TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
|
AHMET AYDİN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/11848)
|
|
Karar Tarihi: 25/7/2017
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
|
|
Başkan
|
:
|
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Başkanvekili
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Recai AKYEL
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Gökçe
GÜLTEKİN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Ahmet
AYDİN
|
|
:
|
2. Ayşe
DAYAN
|
|
:
|
3. Mehmet
AYDİN
|
|
:
|
4. Süleyman
FİDAN
|
Vekili
|
:
|
Av.
Selahattin KAYA
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; ek savunma hakkı tanınmadan iddianamede
belirtilmeyen suçtan ceza verilmesi, derece mahkemesi kararının çelişkili
olması, özel yetkili mahkemede yargılama yapılması ve yargılamanın makul sürede
sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 15/7/2014 tarihinde
yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuşlardır.
8. İkinci Bölüm tarafından 5/7/2017
tarihinde yapılan toplantıda başvurunun, Genel Kurul tarafından karara
bağlanması gerekli görülmüş ve Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün
28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar
verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
10. Başvurucular 3/4/2006 tarihinde
gözaltına alınmışlardır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 12/6/2006 tarihli iddianamesiyle silahlı terör örgütüne üye
olma suçundan; 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 314.
maddesinin üçüncü fıkrası, 5237 sayılı Kanun'un 220. maddesinin altıncı
fıkrasının yollamasıyla 5237 sayılı Kanun'un 314. maddesinin ikinci fıkrası,
4/11/2004 tarihli ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli
Hakkında Kanun'un 3. maddesi yollaması ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı
Terörle Mücadele Kanunu'nun 5. maddesi uyarınca cezalandırılmaları istemiyle
başvurucular hakkında kamu davası açılmıştır.
11. Yargılama, (kapatılan) Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesinde
(Mahkeme) (CMK mülga 250. madde ile görevli) devam ederken Diyarbakır
Cumhuriyet Başsavcılığının 18/10/2006 tarihli
iddianamesi ile tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması suçundan
5237 sayılı Kanun'un 170. maddesinin birinci fıkrası ile 53. maddesi uyarınca
cezalandırılmaları istemiyle başvurucular hakkında kamu davası açılmıştır.
Mahkemece, aralarında hukuki ve fiilî bağlantı olması nedeniyle dava
dosyalarının birleştirilmesine karar verilmiştir.
12. Mahkemenin 5/6/2007 tarihli
duruşmasında iddia makamı esas hakkındaki mütalaasını sunmuş; başvurucuların 5237
sayılı Kanun'un 314. maddesinin üçüncü fıkrası, 5237 sayılı Kanun'un 220.
maddesinin altıncı fıkrasının yollamasıyla 5237 sayılı Kanun'un 314. maddesinin
ikinci fıkrası, 53. maddesi, 58. maddesinin dokuzuncu fıkrası,3713 sayılıKanun'un 5.maddesi ve 5237 sayılı Kanun'un 174.
maddesinin birinci ve ikinci fıkraları ile 63. maddesi uyarınca
cezalandırılmaları talep edilmiştir. Mahkeme, başvuruculara esas hakkındaki
savunmalarını yapmaları amacıyla süre vermiştir.
13. Mahkemece daha sonra dört duruşma daha gerçekleştirilmiş,
nihai kararın verildiği 4/3/2008 tarihli son duruşmada
başvurucuların esas hakkındaki savunmaları alınmıştır. Başvurucular daha önceki
savunmalarını tekrar ettiklerini belirtmişlerdir.
14. Mahkemenin 4/3/2008 tarihli
kararıyla başvurucuların 5237 sayılı Kanun'un 174. maddesinin birinci ve ikinci
fıkralarındaki örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen tehlikeli maddelerin
izinsiz olarak bulundurulması suçundan ayrı ayrı beş yıl hapis ve 3.000 TL adli
para cezasıyla cezalandırılmalarına karar verilmiştir.
15. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 22/4/2014 tarihli kararıyla onanmıştır.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
16. Mahkemenin25/7/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kanuni Hâkim Güvencesinin
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
17. Başvurucular; özel yetkili mahkemede yargılandıklarını, bu
mahkemelerin kararın temyiz incelemesi devam ederken kapatıldığını belirterek
adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
18. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinde
-adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak- yasa ile kurulmuş bir mahkeme
tarafından davanın dinlenilmesini isteme hakkından açıkça söz edilmiştir. Bu
hak, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının
da zımni bir unsuru olmakla beraber (AYM, E.2002/170, K.2004/54, 5/5/2004) yargılamayı yapan mahkemenin yasayla kurulması
gerekliliği Anayasa’nın 37. maddesinde ayrı ve açık bir hükümle düzenlenmiştir.
Ayrıca Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği mahkemelerin kuruluşu, görev ve
yetkileri, işleyişi ve yargılama usullerinin kanunla düzenleneceğini belirten
Anayasa’nın 142. maddesinin de kanuni hâkim güvencesinin değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulması gerektiği açıktır.
19. Kanuni hâkim güvencesi, mahkemelerin kuruluş ve yetkileri
ile izleyecekleri yargılama usulünün yasal düzenlemeyle ve dava konusu olay
ortaya çıkmadan önce belirlenmesini gerektirir. Bu düzenleme Anayasa Mahkemesi
kararlarında, kişinin hangi mahkemede yargılanacağını önceden ve kesin olarak
bilmesini gerektiren doğal hâkim ilkesini koruyan bir hüküm olarak ele
alınmaktadır (AYM, E.2002/170, K.2004/54, 5/5/2004;
E.2005/8, K.2008/166, 20/11/2008).
20. Kanuni hâkim güvencesi, sadece mahkemelerin yargı yetkisi
içinde yer alan konuların belirlenmesini değil her bir mahkemenin kuruluşu ve
yer bakımından yargı yetkisinin belirlenmesi de dâhil olmak üzere mahkemelerin
organizasyonlarına ilişkin tüm düzenlemeleri ifade etmekte; mahkemelerin görev
ve yetki alanlarının açık ve anlaşılır biçimde tespit edilmesi gereğini ortaya
koymaktadır (Tahir Gökatalay,
B. No: 2013/1780, 20/3/2014, § 80).
21. Başvuruya konu olayda başvurucuların sanık olarak
yargılandığı kamu davası, ilgili kanun hükümleri çerçevesinde kurulmuş olan mahkemelerde
yine daha önceden belirlenmiş usul kurallarına göre yürütülmüş ve
sonuçlandırılmıştır. Bu nedenle kanuni hâkim güvencesi ilkesine ilişkin açık ve
görünür bir ihlal bulunmamaktadır.
22. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Savunma İçin Gerekli
Zaman ve Kolaylıklara Sahip Olma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
23. Başvurucular; yargılandıkları davada iddianamede yer almayan
tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması suçundan
cezalandırıldıklarını, ek savunmaları ve delilleri sorulmadan karar
verildiğini, savunma haklarının kısıtlandığını belirterek adil yargılanma
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
24. Anayasa Mahkemesi, savunma için gerekli zamanın tanınmaması
nedeniyle savunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin olarak daha önce
ilkeler belirlemiştir. Buna göre şüphelinin/sanığın savunma için gerek duyacağı
süre diğerinden farklıdır. Savunma için gerekli süre somut olayın
özelliklerine, davanın niteliğine, dava konusunun karmaşık olup olmadığına,
sanığın içinde bulunduğu duruma ve yargılamanın aşamasına göre değişebilir. Sanığın,
öncesinde müdafi yardımından faydalanması da sürenin yeterliliği hususunda
gözetilebilir(Ufuk Rifat
Çobanoğlu, B. No: 2014/6971, 1/2/2017, §§
35-49).
