TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MAHMUT ÜÇÜNCÜ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/1017)
|
|
Karar Tarihi: 13/7/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan y.
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör
|
:
|
Özgür DUMAN
|
Başvurucu
|
:
|
Mahmut ÜÇÜNCÜ
|
Vekili
|
:
|
Av. Fikri AKGÜN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, granit maden ocağı işletme izni bulunmasına rağmen
orman alanının işgali ve faydalanma suçundan hapis cezası ile cezalandırılarak
hükmün açıklanmasının geri bırakılması ve akaryakıt dolum, taş kırma ve eleme,
beton santrali, stok ambarı tesis alanlarının müsadere edilmesi nedeniyle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 23/1/2014 tarihinde Bursa 10. Asliye Ceza Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/10/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 29/12/2015 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 26/2/2016 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş,
3/3/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın
görüşüne karşı beyanlarını 17/3/2016 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu D. Madencilik İnşaat Su ve Petrol Ürünleri İthalat
İhracat Sanayi ve Ticaret A.Ş.'nin (Şirket) ortağı ve
yönetim kurulu başkanıdır.
9. Anılan Şirketin talebi üzerine Maden İşleri Genel Müdürlüğü
tarafından bu Şirkete Yalova ili Armutlu ilçesi Fıstıklı köyü Müftü Çiftliği
mevkiinde 8/11/2005 tarihinden geçerli olmak üzere "II. grup maden
ruhsatı" verilmiştir. Şirket, belirtilen yerde granit maden ocağı
işletmiştir.
10. Şirketin talebi üzerine Bursa Orman Bölge Müdürlüğü
tarafından 30/12/2005 tarihinde 20.448,86 m²altyapı tesisi orman izni
verilmiştir. Şirket 22/9/2008 tarihinde ek izin sahası talebinde bulunmuş ancak
bu talebe cevap verilmemiştir.
1. İdari Yargılama Süreci
11. Şirketin ek izin sahası verilmesi için bu defa 31/10/2008
tarihinde Yalova İl Çevre ve Orman Müdürlüğüne yaptığı başvuru ise bu İdarenin
7/11/2008 tarihli yazısı ile reddedilmiştir.
12. Şirket 18/12/2008 tarihinde, bu idari işlemin yürütmesinin
durdurulması ve iptali istemiyle İdare aleyhine Bursa 3. İdare Mahkemesinde
dava açmıştır.
13. Mahkeme 12/3/2009 tarihli ve E.2008/1068 sayılı kararı ile
yürütmenin durdurulması talebinin kabulüne karar vermiştir.
14. Uyuşmazlığı esastan inceleyen Mahkeme, 14/5/2009 tarihli ve
E.2008/1068, K.209/360 sayılı kararı ile bakanlıklar ile kamu kurum ve
kuruluşlarınca Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliği'nde (Yönetmelik)
belirtilen hâller ve diğer kanunların ilgili hükümleri dışında madencilik
faaliyetlerinin engellenemeyeceği ve bu Yönetmelik'te belirtilen kısıtlamaların
dışında başka kısıtlama getirilemeyeceği, davacı Şirketin maden üretim
faaliyeti için iş yeri açma ve çalışma ruhsatı verilmesi istemli başvurusunun
anılan Yönetmelik'in 14. bölümünde yer alan düzenlemeler çerçevesinde
değerlendirilerek sonuçlandırılması gerekirken Yönetmelik hükümlerinde
belirtilen hâller ve diğer kanunların ilgili hükümleri dışındaki nedenlere
dayandırıldığı, ayrıca işleme dayanak alınan 1/25.000 ölçekli çevre düzeni plan
notunun yürütmesinin durdurulması nedeniyle dava konusu işlemde bu yönüyle de
hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçeleriyle davanın kabulüne ve dava konusu idari
işlemin iptaline karar vermiştir.
15. Kararı temyiz eden davalı İdare, ayrıca bu kararın
yürütmesinin durdurulmasını da talep etmiş; Danıştay Sekizinci Dairesinin
3/8/2009 tarihli ve E.2009/6310 sayılı ilamıyla, bu talep reddedilmiştir.
16. Daire 20/10/2010 tarihli ve E.2009/6310, K.2010/5386 sayılı
ilamıyla hükmün değişik gerekçeyle onanmasına karar vermiştir. Kararın
gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
"... her ne kadar İdare Mahkemesince
davacı şirketin maden üretim faaliyeti için işyeri açma ve çalışma ruhsatı
verilmesi istemli başvurusunun Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliğinin 14.
Bölümünde yer alan düzenlemeler çerçevesinde değerlendirilerek
sonuçlandırılması gerektiği belirtilmiş ise de, gerekli ruhsatları alarak
faaliyette bulunan davacı şirketin granit ocağı kapasite artışı (ÇED alanı
büyütme, kırma-eleme ve beton santrali tesisi ilavesi) için yaptığı başvurunun,
davalı idare tarafından Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliğinin 15.
Bölümünde yer alan düzenlemeler çerçevesinde, kapasite artışının çevreye zarar
verip vermeyeceği de değerlendirilerek, sonucuna göre karar verilmesi gerekirken,
madencilik faaliyeti yapılamayacağına ilişkin yukarıda belirtilen kararlara
atıf yapılarak başvurunun reddinde hukuka uyarlık bulunmamakta olup, Mahkeme
kararı sonucu itibarıyla yerinde görülmüştür."
2. Ceza Yargılaması
Süreci
17. Orman Genel Müdürlüğü görevlileri tarafından düzenlenen
1/11/2008 tarihli suç tutanağında, başvurucunun yönetim kurulu başkanı ve
ortağı olduğu Şirket tarafından Yalova ili Armutlu ilçesi Fıstıklı köyü Çiftlik
mevkiindeki izinli sahada izin almadan 224 m² yakıt depolama tesisi, 1190 m²
taş kırma ve eleme tesisi, 646,25 m² beton santrali ve stok alanı olmak üzere
toplam 2.060,25 m² alanda izinsiz tesis kurulduğu belirtilmiştir.
18. Gemlik Cumhuriyet Başsavcılığının 2008/3520 Soruşturma
sayılı dosyasında düzenlenen 3/6/2009 tarihli ve 2009/440 sayılı iddianame ile "suça konu sahada mevcut 20.448.86 metrekarelik
ormanlık alanın 08/11/2015 tarihine kadar izinli olduğu, aynı bölgede 13.988 metrekalik alanın izninin ise 29/04/2008 tarihindesona erdiği, suça konu sahada maden ocağı işleten
D. Madencilik İnş. Su ve Petrol Ürünleri İthalat İhracat San[a]yi ve Ticaret Anonim Şirketi yetkilileri olan şüphelilerin
29/[04]/2008 tarihinde izin süresi biten 13.988 metrekarelik alan için süre
uzatımı talebi ve anılan alanın ihtiyaçları karşılamaması sebebiyle ek olarak
200.52 metrekarelik saha için ise yeni izin talebinde bulundukları, suç
tutanağının tutulduğu tarih olan 01/11/2008 tarihinde henüz izin talebininin neticenlememiş
olduğu, şüphelilerin eylemleri neticesinde inşa edilen yapıların buhaliyle izinsiz sahada kaldığı" belirtilerek
başvurucu ve F.Ç. haklarında "orman alanlarının işgali, ormandan
faydalanma ve orman içinde yerleşilmesi" suçundan 31/8/1956 tarihli ve
6831 sayılı Orman Kanunu'nun 17. maddesi delaletiyle 93. maddesinin birinci
fıkrası uyarınca cezalandırılması ve 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu'nun 53. maddesindeki hak yoksunluklarının uygulanması kamu adına talep
olunmuştur. İddianamede tesislerin müsaderesine ilişkin bir talebe yer
verilmemiş, sevk maddeleri arasında da müsadereye ilişkin bir yasa hükmü
gösterilmemiştir.
19. İddianame kabul edilerek açılan kamu davasında Gemlik Sulh
Ceza Mahkemesinde görülen yargılama sırasında 14/6/2013 tarihli 20. duruşmada
başvurucuya hakkında 6831 sayılı Kanun'un 93. maddesinin ikinci fıkrasının
uygulanması ihtimali gerekçe gösterilerek 5271 sayılı Kanun'un 226. maddesi
uyarınca ek savunma hakkı verilmiştir. Mahkeme 12/6/2012 tarihinde olay yerinde
keşif yapmış, orman yüksek mühendisi, harita mühendisi ve maden mühendisinden
oluşturulan bilirkişi kurulundan rapor aldırmıştır. Bilirkişi kurulunun
15/8/2012 tarihli raporunda, izinli saha içinde bulunan 1.224,05 m² orman
alanında izin veriliş amacı dışında "akaryakıt ve dolum tesisi" ile
"taş kırma ve eleme tesisi" yapıldığı, ayrıca izin verilen alan
dışındaki 1.041,92 m² orman alanında ise orman örtüsü kaldırılarak izinsiz
akaryakıt ve dolum tesisi", "taş kırma ve eleme tesisi",
"beton santrali ve stok ambarı" yapıldığı belirtilmiştir. Bilirkişi
raporunda zarar miktarı ise 546,90 TL olarak gösterilmiştir.
20. Mahkeme 4/10/2013 tarihli ve E.2009/550, K.2013/1172 sayılı
kararı ile "orman alanlarının işgali ve orman içine yerleşilmesi"
suçunu işlediği gerekçesiyle 6831 sayılı Kanun'un 93. maddesinin birinci
fıkrası, aynı maddenin ikinci fıkrası ile 5237 sayılı Kanun'un 62. maddeleri
uygulanarak başvurucunun 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmetmiş
ancak 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 231.
maddesinin (5) numaralı fıkrasındaki koşulların gerçekleştiği kanaatiyle hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına ve aynı maddenin (8) numaralı fıkrasına göre
başvurucunun 5 yıl süreyle denetime tabi tutulmasına karar vermiştir.
