TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
GENEL KURUL
KARAR
ERKAN ESENGİN BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/13048)
Karar Tarihi: 25/7/2017
Başkan
:
Zühtü ARSLAN
Başkanvekili
Burhan ÜSTÜN
Engin YILDIRIM
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Serruh KALELİ
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Recep KÖMÜRCÜ
Nuri NECİPOĞLU
Hicabi DURSUN
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Hasan Tahsin GÖKCAN
Kadir ÖZKAYA
Rıdvan GÜLEÇ
Recai AKYEL
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Raportör Yrd.
Gökçe GÜLTEKİN
Başvurucu
Erkan ESENGİN
Vekili
Av. Servet BİLEN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, uzun süredir devam eden tutukluluk nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 25/7/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir.
7. İkinci Bölüm tarafından 5/7/2017 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun, Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görülmüş ve Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma kapsamında 20/6/2000 tarihinde gözaltına alınmış; 3/7/2000 tarihinde tutuklanmış ve 31/1/2013 tarihinde tahliye edilmiştir. İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının 11/10/2000 tarihli iddianamesiyle aynı kasıt altında iki kişiyi öldürme, yaralama, 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet, 30/7/1999 tarihli ve 4422 sayılı mülga Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunu'na muhalefet, mala zarar verme suçlarını işlediği iddiasıyla başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır.
10. (Kapatılan) İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga 250. madde ile görevli) 30/6/2009 tarihli kararıyla, başvurucunun suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma suçundan 1 yıl 3 ay hapis cezasıyla, K.S. ile Y.Y.nin öldürülmelerine iştirak suçundan yirmi yıl hapis cezasıyla, H.A.nın kasten öldürülmesine iştirak suçundan 12 yıl hapis cezasıyla, E.U.yu öldürmeye teşebbüse iştirak suçundan 4 yıl 9 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına; tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir.
11. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 22/11/2010 tarihli kararıyla maktuller ve H.A., K.S. ile Y.Y.nin öldürülmesine yardım suçları yönünden her bir maktulü öldürme suçundan ayrı ayrı ceza verilmesi, maktul H.yi öldürmeye yardım suçunda lehe kanun hükümlerinin belirlenmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuş; diğer suçlar yönünden ise onanmıştır.
12. Bozma sonrasında yargılamaya İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesinde devam edilmiş; Mahkemenin 12/1/2017 tarihli kararıyla başvurucunun H.A., K.S. ile Y.Y.nin öldürülmesine yardım suçlarından ayrı ayrı on yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir.
13. Karar temyiz edilmiş olup inceleme devam etmektedir.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
14. Mahkemenin25/7/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
15. Başvurucu; hakkında yürütülen yargılamada kanuni tutukluluk süresinin aşıldığını, tutukluluğa itiraz yolunu etkin olarak kullanamadığını, özel yetkili mahkemelerin görevine giren suçlarda makul olmayan uzunlukta tutuklama sürelerinin öngörüldüğünü belirterek Anayasa’nın 19. maddesinde tanımlanan kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
16. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup Anayasa Mahkemesi, ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları inceleyebilir.
17. “Bir suç isnadına bağlı olarak” tutuklulukta geçen sürenin başlangıcı, başvurucunun ilk kez yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu tarih; doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesince hüküm verildiği tarihtir (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 66).
18. Somut olayda (kapatılan) İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinin 30/6/2009 tarihli kararıyla başvurucunun mahkûmiyetine ve tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Dolayısıyla "suç isnadına bağlı olarak tutukluluk" Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinde önce sona ermiştir.
19. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
20. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
21. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
22. Ceza yargılamasının süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirildiği veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulandığı tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak ise suç isnadına ilişkin nihai kararın verildiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (B.E., B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 34).
