TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SELAHATTİN TURAN
BAŞVURUSU
|
(Başvuru
Numarası: 2014/11410)
|
|
Karar
Tarihi: 22/6/2017
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Özgür DUMAN
|
Başvurucu
|
:
|
Selahattin TURAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Taner ÇAKIR
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tapu siciline güvenilerek satın alınan taşınmazın
tapu kaydının, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi çerçevesinde açılan tapu
iptali ve tescil davası neticesinde iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının;
yargılamanın makul bir sürede sonuçlanmaması nedeniyle de adil yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 4/7/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru,
başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra
Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Bölüm
Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru
formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Düzce
ili Merkez ilçesine bağlı Kültür Mahallesi'nde bulunan 43 ada 8 parsel sayılı
arsa niteliğindeki 991,55 m2 yüzölçümlü
taşınmazın tapu kaydına göre malikleri H.A. ile A.A.dır. Kayıt malikleri, bu taşınmaz üzerinde beş katlı
bir yapının inşa edilmesi hususunda yüklenici K.Ö. ile anlaşarak arsa payı
karşılığı inşaat sözleşmesi düzenlemişlerdir.
8. Arsa
payı karşılığı inşaat sözleşmesi doğrultusunda tapuda kat irtifakı tesis
edilmiş, inşa edilecek bağımsız bölümlere karşılık gelen arsa paylarının bir
kısmı yükleniciye devredilmiştir. Yüklenici, taşınmazın inşa edilecek 3. kat 15
numaralı bağımsız bölüme ilişkin arsa payını N.Ç.ye satmış; bu kişi de söz
konusu payı 14/1/1998 tarihinde tapuda başvurucuya
satmıştır.
9. Sözleşme
kapsamında yapılmasına devam edilen inşaat, Düzce ili ve çevresinde 12/11/1999 tarihinde yaşanan deprem neticesinde yıkılmıştır.
Bu deprem sonrasında Belediye tarafından, en fazla iki katlı bir yapıya izin
verileceği yönünde taşınmazın imar durumunda değişiklik yapılmıştır.
10. Söz
konusu taşınmazın kayıt malikleri H.A. ve A.A.,
yüklenici ile yükleniciden arsa paylarını devralan kişilere karşı 15/10/2005
tarihinde Düzce 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde tapu iptali ve tescil davası
açmışlardır. Dava dilekçesinde, deprem sonrası imar düzenlemesine göre taşınmaz
üzerinde arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesinde öngörüldüğü şekilde beş katlı
bir yapının yapılmasına imkân bulunmadığı belirtilmiştir. Davacılar bu nedenle
sözleşme gereklerinin yerine getirilmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle arsa
maliki sıfatıyla tarafı oldukları arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesinin
feshi ile davalılar adına olan tapu kayıtlarının iptaline ve kendi adına
tesciline karar verilmesini talep etmişlerdir.
11. Mahkeme
11/10/2012 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir.
Mahkeme, davacılar ile davalı yüklenici K.Ö. arasında düzenlenmiş bulunan arsa
payı karşılığı inşaat sözleşmesinin feshine; davalı pay sahipleri adına olan
tapu kayıtlarının iptali ile davacılar adına tapuya tesciline karar vermiştir.
Kararın gerekçesinde, deprem sonrası uyuşmazlık konusu taşınmazın imar
durumunda yapılan değişiklik sebebiyle sözleşmede öngörülen asıl projeye uygun
olarak beş katlı bir yapının yapılmasının mümkün olmadığı vurgulanmıştır.
Mahkeme; tarafların bu taşınmaz üzerinde imar durumuna uygun yeni bir yapı yapılması
hususunda anlaşmaya varamadıklarını, davalı yüklenicinin yeni bir proje de
sunamadığını tespit etmiştir. Dolayısıyla Mahkemeye göre önceki sözleşmenin
yerine getirilemeyeceği sabittir. Mahkeme, taşınmazın bağımsız bölümlerinin
yüklenici tarafından satıldığını kabul etmiş ancak davalı pay sahiplerinin
taşınmaz üzerindeki yapı tamamlanmadan bu bölümleri satın aldıklarını
belirtmiştir. Kararda, sözleşme yerine getirilmeden satışların yapıldığı
dikkate alınarak davalı pay sahiplerinin iyi niyetli kabul edilmesinin mümkün
olmadığı ifade edilmiştir. Sonuç olarak Mahkeme, davacı arsa malikleri ile
davalı yüklenici arasındaki sözleşmenin yüklenicinin temerrüdü sebebiyle
feshini kabul etmiş; bu fesih dolayısıyla işin başında yükleniciye devredilen
tapu kayıtlarının iptali ile davacılar adına tescili gerektiği kanaatine
varmıştır.
12. Başvurucu,
kararı temyiz etmiş; Yargıtay 23. Hukuk Dairesinin 5/7/2013
tarihli ilamıyla hükmün onanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar
düzeltme istemi ise aynı Dairenin 27/2/2014 tarihli
ilamıyla reddedilmiştir.
13. Nihai
karar, başvurucu vekiline 3/7/2014 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
14. Başvurucu
4/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Kanun Hükümleri
15. 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun
106. maddesi şöyledir:
“Karşılıklı taahhütleri havi olan bir akitte iki taraftan biri mütemerrit olduğu takdirde, diğeri borcun ifa edilmesi için
münasip bir mehil tayin veya münasip bir mehilin tayinini hakimden
isteyebilir.
Bu mehil zarfında borç ifa edilmemiş bulunduğu
surette alacaklı her zaman onun ifasını talep ve teahhür
sebebi ile zarar ve ziyan davası ikame eylemek hakkını haizdir; birde aktin icrasından ve teahhürü
sebebiyle zarar ve ziyan talebinden vazgeçtiğini derhal beyan ederek borcun ifa
edilmemesinden mütevellit zarar ve ziyanı talep veya akdi fesh
edebilir.”
