TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MUSTAFA KARACA BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/11657)
|
|
Karar Tarihi: 22/6/2017
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Ayhan KILIÇ
|
Başvurucu
|
:
|
Mustafa
KARACA
|
Vekili
|
:
|
Av. Sezai
DEMİRKAN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; taşınmaz satış vaadi sözleşmesine
istinaden açılan tapu iptali ve tescil davasında taşınmazınharca
esas olmak üzere tespit edilen gerçek bedeli yerine sözleşmede belirlenen
bedelin malike ödenmesine karar verilmesi, buna karşılık harç ve vekâlet
ücretinin ise mahkemece belirlenen gerçek bedel üzerinden hesaplanması, karar
ve ilam harcına her bir davalı için ayrı ayrı hükmedilmemesi, ayrıca temyiz
karar harcının yanlış hesaplanması nedenleriyle mülkiyet hakkının ihlal
edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 11/7/2014 tarihinde
yapılmıştır.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca başvurunun kabul
edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
başvurucuya tebliğ edilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu 1950 doğumlu olup Samsun ili Vezirköprü ilçesinde
ikamet etmektedir.
9. Başvurucu ve başvurucunun kardeşleri olan A. Karaca ve N.
Karaca Samsun ili Vezirköprü ilçesi Esentepe Mahallesi'nde kâin 179 ada 3
parsel numaralı taşınmazın hisseli malikleri olup her biri taşınmaza 1/3
oranında paydaştır.
10. Başvurucu ve kardeşlerden N. Karaca, anılan taşınmazdaki hisselerini
Vezirköprü Noterliğinde düzenlenen 11/3/2005 tarihli
gayrimenkul satış vaadi sözleşmesiyle diğer kardeş A. Karaca'ya 5.000 TL bedel
karşılığında satmayı taahhüt etmiştir.
11. Taraflar arasında anlaşmazlık çıkması üzerine A. Karaca
tarafından söz konusu gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayanılarak
başvurucu ve diğer hissedar aleyhine 22/5/2008
tarihinde Vezirköprü 1. Asliye Mahkemesinde (Mahkeme) tapu iptali ve tescil
davası açılmıştır.
12. Mahkeme tarafından dava konusu taşınmazın harca esas değerinin
tespiti için 18/5/2012 tarihinde mahallinde keşif ve
bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Bilirkişi tarafından Mahkemeye sunulan 24/5/2012 tarihli raporda, taşınmazın değeri 932.616 TL
olarak hesaplanmıştır. Mahkeme, taşınmazın değerini dikkate alarak eksik
yatırılan harcı ikmal ettirmiştir. Bu şekilde davacı tarafından 9.232 TL peşin
karar ve ilam harcı yatırılmıştır.
13. Mahkeme, davacının sözleşme ile belirlenen 5.000 TL satış
bedelinin ödendiğini ispatlayamadığı sonucuna ulaşarak bu tutarı başvurucu ve
diğer davalıya ödenmek üzere Mahkeme veznesine depo ettirmiştir.
14. Mahkemece 25/12/2012 tarihinde
verilen kararla, davanın kabulü ile taşınmazın tapusunun davacı adına tesciline
hükmedilmiştir. Mahkeme ayrıca davalılar (başvurucu ve N. Karaca) aleyhine
36.931,59 TL nispi karar ve ilam harcına, 35.719,76 TL de vekâlet ücretine
hükmetmiştir. Karar ve ilam harcı ile vekâlet ücretinin miktarı, taşınmazın
bilirkişi tarafından belirlenen değerinin -davalıların hisseleri dikkate
alınarak- üçte ikisi üzerindenhesaplanmıştır. Kararın
gerekçesinde 12/1/2011 tarihli ve 6101 sayılı Türk
Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 1. maddesi
delaletiyle olayda uygulanacak olan 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga
Borçlar Kanunu'nun 81. maddesi uyarınca vaat alacaklısı lehine tescile
hükmedilebilmesi için vaat alacaklısının sözleşmede belirlenen semeni ödemesi
gerektiği ifade edilmiştir. Gerekçede, satış vaaadi
sözleşmesinin 11/3/2005 tarihinde akdedildiği ve
davanın da 22/5/2008 tarihinde açıldığı gözetildiğinde yerleşik Yargıtay
içtihadına göre semenin güncelleştirilmeksizin aynen depo ettirilmesinin
yeterli olacağı açıklanmıştır.
15. Karar, davalılar tarafından temyiz edilmiştir. Başvurucuya
ait temyiz dilekçesinde, harç ve vekâlet ücretinin taşınmazın satış bedeli
üzerinden belirlenmesi gerektiği savunulmuş; her bir davalının sorumlu olduğu
yargılama giderinin ayrı ayrı belirlenmesi gerektiği ifade edilmiş; ayrıca
davacının ediminin de (satış bedelinin) taşınmazın bilirkişi tarafından belirlenen
bedelinin esas alınarak tayin edilmesi gerektiği iddia edilmiştir. Yargıtay 14.
Hukuk Dairesinin (Daire) 16/12/2013 tarihli kararıyla
Mahkeme kararı usul ve yasaya uygun görülerek onanmıştır. Daire kararında,
ayrıca temyiz talebinde bulunan her iki davalı aleyhine ayrı ayrı 42.471,26 TL
temyiz karar harcına hükmedilmiştir. Harcın oranının binde 68,31 olarak
uygulandığı anlaşılmaktadır.
16. Kararın düzeltilmesi isteminde bulunan başvurucu tarafından
diğer iddiaların yanında aleyhine hükmedilmesi gereken temyiz karar harcının
hissesi gözetildiğinde 21.235,66 TL olması gerektiği de ileri sürülmüştür.
Daire 14/5/2014 tarihli kararıyla karar düzeltme
istemini reddetmiştir. Kararda, başvurucunun temyiz karar harcının yanlış
hesaplandığına yönelik iddiasıyla ilgili herhangi bir değerlendirme
yapılmamıştır.
17. Kararın düzeltilmesi isteminin reddine ilişkin karar 20/6/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
18. Başvurucu 11/7/2014 tarihinde
bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
19. 2/7/1964 tarihli ve 492 sayılı
Harçlar Kanunu'nun 15. maddesi şöyledir:
“Yargı harçları (1) sayılı tarifede yazılı işlemlerden değer ölçüsüne
göre nispi esas üzerinden, işlemin nev'i ve mahiyetine göre maktü
esas üzerinden alınır.”
20. 492 sayılı Kanun’un 16. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
“Değer ölçüsüne göre harca tabi işlemlerde (1)
sayılı tarifede yazılı değerler esastır. Müdahelenin men'i tescil ve tapu kayıt iptali gibi gayrimenkulün aynına
taallük eden davalarda gayrimenkulün değeri nazara
alınır.
Gayrimenkulün aynına taallük
eden davalarda ecrimisil ve tazminat gibi taleplerde
de bulunulduğu takdirde harc, gayrimenkulün değeri
ile talebolunan tazminat ve ecrimisil
tutarı üzerinden alınır.
...
Noksan tesbit edilen
değerler hakkında 30 uncu madde hükmü uygulanır.”
21. 492 sayılı Kanun’a ekli (1) sayılı Tarife'nin "Karar ve
ilam harçları"nı düzenleyen bölümünün ilgili
kısmı şöyledir:
“1. Nispi harç :
a) Konusu belli bir değerle ilgili bulunan
davalarda esas hakkında karar verilmesi halinde hüküm altına alınan anlaşmazlık
konusu değer üzerinden (Binde 68,31)
(Ek hüküm: 4/12/1985
- 3239/96-A md.) (Değişik cümle: 15/7/2016-6728/36 md.) ... Bakanlar Kurulu dava çeşitleri itibariyle birlikte
veya ayrı ayrı olmak üzere bu bente yazılı nispeti
binde 10’a kadar indirmeye veya Kanunda yazılı nispete kadar çıkarmaya
yetkilidir.
...
e)(Değişik:25/12/2003-5035/34
md.) Yukarıdaki nispetler... Yargıtayın
tasdik veya işin esasını hüküm altına aldığı kararları için de aynen
uygulanır.”