23. Ceza yargılamasının süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (B.E., § 29).
24. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar ile yargılamaya konu suçun niteliği ve yargılamadaki taraf sayısı gibi kriterler dikkate alındığında somut olayda yaklaşık on yedi yıl süren yargılamanın süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
25. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
26. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…”
27. Başvurucu, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
28. Somut olayda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
29. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında -yargılamadaki taraf sayısı da dikkate alınarak-başvurucuya net 21.600 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
Osman Alifeyyaz PAKSÜT bu görüşe katılmamıştır.
30. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE, OYBİRLİĞİYLE,
C. Başvurucuya net 21.600 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT'ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE, OYBİRLİĞİYLE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına (Tebliğname No.1-2017/14754) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 25/7/2017 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
I- Genel Açıklamalar:
1. 12.9.2010 tarihinde yapılan referandumla kabul edilen 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanun’un 18. maddesiyle Anayasanın 148. maddesine eklenen fıkralarla Anayasal sistemimize giren Bireysel Başvuru yolu, 6213 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 76. maddesi gereğince Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları kabul etmeye başladığı 23.9.2012 tarihinden sonra hızla gelişerek hukukumuzun önemli bir kurumu haline gelmiş; Anayasada ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde (AİHS) yer alan temel haklarla ilgili pek çok ihlal kararı verilmiştir.
2. Bu çerçevede Anayasanın 36. ve AİHS’nin 6. maddesinde yer alan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkı önemli bir yer tutmaktadır.
Makul sürede yargılanma hakkının ihlalinin saptandığı durumlarda –ki bu yapısal sorunumuz nedeniyle en çok verilen ihlal kararı türüdür- başvurucu lehine, esas itibariyle, somut başvuru konusu olaydaki yargılama süresine bakılarak, manevi tazminata hükmedilmektedir. Manevi tazminat miktarı tespit edilirken sürenin yanı sıra yargılamanın kaç dereceli olduğuna, dosyanın karmaşıklığı ve sanık sayısının çokluğu gibi özel durumlara, ayrıca davanın uzamasına başvurucunun kendisinin sebebiyet verip vermediğine bakılmakta, yine gelişen içtihatlarla işe iade davalarında daha kısa süreler uygulanmaktadır.
Buna karşılık, AİHM içtihatlarında farklı bir uygulama bulunmadığı noktasından hareketle, başvurucunun yargılama sonucunda kesin hükümle suçlu bulunmuş olup olmadığına, suçun niteliğine, suçun toplumda yarattığı infialin derecesine bakılmamaktadır. Ancak bu durum, özellikle bir ceza davasında kesin hükümle mahkumiyetine karar verilmiş olan bir başvuruculara beraat etmiş olan başvurucuyla, hatta mağdur tarafla aynı oranlarda tazminat almasının hakkaniyete uygun olup olmadığının sorgulanmasına yol açmaktadır.
3. Bu konuda Anayasa Mahkemesinin (AYM), PKK terör örgütü mensubu bir başvurucuya uzun yargılanma nedeniyle tazminata hükmetmesine ilişkin bir kararı nedeniyle, çok ağır eleştirilere konu olmuştur (31.3.2016 ve 1.4.2016 tarihli köşe yazıları ve haberler). Esasen, burada saymaya gerek duymadığımız çok ağır ve infial yaratıcı bazı suçların faillerine de uzun yargılama tazminatı verilmiştir ve verilmeye devam edilmektedir.
4. Kuşkusuz, en çok infial yaratan eylemlerden mahkum olan kişilere dahi maktu mikarlarda manevi tazminat ödenmesi bu kişileri mükafatlandırmak amacından değil, aynı başvuruda AİHM tarafından daha yüksek ve döviz cinsinden bir tazminata hükmedilmesini önleme düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Esasen bireysel başvurunun Anayasa Mahkemesine bir görev olarak verilmesinin amacı, anayasa değişikliğine ilişkin 5982 sayılı Kanun’un gerekçesinde, inter alia, şunlar ifade edilmektedir:
“… Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde her yıl Türkiye’ye karşı çok sayıda dava açılmakta ve Türkiye pek çok davada tazminata mahkum edilmektedir.
