TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
DENİZ GEBEŞ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/12862)
|
|
Karar Tarihi: 13/7/2016
|
R.G. Tarih ve Sayı: 2/11/2016 - 29876
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan y.
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Fatih ALKAN
|
Başvurucu
|
:
|
Deniz GEBEŞ
|
Vekili
|
:
|
Av. Namık ÖZTÜRK
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı
Kuvvetlerinden (TSK) ilişiğin kesilmesi ile ilgili işleme karşı açılan davanın
reddedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 7/8/2014 tarihinde Anayasa
Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil
edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 28/5/2015
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 15/7/2015
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 21/7/2015
tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda
sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, 1998 ile 2001 yılları arasında Deniz Lisesini
dereceyle bitirmiş, 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı
Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun 12. maddesine göre muvazzaf subay
olarak yetiştirilmek üzere Genelkurmay Başkanlığının izni ile gönderildiği
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Sahil Güvenlik Akademisinde Silahlı Kuvvetler
hesabına 2001 ile 2005 yılları arasında eğitim almış, dereceyle mezun olarak
30/8/2005 tarihinde teğmenliğe naspedilmiş ve Sahil Güvenlik Komutanlığı
emrinde göreve başlamıştır.
8. Başvurucu, ABD Sahil Güvenlik Komutanlığında eğitimde
bulunduğu dönemde TSK'nın ve Türk halkının sahip olduğu ahlak anlayışıyla
bağdaşmayacak bazı ortamlarda bulunduğu ve bu ortamlarda ahlaka aykırı
nitelikte fotoğraflar çektirdiği iddiasıyla ilgili olarak hakkında yapılan
tahkikat kapsamında ilk olarak 2006 yılında, sonrasında 25/10/2008
tarihinde Sahil Güvenlik Komutanlığı karargahına mülakat maksadıyla çağrılmış;
ilkinde Sahil Güvenlik Komutanı, ikincisinde Sahil Güvenlik Personel Başkanı
tarafından hakkındaki iddialarla ilgili olarak başvurucunun bilgisine
başvurulmuştur.
9. Söz konusu iddialar çerçevesinde yapılan tahkikat neticesinde
Sahil Güvenlik Komutanı tarafından 5/11/2008 tarihinde
başvurucu hakkında uyarı disiplin cezası verilmiştir. Disiplin cezasının
gerekçesi şöyledir:
"...
Amerika Birleşik Devletleri'ndeki öğreniminiz sırasında, Türk Silahlı
Kuvvetlerinin ve Türk halkının sahip olduğu ahlak anlayışıyla bağdaşmayacak
bazı ortamlarda bulunduğunuz, bunları belgeleyen fotoğraflar çektirdiğiniz, bu
fotoğrafları kişisel bilgisayarınıza kaydederek Türkiye'ye getirdiğiniz ve
akabinde bazı arkadaşlarınızla paylaştığınız anlaşılmıştır. Ayrıca;
fotoğraflarda yer alan ve Türk Silahlı Kuvvetlerince benimsenen ahlak
anlayışına uygun olmayan bazı görüntülerin de bulunduğunuz ortama göre normal
kabul edilmesi gereken görüntüler olduğunu savunduğunuz tarafımdan müşahede
edilmiştir.
Sizi, ilgili Yönetmeliğin 86'ncı maddesinde tarif edilen ahlak
anlayışını benimsemek üzere çaba sarf ermeniz için uyarır, aksi halde gerekli
yasal işlemin başlatılacağını hatırlatırım."
10. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2010/1003
sayılı soruşturma kapsamında emekli bir subayın evinde yapılan aramalarda el
konan dijital veriler içinde başvurucunun özel hayatına ilişkin bilgilerin yer
aldığı bir dosyanın bulunması üzerine iki subay tarafından başvurucunun
ifadesine başvurulmuştur. 29/9/2010 tarihli ifade
tutanağına göre başvurucuya, söz konusu dijital dosyada yer alan fotoğrafların
kendisine ait olup olmadığı, nerede, ne zaman ve kim tarafından çekildiği, özel
hayata ilişkin bu fotoğrafların herhangi bir kişiyle paylaşılıp paylaşılmadığı,
başkalarınıneline nasıl geçmiş olabileceği, söz
konusu fotoğrafların kimler tarafından ve neden saklanmış olabileceği, el konan
belgelerde kendisi hakkında eş cinsel olduğunu belirten notların kim tarafından
tutulmuş olabileceği, fotoğraflar nedeniyle şantaja maruz kalıp kalmadığı
hususlarında sorular sorulmuştur. Belirtilen sorulara verilen
cevaplarda ise başvurucu, fotoğrafların 2001 ile 2005 yılları arasında öğrenci
olarak bulunduğu ABD'de arkadaşları ile eğlence amaçlı olarak çekildiğini ve
bir kısmının kendisine bir kısmının da Amerikalı öğrencilere ait olduğunu,
fotoğraflarda çıplak çıkan kişiler arasında olmadığını, eğlence esnasında
çekilen fotoğrafları kimseyle paylaşmadığını, yalnızca kendi bilgisayarına
kopyaladığını, subay temel eğitimi aldığı 2005 ile 2006 yıllarında kendisini
kıskanan kişiler tarafından fotoğraflarının bir şekilde ele geçirilmiş
olabileceğini, hakkında tutulan notlarda yer alan ahlaksız bir yaşam sürdüğüne
ve eş cinsel olduğuna ilişkin ifadelere kesinlikle katılmadığını, bu ifadeleri
hakaret olarak kabul ettiğini, söz konusu fotoğraflarının her atama döneminde
ilgili komutanlıklara gönderilmesi nedeniyle sicilinin bozulduğunu, notların kim
tarafından tutulduğunu bilmediğini, şantaja maruz kalmadığını ve özel hayatını
ilgilendiren bu fotoğrafları ele geçiren, hakkında notlar hazırlayan ve bunları
başkalarına gönderen kişilerin tamamından şikâyetçi olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu,
İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinde yürütülen yargılamada katılan sıfatıyla yer
almıştır.
11. İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişliğinin 23/3/2012 tarihli ve 60/10 72/16 sayılı yazısı ile 23/3/2012
tarihli ve 60/11 72/17 sayılı ihbar konulu yazılarından anlaşıldığı üzerebaşvurucu hakkında İçişleri Bakanlığı Teftiş Kurulu
Başkanlığına ekinde birtakım görüntülerin bulunduğu ihbar mektupları
ulaştırılmıştır. Söz konusu ihbar mektupları ve ekleri araştırılmak üzere
anılan yazılarla birlikte Sahil Güvenlik Komutanlığına gönderilmiş; verilen
cevapta ihbar mektubu ekinde gönderilen fotoğrafların incelendiği, başvurucunun
bir kadınla cinsel ilişki hâlinde olmayan ancak aralarında bir ilişki olduğunu
doğrulayacak nitelikte fotoğraflarının bulunduğu ve bazı erkeklerle ahlak dışınitelikte çıplak fotoğraflar çektirdiğinin tespit
edildiği, yapılan tahkikat sonucunda söz konusu fotoğraflar nedeniyle
başvurucunun 5/11/2008 tarihinde uyarı disiplin
cezasıyla cezalandırıldığının anlaşıldığı, bu nedenle aynı hususlara ilişkin
olarak mükerrer bir işlem yapılmadığı ifade edilmiştir.
12. Müteakiben Genelkurmay Adli Müşavirliğinden gönderilen yazı
ile başvurucunun ABD Sahil Güvenlik Akademisinde yabancı bir kız öğrenci ile
okul binasında ilişkiye girdiği ve eş cinsel olduğu iddialarının TSK'nın
itibarını sarsacak nitelikte olması nedeniyle başvurucu hakkında TSK'dan ayırma
işlemi yapılmasının uygun olacağı değerlendirmesinde bulunulmuştur.
