TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
|
ERKAN ESENGİN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/13048)
|
|
Karar Tarihi: 25/7/2017
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
|
|
Başkan
|
:
|
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Başkanvekili
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Recai AKYEL
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Gökçe
GÜLTEKİN
|
Başvurucu
|
:
|
Erkan
ESENGİN
|
Vekili
|
:
|
Av. Servet
BİLEN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, uzun süredir devam eden tutukluluk nedeniyle kişi hürriyeti
ve güvenliği hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 25/7/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve
bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını
bildirmiştir.
7. İkinci Bölüm tarafından 5/7/2017 tarihinde yapılan toplantıda
başvurunun, Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görülmüş ve
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 28. maddesinin (3)
numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma kapsamında 20/6/2000
tarihinde gözaltına alınmış; 3/7/2000 tarihinde tutuklanmış ve 31/1/2013
tarihinde tahliye edilmiştir. İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet
Başsavcılığının 11/10/2000 tarihli iddianamesiyle aynı kasıt altında iki kişiyi
öldürme, yaralama, 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar
ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet, 30/7/1999 tarihli ve 4422 sayılı
mülga Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunu'na muhalefet, mala zarar
verme suçlarını işlediği iddiasıyla başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır.
10. (Kapatılan) İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga 250.
madde ile görevli) 30/6/2009 tarihli kararıyla, başvurucunun suç işlemek
amacıyla kurulan örgüte üye olma suçundan 1 yıl 3 ay hapis cezasıyla, K.S. ile Y.Y.nin öldürülmelerine iştirak suçundan yirmi yıl hapis
cezasıyla, H.A.nın kasten öldürülmesine iştirak
suçundan 12 yıl hapis cezasıyla, E.U.yu öldürmeye teşebbüse iştirak suçundan 4
yıl 9 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına; tutukluluk hâlinin devamına karar
verilmiştir.
11. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 22/11/2010
tarihli kararıyla maktuller ve H.A., K.S. ile Y.Y.nin
öldürülmesine yardım suçları yönünden her bir maktulü öldürme suçundan ayrı
ayrı ceza verilmesi, maktul H.yi öldürmeye yardım
suçunda lehe kanun hükümlerinin belirlenmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuş;
diğer suçlar yönünden ise onanmıştır.
12. Bozma sonrasında yargılamaya İstanbul 4. Ağır Ceza
Mahkemesinde devam edilmiş; Mahkemenin 12/1/2017 tarihli kararıyla başvurucunun
H.A., K.S. ile Y.Y.nin öldürülmesine yardım
suçlarından ayrı ayrı on yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar
verilmiştir.
13. Karar temyiz edilmiş olup inceleme devam etmektedir.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
14. Mahkemenin25/7/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kişi Hürriyeti ve
Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
15. Başvurucu; hakkında yürütülen yargılamada kanuni tutukluluk
süresinin aşıldığını, tutukluluğa itiraz yolunu etkin olarak kullanamadığını,
özel yetkili mahkemelerin görevine giren suçlarda makul olmayan uzunlukta
tutuklama sürelerinin öngörüldüğünü belirterek Anayasa’nın 19. maddesinde
tanımlanan kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
16. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8)
numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin
başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup Anayasa Mahkemesi, ancak bu tarihten sonra
kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları
inceleyebilir.
17. “Bir suç isnadına bağlı olarak” tutuklulukta geçen sürenin
başlangıcı, başvurucunun ilk kez yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu
tarih; doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu
ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesince
hüküm verildiği tarihtir (Murat Narman,
B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 66).
18. Somut olayda (kapatılan) İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinin
30/6/2009 tarihli kararıyla başvurucunun mahkûmiyetine ve tutukluluğunun
devamına karar verilmiştir. Dolayısıyla "suç isnadına bağlı olarak
tutukluluk" Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı
23/9/2012 tarihinde önce sona ermiştir.
19. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
20. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
21. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
22. Ceza yargılamasının süresi tespit edilirken sürenin
başlangıç tarihi olarak bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar
tarafından bildirildiği veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı
gibi birtakım tedbirlerin uygulandığı tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak
ise suç isnadına ilişkin nihai kararın verildiği, yargılaması devam eden
davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (B.E., B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 34).