21. Mahkeme, aynı karar ile ayrıca bilirkişi raporu ile
belirlenen ve suça konu yerde bulunduğu belirtilen 29/05/2013 tarihli ek
bilirkişi raporunda (A1) ve (A2) olarak gösterilen akaryakıt dolum tesis
alanının, (B1) ve (B2) olarak gösterilen taş kırma ve eleme tesis alanının,
(C1) ve (C2) olarak gösterilen beton santrali alanı ile stok ambarı alanlarının
6831 sayılı Kanun'un 108. maddesinin dördüncü fıkrası yollaması ile 5237 sayılıKanun'un 54. maddesi gereğince müsaderesine karar
vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Mahallinde 29/07/2011 tarihinde Orman
Yüksek Mühendisi ve Fen Bilirkişisi ilebirlikte keşif
yapılmış, bilirkişiler Mahkememize sunmuş oldukları raporlarında; suça konu
yerde suç tarihinden önce orman kadastrosu geçtiği ve 2/B madde uygulaması
yapıldığı buna göre suça konu yerin orman sınırları içerisinde kaldığı ve
devlet ormanı olduğu, suça konu yerlerin kesinleşmiş orman kadastro sınırları
içerisinde kaldığı ve devlet ormanı olduğunun, eylemin kesinleşmiş orman
kadastro sınırları içerisinde işgal ve faydalanma olduğu, suça konu yerlerin
yüz ölçümünün toplam 2793,29 m² olduğunun, müdahil orman yönetiminin zararının
olmadığının, suça konu yer içerisinde 3 adet tesis bulunduğunun
bildirildiği,10.02.2012 tarihli Ek raporunda : maden şirketinin enerji ve tabi
kaynaklar Bakanlığı Maden İşleri Genel Müdürlüğünden alınmış II: grup 99 hektar
alanda ruhsatının olduğunu, bu ruhsatlı alan içerisinde yine aynı
Bakanlıkça17,6 hektar alan için 4.09.2008 tarihli olur ile granit işletme izni
verildiğini, suça konu yerin bu alan içerisinde kaldığını, suça konu tesisler
maden dairesince verilmiş işletme izin sahası içerisinde kaldığını, ancak orman
yönetimine suça konu tesisleri yapmak için başvuru yapılmadığını, izin
müracaatı sonuçlanmadan tesislerin yapıldığını, maden şirketi bu başvurular ile
suç tarihinden önce izin istihsali için orman yönetimine başvurulduğunu, ancak
başvuru sonuçlanmadan suça konu tesislerin yapıldığını, suça konu yerin fen
bilirkişi tarafından aletle ölçüm sonucu 2793,299 m² olarak hesap edilerek
koordinatları ile krokiye aktarıldığını,suça konu
yerin 2/B madde uygulaması ile ilgili olmadığının açıkça belirtildiğini, şirket
tarafından yapılmış dosya da mevcut ödeme makbuzları davanın esası ilebir ilgisi olmadığı için incelemeye alınmadığını, zira
dava konusu suça konu tesisler ile ilgili verilmiş bir izin olmadığı için
yapılmış bir ödeme de olmadığını, yapılan ödeme belgelerinin izin verilmiş
sahalara ait olduğunu bildirmişlerdir.
Mahallinde12/6/2012 tarihinde Harita
Mühendisi, Maden Mühendisi ve Orman Yüksek Mühendisi ile birlikte keşif
yapılmış, bilirkişiler Mahkememize sunmuş olduklarıraporlarında
sonuç olarak; D... İnş. Su ve Petrol Ürünleri İth. İhr. San. ve Tic. A. Ş.
yetkilileri MahmutÜçüncü ve F. L.' in kesinleşmiş
orman sınırı dahilinde 1.041,92 m² orman örtüsükaldırılarak
izinsiz tesis yapmakla 1.224,05 m² alanda, orman idaresinden 6831 sayılı
Kanun'un 16. maddesine göre aldıkları orman izinini,
izin amaçlarına uygun olarak kullanmamakla, orman kanununa muhalefet
ettiklerini, açma yapılan yerin yangın sahası olmadığını, fıstıklı köyünde
kesinleşmiş orman kadastrosu olduğunu, 114. maddeye göre ağaçlandırma giderinin
546,90 TL olduğunu bildirmişlerdir.
... Sanık Mahmut Üçüncü hakkında orman
alanlarının işgali ve ormanın içine yerleşilmesi suçlarından açılan kamu
davasının yapılan yargılaması sonucunda tüm dosya kapsamı birlikte
değerlendirildiğinde, sanığın eylemine uyan 6831 sayılı Kanun'un 93/1 ve 5237
sayılı Kanun'un 61.maddesi gereğince suçun işleniş şekli ve meydana gelen zarar
gözönüne alınarak ve sanığın bu suçu ilk defa
işlemesi nedeniyle de alt sınırdan ceza verilmek suretiyle cezalandırılmasına,
5560 ve 5728 sayılı yasalarla değişik CMK’nun 231/5
ve 6. maddeleri gereğince sanığın geçmişteki iyi hali, kişilik özellikleri,
yargılama sürecindeki tutum ve davranışları nedeniyle tekrar suç işlemeyeceği
konusunda mahkememizde olumlu kanaat oluşması ve suçtan dolayı meydana gelen
zararın giderilmesi nedeniyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına, ...
bilirkişi raporu ilebelirlenen ve suça konu yerde bulunanve bilirkişinin 29/05/2013 tarihli ek raporunda A1
ve A2 olarak gösterilen Akaryakıt dolum tesis alanının, B1 ve B2 olarak
gösterilen taş kırma ve eleme tesis alanının, C1 ve C2 olarak gösterilen beton
santrali alanı ile stok ambarı alanlarının 6831 sayılı Kanun'un 108/4. maddesi
yollaması ile5237 sayılı Kanun'un 54 maddesi gereğince müsaderesine dair karar
verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur."
22. Başvurucu karara itiraz etmiş, Gemlik 1. Asliye Ceza
Mahkemesinin 2/12/2013 tarihli ve 2013/311 Değişik İş sayılı kararı ile
itirazın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:
"Gemlik Sulh Ceza Mahkemesinin 04/10/2013
karar tarihli ve 2009/550 Esas, 2013/1172 Karar sayılı dosyasının
incelenmesinde; sanık Mahmut Üçüncü vekili Av. Fikri Akgün vesanık
F. L. hakkında orman alanlarının işgali ormandan faydalanma ve orman içinde
yerleşilmesi suçundan 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar
verildiği, sanıkların 5560 ve 5728 sayılı yasalarla değişik CMK'nun
231/5 ve 6 maddeleri gereğince sanıkların geçmişteki iyi halleri, kişilik
özellikleri, yargılama sürecindeki tutum ve davranışları nedeni ile tekrar suç
işlemeyecekleri konusunda mahkemelerinde olumlu kanaat oluşması ve suçtan
dolayı meydana gelen zararın giderilmesi nedeniyle hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına dairkarar verilmişve
sanıklar hakkında verilen kararınusul ve yasaya uygun
olduğu anlaşılmakla sanık Mahmut Üçüncü vekili Av. Fikri Akgün ve sanık F. L.'in itirazlarının reddine karar verilmesi gerekmiş ve
aşağıdaki hüküm kurulmuştur."
23. Nihai karar başvurucu vekiline 30/12/2013 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
24. Başvurucu 17/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
3. Başvuru Tarihinden
Sonra Yaşanan Gelişmeler
25. Gemlik 1. Sulh Ceza Mahkemesince 28/3/2014 tarihinde,
müsadere kararının gereğininyerine getirilmesi
hususunda Gemlik Orman İşletme Şefliğine yazı yazılmış, Umurbey
Orman İşletme Şefliğinin 1/6/2015 tarihli yazısıyla, müsadere kararı verilen
sahanın infazının 9/6/2014 tarihinde yerine getirildiği belirtilmiş, orman
muhafaza memurlarınca düzenlenen infaz tutanağı Mahkemeye gönderilmiştir. İnfaz
tutanağında "... Mahkeme kararıyla
müsaderesine hükmedilen akaryakıt dolum tesisinin, taş kırma eleme tesisinin,
beton santralin firma tarafından yıkılarak kaldırıldığı, dolayısıyla infazın
yapılmış olduğu görülmektedir...."
hususları belirtilmiştir.
B. İlgili Hukuk
26. 6831 sayılı Kanun’un 16. maddesinin başvurucuya isnat edilen
suç tarihi itibarıyla yürürlükte olan birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
"Devlet ormanları hudutları içerisinde
maden aranması ve işletilmesi, Maden Kanununun 7 nci maddesinde belirtilen şartlara uyularak, ruhsat grubu
gözetilmeksizin yapılır. Orman hudutları içinde alınan muvafakat süresi, temdit
dahil işletme ruhsat süresi sonuna kadar devam eder. Ayrıca madencilik
faaliyetleri için zorunlu; tesis, yol, enerji, su, haberleşme ve alt yapı
tesislerine fon bedelleri hariç olmak üzere orman mevzuatı hükümlerine göre
bedeli alınarak izin verilir.
Ruhsatname veya imtiyaz almış olanlarla,
ruhsatname veya imtiyaz alacaklar, işe başlamadan evvel çalışma sahalarını
orman idaresine haber vermeye ve ormana zarar gelebilecek hallerde, orman
idaresinin göstereceği tedbirleri almaya ve yapmaya mecburdurlar."
27. 6831 sayılı Kanun’un 17. maddesinin başvurucuya isnat edilen
suç tarihi itibarıyla yürürlükte olan birinci, ikinci ve üçüncü fıkraları
şöyledir:
“Devlet ormanları içinde bu ormanların
korunması, istihsal ve imarı ile alakalı olarak yapılacak her nevi bina ve
tesisler müstesna olmak üzere; her çeşit bina ve ağıl inşası ve hayvanların
barınmasına mahsus yerler yapılması ve tarla açılması, işlenmesi, ekilmesi ve
orman içinde yerleşilmesi yasaktır.
Devlet ormanlarının herhangi bir suretle
yanmasından veya açıklıklarından faydalanılarak işgal, açma veya herhangi
şekilde olursa olsun kesme, sökme, budama veya boğma yollariyle
elde edilecek yerlerle buralarda yapılacak her türlü yapı ve tesisler, şahıslar
adına tapuya tescil olunamaz. Buralara doğrudan doğruya orman idaresince el konulur.Yanan orman alanlarındaki
her türlü emval Orman Genel Müdürlüğünce değerlendirilir.