16. 818
sayılı Kanun’un 107. maddesi şöyledir
"Aşağıdaki hallerde bir mehil tayinine lüzum yoktur.
1 - Borçlunun hal ve vaziyetinden bu tedbirin tesirsiz olacağı
anlaşılırsa
2 - Borçlunun temerrüdü neticesi olarak borcun ifası alacaklı için faidesiz kalmış ise.
3 - Akdin hükümlerine göre borç tayin ve tesbit
edilen bir zamanda veya muayyen bir mehil içinde ifa edilmek lazım
geliyorsa."
17. 818
sayılı Kanun’un 355. maddesi şöyledir:
“İstisna, bir akittirki onunla bir taraf (müteahhit), diğer tarafın (iş sahibi) vermeği taahhüt
eylediği semen mukabilinde bir şey imalini iltizam eder.”
18. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun 123.
maddesi şöyledir:
“Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde, taraflardan biri temerrüde
düştüğü takdirde diğeri, borcun ifa edilmesi için uygun bir süre verebilir veya
uygun bir süre verilmesini hâkimden isteyebilir.”
19. 6098
sayılı Kanun’un 124. maddesi şöyledir:
“Aşağıdaki durumlarda süre verilmesine gerek yoktur:
1. Borçlunun içinde bulunduğu durumdan veya tutumundan süre
verilmesinin etkisiz olacağı anlaşılıyorsa.
2. Borçlunun temerrüdü sonucunda borcun ifası alacaklı için yararsız
kalmışsa.
3. Borcun ifasının, belirli bir zamanda veya belirli bir süre içinde
gerçekleşmemesi üzerine, ifanın artık kabul edilmeyeceği sözleşmeden
anlaşılıyorsa.”
20. 6098
sayılı Kanun’un 125. maddesi şöyledir:
“Temerrüde düşen borçlu, verilen süre içinde, borcunu ifa etmemişse
veya süre verilmesini gerektirmeyen bir durum söz konusu ise alacaklı, her
zaman borcun ifasını ve gecikme sebebiyle tazminat isteme hakkına sahiptir.
Alacaklı, ayrıca borcun ifasından ve gecikme tazminatı isteme hakkından
vazgeçtiğini hemen bildirerek, borcun ifa edilmemesinden doğan zararın
giderilmesini isteyebilir veya sözleşmeden dönebilir.
Sözleşmeden dönme hâlinde taraflar, karşılıklı olarak ifa
yükümlülüğünden kurtulurlar ve daha önce ifa ettikleri edimleri geri
isteyebilirler. Bu durumda borçlu, temerrüde düşmekte kusuru olmadığını ispat
edemezse alacaklı, sözleşmenin hükümsüz kalması sebebiyle uğradığı zararın
giderilmesini de isteyebilir.”
21. 6098
sayılı Kanun’un 470. maddesi şöyledir:
“Eser sözleşmesi, yüklenicinin bir eser meydana getirmeyi, işsahibinin de bunun karşılığında bir bedel ödemeyi
üstlendiği sözleşmedir."
2. Yargıtay İçtihatları
22. Yargıtay
Hukuk Genel Kurulunun 24/2/2016 tarihli ve
E.2014/23-724, K.2016/168 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"Arsa Payı Karşılığı İnşaat Yapım Sözleşmeleri ise, arsa sahibi
veya sahipleri ile yüklenici arasında yapılan ve eser sözleşmelerinin bir türü
olan sözleşme tipidir.
Bir tanım yapmak gerekirse; arsa payı karşılığı inşaat yapım
sözleşmeleri; yüklenicinin finansı kendisi tarafından sağlanarak arsa malikinin
arsası üzerine bina yapım işini üstlendiği, arsa malikinin ise, bedel olarak
binadaki bir kısım bağımsız bölüm mülkiyetini yükleniciye geçirmeyi vaat ettiği
sözleşmelerdir. Bu sözleşmelerin konusu, arsa sahibinin maliki olduğu arsa
üzerine yapılacak bina inşaatıdır. İnşaat; maddi nitelikte eseri ifade eder.
İnşaat yapım sözleşmelerinde yüklenicinin ana borçları; bir inşaat
(eser) meydana getirme ve bu eseri iş sahibine teslim etme borçlarıdır. Bu iki ana borçtan doğan ve bu borçların akde uygun surette ifasını
sağlayan diğer birtakım yan borçlar da iş görme ediminin iyi surette ifası,
eserin akde uygun olarak hazırlanması ile ilgili olarak işi sadakat ve özenle
yapma borcu, araç ve gereçlerle malzemeye ilişkin borçlar, genel ihbar
yükümlülüğü, işe zamanında başlamak ve devam etmek borcu ile teslim borcuna
bağlı olan, ondan çıkan önemli bir borç olan ayıba karşı takeffül
borcudur (İzzet Karataş; Eser (İnşaat Yapım) Sözleşmeleri, Adalet Yayınevi,
Ankara 2009, s.99).
Yüklenicinin belirtilen borçlarına karşılık bu tür sözleşmelerde, iş
sahibi de arsa üzerinde meydana getirilen esere karşılık, “arsa payı devri”
suretiyle bir bedel ödemeyiasli edim olarak
borçlanmaktadır. Bu sözleşmelerde iş sahibinin ödeyeceği ücret (bedel), arsa
sahibi tarafından ayın olarak ödenmektedir. Bu
tür sözleşmelerin genellikle yıllara yayılması nedeniyle, sözleşmedeki amaca
ulaşılması, ifa süresindeki tek bu ücret ediminin yerine getirilmesi ile mümkün
bulunmaz. Bu nedenle iş sahibi tarafından bazı yan borçların da yerine
getirilmesi gerekir. Bunlar; Üzerinde hukuki ve fiili bir engel bulunmadan
arsanın inşaata elverişli ve ayıpsız olarak teslimi, arsanın imar durumunun ve
inşaat ruhsatının alınması, plan ve projelerin yetkili merci olan belediyede
onaylattırılması, yüklenicinin hak ettiği bağımsız bölüm tapularının finans
temini için satışı, kat irtifakı kurulması, iskan
ruhsatı alımı gibi iş ve işlemler için gerektiğinde yükleniciye vekaletname
verilmesi, sözleşmede belirlenen arsa payının devri gibi yükümlülüklerdir.