13. Sahil Güvenlik Komutanlığı bünyesinde oluşturulan Komisyon
tarafından başvurucunun durumu 10/9/2012 tarihinde
görüşülmüş ve başvurucunun durumunun 27/12/1998 tarihli ve 23566 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Subay Sicil Yönetmeliği'nin mülga 91.
maddesinin (e) fıkrası kapsamında olmadığı değerlendirilerek sicil yolu ile
TSK'dan ilişiğinin kesilmemesinin uygun olacağına, bu hususun komutan tasvibine
sunulmasına oyçokluğuyla karar verilmiştir. Anılan karar Sahil Güvenlik
Komutanı tarafından tasvip edilmeyerek o tarihte kıdemli üsteğmen rütbesinde
bulunan başvurucunun ilişiğinin kesilmesi yönünde karar alınmış ve hakkında “Silahlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir.” sicili
düzenlenmiştir. Genelkurmay Başkanı tarafından Sahil Güvenlik Komutanının
kararı doğrultusunda işlem yapılması uygun görülmüş ve İçişleri Bakanı,
Başbakan ve Cumhurbaşkanı tarafından imzalanan 3/12/2012
tarihli ve 2012/11 sayılı üçlü kararname ile resen emekliye sevk edilmek
suretiyle ayırma işlemi tamamlanmıştır.
14. Başvurucu, gerek Deniz Lisesini gerekse ödüllendirilerek
gönderildiği ABD Sahil Güvenlik Akademisini dereceyle bitirdiğini, 2005 ve 2006
yıllarındagerçekleştirilen Subay Temel Kursu ile
Sahil Güvenlik Temel Eğitimi'ni de birincilikle tamamladığını, 2005 yılında
başladığı subaylık mesleğinde sicil notları ortalamasının tam nota yakın çok
iyi seviyede gerçekleştiğini, sekiz ayrı takdir ve ödül belgesi ile taltif
edildiğini, hakkında verilmiş iki ayrı uyarı disiplin cezası dışında bir ikaz
ya da ceza belgesinin bulunmadığını, ABD Sahil Güvenlik Akademisindeki eğitimi
sürecinde çekilen ve bilgisayarında muhafaza ettiği yaklaşık bin beş yüz
fotoğraf içinden kimliği belirsiz kişilerce çalınan ve hakkında olumsuz imaj
oluşturmak için kullanılan on bir fotoğraf nedeniyle 2006 yılından itibaren
kimi zaman bilgisine başvurulduğunu, kimi zaman da hakkında soruşturmalar
açıldığını, söz konusu fotoğrafların kendisi tarafından 2006 yılında
silinmesine rağmen her atama döneminde servis edildiğini hatta Sahil Güvenlik
Komutanlığına e-posta vasıtasıyla gönderildiğini, bu nedenle 2008 yılında uyarı
disiplin cezası ile cezalandırıldığını, söz konusu fotoğraflarla ilgili olarak
kamuoyunda "askerî casusluk, şantaj ve fuhuş davası" olarak bilinen
davada mağdur sıfatıyla ifade verdiğini ve kendisinin mağdur sıfatının
yargılamayı yapan Mahkemece tespit edildiğini, uyarı cezası aldıktan sonraki
dört yıl süre boyunca gemi komutanı olarak görev yapmasına, bu görevlerinde iki
kez takdir belgesi ile taltif edilmesine ve başka hiç bir neden bulunmamasına
rağmen çalınan ve sürekli servis edilen fotoğraflara dayanılarak hakkında
TSK'dan ayırma işlemi tesis edildiğini, söz konusu fotoğrafların öğrenci olduğu
dönemde sosyal ortamlarda çekilen eğlence amaçlı fotoğraflar olduğunu,
birçoğunun kendisi tarafından çekilmediğini, arkadaşları tarafından çekilen ve
elektronik ortamda oluşturulan ortak havuzda toplanan fotoğrafları kendi
bilgisayarına kopyaladığını, söz konusu fotoğrafların subaylık dönemine değil
askerî öğrencilik dönemine ait olduğunu, paylaşıma açmadığı hâlde özel hayatına
saygı gösterilmeden bir şekilde bilgisayarından alınarak sürekli olarak
