olduğunu
belirtmiş ve kamulaştırma bedellerinin yeniden hesaplanması için ek rapor
alınmasına karar vermiştir.
11. Sunulan ek raporda taşınmazın kamulaştırma bedeli bu defa
1.191.740,93 TL olarak tespit edilmiş, Mahkeme burada belirtilen bedelin adalet
ve hakkaniyete uygun olduğu kanaatine vararak, 2/3/2012 tarihli ve E.2010/1127,
K.2012/230 sayılı kararı ile söz konusu bedelin bloke edilen hesaptan
başvurucuların hesaplarına hisseleri oranında ödenmesine, başvurucuların
kamulaştırma bedeli için faiz taleplerinin reddine hükmetmiştir.
12. Temyiz incelemesi sonucu Yargıtay 18. Hukuk Dairesi,
2/10/2012 tarihli ve E.2012/6882, K.2012/10510 sayılı ilâmı ile İlk Derece
Mahkemesinde kamulaştırma bedeli için yapılan hesaplamada şeftali ürünü için
dekar başına ortalama üretim giderinin, çevre il ve ilçelerden bildirilen
ortalama veriler dikkate alındığında, hatalı hesaplandığının anlaşıldığını
belirtmiş ve kararı bozmuştur.
13. Bozma üzerine dosyayı yeniden ele alan Mahkeme, 3/5/2013 tarihli
ve E.2012/445, K.2013/144 sayılı kararı ile bozma ilamında belirtilen hususlar
doğrultusunda bilirkişi heyetinden ek rapor alındığını, bu doğrultuda bilirkişi
heyetince sunulan ek raporda hesaplamanın ilamda belirtilen hususlar dikkate
alınarak yapıldığının anlaşıldığını belirtmiş, raporun hüküm kurmaya ve
denetime elverişli olduğuna kanaat ederek, kamulaştırma bedelinin raporda
gösterilen 1.200.595,93 TL olarak tespitine; daha önce ödenen 1.191.740,93
TL’nin mahsubu ile kalan 8.855,00 TL’nin bloke edilen hesaptan hisseleri
oranında başvuruculara ödenmesine hükmetmiştir.
14. Temyiz üzerine İlk Derece Mahkemesi kararı Yargıtay 18.
Hukuk Dairesinin, 7/11/2013 tarihli ve E.2013/16229, K.2013/15044 sayılı ilamı
ile onanmıştır.
15. Yargılamanın taraflarınca karar düzeltme yoluna
başvurulmaması üzerine İlk Derece Mahkemesi kararı 18/12/2013 tarihinde
kesinleşmiştir.
16. Başvurucular 23/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
B. İlgili Hukuk
17. 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun
“Kamulaştırma bedelinin mahkemece tespiti ve
taşınmaz malın idare adına tescili” kenar başlıklı 10. maddesinin
ilgili kısımları şöyledir:
“Kamulaştırmanın satın alma usulü ile
yapılamaması halinde idare, … asliye hukuk mahkemesine müracaat eder ve
taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, … idare adına tesciline karar
verilmesini ister.
Mahkeme, idarenin başvuru tarihinden itibaren
en geç otuz gün sonrası için belirlediği duruşma gününü, … taşınmaz malın
malikine … bildirerek duruşmaya katılmaya çağırır. Duruşma günü idareye de
tebliğ olunur.
…
Mahkemece yapılan duruşmada tarafların bedelde
anlaşamamaları halinde hakim, en geç on gün içinde
keşif ve otuz gün sonrası için de duruşma günü tayin ederek, 15 inci maddede sayılan
bilirkişiler marifetiyle ve tüm ilgililerin huzurunda taşınmaz malın değerini
tespit için mahallinde keşif yapar…
Bilirkişiler, taraflar ve diğer ilgililerin
beyanını da dikkate alarak, 11 inci maddedeki esaslar doğrultusunda taşınmaz
malın değerini belirten raporlarını onbeş gün içinde
mahkemeye verirler. Mahkeme bu raporu, duruşma günü beklenmeksizin taraflara
tebliğ eder. Yapılacak duruşmaya hakim, taraflar veya
vekillerini ve bilirkişileri çağırır. Bu duruşmada tarafların bilirkişi
raporlarına varsa itirazları dinlenir ve bilirkişilerin bu itirazlara karşı
beyanları alınır.
Tarafların bedelde anlaşamamaları halinde
gerektiğinde hakim tarafından onbeş
gün içinde sonuçlandırılmak üzere yeni bir bilirkişi kurulu tayin edilir ve
hakim, tarafların ve bilirkişilerin rapor veya raporları ile beyanlarından
yararlanarak adil ve hakkaniyete uygun bir kamulaştırma bedeli tespit eder.