Her iki tarafa borç yükleyen sözleşme
türlerinde kural olarak, taraflardan birinin önceden ifada bulunma yükümlülüğü
mevcut değilse, kendi edimini ifa etmeyen borçlu, karşı taraftan edimini ifa
etmesini talep edemeyecektir (Prof. Dr. Ahmet M. Kılıçoğlu; Borçlar Hukuk Genel
Hükümler, Yeni Borçlar Kanununa göre Hazırlanmış; Genişletilmiş 15. Bası,
Turhan Kitabevi, Ankara 2012, s.581). Bu
husus BK'nun 81. maddesinde "Mütekabil
taahhütleri muhtevi olan bir akdin ifasını talep eden kimse, akdin şartlarına
ve mahiyetine nazaran bir ecelden istifade hakkını haiz olmadıkça kendi borcunu
ifa etmiş veya ifasını teklif eylemiş olmak lazımdır" amir hükmü ile
düzenlenmiş, aynı husus TBK'nun 97. maddesinde de
hükme bağlanmıştır.
Arsa Payı Karşılığı İnşaat Yapım Sözleşmeleri de, her iki tarafa borç
yükleyen sözleşme türlerinden olduğundan, ifa sırası yani ilk önce taraflardan
hangisinin edimini ifayla yükümlü olacağı sorusu önem taşımaktadır. Bu neviden
sözleşmelerde öncelikle bina yapma yükümlülüğü altına giren yüklenici taraf,
sözleşmeye uygun olarak edimini yerine getirmeli, daha sonra da arsa malikinden
edimini yerine getirmesini talep etmelidir. Bir başka deyişle ise, öncelikle
sözleşmeye uygun eser yapılmalı, daha sonra arsa malikinin edimini yerine
getirmesi talep edilmelidir.
Arsa maliki, arsa payı devri edimini değişik şekillerde ifa edebilir.
Bu edimi ya kararlaştırılan arsa paylarının devrinin inşaat bitirilince
yükleniciye devredilmesi, ya dasözleşmede inşaatın
geldiği aşamaya göre kademeli tapu devri şeklinde yerine getirebilir. Bu ikinci
halde yani kademeli tapu devrinde, yüklenici her aşamada devri kararlaştırılan
tapuları arsa sahibinden istemeye hak kazanır.
Tam burada konuyu aydınlatması bakımından borçlunun temerrüdünden de söz
edilmesi faydalı olacaktır.
Geniş anlamda borçlu temerrüdü (borçlunun direnimi) borçlunun
sözleşmeye aykırı davranması=borcunu ifa etmemesi demektir. Bu halde ifa
olanağı bulunduğu ifa için kararlaştırılan zaman geldiği ve uyarıldığı halde
borçlu borcunu ifa etmemektedir.
Borçlunun temerrüdüne ilişkin düzenlemeye BK’nun
101-108.maddelerinde yer verilmiştir. Bununla birlikte, BK. m.358/1’de olduğu
gibi, borç ilişkisinin özelliği gereği diğer bazı yasalarda da borçlu
temerrüdüne dair hükümler yer almaktadır.
Genel olarak borçlu temerrüdünde aranan ilk şart “edimin ifa olanağı bulunması”dır. Şayet edimin ifası objektif olarak
imkânsızsa borçlu temerrüdünden söz edilemez.
Borçlu temerrüdünde aranan diğer bir şart da “borcun muaccel olması”dır. Borç istenebilir hale gelmeden temerrütten
bahsedilemez. Zira muacceliyet alacaklının borçludan
borçlanılan edimi talep ve dava edebilme yetkisini ifade eder.
BK’nun 101/1 maddesine göre, “Muaccel bir borcun borçlusu alacaklının ihtarı
ile mütemerrit olur.” denilmektedir.
Maddeye göre, temerrüt için muacceliyet
yetmemekte, kural olarak alacaklının ihtarı da aranmaktadır. İhtar, alacaklının
talep iradesini borçluya ulaştırmasıdır.
Borçlu kusurlu veya kusursuz olsun, yukarıda sayılanlar olayda varsa
temerrüt gerçekleşir. Başka bir deyişle borçlunun kusuru temerrüt için şart
değildir.
Eser sözleşmeleri iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerdendir. Burada
biri diğerinin karşılığı olan borçlar vardır. Başka bir anlatımla, taraflar
birbirine karşı hem alacaklı ve hem de borçludur. Kendi borcunu ifa eden veya
ifaya hazır olduğunu bildiren taraf alacaklı (BK. m.81), edimini yerine
getirmeyen taraf ise borçludur.
Sözleşme hukukunda
temel koşul, sözleşmenin kurulmasından sonra tarafların sözleşmeden doğan
yükümlülüklerini, kararlaştırılan şekilde ve zamanda yerine getirmek zorunda
olmalarıdır. Sözleşme kurulduktan sonra, şartlarda değişiklik ortaya çıksa
bile, taraflar sözleşme gereğini aynen yerine getirmek zorundadır. Temel kural
budur ve bu kurala “ahde vefa” (söze bağlılık) ilkesi denilmektedir.
Eser sözleşmesinin iki tarafa borç yükleyen sözleşme olması
özelliğinden dolayı temerrüt halinde, temerrüdün sonuçları bakımından BK.
m.106-108’deki düzenlemelere tabidir. Çünkü anılan maddelerde genel hükümlerden
ayrılarak (BK. m.102), iki tarafa borç yükleyen sözleşmelere özgü, özel
hükümler getirilmiştir.