25. Anayasa Mahkemesi bir kararında, on celse süren bir
yargılamada esas hakkındaki mütalaaya karşı üç günlük süreyi yargılamanın
bütünlüğünü gözeterek savunma için yeterli görmüştür (Gürol Doğan, B. No: 2013/2642, 17/9/2014). Başka bir kararında, başvurucuya iki aylık süre
içinde iki kez savunma yapma imkânı tanındığı gerekçesiyle başvurucunun savunma
hakkının kısıtlandığı iddiasını açıkça dayanaktan yoksun bulmuştur (Cihan Yeşil, B. No: 2013/8635, 6/5/2015).
26. Başvurucular hakkındaki yargılama on iki celse sürmüştür.
Esas hakkındaki mütalaa 5/6/2007 tarihli celsede
sunulmuş, mahkûmiyet kararı ise 4/3/2008 tarihli oturumda verilmiştir.
Başvurucular, yargılama boyunca müdafi yardımından yararlanmışlardır. Anılan
ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate
alındığında somut olayda yargılamanın bütünlüğü gözetildiğinde başvurucuların
savunma için gerekli zamandan yararlandığı anlaşılmıştır.
27. Açıklanan gerekçelerle savunma hakkına yönelik bir ihlalin
olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının da açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Diğer İhlal İddiaları
28. Başvurucular; yargılandıkları
davada, suça ilişkin fiil ile orantılı bir ceza verilmediğini, işlemedikleri ve
suç oluşturmayan eylemleri nedeniyle cezalandırıldıklarını, silahlı terör
örgütüne üye olma suçundan beraat ettiklerini fakat mahkûm oldukları suçun
nitelikli hâline göre cezalandırıldıklarını, Mahkeme kararının çelişkili
olduğunu belirterek suç ve cezaların kanuniliği ilkesi ile adil yargılanma
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
29. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava
konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ileuyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması
bireysel başvurukonusu olamaz. Ancak bireysel başvuru
kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya
açık keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda
değildir (Ahmet Sağlam, B. No:
2013/3351, 18/9/2013, § 42).
30. Bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale
iddiası içermeyen, yargılama sonucunda verilen kararın hukuka aykırı olduğuna
ilişkin somut başvuru, yukarıda belirtilen içtihat kapsamında kanun yolu
şikâyeti niteliğindedir.
31. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının da diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
D. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
32. Başvurucular, makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüşlerdir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
33. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
34. Ceza yargılamasının süresi tespit edilirken sürenin
başlangıç tarihi olarak bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar
tarafından bildirildiği veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı
gibi birtakım tedbirlerin uygulandığı tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak
ise suç isnadına ilişkin nihai kararın verildiği, yargılaması devam eden
davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (B.E., B. No:
2012/625, 9/1/2014, § 34).
35. Ceza yargılamasının süresinin makul olup olmadığı
değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların
ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın
süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate
alınır (B.E., § 29).
36. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda
verdiği kararlar dikkate alındığında somut olaydaki yaklaşık sekiz yıllık
yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
37. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
E. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
38. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının
ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi
hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir…”
39. Başvurucular, manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
40. Somut olayda, makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği sonucuna varılmıştır.
41. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında -başvurucuların talebi de dikkate alınarak-başvuruculara ayrı ayrı
net 5.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
Osman Alifeyyaz PAKSÜT bu görüşe
katılmamıştır.
42. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin
başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kanuni hâkim güvencesinin ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
2. Adil yargılanma hakkı
kapsamında savunma için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkına
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
3. Diğer ihlal
iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
4. Makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE, OYBİRLİĞİYLE,
C. Başvuruculara ayrı ayrı net 5.000 TL manevi tazminat
ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,Osman
Alifeyyaz PAKSÜT'ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin (kapatılan) Diyarbakır 4. Ağır Ceza
Mahkemesine (CMK mülga 250. madde ile görevli) (E.2006/203, K.2008/60)
GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
25/7/2017tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
I- Genel Açıklamalar:
1. 12.9.2010 tarihinde yapılan
referandumla kabul edilen 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanun’un 18.
maddesiyle Anayasanın 148. maddesine eklenen fıkralarla Anayasal sistemimize
giren Bireysel Başvuru yolu, 6213 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 76. maddesi gereğince Anayasa Mahkemesinin
bireysel başvuruları kabul etmeye başladığı 23.9.2012 tarihinden sonra hızla
gelişerek hukukumuzun önemli bir kurumu haline gelmiş; Anayasada ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesinde (AİHS) yer alan temel haklarla ilgili pek çok ihlal
kararı verilmiştir.
2. Bu çerçevede Anayasanın 36. ve AİHS’nin 6. maddesinde yer
alan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkı önemli
bir yer tutmaktadır.
Makul sürede yargılanma
hakkının ihlalinin saptandığı durumlarda –ki bu yapısal sorunumuz nedeniyle en
çok verilen ihlal kararı türüdür- başvurucu lehine, esas itibariyle, somut
başvuru konusu olaydaki yargılama süresine bakılarak, manevi tazminata
hükmedilmektedir. Manevi tazminat miktarı tespit edilirken sürenin yanı sıra
yargılamanın kaç dereceli olduğuna, dosyanın karmaşıklığı ve sanık sayısının
çokluğu gibi özel durumlara, ayrıca davanın uzamasına başvurucunun kendisinin
sebebiyet verip vermediğine bakılmakta, yine gelişen içtihatlarla işe iade
davalarında daha kısa süreler uygulanmaktadır.
Buna karşılık, AİHM
içtihatlarında farklı bir uygulama bulunmadığı noktasından hareketle,
başvurucunun yargılama sonucunda kesin hükümle suçlu bulunmuş olup olmadığına,
suçun niteliğine, suçun toplumda yarattığı infialin derecesine bakılmamaktadır.
Ancak bu durum, özellikle bir ceza davasında kesin hükümle mahkumiyetine
karar verilmiş olan bir başvuruculara beraat etmiş olan başvurucuyla, hatta mağdur
tarafla aynı oranlarda tazminat almasının hakkaniyete uygun olup olmadığının
sorgulanmasına yol açmaktadır.
3. Bu konuda Anayasa Mahkemesinin (AYM), PKK terör örgütü
mensubu bir başvurucuya uzun yargılanma nedeniyle tazminata hükmetmesine
ilişkin bir kararı nedeniyle, çok ağır eleştirilere konu olmuştur (31.3.2016 ve
1.4.2016 tarihli köşe yazıları ve haberler). Esasen, burada saymaya gerek
duymadığımız çok ağır ve infial yaratıcı bazı suçların faillerine de uzun
yargılama tazminatı verilmiştir ve verilmeye devam edilmektedir.
4. Kuşkusuz, en çok infial yaratan eylemlerden mahkum olan kişilere dahi maktu mikarlarda
manevi tazminat ödenmesi bu kişileri mükafatlandırmak amacından değil, aynı
başvuruda AİHM tarafından daha yüksek ve döviz cinsinden bir tazminata
hükmedilmesini önleme düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Esasen bireysel
başvurunun Anayasa Mahkemesine bir görev olarak verilmesinin amacı, anayasa
değişikliğine ilişkin 5982 sayılı Kanun’un gerekçesinde, inter
alia, şunlar ifade edilmektedir:
“…
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde her yıl Türkiye’ye karşı çok sayıda dava
açılmakta ve Türkiye pek çok davada tazminata mahkum
edilmektedir.
