TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MAHMUT DURAN VE
DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru
Numarası: 2014/11441)
|
|
Karar
Tarihi: 1/2/2017
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Ayhan KILIÇ
|
Başvurucular
|
:
|
1. Mahmut DURAN
|
|
|
2. Niyazi GÜLER
|
Vekili
|
:
|
Av. Şükrüye Asuman GÜROL TURANBOY
|
|
|
3. Muharrem CAM
|
|
|
4. Kemal TÜTÜNCÜ
|
|
|
5. Mehmet ŞAHİN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, fiili zilyedi bulundukları ve tapuda kayıtlı olmayan
taşınmazların mera olarak tescil edilmesi nedeniyle mülkiyet haklarının ihlal
edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. 2014/11441, 2014/11442 ve 2014/11444 numaralı bireysel
başvurular 24/6/2014 tarihinde; 2014/10934 ve
2014/10940 numaralı bireysel başvurular ise 25/6/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm
Başkanı tarafından, başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5.
2014/11442, 2014/11444, 2014/10934 ve 2014/10940 numaralı bireysel başvuru
dosyaları, aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle
2014/11441 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş ve 2014/11442,
2014/11444, 2014/10934 ve 2014/10940 sayılı bireysel başvuru dosyaları
kapatılmıştır. Sonuç olarak inceleme 2014/11441 numaralı bireysel başvuru
dosyası üzerinden yürütülmüştür.
6. 2014/11441
sayılı başvuruda, başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve
bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunmayacağını
bildirmiştir.
7. İncelemenin yürütüldüğü 2014/11441 sayılı başvuruda
Bakanlıktan görüş istenmiş olması ve birleşen diğer dosyaların da konu
itibarıyla aynı olması gözönünde bulundurularak
birleşen dosyalar yönünden ayrıca Bakanlıktan görüş istenmesine gerek
görülmeyerek başvurunun incelenmesine geçilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvurucular Mahmut Duran, Niyazi Güler, Muharrem Cam, Kemal
Tütüncü ve Mehmet Şahin sırasıyla 1937, 1946, 1938,1926 ve 1936 doğumlu olup
Seydişehir'de ikamet etmektedirler.
9. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
A. Yargılama Öncesi ve
İlk Derece Aşamasına İlişkin Süreç
1. Başvurucu Mahmut Duran
Yönünden
10. Başvurucunun zilyedi bulunduğu ve Konya ili Seydişehir
ilçesi Taraşçı köyünün Nohuttaş mevkiinde kain olan
taşınmaz, 4/5/1984 tarihinde 2842 parsel numarasıyla
Hazine adına tespit edilmiştir. Kadastro tespit tutanağında, tapuda kaydı
bulunmayan ve kadimden beri devletin hüküm ve tasarrufunda bulunan taşınmazın
işgal edilerek tarla hâline getirildiğine dair not düşülmüştür.
11. Başvurucu, kadastro tespit tutanağına itiraz etmiş ve
itirazın Kadastro Komisyonunca reddi üzerine 16/6/1988
tarihinde Seydişehir Kadastro Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası
açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, taşınmazın 1955 yılında babası
tarafından düğün bedeli olarak kendisine verildiğini ve o tarihten beri zilyedi
bulunduğunu belirtmiştir.
12. Mahkeme, 17/7/1989 tarihli duruşmada
dava dosyasının, aralarında irtibat bulunması nedeniyle E.1986/13 sayılı dosya
ile birleştirilerek esas kaydının kapatılmasına ve incelemenin E.1986/13 sayılı
dosya üzerinden yürütülmesine karar vermiştir. Ancak Mahkeme, 12/4/1991 tarihinde birleştirme kararından dönerek dosyaları
tefrik etmiş ve yargılamaya ayrı dosyalar üzerinden devam etmiştir.
13. Mahkeme, 1/7/1992 tarihinde
mahallinde bilirkişilerle birlikte keşif yaptıktan sonra 19/8/1992 tarihinde
davayı kabul ederek taşınmazın başvurucu adına tescil edilmesine karar
vermiştir. Mahkeme, keşifte dinlenen tanık beyanlarından ve bilirkişi
görüşlerinden hareketle başvurucunun kadastro tarihi itibarıyla yirmi yılı
aşkın bir süre taşınmaza nizasız ve fasılasız zilyet bulunduğu gerekçesine
dayanmıştır. Kararın gerekçesinde ayrıca, daha önce aynı bölgede bulunan dört
parselle ilgili davacılar lehine verilen tescil kararlarının kesinleşmiş olduğu
hususu da vurgulanmıştır.
2. Başvurucu Niyazi Güler
Yönünden
14. Başvurucu, Konya ili Seydişehir ilçesi Taraşçı köyünün Nohuttaş mevkiinde kain olan ve tapu kütüğüne kayıtlı
bulunmayan taşınmazı 31/10/1973 tarihli harici satış
senediyle üçüncü kişilerden satın almıştır. Başvurucunun fiili zilyedi
bulunduğu söz konusu taşınmaz, 8/5/1984 tarihinde 2857
parsel numarasıyla Hazine adına tespit edilmiştir. Kadastro tespit tutanağında,
tapuda kaydı bulunmayan ve kadimden beri devletin hüküm ve tasarrufunda bulunan
taşınmazın işgal edilerek tarla hâline getirildiğine dair not düşülmüştür.
15. Başvurucu, kadastro tespit tutanağına itiraz etmiş ve
itirazın Kadastro Komisyonunca reddi üzerine 1/10/1988
tarihinde Seydişehir Kadastro Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası
açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, taşınmaza 1973 tarihinden beri zilyet
bulunduğunu, ondan önce de taşınmazın, taşınmazı satın aldığı kişinin fiili
zilyetliğinde olduğunu belirtmiştir.
