TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ARZU AYDIN MARGİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/10007)
|
|
Karar Tarihi: 18/5/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Hikmet Murat
AKKAYA
|
Başvurucu
|
:
|
Arzu Aydın
MARGİ
|
Vekili
|
:
|
Av. Hüseyin
PEHLİVAN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; iş akdinin geçerli bir nedene dayanmaksızın feshi
üzerine feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iade istemiyle açılan davada
verilen davanın kabulüne ilişkin hükmün Yargıtay ilgili dairesince ortadan
kaldırılarak davanın reddine karar verilmesi, dairenin ilk derece mahkemesinin
yerine geçerek nihai kararı vermesi, benzer davalarda davanın kabulüne ilişkin
kararların Yargıtayın farklı dairelerince onanmasına
rağmen başvurucularca açılan davaların reddedilmesi nedenleriyle
adil yargılanma, çalışma ve sosyal güvenlik hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal
edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 18/6/2014 tarihinde İzmir 10. Asliye Hukuk Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 23/6/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 02/09/2015 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 16/10/2015 tarihli yazısında Anayasa
Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen
başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, THY DO&CO İkram Hizmetleri A.Ş.de (Şirket)
işçi statüsünde çalışmakta iken iş akdi işveren tarafından feshedilmiştir.
8. Başvurucu, Şirket aleyhine İzmir 4. İş Mahkemesinde açtığı
davada feshin geçerli sebebe dayanmadığını ileri sürerek feshinin
geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini talep etmişlerdir.
9. Yargılama sürecinde tarafların tanıkları dinlenmiş ve
bilirkişiden rapor alınmıştır.
10. Bilirkişi, tüm delilleri değerlendirerek takdirin Mahkemeye
ait olduğunu, feshin geçerli nedene dayandığının kabulü hâlinde davanın
reddine, geçerli bir neden olmadığının tespiti hâlinde ise feshin
geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine karar verilmesi gerektiğini
bildirmiştir.
11. İzmir 4. İş Mahkemesinin 19/9/2013 tarihli ve E.2011/833,
K.2013/183 sayılı kararı ile feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine
karar verilmiştir. Karar gerekçesinin bir bölümü şöyledir:
"... taraf vekillerinin beyanlarından da
ortaya çıktığı üzere bu fesihe neden gösterilen
karardan kısa bir süre sonra tekrar davacının yaptığı işi yapacak nitelikte
işçilerin daha düşük ücretle alındığı ve hatta bir kısım davacıyla birlikte
çıkarılan işçilerin dahi daha düşük ücretle tekrar geri alındığı taraf
vekillerinin beyanları ve emsal dosyalar ile SGK işyeri kayıt ve belgeleri ile
THY da daha sonradan çok kısa bir süre sonra yani bir kaç ay içerisinde tekrar
davalı işyeri havaalanında ikram yüklemelerinin yapılmaya başladığı anlaşılmıştır.Davacıya İzmir ilinde başka illerde çalışma teklif
edildiğine dair yazılı bir belgenin mevcut olmadığı davacı tanıklarınca bu
yönde davacıya teklif yapılmadığının beyan edildiği,keza
tarafların tanıklarının ortak anlatımlarına göre THY'nin sadece iç hatlar
seferinde ikram yüklemelerinin kaldırılıp dış hatlara yönelik seferlerde ikram
yüklemelerinin yapılmasına devam edildiği sabittir. (Keza fesihten kısa bir
süre sonra İzmir ilinde yeniden THY'nin iç hatlar seferinde ikram yüklemelerine
yeniden başlandığı,eski
çalışan işçiler ile yeni sözleşme yapıp daha düşük ücretle çalıştırılmaya devam
edildiği anlaşılmaktadır.
Mahkememizce ayrıca davacının iş akdinin
davalı tarafından feshedilmesinde feshe son çare olarak bakılıp bakılmadığı
hususu incelenmiştir. İş veren amaç ve içeriğini belirlemekte serbest olduğu işletmesel kararlar alabilir. Ancak işletmesel
karar sonucunda,tedbir
olarak düşünülen feshin zorunlu hale gelmiş olması gerekir, işletmesel
kararla varılmak istenen hedefe fesihten başka bir yolla ulaşmak mümkün ise
fesih için geçerli bir nedenden söz edilemez. İşçinin rızası ile esnek çalışma
biçimleri getirilerek işçiyi başka bir işte çalıştırmak yada
meslek içi eğitime tabi tutarak amaca ulaşma olanağı var iken feshe
başvurulmaması gerekir. Kısaca fesih, son çare olmalıdır kuralı bu dava
yönünden gerçekleşmemiş mahkememizce de davalının ve davalının işini yaptığı
THY birkaç ay kadar kısa süren karar değiştirip aynıhizmetlerini
davalı işyerinde tekrar birkaç ay içinde sürdürmesi yeni işçiler ve hatta eski
işçileri daha düşük ücretle geri alması hususları birlikte değerlendirildiğinde
feshin haklı bir nedene dayanmadığı anlaşılmış, emsal 8. İş Mahkemesinin
dosyada bulunan davacı ile aynı tarihli yani 01/11/2011 tarihinde aynı nedenle
iş akdi feshedilen ve emsal olacak vasıf ve nitelikteki davacılara ait Yargıtay
9. Hukuk dairesinin 2012/646 E sayılı ve 11/02/2013 tarihli onama kararı ile
onanarak kesinleşen ilamı da dikkate alındığında davanın kabulüne..."
12. Davalının temyizi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesi
17/2/2014 tarihli ve E.2014/2409, K.2014/2613 sayılı ilamıyla hükmü bozarak
ortadan kaldırmış ve davanın reddine kesin olarak karar vermiştir.
13. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin söz konusu kararının ilgili
kısmı şöyledir:
"...Dosya içeriğinden, davacının
01.01.2007–31.10.2011 tarihleri arasında aşçı olarak çalıştığı, iş
sözleşmesinin 21.10.2011 tarihinde Türk Hava Yolları tarafından bazı illerde
ikram yüklemelerinin kaldırılıp bunun İstanbul’dan yapılmasının istenmesi,
bunun sonucunda önemli miktarda iş kaybının olduğu, tasarruf önlemlerinin alınması
gerektiği ayrıca yapılan duyuruya rağmen İstanbul ünitesinde görev almak
konusunda herhangi bir başvurunun olmaması ve başka bir boş kadroda
istihdamının mümkün olmaması sebebiyle 4857 sayılı Kanunu’nun 17 ve 18.
maddeleri uyarınca feshedildiği anlaşılmaktadır.
Somut olayda, davalı işveren fesih
bildiriminde belirttiği hususları 20.10.2011 tarihinde işyerinde tüm
çalışanlarına duyuru şeklinde bildirmiştir. Dosya kapsamından anlaşılacağı
üzere yapılan duyuru neticesinde İstanbul ünitesinde çalışmayı kabul edip orda
işe başlayan işçiler olmuştur. Davacı ise yapılan bu iş teklifine başvuruda
bulunmamıştır. Bu kapsamda işveren işletmesel bir
karar aldığını, bu kararın istihdam fazlası meydana getirdiğini, tutarlı
şekilde uyguladığını ve feshe son çare olarak başvurduğunu ispatlamıştır. Fesih
geçerli sebebe dayanmaktadır. Davanın reddi yerine kabulüne karar verilmesi
hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir. Belirtilen sebeplerle, 4857 sayılı
Kanun'un 20. maddesinin 3. fıkrası uyarınca, hükmün bozulmak suretiyle ortadan
kaldırılması ... gerekmiştir.”
14. Yargıtay ilamı, başvurucuya 20/5/2014 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
15. Bireysel başvuru 18/6/2014 tarihinde yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
16. 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun 20. maddesi
şöyledir:
“İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih
bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep
olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay
içinde iş mahkemesinde dava açabilir. (İptal bölüm: Anayasa Mah. 2003/66 E,
2005/72 K. ve 19.10.2005 tarihli iptal kararı ile) ... taraflar anlaşırlarsa
uyuşmazlık aynı sürede özel hakeme götürülür.
Feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat
yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia
ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür.
Dava seri muhakeme usulüne göre iki ay içinde
sonuçlandırılır. Mahkemece verilen kararın temyizi halinde, Yargıtay bir ay
içinde kesin olarak karar verir.”
17. 4857 sayılı Kanun’un 22. maddesi şöyledir:
“İşveren, iş sözleşmesiyle veya iş
sözleşmesinin eki niteliğindeki personel yönetmeliği ve benzeri kaynaklar ya da
işyeri uygulamasıyla oluşan çalışma koşullarında esaslı bir değişikliği ancak
durumu işçiye yazılı olarak bildirmek suretiyle yapabilir. Bu şekle uygun
olarak yapılmayan ve işçi tarafından altı işgünü içinde yazılı olarak kabul
edilmeyen değişiklikler işçiyi bağlamaz. İşçi değişiklik önerisini bu süre
içinde kabul etmezse, işveren değişikliğin geçerli bir nedene dayandığını veya
fesih için başka bir geçerli nedenin bulunduğunu yazılı olarak açıklamak ve
bildirim süresine uymak suretiyle iş sözleşmesini feshedebilir. İşçi bu durumda
17 ila 21 inci madde hükümlerine göre dava açabilir.
Taraflar aralarında anlaşarak çalışma
koşullarını her zaman değiştirebilir. Çalışma koşullarında değişiklik geçmişe
etkili olarak yürürlüğe konulamaz.”
18. 4857 sayılı Kanun’un 29. maddesi şöyledir:
“İşveren; ekonomik, teknolojik, yapısal ve
benzeri işletme, işyeri veya işin gerekleri sonucu toplu işçi çıkarmak
istediğinde, bunu en az otuz gün önceden bir yazı ile işyeri sendika
temsilcilerine, ilgili bölge müdürlüğüne ve Türkiye İş Kurumuna bildirir.
İşyerinde çalışan işçi sayısı:
a) 20 ile 100 işçi arasında ise, en az 10 işçinin,
b) 101 ile 300 işçi arasında ise, en az yüzde on oranında işçinin,
c) 301 ve daha fazla ise, en az 30 işçinin,
İşine 17 nci
madde uyarınca ve bir aylık süre içinde aynı tarihte veya farklı tarihlerde son
verilmesi toplu işçi çıkarma sayılır.
Birinci fıkra uyarınca yapılacak bildirimde
işçi çıkarmanın sebepleri, bundan etkilenecek işçi sayısı ve grupları ile işe
son verme işlemlerinin hangi zaman diliminde gerçekleşeceğine ilişkin
bilgilerin bulunması zorunludur.
Bildirimden sonra işyeri sendika temsilcileri
ile işveren arasında yapılacak görüşmelerde, toplu işçi çıkarmanın önlenmesi ya
da çıkarılacak işçi sayısının azaltılması yahut çıkarmanın işçiler açısından
olumsuz etkilerinin en aza indirilmesi konuları ele alınır. Görüşmelerin
sonunda, toplantının yapıldığını gösteren bir belge düzenlenir.
Fesih bildirimleri, işverenin toplu işçi
çıkarma isteğini bölge müdürlüğüne bildirmesinden otuz gün sonra hüküm doğurur.