Savunma, ulaşım, enerji, haberleşme, su, atık
su, petrol, doğalgaz, altyapı ve katı atık bertaraf tesislerinin; sanatoryum,
baraj, gölet ve mezarlıkların; Devlete ait sağlık, eğitim ve spor tesislerinin
ve bunlarla ilgili her türlü yer ve binanın Devlet ormanları üzerinde bulunması
veya yapılmasında kamu yararı ve zaruret olması halinde, gerçek ve tüzel
kişilere bedeli mukabilinde Çevre ve Orman Bakanlığınca izin verilebilir.
Devletçe yapılan ve/veya işletilenlerden bedel alınmaz. Bu izin süresi kırkdokuz yılı geçemez. Bu alanlarda Devletçe yapılanların
dışındaki her türlü bina ve tesisler iznin sona ermesi hâlinde eksiksiz ve
bedelsiz olarak Orman Genel Müdürlüğünün tasarrufuna geçer. Söz konusu tesisler
Orman Genel Müdürlüğü veya Çevre ve Orman Bakanlığı ihtiyacında kullanılabilir
veya kiraya verilmek suretiyle değerlendirilebilir. İzin amaç ve şartlarına
uygun olarak faaliyet gösteren hak sahiplerinin izin süreleri; yer, bina ve
tesislerin rayiç değeri üzerinden belirlenecek yıllık bedelle doksandokuz yıla kadar uzatılabilir. Bu durumda devir
işlemleri uzatma süresi sonunda yapılır. Verilen izinler amaç dışında
kullanılamaz.”
28. 6831 sayılı Kanun’un 92. maddesi şöyledir:
"Bu Kanunun 16 ncı maddesi gereğince izin almadan ormanlardan
açılan maden ocakları idarece kapatılır. Çıkarılan madenler ve her türlü
tesisler ile alet, edevat ve nakil vasıtalarına elkonulur.
Elkonulan mallar, Türk Ceza Kanunu hükümlerine göre
müsadere edilir.
Bu
Kanunun 16 ncı maddesi
gereğince izinsiz maden ocağı açanlara veya işletenlere, 91 inci madde
hükümleri saklı kalmak üzere iki yıldan yedi yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezası verilir.
Kanun
hükümlerine göre verilen ruhsat veya izin belgesindeki sürenin dolmasına rağmen
maden ocağı işletmeye devam edenler ya da izin verilen alandaki sınırı aşanlar,
91 inci madde hükümleri saklı kalmak üzere, bu Kanunun 93
üncü maddesi hükümlerine göre cezalandırılır.
Başkaca
zarar husule gelmiş ise bu zarar ayrıca genel hükümlere göre hukuk mahkemesinde
dava açmak suretiyle tazmin ettirilir. İzin alarak bu nevi ocakları açanlar
idarece kendilerine veya temsilcilerine tebliğ edilecek tedbirlere riayet
etmezler ise beşbin Türk Lirasından yüzbin Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir.
Ayrıca, bu tedbirlere riayet edilinceye kadar ocaklar işletilmekten men
edilir."
29. 6831 sayılı Kanun’un 93. maddesinin birinci ve ikinci
fıkraları şöyledir:
“Bu Kanunun 17 nci
maddesinde yasak edilen fiilleri işleyenler veya izne bağlı işleri izinsiz
yapanlar, 91 inci madde hükümleri saklı kalmak üzere altı aydan iki yıla kadar
hapis cezası ile cezalandırılırlar.
İşgal ve faydalanma suçunun yeniden tarla
açmak suretiyle veya yanmış orman sahalarında ya da kesinleşmiş orman
kadastrosu sınırları içerisinde işlenmesi halinde verilecek ceza bir kat
artırılır."
30. 6831 sayılı Kanun'un 108. maddesinin dördüncü fıkrası
şöyledir:
"Bu Kanunda yazılı suça konu olan her
türlü orman emvali, nakil vasıtaları ve suç aletleri Türk Ceza Kanunu
hükümlerine göre müsadere edilir."
31. 5237 sayılı Kanun'un "Eşya
müsaderesi" kenar başlıklı 54. maddesi şöyledir:
"(1) İyiniyetli üçüncü kişilere ait
olmamak koşuluyla, kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun
işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen eşyanın müsaderesine
hükmolunur. Suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşya, kamu
güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlak açısından tehlikeli olması durumunda
müsadere edilir.
(2) Birinci fıkra kapsamına giren eşyanın,
ortadan kaldırılması, elden çıkarılması, tüketilmesi veya müsaderesinin başka
bir surette imkansız kılınması halinde; bu eşyanın
değeri kadar para tutarının müsaderesine karar verilir.
(3) Suçta kullanılan eşyanın müsadere
edilmesinin işlenen suça nazaran daha ağır sonuçlar doğuracağı ve bu nedenle
hakkaniyete aykırı olacağı anlaşıldığında, müsaderesine hükmedilmeyebilir.
(4) Üretimi, bulundurulması, kullanılması,
taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşya, müsadere edilir.
(5) Bir şeyin sadece bazı kısımlarının
müsaderesi gerektiğinde, tümüne zarar verilmeksizin bu kısmı ayırmak olanaklı
ise, sadece bu kısmın müsaderesine karar verilir.
(6) Birden fazla kişinin paydaş olduğu eşya
ile ilgili olarak, sadece suça iştirak eden kişinin payının müsaderesine
hükmolunur."
32. 5271 sayılı Kanun’un “Hükmün
açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması” kenar
başlıklı 231. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“…
(5) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.)
Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki
yıl (2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler
saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında
bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.
(6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
karar verilebilmesi için;
…
c) … Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.
…
(8) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.)
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş
yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur. ... Bu süre içinde bir yıldan fazla
olmamak üzere mahkemenin belirleyeceği süreyle, sanığın denetimli serbestlik
tedbiri olarak;
…..
karar verilebilir. ….
(10) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği
ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı
takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın
düşmesi kararı verilir.
(11) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi
veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması
halinde, mahkeme hükmü açıklar. …
(12) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kararına itiraz edilebilir.
(13) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı, bunlara
mahsus bir sisteme kaydedilir.”
33. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11/7/2014 tarihli ve
E.2014/6-66, K.2014/365 sayılı ilamı şöyledir:
"Müsadere kararı güvenlik tedbiri olmakla
birlikte hükmün bir parçası olduğu için, hükmün tabi olduğu kanun yoluna tabi
olması gerekmektedir. Dolayısıyla açıklanmasının geri bırakılmasına karar
verilen hükümde yer alan müsadere kararına karşı da ancak itiraz kanun yoluna
başvurulabilecektir. Zira açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş
olması nedeniyle henüz hukuken varlık kazanmamış bulunan hükmün temyiz
merciince denetlenebilme imkanı bulunmayan bir
aşamada, hükmün bir parçasını oluşturanmüsaderenin temyizen incelenebileceğini kabul etmek, bir bütün olan
hükmün bir bölümünün itiraz, bir bölümünün ise temyiz kanun yoluna tabi olacağı
gibi çelişkili bir halin ortaya çıkması sonucunu doğuracaktır.
Diğer taraftan, müsadere kararının doğru olup
olmadığının belirlenmesi için öncelikle eylemin sabit olup olmadığının tespiti
gerekmektedir. Bu itibarla itiraz kanun yoluna tabi bulunan açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verilen hükmün temyizen
incelenmesi, dolayısıyla eylemin sabit olup olmadığının belirlenmesi mümkün
olmayacak, bunun sonucu olarak eylemin sabit olduğu belirlenmeden eksik bir
değerlendirmeyle müsadere kararının doğru olup olmadığının tespiti eksik bir
değerlendirme olup, usul ve kanuna aykırı olacaktır.
Açıklanmasının geri bırakılmasına karar
verilen hükümde yer alan müsadere kararının denetimini yapacak olan itiraz mercii,
Ceza Genel Kurulunun 22.01.2013 gün ve 534-15 sayılı kararında ayrıntılarına
yer verildiği üzere, 5271 sayılı CMK'nun 267-271.
maddeleri uyarınca hem maddi olay hem de hukuki yönden inceleme yaparak,
öncelikle eylemin sabit olup olmadığını, eşyanın iyiniyetli üçüncü kişiye ait
bulunup bulunmadığını, eşyanın müsaderesine karar verilmesinin orantılılık
kuralına uygun olup olmadığını değerlendirerek, sonuçta müsadere konusundaki
kararın da isabetli bulunup bulunmadığını kapsayacak şekildebir
kararvermelidir.
Ceza Genel Kurulunun 15.11.2011 gün ve
213-227, 05.10.2010 gün ve 183-186 ile 09.03.2010 gün ve 237-51 sayılı
kararlarında, güvenlik tedbirlerine hükmedilmesine ilişkin kararların hüküm
sayılması nedeniyle temyiz yeteneğinin bulunduğu ve gerek bir mahkûmiyete ek
olarak gerekse bağımsız olarak verilen güvenlik tedbirlerine hükmedilmesine
ilişkin kararların, diğer yönleri itibariyle kesin olan hükme her yönüyle
temyiz edilebilirlik vasfı kazandırdığı, dolayısıyla açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verilen hükümde yer alan müsadere kararlarının temyiz kanun
yoluna tabi olması gerektiği ileri sürülebilir ise de, müsadere kararı ancak
temyiz kanun yoluna tabi olmakla birlikte miktar yönünden kesin olan hükmün,
şartlarının bulunması halinde temyizen incelenmesine
imkan sağlamaktadır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ise itiraz
kanun yoluna tabi olduğundan, açıklanması geri bırakılan hükmün bir parçası
olan müsadere kararı da buna bağlı olarak itiraz kanun yoluna tabi olacaktır.
Diğer taraftan, 5271 sayılı [Kanun'un] 'Özel
Yargılama Usulleri' başlıklı beşinci kitabının, "Uzlaşma ve Müsadere"
başlıklı ikinci kısmının, 'Müsadere Usulü' başlıklı ikinci bölümünde yer alan
256 ila 259. maddelerinde, kamu davası açılmayan veya kamu davası açılmış olup
da esasla beraber bir karar verilmeyen hallerde, müsadere kararının duruşma
açılarak verileceği ve bu kararlara karşı başvurulacak kanun yolunun istinaf
(istinafın henüz faaliyete geçirilmemiş olması nedeniyle temyiz) olduğu
belirtilmiş olup, açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümlerde
yer alan müsadere kararları içinbu kanun yolunun
kabulü mümkün değildir.