Mahkemece tespit edilen bu bedel, taşınmaz mal, kaynak veya irtifak hakkının
kamulaştırılma bedelidir. … İdarece, kamulaştırma bedelinin hak sahibi adına
yatırıldığına … dair makbuzun ibrazı halinde mahkemece, taşınmaz malın idare
adına tesciline ve kamulaştırma bedelinin hak sahibine ödenmesine karar verilir
ve bu karar, tapu dairesine ve paranın yatırıldığı bankaya bildirilir. Tescil
hükmü kesin olup tarafların bedele ilişkin temyiz hakları saklıdır.
(Ek fıkra: 11/04/2013-6459 S.K./6. md)
Kamulaştırma bedelinin tespiti için açılan davanın dört ay içinde sonuçlandırılamaması
hâlinde, tespit edilen bedele bu sürenin bitiminden itibaren kanuni faiz
işletilir.
…”
18. 2942 sayılı Kanun’un “Kamulaştırma
bedelinin tespiti esasları” kenar başlıklı 11. maddesi şöyledir:
“15 inci madde uyarınca oluşturulacak
bilirkişi kurulu, kamulaştırılacak taşınmaz mal veya kaynağın bulunduğu yere
mahkeme heyeti ile birlikte giderek, hazır bulunan ilgilileri de dinledikten
sonra taşınmaz mal veya kaynağın;
a)Cins ve nevini,
b) Yüzölçümünü.
c) Kıymetini etkileyebilecek bütün nitelik ve
unsurlarını ve her unsurun ayrı ayrı değerini,
d)Varsa vergi beyanını,
e)Kamulaştırma tarihindeki resmi makamlarca yapılmış kıymet takdirlerini,
f) Arazilerde, taşınmaz mal veya kaynağın
kamulaştırma tarihindeki mevkii ve şartlarına göre ve olduğu gibi kullanılması
halinde getireceği net gelirini.
g) Arsalarda, kamulaştırılma gününden önceki
özel amacı olmayan emsal satışlara göre satış değerini,
h) Yapılarda, (…)(2)
resmi birim fiyatları ve yapı maliyet hesaplarını ve yıpranma payını,
ı) Bedelin tespitinde etkili olacak diğer
objektif ölçüleri,
Esas tutarak düzenleyecekleri raporda bütün bu
unsurların cevaplarını ayrı ayrı belirtmek suretiyle ve ilgililerin beyanını da
dikkate alarak gerekçeli bir değerlendirme raporuna dayalı olarak taşınmaz
malın değerini tespit ederler.
Taşınmaz malın değerinin tespitinde,
kamulaştırmayı gerektiren imar ve hizmet teşebbüsünün sebep olacağı değer
artışları ile ilerisi için düşünülen kullanma şekillerine göre getireceği kâr
dikkate alınmaz.
…. ”
19. 2942 sayılı Kanun’un “Yetkili
ve görevli mahkeme ve yargılama usulü” kenar başlıklı 37. maddesi
şöyledir:
“Bu Kanundan doğan tüm anlaşmazlıkların adli
yargıda çözümlenmesi gerekenleri, taşınmaz malın bulunduğu yer asliye hukuk
mahkemelerinde basit yargılama usulü ile görülür.”
20. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun “Usul
ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:
“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve
düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla
yükümlüdür.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
21. Mahkemenin 24/6/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucuların 23/12/2013 tarihli ve 2013/9499 numaralı bireysel başvurusu
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
22. Başvurucular, 23/8/2010 tarihinde Ermenek Asliye Hukuk
Mahkemesinde aleyhlerine açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil
davasında, bedel tespitinde 2942 sayılı Kanun’un 11. maddesinde belirtilenin
aksine taşınmazın bulunduğu Ermenek ilçesi için diğer il ve ilçelerde uygulanan
ve Yargıtay kararlarında benimsenen yöntemden farklı bir yöntem uygulandığını,
emsal konuda verilmiş Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının dikkate
alınmadığını, yargılamanın 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun 10. maddesinde
belirtilen süre içinde sonuçlanmadığını, bu nedenle kamulaştırılan taşınmazın
rayiç değerinin belirlendiği tarih ile ödemenin yapıldığı tarih arasında geçen
süre nedeniyle değer kaybı yaşandığını belirterek, adil yargılanma ve mülkiyet hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal
edildiğini ileri sürmüşler, 206.558,57 TL tazminat ödenmesi talebinde
bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
23. Başvurucular, somut başvuruya konu bedel tespiti ve
tescil davasıyla ilgili yukarıda sıralanan şikâyetleri nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet hakları ile eşitlik
ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Anayasa Mahkemesi,
başvurucuların ihlal iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp,
somut dava ve buna bağlı olayların özelliklerine göre olay ve olguların hukuki
nitelendirmesini kendisi takdir eder.