… bireysel başvuru müessesesinin getirilmesiyle, hak
ihlallerine maruz kaldığını iddia edenlerin önemli bir bölümünün bireysel
başvuru aşamasında, başka bir ifadeyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine
gitmeden önce, tatmin edilmesinin mümkün olabileceği ve böylece Türkiye
aleyhine açılacak dava ve verilecek ihlal kararlarında azalma olacağı
değerlendirilmektedir. …
…
Türkiye’de bireysel başvuru yolunun kabul edilmesi, bir yandan bireylerin sahip
oldukları temel hak ve özgürlüklerin daha iyi korunmasını sağlayacak, öte
yandan da kamu organlarını,Anayasa
ve kanunlara daha uygun davranma konusunda zorlayacaktır. …”
5. Öte yandan, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları kabule
başladığı 23.9.2012 tarihinden önce AİHM’ne uzun yargılama şikayetiyle
yapılmış başvuruların da AİHM’den ihlal kararı ile sonuçlanmasına engel olmak
ve AİHM’nin elindeki Türkiye aleyhine açılmış dava sayısını da azaltmak
amacıyla, 9.1.2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine
Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun
çıkarılmış ve Kanun’la teşkil edilen Komisyon’ca AİHM ölçütlerine uygun
tazminatlar verilmesine başlanmıştır.
6. Buna göre, uzun süren yargılamalarda Anayasa Mahkemesince de
başvurucuya verilecek manevi tazminat miktarının, AİHM tarafından yeterli bir
tatmin düzeyi olarak kabul edilmesi yani aşırı derecede düşük olmaması gerekmektedir.
Ancak bu durum, Anayasa Mahkemesi ve 6384 sayılı Kanunla kurulan Komisyon
arasındaki farkı ortadan kaldırmış, sadece zaman bakımından farklı yetkisi
olan, biri en üst yargı organı, diğeri İdari bir Komisyon olan iki organın aynı
AİHM tarifelerine göre otomatik tazminat rakamlarına hükmettiği bir uygulamaya
dönüşmüştür.
7. AİHS’nin 41. maddesinde “adil tazmin” (just satisfaction) ve 6216 sayılı Kanun’un 50.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında
“tazminat” olarak ifade edilen, adil yargılanma hakkının ihlali
karşılığı yapılan bu ödemeler Mahkemenin içtihatlarıyla maddi ve manevi
tazminat şeklinde farklılaştırılmış, maddi tazminat çok nadir hallere
hasredilerek, yargılamanın makul olmayan sürelerle uzaması halinde verilen
manevi tazminatın, başvuru sırasında açıkça talep edilmiş olması halinde
verilmesi yolunda müstakar içtihat tesis edilmiştir. Bu nedenle, başvurucu çok uzun
sürelerle yargılanmış olsa dahi başvuru sırasında manevi tazminat talep
etmemişse, tazminata hükmedilmemektedir.
8. Anayasa Mahkemesince hükmedilen “adil tazmin” miktarlarında Mahkemeye her
hangi bir takdir hakkı bırakmayan, tazminat alan başvurucunun özel durumunu,
toplumsal barışı bozan yani suç teşkil eden eylemi gerçekleştirmekle
yargılamaya her şeyden önce kendi sebebiyet veren başvurucu ile haksız yere
uzun süre yargılanıp beraat eden diğer bir başvurucu arasında ayrım
yapmaksızın, maktuen bir meblağı tazminat olarak ika
eden bu sistemin uzun vadede yargıya güveni ve adalet inancını zedeleyeceği,
yargı organlarını uzun yargılamaları azaltmaya zorlama amacına da kayda değer
bir katkı yapamayacağı düşüncesindeyim.
9. Bu nedenle uzun yargılamalarda adil tazmin sisteminin başta
Anayasa Mahkemesi içtihatları olmak üzere yeni bir yaklaşımla gözden
geçirilmesi ve ilk etapta hakkaniyetin gereği olarak, uzun süren ceza
yargılamalarında kesin hükümle mahkum olmuş veya
yargılanması kesin hüküm aşamasına gelmiş başvurucularla, beraat etmiş
başvurucular arasında bir farklılaştırmaya gidilmesi uygun olacaktır. Böyle bir
uygulamanın AİHM içtihatları karşısında geçerli olup olamayacağını
değerlendirmek için AİHM içtihatlarının gelişimine bakmakta yarar
bulunmaktadır.