16. Mahkeme, 17/7/1989 tarihli
duruşmada dava dosyasının, aralarında irtibat bulunması nedeniyle E.1986/13
sayılı dosya ile birleştirilerek esas kaydının kapatılmasına ve incelemenin
E.1986/13 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine karar vermiştir. Ancak Mahkeme, 12/4/1991 tarihinde birleştirme kararından dönerek dosyaları
tefrik etmiş ve yargılamaya ayrı dosyalar üzerinden devam etmiştir.
17. Mahkeme, 1/7/1992 tarihinde
mahallinde bilirkişilerle birlikte keşif yaptıktan sonra 8/7/1992 tarihinde
davayı kabul ederek taşınmazın başvurucu adına tescil edilmesine karar
vermiştir. Mahkeme, keşifte dinlenen tanık beyanlarından ve bilirkişi
görüşlerinden hareketle önceki sahibin ve başvurucunun kadastro tarihi
itibarıyla toplamda yirmi yılı aşkın bir süre taşınmaza nizasız ve fasılasız
zilyet bulundukları gerekçesine dayanmıştır. Kararın gerekçesinde ayrıca, daha
önce aynı bölgede bulunan dört parselle ilgili davacılar lehine verilen tescil
kararlarının kesinleşmiş olduğu hususu da vurgulanmıştır.
3. Başvurucu Mehmet Şahin
Yönünden
18. Başvurucunun zilyedi bulunduğu ve Konya ili Seydişehir
ilçesi Taraşçı köyünün Nohuttaş mevkiinde kain olan
üç taşınmaz 20/12/1983 tarihinde 2788, 2790 ve 2793
parsel numaralarıyla Hazine adına tespit edilmiştir. Kadastro tespit
tutanağında, tapuda kaydı bulunmayan ve kadimden beri devletin hüküm ve
tasarrufunda bulunan taşınmazın işgal edilerek tarla hâline getirildiğine dair
not düşülmüştür.
19. Başvurucu, kadastro tespit tutanağına itiraz etmiş ve
itirazın Kadastro Komisyonunca reddi üzerine 31/12/1985
tarihinde Seydişehir Tapulama (Kadastro) Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz
davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, taşınmazlara elli yıldan beri
murisinin ve sonra da kendisinin zilyet bulunduğunu belirtmiştir.
20. Mahkeme 30/7/1986 tarihinde
mahallinde keşif yapmıştır.
21. Mahkeme, 6/7/1988 tarihli duruşmada
dava dosyasının, aralarında irtibat bulunması nedeniyle E.1986/13 sayılı dosya
ile birleştirilerek esas kaydının kapatılmasına ve incelemenin E.1986/13 sayılı
dosya üzerinden yürütülmesine karar vermiştir. Ancak Mahkeme, 12/4/1991 tarihinde birleştirme kararından dönerek dosyaları
tefrik etmiş ve yargılamaya ayrı dosyalar üzerinden devam etmiştir.
22. Mahkeme, 22/5/1992 tarihinde tekrar
mahallinde bilirkişilerle birlikte keşif yaptıktan sonra, 5/8/1992 tarihinde
davayı kabul ederek taşınmazın başvurucu adına tescil edilmesine karar
vermiştir. Mahkeme, keşifte dinlenen tanık beyanlarından ve bilirkişi
görüşlerinden hareketle başvurucunun kadastro tarihi itibarıyla toplamda yirmi
yılı aşkın bir süre taşınmaza nizasız ve fasılasız zilyet bulunduğu gerekçesine
dayanmıştır. Kararın gerekçesinde ayrıca, daha önce aynı bölgede bulunan dört
parselle ilgili davacılar lehine verilen tescil kararlarının kesinleşmiş olduğu
hususu da vurgulanmıştır.
4. Başvurucu Muharrem Cam
Yönünden
23. Başvurucunun zilyedi bulunduğu ve Konya ili Seydişehir
ilçesi Taraşçı köyünün Nohuttaş mevkiinde kain olan
altı adet taşınmaz 22/12/1983 tarihinde 2787, 2815,
2835, 2847, 3049 ve 3050 parsel numaralarıyla Hazine adına tespit edilmiştir.
Başvurucu, 2815 parsel nolu taşınmazı 1/7/1975 tarihli harici satış senediyle üçüncü kişiden satın
almıştır. 3049 ve 3050 parsel numaralı taşınmazlar ise kendisine miras yoluyla
devredilmiştir. Kadastro tespit tutanağında, tapuda kaydı bulunmayan ve
kadimden beri devletin hüküm ve tasarrufunda bulunan taşınmazların işgal
edilerek tarla hâline getirildiğine dair not düşülmüştür.
24. Başvurucu, kadastro tespit tutanağına itiraz etmiş ve
itirazın Kadastro Komisyonunca reddi üzerine, 2787, 2815, 2847 sayılı
parsellere ilişkin olarak 14/1/1986 tarihinde; 2835,
3049 ve 3050 sayılı parsellere ilişkin olarak ise 12/9/1988 tarihinde
Seydişehir Kadastro Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası açmıştır.
Başvurucu dava dilekçesinde, taşınmazlara elli yıldan beri murisinin ve sonra
da kendisinin zilyet bulunduğunu belirtmiştir.
25. Mahkeme, 6/7/1988, 14/6/1989 ve
26/61989 tarihlerinde dava dosyalarının, aralarında irtibat bulunması nedeniyle
E.1986/13 sayılı dosya ile birleştirilerek esas kayıtlarının kapatılmasına ve
incelemenin E.1986/13 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine karar vermiştir.
Ancak Mahkeme, 12/4/1991 tarihinde birleştirme
kararından dönerek dosyaları tefrik etmiş ve yargılamaya ayrı dosyalar
üzerinden devam etmiştir.