İşyerinin bütünüyle kapatılarak kesin ve
devamlı suretle faaliyete son verilmesi halinde, işveren sadece durumu en az
otuz gün önceden ilgili bölge müdürlüğüne ve Türkiye İş Kurumuna bildirmek ve
işyerinde ilan etmekle yükümlüdür. İşveren toplu işçi çıkarmanın
kesinleşmesinden itibaren altı ay içinde aynı nitelikteki iş için yeniden işçi
almak istediği takdirde nitelikleri uygun olanları tercihen işe çağırır.
Mevsim ve kampanya işlerinde çalışan işçilerin
işten çıkarılmaları hakkında, işten çıkarma bu işlerin niteliğine bağlı olarak
yapılıyorsa, toplu işçi çıkarmaya ilişkin hükümler uygulanmaz.
İşveren toplu işçi çıkarılmasına ilişkin
hükümleri 18, 19, 20 ve 21 inci madde hükümlerininuygulanmasını
engellemek amacıyla kullanamaz; aksi halde işçi bu maddelere göre dava
açabilir.”
19. 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun
1. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“İş Kanununa göre
işçi sayılan kimselerle (o kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E
fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren
vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak
iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum
görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulur.”
20. 5521 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesi şöyledir:
“Bölge adliye mahkemelerinin, 26.9.2004
tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye
Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî
Gazetede ilân edilecek göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında
yapılan temyiz başvuruları, kesinleşinceye kadar Yargıtay tarafından
sonuçlandırılır. Bu kararlar hakkında İş Mahkemeleri Kanununun bu Kanunla
yapılan değişiklikten önceki temyize ilişkin hükümleri uygulanır.”
21. 5521 sayılı Kanun’un 2/3/2005 tarihli ve 5308 sayılı Kanun
ile yapılan değişiklikten önceki 8. maddesi şöyledir:
“İş Mahkemesinin nihai kararları tefhim
tarihinden itibaren sekiz gün içinde temyiz olunabilir.
İş Mahkemelerinden verilen kararlar, Yargıtayca iki ay içinde tetkik olunarak karara bağlanır.
Yargıtay’ın bu kararlarına karşı karar tashihi
istenemez.”
22. 5521 sayılı Kanun’un 15. maddesi şöyledir:
“Bu Kanunda sarahat bulunmıyan
hallerde Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümleri uygulanır.”
23. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun 316. maddesi şöyledir:
“(1) Basit yargılama usulü, kanunlarda açıkça
belirtilenler dışında, aşağıdaki durumlarda uygulanır:
…
d) Hizmet ilişkisinden doğan davalar.
…
g) Diğer kanunlarda yer alan ve yazılı
yargılama usulü dışındaki yargılama usullerinin uygulanacağı belirtilen dava ve
işler.”
24. 6100 sayılı Kanun’un 447. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“(1) Diğer kanunların sözlü yahut seri
yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit yargılama usulü ile
ilgili hükümleri uygulanır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
25. Mahkemenin 18/5/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
26. Başvurucu; feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iade
istemiyle açtığı davanın yerel Mahkeme tarafından kabul edildiğini, temyiz
üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesince bu kararın bozularak ortadan
kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olarak karar verildiğini, Yargıtayın İlk Derece Mahkemesinin yerine geçerek hüküm
kurmasının kanuni hâkim güvencesine aykırı olduğunu, bu kararın esas yönünden
de isabetli olmadığını, İzmir ilinde çalıştığı sırada işverenin İstanbul ilinde
çalışmaları yönünde duyuru yaptığını, iş şartlarında esaslı değişiklik
oluşturan bu durumun 4857 sayılı Kanun’un 22. maddesine göre yazılı olarak
bildirilmesi gerektiğini, bu emredici hükme aykırı olarak nereye ve kaç gün
süreyle asıldığı belli olmayan duyuru nedeniyle yapılan feshin geçerli
olmayacağını, iş yerine aynı nitelikte işçi alındığını beyan eden tanık H.G.nin beyanlarının değerlendirilmediğini, iş akdinin
feshinden sonra aynı iş yerinde yeni işçilerin daha düşük ücretlerle işe
başlatıldığını, davalı Şirketin işletmesel karar
almasını gerektiren mali güçlüğünün de bulunmadığını, iş yerinde aynı anda
yaklaşık elli işçinin işine son verildiğini, toplu şekilde işçi çıkarmanın 4857
sayılı Kanun’un 29. maddesine de aykırı olduğunu, fesihlerin esas amacının
ücretleri düşürmek olduğunu, ayrıca benzer davalarda Yargıtay 7. ve 9. Hukuk
Daireleri tarafından, İlk Derece Mahkemelerince verilen işe iade davalarının
kabulüne dair kararların onanmasına rağmen kendi açtığı davalar sonunda verilen
kararlarınYargıtay 22. Hukuk Dairesince ortadan
kaldırılmasına ve davaların reddine karar verildiğini belirterek adil
yargılanma, çalışma ve sosyal güvenlik hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal
edildiğini ileri sürmüş; yoksun kaldığı aylık ücretlerine ve yaptığı yargılama
giderlerine karşılık tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
27. Başvurucunun iddialarının özü, iş akdinin geçerli bir nedene
dayanmaksızın feshedilmesi üzerine açtığı işe iade davasının haksız şekilde
reddedilmesiyle anayasal haklarının ihlal edildiğine ilişkindir.
28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddiaları, Yargıtay tarafından
verilen kararın gerekçesiz olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal
edildiği iddiası kapsamında kabul edilerek bu yönden değerlendirme yapılmıştır.