Zira ceza muhakemesinde kanun yolu, tarafların
istemlerine göre değil, kanunun sistematiği ve normları dikkate alınarak
belirlenmelidir. Kanunda, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı
başvurulabilecek kanun yolu hiçbir istisnaya yer vermeksizin açıkça itiraz
olarak belirtilmiş olduğundan, hükmün bir parçası olan müsadere kararı da
itiraz kanun yoluna tabi olacaktır.
Bununla birlikte, açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verilmiş olması nedeniyle hükmün henüz hukuken varlık
kazanmaması ve beş yıllık denetim süresi göz önünde bulundurulduğununda,
hak kayıplarına neden olunmasının önüne geçilebilmesi amacıyla, hükmün açıklanmasının
geri bırakılmasına karar verilen durumlarda, TCK'nun
54/4. maddesinde belirtilen üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması,
alım ve satımı suç oluşturan eşyalar hariç olmak üzere, müsadereye konu eşyanın
denetim süresi içerisinde ve gerektiğinde belirlenecek şartlar dahilinde
yediemin sıfatıyla sanığa teslimine karar verilip verilemeyeceği hususu da
ayrıca yerel mahkemelerce değerlendirilmelidir.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu
değerlendirildiğinde;
Yerel mahkemece sanık hakkında hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olup, bu karar itiraz kanun
yoluna tabi olduğundan, hükmün parçası olan müsadere kararının da itiraz kanun
yoluna tabi olması gerekmektedir. Dolayısıyla yerel mahkemece müsadere
kararının temyiz kanun yoluna tabi olduğuna karar verilmesi ve Özel Dairece de
temyiz isteminin kabulü ile müsadere yönünden sınırlı inceleme yapılması usul
ve kanuna aykırıdır."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
34. Mahkemenin 13/7/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
35. Başvurucu, ortağı ve yönetim kurulu başkanı olduğu şirketin
işlettiği granit maden ocağı sahası için gerekli izinlerin mevcut olup bu iznin
uzatılarak ek izin sahası tahsisi için yapılan başvurulara Orman İdaresince bir
cevap verilmediğini, bu izin sahasının kapsamının genişletilerek kırma, eleme
ve beton santrali tesis edilmesi için İdareye yaptığı başvurunun reddedilmesi
üzerine açılan davada ise Bursa 3. İdare Mahkemesince dava konusu idari işlemin
yürütmesinin durdurulması ve iptali istemlerinin kabulüne karar verildiğini
ancak izin talepleri henüz neticelenmeden orman idaresi memurları tarafından
suç tutanağı düzenlendiğini, bu tutanağa dayalı olarak Gemlik Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından yürütülen ceza soruşturması neticesinde "orman
alanının işgali" suçundan açılan kamu davasında Gemlik Sulh Ceza Mahkemesi
tarafından bilirkişi raporu gerekçe gösterilerek 10 ay hapis cezası ile
cezalandırılmasına ancak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar
verildiğini belirtmiştir.
36. Başvurucu, ceza yargılaması devam ederken gerekli izinlerin
verildiğini, bu nedenle suçun maddi unsurlarının gerçekleşmediğini, oluşan
zarar ödendiği için ve birden fazla defa izin talebinde bulunduğundan dolayı
herhangi bir kastı bulunmadığından suçun manevi unsurlarının da oluşmadığını,
izin taleplerinin iddianamede belirtilen 6831 sayılı Kanun'un 17. maddesi değil
16. maddesi kapsamında olduğunu, dolayısıyla Mahkemece aynı Kanun'un 93. maddesinin
birinci fıkrasının değil 92. maddesinin uygulanması gerektiğini, verilen
müsadere kararının da hukuka aykırı olduğunu ve müsadere kararının adil bir
yargılanma sonucu verilmediğini belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüş; hükmün bozularak müsadere kararının kaldırılmasına,
isnat edilen "orman alanlarının izinsiz işgali ve faydalanma"
suçundan beraatine, bilirkişi raporuna göre ödediği
zararının (546,90 TL) ilgili idareden iadesine ve ayrıca 10.000 TL manevi
tazminata karar verilmesi taleplerinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
37. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
38. Başvurucunun, suç isnadına konu yerde bulunan ve yönetim
kurulu başkanı olduğu şirkete ait olduğunu belirttiği maden ocağı tesislerinin
hukuka aykırı olarak müsaderesine karar verildiği yönündeki şikâyetinin
müsadere nedeniyle mevcut bir mal ve mülkten yoksun bırakma ile ilgili olduğu
anlaşıldığından mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi uygun
görülmüştür.
39. Öte yandan başvurucunun isnat edilen"orman
alanlarının işgali ve faydalanma" suçunun maddi ve manevi unsurlarının oluşmadığı
ve suçun hukuki nitelendirmesinin de doğru biçimde yapılmadığı hâlde bu suçu
işlediği gerekçesiyle Mahkemece hapis cezası verilerek hükmün açıklanmasının
geri bırakılmasına karar verildiği yönündeki yargılamanın sonucunun adil
olmadığına ilişkin şikâyetleri ise adil yargılanma hakkı kapsamında
incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Adil Yargılanma
Hakkının İhlaline İlişkin İddia
40. Başvurucu, ceza yargılaması devam ederken gerekli izinlerin
verildiğini, bu nedenle suçun maddi unsurlarının gerçekleşmediğini, oluşan
zarar ödendiği için ve birden fazla defa izin talebinde bulunduğundan dolayı
herhangi bir kastı bulunmadığından suçun manevi unsurlarının da oluşmadığını,
izin taleplerinin iddianamede belirtilen 6831 sayılı Kanun'un 17. maddesi değil
16. maddesi kapsamında olduğunu dolayısıyla Mahkemece aynı Kanun'un 93.
maddesinin birinci fıkrasının değil 92. maddesinin uygulanması gerektiğini
belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
41. Bakanlığın görüş yazısında, bu konu hakkında bir görüş
bildirilmemiştir.
42. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul
edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2)
numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
43. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, sanığa yüklenen suça
ilişkin yargılama sonunda cezaya hükmedilmesi hâlinde hükmün açıklanmasının
belirli koşulların gerçekleşmesine bağlı olarak ertelenmesi anlamına
gelmektedir. Kanunda belirtilen koşulların gerçekleşmesine karşın, sanığın
kabul etmemesi hâlinde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemeyeceği
5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin (6) numaralı fıkrasının son cümlesinde
ifade edilmektedir. Bu kapsamda sanığın, yargılamanın hukuki kesinliği ifade
eden bir hükümle sonuçlanmasını ya da cezaya hükmedilmesi durumunda hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasını tercih etme imkânı bulunmaktadır (Ali Gürsoy, B. No: 2012/833, 26/3/2013, §
19).
44. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı, yargılamayı
hükümle sonuçlandıran bir karar niteliğinde olmayıp ceza yargılamasını sona
erdiren düşme nedenlerinden biridir. 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin (10)
ve (11) numaralı fıkralarında belirtildiği üzere, denetim süresi içinde kasıtlı
yeni bir suç işlenmediği takdirde açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan
kaldırılarak davanın düşmesine, denetim süresi içinde kasıtlı yeni bir suç
işlenmesi hâlinde hükmün açıklanmasına karar verilir (Ali Gürsoy, § 21).
45. 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin (12) numaralı
fıkrasında, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı itiraz kanun
yoluna başvurulabileceği düzenlenmiştir. Bununla birlikte, ancak denetim süresi
içinde kasıtlı yeni bir suç işlenmesi hâlinde hükmün açıklanmasıyla veya bu
süre içinde kasıtlı yeni bir suç işlenmemesi hâlinde düşme kararıyla yargılama
nihai olarak sona erdiğinde, hüküm niteliği olan bu kararlara karşı kanun
yoluna başvurulabilir ve esasa ilişkin itirazlar bu aşamada ileri sürülebilir (Ali Gürsoy, § 22).
46. 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin (6) numaralı fıkrasına
göre sanık kabul etmediği takdirde, hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kararı verilmez. Bu durumda İlk Derece Mahkemesinin kararı temyizi kabil hâle
gelebilecektir. Başka bir deyişle, haklarında hükmün açıklanmasının geri
bırakılması kararı verilmesini kabul eden sanıklar, verilen kararın Yargıtayda yapılacak esas ve usul incelemesini talep etme
hakkından vazgeçmişlerdir. Başvurucunun hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına ilişkin hükümlerin uygulanmasına açıkça rıza gösterdiği
durumlarda söz konusukarar ile ortaya çıkan menfaatlerden
yararlanmayı tercih ettiği kabul edilmelidir (Adnan
Erkuş/Türkiye, B. No: 61196/11, 4/12/2012, § 22).
47. Somut olayda başvurucu, Gemlik Sulh Ceza Mahkemesinin
E.2009/550 sayılı dava dosyasında "orman alanlarının işgali" suçundan
yargılanmaktadır. Başvurucu adına müdafii, 4/12/2013
tarihinde yapılan 22. oturumda başvurucu hakkında hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verilmesi talebinde bulunmuş; Mahkeme de bu talebi
gözeterek 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin (5) numaralı fıkrasındaki
koşulların gerçekleştiği kanaatiyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
karar vermiş ve aynı maddenin (8) numaralı fıkrasına göre başvurucu hakkında 5
yıl denetim süresine tabi tutulmasına karar vermiştir.
48. Başvurucunun yargılama sonunda verilen kararın adil
yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiası, somut olayın özelliği de nazara
alındığında temyiz incelemesinde de ileri sürülebilecek iddialardandır. Buna
göre, İlk Derece Mahkemesi önündeki yargılamayı nihai biçimde sonlandıran bir
karar verilmediğinden ve ancak düşme kararıyla ya da ceza hükmünün
açıklanmasıyla birlikte İlk Derece Mahkemesindeki yargılama nihayete
ereceğinden anılan iddiaların mevcut aşama itibarıyla bireysel başvuru
kapsamında incelenmesi olanağı bulunmamaktadır. Dolayısıyla somut olay
bakımından düşme kararı verilmesinin veya hükmün açıklanmasının ardından
başvurucu, hüküm niteliği olan bu kararlara karşı kanun yoluna başvurabilecek
ve esasa ilişkin itirazlarını bu aşamada ileri sürebilecektir (Asım Arı [GK], B. No: 2013/9381, 3/3/2016,
§ 45).