24. Başvurucular, diğer ilçelerde kamulaştırma bedelinin
tespitinde kullanılan ve Yargıtayca da benimsenen
hesaplama yönteminin 2942 sayılı Kanun’un 11. maddesine aykırı olarak
taşınmazlarının bulunduğu Ermenek ilçesi için farklı uygulanmasının eşitlik
ilkesini, mülkiyet ve adil yargılanma haklarını ihlal ettiğini ileri
sürmüşlerse de, başvurucuların bahse konu şikâyetinin özünün mülkiyet hakkına
yapılan müdahalenin kanunilik şartını ihlal ettiği iddiası olduğu
anlaşıldığından bu konuda ayrıca eşitlik ilkesi ve adil yargılanma (hakkaniyete
uygun yargılanma) hakkı yönünden inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
25. Başvurucuların kamulaştırma bedeline faiz uygulanmadığı
yönündeki şikâyetleri mülkiyet hakkı yönünden, yargılamanın olması gerekenden
uzun sürmesine dair şikâyetleri makul sürede yargılanma hakkı yönünden
incelenecektir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Bedel Tespitinin Kanuna Uygun Yapılmaması
Nedeniyle Mülkiyet Hakkının İhlali İddiası
26. Başvurucular, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili
davasında, 2942 sayılı Kanun’un 11. maddesine aykırı şekilde ve diğer il ve
ilçeler için benimsenen yöntemden farklı bir yöntem kullanılarak hesaplama yapıldığını
bu nedenle öngörülebilirlik ve kanunilik ilkelerinin ihlal edildiğini iddia
etmişlerdir.
27. Somut başvurunun dayanağını oluşturan kamulaştırılan
taşınmazın gerçek değerinin ödenmesi talebi, Anayasa’nın 35. maddesinde yer
alan mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet
hakkının mutlak bir hak olmadığı ve kamu yararı amacıyla sınırlandırılabileceği
belirtilmiştir. Anayasa’nın 13. maddesi temel hak ve hürriyetleri
sınırlandırmada genel ilkeleri tespit ederken Devlet ve kamu tüzel kişilerine
özel mülkiyette bulunan taşınmazları kamulaştırma yetkisi veren ve kamulaştırma
ilkelerini belirleyen Anayasa’nın 46. maddesi, mülkiyet hakkının
sınırlandırılmasına ilişkin özel hükümler içermektedir. Anayasa’nın
bütünselliği ilkesi gereği, başvurucunun bahsedilen talebinin
değerlendirilmesinde Anayasa’nın 35. maddesiyle birlikte 13. ve 46.
maddelerinin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No:
2013/817, 19/12/2013, § 28).
28. 2942 sayılı Kanunun 11. maddesinin (f) bendinde
"mevki" kelimesi kullanılmıştır. Mevki kelimesinin benzer iklim
koşulları ve arazi yapısı nedeniyle benzer özelliklere sahip geniş toprak
parçaları anlamında kullanıldığı anlaşılmaktadır. Mevki veya diğer adıyla mahal
kelimesi her zaman ilçe düzeyinde bir alan anlamına gelmeyebilmektedir. Bazı
toprak, iklim ve coğrafi koşullarda bulunan bölgelerde mevki veya mahal, ilçe
düzeyinden de küçük bir arazi alanı olabileceği gibi bazı durumlarda da daha
geniş toprak parçaları bir mevki veya mahal olarak tanımlanabilir. Bunun
yanında mevki ve şartlar sadece değerlendirmeye alınacak alanın il veya ilçe
düzeyinde olmasıyla bağlantılı olmayıp, toprağın yapısı, arazinin sulanıp
sulanmadığı, arazinin eğimi gibi pek çok faktör, mevki ve şartlar kavramı
çerçevesinde değerlendirmeye tabi tutulmaktadır (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, §§ 64-70).
29. Yargıtay 18. Hukuk Dairesi, 25/5/2006 tarihli ve
E.2006/3897, K.2006/4360 sayılı kararıyla, Ermenek ilçesinde Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanlığının 10/4/2002 tarihinde onaylanan proje kapsamında Ermenek’te baraj,
HES tesisleri ve göl sahası inşaatı yapımı ilan edildikten sonraki dönemde
tarım ilçe müdürlüğünün önceki yıllarda sabit bir seyir izleyen tarımsal getiri
verilerinin günlük hayatın olağan akışıyla bağdaşmayacak şekilde ve
anlaşılamayacak derecede artırıldığını dile getirerek 2003 yılı sonrasında
kamulaştırmalarda bu ilçe verileri yanında çevre ilçeler ile Karaman ilinin
kullanıma uygun verilerinin ortalamasının bedel tespitinde kullanılmasını
içtihat olarak benimsemiştir.
30. 2006 yılından beri istikrarlı olarak uygulanan bu yöntem
bireyler için erişilebilir ve bilinebilir olup başvuru konusu olayda, 2011
yılında açılan kamulaştırma bedelinin tespiti davasında başvurucu açısından
bahsedilen yerleşik içtihat öngörülebilir durumdadır.