… bireysel başvuru müessesesinin getirilmesiyle, hak ihlallerine maruz kaldığını iddia edenlerin önemli bir bölümünün bireysel başvuru aşamasında, başka bir ifadeyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gitmeden önce, tatmin edilmesinin mümkün olabileceği ve böylece Türkiye aleyhine açılacak dava ve verilecek ihlal kararlarında azalma olacağı değerlendirilmektedir. …
… Türkiye’de bireysel başvuru yolunun kabul edilmesi, bir yandan bireylerin sahip oldukları temel hak ve özgürlüklerin daha iyi korunmasını sağlayacak, öte yandan da kamu organlarını,Anayasa ve kanunlara daha uygun davranma konusunda zorlayacaktır. …”
5. Öte yandan, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları kabule başladığı 23.9.2012 tarihinden önce AİHM’ne uzun yargılama şikayetiyle yapılmış başvuruların da AİHM’den ihlal kararı ile sonuçlanmasına engel olmak ve AİHM’nin elindeki Türkiye aleyhine açılmış dava sayısını da azaltmak amacıyla, 9.1.2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun çıkarılmış ve Kanun’la teşkil edilen Komisyon’ca AİHM ölçütlerine uygun tazminatlar verilmesine başlanmıştır.
6. Buna göre, uzun süren yargılamalarda Anayasa Mahkemesince de başvurucuya verilecek manevi tazminat miktarının, AİHM tarafından yeterli bir tatmin düzeyi olarak kabul edilmesi yani aşırı derecede düşük olmaması gerekmektedir. Ancak bu durum, Anayasa Mahkemesi ve 6384 sayılı Kanunla kurulan Komisyon arasındaki farkı ortadan kaldırmış, sadece zaman bakımından farklı yetkisi olan, biri en üst yargı organı, diğeri İdari bir Komisyon olan iki organın aynı AİHM tarifelerine göre otomatik tazminat rakamlarına hükmettiği bir uygulamaya dönüşmüştür.
7. AİHS’nin 41. maddesinde “adil tazmin” (just satisfaction) ve 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında “tazminat” olarak ifade edilen, adil yargılanma hakkının ihlali karşılığı yapılan bu ödemeler Mahkemenin içtihatlarıyla maddi ve manevi tazminat şeklinde farklılaştırılmış, maddi tazminat çok nadir hallere hasredilerek, yargılamanın makul olmayan sürelerle uzaması halinde verilen manevi tazminatın, başvuru sırasında açıkça talep edilmiş olması halinde verilmesi yolunda müstakar içtihat tesis edilmiştir. Bu nedenle, başvurucu çok uzun sürelerle yargılanmış olsa dahi başvuru sırasında manevi tazminat talep etmemişse, tazminata hükmedilmemektedir.
8. Anayasa Mahkemesince hükmedilen “adil tazmin” miktarlarında Mahkemeye her hangi bir takdir hakkı bırakmayan, tazminat alan başvurucunun özel durumunu, toplumsal barışı bozan yani suç teşkil eden eylemi gerçekleştirmekle yargılamaya her şeyden önce kendi sebebiyet veren başvurucu ile haksız yere uzun süre yargılanıp beraat eden diğer bir başvurucu arasında ayrım yapmaksızın, maktuen bir meblağı tazminat olarak ika eden bu sistemin uzun vadede yargıya güveni ve adalet inancını zedeleyeceği, yargı organlarını uzun yargılamaları azaltmaya zorlama amacına da kayda değer bir katkı yapamayacağı düşüncesindeyim.