49. Sonuç olarak hatalı değerlendirme sonucu verilen kararın
adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiası, başvurucunun talebi üzerine
hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmiş olması ve temyiz yoluna
başvurmayı mümkün kılan bir karar verilmesini başvurucunun tercih etmediği
dikkate alındığında dayanaktan yoksun görünmektedir.
50. Açıklanan nedenlerle adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Mülkiyet Hakkının
İhlaline İlişkin İddia
51. Başvurucu ortağı ve yönetim kurulu başkanı olduğu Şirketin
işlettiği maden ocağı alanındaki tesislerin müsadere edilmesi nedeniyle
mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
52. Öncelikle belirtmek gerekir ki başvurucunun müsadere kararı
verilemeyeceğine dayanak olarak gösterdiği isnat edilen suçun unsurlarının
oluşmadığı veya ilgili sevk ve uygulama maddelerinin yanlış uygulandığı
iddialarıyla şikâyetlerinin, yukarıda da değinildiği üzere İlk Derece Mahkemesi
önündeki yargılamayı nihai biçimde sonlandıran bir karar verilmediğinden mevcut
aşama itibarıyla bireysel başvuru kapsamında incelenmesi olanağı
bulunmamaktadır (bkz. § 46). Ancak somut olayda başvurucunun ihlal iddiasında
bulunduğu maden ocağı tesislerinin Mahkemece müsaderesine karar verilerek
hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleştirilmesi ile birlikte
müsadere kararının infazına girişildiği de görülmektedir. Bu nedenle mülkiyet
hakkının ihlali iddiası yönünden öncelikle başvuru yollarının tüketilip
tüketilmediğinin tartışılması gerekmektedir.
53. Müsadereye ilişkin kararlar, kural olarak 5271 sayılı
Kanun'un 256., 272. ve 286. maddeleri uyarınca istinaf ve temyiz yasa yoluna
tabidir. Ancak 5271 sayılı Kanun'un 259. maddesinin (1) numaralı fıkrasına
göre, suç konusu olmayıp sadece müsadereye tâbi bulunan eşyanın müsaderesi
hakkında sulh ceza hakimi tarafından verilen kararlara
karşı ise, aynı Kanun'un 267. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca itiraz
yoluna gidilebilir.
54. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararlarında da bir
güvenlik tedbiri olmakla birlikte açıklanması geri bırakılan hükmün bir parçası
olduğundan müsadereye de karar verilmektedir. Hükmün açıklanmasının geri
bırakılması ile birlikte verilen müsadere kararının temyize mi yoksa itiraza mı
tabi olduğu konusunda ise açık bir yasa hükmü bulunmamaktadır. Ancak Yargıtay
Ceza Genel Kurulunun 11/7/2014 tarihli ilamında, hükmün açıklanmasının geri
bırakılması kararı ile birlikte verilen müsadere kararlarının da itiraz kanun
yoluna tabi olduğunu kabul etmektedir. Ceza Genel Kurulunun 15/4/2014 tarihli
ve E.2012/6-1452, K.2014/195 sayılı ilamı da benzer yöndedir. Bu içtihatlara
göre, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile birlikte müsadereye de
hükmedilmesi durumunda ister 5271 sayılı Kanun'un 54. maddesinin (1) numaralı
fıkrası isterse de (4) numaralı fıkrası kapsamında verilsin müsadere kararına
karşı itiraz yoluna gidilebilecek, denetimi yapacak olan itiraz mercii de Ceza
Genel Kurulunun anılan içtihatları doğrultusunda hem maddi olay hem de hukuki
yönden inceleme yaparak öncelikle eylemin sabit olup olmadığını, eşyanın
iyiniyetli üçüncü kişiye ait bulunup bulunmadığını, eşyanın müsaderesine karar
verilmesinin orantılılık kuralına uygun olup olmadığını ve müsadere konusundaki
kararın isabetli bulunup bulunmadığını kapsayacak şekilde bir karar
verebilecektir (bkz. § 31).
55. Başvuru konusu olayda da, başvurucu
hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz ederek müsadere
kararının da kaldırılmasını talep etmiştir. İtiraz üzerine Gemlik 1. Asliye
Ceza Mahkemesi ise "sanıklar hakkında
verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu" gerekçesiyle
başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir.
56. Bu durumda Yargıtayın anılan
içtihatlarına göre hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile birlikte
verilmesi durumunda müsadere kararları itiraz yoluna tabi olup somut olayda da
başvurucunun müsadere kararına itiraz ettiği, ancak başvurucunun itirazının
reddedildiği görülmektedir. Üstelik İlk Derece Mahkemesi itirazın reddi üzerine
hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleşmesi ile birlikte
müsadere kararını da infaz için Orman İdaresine göndermiştir. Dolasıyla
başvurucunun müsadere kararına itiraz ettiği ve bu itirazın ise reddedilmesi
üzerine kararın kesinleştirilerek müsaderenin infazına girişildiği
anlaşıldığına göre infaz edilen müsadere kararına karşı başvurucunun mevcut
aşama itibarıyla başvurabileceği başkaca bir idari ve yargısal yol da mevcut olmadığına
göre başvuru yollarının tüketildiği değerlendirilmiştir.
57. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
58. Başvurucu ortağı ve yönetim kurulu başkanı olduğu şirketin
işlettiği maden ocağı sahası için gerekli izinlerin mevcut olup ek izin sahası
ve kapasite artışı taleplerinin Orman İdaresince karşılanmaması üzerine açılan
iptal davasının kabul edilerek İdarece gerekli izinlerin verildiğini, ancak bu
izin süreci tamamlanmadan başlatılan ceza soruşturması neticesinde açılan kamu
davasında Gemlik Sulh Ceza Mahkemesi tarafından maden ocağı sahasındaki
tesislerin müsadere edilmesine karar verildiğini, müsadere kararının açıkça
hukuka aykırı olduğunu ve adil bir yargılanma sonucu verilmediğini belirterek
mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
59. Bakanlığın görüş yazısında, 5237 sayılı Kanun'da müsadere
kurumunun güvenlik tedbirleri arasında sayılmış olup hükmün açıklanmasının geri
bırakılması kararı verildiğinde güvenlik tedbirleri hakkında nasıl bir karar
verileceğinin yasada açık olarak düzenlenmediği, güvenlik tedbiri esas
itibarıyla bir ceza mahiyeti taşımadığından hükmün açıklanmasının geri
bırakılması kararı verildiğinde, müsadereye ilişkin güvenlik tedbirinin
açıklanmasının da geriye bırakılması gerektiği, eşyanın münhasıran müsadereye
tabi olması durumunda düşme kararı verilse dahi mahkemece bu eşyaların
müsaderesine karar verilebileceği, eşyanın müsadereye tabi olmadığı
anlaşıldığında ise sahibine iade edilebileceği, somut olayda ise başvuruya konu
eşyanın Orman İdaresine yani devletin mülkiyetine ait yer üzerinde suçun
işlenmesine tahsis edildiği, dolayısıyla düşme kararı verilse bile devletin
mülkiyetine ait olan yerin sanığa verilemeyeceği ve müsadere kararının hukuki
geçerliliğini koruyacağı, başvurucunun tazminat talebi ile ilgili olarak ise
hakkaniyete uygun bir tazminat verilmesinin yerinde olacağı bildirilmiştir.
60. Başvurucu ise cevap dilekçesinde, keyfî ve adaletsiz bir
yargılama yapıldığını, Şirketin Orman İdaresinden kiraladığı alanın dışında bir
inşaatının bulunmadığını, söz konusu arazinin Şirketin izinli arazisi olduğunu,
Orman İdaresinden alınması gereken iznin binalar için değil arazi için alınması
gerektiğini, bu nedenle arazi için gerekli izinler mevcut olduğundan işgal ve
faydalanmanın söz konusu olmadığını, suçta kullanılan eşyanın müsadere
edilmesinin suça nazaran ağır sonuçlara yol açtığını, başvurucunun işini
kapatmak, terk etmek ve çalışanların işine son vermek durumunda kaldığını,
müsadereye karar verilmesinin hakkaniyete ve adalet ilkelerine aykırı olduğunu,
müsadere kararının adil bir yargılanma sonucu verilmeyip keyfî bir karar
olduğunu, bu nedenle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ifade etmiştir.
61. Anayasa'nın "Mülkiyet
hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz."
62. Somut olayda çözümlenmesi gereken ilk mesele “mülkiyet
hakkına” yönelik bir müdahale bulunup bulunmadığını belirlemektir. Sonraki
aşamalarda varlığı kabul edilen müdahalenin kanuni dayanağı olup olmadığı,
meşru amaçlara dayanıp dayanmadığı, müdahalenin amacı ve kullanılan araçlar ile
başvurucuya yüklenen külfetin ölçülü olup olmadığı hususlarının tespit edilmesi
gerekir.
a. Mülkün Varlığı
63. Öncelikle başvurucunun başvuruya konu olayda Anayasa ve
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanında yer alan
mülkiyet hakkı kapsamında korunmaya değer bir menfaatinin bulunup
bulunmadığının tartışılması gerekmektedir (Selçuk
Emiroğlu, B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 25).
64. Anayasa veSözleşme'nin ortak
koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı, mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan
bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini
kazanma hakkı, kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun Anayasa
ve Sözleşme'yle korunan mülkiyet kavramı içerisinde
değildir. Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir "ekonomik
değer" veya icrası mümkün bir "alacağı" elde etmeye yönelik
"meşru bir beklenti" Anayasa'nın ve Sözleşme'nin ortak koruma
alanında yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No:
2012/636, 15/4/2014, § 36, 37).
65. Somut olayda İlk Derece Mahkemesinin hükmünde ve kararın
gerekçesinde, 6831 sayılı Kanun'un 108. maddesinin dördüncü fıkrası
yollamasıyla 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesine göre müsadereye hükmedildiği
belirtilmekle birlikte bu maddenin hangi fıkrasına göre müsadere kararı
verildiği açık olarak gösterilmemiştir. Kararda her ne kadar müsadere konusu,
"tesis alanları" olarak belirtilmiş ise de,
söz konusu tesislerin bulunduğu alanın orman arazisi olduğu anlaşıldığına göre
müsadere konusunun esas itibarıyla orman arazisi üzerindeki bina ve tesisler
olduğu anlaşılmaktadır.