BK’nun 106-108 maddeleri birlikte değerlendirildiğinde, iki tarafa borç
yükleyen sözleşmeyle temerrüde düşen borçluya karşı, alacaklıya üç ayrı
seçimlik hak tanındığı görülmektedir.
Bunlar; aynen ifa ve gecikmeden dolayı tazminat isteme hakkı; aynen
ifayı reddederek ademi ifa sebebiyle müspet zararını
talep hakkı; sözleşmeyi feshederek menfi zararını isteme hakkı olarak
sayılabilir.
....
Borç, alacaklının tayin ettiği süre sonunda da ifa edilmezse, ayrıca
bir ihtara gerek olmadan BK. m.106’daki seçeneklerden biri kullanılabilir.
Ancak BK. m. 107’de sayılan nedenler söz konusu ise alacaklı, borçluya
mehil vermeden de, BK. m. 106’daki seçeneklerden birini kullanabilir.
Bunlar; borçlunun hal ve davranışından süre verilmesinin etkisiz
olacağının anlaşılması; temerrüt alacaklı yönünden aynen ifayı faydasız hale
getirmişse; sözleşmede ifa tarihinin kesin olarak saptanması halleri olarak
sayılabilir."
23. Yargıtay
Hukuk Genel Kurulunun 25/11/2015 tarihli ve
E.2014/14-132, K.2015/2685 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"Eser sözleşmelerinin bir türü olan arsa payı karşılığı inşaat
sözleşmesi, taraflara karşılıklı hak ve borçlar yüklemekte; yüklenici, finansı
sağlayan arsa malikinin taşınmazı üzerine bina yapma işini üstlenmekte, arsa
maliki ise inşa edilecek binadaki bir kısım bağımsız bölümlerin mülkiyetini
yükleniciye devretmeyi vaat etmektedir.
Yüklenicinin arsa payı karşılığı inşaat yapmakta olduğu veya arsa
sahibinin aynı zamanda yüklenici sıfatıyla hareket ederek (yapsatçı konumunda)
inşa etmekte olduğu binalardan bağımsız bölüm satın alınması halinde Borçlar
Kanunu’nun 163. maddesi (TBK m. 184) gereğince üçüncü kişiye yapılacak temlikin
yazılı olması yeterlidir.
Bu tür davalarda mahkemece öncelikle yüklenicinin edimini (eseri
meydana getirme ve teslim borcunu) yerine getirip getirmediğinin, ardından
sözleşme hükümlerindeki iskan koşulu (oturma izni) v.s. diğer borçlarını ifa edip etmediğinin açıklığa
kavuşturulması zorunludur. Bunun için de davaya konu temlik işleminin geçerli
olup olmadığı, arsa maliki ile yüklenici arasında düzenlenen arsa payı
karşılığı inşaat sözleşmesi gereğince yüklenicinin borçlarının neler olduğunun
sözleşme hükümleri çerçevesinde incelenip değerlendirilmesi gerekmektedir.
Davacının arsa sahibi ile yüklenici arasında düzenlenen arsa payı
karşılığı inşaat sözleşmesi gereğince yükleniciye bırakılması kararlaştırılan
bağımsız bölümü yükleniciden temlik alması halinde arsa sahibini ifaya
zorlayabilmesi için bazı koşulların varlığı gerekir. Borçlar Kanunu’nun 167.
maddesi gereğince; “'Borçlu, temlike vakıf olduğu zaman; temlik edene karşı
haiz olduğu defileri, temellük edene karşı dahi dermeyan edebilir.' Buna göre
temliki öğrenen arsa sahibi, temlik olmasaydı önceki alacaklıya (yükleniciye)
karşı ne tür defiler ileri sürebilecekse, aynı defileri yeni alacaklıya (temlik
alan davacıya) karşı da ileri sürebilir. Temlikin konusu, yüklenicinin arsa
sahibi ile yaptığı sözleşme uyarınca hak kazandığı gerçek alacak ne ise o
olacağından, temlik eden yüklenicinin arsa sahibinden kazanmadığı hakkı üçüncü
kişiye temlik etmesinin arsa sahibi bakımından bir önemi bulunmamaktadır. Diğer
taraftan, yüklenici arsa sahibine karşı edimini tamamen veya kısmen yerine
getirmeden kazanacağı şahsi hakkı üçüncü kişiye (davacıya) temlik etmişse,
üçüncü kişi (davacı) Borçlar Kanunu’nun 81. maddesi hükmünden yararlanma hakkı
bulunan arsa sahibini ifaya zorlayamaz".
24. Yargıtay
23. Hukuk Dairesinin 19/2/2016 tarihli ve E.2015/1660,
K.2016/942 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"Sözleşmenin tarafı olmayan davacı, davalı yükleniciye isabet edendaireyi devralmış olup, sadece bu payın tescili istemi
ile sınırlı olarak yüklenicinin payına halef olmuştur (Dairemizin 22.01.2014
tarih ve 2013/7747 E., 2014/347 K; 24.11.2014 tarih ve
9383 E., 7532 K. 17.12.2015 tarih ve 2717 E., 8229 K. sayılı ilamları da bu
yöndedir.)
Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi gereğince yükleniciye düşen
bağımsız bölümü harici satım sözleşmesiyle yükleniciden satın alan davacı,
yüklenicinin arsa payı karşılığı zaten yapmaya zorunlu olduğu imalata katkıları
sebebiyle arsa sahibinden talepte bulunamaz. Davacı böyle bir talebi, ancak,
akidi olan yükleniciye karşı ileri sürebilir."