26. Mahkeme, 10/7/1992 tarihinde
mahallinde bilirkişilerle birlikte keşif yaptıktan sonra 5/8/1992 ve 9/9/1992
tarihlerinde davaları kabul ederek taşınmazların başvurucu adına tescil
edilmesine karar vermiştir. Mahkeme, keşifte dinlenen tanık beyanlarından ve
bilirkişi görüşlerinden hareketle başvurucunun kadastro tarihi itibarıyla
toplamda yirmi yılı aşkın bir süre taşınmaza nizasız ve fasılasız zilyet
bulunduğu ve taşınmazların mera niteliğinde olmadığı gerekçesine dayanmıştır.
Kararın gerekçesinde ayrıca, daha önce aynı bölgede bulunan dört parselle
ilgili davacılar lehine verilen tescil kararlarının kesinleşmiş olduğu hususu
da vurgulanmıştır.
5. Başvurucu Kemal
Tütüncü Yönünden
27. Başvurucunun zilyedi bulunduğu ve Konya ili Seydişehir
ilçesi Taraşçı köyünün Nohuttaş mevkiinde kain olan
üç adet taşınmaz, 8/5/1984 tarihinde 2849, 2850 ve
2852 parsel numaralarıyla Hazine adına tespit edilmiştir. Kadastro tespit
tutanağında, tapuda kaydı bulunmayan ve kadimden beri devletin hüküm ve
tasarrufunda bulunan taşınmazların işgal edilerek tarla hâline getirildiğine
dair not düşülmüştür.
28. Başvurucu, kadastro tespit tutanağına itiraz etmiş ve
itirazın Kadastro Komisyonunca reddi üzerine 17/10/1988
tarihinde Seydişehir Kadastro Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası
açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, taşınmazı, uzun yıllardan beri zilyetliğinde
bulunduran murisinden 22/5/1960 tarihli harici satış
senediyle satın alarak fasılasız nizasız zilyetliğinde bulundurduğunu
belirtmiştir.
29. Mahkeme, 17/7/1989 tarihinde dava
dosyasının, aralarında irtibat bulunması nedeniyle E.1986/13 sayılı dosya ile
birleştirilerek esas kaydının kapatılmasına ve incelemenin E.1986/13 sayılı
dosya üzerinden yürütülmesine karar vermiştir. Ancak Mahkeme, 12/4/1991 tarihinde birleştirme kararından dönerek dosyaları
tefrik etmiş ve yargılamaya ayrı dosyalar üzerinden devam etmiştir.
30. Mahkeme, 2/7/1992 tarihinde
mahallinde bilirkişilerle birlikte keşif yaptıktan sonra 8/7/1992 tarihinde davayı kabul ederek taşınmazların
başvurucu adına tescil edilmesine karar vermiştir. Mahkeme, keşifte dinlenen
tanık beyanlarından ve bilirkişi görüşlerinden hareketle başvurucunun kadastro
tarihi itibarıyla toplamda yirmi yılı aşkın bir süre taşınmaza nizasız ve
fasılasız zilyet bulunduğu ve taşınmazların mera niteliğinde olmadığı
gerekçesine dayanmıştır. Kararın gerekçesinde ayrıca, daha önce aynı bölgede
bulunan dört parselle ilgili davacılar lehine verilen tescil kararlarının
kesinleşmiş olduğu hususu da vurgulanmıştır.
B. Yargıtay Aşaması ve
Sonraki Süreç
31. Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 26/4/1993,
6/5/1993 ve 3/4/1995 tarihli kararlarıyla Mahkemece kurulan hükümleri
bozmuştur. Yargıtay, Mahkemenin eksik araştırma ve incelemeye dayanarak hüküm
kurduğunu belirtmiştir. Kararlarda, komşu dört parsel hakkında verilen
kararların görülen dava yönünden kesin hüküm oluşturmayacağı vurgulanmış,
dosyada bulunan belgelerden Nohuttaş olarak anılan
bölgenin kadim bir mera olduğu ve Taraşçı köylülerince 1970'li yıllardan
itibaren paylaşılarak kullanılmaya başlandığı yolunda ciddi iddialar
bulunmasına rağmen Mahkemece bunların araştırılmadığı ifade edilmiştir. Kararın
gerekçesinde Mahkemenin ne şekilde bir inceleme usulü izlemesi gerektiği
detaylı bir biçimde açıklanmıştır. Buna göre Mahkemece, bölgeye komşu olan
diğer yerlere ilişkin kararda sayılan bazı parsellerle ilgili tutanaklar ile
dayanağı bilgi ve belgelerin getirtilmesi, ilgili kurumlarca daha önce
düzenlenen haritaların temin edilmesi, mera ile ilgisi bulunmayan komşu köyden
üç mahalli bilirkişi seçilerek mahallinde keşif yapılması, taraf tanıklarının
merayla yarar ilişkisi bulunmayan kişilerden seçilmelerinin sağlanması, üç
kişilik ziraat bilirkişisinden ayrıntılı rapor alınması, Seydişehir Sulh Ceza
Mahkemesince 14/10/1986 tarihinde verilen meraya
tecavüzün meni kararına ilişkin dosyanın getirtilerek incelenmesi gerektiği
ifade edilmiştir.