9. Bu nedenle uzun yargılamalarda adil tazmin sisteminin başta Anayasa Mahkemesi içtihatları olmak üzere yeni bir yaklaşımla gözden geçirilmesi ve ilk etapta hakkaniyetin gereği olarak, uzun süren ceza yargılamalarında kesin hükümle mahkum olmuş veya yargılanması kesin hüküm aşamasına gelmiş başvurucularla, beraat etmiş başvurucular arasında bir farklılaştırmaya gidilmesi uygun olacaktır. Böyle bir uygulamanın AİHM içtihatları karşısında geçerli olup olamayacağını değerlendirmek için AİHM içtihatlarının gelişimine bakmakta yarar bulunmaktadır.
II- Makul Sürede Yargılanma Hakkına İlişkin A.İ.H.M İçtihatlarının Gelişimi:
10. AİHM, ilk olarak 1999 yılında verdiği Büyük Daire kararında (Ferrari, A.P, Di Mauro and Bottazi/İtalya) İtalyan adalet sistemindeki yapısal gecikmelerin ortaya çıkardığı idari pratiğin Sözleşme ile bağdaşmadığını saptamıştır. İtalya, bunun üzerine, uzun yargılama mağdurlarının iç hukukta tazmin edilmelerini sağlayan bir yasa çıkartmış, ancak beş yıl sonra AİHM, Apicella/İtalya kararında bahse konu yasa ile İtalyan makamlarının verdiği tazminatın çok yetersiz olduğuna, uzun yargılamanın sürdüğü her yıl için 1000-1500 Euro arasında tazminatın adil olacağına hükmetmiştir.
11. AİHM, Apicello/İtalya dan sonraki kararlarında kesin rakamlar vermekten kaçınarak, her somut olayın özel şartlarının değişebileceğini de ifade etmiştir. AİHM bu kararlarında ihlallere neden olan yapısal sorunların taraf devletlerin sorumluluğunda olduğunu da vurgulamıştır.
12. AİHM içtihatları geliştikçe bir takım ölçütler ortaya çıkmıştır. Bunlar:
-Davanın karmaşıklığı
- Başvurucun kendi davranışları
- Yetkili makamların davranışları
- Başvurucu için gecikmenin ne anlam ifade ettiği (what is at stake for the applicant)
13. Yukarıdaki ölçütlerden “davanın karmaşıklığı” yani sanık sayısının fazlalığı, iddiaların çeşitliliği vb. nedenler konusunda bir tereddüt bulunmamakta ve Anayasa Mahkemesince de uygulanmaktadır.
Başvurucunun kendi sebebiyet verdiği gecikmeler yani duruşmalara gelmeme, çok fazla mazeret kullanma veya harç yatırma ve usuli işlemlerin yerine getirilmesindeki başvurucu kusuru gibi durumlar da yargılama süresinin hesabında dikkate alınmaktadır. Kuşkusuz, başvurucun yasalardaki tüm ususli hakları sonuna kadar kullanmış olması, gecikmeye kendisinin sebebiyet verdiği şeklinde yorumlanmamaktadır. Bununla birlikte AİHM, Union Alimentaria Sanders S.A./İspanya davasında, “başvurucunun kendine düşen usuli işlemleri yerine getirmekte özen göstermesi ve geciktirme taktiklerinden kaçınarak, yargılamayı hızlandırmak için iç hukukta mevcut olan imkanlardan yararlanması” gerektiğini de belirtmiştir.
Yetkili makamların davranışlarının uzun yargılamaya neden olması kararı AİHM’nin pek çok içtihadında yer almış bir konu olup, özetle “devletlerin adli sistemlerini, makul bir sürede yargılanma hakkını da içeren Sözleşmenin 6 (1) maddesi gereklerine mahkemelerin uymasını sağlayacak şekilde düzenlemeleri yükümlülüğü” (Zimmerman and Steiner/İsviçre) nden ibarettir.