22. 6101 sayılı Kanun'un 1. maddesi şu şekildedir:
"(1) Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe
girdiği tarihten önceki fiil ve işlemlere, bunların hukuken bağlayıcı olup
olmadıklarına ve sonuçlarına, bu fiil ve işlemler hangi kanun yürürlükte iken
gerçekleşmişse, kural olarak o kanun hükümleri uygulanır. Ancak, Türk Borçlar
Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra bu fiil ve işlemlere ilişkin olarak
gerçekleşecek temerrüt, sona erme ve tasfiye, Türk Borçlar Kanunu hükümlerine
tabidir.”
23. Davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı mülga
Kanun'un 81. maddesi şu şekildedir:
"Mütekabil taahhütleri muhtevi olan bir
akdin ifasını talep eden kimse, akdin şartlarına ve mahiyetine nazaran bir
ecelden istifade hakkını haiz olmadıkça kendi borcunu ifa etmiş veya ifasını
teklif eylemiş olmak lazımdır.”
24. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 326. maddesi şöyledir:
“(1) Kanunda yazılı hâller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine
hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.
(2) Davada iki taraftan her biri kısmen haklı
çıkarsa, mahkeme, yargılama giderlerini tarafların haklılık oranına göre
paylaştırır.
(3) Aleyhine hüküm verilenler birden fazla ise
mahkeme yargılama giderlerini, bunlar arasında paylaştırabileceği gibi, müteselsilen sorumlu tutulmalarına da karar verebilir.”
25. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 326. maddesi şöyledir:
“(1) Kanunda yazılı hâller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine
hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.
(2) Davada iki taraftan her biri kısmen haklı
çıkarsa, mahkeme, yargılama giderlerini tarafların haklılık oranına göre
paylaştırır.
(3) Aleyhine hüküm verilenler birden fazla ise
mahkeme yargılama giderlerini, bunlar arasında paylaştırabileceği gibi, müteselsilen sorumlu tutulmalarına da karar verebilir.”
26. 12/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı
Türk Borçlar Kanunu’nun 162. maddesi şöyledir:
“Birden çok borçludan her biri, alacaklıya karşı borcun tamamından
sorumlu olmayı kabul ettiğini bildirirse, müteselsil borçluluk doğar.
Böyle bir bildirim yoksa,
müteselsil borçluluk ancak kanunda öngörülen hâllerde doğar.”
27. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun (HGK) 8/11/2006
tarihli ve E.2006/14-692, K.2006/702 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:
“...Satış vaadi sözleşmesine dayanılarak elde edilmesi istenilen hak
tapu iptali ve tescildir. Sözleşmenin asli unsurunu tapu iptali ve tescil
oluşturmaktadır. Sözleşme ile elde edilmek istenilen nihai talep iptal ve
tescildir. Tatbikatta görüldüğü gibi, bu talep, bazen çok uzun yıllarca
yapılmamaktadır. Taşınmaz vaad olunana teslim
edilmişse zamanaşımı da işlemeyeceğinden, taraflar tescil talebinde
bulunmamaktadır. Çok zaman 20-30 yıl sonra talepte bulunabilmektedirler. Bazen
de sözleşmede onlarca taşınmazınsatışı vaat
edilmektedir. 20-30 yıl önce veya onlarca taşınmazın satışının vaad edildiği sözleşmelerde gösterilen değerler yeni açılan
davalarda çok cüzi kalmaktadır. Uzun yıllar süren yüksek enflasyon ve
tarafların satış bedelini sözleşmede bilerek düşük göstermeleri ihtimali nazara
alındığında taşınmazın değerinin dava tarihine göre belirlenmesi gerekmektedir.
Hakim yapacağı keşifte dinleyeceği bilirkişilere taşınmazın değerini tespit
ettirecektir. Tespit edilen bu değere göre hem mahkemenin görevi tayin
edilecek, hem de noksan harç ikmal ettirilecektir. Bu durumda sözleşmeye
müdahaleden de söz edilemeyecektir. Kamu düzeninden olan bu husus tarafların insiyatifine bırakılmadan, hakim
tarafından resen yerine getirilmiş olacaktır. Harçlar Kanununun 16.maddesi de,
müdahalenin meni, tescil ve tapu iptali gibi taşınmazın aynını ilgilendiren
davalarda, taşınmazın değerinin esas alınacağını öngörerek görüşümüzü teyit
etmektedir. Harç kaybı da böylece önlenmiş olacaktır.
...”
28. HGK'nın 29/3/2006
tarihli ve E.2006/14-91, K.2006/115 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:
“...Satış vaadi sözleşmesine dayanılarak elde edilmesi istenilen hak
tapu iptali ve tescildir. Sözleşmenin asli unsurunu tapu iptali ve tescil
oluşturmaktadır. Sözleşme ile elde edilmek istenilen nihai talep iptal ve
tescildir. Tatbikatta görüldüğü gibi, bu talep, bazen çok uzun yıllarca
yapılmamaktadır. Taşınmaz vaad olunana teslim
edilmişse zamanaşımı da işlemeyeceğinden, taraflar tescil talebinde
bulunmamaktadır. Çok zaman 20-30 yıl sonra talepte bulunabilmektedirler. Bazen
de sözleşmede onlarca taşınmazınsatışı vaat
edilmektedir. 20-30 yıl önce veya onlarca taşınmazın satışının vaad edildiği sözleşmelerde gösterilen değerler yeni açılan
davalarda çok cüzi kalmaktadır. Uzun yıllar süren yüksek enflasyon ve
tarafların satış bedelini sözleşmede bilerek düşük göstermeleri ihtimali nazara
alındığında taşınmazın değerinin dava tarihine göre belirlenmesi gerekmektedir.
Hakim yapacağı keşifte dinleyeceği bilirkişilere taşınmazın değerini tespit
ettirecektir. Tespit edilen bu değere göre hem mahkemenin görevi tayin
edilecek, hem de noksan harç ikmal ettirilecektir. Bu durumda sözleşmeye
müdahaleden de söz edilemeyecektir. Kamu düzeninden olan bu husus tarafların insiyatifine bırakılmadan, hakim
tarafından resen yerine getirilmiş olacaktır. Harçlar Kanununun 16. maddesi de,
müdahalenin meni, tescil ve tapu iptali gibi taşınmazın aynını ilgilendiren
davalarda, taşınmazın değerinin esas alınacağını öngörerek görüşümüzü teyit
etmektedir. Harç kaybı da böylece önlenmiş olacaktır.
...”
29. Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 13/11/2015
tarihli ve E.2015/10774, K.2015/10298 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:
“...Mahkemece, satış bedelinin dava tarihindeki güncelleştirilmiş
değeri depo ettirilerek tapu iptali ve tescil isteminin kabulüne karar
vermiştir.
...
Kaynağını Türk Borçlar
Kanununun 29. maddesinden alan taşınmaz satış vaadi sözleşmeleri, Türk Borçlar
Kanununun 237. maddesi ile Türk Medeni Kanununun 706. ve Noterlik Kanununun 89.
maddesi hükümleri uyarınca noter önünde re’sen
düzenlenmesi gereken, bir başka anlatımla geçerliliği resmi şekil şartına bağlı
kılınan, tam iki tarafa borç yükleyen ve kişisel hak sağlayan sözleşme türüdür.
Vaat alacaklısı,
taşınmaz satış vaadi sözleşmesi ile mülkiyet devir borcu yüklenen satıcıdan
edim yerine getirilmediğinde Türk Medeni Kanununun 716. maddesi uyarınca
açacağı tapu iptali ve tescil davasında borcun hükmen yerine getirilmesini
isteyebilir.
Taşınmaz mal satış vaadi sözleşmesine dayanan
tescil isteminin hüküm altına alınabilmesi için sözleşmede kararlaştırılan
bedel ödenmiş olmalıdır. Ancak, bedelden ödenmeyen bir kısım var ise, bu bedel
Borçlar Kanununun 97. maddesi uyarınca depo ettirilmelidir.