31. Açıklanan nedenlerle, mülkiyet hakkına yönelik açık ve
görünür bir ihlal bulunmadığından başvurunun bu kısmının "açıkça dayanaktan yoksunluk"
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Başvurucuların Diğer Şikayetleri Nedeniyle Mülkiyet
ve Adil Yargılanma Haklarının İhlali İddiaları
32. Başvurucuların kamulaştırma bedeline faiz ödenmemesi ve
yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığı şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun
olmadığı gibi bu şikâyetler için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi
biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal
Edilip Edilmediği İddiası
33. Başvurucular, 2942 sayılı
Kanun’un 10. maddesine göre 105 günde tamamlanması gereken kamulaştırma
bedelinin tespiti davasının makul bir süre içinde sonuçlanmadığını belirterek,
makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
34. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme)
ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni
ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil
yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen
Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da
unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme
yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı
ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lâfzî içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın
bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının
değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, §§ 38–39).
35. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması
gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve
diğerleri, §§ 41–45).
36. Taraflar için 2942 sayılı Kanun’un 10. maddesinde
kamulaştırma bedelinin tespiti davalarının sonuçlandırılması için öngörülen
süreler mahkemelere yönelik süreler olduğundan düzenleyici nitelikte olup,
mahkemeler bu sürede davayı sonuçlandıramasalar da daha sonra verdikleri kararların
geçerli olduğunda şüphe yoktur. 2942 sayılı Kanun’un gereği yapılması gereken
duruşmalar ve duruşma aralıkları, bilirkişi raporlarının beklenmesi ve tebligat
işlemleri göz önünde bulundurulduğunda, bu sürelerin aşılabileceği
görülmektedir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri,
§§ 47-48).
37. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de, benzer
şekildeki düzenleyici sürelerin yargılama süresini kısaltma amacı taşıdığını
vurgulamaktadır. AİHM, ulusal mahkemelerin yasal süreye riayetlerine ilişkin yerel
mevzuatı nasıl yorumladıklarını ve uyguladıklarını denetlemenin görevi
olmadığını belirterek davaların “makul süre”
içerisinde tamamlanıp tamamlanmadığını tespit etmek amacıyla yargılama
süresinin bütününü ele almakta ve bu sürenin Sözleşme’nin 6. maddesinin 1.
fıkrasına uygun olup olmadığıyla sınırlı bir inceleme yapmaktadır. (Bkz., Çalık/Türkiye, B. No: 3675/07, 31/8/2010; Dildirim ve diğerleri/Türkiye, B. No: 42927/10,
12/3/2013).
38. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi
uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede
karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda, asliye hukuk mahkemesi
nezdinde açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescile ilişkin bir davanın
söz konusu olduğu görülmekle, 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine
göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu
alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (Güher
Ergun ve diğerleri, § 49).
39. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara
ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak,
uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka
bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, somut başvuru açısından bu tarih 23/8/2010 tarihidir.
40. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da
kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Ancak devam eden
yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını
içeren başvuruların yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesi
olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı bireysel
başvurunun karara bağlandığı tarihtir (Güher
Ergun ve diğerleri, § 52). Bu kapsamda, somut yargılama faaliyeti
açısından sürenin bitiş tarihinin, başvurucunun temyiz talebi hakkında verilen
Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin E.2013/16229, K.2013/15044 sayılı karar tarihi
olan 7/11/2013 tarihi olduğu anlaşılmaktadır.
41. Davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin
bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin
başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak süre, 23/9/2012
tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç tarihinden itibaren
geçen süredir (Güher Ergun ve diğerleri,
§ 51).
42. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde,
yargılamanın konusunun bir adet taşınmaza ilişkin kamulaştırma bedelinin
tespiti ve tescil talebi olduğu, 23/8/2010 tarihinde açılan davanın yargılama
sürecinde İlk Derece Mahkemesince keşif yapıldığı ve bilirkişi raporu alındığı,
Mahkemenin 2/3/2012 tarihinde bir buçuk yılı aşkın bir süre sonunda davanın
esası hakkında karar verdiği, temyiz incelemesinin yaklaşık yedi ayda
tamamlandığı ve 2/10/2012 tarihinde bozmaya hükmedildiği, bozma ilamı sonrası
İlk Derece Mahkemesinin dosya tekrar önüne geldikten sonra beş ay içinde esasa
ilişkin yeni bir karar verdiği, temyiz talebinin 7/11/2013 tarihinde
reddedildiği ve karar düzeltme yoluna başvurulmadan kararın kesinleştiği
böylece yargılama sürecinin toplamda yaklaşık üç yıl iki ayda tamamlandığı
anlaşılmaktadır.
43. İlgili yargılama evrakının incelenmesinden, başvuruya
konu yargılama sürecinin asliye hukuk mahkemesi önünde sürdüğü görülmekle,
medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkları konu alan yargılama
faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren
6100 sayılı Kanun’a tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve
Kanun’un 30. maddesinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi
gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (§ 21).