Başvurucunun, Yargıtay tarafından davanın kesin olarak reddine karar verilmesi
nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiası ayrıca
incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Nihai Kararın Yargıtay
Tarafından Verilmesi Nedeniyle Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
29. Başvurucu, iş akdinin geçerli bir nedene dayanmaksızın
feshedilmesi üzerine açtığı işe iade davasında verilen davanın kabulüne dair
kararın temyizi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesince İlk Derece Mahkemesinin
kararı ortadan kaldırılarak davanın kesin olarak reddine karar verildiğini, Yargıtayın İlk Derece Mahkemesinin yerine geçerek hüküm
kurmasının kanuni hâkim güvencesine aykırı olduğunu belirterek adil yargılanma
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
30. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
31. Anayasa’nın 141. maddesinin son fıkrası şöyledir:
“Davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
32. Anayasa’nın 142. maddesi şöyledir:
“Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri,
işleyişi ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir.”
33. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, ... açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
34. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında
açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar
verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesi; adil yargılanma hakkının
ihlaline yönelik açık ve görünür bir belirti bulunmadığı hâllerde açık ve
görünür bir ihlalin olmadığı gerekçesiyle açıkça dayanaktan yoksunluk kararı
verebilir.
35. Anayasa’da mahkemelerin kuruluşunun, görev ve yetkilerinin,
işleyişinin ve yargılama usullerinin kanunla düzenlenmesi öngörülmüştür. Buna
göre usul kanunlarının Anayasa’ya uygun olmak koşuluyla düzenlenmesi kanun
koyucunun takdirine bırakılmıştır (Tufan
Şahin, B. No: 2012/799, 26/3/2013, § 19).
36. Başvuru konusu olayda iş akdi feshedilen başvurucunun,
feshin geçerli olmadığını ileri sürerek açtığı davada iş uyuşmazlığı bulunmakta
olup Anayasa’nın 36. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme)
6. maddesi uyarınca somut yargılama faaliyetinin medeni hak ve yükümlülükleri
konu alan bir yargılama olduğunda kuşku bulunmamaktadır.
37. Adil yargılanma hakkı, devlete uyuşmazlıkların makul süre
içinde nihai olarak sonuçlandırılmasını garanti edecek bir yargı sistemi kurma
ödevi yükler. İş akdinin işveren tarafından haksız yere feshedildiğini düşünen
bir çalışanın bu işlemin hukuka uygunluğu hakkında bir yargı kararının derhâl
verilmesinde önemli bir kişisel yararı bulunmaktadır. Zira işten çıkarılmak
suretiyle geçim kaynağını kaybeden bir bireyin hukuki durumunun ivedilikle
açıklığa kavuşturulması gerekir. Bir bireyin geçim kaynağı olmaksızın hukuki
durumunun uzun süre belirsiz bırakılması hâlinde birey bu durumdan olumsuz
etkilenecektir. Bu nedenle iş uyuşmazlıklarının ivedilikle çözülmesi hususunda
yargı organlarının özel bir itina göstermesi gerekir (Nesrin Kılıç, B. No: 2013/772, 7/11/2013,
§ 59).
38. Bu nedenle kanun koyucu iş hukukunun çalışanı koruyucu
niteliğini ve iş davalarının özelliklerini dikkate alarak genel mahkemelerin
dışında özel bir iş yargılaması sistemi oluşturmuş ve iş davalarının, konunun
uzmanı mahkemelerce mümkün olduğunca hızlı, basit ve ucuz bir biçimde
sonuçlandırılmasını amaçlamıştır. Özellikle işe iade davalarında yargılamanın
uzaması her iki taraf için de hukuki belirsizliğin devamına sebep olduğundan bu
davaların ivedilikle sonuçlandırılması ayrı bir öneme sahiptir. Bu durum iş
sözleşmesi feshedilen fakat bir an önce eski işine dönme beklentisi taşıyan ve
bu yüzden yeni bir işe başlamakta tereddüt eden işçi açısından önemli olduğu
gibi sözleşmesini feshettiği işçi yerine yeni bir işçi istihdam ederek iş
organizasyonunu tamamlamak isteyen işveren açısından da önemlidir. Dolayısıyla
iş sözleşmesinin feshine ilişkin uyuşmazlıkların kısa sürede sonuçlandırılması
hem çalışan hem de işverenin yararınadır (Nesrin
Kılıç, § 60).
39. Kanun koyucu, feshe itiraz davalarının özel önemini dikkate
alarak diğer iş davalarına oranla daha hızlı bir şekilde karara bağlanması için
4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinde özel hükümlere yer vermiştir. 4857 sayılı
Kanun’un “Fesih bildirimine itiraz ve usulü”
kenar başlıklı 20. maddesine göre iş güvencesi hükümlerine tabi işçinin
belirsiz süreli iş sözleşmesi işveren tarafından feshedilirse işçi, bu feshin
geçerli nedene dayanmadığı iddiasıyla feshin kendisine tebliğ edildiği tarihten
itibaren bir aylık hak düşürücü süre içinde iş mahkemesinde feshin
geçersizliğinin tespiti ve işe iade davası açabilmektedir. Kanun koyucu, işe
iade davalarının yukarıda bahsedilen özel önemine binaen 4857 sayılı Kanun’un
20. maddesi gereğince seri muhakeme usulüyle mahkemelerce iki ay içinde, bu
davaların temyiz incelemesinin de bir ay içinde sonuçlandırılması yönünde
düzenleme yapmıştır.