Yukarıda yapılan açıklamaların ışığı altında
somut olaya gelince; dava konusu 1226(103 ada 3) sayılı parsel, Giresun 1. Noterliği'nin 18.01.1993 tarihli ve 760 yevmiye numaralı
satış vaadi sözleşmesi gereğincedavalıların murisi ... tarafından 10.000.000,00
ETL'ye dava dışı ...'e satmayı vaad
edildiği onun da taşınmazdaki hak ve hisselerinin tamamını 20.02.1990 tarih
2469 yevmiye numaralı satış vaadi sözleşmesi ile davacıya satmayı vaad ettiği anlaşılmaktadır. Satış vaadi sözleşmesinin
taraflarınca satış bedelinin 5.000.000,00 ETL kısmı peşin kalan kısmının ise
tapu devrinde ödeneceği kararlaştırılmıştır. Davacı satış
bedelinin tamamının ödendiği kanıtlanayamadığına göre
dava konusu taşınmazın dava tarihindeki rayiç değeri belirlenerek, ödenen
5.000.000,00 ETL taşınmazın sözleşmedeki satış bedeli olan 10.000.000,00 ETL’ye oranlanmalı ve bu orana göre dava konusu bağımsız
bölümün dava tarihindeki rayiç değeri üzerinden belirlenecekbakiye
satış bedelinin depo edilmesi için davacıya süre verilerek sonucuna göre karar
verilmesi gerekirken, satış bedelinin ödenmeyen kısmının güncelleştirilmiş
değeri esas alınarak hüküm kurulması doğru görülmemiş, bu sebeple kararın
bozulması gerekmiştir."
30. Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 17/5/2012
tarihli ve E.2012/5689, K.2017/7082 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:
“...Kaynağını Borçlar Kanununun 22.
maddesinden alan taşınmaz satış vaadi sözleşmeleri, Borçlar Kanununun 213.
maddesi ile Türk Medeni Kanununun 706. ve Noterlik Kanununun 89. maddesi
hükümleri uyarınca noter önünde re’sen düzenlenmesi
gereken, bir başka anlatımla geçerliliği resmi şekil şartına bağlı kılınan, tam
iki tarafa borç yükleyen ve kişisel hak sağlayan sözleşme türüdür. Vaat alacaklısı, taşınmaz satış vaadi sözleşmesi ile mülkiyet devir
borcu yüklenen satıcıdan edim yerine getirilmediğinde Türk Medeni Kanununun
716. maddesi uyarınca açacağı tapu iptali ve tescil davasında borcun hükmen
yerine getirilmesini isteyebilir.
Taşınmaz mal satış vaadi sözleşmesine dayanan
tescil isteminin hüküm altına alınabilmesi için sözleşmede kararlaştırılan
bedel ödenmiş olmalıdır. Ancak, bedelden ödenmeyen bir kısım var ise, bu bedel
Borçlar Kanununun 81. maddesi uyarınca depo ettirilmelidir.
...
...Somut olayda; dosya içerisinde bulunan
22.02.1978 tarihli satış vaadi sözleşmesi incelendiğinde satış bedelinin
200.000 TL olduğu 50.000TL kısmınınpeşin ödendiği,
kalan 150.000 TL'nin ise 10.000TL'lik taksitlerle ödeneceğinin
kararlaştırıldığı görülmektedir. Satış vaadinde bulunan ...
mirasçıları davalılar satış bedelinin tamamınınödenmediğini
savunmuşlar, satış vaadi alacaklısı ... mirasçıları davacılar ise dosyaya ibraz ettikleri bono
niteliğindeki belge fotokopileri ile satış bedelinin tamamının ödenerek senetlerin
geri alındığını ifade etmişlerdir. Bu durumda davacılarınsatış
bedeline ilişkin ödemelerini dosyaya ibraz ettikleri senetler karşılığında
yapıldığını ispat etmeleri gerekir. Davacılar bu hususu kanıtlayamadıkları
takdirde dava konusu taşınmazın dava tarihindeki rayiç değeri hesaplanarak
davalılar tarafından ödendiği kabul edilen 70.000TL, taşınmazın değerine
oranlanıp hesaplanmalı, ödenmeyen kısım davacılar tarafından depo edildiğinde davakabul edilmelidir."
31. Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 17/2/2014
tarihli ve E.2013/14923, K.2014/2015 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:
“... Somut olayda; dosya içerisinde bulunan
29.07.1997 tarihli satış vaadi sözleşmesi incelendiğinde satış bedelinin
1.400.000.000,00 eski TL olduğu, 1.000.000.000,00 eski TL kısmınınpeşin
ödendiği, kalan 400.000.000,00 eski TL'nin ise yarısının 16.08.1997 diğer
yarısının 31.10.1997 tarihindeödeneceğinin
kararlaştırıldığı görülmektedir. Davalı satış vaadi borçlusu yüklenici ... satış bedelinin tamamınınödenmediğini savunmuştur. Bu durumda davacı ...'ın satış bedelinden kalan kısmı ödendiğini kesin delillerle
ispat etmesi gerekir. Davacı...ödemeyi kanıtlayamadığıtakdirdedavakonusu taşınmazın dava
tarihindeki rayiç değeri hesaplanarak satış vaadi sözleşmesinde ödendiği belirtilen
1.000.000.000,00 eski TL, taşınmazın değerine oranlanıp hesaplanmalı, ödenmeyen
kısım davacı ... tarafından depo edildiğinde davakabul edilmelidir. "
32. Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 27/10/2015
tarihli ve E.2015/8956, K.2015/9538 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:
“... Davacıların dayanağı olan Adana 1. Noterliği'nin
17.08.1998 tarihli 16660 yevmiye no'lu satış vaadi
sözleşmesinde sözleşmeye konu taşınmazın satış bedelinin "500.000.000
TL" olduğu belirtilmiş ise de gerek satış vaadinde bulunan davalıların murisi ... gerekse satış vaadini kabul eden
... tarafından satış bedelinin ödendiğine
ilişkin beyanlarının sözleşmeye geçirilmediği açıkça anlaşılmaktadır. Satış
vaadi sözleşmesinin zorunlu unsurlarından olan "satış bedeli"
sözleşmede belirtilmekte ise de gerek sözleşme kapsamından gerekse dosya
içerisindeki belge ve delillere göre satış vaadini kabul eden
... tarafından satış bedelinin ödendiği kanıtlanamadığındanBorçlar Kanununun 81. maddesi uyarınca
dava konusu taşınmazın satış vaadine konu kısmınındava
tarihindeki rayiç değeri belirlenerek satış vaadinde bulunan ...'ün mirasçıları
adına depo ettirilmesi için davacıya süre verilerek sonucuna göre bir karar
verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir. "
B. Uluslararası Hukuk
33. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek (1) No.lu
Protokol'ün 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin
kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da
başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli
gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel
getirmez."
34. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'ye
ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesinde güvenceye bağlanan mülkiyet hakkının
pozitif yükümlülükleri de içerdiğini kabul etmektedir (Kotov/Rusya, [BD] B. No: 54522/00, 3/4/2012,
§§ 109-115; Öneryıldız/Türkiye, [BD], B. No: 48939/99,
30/11/2004, § 134; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004,
§ 143; Dzugayeva/Rusya, B. No: 44971/04, 12/2/2013, § 26).
AİHM, bu hükümle koruma altına alınan mülkiyet hakkının
gerçek ve etkili kullanımının sadece devletin müdahale etmeme ödevine bağlı
olmadığını fakat aynı zamanda özellikle başvurucunun kamu otoritelerinden meşru
olarak alınmasını beklediği önlemler ile mülkünden etkin bir biçimde
yararlanması arasında doğrudan bir bağlantının bulunduğu durumlarda koruyucu pozitifönlemler alınmasını da gerektirdiğini ifade
etmektedir. Öte yandan AİHM'e göre özel
kişiler arasındaki ilişkilerde bile devlete pozitif yükümlülük yükleyen kamusal
menfaatlersöz konusu olabilir (Kotov/Rusya, § 109).
35. AİHM, bu bağlamda mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına
kamu otoriteleri dışındaki kişilerce müdahale edilmesi durumunda devletin pozitif
yükümlülüğünün koruyucu/önleyici ve düzeltici ödevler biçiminde ikiye
ayrılacağını ifade etmektedir. AİHM'e göre bu durumda
Sözleşme'ye taraf devletler, iç hukuk sisteminde
mülkiyet hakkının yasalar tarafından tatmin edici bir şekilde korunmasının güvence
altına alınması ve hakkına müdahale edilen kişinin -gerekmesi durumunda-
meydana gelen zararının giderilmesine yönelik talepler dâhil olmak üzerehakkını arayabileceği düzeltici mekanizmaların temin
edilmesi yükümlülüğü altındadırlar (Blumberga/Litvanya, B. No: 70930/01, 14/10/2008,
§ 67).