66. Bu durumda başvuru konusu olayda, başvurucunun ortağı ve
yönetim kurulu başkanı olduğu Şirkete ait olup müsadere edilen "akaryakıt
dolum tesisi", "taş kırma ve eleme tesisi" ile "beton santrali"nin birer "mülk" teşkil ettiği
açıktır. Şirketin belirtilen alanda izin alarak granit maden ocağı işletmekte
olduğu ve bu maden ocağının işletilmesi kapsamında tesisler inşa ettirdiği
anlaşılmaktadır. Başvurucu, bu tesisler için izin verilmesi talebinin
reddedilmesi üzerine açılan idari dava neticesinde söz konusu tesislere yönelik
olarak gerekli izinlerin sonradan verildiğini ileri sürmektedir. Buna göre
belirtilen "maden ocağı tesisleri" bakımından başvurucunun
Anayasa’nın 35. maddesi kapsamında korunması gereken bir menfaatinin mevcut
olduğu kanaatine varılmıştır.
b. Müdahalenin Varlığı ve
Türü
67. Anayasa'nın 35. maddesi ile Sözleşme'ye
ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi birbirine paralel şekilde düzenlenmiş olup 1
No.lu ek Protokol'ün 1. maddesi üç temel kuraldan oluşmaktadır. Birinci kural genel
olarak mülkiyetten barışçıl yararlanma veya mülkiyete saygı ilkesidir. Bu husus
birinci fıkranın ilk cümlesinde düzenlenmiştir. İkinci kural mülkiyetten yoksun
bırakmayı düzenler ve bunu belirli koşullara bağlı kılar. Bu da aynı fıkranın
ikinci cümlesinde düzenlenmiştir. Üçüncü kural ise devletlerin kamu yararına
uygun olarak ve bu amacın gerektirdiği ölçüde yasaların uygulanması yoluyla
mülkiyetin kullanımını kontrol etme yetkisini tanır bu ise ikinci fıkrada yer
almaktadır (Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım,
B. No: 2013/711, 3/4/2014, §§ 58, 59).
68. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) müsadere yoluyla
yapılan müdahalelere ilişkin genel yaklaşımı; müsaderenin, mülkten yoksun
bırakmayı içerse dahi Sözleşme'ye ek 1 No.lu
Protokol'ün 1. maddesinin ikinci paragrafı kapsamında mülkiyetin kullanımının
kontrolü olarak değerlendirilmesi gerektiği yönündedir (Frizen/Rusya, B. No: 52824/00, 24/3/2005, § 31; Veits/Estonya, B. No: 12951/11, 15/1/2015, § 70
ve AGOSI/Birleşik Krallık, B. No:
9118/80, 24/1/1986, § 51).
69. Başvurucunun mülkiyetinde bulunan "maden ocağı
tesislerinin" müsadere edilmesi, bu mülklerin başvurucunun elinden
alınmasına yol açmış ise de, bu yoksun bırakma işlemi,
mülkün suça konu edildiği gerekçesine dayalı olarak mülkiyetin kamu yararına
kullanılmasının kontrolü amacıyla yapılmaktadır. Bu nedenle başvurucunun
mülkiyetinde bulunan "maden ocağı tesislerinin" müsadere edilmesinin
Anayasa’nın 35. maddesi anlamında mülkiyet hakkına müdahale oluşturduğu açık
olup başvurunun mülkiyetin kullanımının kontrolüne ilişkin üçüncü kural
çerçevesinde incelenmesi gerekir.
70. Anayasa ve Sözleşme’de yer alan ve
yukarıda yer verilen üçüncü kurallar devlete, mülkiyetin kullanımı veya
mülkiyetten yararlanma hakkını kontrol etme ve bu konuda düzenleme yetkisi
vermektedir. Mülkiyetten yoksun bırakmaya göre daha geniş takdir yetkisi veren
düzenleme yetkisinin kullanımında da yasallık, meşruluk ve ölçülülük
ilkelerinin gereklerinin karşılanması kural olarak aranmaktadır. Buna göre
mülkiyet hakkının düzenlenmesi yetkisi de kamu yararı amacıyla ve kanunla
kullanılmalıdır (Orhan Yüksel, B.No: 2013/604, 10/12/2015, §§ 57,
58).
c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
1. Kanunilik
71. Anayasa'nın 35. maddesinde mülkiyet hakkına getirilecek
sınırlamaların kamu yararı amacıyla ve kanunla yapılması gerektiği hüküm altına
alınırken Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün 1.
maddesi mülkiyetten yoksun bırakmanın kamu yararıyla, yasada öngörülen
koşullarla ve uluslararası sözleşmelere uygun olarak yapılabileceğini
öngörmektedir. AİHM, yasada öngörülen koşulları, bir diğer ifadeyle hukukiliği
geniş yorumlayarak istikrar kazanmış yargı kararlarına dayanan içtihat yoluyla
geliştirilmiş ilkelerin de hukukilik şartını karşılayabildiğini kabul ederken (Malone/Birleşik Krallık, B. No: 8691/79,
2/8/1984, §§ 66-68) Anayasa, tüm sınırlandırmaların mutlak manada kanunla
yapılacağını öngörerek Sözleşme'den daha geniş bir
koruma sağlamaktadır (Mehmet Akdoğan ve
diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 31).
72. Müsadere, 5237 sayılı Kanun'un "güvenlik tedbirleri" başlıklı ikinci bölümünde
düzenlenmiştir. Bu Kanun'un 54. maddesinde "eşya müsaderesi" ve 55.
maddesinde ise "kazanç müsaderesi" hüküm altına alınmıştır. 54.
maddenin gerekçesinde müsadere, bir şeyin mülkiyetinin devlete geçmesini sonuçlayan bir yaptırım olarak tanımlanmış ve müsaderenin
hukukî niteliğinin bir güvenlik tedbiri olduğunun kabul edildiği belirtilerek
müsadereye hükmedilmesi için bir suçun işlenmesi zorunlu olmakla birlikte bu
suçtan dolayı bir kimsenin cezaya mahkûm edilmesinin gerekmediği açıklanmıştır.
73. 6831 sayılı Kanun'un 108. maddesinin dördüncü fıkrasına göre
bu Kanun'da yazılı suça konu olan "her türlü orman emvali, nakil
vasıtaları ve suç aletleri" ile ilgili olarak 5237 sayılı Kanun'un
müsadereye ilişkin hükümleri uygulanır.
74. Mahkeme tarafından, başvurucunun yönetim kurulu başkanı ve
ortağı olduğu Şirkete ait "tesislerin"; başvurucunun işlediği kabul
edilen "orman alanlarını işgal ve ormanın içine yerleşilmesi" suçuna
konu eşyalar oldukları gerekçesiyle 6831 sayılı Kanun'un 108. maddesinin
dördüncü fıkrası delaletiyle 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesi uyarınca
müsaderesine karar verilmiştir. Bu nedenle başvurucunun mülkiyet hakkına
yapılan müdahalenin "kanunlar tarafından öngörülme" ölçütünü
karşıladığı sonucuna varılmıştır.
2. Meşru Amaç
75. Müsadere ile suçta kullanılan, kullanılmak üzere hazırlanan
veya suçtan meydana gelen eşyanın, mahkûmiyete rağmen suçlunun elinde
bırakılmaması, suçtan gelir elde edilmemesi, ayrıca suçla ilgili veya bizatihi
suç teşkil eden eşyanın ülke ekonomisi, kamu düzeni ve güvenliği ile toplum ve
çevre sağlığı bakımından arz ettiği tehlikelerin önlenmesi amaçlanmıştır.
Böylece suçla mücadelede caydırıcılığın sağlanması, yeni suçların işlenmesinin
önüne geçilmesi ve tehlikelilik arz eden suça konu mülkün kullanılmasının ve
dolaşımının engellenmesi hedeflenmektedir.
76. Uluslararası hukuk metinlerinde de suçla mücadelede
müsaderenin etkin bir yaptırım olarak kullanılması gerektiği benimsenmiştir.
Nitekim ülkemizin de tarafı olduğu 8/11/1990 tarihinde imzalanan 141 sayılı Suç
Gelirlerinin Aklanması, Aranması, Zapt Edilmesi ve Müsadere Edilmesi Hakkında
Avrupa Konseyi Sözleşmesi ile 16/5/2005 tarihinde imzalanan 198 sayılı
Terörizmin Finansmanı ve Suçtan Elde Edilen Gelirlerin Aklanması, Aranması ve
Müsaderesi Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi'nde, giderek artan ölçüde
uluslararası bir sorun hâline gelen suça karşı mücadelenin uluslararası düzeyde
modern ve etkin yöntemlerin kullanılmasını gerektirdiği, bu yöntemlerden
birisinin de müsadere olduğu ve bu alanda uluslararası işbirliğine de ihtiyaç
duyulduğu belirtilmiştir.
77. Öte yandan Anayasa'nın 169. maddesinde, ormanların ülke
yönünden taşıdığı büyük önem gözetilerek, korunmaları ve geliştirilmeleri
konusunda ayrıntılı düzenlemelere yer verilmiştir. Bu özel ve ayrıntılı
düzenlemenin, ülkemizde orman örtüsünün sürekli yok edilmesi gerçeğinden
kaynaklandığı kuşkusuzdur. Anayasanın 169. maddesinin birinci fıkrası gereğince
Devlet, doğal kaynaklarımızın en önemlilerinden birisi olan ormanların
korunması ve sahalarının genişletilmesi için gereken tedbirleri alıp kanun
koymak ve bütün ormanların gözetimi ödevini yerine getirmek durumundadır (AYM,
3/7/2014, E.2013/96, K.2014/118).
78. Somut olay bakımından da, orman
alanlarında izinsiz inşa edilen bina ve tesislerin müsadere edilmesiyle orman
örtüsünün yok edilmesinin önüne geçilmesi, böylece ormanların korunması
amaçlanmaktadır. Ormanların zarar görmesine veya yok edilmesine yol açan bütün
eylem ve işlemleri önlemek için tedbirler alınması, tedbirlere ve yasaklara
uymayanlar için yaptırımlar uygulanmasının kamu yararına olduğunda kuşku
bulunmamaktadır. Dolayısıyla izin alınmaksızın orman alanlarında inşa edilen
maden ocağı tesislerinin müsadere edilmelerinin meşru bir amaç taşıdığı
sonucuna varılmıştır.