32. Bozma kararlarına uyan Mahkeme 26/9/1993
ve 29/9/1995 tarihlerinde öncelikle dosyaların birleştirilmesine karar
vermiştir. Mahkeme, Yargıtay bozma kararında belirtilen bilgi ve belgeleri
getirttikten sonra 20/5/2011 tarihinde mahallinde
keşif yapmıştır. Keşif mahalline bir harita mühendisi ve üç ziraat mühendisi
ile komşu köy olan Akçalar köyünden üç mahalli birkişi
götürülmüştür. Mahalli bilirkişiler bazı parseller yönünden, taşınmazların
bundan elli yıl öncesine kadar harman yeri olarak kullanıldığını, mera
olmadığını; diğer bazı parseller yönünden ise taşınmazların bulunduğu yerde
bazı arazilerle birlikte meranın da bulunduğunu, söz konusu merada hayvan
otlattıklarını, ancak aradan uzun zaman geçtiği için hangilerinin tarla
hangilerinin mera olduğunu hatırlamadıklarını beyan etmişlerdir.Başvurucuların tanıkları da, söz konusu
arazilerin mera olmayıp harman yeri olarak kullanıldığı yolunda beyanlarda
bulunmuşlardır. Ziraat mühendisi bilirkişiler tarafından mahkemeye sunulan
raporda özetle, taşınmazların düşük verimli topraklardan olduğu, evveliyatında
çayırlık veya boş alan olarak kullanıldığı, son yıllarda da işlenerek tarım
arazisi hâline getirildiği görüşleri ifade edilmiştir.
33. Mahkeme 21/10/2011 tarihli
kararıyla davayı reddetmiş ve taşınmazların mera olarak tesciline karar
vermiştir. Kararın gerekçesinde, mahalli bilirkişilerce dava
konusu taşınmazların mera olduğunun beyan edildiği, fen bilirkişisi raporunda
ihtilaflı arazilerin bulunduğu bölgenin Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü
haritasında mera olarak gösterilen alanın sınırları içerisinde kaldığının
belirtildiği, zirai bilirkişilerin söz konusu yerlerin boş alan ve çayırlık
olduğu yolunda görüş bildirdikleri, ayrıca mahalli bilirkişilerin bazı
parsellerin mera olduğu yolunda beyanlarda bulundukları hususları ile Yargıtayın kimi dairelerinin, etrafı merayla çevrili
arazinin meradan dönüştürülmek suretiyle tarla hâline getirildiğinin kabulü
gerektiği yolundaki görüşlerine dayanıldığı açıklanmıştır.
34. Başvurucuların temyizi üzerine Yargıtay 7. Hukuk Dairesi, 16/5/2013 tarihli kararıyla, ilk derece mahkemesi kararını,
başvurucuların taşınmazları yönünden onamıştır. Bu karar, Mahmut Duran ve
Niyazi Güler isimli başvuruculara 1/8/2013 tarihinde
tebliğ edilmiştir.
35. Mahmut Duran ve Niyazi Güler isimli başvurucular 6/9/2013 tarihinde, diğerleri ise 1/8/2013 tarihinde kararın
düzeltilmesi isteminde bulunmuşlardır. Yargıtay, 22/4/2014
tarihli kararıyla, kadastro mahkemelerinde sürelerin adli tatilde de
işleyeceğini dikkate alarak Mahmut Duran ve Niyazi Güler yönünden karar
düzeltme isteminin süre aşımı nedeniyle reddine karar vermiştir. Karar düzeltme
istemi diğer başvurucular yönünden ise esas yönünden reddedilmiştir. Bu karar
Mahmut Duran ve Niyazi Güler isimli başvuruculara 27/5/2014
tarihinde; diğerlerine ise 26/5/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
36. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı
Türk Medeni Kanunu’nun 705. maddesi şöyledir:
"Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması,
tescille olur.
Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal,
kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden
önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi,
mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır."
37. 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı
mülga Türk Medeni Kanunu’nun 633. maddesi şöyledir:
"Gayrimenkul mülkiyetini iktisap için
tapu siciline kayıt, şarttır. Bununla beraber işgal, miras, istimlak, cebri
icra tarikleriyle veya mahkeme ilamı ile bir gayrimenkulü iktisabeden
kimse tescilden evvel dahi ona malik olur.Fakat
tescil merasimi ikmal edilmedikçe temliki tasarrufta bulunamaz."
38. 28/6/1966 tarihli ve 766 sayılı
mülga Tapulama Kanunu’nun 35. maddesi şöyledir:
"Mera, yayla, kışlak, otlak, harman yeri,
pazar ve panayır yerleri gibi ammenin istifadesine tahsis edildiği veya
kadimden beri umumun istifade ve intifa ettiği, belgelerle veya bilirkişi ve
şahit beyanı ile tevsik edilen ortamalı arazi
sınırlandırılır, parsel numarası verilerek yüzölçümü hesaplanır.
Bu sınırlandırma tescil mahiyetinde olmadığı
gibi bu suretle belirtilen gayrimenkuller, hususi kanunlarında yazılı hükümler
mahfuz kalmak üzere hususi mülkiyete konu teşkil etmezler."
39. Mülga 766 sayılı Kanun'un 37. maddesinin ilgili bölümü
şöyledir:
"Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu
hükümlerine göre; Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunup kamu hizmetlerine
tahsis olunmıyan taşlık ve delicelik
araziden 27/3/1950 tarihinden önce masraf ve emek
sarfı ile bağ, bahçe, meyvalık, zeytinlik veya tarla
haline gerilmek suretiyle ihya edilmiş gayrimenkuller, Hazine adına tesbit ve tescil olunur. İhya edenlerle kanuni veya akdi
halefleri tutanakta ve kütüğün beyanlar hanesinde gösterilir. Bu gibi yerler
hakkında yetkili mercilerce Çiftçiyi Topraklandırma Kanununun muaddel geçici
maddesi hükmü uygulanır.
Bu nevi gayrimenkuller üzerinde Hazine
tarafından Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu o yerde tatbik edilinceye kadar ahara
temliki tasarrufta bulunamıyacağı gibi, ihya
edenlerle haleflerinin zilyedlikleri ihlal olunamaz.
Bu cihet tapulama tutanağında belirtilir ve kütüğün şerhler hanesine işaret
olunur.
Bu hükümler dışında ihya edilmiş veya ihyasına
başlanmış olan gayrimenkuller doğrudan doğruya Hazine adına tesbit
ve tescil olunur. Özel kanunlar hükümleri saklıdır."
