TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
NİHAT BAYMİŞ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/10373)
|
|
Karar Tarihi: 30/6/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Akif
YILDIRIM
|
Başvurucu
|
:
|
Nihat BAYMİŞ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi, ana
dilde savunma yapma imkânı verilmemesi ve savunma yapmak için yeterli
kolaylıklardan faydalandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının;
gerekçeli kararın yaklaşık beş ay sonra tebliğ edilmesi nedeniyle kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 11/6/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine İzmir
Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin
idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına
engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/1/2015 tarihinde,
başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.
4. Birinci
Bölüm İkinci Komisyonunca 30/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından 20/2/2015 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 30/3/2015 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
7. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
1/4/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın
görüşüne karşı beyanlarını 2/4/2015 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucuve diğer sekiz şüpheli
hakkında PKK terör örgütünün talimatları doğrultusunda örgüt adına yasa dışı
olaylarda kullanmak amacıyla bomba ve molotof
yapımında kullanılan malzemeler ile terör örgütünün pankartlarını ve molotof bulundurdukları iddiasıyla 18/4/2011 tarihinde adli soruşturma başlatılmıştır.
10. Başvurucu 18/4/2011 tarihinde gözaltına alınmış, Diyarbakır
6. Ağır Ceza Mahkemesi (CMK 250. madde ile görevli) Nöbetçi Hâkimliğinin
21/4/2011 tarihli ve 2011/37 Sorgu sayılı kararıyla tutuklanmıştır.
11. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 21/6/2011 tarihli ve
E.2011/1222 sayılı iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye
olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak
bulundurma veya el değiştirme, terör örgütünün propagandasını yapma suçlarından
cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır.
12. Başvurucu, hüküm celsesinde savunmasını tercüman yardımından
faydalanarak yapmış; son sözünde beraatini talep
etmiştir.
13. Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi, 25/4/2013 tarihli
duruşmada hükmü açıklamış ve başvurucunun tehlikeli
maddeleri izinsiz bulundurma ve terör örgütüne üye olmamakla örgüt adına suç
işleme eylemlerinin örgüte silah sağlama suçunu
oluşturduğunu belirterek 9 yıl 4 ay 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına
ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Terör örgütünün propagandasını
yapmak suçundan açılan kamu davasında ise kovuşturmanın
ertelenmesine karar verilmiştir.
14. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:
"(...) yasa dışı gösteriler sırasında
güvenlik güçleri ile şahıslara ve kamuya ait mallara yönelik olarak yapılacak
olan eylemlerde kullanacaklarının açık olduğu, molotof
kokteyli ve el yapımı bomba yapımında kullanılacak malzemelerin sanığın içinde
bulunduğu binada bulunduğu, ayrıca malzemelerin bulunduğu yerde elde edilen ve
malzemelerin taşınmasında kullanıldığı değerlendirilen poşetler ile suçta
kullanılan malzemeler üzerinde sanık Nihat BAYMİŞ'in [Başvurucu] parmak izinin tespit edildiği anlaşıldığından,
sanığın aksi yöndeki savunmalarına itibar edilmemiştir.
(...)
Söz konusu, kanun hükümleri dikkate alındığında;
örgüt üyesi olduğu tespit edilemeyen sanığın, terör örgütünün çağrıları
doğrultusunda bir gün sonra KCK duruşmasını protesto etmek için düzenlenecek
gösterilerde ve eylemlerde kullanılmak üzere molotof kokteylive el yapımı bomba imal etmek için olay yerine
geldiği, yapılan aramalarda, patlayıcı maddeler kapsamında kalan molotof kokteyli ve el yapımı bomba yapımında kullanılan
malzemelerin ele geçirilmek suretiyle terör örgütüne silah sağlamaya teşebbüs
ettikleri anlaşıldığından, sanığın 5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun 315/1
maddesi gereğince silah sağlama suçundan dolayı cezalandırılmalarına karar
vermek gerekmiştir.
(...)