23. Ceza yargılamasının süresinin makul olup olmadığı
değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların
ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın
süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate
alınır (B.E., § 29).
24. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda
verdiği kararlar ile yargılamaya konu suçun niteliği ve yargılamadaki taraf
sayısı gibi kriterler dikkate alındığında somut olayda yaklaşık on yedi yıl
süren yargılamanın süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
25. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
26. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının
ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi
hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir…”
27. Başvurucu, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
28. Somut olayda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır.
29. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında -yargılamadaki taraf sayısı da dikkate alınarak-başvurucuya net
21.600 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir. Anayasa
Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia
ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır.
Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi
tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
Osman Alifeyyaz PAKSÜT bu görüşe
katılmamıştır.
30. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın zaman bakımından
yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
2. Makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE, OYBİRLİĞİYLE,
C. Başvurucuya net 21.600 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata
ilişkin diğer taleplerin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT'ün karşıoyu ve
OYÇOKLUĞUYLA,
D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE, OYBİRLİĞİYLE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına (Tebliğname No.1-2017/14754) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
25/7/2017 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
I- Genel Açıklamalar:
1. 12.9.2010 tarihinde yapılan referandumla kabul edilen
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanun’un 18. maddesiyle Anayasanın 148.
maddesine eklenen fıkralarla Anayasal sistemimize giren Bireysel Başvuru yolu,
6213 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun’un 76. maddesi gereğince Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları kabul
etmeye başladığı 23.9.2012 tarihinden sonra hızla gelişerek hukukumuzun önemli
bir kurumu haline gelmiş; Anayasada ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde
(AİHS) yer alan temel haklarla ilgili pek çok ihlal kararı verilmiştir.
2. Bu çerçevede Anayasanın 36. ve AİHS’nin 6. maddesinde yer
alan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkı önemli
bir yer tutmaktadır.
Makul sürede yargılanma
hakkının ihlalinin saptandığı durumlarda –ki bu yapısal sorunumuz nedeniyle en
çok verilen ihlal kararı türüdür- başvurucu lehine, esas itibariyle, somut
başvuru konusu olaydaki yargılama süresine bakılarak, manevi tazminata
hükmedilmektedir. Manevi tazminat miktarı tespit edilirken sürenin yanı sıra
yargılamanın kaç dereceli olduğuna, dosyanın karmaşıklığı ve sanık sayısının
çokluğu gibi özel durumlara, ayrıca davanın uzamasına başvurucunun kendisinin
sebebiyet verip vermediğine bakılmakta, yine gelişen içtihatlarla işe iade
davalarında daha kısa süreler uygulanmaktadır.
Buna karşılık, AİHM
içtihatlarında farklı bir uygulama bulunmadığı noktasından hareketle,
başvurucunun yargılama sonucunda kesin hükümle suçlu bulunmuş olup olmadığına,
suçun niteliğine, suçun toplumda yarattığı infialin derecesine bakılmamaktadır.
Ancak bu durum, özellikle bir ceza davasında kesin hükümle mahkumiyetine karar
verilmiş olan bir başvuruculara beraat etmiş olan başvurucuyla, hatta mağdur
tarafla aynı oranlarda tazminat almasının hakkaniyete uygun olup olmadığının
sorgulanmasına yol açmaktadır.
3. Bu konuda Anayasa Mahkemesinin (AYM), PKK terör örgütü
mensubu bir başvurucuya uzun yargılanma nedeniyle tazminata hükmetmesine
ilişkin bir kararı nedeniyle, çok ağır eleştirilere konu olmuştur (31.3.2016 ve
1.4.2016 tarihli köşe yazıları ve haberler). Esasen, burada saymaya gerek
duymadığımız çok ağır ve infial yaratıcı bazı suçların faillerine de uzun
yargılama tazminatı verilmiştir ve verilmeye devam edilmektedir.