14. Uzun yargılamanın başvurucu için ne kadar önem taşıdığı, veya diğer bir ifadeyle yargılamanın kısa sürede tamamlanmasına başvurucunun ne kadar değer atfettiği (What is at Stake for the Applicant) ölçütü, AİHM tarafından ceza yargılamalarında, öncelikle tutuklu yargılanma durumu ile ilintili olarak değerlendirilmiştir (Jablonski/Polonya). Hukuki konularda AİHM, iş davalarında (Obermeier/Avusturya) “haksız olarak işine son verildiğini düşünen bir çalışanın, yapılan işlemin hukukiliği hakkında derhal karar verilmesinde önemli bir kişisel çıkarı olduğunu” ; keza velayet konularında “velayet davalarının süratle görülmesi gerektiğini (Hokkanen/Finlandiya)” ve vücut bütünlüğüne ilişkin tazminat davalarında “trafik kazasından kaynaklanan ciddi yaralanma sebebiyle tazminat isteyen başvurucunun davasının süratle sonuçlandırılması için özel bir özen gösterilesi gerektiği (Silva Pontes/Portekiz)” belirtmiştir. “X/Fransa” davasında HIV bulunan kan nakli sonucu mağdur olan ve idareden tazminat talep eden başvurucunun yargılamasının iki yıl sürmesi, özel durumu karşısında uzun bulunmuştur.
III- AİHM İçtihatlarından Çıkan Sonuçlar:
15. AİHM içtihatları arasında, ceza yargılamasında mahkum olan kişi ile beraat eden kişi arasında yargılamanın makul sürede bitirilmesi beklentisi yönünden değerlendirme yapan bir içtihada henüz rastlanmamıştır. Ancak kişi için makul sürede yargılanmanın öneminin her olayda farklı değerlendirilmesi gerektiği yolunda temel bir düşüncenin AİHM kararlarına esas alındığı anlaşılmaktadır.
16. Nitekim, özellikle ceza davalarında suçu işlemediğini bilen ve süratle beraat ederek toplum içine başı dik bir şekilde (hukuki bir ilke olan masumiyet karinesinin toplumsal açıdan her zaman geçerli olmadığı unutulmamalıdır) çıkmak isteyen bir kişi ile, suçu işlemiş olup bir şekilde mahkumiyet alacağını bilen diğer bir kişinin, yargılamanın uzamasından duyacağı rahatsızlığın ve buradaki kişisel yararının aynı olamayacağı açıktır. Buna göre, ceza yargılamalarında kesin hüküm sonucuna göre başvuruculara ödenecek manevi tazminat miktarlarında bir farklılaştırmaya gidilmesinin AİHM içtihatları karşısında mümkün, hatta gerekli olduğu kanaatindeyiz.
IV- AYM İçtihatlarına Farklılaşma İhtiyacı:
17. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlali dolayısıyla verilen ve manevi tazminat olması dolayısıyla da veren makamın takdir hakkının ortadan kaldırılması mümkün olmayan uzun yargılanma tazminatlarının maktu bir tarifeye bağlanarak, kişiselleştirilmeden ödenmeye devam edilmesi, uzun vadede toplumdaki adalet ve hakkaniyet duygularını zedeleyebilecek, bazı somut olaylarda toplumda tepki doğurarak hak ihlallerinden dolayı tazminat verilmesi sisteminin bütününü sorgulatabilecektir. Böyle bir durum, uzun yargılanmadan doğan yapısal sorunların çözümü için kamu makamların zorlamak amacıyla da bağdaşmamaktadır.
18. Bu nedenle, başvurucunun somut dosyadaki durumuna göre, süre esas alınarak hükmedilen maktu tazminatlardan bir miktar indirim, bazı durumlarda da artırım yapılmalıdır. Şayet tazminatında indirim yapılan başvurucu böyle bir uygulama sonucu tazminatın anlamsız hale gelecek kadar düşük hale geldiği şikayetiyle AİHM’ne başvurur ve AİHM de başvurucuyu haklı bulursa, durum yeniden değerlendirilerek çözümleri her zaman aranabilecektir. Önemli olan, uzun yargılanma tazminatlarının adil bir şekilde verilmesi ve bu inancın toplumda muhafaza edilmesidir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle somut olayda tazminat miktarının fazla olduğu görüşündeyim.
Üye