Sanığın, malzemelerini temin etmek suretiyle
imal etmek istediği molotof kokteylive
el yapımı bomba yerleşik uygulamalardoğrultusunda Türk Ceza Kanununun 6/1-f ve 174/1 maddeleri kapsamında
tehlikeli madde ve silah niteliğindedir.
(...)
Açıklanan sebeplerle; örgüt üyesi olduğu
tespit edilemeyen sanığın, terör örgütünün çağrıları doğrultusunda bir gün
sonra KCK duruşmasını protesto etmek için düzenlenecek gösterilerde ve
eylemlerde kullanılmak üzere molotof kokteyli ve el
yapımı bomba imal etmek için olay yerine geldiği, malzemeleri temin ettiği,
yapılan aramalarda, patlayıcı maddeler kapsamında kalan el yapımı bomba ve molotof kokteyli yapımında kullanılan malzemelerin ele
geçirilmesi suretiyle ve bu malzemeleri de 5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun 174.
maddesinde tanımlanan patlayıcı maddeler kapsamında kalan el yapımı bomba ve molotof yapımında kullanacağının anlaşılması karşısında;
5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun 315/1 maddesi kapsamında kalan silah sağlamaya
teşebbüs suçunu işlediği sonuç ve kanaatine varılmıştır."
13. Kovuşturmanın ertelenmesi kararına yapılan itiraz 25/9/2013
tarihinde reddedilmiştir.
14. Hükmün başvurucu tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay
9. Ceza Dairesinin 20/2/2014 tarihli ve E.2013/17824, K.2014/1992 sayılı ilamı
ile onanmasına karar verilmiştir.
15. Müddetname başvurucuya 27/5/2014
tarihine tebliğ edilmiştir. Başvurucu 11/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
16. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 315.
maddesi şöyledir:
“Yukarıdaki maddede tanımlanan örgütlerin
faaliyetlerinde kullanılmak maksadıyla bunların amaçlarını bilerek, bu
örgütlere üretmek, satın almak veya ülkeye sokmak suretiyle silâh temin eden,
nakleden veya depolayan kişi, on yıldan onbeş yıla
kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
17. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun
202. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Sanık veya mağdur, meramını anlatabilecek
ölçüde Türkçe bilmiyorsa; mahkeme tarafından atanan tercüman aracılığıyla
duruşmadaki iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar tercüme edilir
(...)
(4) (Ek: 24/1/2013-6411/ 1 md.)
Ayrıca sanık;
a) İddianamenin okunması,
b) Esas hakkındaki mütalaanın verilmesi,
üzerine sözlü savunmasını, kendisini daha iyi ifade edebileceğini beyan ettiği
başka bir dilde yapabilir. Bu durumda tercüme hizmetleri, beşinci fıkra
uyarınca oluşturulan listeden, sanığın seçeceği tercüman tarafından yerine
getirilir. Bu tercümanın giderleri Devlet Hazinesince karşılanmaz. Bu imkân,
yargılamanın sürüncemede bırakılması amacına yönelik olarak kötüye
kullanılamaz”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
18. Mahkemenin 30/6/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
19. Başvurucu, hakkında usulüne uygun olarak verilmiş yakalama
kararı olmamasına rağmen yakalanıp gözaltına alındığını, deliller eksik ve
hatalı olarak değerlendirilerek mahkûmiyetine karar verildiğini, farklı bir
cezaevine nakledilmesi nedeniyle müdafiiyle sağlıklı
olarak görüşme fırsatını elde edemediğini, birçok duruşmaya katılımının
sağlanmadığını, ana dilde savunma yapmasına izin verilmediğini, Mahkemenin
gerekçeli kararı yaklaşık beş ay sonra kendisine tebliğ etmesi nedeniyle bu
süre içinde tutukluluk incelemesinin yapılmadığını, kendisine haksız yere ceza
verildiğini, son duruşmanın sağlıklı yürütülmediğini, son sözünün sorulmadığını
ve hükmün yüzüne karşı okunmadığını belirterek Anayasa’nın 12., 19., 23. ve 38.
maddelerinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği, yerleşme ve seyahat
hürriyeti, adil yargılanma hakları ile suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin
ihlal edildiğini ileri sürmüş; tazminat, yeniden yargılanma ve tahliye
talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Adli Yardım Talebi
Yönünden
20. Anayasa Mahkemesinin Mehmet
Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler
dikkate alınarak, geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama
giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça
dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi
gerekir.
2. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
21. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucununiddialarının
kişi hürriyeti ve güvenliği ve adil yargılanma hakları kapsamında incelenmesi
gerektiği değerlendirilmiştir. Öte yandan, kovuşturmanın ertelenmesi kararına
yönelik başvuru yapılmadığından anılan karar yönünden değerlendirme
yapılmamıştır.
a. Kişi Hürriyeti ve
Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
i. Yakalama ve Gözaltına
İlişkin İddialar
22. Başvurucu, hakkında usulüne uygun olarak verilmiş yakalama
kararı olmamasına rağmen yakalanıp gözaltına alındığını ileri sürmüştür.
23. Anayasa Mahkemesi, benzer iddiaların ileri sürüldüğü
başvurulara ilişkin olarak birçok kararında “zaman bakımından yetkisi”yle ilgili ilkeleri belirlemiştir. Buna göre
23/9/2012 tarihinden önce verilen bir kararla sona eren tutukluluk veya gözaltı
durumuna ilişkin başvuruların zaman bakımından yetki dışında kaldığı kabul
edilmiştir (Osman Büyüksu,
B. No: 2013/5512, 3/4/2014, §§ 20-24; Ali
Öksüz, B. No: 2013/6065, 3/4/2014, §§ 20-23; Cevdet Genç, B. No: 2012/142, 9/1/2014, §§
24-29). Bu ilkeler temelinde yapılan değerlendirmede başvurucunun gözaltı hâli,
tutuklama kararı verildiği 21/4/2011 tarihinde sona ermiş olduğundan başvurunun
bu kısmının zaman bakımından yetkisizlik
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Gerekçeli Kararın Geç Yazıldığına İlişkin
İhlal İddiaları
24. Başvurucu ayrıca gerekçeli kararının yaklaşık beş ay sonra
kendisine tebliğ edilmesi nedeniyle bu süre içinde tutukluluk incelemesinin
yapılmadığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
25. Anayasa’nın 19. maddesininsekizinci
fıkrası şöyledir:
“Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti
kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu
kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak
amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir.”
26. Anyasa'nın bu hükmü uyarınca
hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu
kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak
amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir. Fıkrada
kısıtlama sebebi bakımından bir ayrım yapılmadığından, başvuru hakkı kuvvetli
suç şüphesi ve tutuklama nedeniyle özgürlüğünden yoksun bırakılma ile sınırlı
değildir. Anayasa’nın 19. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen özgürlükten
yoksun bırakılma hallerinde de bu güvence geçerlidir (Mehmet İlker Başbuğ, B. No: 2014/912,
6/3/2014, § 80).
27. 5271 sayılı Kanun’un 104. maddesi, soruşturma ve kovuşturma
evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanığın salıverilmesini isteyebileceği,
şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim
veya mahkemece karar verileceği, dosya Yargıtaya
geldiğinde salıverilme istemi hakkındaki kararın Yargıtay ilgili Dairesi veya
Yargıtay Ceza Genel Kurulunca verileceği hükümlerini içermektedir.
28. Hüküm tarihinden itibaren uzun süre gerekçeli kararın
dosyaya konulmamış olması,başvurucuların,
mahkûmiyete bağlı olarak tutukluluğun devamına ilişkin kararları temyiz mercii
önüne götürememesi sonucunu doğurur. Özgürlükten yoksun bırakılmaya ilişkin
kararın hukukiliğinin temyiz mercii önünde denetletme hakkının kullanamaması,
hukuk güvenliği ve hukuki belirlilik ilkelerine uygun düşmez (Mehmet İlker Başbuğ, § 84)
29. Anayasa Mahkemesi, Mehmet
İlker Başbuğ (B. No: 2014/912, 6/3/2014) başvurusunda, hükmün
açıklanmasından itibaren geçen yedi ay sürede gerekçenin açıklanmaması
nedeniyle temyiz incelemesinin yapılamadığına ve salıverilme talebinin temyiz
merciince incelenemediğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna ve
Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasının ihlal edildiğine karar
vermiştir.