25. Yargıtay
15. Hukuk Dairesinin 25/10/2007 tarihli ve
E.2006/3246, K.2007/6600 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"Kat karşılığı inşaat sözleşmelerinde, yükleniciye sözleşme
uyarınca isabet eden bağımsız bölümlerin, yüklenici tarafından üçüncü kişilere
satılması, inşaatın malî kaynağının sağlanması amacına yöneliktir. Üçüncü
kişilere satılan bu bağımsız bölümler üzerinde üçüncü kişilerin malik
olabilmeleri; başka bir anlatımla hak sahibi olabilmeleri, halef oldukları
yüklenicinin sözleşmeden doğan tüm yükümlülüğünü yerine getirmesine bağlıdır.
Nasıl ki, dosyada tespit edilen %15 inşaat seviyesine göre yüklenici kendisine
düşen bağımsız bölümleri hak etmemişse, sattığı kişiler de bu bağımsız
bölümleri hak etmiş sayılamazlar. Teminat ipoteklerinin satış anında
kaldırılmış olmaları, satın alan üçüncü kişilere hak bahşetmez. Henüz inşaat
aşamasında bağımsız bölüm satın alan davalı üçüncü kişiler, inşaatın yüklenici
tarafından bitirilmesi halinde hak sahibi olacaklarını bilmeleri gerekir."
B. Uluslararası Hukuk
26. Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne
(Sözleşme) ek (1) Numaralı Protokol'ün 1. maddesinin temel amacı, devlet
tarafından mülkiyet hakkına yapılan haksız müdahalelere karşı kişinin
korunmasını sağlamaktır. Bununla birlikte Sözleşme'nin 1. maddesi uyarınca her
taraf devlet "kendi yetki alanı içinde
bulunan herkesin, Sözleşme'de tanımlanan hakları ve
özgürlüklerden yararlanmalarını sağlama" yükümlülüğü
altındadır. Bu genel nitelikli görevin yerine getirilmesi, Sözleşme ile güvence
altına alınan hakların etkili bir biçimde uygulanmasını sağlamak için bazı
pozitif yükümlülüklere yol açmaktadır (Ališić ve diğerleri/Bosna Hersek, Hırvatistan, Sırbistan,
Slovenya ve Makedonya Cumhuriyeti [BD], B. No: 60642/08, 16/7/2014, § 100; Sovtransavto Holding/Ukrayna, B. No: 48553/99,
25/7/2002, § 96).
27. AİHM, Sözleşme'ye ek (1) Numaralı Protokol'ün 1. maddesi ile
güvence altına alınan mülkiyet hakkının da bazı pozitif yükümlülükler
içerdiğini kabul etmektedir. AİHM'e göre mülkiyet
hakkının gerçekten etkili bir biçimde korunabilmesi, devletin müdahale etmeme
görevi yanında ayrıca bazı pozitif tedbirler almasını da gerektirmektedir (Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 134; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004,
§ 143).
28. AİHM; Sözleşme'ye ek (1) Numaralı Protokol'ün 1. maddesinin
devletin doğrudan müdahalesinin söz konusu olmadığı, özel kişiler arasındaki
uyuşmazlıklar yönünden de -belirli durumlarda- mülkiyet hakkının korunması için
gerekli tedbirleri alma yükümlülüğünü içerdiğini kabul etmektedir. Devletin
pozitif yükümlülükleri çerçevesinde -özel kişiler arası mülkiyet ilişkileri
bakımından olsa bile- kişilerin mülkiyet haklarına yapılacak keyfî müdahalelere
karşı hukuksal bir koruma sağlaması gerekmektedir. Bu bağlamda devlet
özellikle, tarafların mülkiyet hakkına ilişkin uyuşmazlıklar yönünden gerekli
usule ilişkin güvenceleri sunan etkin bir yargısal mekanizma oluşturma
yükümlülüğü altındadır. Bu çerçevede oluşturulan yargı yollarında ulusal
mahkemeler de iç hukukta yer alan ilgili kanunlar ışığında makul ve adil bir
biçimde mülkiyet uyuşmazlıklarını çözmek durumundadır. Mahkeme, bu gerekliliğin
sağlanıp sağlanmadığını değerlendirirken uygulanan usulün bütününü
incelemektedir (Sovtransavto Holding/Ukrayna, § 96; Fuklev/Ukrayna, B. No: 71186/01, 7/6/2005, §§ 90, 91; Kotov/Rusya [BD], B. No: 54522/00, 3/4/2012, § 112; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD],
B. No: 73049/01, 11/1/2007, §§ 82-87; Capital Bank AD/Bulgaristan, B. No: 49429/99, 24/11/2005, § 134).
29. Bununla
birlikte AİHM; iç hukukun yorumlanması ve uygulanması konusundaki görevinin
sınırlı olduğunu, ulusal mahkemelerin hukuk kurallarının yorumlanması
bakımından sahip olduğu takdir hakkına açık bir keyfîlik
veya bariz bir takdir hatası olmadıkça karışamayacağını belirtmektedir (Anheuser‑Busch Inc./Portekiz,
§ 83; Kushoglu/Bulgaristan, B. No: 48191/99, 10/5/2007, § 47).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
30. Mahkemenin
22/6/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru
incelenip gereği düşünüldü:
A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
31. Başvurucu,
tapu siciline güvenerek bedeli mukabilinde satın aldığı arsa payının yargısal
bir kararla iptal edildiğinden yakınmaktadır. Başvurucu, arsa payı karşılığı
inşaat sözleşmesinin tarafı olmadığı gibi uyuşmazlık konusu taşınmaz üzerinde
arsa sahipleri ile yüklenici tarafından el birliğiyle binanın yapılmakta
olduğunu belirtmiştir. Başvurucuya göre kendisinin bu sözleşme bakımından iyi
niyetli üçüncü kişi konumunda olmasına rağmen arsa sahiplerince açılan davada
haksız bir Mahkeme kararıyla mülkü elinden alınmıştır. Başvurucu sonuç olarak
arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi kapsamında açılan davada Mahkeme
kararıyla arsa payının iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
32. İddianın
değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.”