aleyhine kullanılan fotoğraflar nedeniyle ilişiğinin kesilmesinin ölçüsüz ve
hukuka aykırı bir işlem olduğunu zira fotoğrafların yasak delil mahiyetinde
olduğunu, eş cinsel olduğu yönündeki ithamın kesinlikle gerçek dışı olduğunu,
öğrenci olarak bulunduğu ABD'de Amerikan kültürü içinde yaşamak ve sosyal
ilişkilerde bulunmak durumunda kaldığını, örneğin eğitim aldığı Sahil Güvenlik
Akademisinde bulunan duş alanlarının perde ya da duvarla birbirinden
ayrılmaması gibi Türk kültür ve anlayışı ile bağdaşmayan bazı geleneklerin
Amerikan kültüründe normal karşılandığını, fotoğrafların öğrenci olarak içinde
yaşadığı kültüre özgü olan bu tür farklı durumlarda ya da bulunmak durumunda
kaldığı bazı sosyal ortamlarda çekildiğini, iddia edilenin aksine öğrencilik
hayatı dâhil olmak üzere bir Türk askerinin taşıması gereken tüm değerleri
taşıdığını ve korumaya çalıştığını, arkadaş ortamlarının verdiği samimiyetle ve
gençliğin verdiği heyecanla çekilmiş ancak hiçbir ahlak dışı niyetin
bulunmadığı fotoğraflar nedeniyle tesis edilen işlemin kanunlara ve hukukun
genel ilkelerine aykırı olduğunu, üstelik özel hayata ilişkin söz konusu
fotoğrafların hukuka aykırı yöntemlerle ele geçirilmesi nedeniyle yasak delil
niteliği taşıdığını, takdirlerle dolu başarılı bir sicile sahip olmasına rağmen
bu durumun dikkate alınmadığını, tesis edilen ayırma işleminin ölçülülük
yönünden hukuka aykırı olduğu gibi sebep ve amaç unsurları yönünden de hukuka
aykırı olduğunu belirterek ayırma işleminin iptali talebiyle İçişleri Bakanlığı
aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesinde 25/1/2013 tarihinde dava açmıştır.
15. Davalı idare tarafından sunulan savunma dilekçesinde, her
askerin ahlaki yaşayışının kusursuz ve lekesiz olması gerektiği, ahlak
olgusunun yalnızca arzu edilen bir durum değil görevin başarıyla icra
edilebilmesi için bir koşul olduğu vurgulanmış; kamu hizmetinin yürütülmesinde
zararlı olacak kişilerin idare mekanizmasının dışına çıkarılmasının kaçınılmaz
olduğu ve idarenin başvurucu hakkında tesis edilen ayırma işleminde takdir
yetkisinin objektif sınırları içinde kaldığı, ayrıca ceza soruşturmasında
kullanılamayan bir kısım delilin disiplin soruşturmasında kullanılabileceği, bu
nedenlerle dava konusu ayırma işleminde hukuka aykırı bir durumun bulunmadığı
belirtilmiş; ayrıca 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı
sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun 52. maddesi kapsamında AYİM'e gizli belge ve bilgiler gönderilmiştir.
16. Başvurucu vekili tarafından sunulan 21/3/2013
tarihli dilekçe ile söz konusu belgelerin incelettirilmesine izin verilmesi
talep edilmiş, AYİM Genel Sekreterliğinin 17/5/2013 tarihli kararıyla
başvurucunun bu talebi reddedilmiştir. Başvurucu 20/5/2013
tarihinde ret kararına itiraz etmiş, AYİM Birinci Dairesinin 21/5/2013 tarihli
ve E.2013/177 sayılı ara kararı ile itiraz kabul edilerek söz konusu belgelerin
başvurucu (davacı) vekiline incelettirilmesine karar verilmiştir. Başvurucu
vekilinin 23/5/2013 tarihinde söz konusu belgeleri
incelediğine dair tutanak düzenlenmiştir. Başvurucu vekili, daha sonra sunduğu
dilekçeleriyle anılan gizli belgelere karşı beyanda bulunmuştur.