40. 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı
Kadastro Kanunu’nun 16. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
"Kamunun ortak kullanılmasına veya bir
kamu hizmetinin görülmesine ayrılan yerlerle Devletin hüküm ve tasarrufu
altında bulunan sahipsiz yerlerden:
...
B)
Mera, yaylak, kışlak, otlak, harman ve panayır yerleri gibi paralı veya parasız
kamunun yararlanmasına tahsis edildiği veya kamunun kadimden beri yararlandığı
belgelerle veya bilirkişi veya tanık beyanı ile ispat edilen orta malı taşınmaz
mallar sınırlandırılır, parsel numarası verilerek yüzölçümü hesaplanır ve bu
gibi taşınmaz mallar özel siciline yazılır.
Bu
sınırlandırma tescil mahiyetinde olmadığı gibi bu suretle belirlenen taşınmaz mallar,
özel kanunlarında yazılı hükümler saklı kalmak kaydıyla özel mülkiyete konu
teşkil etmezler.
..."
41. 3402 sayılı Kanun'un 17. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Orman sayılmayan Devletin hüküm ve
tasarrufu altında bulunan ve kamu hizmetine tahsis edilmeyen araziden, masraf
ve emek sarfı ile imar ve ihya edilerek tarıma elverişli hale getirilen
taşınmaz mallar 14 üncü maddedeki şartlar mevcut ise imar ve ihya edenler veya
halefleri adına, aksi takdirde hazine adına tespit edilir."
B. Uluslararası Hukuk
42. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesine ek (1) Numaralı Protokol’ün 1. maddesi anlamında ancak “mülk”
teşkil eden şeylere müdahale edilmesi koşuluyla anılan hükmün ihlali iddiasında
bulunulabileceğini vurgulamaktadır (Kopecky/Slovakya, B. No: 44912/98, 28/9/2004, § 35; Gratzinger ve Gratzingerova/Çek
Cumhuriyeti, [BD-KK]B. No: 39794/98, 10/7/2002, § 69).(1) Numaralı
Protokol bağlamında “mülk” kavramı iç hukuktaki formel
sınıflandırmadan bağımsız olarak özerk bir anlam taşımaktadır (Beyeler/İtalya, B. No:33202/96, 5/1/2000,
§100; Eski Yunanistan Kralı ve
Diğerleri/Yunanistan, B. No: 25701/94, 23/11/2000, §60). “Mülk”
kavramının özerk yorumlanması, maddi varlığı bulunan şeylerle sınırlı olmaması
anlamına da gelmektedir. Bu bağlamda, mal varlığını oluşturan hak ve menfaatler
de bu hüküm çerçevesinde mülkiyet hakkı kapsamında, diğer bir deyişle “mülk”
olarak değerlendirilebilir (Broniowski/Polonya, B. No: 31443/96, 22/6/2004, §129).
43. AİHM’e göre (1) Numaralı
Protokol’ün 1. maddesi mevcut mülkleri veya varlıkları kapsamakta olup mülk
edinmeyi garanti altına almaz (Kopecky/Slovakya,
§35; Gratzinger ve Gratzingerova,
§ 69). Ayrıca, şarta bağlı taleplerin, koşulların yerine getirilmemesi sonucu
geçerliliğini yitirmesi durumunda “mülk” olarak nitelenmezler (Gratzinger ve Gratzingerova,
§69).
44. Bununla birlikte AİHM, bu hükmün, “mevcut mülk” veya mal
varlığının yanında, mülkiyet hakkından etkili yararlanmanın teminine yönelik en
azından "meşru bir beklenti"nin bulunduğunun
iddia edilebilmesine imkân tanıyan taleplerin de mülk kapsamına girdiğini kabul
etmektedir. Buna karşılık AİHM, mülkiyet hakkının tanınacağı umudunun (1)
Numaralı Protokol’ün 1. maddesi anlamında “mülk” olarak görülmesinin mümkün
olmadığını ifade etmektedir (Kopecky/Slovakya,
§ 35; Gratzinger ve Gratzingerova/Çek
Cumhuriyeti, § 69; Lihtenştayn
Prensi Hans-Adam II/Almanya, B. No:
42527/98, 12/7/2001, § 83; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98, 24/6/2003,§32).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
45. Mahkemenin 1/2/2017 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A.Başvurucular Mahmut Duran ve
Niyazi Güler Yönünden
46. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 47. maddesinin (5) numaralı
fıkrasında, bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten;
başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün
içinde yapılması gerektiği hükme bağlanmıştır.
47.
Bireysel başvurunun ön şartlarından biri de otuz günlük süre kuralıdır. Süreye
uyulması, başvurunun her aşamasında dikkate alınması gereken bir usul şartıdır
(Deniz Baykal, B. No: 2013/7521, 4/12/2013, § 32).
48. Hukuk
davalarında olağan kanun yolları temyiz ve karar düzeltme yoludur. Karar
düzeltme yolu açık olan bir hükmün kesinleşmesi, karar düzeltme istemi sonunda
verilen ret kararıyla veya karar düzeltme yoluna başvurulmamışsa temyiz onama
kararının tebliğinden itibaren karar düzeltme başvuru süresinin sonunda
gerçekleşir (Kudret Başbuğ, B.
No: 2014/4714, 8/6/2016, § 31).