4. Kuşkusuz, en çok infial yaratan eylemlerden mahkum olan kişilere
dahi maktu mikarlarda manevi tazminat ödenmesi bu
kişileri mükafatlandırmak amacından değil, aynı başvuruda AİHM tarafından daha
yüksek ve döviz cinsinden bir tazminata hükmedilmesini önleme düşüncesinden
kaynaklanmaktadır. Esasen bireysel başvurunun Anayasa Mahkemesine bir görev
olarak verilmesinin amacı, anayasa değişikliğine ilişkin 5982 sayılı Kanun’un
gerekçesinde, inter alia,
şunlar ifade edilmektedir:
“…
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde her yıl Türkiye’ye karşı çok sayıda dava
açılmakta ve Türkiye pek çok davada tazminata mahkum edilmektedir.
…
bireysel başvuru müessesesinin getirilmesiyle, hak ihlallerine maruz kaldığını
iddia edenlerin önemli bir bölümünün bireysel başvuru aşamasında, başka bir
ifadeyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gitmeden önce, tatmin edilmesinin
mümkün olabileceği ve böylece Türkiye aleyhine açılacak dava ve verilecek ihlal
kararlarında azalma olacağı değerlendirilmektedir. …
…
Türkiye’de bireysel başvuru yolunun kabul edilmesi, bir yandan bireylerin sahip
oldukları temel hak ve özgürlüklerin daha iyi korunmasını sağlayacak, öte
yandan da kamu organlarını,Anayasa ve kanunlara daha
uygun davranma konusunda zorlayacaktır. …”
5. Öte yandan, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları kabule başladığı
23.9.2012 tarihinden önce AİHM’ne uzun yargılama şikayetiyle yapılmış
başvuruların da AİHM’den ihlal kararı ile sonuçlanmasına engel olmak ve
AİHM’nin elindeki Türkiye aleyhine açılmış dava sayısını da azaltmak amacıyla,
9.1.2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı
Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun çıkarılmış ve
Kanun’la teşkil edilen Komisyon’ca AİHM ölçütlerine uygun tazminatlar
verilmesine başlanmıştır.
6. Buna göre, uzun süren yargılamalarda Anayasa Mahkemesince de
başvurucuya verilecek manevi tazminat miktarının, AİHM tarafından yeterli bir
tatmin düzeyi olarak kabul edilmesi yani aşırı derecede düşük olmaması
gerekmektedir. Ancak bu durum, Anayasa Mahkemesi ve 6384 sayılı Kanunla kurulan
Komisyon arasındaki farkı ortadan kaldırmış, sadece zaman bakımından farklı
yetkisi olan, biri en üst yargı organı, diğeri İdari bir Komisyon olan iki
organın aynı AİHM tarifelerine göre otomatik tazminat rakamlarına hükmettiği
bir uygulamaya dönüşmüştür.
7. AİHS’nin 41. maddesinde “adil
tazmin” (just satisfaction)
ve 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında “tazminat” olarak ifade edilen, adil
yargılanma hakkının ihlali karşılığı yapılan bu ödemeler Mahkemenin
içtihatlarıyla maddi ve manevi tazminat şeklinde farklılaştırılmış, maddi
tazminat çok nadir hallere hasredilerek, yargılamanın makul olmayan sürelerle
uzaması halinde verilen manevi tazminatın, başvuru sırasında açıkça talep
edilmiş olması halinde verilmesi yolunda müstakar içtihat tesis edilmiştir. Bu
nedenle, başvurucu çok uzun sürelerle yargılanmış olsa dahi başvuru sırasında
manevi tazminat talep etmemişse, tazminata hükmedilmemektedir.
8. Anayasa Mahkemesince hükmedilen “adil tazmin” miktarlarında Mahkemeye her hangi bir takdir
hakkı bırakmayan, tazminat alan başvurucunun özel durumunu, toplumsal barışı
bozan yani suç teşkil eden eylemi gerçekleştirmekle yargılamaya her şeyden önce
kendi sebebiyet veren başvurucu ile haksız yere uzun süre yargılanıp beraat
eden diğer bir başvurucu arasında ayrım yapmaksızın, maktuen
bir meblağı tazminat olarak ika eden bu sistemin uzun vadede yargıya güveni ve
adalet inancını zedeleyeceği, yargı organlarını uzun yargılamaları azaltmaya
zorlama amacına da kayda değer bir katkı yapamayacağı düşüncesindeyim.