29. Başvurucunun durumu Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü
fıkrası anlamında “suç şüphesine bağlı tutma” kapsamından çıkmış, ikinci fıkra
bağlamında “bir mahkûmiyet kararına bağlı olarak tutmaya” dönüşmüştür. Bu
aşamada ilgili mevzuat gereği, özgürlükten yoksun bırakmanın dayanağı olan
hükmün gerekçesi hükümle birlikte tümüyle tutanağa geçirilmemişse
açıklanmasından itibaren en geç on beş gün içinde dava dosyasına konması
gerekir. Ancak gerekçeli kararın geç yazılmasına karşı gidilebilecek bir
başvuru yolu bulunmamaktadır.
30. İddia edilen ihlalin başvuru yollarının mevcut olmadığı bir
devam eden durum oluşturması hâlinde otuz günlük süre, devam eden durumun
sonunda başlar, durum devam ettiği sürece işlemez (Iordache/Romanya, B. No: 6817/2, 14/10/2008, § 50; Varnava ve Diğerleri/Türkiye [BD], B. No:
16064/90, 18/9/2009, § 161; Etienne TETE/Fransa (k.k.),
B. No: 11123/84, 9/12/1987, § 2 (Hukuk)). Devam eden durum sona erdiğinde ise
başvuru süresine ilişkin kural uygulanmaya başlayacaktır. Dolayısıyla gerekçeli
kararın geç yazılması nedeniyle özgürlükten yoksun kılmanın hukukiliğinin
denetlettirilemediği yönündeki ihlal iddialarının en geç gerekçeli kararın
yazıldığının öğrenilmesinden itibaren otuz içinde bireysel başvuru konusu
yapılması gerekir.
31. Başvurucu, hüküm tarihinden itibaren beş ayı aşan bir
süredir gerekçeli kararın kendisine tebliğ edilememesi nedeniyle mahkûmiyete
bağlı olarak tutukluluğun devamına ilişkin kararı, temyiz mercii önüne
götüremediğinden şikâyetçi olmuştur. Ancak bireysel başvuru doyasında
başvurucunun kararın geç yazılması üzerine mahkemeye müracaat ederek tahliye
talebinde bulunduğuna veya hüküm ile birlikte verilen "tutukluluk hâlinin
devamı" kararına itiraz ettiğine dair bir veri bulunmamaktadır.
32. İlk Derece Mahkemesi 25/4/2013 tarihinde nihai kararını
vermiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi’nden (UYAP)yapılan araştırmada
gerekçeli kararın 16/7/2013 tarihinde yazıldığı ve 21/8/2013 tarihinde
başvurucuya tebliğ edildiği görülmektedir. Başvurucu, en geç gerekçeli kararın
kendisine tebliğ edilmesinden itibaren otuz gün içerisinde bireysel başvuruda
bulunması gerekirken hükmün onanmasından itibaren bireysel başvuruda
bulunmuştur.
33. Açıklanan nedenlerle 11/6/2014 tarihinde yapılan bireysel
başvuruda süre aşımı olduğu
sonucuna varılmıştır.
b. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddialar
i. Tercümandan Yararlanma Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
34. Başvurucu, ana dilde savunma hakkı tanınmaması nedeniyle
adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
35. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu
belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı belirlenmediğinden
bu hakkın kapsam ve içeriği, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6.
maddesi çerçevesinde belirlenmelidir (Güher
Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
36. Sözleşme'nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (e)
bendindeki konuya ilişkin düzenleme şu şekildedir:
“3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki
asgarî haklara sahiptir:
…
e) Mahkemede kullanılan dili anlamadığı veya
konuşamadığı takdirde bir tercümanın yardımından ücretsiz olarak yararlanmak.”