40. Taraflar için 4857 sayılı Kanun’da belirtilen süreler kural
olarak kesin ve hak düşürücü nitelikte olmasına rağmen Kanun’un 20. maddesinde
mahkemeler için öngörülen süreler hak düşürücü nitelikte değildir. İşe iade
davalarının sonuçlandırılması için öngörülen iki aylık süre, mahkemelere
yönelik bir süre olduğundan düzenleyici nitelikte olup mahkemeler bu sürede
davayı sonuçlandıramasalar da daha sonra verdikleri kararların geçerli olduğuna
şüphe yoktur (Bayram Özkaptanoğlu
[GK], B. No: 2013/1015, 8/4/2015, § 42).
41. Bunun yanında 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesinde
uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerektiği belirtilmiş, bu amaçla 6100
sayılı Kanun’un 447. maddesiyle 4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinde olduğu gibi
daha önce yürürlüğe girmiş olan kanunlarda yer alan sözlü ve seri yargılama
usulleri kaldırılmış, bunun yerine iş hukuku uyuşmazlıklarına da uygulanmak
üzere basit yargılama usulü getirilmiştir. Bu durumda işe iade davalarında da
takip edilmesi gereken yargılama usulü 6100 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği
1/10/2011 tarihinden itibaren basit yargılama usulü olmuştur.
42. Basit yargılama usulü 6100 sayılı Kanun’un 316. maddesinde
yer alan davalar ile kanunlarda açıkça belirtilen bazı davalarda uygulanan ve
yazılı yargılama usulünden daha basit ve çabuk işleyen, daha kısa bir
incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile sonuçlandırılabilecek
dava ve işler için kabul edilmiş bir yargılama usulüdür.
43. Temyiz incelemesinde ilke olarak temyiz mercii, ilk derece
mahkemesi kararının hukuka ve kanuna uygunluğunu denetler ve herhangi bir
aykırılık tespit etmesi hâlinde hükmü bozarak yeniden karar verilmek üzere
dosyayı ilk derece mahkemesine geri gönderir. Bu genel ilke, kanun koyucunun
düzenlediği usul kanunları çerçevesinde tespit edildiği gibi yine usul
kanunları ile bu genel ilkeye bazı hâllerde istisnalar getirilmesi mümkündür.
Anayasa ve Sözleşme’de yer verilen adil yargılanma
hakkı kapsamında temyiz incelemesi sonucunda kararın hukuka aykırılığının
tespit edilmesi hâlinde yeniden karar verilmesi için dosyanın mutlaka ilk
derece mahkemesine geri gönderilmesine yönelik bir hak bulunmamaktadır (Bayram Özkaptanoğlu,
§ 45).
44. Yukarıda da belirtildiği üzere işe iade davaları başta olmak
üzere iş hukukuna dayalı davalar, işçinin korunması ve mağduriyetinin önlenmesi
amacıyla kısa sürede bitirilmesi öngörülen uyuşmazlıklardır. Bu amaçla kanun
koyucu işe iade davalarının daha hızlı sonuçlandırılmasına yönelik birtakım
özel düzenlemeler yapmıştır. Bu çerçevede 4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinin
üçüncü fıkrası çerçevesinde işe iade davalarının temyiz aşamasında, ilk derece
mahkemesinin kararının yerinde olmadığı kanaatine varıldığında araştırılması
gereken başkaca bir husus da bulunmadığının tespiti durumunda Yargıtay tarafından
işe iade talebi hakkında kesin olmak üzere karar verilmektedir.
45. Başvuruya konu davada, taraflarca bildirilen tanıklar
dinlenip alınan bilirkişi raporu ile taraflarca sunulan diğer deliller
toplanmış; Yargıtayca araştırılması gereken başkaca
bir husus bulunmadığına kanaat getirilerek işe iade talepleri hakkında kesin
hüküm kurulmuştur.
46. 4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinin üçüncü fıkrasında yer
verilen “mahkemece verilen kararın temyizi
halinde Yargıtay ilgili Dairesinin vereceği kararın kesin olması”
kuralı ile amaçlanan husus, işe iade davalarının işçi açısından taşıdığı değer
ve işçinin kişisel menfaati gereği hızlı sonuçlandırılması ve işçinin
korunmasıdır. Yargıtay tarafından hukuka uygun olmayan derece mahkemesi
kararlarının bozulması hâlinde dava dosyasıyla ilgili olarak araştırılması
gereken başka bir husus kalmadığı ve delillerin tamamlandığı anlaşıldığında
davanın esasına yönelik olarak kesin karar verilmesi, yargılama sürecini
hızlandırma amacına yöneliktir. Kanunla getirilen söz konusu kuralın
uygulanmasının tek başına adil yargılanma hakkını ihlal ettiğinden söz
edilemez. Yargıtay tarafından işin esasına girilerek kesin olarak nihai karar
verilmesi hukuka aykırı ve keyfî bir uygulama niteliğinde de değildir.
47. Başvurucu ayrıca Yargıtayın İlk
Derece Mahkemesinin yerine geçerek hüküm kurmasının kanuni hâkim güvencesine
aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
48. Kanuni hâkim güvencesi, mahkemelerin kuruluş ve yetkileri
ile izleyecekleri yargılama usulünün yasal düzenleme ile ve dava konusu olay
ortaya çıkmadan önce belirlenmesini gerektirir. Bu düzenleme Anayasa Mahkemesi
kararlarında, kişinin hangi mahkemede yargılanacağını önceden ve kesin olarak
bilmesini gerektiren doğal hâkim ilkesini koruyan bir hüküm olarak ele
alınmaktadır (Tahir Gökatalay,
B. No: 2013/1780, 20/3/2014, § 79; AYM, E.2002/170, K.2004/54, 5/5/2004;
E.2005/8, K.2008/166,20/11/2008).