44. 6100 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi
mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi
tarafından, makul sürede yargılanma hakkına ilişkin kararlar verilmiş olup (Tahsin Erdoğan, §§ 35-48), başvuruya konu
davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul
işlemlerinin niteliğine bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından
farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmamaktadır. Somut
başvuruya konu yargılama süresinin bütünü dikkate alındığında yaklaşık üç yıl
iki aylık yargılama sürecinde
mahkemeler nezdinde başvurucunun haklarını ihlal edecek şekilde makul olmayan
bir gecikme olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
45. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edilmediğine karar verilmesi gerekir.
b. Kamulaştırma Bedeline Faiz Ödenmemesi
Nedeniyle Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiği İddiası
46. Başvurucular, maliki oldukları
taşınmazın kamulaştırma bedelinin dava sonunda faiz işletilmeden kendilerine
ödendiğini ve bu nedenle taşınmazın gerçek değerini alamadıklarını belirterek
mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
47. Anayasa’nın 35. maddesine göre kişilerin
mülkiyetleri ancak kanunla öngörülmüş usullerle ve kamu yararı gereği karşılığı
ödenmek suretiyle ellerinden alınabilir. Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan
ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülklerinden mahrum bırakılmaları halinde
elde edilmek istenen kamu yararı ile mülkünden mahrum bırakılan bireyin hakları
arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 37).
48. Ölçülülük ilkesi, “elverişlilik”, “gereklilik” ve “orantılılık”
olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “Elverişlilik”,
öngörülen müdahalenin, ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli
olmasını, “gereklilik”, ulaşılmak
istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını, yani aynı amaca daha
hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, “orantılılık” ise bireyin hakkına yapılan
müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi
gerekliliğini ifade etmektedir (Mehmet
Akdoğan ve diğerleri, § 38).
49. Anayasa'nın 46. maddesinde öngörülen ve temel öğesinin “kamu yararı” olduğu kabul edilen
kamulaştırma, bir taşınmaz üzerindeki özel mülkiyet hakkının, malikin rızası
olmaksızın, kamu yararı için ve karşılığı ödenmek koşuluyla devlet tarafından
sona erdirilmesidir. Kamu yararı bulunması, kamulaştırma kararının yasada
gösterilen esas ve usullerine uyulması, gerçek karşılığın peşin ve nakden
ödenmesi kamulaştırmanın anayasal öğeleridir (AYM, E.2004/25, K.2008/42, K.T.
17/1/2008).
50. İdarenin, malikin rızasına gerek
olmaksızın yapabileceği bir işlem olan kamulaştırma nedeniyle peşin ödemesi
gereken bedeli ödemede gecikmesi durumunda hissedilir değer kaybına neden olan
unsurların varlığının dikkate alınmaması halinde ödenen bedelin gerçek karşılık
olarak nitelendirilemeyeceği açıktır. Başvurucuların mülkiyet hakkına yapılan
müdahalenin orantılı olabilmesi için ödenen tutarların enflasyonun etkilerinden
arındırılarak güncelleştirilmesi, yani kamulaştırma tarihi ile ödeme tarihi
arasında geçen süredeki hissedilir değer kaybını telafi edecek biçimde faiz
uygulanması gerekir Bu çerçevede gerçek karşılığa
ulaşmayı engelleyen düzenleme ve uygulamaların Anayasa'nın 35. maddesinde yer
alan mülkiyet hakkını da zedeleyeceği açıktır (Mehmet
Akdoğan ve diğerleri, §§ 42–43).
51. Anayasa’nın 46. maddesindeki düzenlemeye
göre; kamulaştırma bedeli nakden ve peşin olarak ödenmelidir. Ancak tarım
reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin
gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve
turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenmesi
taksitlendirilebilmektedir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde
ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde devlet alacaklarına
uygulanan en yüksek faiz işletilebilir. Yargıtay’ın istikrar kazanan
içtihatlarına göre de, Anayasa’nın 46. maddesinde
öngörülen faiz oranı ancak kesinleşip de ödenmeyen kamulaştırma bedelleri için
işletilebilir (Bkz. Yargıtay 18. Hukuk Dairesi, E.2002/7971, K.2002/9752,
15/10/2002). Dolayısıyla dava sonunda tespit edilen kamulaştırma bedelinin dava
tarihinden itibaren devlet alacaklarına uygulanan en yüksek faizle ödenmesi
talebinin yasal bir dayanağı veya yargı kararlarıyla oluşmuş ve istikrar kazanmış
bir uygulaması bulunmamaktadır (Mehmet
Akdoğan ve diğerleri, § 50).
52. Başvuru konusu davada Ermenek Asliye
Hukuk Mahkemesi tarafından belirlenen kamulaştırma bedeli Mahkeme kararıyla
başvurucu adına banka hesaplarına kararı müteakip peşin olarak yatırılmıştır.
Bu durumda başvurucuların kamulaştırma bedeline devletin alacakları için
öngörülen en yüksek faizin uygulanması talebinin Anayasa’nın 46. maddesi
kapsamında yasal dayanağı bulunmamaktadır (Benzer yönde AİHM kararı için bkz, Yetiş ve diğerleri/Türkiye, B. No:
40349/05, 6/7/2010, § 44).