37. Sözleşme'nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (e)
bendi, hakkında suç isnadı bulunan kişinin, mahkemede kullanılan dili
anlamadığı veya konuşamadığı takdirde bir tercümanın yardımından ücretsiz
olarak yararlanma hakkını güvence altına almaktadır. Bu hak yalnızca hakkında
suç isnadında bulunulan kişilere tanınmış bir haktır ve bu haktan
faydalanabilmek için sanığın ödeme gücü olup olmamasının bir önemi
bulunmamaktadır (Ali İlhan Bayar,
B. No: 2013/725, 19/11/2014, § 51).
38. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 6.
maddesinin (3) numaralı fıkrasının (e) bendinin ancak mahkemede konuşulan dili
bilmeyenlerin kullanabileceği bir hak getirdiğini; mahkemenin dilini “anlayan”
ve “konuşan” bir sanığın, başka bir dilde örneğin mensubu olduğu etnik dilde
savunma yapabilmesi için tercümandan yararlanma talebinde ısrar edemeyeceğini
belirtmektedir (Lagerblom/İsveç, B. No: 26891/95,
14/1/2003, §§ 61-64).
39. 5271 sayılı Kanun’un 202. maddesine 24/1/2013 tarihinde
ilave edilen (4) numaralı fıkra ile Sözleşme ve AİHM içtihatlarında ortaya
konan ölçütlerin ilerisine geçilerek tercüman hakkı genişletilmiştir. Yeni
kurala göre, sanıkların “İddianamenin
okunması ve esas hakkındaki mütalaanın verilmesi üzerine sözlü savunmasını,
kendisini daha iyi ifade edebileceğini beyan ettiği başka bir dilde” yapabileceği
hükmü getirilmiştir. Böylece “meramını
anlatabilecek ölçüde Türkçe bilen” sanığa da sözlü savunmasını başka
dilde yapabilme imkânı getirilmiştir. Ancak bu şekilde bir talebin karşılanması
için tercüman ücretinin yatırılması gerekir.
40. Somut olayda ise başvurucu 29/9/2011 tarihli ilk duruşmada
Kürtçe savunma yapmayı talep etmiş ancak soruşturma evresinde ifadesini Türkçe
verdiği, aldığı eğitim ve sosyal konumu itibarıyla Türkçe bildiği gerekçesiyle
tercümandan yararlanma isteği reddedilmiştir. Başvurucunun, eğitim durumu
itibarıyla Türkçe bilmesi, soruşturma evresinde Türkçe ifade vermesi karşısında
yargılama aşamasında dile getirdiği ana dilde savunma yapma talebinin İlk
Derece Mahkemesince Anayasa’ya uygun olarak reddedildiği açıktır. Bu durumda
mahkemenin dilini “anlayan” ve “konuşan” başvurucunun mensubu olduğu etnik
dilde savunma yapabilmesi için tercümandan yararlanma talebinin reddedilmesinin
savunma hakkını kısıtlamadığı dolayısıyla adil yargılanma hakkına yönelik bir
ihlalin olmadığının açık olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Kaldı ki başvurucu hüküm
celsesinde tercüman eşliğinde Kürtçe savunma yapmıştır.
41. Açıklanan nedenlerle tercümandan yararlanma hakkına yönelik
bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Savunma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin
İlişkin İddia
42. Başvurucu, farklı bir cezaevine nakledilmesi nedeniyle müdafiiyle sağlıklı olarak görüşme fırsatını elde
edemediğini, birçok duruşmaya katılımının sağlanmadığını, son duruşmanın
sağlıklı yürütülmediğini, son sözünün sorulmadığını ve hükmün yüzüne karşı
okunmadığını belirterek savunma hakkının ihlal edildiğine ileri sürmüştür.
43. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu
belirtilmiştir.
44. AİHM “hakkaniyete uygun yargılama” kavramından hareket
ederek adil yargılamanın zımni gereklerini saptamıştır. Bu gereklerden en
önemlisi Anayasa’nın 36. maddesinde de açıkça ifade edilmiş olan “savunma hakkı”dır. Ceza yargılamasındaki savunma haklarının güvence
altına alınması demokratik toplumun temel bir ilkesidir. Bu sebeple AİHM’e göre hakkaniyete uygun bir yargılamanın
gerçekleştirilmesi için yargılamanın yürütülmesi sırasında alınan önlemlerin
savunma hakkının yeterli ve tam olarak kullanılması ile uyumlu olması (Ludi/İsviçre, B. No: 12433/86, 15/6/1992, §§
47) ve bu hakların teorik ve soyut değil, etkili ve pratik şekilde yorumlanması
gerekmektedir (Artico/İtalya, B. No: 6694/74, 13/5/1980, § 33).