49. Kanuni hâkim güvencesi, sadece mahkemelerin yargı yetkisi
içinde yer alan konuların belirlenmesini değil; her bir mahkemenin kuruluşu ve
yer bakımından yargı yetkisinin belirlenmesi de dâhil olmak üzere mahkemelerin
organizasyonlarına ilişkin tüm düzenlemeleri ifade etmekte; mahkemelerin görev
ve yetki alanlarının açık ve anlaşılır biçimde tespit edilmesi gereğini ortaya
koymaktadır (Tahir Gökatalay,
§ 80).
50. Bu güvence, suçun işlenmesinden veya çekişmenin doğmasından
önce davayı görecek yargı yerini yasanın belirlemesi şeklinde tanımlanmaktadır.
Kanuni hâkim güvencesi yargılama makamlarının suçun işlenmesinden veya
çekişmenin meydana gelmesinden sonra kurulmasına veya yargıcın atanmasına,
başka bir ifadeyle sanığa veya davanın taraflarına göre hâkim atanmasına engel
oluşturur (AYM, E.2014/164, K.2015/12, 14/1/2015).
51. Başvurucunun taraf olduğu uyuşmazlık, ilgili kanun hükümleri
çerçevesinde kurulmuş olan mahkemede yine daha önceden belirlenmiş usul
kurallarına göre yürütülmüş ve sonuçlandırılmıştır. Dolayısıyla Yargıtayın İlk Derece Mahkemesinin yerine geçerek hüküm
kurmasının kanuni hâkim güvencesine aykırı olduğu söylenemez.
52. Açıklanan nedenlerle başvurucunun nihai kararın Yargıtay
tarafından verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Gerekçeli Karar
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
53. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedenin de bulunmadığı anlaşılan,
Yargıtay 22. Hukuk Dairesince verilen davanın reddine dair kararın gerekçesiz
olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
54. Başvurucu; feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iade
istemiyle açtıkları davanın İlk Derece Mahkemesince kabul edildiğini, temyiz
üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesince bu kararın bozularak ortadan
kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olarak karar verildiğini, İzmir ilinde
çalıştığı sırada işverenin İstanbul ilinde çalışmaları yönünde duyuru
yaptığını, iş şartlarında esaslı değişiklik oluşturan bu durumun 4857 sayılı
Kanun’un 22. maddesine göre yazılı olarak bildirilmesi gerektiğini, bu emredici
hükme aykırı olarak nereye ve kaç gün süreyle asıldığı belli olmayan duyuru
nedeniyle yapılan feshin geçerli olmayacağını, iş yerine aynı nitelikte işçi
alındığını beyan eden tanık H.G.nin beyanlarının
değerlendirilmediğini, iş akitlerinin feshinden sonra aynı iş yerinde yeni
işçilerin daha düşük ücretlerle işe başlatıldığını, davalı Şirketin işletmesel karar almasını gerektiren mali güçlüğünün de
bulunmadığını, iş yerinde aynı anda yaklaşık elli işçinin işine son
verildiğini, toplu şekilde işçi çıkarmanın 4857 sayılı Kanun’un 29. maddesine
de aykırı olduğunu, fesihlerin esas amacının ücretleri düşürmek olduğunu,
ayrıca benzer davalarda Yargıtay 7. ve 9. Hukuk Daireleri tarafından İlk Derece
Mahkemelerince verilen işe iade davalarının kabulüne dair kararların onanmasına
rağmen kendi açtığı dava sonunda verilen kararın Yargıtay 22. Hukuk Dairesince
ortadan kaldırılmasına ve davanın reddine karar verildiğini belirterek adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
55. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti”
kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
56. Anayasa’nın “Duruşmaların
açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları
gerekçeli olarak yazılır.”
57. Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile
ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
58. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin yargı
organlarına davacı veya davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak
da iddiada bulunma, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır.
Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü -kendisi bir temel hak
niteliği taşımasının ötesinde- diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken
şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden
biridir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün mahkemelerin her türlü kararlarının
gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de hak arama
hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Vedat Benli, B. No: 2013/307, 16/5/2013, §
30).
59. Yapılan yargılama sırasında tanık dinletme hakkı da dâhil
olmak üzere delillerin ibrazı ve değerlendirilmesi adil yargılanma hakkının
unsurlarından biri olarak kabul edilen silahların eşitliği ilkesi kapsamında
kabul edilmekte olup bu hak ve gerekçeli karar hakkı da makul sürede yargılanma
hakkı gibi adil yargılanma hakkının somut görünümleridir. Anayasa Mahkemesi de
Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili
hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı
ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen gerekçeli karar
hakkı ve silahların eşitliği ilkesi gibi ilke ve haklara Anayasa’nın 36.
maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher
Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
60. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma
hakkının unsurlarından biri olmakla beraber bu hak, yargılamada ileri sürülen
her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde
anlaşılamaz. Bu nedenle gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine
göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt
verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız bırakılmış
olması bir hak ihlaline neden olacaktır (Muhittin
Kaya ve diğerleri, B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 26). Gerekçenin
ayrıntısı davanın niteliğine göre değişmekle birlikte kararın hüküm kısmına
dayanak oluşturacak hukuki bir gerekçenin özet de olsa bulunmasının zorunlu
olduğu açıktır (Vesim Parlak, B. No: 2012/1034, 20/3/2014, §
33).
61. Kararların gerekçeli olması, davanın taraflarının mahkeme
kararının dayanağını öğrenerek mahkemelere ve genel olarak yargıya güven
duymalarını sağladığı gibi tarafların kanun yoluna etkili başvuru yapmalarını
mümkün hâle getiren en önemli faktörlerdendir. Gerekçesi bilinmeyen bir karara
karşı gidilecek kanun yolunun etkin kullanılması mümkün olmadığı gibi
bahsedilen kanun yolunda yapılacak incelemenin de etkin olması beklenemez (Vesim Parlak, § 34).