53. 2942 sayılı Kanun’un 10. ve 11.
maddeleri uyarınca tarafların kamulaştırma kararı sonrasında bedel hususunda
anlaşamamaları halinde dava tarihine göre taşınmazın adil ve hakkaniyete uygun
bir şekilde bedeli mahkemece tespit edilmelidir. Değer tespitinin dava tarihine
göre yapılması, Kanun gereği olduğu gibi dava sürecinde taşınmazın değerinde
meydana gelecek artış veya azalışların bedele etki etmemesi ve bu şekilde bedel
tespitine belirlilik kazandırmanın da gereğidir. Aksi halde taşınmazın değeri
uzun süren davalarda artabileceği gibi azalabileceğinden idare veya
vatandaşlara olumsuz etkide bulunabilir. Ancak bu durum taşınmazın gerçek
değerinin enflasyon karşısında korunması için dava tarihine göre belirlenen
bedele faiz işletilmesine mani değildir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 52).
54. Bu durumda somut başvuruya konu
kamulaştırma sürecinde de kamu yararına ulaşmak için kullanılan yöntemler ile
izlenen amaç arasında makul bir orantılılığın ve mülkünden mahrum bırakılan
başvurucunun üzerine orantısız ve aşırı bir yük yüklenip yüklenmediğinin
araştırılması gerekmektedir.
55. Başvuru konusu davada 23/8/2010 tarihi
değerlerine göre tespit edilen 1.191.740,93 TL kamulaştırma bedeli, İlk Derece Mahkemesinin
2/3/2012 tarihli kararı üzerine başvuruculara ödenmiştir. Ancak, söz konusu
kararın Yargıtayca bozulması nedeniyle İlk Derece
Mahkemesinde yeni bir hesaplama yapılmış, bu defa yine ilk dava tarihine göre
tespit edilen 1.200.595,93 TL kamulaştırma bedeli ilk dava sonunda ödenen kısmı
mahsup edilerek kalan 8.855,00 TL olarak Derece Mahkemesinin 3/5/2013 tarihli
kararı ile başvuruculara ödenmiş ve taşınmazın davacı idare adına tesciline
karar verilmiştir.
56. Somut başvuruda taşınmazın gerçek değeri
Ermenek Asliye Hukuk Mahkemesinin, Yargıtay bozma ilamına uyarak yeniden
belirlediği ve onama kararıyla kesinleşen 1.200.595,93 TL’dir.
57. İlk dava tarihi esas alınarak tespit edilen kamulaştırma
bedeli başvuruculara ilki 2/3/2012 tarihli kararla dava tarihinden 19 ay sonra,
ikincisi ise bozma ilamı üzerine yapılan yeniden hesaplama sonucu verilen
3/5/2013 tarihli karar ile ilk dava tarihinden 33 ay sonra olmak üzere iki
aşamada ödenmiştir. Bu durumda başvuruculara yapılan ödemelerin de idarece
kamulaştırma ile gözetilen amaç doğrultusunda, başvurucular üzerine orantısız bir yük yüklenip yüklenmediğinin iki aşamada
değerlendirilmesi gerekmektedir.
58. Bu bağlamda öncelikle davanın açıldığı ve bedel tespitine
esas alınan Ağustos 2010 ile ilk ödemenin yapıldığı Mart 2012 tarihleri arası
dönem dikkate alınmalıdır. Merkez Bankası verilerine göre Ağustos 2010 ile Mart
2012 tarihi arasında enflasyonda meydana gelen artış % 15,3
olup, bu değer kaybını telafi edecek fark 183.652,00 TL’dir.
59. İkinci olarak ise bakiye kalan tutarın ödendiği tarih
olan Mayıs 2013 tarihi ile dava tarihi olan Ağustos 2010 tarihleri arasında
geçen dönem dikkate alınmalıdır. Merkez Bankası verilerine göre Ağustos 2010
ile Mayıs 2013 tarihi arasında enflasyonda meydana gelen artış % 24,4 olup, bu değer kaybını telafi edecek fark 2.161,00
TL’dir.
60. Bu tespitler doğrultusunda başvuruculara yapılan
ödemelerin enflasyona göre değer kaybını telafi edecek toplam fark 185.813,00
TL olup, bu farkın toplam kamulaştırma bedeline oranı %15,4 olarak ortaya
çıkmaktadır.
61. Yukarıdaki tespitler doğrultusunda, kamulaştırma
bedelinin dava açıldığı tarihteki değeri ile ödendiği tarihteki değeri arasında
gözlemlenen değer kaybının kamulaştırma bedeline değer kaybını giderici faiz
veya enflasyon farkının eklenmemesinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
Ödenmeyen enflasyon farkı, bireylerin mülkiyet hakkının korunması ile kamu
yararı arasında olması gereken adil dengeyi bozmakta ve Anayasa’da yer alan
ölçülülük ilkesine aykırı bir şekilde başvurucular üzerinde orantısız bir yük
oluşturarak başvurucuların mülkiyet hakkını ihlal etmektedir.