45. Somut olayda tutanağa göre soruşturma evresindeki ifadesi
öncesinde başvurucuya 5271 sayılı Kanun kapsamındaki hakları hatırlatılmış;
başvurucu, avukat yardımından faydalanmak istediğini belirtmiş; başvurucuya
zorunlu müdafi atanmıştır. Başvurucu bu evrede müdafii
eşliğinde ifade vermiştir. Başvurucuya, duruşma öncesinde iddianame tebliğ
edilmiş; yargılamanın 9/9/2011 tarihli ilk celsesinde de iddianame ve ekleri
okunmuştur. Başvurucu müdafii aynı celsede ayrıntılı
savunma yapmıştır. Başvurucu, yargılama boyunca sadece bir duruşmaya
katılmamıştır. Yoklukta yapılan bu duruşmada ise başvurucunun da hazır
bulunduğu önceki celsede sunulan esas hakkındaki mütalaa yeniden okunmuştur.
Başvurucu hüküm celsesine sesli ve görüntülü bilişim sistemi aracılığıyla
katılmış, kendisine esas hakkındaki savunmasını yapma fırsatı sunulmuştur.
Başvurucu, savunmasını müdafiinin yapacağını beyan
etmiş; son sözünde tahliye ve beraat kararları verilmesini talep etmiştir. Başvurucu
müdafii ise esas hakkında savunma yapmıştır.
46. Anayasa Mahkemesi, Erol Aydeğer (B. No: 2013/4784, 7/3/2014) kararında
“savunma hakkı”yla ilgili ilkeleri belirlemiştir. Bu
ilkeler temelinde yapılan değerlendirme neticesinde somut olayda başvurucunun,
suçlamanın nedenleri ve niteliği hakkında bilgilendirildiği; duruşmaların hemen
hemen hepsinde hazır bulunmasının sağlandığı, savunmasını hazırlaması için
gerekli zaman ve kolaylıklardan faydalandırıldığı, bir müdafiin
yardımından faydalanmak suretiyle savunma hakkını kullandığı, Cezaevi
idaresinin tutumu nedeniyle müdafiiyle görüşemediğine
ilişkin bir iddia da bulunmadığı anlaşılmaktadır. Öte yandan dava dosyası ve
yargılama süreci bir bütün olarak incelendiğinde başvurucunun savunma
haklarından yararlandırılmadığını gösteren bir bulguya da rastlanılmamıştır.
47. Açıklanan nedenlerle savunma hakkına yönelik bir ihlalin
olmadığının açık olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iii. Yargılamanın Sonucuna
İlişkin İddialar
48. Başvurucu; deliller eksik ve hatalı değerlendirilerek
mahkûmiyetine karar verildiğini, mesleği gereği bulundurduğu eşyaların aramada
tespit edilen delillerin arasında sayılmadığını, yemek taşıdığı poşet üzerinde
ele geçirilen parmak izinin aleyhinde delil olarak kullanıldığı ve kendisine
haksız yere ceza verildiğini ileri sürmüştür.
49. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava
konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlıkla
ilgili varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak
bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz
takdir hatası veya açık keyfîlik içeren tespit ve
sonuçlar bu kapsamda değildir (Ahmet Sağlam,
B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).
50. Başvurucu tarafından ileri sürülen ihlal iddialarının
yukarıda belirtilen içtihat kapsamında kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu
anlaşılmaktadır.
51. Açıklanan nedenlerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,
B. 1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddiaların zaman bakımından
yetkisizlik ve süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Adil yargılanma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
C. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca tahsil edilmesi
mağduriyetine neden olacağından başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten
TAMAMEN MUAF TUTULMASINA
30/6/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.