49. Karar
düzeltme yolu olağan bir kanun yolu niteliğinde ise de bu yol, istemin bir üst
mahkeme veya aynı düzeyde başka bir mahkemece değil, temyiz incelemesini yapan
aynı yargı mercii tarafından incelenmesi nedeniyle klasik olağan kanun
yollarından ayrılmaktadır. Anayasa Mahkemesi kararlarında karar düzeltme
kurumunun bu niteliği dikkate alınarak bu yolun etkili bir başvuru yolu olup
olmadığı başvurucuların ihtiyarına bırakılmıştır (Fikret Güney, B. No: 2013/1936, 18/9/2013
ve Kudret Başbuğ kararları). Başvurucunun karar düzeltme yolu açık
olan bir hükme yönelik olarak karar düzeltme yolunu etkili görerek bu yola
başvurması durumunda karar düzeltme isteminin reddine ilişkin kararın
tebliğinden itibaren otuz gün içinde bireysel başvuruda bulunması
gerekmektedir. Buna karşılık başvurucunun, karar düzeltme yolunu etkili
görmeyerek bu yola başvurmaması hâlinde, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru
süresi temyiz onama kararını öğrendiği tarihten itibaren işlemeye başlar (Fikret Güney, § 23; Kudret Başbuğ, § 32).
50. Somut
olayda Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin temyiz isteminin reddine ilişkin 16/5/2013 tarihli kararı Mahmut Duran ve Niyazi Güler isimli
başvuruculara 1/8/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Anılan başvurucuların 6/9/2013 tarihinde ve on beş günlük yasal süresinden sonra
kararın düzeltilmesi isteminde bulunmuş olmaları nedeniyle aynı Dairenin
22/4/2014 tarihli kararıyla karar düzeltme isteminin başvurucular yönünden süre
aşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir. Başvurucular bu kararın kendilerine
tebliğinden sonra 25/6/2014 tarihinde bireysel
başvuruda bulunmuşlardır.
51. Kararın
düzeltilmesi yolunun işletildiğinden söz edilebilmesi için yasal süresi içinde
bu yola başvurulması gerekmektedir. Süresinden sonra başvuru yapılması
durumunda istemin esasının incelenmesi mümkün bulunmadığından hukuken karar
düzeltme yoluna başvurulduğundan söz edilemez. Dolayısıyla somut olayda otuz
günlük bireysel başvuru süresinin, yasal süresi içinde yapılmaması nedeniyle
esasına geçilmeksizin reddedilen kararın düzeltilmesi istemine ilişkin nihai
kararın tebliğ edildiği tarihten değil, temyiz isteminin reddine ilişkin
kararın tebliğ edildiği 1/8/2013 tarihinden itibaren
işlemeye başladığının kabulü gerekmektedir. Bu durumda, 25/6/2014
tarihinde yapılan bireysel başvuru süresinde değildir.
52. Açıklanan
nedenlerle ihlale neden olduğu iddia edilen karara ilişkin olarak otuz gün
geçtikten sonra yapılan başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden
incelenmeksizin süre aşımı nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Diğer Başvurucular Yönünden
1. Başvurucuların İddiaları
53. Başvurucular, fiili zilyedi bulundukları ve tapuda kayıtlı
olmayan taşınmazların mera olarak tespit edilmesi nedeniyle mülkiyet haklarının
ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
54. Başvurucular, bir kısmı kendilerine miras kalan, bir kısmı
ise harici satış senetleriyle üçüncü kişilerden satın alınan ihtilaf konusu
taşınmazların, fasılasız ve nizasız olarak en az yirmi yıldan beri kendilerinin,
murislerinin veya önceki sahiplerinin zilyetliğinde bulunduğunu vurgulamış ve
taşınmazların kain bulunduğu yerin mera vasfına sahip
olmadığını savunmuşlardır. Başvurucular, ihtilaf konusu taşınmazlarla sınırdaş
olan diğer bazı taşınmazların kesinleşmiş mahkeme kararlarıyla özel mülk
niteliğinde olduklarının hüküm altına alındığı ve ayrıca ihtilaf konusu
taşınmazların da mera niteliğinde olmadığı yolunda tanık beyanları ile
bilirkişi raporları bulunduğu hâlde kendi taşınmazlarına ilişkin olarak farklı
yönde hüküm kurulduğundan yakınmışlardır.
55. Başvurucular, Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin bozma kararından
sonra yapılan yargılamada aralarında sınır ihtilafının bulunduğu Akçalar
köyünden seçilen üç mahalli bilirkişinin beyanlarının güvenilir olamayacağını
ifade etmişlerdir.Öte
yandan, başvurucular Mahkemenin gereksiz olarak birçok dosyayı birleştirmiş
olması nedeniyle otuz yılı aşan yargılamanın sağlıklı bir biçimde yapılmış
olmasından söz edilemeyeceğini belirtmişlerdir. Başvurucularca son olarak
kadastro tespit komisyonu kararlarında dahi söz konusu yerlerin mera olduğuna
ilişkin bir saptamada bulunulmamasına rağmen Mahkemece taşınmazların mera
niteliğinde olduğu yolunda hüküm kurulduğundan şikâyet edilmiştir.
2. Değerlendirme
56. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
57. Başvurucuların, Hazine adına yapılan
tespite karşı açılan davaların nesnel hiçbir gerekçeye dayanılmadan
reddedilmesi, söz konusu davada delillerin alenen görmezden gelinmesi,
aralarında husumet bulunan köyden seçilen bilirkişilerin beyanlarına itibar
edilmesi, taşınmazların bitişiğindeki yerlerin özel mülk olarak kabul
edilmesine rağmen kendi taşınmazlarının mera olarak tescil edildiğine yönelik
iddialarının dikkate alınmaması biçimindeki şikâyetlerinin özü, taşınmazların
mera vasfının bulunup bulunmadığına yöneliktir. Taşınmazların mera niteliğinde olup
olmadığı, mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilecek bir "mülk"ün varlığının tespiti bakımından önem
taşımaktadır. Bu nedenle, yargılama sürecine ilişkin iddiaların mülkiyet hakkı
kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.