62. Belirtilen nedenlerle, başvurucuların Anayasa’nın 35.
maddesinde güvence altına mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
63. Başvurucular, dava tarihine göre belirlenen kamulaştırma
bedelinin dava sonunda kendisilerine faizsiz ödenmesi
ve bedelin olması gerekenden düşük tespit edilmesi nedenleriyle 206.558,57 TL
maddi tazminata hükmedilmesini
talep etmişlerdir.
64. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar”
kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit
edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye
gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde
başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması
yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
65. Başvuru konusu olayda kamulaştırma bedelinin tespit
edildiği tarih ile ödemelerin yapıldığı tarih arasında geçen süreler nedeniyle
meydana gelen toplam değer kaybının toplam kamulaştırma bedeline oranı %15,4
olduğu tespit edildiğinden ve söz konusu değer kaybının başvurucular üzerinde
idarenin ulaşmak istediği meşru kamu yararı ile haklı gösterilemeyecek şekilde
orantısız bir yük oluşturduğu anlaşıldığından, bahsedilen maddi değer kaybını
telafi edebilmek için başvuruculara toplam 185.813,00 TL maddi tazminat
ödenmesine karar verilmesi gerekir. Burhan ÜSTÜN bu görüşe katılmamıştır.
66. Başvurucular ayrıca, 2942 sayılı Kanunda yer alan
koşullara uyulmayarak bedelin olması gerekenden düşük tespit edildiğini ileri
sürerek maddi tazminat talebinde bulunmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal
ile iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından
ve başvurucuların bu iddiasıyla ilgili olarak kabul edilemezlik karar
verildiğinden, başvurucuların diğer maddi tazminat taleplerinin reddine karar
verilmesi gerekir.
67. Başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler
uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan
1.698,35 TL yargılama giderinin başvuruculara ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucuların,
1. Bedel tespitinin kanuna uygun yapılmaması nedeniyle mülkiyet
hakkının ihlali iddialarının “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OY BİRLİĞİYLE,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ve kamulaştırma bedeline faiz
ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlaline ilişkin iddialarının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, OY BİRLİĞİYLE,
B. 1. Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE, OY BİRLİĞİYLE,
2. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE, OY BİRLİĞİYLE,
C. Başvuruculara net toplam 185.813,00
TL maddi tazminat ÖDENMESİNE, Burhan ÜSTÜN’ün karşı
oyu ve OY ÇOKLUĞUYLA,
D. Başvurucuların tazminata ilişkin
diğer taleplerinin REDDİNE, OY BİRLİĞİYLE,
E. Başvurucular tarafından yapılan
198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama
giderinin BAŞVURUCULARA ÖDENMESİNE, OY
BİRLİĞİYLE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini
takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay
içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği
tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına, OY BİRLİĞİYLE,
24/6/2015 tarihinde karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Başvurucular, maliki olduğu taşınmazın kamulaştırılması
nedeniyle açılan bedel tespiti ve tescil davasında taşınmazın bedelinin olması
gerekenden düşük tespiti ve dava tarihine göre belirtilen kamulaştırma
bedelinin dava sonunda faiz işletilmeden kendisine ödenmesi ve yargılamanın
makul sürede sonuçlanmadığı nedenleriyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının
ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuşlardır.
Mahkememizce adil
yargılama hakkına yönelik şikâyet yönünden açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna, makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edilmediğine, mülkiyet hakkına yönelik şikâyet nedeniyle kabul edilebilir
olduğuna ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğine, başvurucuya talebi
doğrultusunda maddi tazminat ödenmesine karar verilmiştir.
Çoğunluğun adil
yargılanmaya ilişkin kabul edilemezlik, makul sürede yargılanma hakkına yönelik
kabul edilebilirlik ve ihlal edilmediğine, mülkiyet hakkına ilişkin kabul
edilebilirlik ve mülkiyet hakkının ihlali görüşüne aynen iştirak etmekle
birlikte, başvurucuya maddi tazminat verilmesine ilişkin görüşüne katılmak
mümkün değildir. Çünkü, tazminat davaları, çekişmeli yargılamayı gerektiren
dava çeşitlerindendir. Bunun için davacının dilekçe ile harcını yatırarak
mahkemeye başvurması gerekir. Mahkemece karşı tarafa dava dilekçesi tebliğ
edilerek, savunma hakkı verilir ve Hâkim tarafından davanın türüne göre
deliller toplanarak yargılama sonunda hüküm fıkrası kurulur. Hüküm fıkrasında,
davacının istek sonuçlarından her biri hakkında taraflara yüklenilen borç ve
tanınan haklar sıra numarası altında açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak
şekilde belirtilip, faiz, harç, yargılama gideri ve vekâlet ücreti miktarları
gösterilmelidir.