36. AİHM, devletin pozitif yükümlülüklerinin mahiyeti ve
kapsamının olayın somut koşullarına göre farklılaşabileceğini düşünmektedir (Kotov/Rusya, § 111). AİHM'e
göre devletin olayın somut koşullarına göre sağlama yükümlülüğü altına girdiği
düzeltici önlemler, zarar gören tarafın hakkını savunabilmesi imkânı tanıyan
uygun yasal mekanizmaların oluşturulmasını içermektedir. (1) No.lu Protokol'ün
1. maddesi açık bir biçimde usule ilişkin yükümlülükler içermemekte ise de bu
hüküm, gerek devletin müdahil olduğu uyuşmazlıklarda gerekse iki özel kişi
arasındaki uyuşmazlıklarda devlete usule ilişkin yükümlülükler yüklemektedir.
Özel kişiler arasındaki müdahalelerde devlet, zorunlu usule ilişkin garantiler
içeren yargısal başvuru yolları kurma yükümlülüğü altındadır. Bu bağlamda
görevlendirilecek mahkemelerin veya yargısal yetkiyi haiz diğer kurul veya
kamusal otoritelerin özel kişiler arasındaki uyuşmazlığı etkili ve adil bir
şekilde çözecek yargısal güçle donatılmaları gerekmektedir (Kotov/Rusya, § 114).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
37. Mahkemenin 22/6/2017 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Satış Bedeline İlişkin
İddia
1. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
38. Başvurucu; taşınmaz satış vaadi sözleşmesine istinaden
aleyhine açılan tapu iptali ve tescil davasında, taşınmazın Mahkemece tespit
edilen gerçek bedeli yerine sözleşmede belirlenen bedelin lehine depo
ettirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Başvurucu, davacının sözleşmeden doğan edimini zamanında ifa etmemesi nedeniyle
sözleşmede kararlaştırılan bedelin dikkate alınamayacağını savunmuş ve
taşınmazın satış bedelinin Mahkeme tarafından tespit edilen harca esas değer
üzerinden belirlenmesi gerektiğini ileri sürmüştür.
39 Bakanlık görüşünde, başvurucunun iddiasının dördüncü
dereceden temyiz şikâyeti niteliğinde olduğu ifade edilmiş ve delillerin
değerlendirilmesinde açık bir keyfîlik bulunup
bulunmadığının değerlendirilmesinin Anayasa Mahkemesinin takdirinde olduğu
belirtilmiştir.
2. Değerlendirme
40. Anayasa'nın "Mülkiyet
hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz."
41. Somut olayda başvurucu ve kardeşi N. Karaca, ihtilaf konusu
taşınmazdaki hisselerini 11/3/2005 tarihli gayrimenkul
satış vaadi sözleşmesiyle diğer kardeş A. Karaca'ya toplam 5.000 TL bedel
karşılığında satmayı taahhüt etmişlerdir. Ancak taraflar arasında anlaşmazlık
çıkması üzerine A. Karaca tarafından söz konusu gayrimenkul satış vaadi
sözleşmesine dayanılarak başvurucu ve diğer hissedar aleyhine Mahkemede tapu
iptali ve tescil davası açılmıştır. Mahkeme tarafından dava konusu taşınmazın
harca esas değeri bilirkişi marifetiyle 932.616 TL olarak tespit edilmiştir.
Mahkeme; davacının sözleşme ile belirlenen 5.000 TL satış bedelini ödediğini
ispatlayamadığı sonucuna ulaşarak bu tutarı, başvurucu ve diğer davalının her
birine 2.500 TL olarak ödenmek üzere Mahkeme veznesine depo ettirmiştir.
Mahkemece davanın kabulü ile taşınmazın davacı adına tesciline hükmedilmiştir.
42.Başvurucunun şikâyetinin temelindeki satış bedeli, taraflar
arasında akdedilen ve özel hukuk hükümlerine tabi olan gayrimenkul satış vaadi
sözleşmesinden kaynaklanmaktadır. Davacı taraf, başvurucunun satış sözleşmesini
ifa etmemesi nedeniyle kamu gücü kullanılarak sözleşmenin gereğinin yerine
getirilmesinin temini amacıyla dava açmak suretiyle kamu gücüne müracaat
etmiştir. Yargı mercilerinin yargılama sürecindeki işlem ve eylemleri taraflar
arasındaki özel hukuk ihtilafını çözüme bağlama amaçlıdır. Dolayısıyla özel
kişiler arasındaki özel hukuk ihtilaflarının çözümlenmesi amacına yönelik
yargısal süreçlerdeki iş ve işlemlere yönelik şikâyetlerin devletin pozitif
yükümlülükleri kapsamında incelenmesi gerekmektedir.
a. Mülkün
Varlığı
43. Anayasa'nın 35. maddesi kapsamında inceleme yapılabilmesi
için öncelikle somut olayda "mülk"ün var
olduğunun tespit edilmesi gerekmektedir.
44. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet
hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal
varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015,
§ 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan
menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni
haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da
mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut
Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017,
§ 60). Ancak bir alacak hakkının mülkiyet hakkı kapsamında
değerlendirilebilmesi için iç hukukta kesin bir biçimde tanımlanmış ve icra
edilebilir bir hâle erişmesi gerekmektedir.
45. Başvurucu, mülkiyetin kaybı karşılığında lehine takdir
edilen 2.500 TL'nin taşınmazın gerçek bedelini karşılamaktan uzak olduğundan
şikâyet etmektedir. Başvurucunun şikâyetinin temelindeki satış bedeli, taraflar
arasında akdedilen gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinden kaynaklansa da
uyuşmazlığın asıl konusunu taşınmazın başvurucuya ait hissesine ilişkin tapunun
iptali ve tescil istemi oluşturmaktadır. Mahkeme tarafından başvurucu lehine
depo ettirilen 2.500 TL, taşınmaz mülkiyetinin davacı adına tescil edilmesinin
karşılığı ödenen bir bedeldir. Başvurucu lehine 2.500 TL depo ettirilmiş
olmasından hareketle somut olaydaki uyuşmazlığın bir alacak hakkının tespitine
yönelik bir ihtilaf olduğu sonucuna ulaşılamaz. Somut olaydaki mülk, davacı
lehine tescil kararı verilen taşınmaz hissesidir. Taşınmaz hisselerinin mülk
teşkil ettiği tartışmasızdır.
b. Genel
İlkeler
46. Bireysel başvuru, devlet tarafından kamu gücü kullanılarak
bireylerin temel haklarına yapılan müdahaleler sonucu meydana gelen hak
ihlallerini gidermek amacıyla ihdas edilmiş bir ikincil koruma mekanizması
olmakla birlikte kimi durumlarda özel kişiler arası ilişkiler sonucu özel
kişilerin birbirlerinin haklarına yaptıkları müdahalelerde devlete atfedilebilecek
sorumluluklar bulunabilmektedir. Bu durumlarda bireysel başvuru konusu yapılan
dava sadece adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmekle kalmayıp özel kişiler
tarafından başlatılan süreç sonucu etkilenen diğer haklar yönünden de
incelenebilir (Türkiye Emekliler Derneği,
B. No: 2012/1035, 17/7/2014, § 34).
47. Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet güvencesi,
mülkiyet hakkına yönelik kamu gücü tarafından gerçekleştirilen müdahalelerin
yanı sıra kimi durumlarda özel hukuk kişilerince yapılan müdahalelere karşı da
anayasal koruma sağlamaktadır. Dolayısıyla mülkiyet hakkı devlete, müdahalede
bulunmama biçimindeki negatif yükümlülüğün yanında üçüncü kişilerden
gelebilecek müdahalelere karşı malike koruma sağlama şeklindeki birtakım
pozitif yükümlülükler de yüklemektedir (Osmanoğlu
İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri A.Ş., B. No: 2014/8649,
15/2/2017, § 42).