58. Öte yandan başvuru dilekçelerinde yargılama süresinin otuz
yılı aştığı ve otuz yılı aşan bir yargılamada sağlıklı bir inceleme
yapılmasının mümkün olmadığı biçiminde birtakım ifadelere yer verilmiş ise de
bu ifadelerin, yargılamanın sonucunda adil olmayan bir karar verildiği
şikâyetinin desteklenmesi amacına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Başvurucular,
makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğine ilişkin açık bir iddiada
bulunmadıkları gibi değinilen ifadelere yer verilmiş olmasının, makul sürede
yargılanma hakkının ihlalinden şikâyet edildiği biçiminde yorumlanması da
olanaksızdır. Başvurucular, şikâyet ettikleri hususları açık ve net bir biçimde
ifade etmek hususunda gerekli ciddiyet ve özeni göstermekle yükümlüdürler.
Anayasa Mahkemesi, başvuru dilekçesinde kullanılan ifadelerini görünürdeki
anlamlarına bakarak şikâyet edilen hususları tespit eder. Anayasa Mahkemesinin
yorum yoluyla dilekçede kullanılan ifadelere,görünürdeki
anlamlarından öte bir mana yükleyerek başvurucuların yakınmalarını saptamak
gibi bir görevi ve yetkisi bulunmamaktadır. Bu hususlar dikkate alındığında,
ayrıca makul sürede yargılanma hakkına yönelik bir inceleme yapılmasına gerek
görülmemiştir.
59. Anayasa'nın
"Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."
60. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir." denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye
bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı,
ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü malvarlığı
hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015,
§ 20). Bu bağlamda, mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan
menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni
haklar ve fikri hakların yanı sıra, icrası kabil olan her türlü hak ve
alacaklar da mülkiyet hakkının kapsamına dahildir.
61. Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı; mevcut
mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi
olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı, kişinin bu konudaki menfaati ne
kadar güçlü olursa olsun Anayasa'yla korunan mülkiyet kavramı içinde değildir.
Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir "ekonomik değer"
veya icrası mümkün bir "alacağı" elde etmeye yönelik "meşru bir
beklenti" Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir.
Meşru beklenti, makul bir şekilde ortaya konmuş icra edilebilir bir alacağın
doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma
ihtimalinin yüksek olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına dayanan,
yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklentidir. Temelsiz bir hak kazanma
beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir iddianın
varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No:
2012/636, 15/4/2014, § 36,37).
62. Somut olayda, 1983 ve 1984 yıllarında yapılan kadastro
çalışmaları sonucu, başvurucuların fiili zilyedi olduğu ancak tapu siciline
kayıtlı bulunmayan taşınmazlar Hazine adına tespit edilmiştir. Başvurucular ise
bu taşınmazların kendi mülkiyetlerinde bulunduğunu ileri sürmüşlerdir.
63. Tespit tarihinde
yürürlükte bulunan 743 sayılı Kanun'un 633. maddesine göre taşınmaz
mülkiyetinin kazanılabilmesi için kural olarak tapu siciline tescil şarttır.
Ancak; miras, mahkeme kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma hâllerinde
mülkiyet tescilden önce kazanılmaktadır. Benzer hüküm, 4721 sayılı Kanun'un
705. maddesinde de yer almaktadır. Dolayısıyla, Türk hukukunda, miras, mahkeme
kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma hâlleri dışında taşınmaz mülkiyeti,
tapu siciline yapılan tescilin sonucunda kazanılmaktadır.
64. Olayda başvurucular tarafından imar ve ihya suretiyle
üzerlerinde zilyetlik kurulan ihtilaf konusu taşınmazların tapuya kayıtlı
olmadığı hususunda tartışma bulunmamaktadır. Türk hukukunda gayrimenkul
mülkiyeti kural olarak tescil ile kazanılacağından başvurucular adına tapu
kütüğünde tescilli bulunmayan ihtilaf konusu taşınmazların başvurucuların
mülkiyetinde bulunduğundan söz edilemez.
65. Başvurunun mülkiyet
hakkı kapsamında incelenmesi gerekip gerekmediğinin tespiti bakımından ayrıca
zilyetlerin (başvurucuların), imar ve ihya ettikleri taşınmazların mülkiyetini
kazanacaklarına yönelik "meşru bir beklenti" içerisine girmelerine
neden olan bir kanun hükmünün veya açılacak davanın başarılı olma ihtimalinin
yüksek olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadının bulunup bulunmadığına
da bakılmalıdır.
66. Anayasa Mahkemesinin norm denetimi kapsamında 3402 sayılı
Kanun'un 46. maddesinin üçüncü fıkrasına yönelik iptal istemini incelediği 1/7/2015 tarihli
ve E.2015/39, K.2015/62 sayılı kararında Türk hukukunda "ihya"
yoluyla taşınmaz mülkiyetinin kazanılması meselesi detaylı bir biçimde ele
alınmıştır. Anayasa Mahkemesinin anılan kararında sonuç olarak Türk hukukunda,
1945 yılından 3402 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 9.10.1987 tarihine kadar
geçen sürede "ihya" suretiyle bir taşınmazın mülkiyetinin iktisap
edilebilmesi imkânının hukuken mümkün bulunmadığı tespiti yapılmıştır (Bkz. §
28-31).
67. 3402 sayılı Kanun'un 17. maddesiyle
devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan, orman sayılmayan ve kamu hizmetine
tahsis edilmeyen araziden, masraf ve emek sarfı ile imar ve ihya edilerek
tarıma elverişli hâle getirilen taşınmaz malların imar ve ihya edenler veya
halefleri adına tespit edilmesi mümkün kılınmış ise de aynı Kanun'un 16.
maddesinin birinci fıkrasının (B) bendi uyarınca meraların imar ve ihyaya konu
edilmesi mümkün değildir. Öte yandan, kadastro tespitlerinin yapıldığı tarihte
yürürlükte bulunan 766 sayılı Tapulama Kanunu'nun 35. ve 37. maddeleri birlikte
değerlendirildiğinde meraların ihya suretiyle özel mülkiyete konu edilmesine imkan tanınmadığı anlaşılmaktadır.