3. Ölçülülük
79. Son olarak başvuruya konu maden ocağı tesislerinin müsadere
edilmesi suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahale nedeniyle bireyin
menfaatleri ile kamunun yararı arasında gereken adil dengenin bozulup
bozulmadığı değerlendirilmelidir.
i. Genel İlkeler
80. Anayasa’nın 35. maddesine göre kişilerin mülkiyet hakları
ancak kanunun öngördüğü usullerle ve kamu yararı gereği sınırlandırılabilir.
Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet
haklarının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile
bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir.
81. Ölçülülük ilkesi, “elverişlilik”, “gereklilik” ve
“orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “elverişlilik”
öngörülen müdahalenin, ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli
olmasını, “gereklilik” ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu
olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün
olmamasını, “orantılılık” ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak
istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade
etmektedir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri,
§ 38).
82. AİHM de mülkiyet hakkına yapılan bir müdahalenin Sözleşme’ye uygunluğunu denetlerken yapılan müdahalenin
kamu yararını ya da genel yararı amaçlamasının yanı sıra toplumun genel yararı
ile birey haklarının korunması arasında adil bir dengenin de gözetilmesi
gerektiğini vurgulamaktadır (Sporrong ve Lönnroth/İsveç, B. No: 7151/75; 72/52/75,
23/9/1982, § 69; James ve diğerleri/Birleşik
Krallık, B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 54; Papachelas/Yunanistan, B. No: 31423/96, 25/3/1999, §
48; Lithgow ve
diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 9006/80, 9262/81, 9263/81,
9265/81; 9266/81; 9313/81; 9405/81, 8/7/1986 § 120, 121).
83. Mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin bireyin çıkarları ile
kamunun genel yararı arasında bulunması gereken adil dengeyi bozmaması
gerekmektedir. Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken Mahkeme, bir taraftan
ulaşılmak istenen meşru amacın önemini ve diğer taraftan müdahalenin niteliği,
başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını da göz önünde tutarak
başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (bkz. Lavrechov/Çek Cumhuriyeti, B. No: 57404/08, 20/6/2013, 44).
84. 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesinin (1) numaralı fıkrasında,
iyi niyetli üçüncü kişilere ait olmaması koşuluyla, kasıtlı bir suçun
işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan
meydana gelen eşyanın müsadere edilebileceği belirtilmiş, ayrıca kamu
güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlak açısından tehlikeli olması durumunda
suçun işlenilmesinde kullanılmak üzere hazırlanan
eşyanın da müsadere edileceği hüküm altına alınmıştır. Aynı maddenin (2)
numaralı fıkrasında belirli koşullarda eşya değerinin müsadere edilebilmesi
olanaklı kılınmış, (3) numaralı fıkrasında ise bir ölçülülük kriteri
getirilerek suçta kullanılan eşyanın müsadere edilmesinin işlenen suça nazaran
daha ağır sonuçlar doğuracağı ve bu nedenle hakkaniyete aykırı olacağı
anlaşıldığında, müsadere kararı verilmeyebileceği yönünde bir güvence
sağlanmıştır. Bu maddenin (4) numaralı fıkrasında ise, üretimi, bulundurulması,
kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşyanın, müsadere
edileceği belirtilmiştir. Maddenin (5) numaralı fıkrasında, kısmi müsadere ve
(6) numaralı fıkrasında ise payın müsaderesi düzenlenmiştir.
85. Görüldüğü üzere Türk hukuk sisteminde de,
müsadereye ilişkin olarak karşılaştırmalı hukuktaki uygulama ve düzenlemelere
benzer bazı güvence ölçütleri bulunmaktadır. Buna göre, kasıtlı bir suçun
işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan
meydana gelen eşyaların iyi niyetli üçüncü kişilere ait olması durumunda
müsadere edilemeyeceği, belirli durumlarda eşya değerinin müsadere
edilebileceği, ölçülü olmaması durumunda suçta kullanılan eşyaların müsadere
edilmeyebileceği, eşyanın tamamı yerine kısmen veya ilgili payının müsaderesine
karar verilebileceği yönündeki söz konusu hükümler, mülkiyet hakkından yoksun
bırakmaya yol açan müsaderenin bireylere aşırı bir külfet yüklememek ve bireyin
menfaatleri ile kamunun yararı arasında bulunması gereken adil dengenin
bozulmasını önlemek amacıyla getirilmiş düzenlemelerdir.
86. AİHM, müsaderenin bir suç isnadına bağlı olarak uygulandığı
durumlarda yöntemince yapılan ceza soruşturması ve kovuşturması neticesinde
davanın mahkumiyet ile sonuçlanması gerekmekle birlikte (bkz. Phillips/Birleşik Krallık, B. No: 41087/98,
5/7/2001 § 52-54)mülkün yasa dışı olarak ele geçirildiği (bkz. Riela ve diğerleri/İtalya, B. No: 52439/99,
4/9/2001; Arcuri ve diğerleri/İtalya, B. No: 52024/99,
5/7/2001) ya da yasa dışı aktivitelerde kullanıldığı (bkz. Butler/Birleşik Krallık;
B. No: 41661/98, 27/6/2002) durumlarda mahkumiyetten bağımsız olarak da
müsadere kararı verilebileceğini ifade etmektedir.
87. AİHM'e göre, Sözleşme'ye
ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi; kural olarak usule ilişkin güvenceleri
içermemekle beraber kişilere, keyfî müdahalelerden korunmak amacıyla mülkiyet
hakkına müdahale teşkil eden bu önlemlerin yasa dışı veya keyfî ya da makul
olmayan şekilde uygulandığına ilişkin sav ve itirazlarını yetkili makamlar
önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini
kapsamaktadır (AGOSİ/Birleşik Krallık,
B. No: 9118/80, 24/1/1986, § 60; Saccocia/Avusturya,
69917/01, B. No: 18/12/2008, § 89; Microintelect Ood/Bulgaristan,
B. No: 34129/03, 4/3/2014, § 48; Ünsped Paket
Servisi/Bulgaristan, B. No: 3503/08, 13/1/2015, § 38).
88. Müsadere veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yoluyla mülkiyet
hakkına yapılan müdahalelerin bireyin menfaatleri ile kamunun yararı arasında
olması gereken adil dengeyi bozmaması için, öncelikle suça veya kabahate konu
eşyanın malikinin davranışı ile kanunun ihlali arasında bir illiyet bağının
olması gerekmektedir. Ayrıca "iyi niyetli" eşya malikine müsadere
edilen veya mülkiyeti kamuya geçirilen eşyaları -
tehlikeli olmamaları kaydıyla - geri kazanabilme olanağının tanınması veya iyi
niyetli malikin bu nedenle oluşan zararının tazmin edilmesi gerekmektedir (Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044,
17/12/2015, §§ 31-80).
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
89. Başvurucu, maden ocağı için gerekli izinlerin mevcut
olduğunu ve yöntemince Orman İdaresinden kiralandığını belirttiği orman alanı
bakımından unsurları oluşmayan suç nedeniyle bu sahada yer alan tesislerin adil
olmayan bir yargılama neticesinde keyfî olarak müsaderesine karar verilmesinin
mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmektedir.
90. Başvuru konusu olayda, Orman İdaresi görevlilerince
1/11/2008 tarihli suç tutanağı düzenlenerek başvurucunun yönetim kurulu başkanı
ve ortağı olduğu Şirket tarafından izinsiz maden ocağı tesisleri kurulduğu
belirtilmiş, Gemlik Cumhuriyet Başsavcılığının 3/6/2009 tarihli iddianamesi ile
açılan kamu davasında Gemlik Sulh Ceza Mahkemesi, başvurucunun yönetim kurulu
başkanı ve ortağı olduğu Şirkete ait "maden ocağı tesislerinin";
başvurucunun işlediği kabul edilen "orman alanlarını işgal ve ormanın içine
yerleşilmesi" suçuna konu eşyalar oldukları gerekçesiyle 6831 sayılı
Kanun'un 108. maddesinin dördüncü fıkrası delaletiyle 5237 sayılı Kanun'un 54.
maddesi uyarınca müsaderesine karar vermiştir. Başvurucunun hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı yaptığı itiraz ise Gemlik 1.
Asliye Ceza Mahkemesinin 2/12/2013 tarihli ve 2013/311 D.İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. İlk Derece
Mahkemesi, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleşmesiyle
birlikte 28/3/2014 tarihinde müsadere kararının infaz edilmesi için Orman
İdaresine yazı göndermiş, Orman İdaresi de 9/6/2014 tarihli infaz tutanağı ile
"tesislerin sanık tarafından yıkıldığı" belirtilerek kararın yerine
getirildiğini Mahkemeye bildirmiştir.
91. Öte yandan başvurucunun ortağı olduğu Şirketin izin
sahasının genişletilmesi için 31/10/2008 tarihinde Orman İdaresine yaptığı
başvuru ise 7/11/2008 tarihinde reddedilmiş ancak bu idari işleme karşı
Şirketin 18/12/2008 tarihinde İdare aleyhine açtığı davada Bursa 3. İdare
Mahkemesi 12/3/2009 tarihinde, yürütmenin durdurulması talebinin kabulüne ve
14/5/2009 tarihinde de davanın kabulü ile dava konusu idari işlemin iptaline
karar vermiştir. Temyiz edilen karar Danıştay Sekizinci Dairesinin 20/10/2010
tarihli ilamıyla onanmıştır.
92. Delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının
yorumlanması, öncelikle derece mahkemelerinin yetki ve sorumluluk alanındadır.
Uyuşmazlığın taraflarının sunduğu delilleri ilk elden değerlendirme bakımından
derece mahkemelerinin daha avantajlı konumda bulundukları tartışmasızdır.
93. Bireysel başvurularda Anayasa Mahkemesinin görevi ise
Anayasa veSözleşme'nin ortak koruma alanında kalan
haklar kapsamındaki güvencelerin somut olayda sağlanıp sağlanmadığını
incelemektir (Sebahat Tuncel (2),
B. No: 2014/1440, 26/2/2015, § 53).
94. Ormanların korunması ve orman alanlarında izinsiz
yapılaşmanın önlenmesi amacıyla orman içinde yapılan izinsiz bina ve tesislerin
müsadere edilmesi öngörülebilir. Bu amaçla uygulanan müsadere yaptırımının
ölçülü olabilmesi için Anayasa'nın 35. maddesinde öngörülen güvencelerin
sağlanmış olması gerekmektedir. Nitekim başvurucu da müsadere kararının, adil
olmayan bir yargılama sonucunda keyfî olarak verildiğinden yakınmaktadır. Bu
güvenceler kapsamında öncelikle başvurucuya müsaderenin kanuna aykırı olarak
veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin itirazlarını ve
savunmalarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme
olanağının tanınıp tanınmadığı değerlendirilmelidir.