9. Bu nedenle uzun yargılamalarda adil tazmin sisteminin başta
Anayasa Mahkemesi içtihatları olmak üzere yeni bir yaklaşımla gözden
geçirilmesi ve ilk etapta hakkaniyetin gereği olarak, uzun süren ceza yargılamalarında
kesin hükümle mahkum olmuş veya yargılanması kesin hüküm aşamasına gelmiş
başvurucularla, beraat etmiş başvurucular arasında bir farklılaştırmaya
gidilmesi uygun olacaktır. Böyle bir uygulamanın AİHM içtihatları karşısında
geçerli olup olamayacağını değerlendirmek için AİHM içtihatlarının gelişimine
bakmakta yarar bulunmaktadır.
II- Makul Sürede Yargılanma Hakkına İlişkin
A.İ.H.M İçtihatlarının Gelişimi:
10. AİHM, ilk olarak 1999 yılında verdiği Büyük Daire kararında (Ferrari, A.P, Di Mauro and Bottazi/İtalya)
İtalyan adalet sistemindeki yapısal gecikmelerin ortaya çıkardığı idari
pratiğin Sözleşme ile bağdaşmadığını saptamıştır. İtalya, bunun üzerine, uzun
yargılama mağdurlarının iç hukukta tazmin edilmelerini sağlayan bir yasa
çıkartmış, ancak beş yıl sonra AİHM, Apicella/İtalya
kararında bahse konu yasa ile İtalyan makamlarının verdiği tazminatın çok
yetersiz olduğuna, uzun yargılamanın sürdüğü her yıl için 1000-1500 Euro
arasında tazminatın adil olacağına hükmetmiştir.
11. AİHM, Apicello/İtalya dan sonraki kararlarında kesin
rakamlar vermekten kaçınarak, her somut olayın özel şartlarının
değişebileceğini de ifade etmiştir. AİHM bu kararlarında ihlallere neden olan
yapısal sorunların taraf devletlerin sorumluluğunda olduğunu da vurgulamıştır.
12. AİHM içtihatları geliştikçe bir takım ölçütler ortaya
çıkmıştır. Bunlar:
-Davanın karmaşıklığı
- Başvurucun kendi
davranışları
- Yetkili makamların
davranışları
- Başvurucu için
gecikmenin ne anlam ifade ettiği (what is at stake for the applicant)
13. Yukarıdaki ölçütlerden “davanın karmaşıklığı” yani sanık
sayısının fazlalığı, iddiaların çeşitliliği vb. nedenler konusunda bir tereddüt
bulunmamakta ve Anayasa Mahkemesince de uygulanmaktadır.
Başvurucunun kendi
sebebiyet verdiği gecikmeler yani duruşmalara gelmeme, çok fazla mazeret
kullanma veya harç yatırma ve usuli işlemlerin yerine
getirilmesindeki başvurucu kusuru gibi durumlar da yargılama süresinin
hesabında dikkate alınmaktadır. Kuşkusuz, başvurucun yasalardaki tüm ususli hakları sonuna kadar kullanmış olması, gecikmeye
kendisinin sebebiyet verdiği şeklinde yorumlanmamaktadır. Bununla birlikte
AİHM, Union Alimentaria Sanders S.A./İspanya davasında, “başvurucunun kendine düşen
usuli işlemleri yerine getirmekte özen göstermesi ve
geciktirme taktiklerinden kaçınarak, yargılamayı hızlandırmak için iç hukukta
mevcut olan imkanlardan yararlanması” gerektiğini de belirtmiştir.
Yetkili makamların
davranışlarının uzun yargılamaya neden olması kararı AİHM’nin pek çok
içtihadında yer almış bir konu olup, özetle
“devletlerin adli sistemlerini, makul bir sürede yargılanma hakkını da içeren
Sözleşmenin 6 (1) maddesi gereklerine mahkemelerin uymasını sağlayacak şekilde
düzenlemeleri yükümlülüğü” (Zimmerman and Steiner/İsviçre) nden ibarettir.