68. Somut olayda, başvurucuların zilyetliğinde bulunan
taşınmazların Hazine adına tespitine karşı açılan davada yapılan yargılama
sonucu hak iddia edilen taşınmazlarının tamamının mera vasfında olduğu sonucuna
ulaşılarak mera olarak tescillerine karar verilmiştir. Olayda bozma kararlarına
uyan Mahkemece, taşınmazların bulunduğu bölgeye komşu olan diğer bazı
parsellere ilişkin tutanaklarla dayanağı bilgi ve belgeler ile ilgili
kurumlarca daha önce düzenlenen haritalar ile Seydişehir Sulh Ceza Mahkemesince
14/10/1986 tarihinde verilen meraya tecavüzün meni
kararına ilişkin dosya getirtildikten sonra mera ile ilgisi bulunmayan komşu
köyden seçilen üç mahalli bilirkişi ile üç ziraat mühendisi ve bir harita
mühendisiyle birlikte olay yerinde keşif yapılmıştır. Keşif mahallinde
başvurucuların tanıkları da dinlenmiştir. Mahalli bilirkişiler bazı parseller
yönünden, taşınmazların elli yıl öncesine kadar harman yeri olarak
kullanıldığını, mera niteliğinde olmadığını; diğer bazı parseller yönünden ise taşınmazlarınbulunduğu yerde bazı arazilerle birlikte
meranın da bulunduğunu, söz konusu merada hayvan otlattıklarını, ancak aradan
uzun zaman geçtiği için hangilerinin tarla hangilerinin mera olduğunu
hatırlamadıklarını beyan etmişlerdir.Başvurucuların
tanıkları da söz konusu arazilerin mera olmayıp harman yeri olarak kullanıldığı
yolunda beyanlarda bulunmuşlardır. Ziraat mühendisi bilirkişiler tarafından
mahkemeye sunulan raporda özetle, taşınmazların düşük verimli topraklardan
olduğu, evveliyatında çayırlık veya boş alan olarak kullanıldığı, son yıllarda
da işlenerek tarım arazisi hâline getirildiği görüşleri ifade edilmiştir.
Ayrıca fen bilirkişisi raporunda ihtilaflı arazilerin bulunduğu bölgenin Köy
Hizmetleri Genel Müdürlüğü haritasında mera olarak gösterilen alanın sınırları
içerisinde kaldığı belirtilmiştir.
69. Mahkemece, mahalli bilirkişilerce dava
konusu taşınmazın mera olduğunun beyan edilmiş olması, fen bilirkişisi
raporunda ihtilaflı arazilerin bulunduğu bölgenin Köy Hizmetleri Genel
Müdürlüğü haritasında mera olarak gösterilen alanın sınırları içerisinde
kaldığının belirtilmesi, zirai bilirkişilerin söz konusu yerlerin boş alan ve
çayırlık olduğu yolunda görüş bildirmiş olmaları, ayrıca mahalli bilirkişilerin
diğer bazı parsellerin mera olduğu yolunda beyanlarda bulunmaları hususları ile
Yargıtayın kimi dairelerinin, etrafı merayla çevrili
arazinin meradan dönüştürülmek suretiyle tarla hâline getirildiğinin kabulü
gerektiği yolundaki görüşlerine dayanılarak ihtilaf konusu taşınmazların mera
niteliğinde olduğu sonucuna varılmıştır. Netice itibarıyla Mahkemece,
davanın reddi ile taşınmazların mera olarak sicile kaydedilmesine karar
verilmiştir. Söz konusu karar temyiz ve kararın düzeltilmesi denetimlerinden
geçerek onanmış ve kesinleşmiştir.
70. Tüm bu
hususlar birlikte dikkate alındığında, Hazine adına yapılan tespitlerin
iptaline ilişkin davada Mahkemece delillerin değerlendirilmesinde ve
yorumlanmasında açık ve bariz bir takdir hatasının bulunmadığı ve yargılama
sonucunda ihtilaf konusu taşınmazların mera vasfını haiz olduğu yolunda
ulaşılan kanaatin keyfîlik içermediği sonucuna
ulaşılmaktadır. Mahkemenin söz konusu taşınmazların mera olduğu yolundaki
kabulünün aksini düşünmeyi gerektirecek başkaca bir neden de bulunmamaktadır.
Dolayısıyla mera vasfında olduğu tespit edilen taşınmazlar üzerinde imar ve
ihya yoluyla mülkiyet tesisi hukuken olanaklı olmadığından ihyanın,
başvurucuları, bu taşınmazların maliki olabilecekleri yolunda meşru bir
beklentiye sevkettiği sonucuna ulaşılması mümkün
değildir.
71. Belirtilen çerçevede, mera niteliğinde olduğu tespit edilen
taşınmazlara zilyet olan başvurucular, hiçbir zaman bu taşınmazlara malik
olmadıkları gibi, mülk edinecekleri yolunda meşru bir beklentiye de sahip
bulunmadıklarından olayda "mülk"ün
varlığından söz edilemez.
72. Açıklanan nedenlerle, başvurucuların "mülk"lerinin bulunmadığı anlaşıldığından, başvurunun
mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden incelenmeksizin “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir..
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mahmut DURAN ve Niyazi GÜLER isimli başvurucuların kamuya
açık belgelerde kimliğinin gizli tutulması taleplerinin REDDİNE,
B. Başvurunun, Mahmut DURAN ve Niyazi GÜLER isimli başvurucular
yönünden süre aşımı nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
C. Diğer başvurucuların Anayasa'nın 35. maddesinde güvenceye
bağlanan mülkiyet haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddialarının “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
D. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
1/2/2017tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.