62. Mahkemeler, kararlarını hangi temele dayandırdıklarını
yeterince açık olarak belirtme yükümlülüğü altındadır. Bu yükümlülük,
tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için gerekli olmasının yanı sıra
tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun bir
biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri için de gereklidir. Kararda tam
olarak hangi unsurların bulunması gerektiği davanın niteliğine ve koşullarına
bağlıdır. Bununla birlikte yargılama sırasında açık ve somut biçimde öne
sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle
davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde davayla doğrudan
ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi
gerekir. Ancak mahkemelerin davanın taraflarınca ileri sürülen iddia ve
savunmalara şeklen cevap vermiş olmaları yeterli olmayıp iddia ve savunmalara
verilen cevapların dayanaksız olmaması, mantıklı ve tutarlı olması da gerekir.
Başka bir ifadeyle mahkemelerce belirtilen gerekçeler, davanın şartları dikkate
alındığında makul olmalıdır (Sencer Başat ve
diğerleri [GK], B. No:
2013/7800, 18/6/2014, §§ 34-36).
63. Makul gerekçe; davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl
nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere
dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki
bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır (İbrahim
Ataş, B. No.2013/1235, 13/6/2013, § 24).Mahkemenin davanın sonucuna
etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında ilgili ve yeterli bir yanıt
vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul ve esasa dair iddia veya
savunmaların cevapsız bırakılması, gerekçeli karar hakkı kapsamında adil
yargılanma hakkının ihlaline neden olabilir.
64. Yargılama makamları yargılamanın taraflarınca ileri sürülen
iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır. Bununla
birlikte belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve
gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi
esasen derece mahkemelerine aittir (Yüksel
Hançer, B. No: 2013/2116, 23/1/2014, § 19). Delillerin kabul
edilebilirliği, öncelikle ulusal hukuk kurallarına göre millî mahkemelerce
değerlendirilir. AİHM, yargılama sürecini bütün olarak dikkate alarak bu
süreçte delillerin nasıl sunulduğu da dâhil olmak üzere tüm deliller yönünden
hakkaniyetsiz bir değerlendirme yapılıp yapılmadığını inceler (Schuler-Zgraggen/İsviçre, B. No: 14518/89, 24/6/1993, §
66).
65. Başvuru konusu davada başvurucu, iş akdinin işveren
tarafından haklı ve geçerli bir nedene dayanılmaksızın feshedildiğini ileri
sürerek işe iadesine karar verilmesini talep etmiş; davalı işveren, feshin
işyerinin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir nedene dayandığını ileri
sürerek davanın reddini istemiştir.
66. Mahkemece tarafların bildirdikleri tanıklar dinlenmiş,
bilirkişi raporu değerlendirilmiş; Yargıtay 9. Hukuk Dairesince benzer
davalarda işe iade kararlarının onandığı dikkate alınarak başvurucunun iş akdi
sona erdirilmeden önce başka bir işte çalıştırma hakkında kendilerine bir
teklif yapılmadığı, diğer iş yerlerinde istihdam olanağının bulunup bulunmadığı
yönünde herhangi bir çalışma yapılmaksızın başvurucunun iş akdinin sona
erdirildiği, ispat yükü davalı işverene ait olmasına rağmen davalının bu
konudaki ispat külfetini yerine getirmediği; başvurucunun iş akdinin feshedilmesinin
geçerli bir nedene dayanmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne, davalı tarafından
yapılan feshin geçersizliğine ve davacının işe iadesine karar verilmiştir.
67. Davalının temyizi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesince “Dosya içeriğinden, davacının 01.01.2007–31.10.2011
tarihleri arasında aşçı olarak çalıştığı, iş sözleşmesinin 21.10.2011 tarihinde
Türk Hava Yolları tarafından bazı illerde ikram yüklemelerinin kaldırılıp bunun
İstanbul’dan yapılmasının istenmesi, bunun sonucunda önemli miktarda iş
kaybının olduğu, tasarruf önlemlerinin alınması gerektiği ayrıca yapılan
duyuruya rağmen İstanbul ünitesinde görev almak konusunda herhangi bir
başvurunun olmaması ve başka bir boş kadroda istihdamının mümkün olmaması
sebebiyle 4857 sayılı Kanunu’nun 17 ve 18. maddeleri uyarınca feshedildiği
anlaşılmaktadır. Somut olayda, davalı işveren fesih bildiriminde belirttiği
hususları 20.10.2011 tarihinde işyerinde tüm çalışanlarına duyuru şeklinde
bildirmiştir. Dosya kapsamından anlaşılacağı üzere yapılan duyuru neticesinde
İstanbul ünitesinde çalışmayı kabul edip orda işe başlayan işçiler olmuştur.
Davacı ise yapılan bu iş teklifine başvuruda bulunmamıştır. Bu kapsamda işveren
işletmesel bir karar aldığını, bu kararın istihdam
fazlası meydana getirdiğini, tutarlı şekilde uyguladığını ve feshe son çare
olarak başvurduğunu ispatlamıştır. Fesih geçerli sebebe dayanmaktadır. Davanın
reddi yerine kabulüne karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.
Belirtilen sebeplerle, 4857 sayılı Kanun'un 20. maddesinin 3. fıkrası uyarınca,
hükmün bozulmak suretiyle ortadan kaldırılması ... gerekmiştir.”
gerekçeleriyle davaların reddi yerine kabulüne karar verilmesinin hatalı olduğu
ve bozmayı gerektirdiği belirtilerek 4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinin üçüncü
fıkrası uyarınca hükümlerin bozularak ortadan kaldırılmasına ve davaların
reddine kesin olarak karar verilmiştir.