48. Mülkiyet hakkına üçüncü kişiler tarafından müdahalede
bulunulması durumunda bu müdahalenin malik üzerinde doğurduğu olumsuz sonuçların
mümkünse eski hâle döndürülmesini, mümkün değilse malikin zarar ve kayıplarının
telafi edilmesini sağlayan idari veya yargısal hukuki mekanizmaların
oluşturulması devletin pozitif yükümlülüklerinin bir gereğidir. Bu bağlamda hak
ihlalinin sonuçlarının giderilmesi bakımından ne tür hukuki mekanizmaların
öngörüleceği hususu devletin takdirindedir. Bu husus, kural olarak Anayasa
Mahkemesinin ilgi alanı dışındadır. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin,
tercih edilen idari veya yargısal mekanizmanın malik üzerinde doğurduğu olumsuz
etkilerin düzeltilmesi bakımından yeterli ve elverişli olup olmadığı
hususundaki denetim yetkisi saklıdır. Bu bağlamda düzeltici bir mekanizmanın
hiç oluşturulmaması veya oluşturulan mekanizmanın müdahaleden önceki durumu
tesis edici veya oluşan kayıpları giderici bir nitelik arz etmemesi durumunda
mülkiyet hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülükler ihlal edilmiş
olabilir (Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda
Temizlik Hizmetleri A. Ş.,
§ 48).
49. Devletin pozitif yükümlülükleri, mülkiyet hakkına yapılan
müdahalelere karşı usule ilişkin güvenceler sunan yargısal yolları da kapsayan
etkili hukuksal bir çerçeve oluşturma ve oluşturulan bu hukuksal çerçeve
kapsamında yargısal ve idari makamların bireylerin özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında
etkili ve adil bir karar vermesini temin etme sorumluluklarını da içermektedir
(Selahattin Turan, B. No:
2014/11410, 22/6/2017, § 41).
50. Taraflar arasındaki mülkiyet uyuşmazlığının çözümlenmesinde
uygulanacak mevzuatın yorumlanması ve uygulanması hususu bu konuda uzman olan
derece mahkemelerinin görev ve yetkisindedir. Anayasa Mahkemesi bu konuda
uzmanlaşmış bir mahkeme olmadığı gibi Mahkemenin bu şekilde bir görevi de
bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu bağlamdaki görevi, derece mahkemelerince
yapılan yorumun sonuçlarının ve somut olay bazındaki tatbikinin başvurucunun
hak ve özgürlüklerini ihlal edip etmediğini tespit etmekten ibarettir.
c. İlkelerin
Olaya Uygulanması
51. Somut olaydaki uyuşmazlık, başvurucu ve N. Karaca ile A.
Karaca arasında akdedilen satış vaadi sözleşmesinin başvurucu ve N. Karaca'ya
yüklediği taşınmazın mülkiyetini karşı tarafa devretme ediminin ifa edilmemesi
sebebiyle başvurucu ve N. Karaca aleyhine açılan tapu iptali ve tescil davasına
ilişkindir. Söz konusu davanın özel kişiler arasındaki uyuşmazlıkları çözme
amacına yönelik olarak devletin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde
oluşturulmuş hukuksal bir mekanizma olduğu açıktır. Başvurucu, bu hukuki yola
başvuran (davacı) değil aleyhine yargısal koruma talep edilen davalı taraf
konumundadır. Dolayısıyla davalı taraf statüsünde bulunan başvurucu açısından
bu mekanizmadan beklenen, uyuşmazlığın etkili ve adil bir çözümünün temin
edilmesidir.
52. Olayda Mahkeme, borçlar hukuku hükümleri çerçevesinde
uyuşmazlığı incelemiş; davacı tarafından sözleşmeyle yüklenilen 5.000 TL'nin
davalılara ödendiğinin ispatlanamadığı sonucuna ulaşarak 5.000 TL'yi davalılar
lehine Mahkeme veznesine depo ettirdikten sonra taşınmazın davacı adına
tesciline karar vermiştir. Başvurucu ise Mahkeme tarafından harca esas olmak
üzere belirlenen gerçek bedelin (başvurucunun hissesine isabet eden 310.872 TL)
ödenmesi gerektiğini ileri sürmüştür.
53. Satış vaadi sözleşmesinin ifa edilmemesinin hüküm ve
sonuçlarının ne olduğu ve ne tür yaptırımlar uygulanacağı hususu borçlar
hukukuna ilişkin düzenlemelerde gösterilmiştir. Bu düzenlemelerin yorumu ve
neyi ifade ettiğinin tespiti, borçlar hukukuna ilişkin uyuşmazlıklara bakmakla
görevli ve alanında uzmanlaşmış derece mahkemelerinin görev ve yetkisi kapsamındadır.
Özellikle adli yargı kolunda en üst derece mahkemesi olan ve aynı zamanda
içtihada istikrar kazandırmakla görevli bulunan Yargıtayın
ilgili düzenlemelere ilişki yorum ve uygulamaları büyük önem taşımaktadır.
Anayasa Mahkemesinin bu husustaki yetkisi yargılama sürecine ilişkin olarak
getirilen güvencelere uygun davranılıp davranılmadığının tespitiyle sınırlıdır.
54. Özel borç ilişkilerindeki edimler kural olarak eşit konumda
bulunan tarafların serbest iradeleriyle belirlenir. Sözleşmedeki edimlerin belirlenmesinde
mutlak anlamda bir eşitlik ve adalet fikrinden hareket edilmiş olması gerekmez.
Özerk bir varlık olarak birey kendi çıkarının ne olduğunu ve ne tür bir edimin
kendi menfaatine sonuç doğuracağını en iyi bilebilecek konumdadır. Buna bağlı
olarak bireyin yaptığı sözleşmenin hukuksal sonuçlarına katlanma sorumluluğu ve
mecburiyeti bulunmaktadır. Bireylerin özgür iradeleriyle akdettikleri
sözleşmelerin taraflara yüklediği edimler arasında dengesizlik bulunması da söz
konusu olabilir. Ancak özerk bireyin serbest iradesiyle yüklendiği edimin
taraflardan birine ölçüsüz bir külfet yüklemiş olması ve edimler arasında
dengesizlik bulunması kural olarak devletin müdahalesini gerektirmemektedir.
Kamu müdahalesi ancak hata, hile, zorlama gibi bireyin iradesini sakatlayan
istisnai durumların varlığı koşuluyla haklı görülebilir. Bu gibi müstesna
hâller haricinde kamunun özel hukuk sözleşmeleriyle yüklenen edimlere -adalet
düşüncesiyle bile olsa- müdahale, özerk bireyin devletin vesayeti altına
sokulması anlamına gelir ki bu durum özgürlükçü demokratik hukuk devletiyle
bağdaşmaz. Devletin özel borç ilişkilerindeki rolü üstün buyurma gücüne
dayanarak sözleşmelerin ifasını sağlamaktan ibarettir. Dolayısıyla sözleşmeyle
tayin edilen edimin dengesiz olduğu gerekçesi tek başına yargı organlarının o
sözleşmenin hükümlerini ihmal ederek karar vermesini gerektirmez.
55. Yargıtay içtihadı da sözleşmede belirlenen bedele öncelik
tanınması yönündedir. Ancak yukarıda atıfta bulunulan
kararlarından da anlaşılacağı üzere (bkz. §§ 29-32) Yargıtayın
taşınmaz satış vaadi sözleşmelerinden kaynaklanan uyuşmazlıklara bakmakla
görevli 14. Hukuk Dairesinin-taşınmaz satış vaadi sözleşmelerinin rızaen ifa edilmemesi nedeniyle tapu iptali ve tescil
davası açıldığı durumlarda- sözleşme tarihi ile dava tarihi arasında uzun zaman
geçmesi hâlinde sözleşmede kararlaştırılan semenin aynen depo ettirilmesinin
adalete aykırı sonuçlar doğurabileceği düşüncesiyle ödenmeyen satış bedelinin
veya kısmen ödeme durumunda kalan kısmının dava tarihi itibarıyla güncellenerek
ödenmesi gerektiği içtihadında bulunduğu görülmektedir. Dairenin, bu
içtihadını medeni hukukta geçerli olan "dürüstlük ilkesi"ne
dayandırdığı anlaşılmaktadır. Daireye göre aksi takdirde edimini ifa etmeyen
vaat alacaklısı dürüstlük kuralıyla bağdaşmayacak bir biçimde kendi
temerrüdünün sonuçlarından yararlanmış olmaktadır. Bununla birlikte sözleşme
tarihi ile dava tarihi arasında geçen sürenin uzun olmaması durumunda Daire,
taraflar arasında kararlaştırılan bedelin depo ettirilmesinin yeterli olacağını
belirtmektedir.