II- Makul Sürede Yargılanma Hakkına İlişkin
A.İ.H.M İçtihatlarının Gelişimi:
10. AİHM, ilk olarak 1999 yılında verdiği Büyük Daire kararında (Ferrari, A.P, Di Mauro and Bottazi/İtalya)
İtalyan adalet sistemindeki yapısal gecikmelerin ortaya çıkardığı idari
pratiğin Sözleşme ile bağdaşmadığını saptamıştır. İtalya, bunun üzerine, uzun
yargılama mağdurlarının iç hukukta tazmin edilmelerini sağlayan bir yasa
çıkartmış, ancak beş yıl sonra AİHM, Apicella/İtalya
kararında bahse konu yasa ile İtalyan makamlarının verdiği tazminatın çok
yetersiz olduğuna, uzun yargılamanın sürdüğü her yıl için 1000-1500 Euro
arasında tazminatın adil olacağına hükmetmiştir.
11. AİHM, Apicello/İtalya dan
sonraki kararlarında kesin rakamlar vermekten kaçınarak, her somut olayın özel
şartlarının değişebileceğini de ifade etmiştir. AİHM bu kararlarında ihlallere
neden olan yapısal sorunların taraf devletlerin sorumluluğunda olduğunu da
vurgulamıştır.
12. AİHM içtihatları geliştikçe bir takım ölçütler ortaya
çıkmıştır. Bunlar:
-Davanın karmaşıklığı
- Başvurucun kendi
davranışları
- Yetkili makamların
davranışları
- Başvurucu için
gecikmenin ne anlam ifade ettiği (what is at stake for the applicant)
13. Yukarıdaki ölçütlerden “davanın karmaşıklığı” yani sanık
sayısının fazlalığı, iddiaların çeşitliliği vb. nedenler konusunda bir tereddüt
bulunmamakta ve Anayasa Mahkemesince de uygulanmaktadır.
Başvurucunun kendi
sebebiyet verdiği gecikmeler yani duruşmalara gelmeme, çok fazla mazeret
kullanma veya harç yatırma ve usuli işlemlerin yerine
getirilmesindeki başvurucu kusuru gibi durumlar da yargılama süresinin
hesabında dikkate alınmaktadır. Kuşkusuz, başvurucun yasalardaki tüm ususli hakları sonuna kadar kullanmış olması, gecikmeye
kendisinin sebebiyet verdiği şeklinde yorumlanmamaktadır. Bununla birlikte
AİHM, Union Alimentaria Sanders S.A./İspanya davasında, “başvurucunun kendine düşen
usuli işlemleri yerine getirmekte özen göstermesi ve
geciktirme taktiklerinden kaçınarak, yargılamayı hızlandırmak için iç hukukta
mevcut olan imkanlardan yararlanması”
gerektiğini de belirtmiştir.
Yetkili makamların
davranışlarının uzun yargılamaya neden olması kararı AİHM’nin pek çok
içtihadında yer almış bir konu olup, özetle
“devletlerin adli sistemlerini, makul bir sürede yargılanma hakkını da içeren
Sözleşmenin 6 (1) maddesi gereklerine mahkemelerin uymasını sağlayacak şekilde
düzenlemeleri yükümlülüğü” (Zimmerman and Steiner/İsviçre) nden ibarettir.