33. Anayasa’nın
5. maddesi şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi
korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin
temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle
bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri
kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları
hazırlamaya çalışmaktır.”
34. Anayasa
Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile
bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, mülkiyet hakkının ihlal edildiği
iddiası yanında adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
Ancak başvurucunun temel iddiası, uyuşmazlık konusu taşınmazdaki arsa payının
iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkindir.
Dolayısıyla başvurucunun makul sürede yargılanma hakkı dışındaki diğer bütün
iddialarının mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği
değerlendirilmiştir.
35. Anayasa'nın 35. maddesi kapsamındaki mülkiyet hakkının ihlal
edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak
zorundadır (Cemile Ünlü, B. No:
2013/382, 16/4/2013, § 26). Somut olayda başvurucunun
uyuşmazlık konusu taşınmazın arsa payı karşılığı inşaat yapım sözleşmesi
kapsamında yükleniciye devredilen inşa edilecek yapının bir bağımsız bölümüne
ilişkin arsa payını tapuda satın aldığı görülmektedir. Yargıtay,üçüncü kişilere satılan bu bağımsız bölümler
üzerinde üçüncü kişilerin malik olabilmelerinin halef oldukları yüklenicinin
sözleşmeden doğan tüm yükümlülüğünü yerine getirmesine bağlı olduğunu kabul
etmektedir (bkz. § 26). Bununla birlikte Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma
alanındaki mülkiyet hakkı, özel hukukta veya idari yargıda kabul edilen
mülkiyet hakkı kavramlarından farklı bir anlam ve kapsama sahip olup bu
alanlarda kabul edilen mülkiyet hakkı, yasal düzenlemeler ile yargı
içtihatlarından bağımsız olarak özerk bir yorum ile ele alınmalıdır (Hüseyin Remzi Polge,
B. No: 2013/2166, 25/6/2015, § 31). Olayda, uyuşmazlık
konusu taşınmaz tapuda başvurucu adına tescil edilmiştir. Ancak yine Yargıtay
içtihatlarına göre yüklenicinin arsa payı karşılığı inşaat yapım sözleşmesinin
gerektirdiği edimleri ifa etmesi hukuken imkânsız hâle geldiğinden arsa
malikinin iade hakkının doğduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Derece
Mahkemelerince iptal edilmeden önce taşınmazın başvurucu adına tapuda kayıtlı
olduğu ve ayrıca başvurucunun bu arsa payını tapuda satın alırken karşılığında
parasal bir değer ödediği de dikkate alındığında Anayasa'nın 35. maddesi
bağlamında başvurucunun korunması gereken ekonomik bir menfaatinin bulunduğu
anlaşılmaktadır.
36. Başvuru konusu olayda, başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik
olarak kamu makamlarınca doğrudan yapılan bir müdahale mevcut olmayıp özel
kişiler arası bir uyuşmazlık söz konusudur. Dolayısıyla başvuruda, devletin
mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri yönünden inceleme yapılması
gerekmektedir.
a. Genel
İlkeler
37. Bireysel başvuru, devlet tarafından kamu gücü kullanılarak
bireylerin temel haklarına yapılan müdahaleler sonucu meydana gelen hak ihlallerini
gidermek amacıyla ihdas edilmiş bir ikincil koruma mekanizması olmakla birlikte
kimi durumlarda özel kişiler arası ilişkiler sonucu özel kişilerin
birbirilerinin haklarına yaptıkları müdahalelerde devlete atfedilebilecek
sorumluluklar bulunabilmektedir. Bu durumlarda bireysel başvuru konusu yapılan
dava sadece adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmekle kalmayıp özel kişiler
tarafından başlatılan süreç sonucu etkilenen diğer haklar yönünden de
incelenebilir (Türkiye Emekliler Derneği,
B. No: 2012/1035, 17/7/2014, § 34).
38. Bu bağlamda devletin temel amaç ve görevlerini tanımlayan
Anayasa’nın 5. maddesi kişinin temel hak ve hürriyetlerini sınırlayan engelleri
kaldırmayı, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları
hazırlamayı hukuk devletinin gereği olarak kabul etmektedir. Bahsedilen Anayasa
hükmünün gerekçesinde devletin hak ve hürriyetlerin gerçekleştirilmesine
yardımcı olması gereğinin benimsendiği ifade edilmiştir. Anayasa’nın pek çok
maddesinde düzenlemeye konu hakkın korunması ve gerçekleştirilmesi için
devletin alacağı tedbirlerden bahsetmektedir (Türkiye
Emekliler Derneği, § 38).
39. Bireylerin
Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında bulunan temel haklara özel hukuk
kişileri tarafından yapılan müdahaleler sonucu bireylerin haklarının zarar
gördüğü kimi durumlarda devlete atfedilebilecek sorumluluklar bulunabilir.
Devletin bu tür haksız müdahalelere karşı bireylerin mülkiyet hakkının
korunması için etkili iç hukuk yolları ihdas ederek yapılan müdahalelere karşı
özellikle mahkemelere başvurmak suretiyle koruma talep edebilmelerini sağlaması
ve yapılacak yargılamalarda özel kişilerin çatışan hakları arasında tercih
yaparken mahkemelerce anayasal yorumla temel hakların korunması gerekmektedir.
Böylelikle devlet, etkili bir iç hukuk yolu ihdas ederek adalet ve hakkaniyete
uygun bir yargılama ortamı oluşturup üzerine düşen görevi yerine getirmiş
olacaktır (Türkiye Emekliler Derneği,
§ 39).
40. Anayasa'nın
35. maddesinin birinci fıkrasında
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir." denilmek
suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Bu maddede bir temel hak
olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir
şekilde korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir.Anayasa'nın 5. ve 35.
maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif
yükümlülükleri de bulunmaktadır. Bu pozitif yükümlülükler, kimi durumlarda özel
kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının
korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (Eyyüp Boynukara, B.