95. Somut olayda başvurucu Gemlik Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından yürütülen ceza soruşturmasının ve Gemlik Sulh Ceza Mahkemesinde
görülen kamu davasının önce "şüpheli" sonra da "sanık"
sıfatıyla tarafı olmuş, gerek soruşturma ve gerekse de
kovuşturma sırasında ifadesi alınarak sorgusu yapılmıştır. Başvurucu bu davada
kendisini avukat ile temsil ettirmiş, duruşma ve keşiflere katılma olanağı
bulmuştur. Ancak Cumhuriyet Başsavcılığı müsadere ile ilgili bir talepte
bulunmamış, kovuşturma sırasında Mahkeme de 5271 sayılı Kanun'un 226. maddesine
göre başvurucuya ek savunma hakkı vermemiştir. Buna rağmen başvurucunun avukatı
gerek 12/6/2012 tarihli keşif sırasında gerekse de yargılama devam ederken
Mahkemeye sunduğu 12/3/2013 ve 28/6/2013 tarihli dilekçeler ile söz konusu
maden ocağı tesislerinin müsadere edilmelerinin 5237 sayılı Kanun'un 54.
maddesinin (3) numaralı fıkrasına göre ölçüsüz olacağını beyan etmiş ancak
Mahkeme bu beyanlara itibar etmeyerek iddianamede yer almamakla birlikte
müsadere kararı vermiştir.
96. Müsadere kararında gerekçe olarak ise "tüm dosya kapsamı birlikte
değerlendirildiğinde" ifadelerine yer verilmiş, ardından
başvurucunun atılı suçu işlediğinin sabit olduğu ve mahkumiyetine karar
verilmesi gerektiği ancak koşullarının gerçekleştiğinden bahisle hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği belirtilerek bilirkişi
raporunda bahsi geçen maden ocağı tesislerinin müsaderesine karar verildiği açıklanmıştır.Dolayısıyla İlk Derece Mahkemesi, müsadere
kararının verilme gerekçesini açıklamadığı gibi başvurucunun avukatının müsadereye
ilişkin savunma ve itirazlarını da karşılamamıştır.
97. Başvurucu müsadere kararının kaldırılması talebiyle itirazda
bulunmuş ise de başvurucunun itirazı Gemlik 1. Asliye Ceza Mahkemesince;
müsadereye ilişkin herhangi bir değerlendirmede bulunulmadan salt itiraza konu
karardaki mahkûmiyete ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması koşullarına
ilişkin değerlendirmelere yer verildikten sonra "sanıklar hakkında verilen kararınusul
ve yasaya uygun olduğu" gerekçesiyle reddedilmiştir.
98. Yargıtay Ceza Genel Kurulu açıklanmasının geri bırakılmasına
karar verilmiş olması nedeniyle henüz hukuken varlık kazanmamış bulunan hükmün
temyiz merciince denetlenebilme imkanı bulunmayan bir aşamada, hükmün bir
parçasını oluşturanmüsaderenin temyizen
incelenebileceğini kabul etmenin, bir bütün olan hükmün bir bölümünün itiraz,
bir bölümünün ise temyiz kanun yoluna tabi olacağı gibi çelişkili bir hâlin
ortaya çıkması sonucunu doğuracağı gerekçeleriyle müsadere kararının da itiraza
tabi olduğunu belirtmiştir (bkz. § 33). Ancak somut olayda itiraz mercisinin müsadere ile ilgili herhangi bir değerlendirme
yapmadığı, başvurucunun müsadereye ilişkin savunma ve itirazlarını karşılamayan
İlk Derece Mahkemesi kararındaki mahkumiyet ve hükmün
açıklanmasının geri bırakılması koşullara ilişkin değerlendirmelere yer vermek
suretiyle salt bu koşullar yönünden itirazı incelediği anlaşılmaktadır.
Dolayısıyla Yargıtayın anılan içtihatlarına göre,
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle başvurucu
müsadere kararını temyiz edememektedir. İtiraz mercisi
ise başvurucunun müsadereye ilişkin itirazını incelememiştir.
99. Öte yandan başvurucunun yönetim kurulu başkanı ve ortağı
olduğu Şirkete ait "maden ocağı tesisleri", İlk Derece Mahkemesince,
yargılamanın nihai olarak sona ermesi beklenmeden hükmün açıklanmasının geri
bırakılması kararının kesinleşmesi ile birlikte müsadere edilmiştir. Bakanlığın
görüş yazısında, müsaderenin hükmün açıklanmasının geri bırakılması durumunda
hangi aşamada infaz edileceğine dair açık bir yasal hüküm bulunmadığı ifade
edilmektedir. 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin (5) numaralı fıkrasının
ikinci cümlesinde ise hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının, kurulan hükmün
sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmamasını ifade ettiği hüküm altına
alınmıştır.
100. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11/7/2014 tarihli ve
E.2014/6-66, K.2014/365 sayılı ilamında da, açıklanmasının geri bırakılmasına
karar verilmiş olması nedeniyle hükmün henüz hukuken varlık kazanmaması ve beş
yıllık denetim süresi göz önünde bulundurulduğununda,
hak kayıplarına neden olunmasının önüne geçilebilmesi amacıyla, hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen durumlarda - 5237 sayılı
Kanun'un 54. maddesinin (4) numaralı fıkrasında belirtilen üretimi, bulundurulması,
kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşyalar hariç olmak üzere
- müsadereye konu eşyanın denetim süresi içerisinde ve gerektiğinde
belirlenecek şartlar dahilinde yediemin sıfatıyla sanığa teslimine karar
verilip verilemeyeceği hususunun ayrıca yerel mahkemelerce değerlendirilmesi
gerektiği belirtilmiştir. Ancak somut olayda İlk Derece Mahkemesinin kararında,
5237 sayılı Kanun'un 54. maddesinin hangi fıkrasına göre müsadere kararı
verildiği gösterilmemiş, yargılamanın nihai olarak sona ermesi de beklenmeden
hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleşmesiyle birlikte
kararın infazına girişilmiştir. Her ne kadar infaz tutanağında, başvurucunun
ortağı olduğu Şirket tarafından söz konusu tesislerin yıktırıldığı
belirtilmekte ise de infaz tutanağı içeriği ile başvurucunun beyanlarından,
müsadereye ilişkin kararın infazı gereğince bu tesislerin yıktırıldığı
anlaşılmaktadır.
101. Bu durumda, başvurucu ceza yargılamasının tarafı olmakla
birlikte bu yargılama neticesinde suç isnadına bağlı olarak "maden ocağı
tesislerinin" müsadere edilebileceği başvurucuya bildirilmemiş olup
herhangi bir gerekçe de gösterilmeden İlk Derece Mahkemesince müsadereye karar
verildiği, Yargıtayın yerleşik içtihatlarına göre
başvurucunun temyiz yoluna başvuramadığı, itiraz mercisinin
ise müsadereye ilişkin başvurucunun itirazlarını incelemediği ve müsadere
kararının hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleşmesiyle
birlikte yargılamanın nihai olarak sona ermesi beklenmeden infaz edildiği dikkate
alındığında, sair ihlal iddiaları ancak yargılama sonuçlandığında
değerlendirilebilecek olmakla birlikte - somut olayın özel koşulları içinde -
yargılamanın mevcut aşaması itibarıyla bütününe bakıldığında başvurucuya
müsaderenin keyfî olduğuna veya kanuna aykırı olduğuna ya da makul biçimde
uygulanmadığına yönelik itirazlarını ortaya koyabilme olanağının etkin bir
şekilde tanınmadığı anlaşılmakla müsadere yoluyla mülkiyet hakkına yapılan
müdahalenin başvurucunun menfaatleri ile kamunun yararı arasında olması gereken
adil dengeyi başvurucu aleyhine bozduğu ve mülkiyet hakkının gerektirdiği
güvencelerin sağlanmadan müsadere kararı verilmekle başvurucuya yüklenen
külfetin aşırı ve orantısız olduğu sonucuna varılmıştır.
102. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
103. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
104. Başvurucu beraatine hükmedilmesi,
ceza yargılaması sırasında bilirkişi raporuna göre ödediği 546,90 TL
tutarındaki zararının ilgili idareden iadesi ve müsadere kararının kaldırılması
ile 10.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
105. Başvuruda mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna
varılmıştır.
106. Orman İdaresi görevlileri tarafından müsadere kararının
infazı aşamasında düzenlenen infaz tutanağına göre, müsaderesine karar verilen
maden ocağı tesislerinin yıktırıldığı anlaşıldığından tazminat dışında etkin
bir giderim yolu mevcut değildir. Dolayısıyla yeniden yargılama yapılmak üzere
dosyanın mahkemesine gönderilmesinde başvurucunun hukuki yararının bulunmadığı
sonucuna varılmıştır.
Erdal TERCAN yeniden yargılama yapılması gerektiği düşüncesiyle
bu görüşe katılmamıştır.
107. Başvurucu ceza yargılaması sırasında alınan bilirkişi
raporunda belirtilen ağaçlandırma giderinin ödenmesi dışında bir maddi tazminat
talebinde bulunmamıştır. Bu tutarın ise açılanması geri bırakılan mahkumiyet hükmü kapsamında ödendiği anlaşılmaktadır. Bu
durumda başvurucu mülkiyet hakkının ihlali iddiası nedeniyle maddi tazminat
talebinde bulunmamaktadır.
108. Mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal
tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net
10.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
109. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,
C. Başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE
OYBİRLİĞİYLE, başvurucunun diğer taleplerinin REDDİNE Erdal TERCAN'ın
yeniden yargılama yapılması gerektiği yönündeki karşıoyu
ve OYÇOKLUĞUYLA,
D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE OYBİRLİĞİYLE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA OYBİRLİĞİYLE,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
OYBİRLİĞİYLE 13/7/2016 tarihinde karar verildi.