14. Uzun yargılamanın başvurucu için ne kadar önem taşıdığı,
veya diğer bir ifadeyle yargılamanın kısa sürede tamamlanmasına başvurucunun ne
kadar değer atfettiği (What
is at Stake for the Applicant) ölçütü,
AİHM tarafından ceza yargılamalarında, öncelikle tutuklu yargılanma durumu ile
ilintili olarak değerlendirilmiştir (Jablonski/Polonya). Hukuki konularda AİHM, iş
davalarında (Obermeier/Avusturya)
“haksız olarak işine son verildiğini düşünen
bir çalışanın, yapılan işlemin hukukiliği hakkında derhal karar verilmesinde
önemli bir kişisel çıkarı olduğunu” ; keza velayet konularında “velayet davalarının süratle görülmesi gerektiğini (Hokkanen/Finlandiya)” ve vücut bütünlüğüne
ilişkin tazminat davalarında “trafik
kazasından kaynaklanan ciddi yaralanma sebebiyle tazminat isteyen başvurucunun
davasının süratle sonuçlandırılması için özel bir özen gösterilesi gerektiği (Silva Pontes/Portekiz)” belirtmiştir.
“X/Fransa” davasında HIV bulunan
kan nakli sonucu mağdur olan ve idareden tazminat talep eden başvurucunun
yargılamasının iki yıl sürmesi, özel durumu karşısında uzun bulunmuştur.
III- AİHM İçtihatlarından Çıkan Sonuçlar:
15. AİHM içtihatları arasında, ceza yargılamasında mahkum olan
kişi ile beraat eden kişi arasında yargılamanın makul sürede bitirilmesi
beklentisi yönünden değerlendirme yapan bir içtihada henüz rastlanmamıştır.
Ancak kişi için makul sürede yargılanmanın öneminin her olayda farklı
değerlendirilmesi gerektiği yolunda temel bir düşüncenin AİHM kararlarına esas
alındığı anlaşılmaktadır.
16. Nitekim, özellikle ceza davalarında suçu işlemediğini bilen
ve süratle beraat ederek toplum içine başı dik bir şekilde (hukuki bir ilke
olan masumiyet karinesinin toplumsal açıdan her zaman geçerli olmadığı
unutulmamalıdır) çıkmak isteyen bir kişi ile, suçu işlemiş olup bir şekilde
mahkumiyet alacağını bilen diğer bir kişinin, yargılamanın uzamasından duyacağı
rahatsızlığın ve buradaki kişisel yararının aynı olamayacağı açıktır. Buna
göre, ceza yargılamalarında kesin hüküm sonucuna göre başvuruculara ödenecek
manevi tazminat miktarlarında bir farklılaştırmaya gidilmesinin AİHM
içtihatları karşısında mümkün, hatta gerekli olduğu kanaatindeyiz.
IV- AYM İçtihatlarına Farklılaşma İhtiyacı:
17. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma
hakkının ihlali dolayısıyla verilen ve manevi tazminat olması dolayısıyla da
veren makamın takdir hakkının ortadan kaldırılması mümkün olmayan uzun
yargılanma tazminatlarının maktu bir tarifeye bağlanarak, kişiselleştirilmeden
ödenmeye devam edilmesi, uzun vadede toplumdaki adalet ve hakkaniyet
duygularını zedeleyebilecek, bazı somut olaylarda toplumda tepki doğurarak hak
ihlallerinden dolayı tazminat verilmesi sisteminin bütününü
sorgulatabilecektir. Böyle bir durum, uzun yargılanmadan doğan yapısal
sorunların çözümü için kamu makamların zorlamak amacıyla da bağdaşmamaktadır.
18. Bu nedenle, başvurucunun somut dosyadaki durumuna göre, süre
esas alınarak hükmedilen maktu tazminatlardan bir miktar indirim, bazı
durumlarda da artırım yapılmalıdır. Şayet tazminatında indirim yapılan başvurucu
böyle bir uygulama sonucu tazminatın anlamsız hale gelecek kadar düşük hale
geldiği şikayetiyle AİHM’ne başvurur ve AİHM de başvurucuyu haklı bulursa,
durum yeniden değerlendirilerek çözümleri her zaman aranabilecektir. Önemli
olan, uzun yargılanma tazminatlarının adil bir şekilde verilmesi ve bu inancın
toplumda muhafaza edilmesidir.
Yukarıda açıklanan
nedenlerle somut olayda tazminat miktarının fazla olduğu görüşündeyim.
|
|
|
|
Üye
Osman Alifeyyaz
PAKSÜT
|