56. Somut olayda taşınmaz satım vaadi sözleşmesi 11/3/2005 tarihinde akdedilmiş, dava ise 22/5/2008 tarihinde
açılmıştır. Başvurucu, sözleşme tarihi ile dava tarihi arasında geçen yaklaşık
3 yıl 2 aylık sürenin uzun olduğu yolunda açık bir iddia öne sürmemiştir.
57. Kaldı ki sözleşme tarihi ile dava tarihi arasında geçen
yaklaşık 3 yıl 2 aylık sürenin semenin güncellenmesini gerektirecek derecede
uzun olup olmadığının takdiri derece mahkemelerine aittir. Nitekim Mahkeme,
sözleşme tarihi ile dava tarihi arasında geçen sürenin uzun olmadığını
değerlendirerek semenin güncellenmesine gerek görmemiş ve tarafların özgür
iradeleriyle sözleşmede kararlaştırılan bedelin depo ettirilmesini yeterli
görmüştür. Mahkemenin bu yoldaki değerlendirmesi Yargıtay denetiminden geçmiş
ve hukuka aykırı bulunmayarak temyiz istemi reddedilmiştir.
58. Son olarak Mahkemenin taşınmazın rayiç bedelini bilirkişi
marifetiyle belirlemiş olması, ödenmesi gereken harcın miktarının tespiti
içindir. Harca esas değerin tespit edilmesi devletin harçlandırma
yetkisine ilişkin bir mesele olup tespitin taraflar arasında kararlaştırılan
satış bedeliyle hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Harcın miktarının veya harç alma
ölçüsünün belirlenmesi kanun koyucunun takdirindedir. Nitekim 492 sayılı
Kanun’un 16. maddesinin birinci fıkrasında, müdahalenin men'i,
tescil ve tapu kayıt iptali gibi gayrimenkulün aynına taallük
eden davalarda gayrimenkulün değeri üzerinden karar ve ilam harcı alınacağı
hükme bağlanmıştır. HGK'nın yukarıda atıfta bulunulan
kararları da satış vaadi sözleşmesinin ifa edilmemesinden doğan tapu iptali ve
tescil davasında harcın, taraflarca kararlaştırılan satış bedeli üzerinden
değil mahkemece belirlenen taşınmazın rayiç bedeli üzerinden alınması
yönündedir(bkz. §§ 27, 28). Tapu iptali ve tescil davalarında karar ve ilam
harcının taşınmazın değeri üzerinden belirlenmesi, davanın temelindeki satış
vaadi sözleşmesiyle kararlaştırılan bedeli geçersiz kılmaz.
59. Bu itibarla somut olayda devletin
pozitif yükümlülükleri kapsamında mülkiyetin kullanılmasına ve korunmasına
yönelik yeterli güvencelerin mevcut olduğu, bireysel başvuruya konu kararlarda
yer verilen tespit ve gerekçeler itibarıyla mülkiyet hakkının korunması
yükümlülüğü yönünden başvurucunun usule ilişkin güvencelerden etkin biçimde
yararlanmasının sağlandığı ve yargısal makamların takdir yetkilerinin sınırının
aşılmadığı sonucuna varılmıştır. Bu sebeple başvurucunun mülkiyet hakkına ilişkin şikâyeti
yönünden açık ve görünür bir ihlal bulunmamaktadır.
60. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal
edildiği iddiasının açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Karar ve İlam Harcının
Ayrı AyrıHükmedilmemesine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
61. Başvurucu; her biri taşınmazın 1/3 hissesine müşreken malik olan davalıların mecburi dava arkadaşı
olmadığını, bu nedenle karar ve ilam harcının her iki ihtiyari dava arkadaşı
aleyhine ayrı ayrı hükmedilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Başvurucu, karar ve
ilam harcının davalılar aleyhine ayrı ayrı hükmedilmemiş olması nedeniyle
mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
62. Bakanlık görüşünde, yargılama
giderlerinin kural olarak davada haksız çıkan tarafa yükletileceği ve haksız
çıkan tarafın birden fazla kişi olması durumunda hâkimin yargılama giderlerini
paylaştırması mümkün olabileceği gibi davayı kaybedenlerin yargılama
giderlerinden müteselsilen sorumlu olmasına da karar
verebileceği ancak bu yönde bir kararın verilmemesi durumunda her dava
arkadaşının yargılama giderlerinin kendi payına düşen kısmı için sorumlu
olacağı belirtilmiştir. Bakanlık, başvurucunun iddiasının dördüncü dereceden
temyiz şikâyeti niteliğinde olduğunu savunmuştur.
2. Değerlendirme
63. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar”
kenar başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvuru
ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel
ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir.
64. Buna göre bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda
bulunabilmesi için üç temel ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bu ön
koşullar başvuruya konu edilen ve ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu gücü
eylem veya işleminden ya da ihmalinden dolayı başvurucunun “güncel bir hakkının
ihlal edilmesi”, bu ihlalden dolayı kişinin “kişisel
olarak” ve “doğrudan” etkilenmiş olması ve bunların sonucunda başvurucunun,
kendisinin “mağdur” olduğunu ileri sürmesidir (Onur
Doğanay, B. No: 2013/1977, 9/1/2014, § 42).
65. Olayda İlk Derece Mahkemesi, karar tarihinde yürürlükte
bulunan tarife uyarınca davalılar (başvurucu ve N. Karaca) aleyhine 36.931,59
TL nispi karar ve ilam harcına hükmetmiştir. Başvurucunun yargılama sonucunda
karar ve ilam harcı ödemekle yükümlü kılınması ekonomik menfaatlerini
etkilemektedir. Bu nedenle olayda Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülk teşkil
eden ekonomik bir menfaatin var olduğu anlaşılmaktadır.
66. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence
altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve
yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma ve tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı veren bir
haktır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B.
No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin
mülkünü kullanma, ürünlerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme
yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil
eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan,
B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53). Ayrıca kişinin mal
varlığında azalma sonucunu doğuran kamusal işlem ve eylemler de mülkiyet
hakkına müdahale oluşturur (Tülay Arslan ve
diğerleri, B. No: 2014/7051, 2/2/2017, §
77). Bu bağlamda başvurucu aleyhine nispi karar harcına hükmedilmesi mülkiyet
hakkına müdahale teşkil etmektedir.
67. 6100 sayılı Kanun'un 326. maddesinin
(2) numaralı fıkrasında, davada iki taraftan her biri kısmen haklı çıkarsa
mahkemenin yargılama giderlerini tarafların haklılık oranına göre
paylaştıracağı belirtilmiş; (3) fıkrasında ise aleyhine hüküm verilenler birden
fazla ise mahkemenin yargılama giderlerini bunlar arasında paylaştırabileceği
gibi müteselsilen sorumlu tutulmalarına da karar
verebileceği hükme bağlanmıştır.
68. Somut olayda Mahkeme, davalılar (başvurucu ve N. Karaca)
aleyhine 36.931,59 TL nispi karar ve ilam harcına hükmetmiş ancak bu harcı
davalılar arasında paylaştırmadığı gibi davalıların harçtan müteselsilen
sorumlu tutulmalarına da karar vermemiştir. 6100 sayılı Kanun'un 326.
maddesinde mahkemenin davayı kaybedenlerin yargılama giderlerinden sorumlu
olacağı bölümü somutlaştırmadığı ve müteselsilen
sorumlu tutulmaları yolunda hüküm de kurmadığı durumlarda davayı kaybedenlerin
yargılama giderlerinin ne kadarından sorumlu olacağını belirleyen bir hüküm
bulunmamaktadır. Bu durumda genel hükümlere müracaat edilmesi gerekmektedir.
69. 6098 sayılı Kanun’un 162. maddesinin birinci fıkrasında,
birden çok borçludan her biri alacaklıya karşı borcun tamamından sorumlu olmayı
kabul ettiğini bildirirse müteselsil borçluluğun doğacağı belirtildikten sonra
ikinci fıkrasında, böyle bir bildirim yoksa müteselsil borçluluğun ancak kanunda
öngörülen hâllerde doğacağı düzenlenmiştir. Bu hüküm dikkate alındığında
tarafların kendi aralarında rızası olarak müteselsil sorumluluk öngörmesi
dışında açık bir kanun hükmü bulunmadıkça müteselsil sorumluluk hükümlerinin
uygulanamayacağı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla müteselsil sorumluluğun istisnai
bir sorumluluk türü olduğu söylenebilir.