Anayasa Mahkemesi,
ihlalin tespit edilmesi halinde başvurucuya maddi ve manevi tazminat verilmesi
usulünü AİHM kararlarını örnek alarak uygulamakla neredeyse tesbit
ettiği her ihlale tazminat verme yoluna gitmektedir. AİHM uluslararası
yargılama yapan bir mahkeme olduğundan, esas aldığı bütün kurallar uluslararası
niteliktedir. Orada açılan her davanın başvurucusunun (davacısının) mutlaka bir
karşı tarafı (davalısı) ulusal devlet bulunmaktadır. AİHM’de başvuru dilekçesi
karşı tarafa (davalıya) tebliğ edilerek savunma ve delil ikamesi imkânı
verilmekte, davanın bütün aşamalarına katılımı sağlanarak sonuca gidilmektedir.
Tazminatla ilgi olarak uluslararası yargılama yapan başka bir yargı mercide bulunmadığından,
AİHM’nin tazminata da karar vermesi yapısına göre yerindedir. Bireysel
başvuruyu uygulayan Avrupa ülkelerinin bir kısmının mevzuatında tazminat
verilmesi hususu hiç düzenlenmemiş, tazminat verilmesi kabul edilen ülkelerin
uygulamalarında ise çok özel durumlara ilişkin, sınırlı sayıda tazminat
verilmesi örnekleri bulunmaktadır.
Tazminat verilmesi
yönünden, usulü, uygulanması ve yapısı farklı, uluslararası mahkeme olan AİHM
içtihatlarının örnek alınması yerine, bireysel başvuruda başarılı olduğu
bilinen Avrupa’daki ulusal mahkemelerin uygulamalarının esas alınması daha
yerinde olacaktır.
6216 Sayılı Kanun’un
“Esas hakkındaki inceleme” kenar başlıklı 49. maddesinin (2) numaralı fıkrası,
“Bireysel başvurunun kabul edilebilirliğine karar verilmesi halinde, başvurunun
bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığı’na gönderilir. Adalet Bakanlığı gerekli
gördüğü hallerde görüşünü yazılı olarak Mahkemeye bildirir.” şeklinde
düzenlenmiştir.
Bireysel başvurularda
başvurucunun (davacının) karşı tarafı (davalısı) bulunmamaktadır. Maddeye göre
Adalet Bakanlığı davanın tarafı değil sadece bildirim yapılan muhatabıdır.
Gerekli görürse, savunma değil, görüşünü yazılı olarak bildirebilir.
Değiştirilen, Anayasa Mahkemesi İç Tüzüğünün 71. maddesine göre, Anayasa
Mahkemesi karar vermek için Adalet Bakanlığı’nın görüşünü beklemek zorunda
değildir. Tazminata neden olan olayın muhatabı başka bir kamu kurumu
olduğundan, gerçekte Adalet Bakanlığı tazminat davasının tarafı da olamaz.
Tazminat davası ile ilgili olarak uluslararası veya ulusal hiçbir usul ve maddi
hukuk kuralı dikkate alınmayıp, taraf teşkili tamamlanmadan, karşı tarafa
(davalıya) tebligat yapılmadan savunma ve delilleri alınmadan, tazminata karar
verilmesi, hüküm fıkrasında bulunması zorunlu hususların varlığının
gözetilmemesi, kararın ikinci derecede incelenmesinin ortadan kaldırılması
doğru olmadığından, olayda adil yargılanma hakkının varlığından söz edilemez.
6216 Sayılı Kanununun
“Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre, “Tespit
edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye
gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hallerde
başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması
yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesi’nin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde, mümkünse dosya üzerinden karar verir.” denilmektedir.
Kuraldaki “başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir” kısmı,
mahkemeye çok özel hallerde, istisnai olarak kullanılması maksadıyla verilmiş,
ihtiyari bir yetkidir. Uygulamada mahkemece bu yetki, istek varsa, ihlal tespit
edilen neredeyse her davada manevi tazminat, yargılamanın hiçbir kuralına
uyulmadan isteğe bağlı olarak bazen maddi tazminat verilmesi şeklinde
kullanılmaktadır.
Bireysel başvuru, şahısların kişisel haklarının tek tek tespit
edilerek, kendilerine teslim edilmesi yeri değildir. Esasen Anayasa
Mahkemesi’nce varsa ihlalin tespit edilmesiyle yetinilmesi, tazminat konusunda
başvurucuya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilmesi, görevli genel
mahkemesince usulüne uygun taraf teşkili sağlanması, yargılama yapılarak sonuca
gidilmesi, taraflara ikinci derece inceleme yapılmasını isteme hakkı tanınması
gerekir. Böyle bir tercih yapılması halinde başvurucunun da herhangi bir kaybı
söz konusu olmayacaktır.
Açıklanan nedenlerle, başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal
edilmesinden dolayı maddi tazminat ödenmesine ilişkin çoğunluğun görüşüne
katılmıyorum.