68. Bir davada maddi olguları bildirmek tarafların, bunları
hukuksal nitelendirmeye tabi tutmak hâkimin görevidir. Taraflarca bildirilip
iddia ve savunmaya dayanak yapılan maddi olgular mahkemece tam olarak
saptanmalı ve maddi olguların hukuksal nitelendirmesi yapılıp ilgili hukuk
kuralları uygulanmalıdır.
69. Bir mahkeme kararının gerekçesi o davaya konu maddi
olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve
hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyar; maddi olgular ile hüküm
arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterir. Tarafların hangi nedenle haklı veya
haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve hukuka uygunluk
denetimini yapabilmeleri için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün
hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta
gösteren bir gerekçe bölümünün bulunması zorunludur (Bayram Özkaptanoğlu, § 78).
70. Başvurucunun açtığı davada İlk Derece Mahkemesi, 4857 sayılı
Kanun’un 22. ve 29. maddelerine uygun bildirimin yapılmadığını kabul ederek
feshe son çare olarak başvurmadığı sonucuna varmış ise de Yargıtay 22. Hukuk
Dairesince, davalı Şirketin fesih bildiriminde belirttiği hususları duyuru
şeklinde iş yerindeki tüm çalışanlarına bildirdiği, bu duyuru neticesinde de
Şirketin İstanbul ünitesinde çalışmayı kabul edip orada işe başlayan işçilerin
olduğu, başvurucunun ise iş teklifine müracaat etmediği, davalı işverenin işletmesel bir karar aldığı ve bu kararın istihdam fazlası
meydana getirdiği, davalının kararı tutarlı bir şekilde uyguladığı ve feshe son
çare olarak başvurduğu, dolayısıyla fesihlerin geçerli bir sebebe dayandığı
belirtilerek davaların reddine karar verilmiştir.
71. Tebliğ kelimesi bildirme, duyurma, anlatma, haber verme
anlamlarına gelmektedir. Hukuki bir terim olarak tebliğ, hukuki sonuç doğurmaya
elverişli bir hususun muhatabına bildirilmesi işlemidir. Tebliğ, konusuna göre
ilgili mevzuatta resmî ya da özel yöntemlerle ve biçimsel olarak da yazılı veya
ilan yöntemiyle ya da posta veya iletişim araçları yolu ile yapılması gereken
usul işlemi olarak düzenlenmiştir. Tebliğ, muhataba ulaştırılış şekline göre de
doğrudan doğruya tebliğ ve vasıtalı tebliğ olarak ikiye ayrılmaktadır. Tebliğin
hukuken geçerli kabul edilebilmesi için ilgili mevzuatta öngörülen yönteme
uygun olarak yerine getirilmesi gerekmektedir. İncelenen uyuşmazlık için 4857
sayılı Kanun’un 22. maddesinde “İşveren, ...
çalışma koşullarında esaslı bir değişikliği ancak, durumu işçiye yazılı olarak
bildirmek suretiyle yapabilir.” denmeksuretiyle
tebliğin yöntemi bakımından işçiyi muhatap alan “yazılı bildirim” esası benimsenmiştir. Anılan cümlenin
devamında “bu şekle uygun olarak yapılmayan
... değişiklikler işçiyi bağlamaz.” denilerek belirlenen tebligat
yöntemi, maddede düzenlenen işçi haklarının kanuni güvencesi olarak
düzenlenmiştir.
72. Davalı işverenin temyizi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesi
tarafından başka bir araştırma yapılmadan ve dosyadaki aynı deliller
değerlendirilmek suretiyle İlk Derece Mahkemesince verilen karar ortadan
kaldırılarak davanın reddine karar verildiği anlaşılmıştır. Başvurucunun,
tebliğin kanuna uygun yapılmadığına yönelik iddiasına karşılık Yargıtay 22.
Hukuk Dairesince 4857 sayılı Kanun’un 22. maddesinin ilk cümlesindeki “İşveren....çalışma koşullarında esaslı bir
değişikliği ancak durumu işçiye yazılı olarak bildirmek suretiyle
yapabilir....” şeklindeki hükmün yorumlanması ve yazılı bildirimin
şekli konusunda açıklama yapılmamış; başvurucunun iş akdine son verilmesinden
sonra iş yerine yeni işçi alınıp alınmadığı konusunda dosyaya sunulan bilirkişi
raporundaki verilerin değerlendirilmediği, aynı konuda beyanda bulunan
tanıkların ifadelerinin tartışılmadığı anlaşılmıştır. Bu durum, başvurucunun
adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği
sonucunu doğurmaktadır.
73. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un
50. Maddesi Yönünden
74. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
75. Başvurucu yoksun kaldıkları aylık ücretleri ve yaptıkları
yargılama giderlerine karşılık tazminat talebinde bulunmuştur.
76. Adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının
ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
77. Adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak
üzere Yargıtay 22. Hukuk Dairesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
78. İhlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin Yargıtay 22. Hukuk Dairesine
gönderilmesine karar verildiğinden Yargıtay 22. Hukuk Dairesince
değerlendirilebilecek olan başvurucunun tazminat talebinin reddine karar
verilmesi gerekir.
79. Dosyadaki belgelerden tespit edilen yargılama gideri olarak
206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL'nin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Nihai kararın Yargıtay tarafından verilmesi nedeniyle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Gerekçeli karar
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere
Yargıtay 22. Hukuk Dairesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. Başvurucu tarafından yapılan
206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL
yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini
takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay
içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği
tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet
Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
18/5/2016tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.