70. 6100 sayılı Kanun'un 326. maddesinin (3) numaralı uyarınca
yargılama giderlerinden dolayı müteselsil sorumluluk ancak mahkemenin karar
vermesi hâlinde doğabilmektedir. Mahkemece açıkça davayı kaybedenlerin
yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olacağı
yolunda hüküm kurulmadıkça müteselsil sorumluluk hükümleri uygulanmaz. Bu
durumda mahkemece açıkça belirtilmese bile davayı kaybedenlerden her biri kendi
payına düşen miktardan sorumlu olur.
71. Bu açıklamalar dikkate alındığında başvurucunun sorumlu
olacağı karar ve ilam harcı Mahkeme kararında açıkça belirtilmemiş olsa bile
davalıların karar ve ilam harcından müteselsilen
sorumlu olacağına yönelik açık bir ifade bulunmadığından başvurucunun sadece
kendi hissesine isabet eden 18.454,80 TL'den sorumlu olacağı anlaşılmaktadır.
Başvurucunun fiilen diğer davalının hissesine isabet eden harcı ödemek
mecburiyetinde bırakıldığı yolunda bir iddiası ve şikâyetinin de bulunmadığı
görülmektedir. Dolayısıyla başvurucunun sorumlu olacağı karar ve ilam harcının,
Mahkeme kararında hissesi oranında açıkça somutlaştırılmamasının başvurucu
yönünden bir mağduriyete yol açmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.
72. Açıklanan nedenlerle başvurucuların karar ve ilam harcına
ayrı ayrı hükmedilmediği şikâyeti yönünden mağdur sıfatı taşımadığı
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları
yönünden incelenmeksizin kişi yönünden
yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
C. Temyiz Merciince
Hükmedilen Temyiz Karar Harcı Yönünden
1. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
73. Başvurucu; 492 sayılı Kanun'un ilgili hükümleri uyarınca
binde 68,31 oranı üzerinden aleyhine hükmedilmesi gereken temyiz karar harcının
-hissesi gözetildiğinde- 21.235,66 TL olarak belirlenmesi gerektiği hâlde
Yargıtay tarafından bu miktarın iki katına hükmedilmesi nedeniyle mülkiyet
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
74. Bakanlık görüşünde, başvurucunun iddiasının dördüncü
dereceden temyiz şikâyeti niteliğinde olduğu savunulmuş ve delillerin
değerlendirilmesinde açık bir keyfîlik bulunup
bulunmadığının değerlendirilmesinin Anayasa Mahkemesinin takdirinde olduğu
belirtilmiştir.
2. Değerlendirme
75. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
“Herkes, meşrû
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma (Değişik ibare: 3.10.2001-4709/14 md.) ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
76. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Temyiz karar
harcının fazla hesaplanmasına yönelik şikâyetin mahkemeye erişim hakkı
kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
77. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan temyiz
karar harcının yanlış hesaplanmasına yönelik iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Müdahalenin
Varlığı ve Hakkın Kapsamı
78. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında; herkesin
yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme, bunun doğal sonucu
olarak da iddiada bulunma, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına
alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi
bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde Anayasa’nın 40. maddesi uyarınca
diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların
korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir (AYM, E.2011/33,
K.2012/54, 11/4/2012; AYM, E.2010/83, K.2012/169,
1/11/2012; E.2012/108, K.2013/64, 22/5/2013; E.2013/64, K.2013/142, 28/11/2013;
E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014; E.2015/96, K.2016/9, 10/2/2016 § 18).
79. Mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde
düzenlenen adil yargılanma hakkının güvenceleri arasında yer almaktadır (Ahmet Yıldırım, B. No: 2012/144,
2/10/2013, § 28; Özkan Şen, B.
No: 2012/791, 7/11/2013, § 51; Ş.Ç., B. No:
2012/1061, 21/11/2013, § 28; Kenan Yıldırım
ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 41).
80. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı ve uyuşmazlık
kapsamında bir talebi mahkeme önüne taşıyabilmek ve bunların etkili bir şekilde
karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Mahkemeye erişim hakkı,
hak arama özgürlüğünün bir gereği olmakla birlikte hak arama özgürlüğünün
varlığının kabulü için tek başına yeterli bulunmamaktadır. Mahkemeye erişimi
etkisiz kılacak ya da yargı yoluna başvurmayı önemli ölçüde zorlaştırıcı veya
caydırıcı nitelikte(AYM, E.2013/40, K.2013/139, 28/11/2013)
kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını (Özkan Şen, § 52) ya da kişinin bizatihi
mahkemeye başvurmuş olmasını anlamsız hâle getiren sınırlamalar, mahkemeye
erişim hakkını ihlal edebilir (İbrahim Can
Kişi, B. No: 2012/1052, 23/7/2014, § 31).
ii. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
81. Adil yargılanma hakkının görünümlerinden biri olan mahkemeye
erişim hakkı, mutlak bir hak olmayıp bu hakkın sınırlandırılması mümkündür.
Ancak mahkemeye erişim hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın
13. maddesinin gözönünde bulundurulması
gerekmektedir.
82. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
83. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik
toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın
Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir.
84. Anayasa’nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için
herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir
şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez.
Anayasa Mahkemesi kararlarında, Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan hak ve
özgürlükler ile devlete yüklenen ödevlerin özel sınırlama sebebi gösterilmemiş
hak ve özgürlüklere sınır teşkil edebileceği kabul edilmektedir (AYM,
E.2010/83, K.2012/169, 1/11/2012; E.2012/108,
K.2013/64, 22/5/2013; E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014; E.2014/177, K.2015/49,
14/5/2015; Hüseyin Dayan, B. No:
2013/5033, 13/4/2016, § 46). Sonuç itibarıyla mutlak olmayan ve
sınırlandırılabilen mahkemeye erişim hakkına ilişkin sınırlandırmaların kanuna
dayanması, hakkın özünü zedeleyecek şekilde hakkı kısıtlamaması, meşru bir amaç
izlemesi ve ölçülü olması gerekir (Serkan
Acar, B. No:2013/1613, 2/10/2013, § 38; İbrahim
Can Kişi, § 36).
85. Dava konusu yapılmış hukuk kurallarının yorumlanması ve
uygulanması ilke olarak derece mahkemelerinin takdirindedir (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42). Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru
kapsamında inceleme yaparken kural olarak derece mahkemelerince uygulanan hukuk
kurallarının nasıl yorumlanması gerektiği hususunda derece mahkemelerinin
yerine geçerek karar vermesi bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Anayasa
Mahkemesinin görevi; derece mahkemelerince benimsenen yorumun etkilerini
incelemek, bunların hak ve özgürlükleri ihlal edip etmediğini saptamaktır (Süleyman Oktay Uras ve Sevtap
Uras, B. No: 2014/11994, 9/3/2017, § 71).
Ancak derece mahkemelerinin bu husustaki değerlendirmelerinin bariz takdir
hatası veya açık bir keyfîlik içermesi, bunun hak ve
özgürlüklere müdahale teşkil etmesi hâlinde Anayasa Mahkemesinin denetim hakkı
saklıdır (Ahmet Sağlam, § 42).
86. 492 sayılı Kanun’un 15. maddesinde yargı harçlarının (1)
sayılı Tarife'de yazılı işlemlerden değer ölçüsüne göre nispi esas üzerinden,
işlemin nevi ve mahiyetine göre maktu esas üzerinden alınacağı belirtilmiştir.
Aynı Kanun’un 16. maddesinin birinci fıkrasında, değer ölçüsüne göre harca tabi
işlemlerde (1) sayılı Tarife'de yazılı değerlerin esas olduğu düzenlenmiş ancak
müdahelenin men'i tescil ve
tapu kayıt iptali gibi gayrimenkulün aynına taallük
eden davalarda gayrimenkulün değerinin nazara alınacağı açıklığa
kavuşturulmuştur. Kanun'a ekli (1) sayılı Tarife'nin mahkeme
harçlarından nispi karar harcını düzenleyen bölümünde, konusu belli bir değerle
ilgili bulunan davalarda esas hakkında karar verilmesi hâlinde hüküm altına
alınan anlaşmazlık konusu değer üzerinden binde 68,31 oranında karar ve ilam
harcına hükmedileceği kurala bağlanmış ve bu oranların, Yargıtayın
tasdik veya işin esasını hüküm altına aldığı kararları için de aynen
uygulanacağı ifade edilmiştir.