No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41).
41. Devletin pozitif yükümlülükleri,
mülkiyet hakkına yapılan müdahalelere karşı usule ilişkin güvenceleri sunan
yargısal yolları da içeren etkili hukuksal bir çerçeve oluşturma ve oluşturulan
bu hukuksal çerçeve kapsamında yargısal ve idari makamların bireylerin özel
kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermesini temin etmek
sorumluluklarını da içermektedir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. §§
27-30).
b. İlkelerin
Olaya Uygulanması
42. Uyuşmazlık konusu taşınmaz üzerinde inşa edilecek yapının
bağımsız bölümüne ilişkin arsa payı, taşınmazın malikleri tarafından arsa payı
karşılığı inşaat yapım sözleşmesi çerçevesinde yükleniciye devredilmiştir. Bu
sözleşmeyle taşınmazın malikleri taşınmazda inşa edilecek bazı bağımsız
bölümleri ve arsa paylarını yükleniciye devretme; yüklenici ise bu taşınmaz
üzerinde sözleşmede belirtilen koşullarda bir yapı inşa etme yükümlülüğü altına
girmiştir. Yüklenici henüz yapı tamamlanmadan uyuşmazlık konusu arsa payını
N.Ç.ye satmış, başvurucu da söz konusu payı bu kişiden 14/1/1998
tarihinde tapuda satın almıştır. Ancak 1999 yılında meydana gelen deprem sonucu
inşa edilmekte olan yapı yıkılmıştır. Sonrasında Belediye -yaşanan depremi de
gözeterek- daha önce izin verilen beş kat yerine bu defa en fazla iki katlı
yapı inşa edilebilecek şekilde taşınmazın imar durumunda değişiklik yapmıştır.
Bunun üzerine sözleşme koşullarının yerine getirilemediğini belirten taşınmazın
malikleri, sözleşmenin feshi ile tapu iptali ve tescil istemleriyle yüklenici
ve yükleniciden arsa paylarını satın alan kişilere karşı bireysel başvuruya
konu davayı açmışlardır. Yapılan yargılama neticesinde Mahkeme, arsa payı
karşılığı inşaat sözleşmesi kapsamında yüklenicinin temel edimi olan yapıyı
inşa ettiremediğini tespit ederek yüklenicinin temerrüdü nedeniyle sözleşmenin
feshine karar vermiştir. Mahkeme ayrıca bu karar ile,
sözleşmenin feshini gerekçe göstererek başvurucunun ve yüklenici ile
yükleniciden arsa payı satın alan diğer kişilerin tapularının iptaline ve bu
payların da taşınmaz malikleri adlarına tapuya tesciline karar vermiştir (bkz.
§ 11). Başvurucunun bu karara karşı temyiz istemi üzerine hüküm Yargıtayca onanmış ve başvurucunun karar düzeltme talebi de
Yargıtayca reddedilerek hüküm kesinleşmiştir (bkz. §
12).
43. Başvuru
konusu olayda devlete düşen pozitif yükümlülük, arsa sahibinin iade hakkını
kullanması sebebiyle başvurucunun mülkiyet hakkını koruyacak ve ona yeterli
güvenceler sağlayacak hukuksal mekanizmaları oluşturmak ve bunun etkin bir
şekilde işlemesini sağlamaktır.
44. Yargıtay içtihatlarında, arsa payı karşılığı inşaat yapım
sözleşmesinin arsa sahibi veya sahipleri ile yüklenici arasında yapılan ve eser
sözleşmelerinin bir türü olan sözleşme tipi olduğu açıklanmıştır. Buna göre
arsa payı karşılığı inşaat yapım sözleşmeleri; yüklenicinin maliyeti kendisi
tarafından sağlanarak arsa malikinin arsası üzerine bina yapım işini
üstlendiği, arsa malikinin ise bedel olarak binadaki bir kısım bağımsız bölüm
mülkiyetini yükleniciye geçirmeyi vaat ettiği sözleşmelerdir. İnşaat yapım
sözleşmelerinde yüklenicinin ana borçlarının bir inşaat (eser) meydana getirme
ve bu eseri iş sahibine teslim etme borçları olduğu kabul edilmiştir. Buna
karşılık bu tür sözleşmelerde iş sahibinin de arsa üzerinde meydana getirilen
esere karşılık “arsa payı devri” suretiyle bir bedel ödemeyiasli
edim olarak borçlandığı belirtilmektedir. Bu sözleşmelerde iş sahibinin
ödeyeceği ücret (bedel), arsa sahibi tarafından ayni olarak ödenmektedir. Yargıtay
ayrıca, eser sözleşmelerinin niteliği gereği iki tarafa borç yükleyen
sözleşmelerden olduğunu, temerrüt hâlinde de uyuşmazlık tarihi itibarıyla
yürürlükte olan 818 sayılı Kanun'un 106-108. maddelerinin (6098 sayılı Kanun'un
123-125. maddeleri) uygulanacağını belirtmektedir. Diğer taraftan Yargıtay
içtihatlarında, yüklenicinin alacağın temliki hükümlerine göre arsa paylarını
yazılı şekil koşuluyla satabileceği ve yükleniciden arsa payını satın alan
kişilerin ise yüklenicinin halefi oldukları kabul edilmiştir (bkz. §§ 22-25).