14. Uzun yargılamanın başvurucu için ne kadar önem taşıdığı, veya diğer bir ifadeyle yargılamanın kısa sürede
tamamlanmasına başvurucunun ne kadar değer atfettiği (What is at Stake for the Applicant)
ölçütü, AİHM tarafından ceza yargılamalarında, öncelikle tutuklu yargılanma
durumu ile ilintili olarak değerlendirilmiştir (Jablonski/Polonya). Hukuki
konularda AİHM, iş davalarında (Obermeier/Avusturya) “haksız olarak işine son verildiğini düşünen bir çalışanın, yapılan
işlemin hukukiliği hakkında derhal karar verilmesinde önemli bir kişisel çıkarı
olduğunu” ; keza velayet konularında “velayet davalarının süratle görülmesi gerektiğini (Hokkanen/Finlandiya)”
ve vücut bütünlüğüne ilişkin tazminat davalarında “trafik kazasından kaynaklanan ciddi yaralanma sebebiyle tazminat
isteyen başvurucunun davasının süratle sonuçlandırılması için özel bir özen
gösterilesi gerektiği (Silva Pontes/Portekiz)”
belirtmiştir. “X/Fransa”
davasında HIV bulunan kan nakli sonucu mağdur olan ve idareden tazminat talep
eden başvurucunun yargılamasının iki yıl sürmesi, özel durumu karşısında uzun
bulunmuştur.
III- AİHM İçtihatlarından Çıkan Sonuçlar:
15. AİHM içtihatları arasında, ceza yargılamasında mahkum olan kişi ile beraat eden kişi arasında yargılamanın
makul sürede bitirilmesi beklentisi yönünden değerlendirme yapan bir içtihada
henüz rastlanmamıştır. Ancak kişi için makul sürede yargılanmanın öneminin her
olayda farklı değerlendirilmesi gerektiği yolunda temel bir düşüncenin AİHM
kararlarına esas alındığı anlaşılmaktadır.
16. Nitekim, özellikle ceza davalarında
suçu işlemediğini bilen ve süratle beraat ederek toplum içine başı dik bir
şekilde (hukuki bir ilke olan masumiyet karinesinin toplumsal açıdan her zaman
geçerli olmadığı unutulmamalıdır) çıkmak isteyen bir kişi ile, suçu işlemiş
olup bir şekilde mahkumiyet alacağını bilen diğer bir kişinin, yargılamanın
uzamasından duyacağı rahatsızlığın ve buradaki kişisel yararının aynı
olamayacağı açıktır. Buna göre, ceza yargılamalarında kesin hüküm sonucuna göre
başvuruculara ödenecek manevi tazminat miktarlarında bir farklılaştırmaya
gidilmesinin AİHM içtihatları karşısında mümkün, hatta gerekli olduğu
kanaatindeyiz.
IV- AYM İçtihatlarına Farklılaşma İhtiyacı:
17. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki
makul sürede yargılanma hakkının ihlali dolayısıyla verilen ve manevi tazminat
olması dolayısıyla da veren makamın takdir hakkının ortadan kaldırılması mümkün
olmayan uzun yargılanma tazminatlarının maktu bir tarifeye bağlanarak,
kişiselleştirilmeden ödenmeye devam edilmesi, uzun vadede toplumdaki adalet ve
hakkaniyet duygularını zedeleyebilecek, bazı somut olaylarda toplumda tepki
doğurarak hak ihlallerinden dolayı tazminat verilmesi sisteminin bütününü
sorgulatabilecektir. Böyle bir durum, uzun yargılanmadan doğan yapısal
sorunların çözümü için kamu makamların zorlamak amacıyla da bağdaşmamaktadır.
18. Bu nedenle, başvurucunun somut dosyadaki durumuna göre, süre
esas alınarak hükmedilen maktu tazminatlardan bir miktar indirim, bazı
durumlarda da artırım yapılmalıdır. Şayet tazminatında indirim yapılan
başvurucu böyle bir uygulama sonucu tazminatın anlamsız hale gelecek kadar
düşük hale geldiği şikayetiyle AİHM’ne başvurur ve
AİHM de başvurucuyu haklı bulursa, durum yeniden değerlendirilerek çözümleri
her zaman aranabilecektir. Önemli olan, uzun yargılanma tazminatlarının adil
bir şekilde verilmesi ve bu inancın toplumda muhafaza edilmesidir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle
somut olayda tazminat miktarının fazla olduğu görüşündeyim.
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|