87. Bu hükümlerin değerlendirilmesinden tapu iptali ve tescili
davalarında gerek karar ve ilam harcının gerekse temyiz karar harcının
taşınmazın değerinin binde 68,31 oranı üzerinden hesaplanacağı anlaşılmaktadır.
Somut olayda Dairenin 16/12/2013 tarihli kararında
temyiz talebinde bulunan her iki davalı aleyhine ayrı ayrı olmak üzere
taşınmazın değerinin üçte ikisi olan 621.744 TL'ye binde 68,31 oranı uygulanmak
suretiyle belirlenen 42.471,26 TL temyiz karar harcına hükmedilmiştir.
88. Başvurucu taşınmazın 1/3 hissesine sahip olup kendisi
yönünden davanın değeri değeri 621.744 TL değil
310.872 TL'dir. Dolayısıyla başvurucunun ödemesi gereken temyiz ve karar
harcının da bu tutar üzerinden hesaplanması gerekmektedir. Yargıtayın
başvurucunun sorumlu olduğu temyiz karar harcının taşınmazın değerinin üçte
ikisi üzerinden hesaplaması, yukarıda değinilen kanuni düzenlemelerin açık
lafzına uygun düşmemektedir. Yargıtayın ulaştığı
sonucun Kanun'un açık hükmüne aykırılık taşıması nedeniyle bariz hata içerdiği
kanaatine varılmaktadır. Bu nedenle başvurucunun aleyhine fazladan hükmedilen
21.235,66 TL temyiz karar harcının kanunilik unsurunu taşımadığı kanaatine
varılmaktadır.
89. Açıklanan nedenlerle fazladan aleyhe hükmedilen 21.235,66 TL
temyiz karar harcı yönünden Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
D. Karar ve İlam Harcı
ile Vekâlet Ücretinin Taşınmaz Değeri Üzerinden Belirlenmesi
1. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
90. Başvurucu, taşınmaz satış vaadi sözleşmesine istinaden
açılan tapu iptali ve tescil davasında taşınmazın Mahkemece tespit edilen
gerçek bedeli yerine sözleşmede belirlenen bedelin kendisine ödenmesine karar
verildiği hâlde harç ve vekâlet ücretinin Mahkemece belirlenen gerçek bedel
üzerinden hesaplanmasının mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
Başvurucu, taşınmazın satışı karşılığında 2.500 TL elde ettiği hâlde toplamda
115.122,61 TL harç ve vekâlet ücreti ödediğini iddia etmiştir.
91. Bakanlık görüşünde, başvurucunun iddiasının dördüncü
dereceden temyiz şikâyeti niteliğinde olduğu savunulmuş ve delillerin
değerlendirilmesinde açık bir keyfîlik bulunup
bulunmadığının değerlendirilmesinin Anayasa Mahkemesinin takdirinde olduğu
belirtilmiştir.
2. Değerlendirme
92. Harç ve vekâlet ücretinin Mahkemece belirlenen gerçek bedel
üzerinden hesaplanmasına yönelik şikâyetin mahkemeye erişim hakkı kapsamında
incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
93. Taraflardan birinin yargılamadaki başarı oranına göre
kazanılan veya kaybedilen değer oranında lehine veya aleyhine mahkeme
masraflarının hükmedilmesine yönelik düzenlemeler mahkemeye erişim hakkına
müdahale oluşturmakta ise de abartılı, zorlama veya ciddiyetten yoksun
talepleri azaltmaya yönelik orantılı müdahaleler meşru görülebilir. Ancak bu
sınırlamaların hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte, meşru bir amaca dayalı
ve kullanılan aracın sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu yararının
gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil dengeyi bozacak
şekilde birey aleyhine katlanılması zor külfetler yüklememiş olması gerekir (Özkan Şen, §§ 61, 62).
94. Somut olayda davanın konusu, tazminat ödenmesi istemi
olmayıp tapu iptali ve tescil istemidir. Mahkemece, başvurucu lehine 2.500
TL'nin davacı tarafından Mahkeme veznesine depo edilmesi temin edilmiş ise de
taşınmaz bedeli davanın asıl konusunu oluşturmamaktadır. Mahkeme, gayrimenkul
satış vaadi sözleşmesiyle vaatte bulunulana yüklenen edimin ifasını temine
yönelik 2.500 TL'yi vaatte bulunan başvurucu adına depo ettirmiştir.
Dolayısıyla başvurucuya yüklenen harç ve vekâlet ücretinin ölçülü olup olmadığı
değerlendirirlerken 2.500 TL'nin değil dava konusu taşınmazın bedelinin dikkate
alınması gerekmektedir.
95. Mahkemece bilirkişi marifetiyle taşınmazın toplam değeri
932.616 TL olarak tespit edilmiştir. Taşınmazın başvurucuya ait üçte bir
oranındaki hissesi başvurucu aleyhine açılan davanın konusunu oluşturduğuna
göre davanın başvurucunun hissesine isabet eden değeri 310.872 TL'dir. İlk
Derece Mahkemesince hükmedilen harcın başvurucuya isabet eden kısmı 18.454,80
TL, vekâlet ücretinin başvurucuya isabet eden kısmı ise 17.858,88 TL'dir.
Başvurucu aleyhine 42.471,26 TL temyiz karar harcına hükmedilmiş ise de bunun
21.235,66 TL'sinin hatalı hesaplandığı ve bu miktar yönünden mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşıldığından başvurucunun gerçekte
katlandığı temyiz karar harcı 21.235,66 TL'dir. Dolayısıyla başvurucunun temyiz
aşaması dâhil toplamda yüklendiği karar ve ilam harcı ile vekâlet ücretinin
57.549,34 TL olduğu anlaşılmaktadır. Bu miktarın, dava konusu taşınmazın
başvurucunun hissesine isabet eden kısmının değerinin yaklaşık %18,5'ine
tekabül ettiği görülmektedir.
96. Bu durumda somut olayda başvurucu aleyhine hükmedilen ve
dava değerinin %18,5'ine tekabül eden karar ve ilam harcı ile avukatlık
ücretinin başvurucunun mahkemeye erişimini ve temyiz yolu incelemesine ulaşmayı
engelleyecek şekilde yüksek bir miktara ulaşmadığı anlaşılmaktadır.
97. Açıklanan nedenlerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
E. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
98. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
90. Başvurucu, yapılan yargılama gideri ve vekâlet ücretinin
ödenmesine hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.
100. Başvurucunun aleyhine fazladan hükmedilen 21.235,66 TL
temyiz karar harcı yönünden Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
101. Başvurucu aleyhine fazladan hükmedilen 21.235,66 TL temyiz
karar harcı yönünden mahkemeye hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan
kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Yargıtay 14. Hukuk
Dairesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
102. İlk Derece Mahkemesince hükmedilen karar ve ilam harcı ile
vekâlet ücretine ilişkin şikâyetin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verildiğinden buna ilişkin tazminat talebinin reddi gerekir.
103. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harcın ve
1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Satış bedeline ilişkin şikâyet yönünden mülkiyet hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Karar ve ilam harcına ayrı ayrı hükmedilmediğine ilişkin
şikâyet yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının kişi yönünden yetkisizlik nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Temyiz karar harcının hatalı hesaplandığı şikâyeti yönünden
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
4. İlk Derece Mahkemesince hükmedilen karar ve ilam harcı ile
vekâlet ücretinin taşınmazın değerinin esas alınarak belirlenmesine yönelik
şikâyetin açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Başvurucu aleyhine fazladan hükmedilen 21.235,66 TL temyiz
karar harcı yönünden Anayasa'nın 36. maddesinde güvenceye bağlanan mahkemeye
erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin başvurucu aleyhine fazladan hükmedilen
21.235,66 TL temyiz karar harcı yönünden Anayasa'nın 36. maddesinde güvenceye
bağlanan mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması
için yeniden yargılama yapılmak üzere Yargıtay 14. Hukuk Dairesine (E.2013/15692) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
E. 206,10 TL harcın ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin bilgi için Vezirköprü 1. Asliye
Mahkemesine (E.2009/317)
GÖNDERİLMESİNE,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 22/6/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.