45. Bu açıklamalar ışığında somut olay
incelendiğinde taraflar arasındaki uyuşmazlığın arsa payı karşılığı inşaat
yapım sözleşmesinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.818 sayılı Kanun'un 19.
maddesinde (6098 sayılı Kanun'un 26. maddesi) öngörülen sözleşme özgürlüğü
çerçevesinde düzenlenen arsa payı karşılığı inşaat sözleşmelerinin bu Kanun'da
düzenlenmeyen isimsiz sözleşmelerden olduğu ancak bu sözleşmelerin hüküm ve
uygulanma koşullarının Yargıtayın istikrar kazanmış
içtihatlarıyla açıklığa kavuşmuş olduğu görülmektedir. Diğer taraftan başvurucunun
uyuşmazlığa konu yargılamada kendisini vekil ile temsil ettirmiş ve davalı
sıfatıyla Mahkeme önünde itiraz ve savunmalarını ortaya koyup delillerini
sunabilmiştir. Derece Mahkemelerince de mülkiyet hakkının ihlal edildiği
iddiasına konu edilen uyuşmazlığın çözümüne ilişkin olarak önceden oluşturulan,
öngörülebilir, ulaşılabilir ve belirli nitelikte olduğu anlaşılan bir hukuksal
çerçeve kapsamında delillerin değerlendirildiği ve hukuk kurallarının
yorumlanarak sonuca varıldığı görülmektedir.
46. Anayasa
Mahkemesinin delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına
yönelik şikâyetler bakımından görevi ise bireysel başvurunun ikincil doğası
gereği sınırlıdır. Bu sebeple Anayasa Mahkemesinin -mülkiyet hakkına müdahale
teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
içeren istisnalar dışında- derece mahkemelerinin hukuk kurallarını uygulama ve
yorumlama bakımından takdir yetkisine karışamayacağı kuşkusuzdur.
47. Somut
olayda başvurucunun tapuda satın aldığı arsa payı Mahkeme kararıyla iptal
edilmiştir. Ancak Derece Mahkemelerinin tespit ettiği üzere başvurucu,
uyuşmazlık konusu taşınmaz üzerinde inşa edilecek bağımsız bölümlere ait arsa
payını yükleniciden (onun sattığı kişiden) satın almıştır. Dolayısıyla
başvurucu, yüklenicinin halefi sıfatıyla taşınmazın malikleri ile yüklenici
arasında düzenlenen arsa payı karşılığı inşaat yapım sözleşmesinin tarafı olarak
görülmüştür. Ancak bu sözleşme doğrultusunda yüklenicinin kendisine düşen asıl
edimi yani inşaatı yapma edimini yerine getirmediği tespit edilmiştir. Bu durum
nedeniyle daha önce edimini yerine getirmiş olan taşınmaz malikleri, temerrüt
hükümlerine dayalı olarak sözleşmenin feshini talep etmişlerdir. Derece
Mahkemeleri de bu gerekçeyle ilgili hukuk kuralları gereğince sözleşmenin
feshine ve tapunun iptaline karar vermiştir. Derece mahkemelerine göre
başvurucu satın alırken inşaatın henüz tamamlanmadığını ve ileride inşa
edilecek bir bağımsız bölüme ait arsa payını satın aldığını bilebilecek
durumdadır (bkz. §§ 11, 12). Başka bir deyişle henüz inşaat hâlinde olan bir
yapının bağımsız bölümünü satın alan başvurucunun inşaatın tamamlanamaması
durumunda yükleniciden satın alınan arsa paylarının iade edilmesini öngörmesi
gerektiği kabul edilmektedir (bkz. § 25). Gerçekten de başvurucunun inşa
edilecek bir bağımsız bölüme ait arsa payını satın aldığı tapu kaydından açıkça
anlaşılmaktadır. Böyle bir arsa payını satın alan başvurucu; yüklenicinin
halefi olduğundan taşınmaz maliklerine karşı, düzenlenen arsa payı karşılığı
inşaat yapım sözleşmesi çerçevesinde yüklenicinin haklarına sahip olmuş ancak
öte yandan yine bu sözleşme kapsamında yüklenicinin edimlerinden de sorumlu tutulmuştur.Bununla birlikte
başvurucunun borçlar hukuku kurallarına göre arsa payını satan kişi ve
yükleniciye karşı dava açma ve zararını tazmin etme imkânı da bulunmaktadır
(bkz. §§ 23, 24).
48. Dolayısıyla
somut olayda devletin pozitif yükümlülükleri kapsamında mülkiyetin
kullanılmasına ve korunmasına yönelik yeterli güvencelerin mevcut olduğu,
bireysel başvuruya konu kararlarda yer verilen tespit ve gerekçeler itibarıyla
mülkiyet hakkının korunması yükümlülüğü yönünden başvurucunun usule ilişkin
güvencelerden etkin biçimde yararlanmasının sağlandığı ve yargısal makamların
takdir yetkilerinin sınırının aşılmadığı sonucuna varılmıştır. Sonuç olarak
yukarıda da değinildiği üzere -mülkiyet hakkının korunması çerçevesinde
başvurucunun zararını tazmin edebilme imkânının mevcut olduğu da dikkate
alındığında- mülkiyet hakkına ilişkin şikâyet yönünden açık ve görünür bir
ihlal bulunmamaktadır.
49. Açıklanan
gerekçelerle başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
50. Başvurucu,
makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
51. Açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
52. Medeni
hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit
edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin
sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde-
yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa
Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013,
§§ 50, 52).
53. Medeni
hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul
olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli
olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar
dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri,
§§ 41-45).
54. Anılan
ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate
alındığında somut olayda yaklaşık 8 yıl 5 ay sürdüğü anlaşılan yargılamanın
süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
55. Açıklanan
gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
56. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anaysa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da
edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…”
57. Başvurucu,
manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
58. Somut
olayda, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
59. İhlal
tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında -yargılamadaki
taraf sayısı da gözetilerek- başvurucuya net 6.300 TL manevi tazminat
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
60. Dosyadaki
belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. 1.
Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
2. Makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın
36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya
net 6.300 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin
REDDİNE,
D. 206,10
TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama
giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin,
kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden
itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin
sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ
UYGULANMASINA,
F. Kararın bir
örneğinin Düzce 2. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2005/703, K.2012/577)
GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın
bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 22/6/2017tarihinde OYBİRLİĞİYLE
karar verildi.