17. AYİM Başsavcılığı, başvurucunun iyi
ahlak sahibi olma vasfını yitirmiş olduğuna ilişkin değerlendirmenin imzasız
ihbar mektuplarıyla gönderilen bazı fotoğraflara dayandırıldığını ancak bu
fotoğrafların başvurucunun şahsi bilgisayarında muhafaza ettiği kişisel veriler
arasından kimliği belirsiz kişilerce ve başvurucunun rızası hilafına ele
geçirilerek ihbar mektuplarına eklendiğini, bu nedenle özel hayata ait olan
kişisel verilerin hukuka aykırı biçimde ele geçirilmiş olması karşısında bu
fotoğrafların hukuki bir değer taşımadığını, idari işleme ve üstelik en ağır
disiplin yaptırımı olan statüden çıkarma cezasına meşru bir gerekçe teşkil etmesinin
hukuken mümkün olmadığını, söz konusu fotoğrafların hukuka uygun bir şekilde
elde edildiği kabul edilse dahi tesis edilen işlemin ölçülü olmadığını,
fotoğrafların çekildiği dönemde başvurucunun henüz öğrenci olması ve
fotoğrafların davacının mezuniyetinden iki yıl sonra ele geçirilmesi karşısında
başvurucunun en ağır disiplin yaptırımı olan statü dışına çıkarma cezası ile
cezalandırılmasının ölçülülük ilkesini ihlal edecek nitelikte olduğunu, ayrıca
başvurucu hakkında 2008 yılında söz konusu fotoğraflar nedeniyle uyarı disiplin
cezası verildiğini, fotoğrafların sürekli olarak imzasız ihbar mektuplarıyla
idarenin değişik birimlerine gönderilmesinin başvurucunun aleyhine olacak
şekilde işlem tesis edilmesi yönünde baskı oluşturulması çabası içerdiğini, ilk
kez 2006 yılında elde edilen ve 2008 yılında uyarı cezasına konu edilen
fotoğraflara dayanılarak başvurucunun ahlaki yönden asker kişi olma vasfını
yitirdiği gerekçesiyle 2012 yılında ayırma işlemi tesis edilmesinin sebep ve
amaç unsurları yönünden hukuka aykırı olduğunu ve ölçülü olmadığını belirterek
ayırma işleminin iptaline karar verilmesi yönünde düşünce bildirmiştir.
18. AYİM Birinci Dairesinin 25/2/2014
tarihli ve E.2013/177, K.2014/178 sayılı kararı ile dava oyçokluğuyla
reddedilmiştir. AYİM'in ret gerekçesi şöyledir:
“… davacı hakkındaki
ayırma işleminin; Subay Sicil Yönetmeliğinin 92'nci maddesinin (b) fıkrasında
öngörülen usule uygun olarak; Kuvvet Personel Başkanlığınca başlatıldığı,
durumunun Sahil Güvenlik K.lığı bünyesindeki
Komisyonda incelenip değerlendirildiği, alınan Sahil Güvenlik Komutanı onayına
göre hakkında 11.9.2012 tarihinde ayırma sicil belgesi düzenlenip nihayetinde
İçişleri Bakanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanının imzaladığı kararname ile işlemin
tesis edildiği, dolayısıyla dava konusu işlemde yetki ve unsurları yönünden
hukuka aykırılık bulunmadığı saptanmıştır
İşlemin diğer unsurları yönünden yapılan incelemeye ilişkin olarak:
Kamu hizmetinin iyi bir şekilde yürütülmesi için bir vasıta olan
idarenin, bu hizmetin iyi yürümesi için gerekli tedbirleri alma yetkisi ile
donatılmasının zorunlu olduğu kuşkusuzdur. Bu nedenle, idarenin kamu hizmetini
yürütecek olan ajanlarını alırken bir takım özelliklere sahip olmasını araması
tabii olduğu gibi; statüye alındıktan sonra da bunları verimli bir biçimde
kullanması, hizmeti aksatacak, kendisinden artık verim alınması imkanı kalmamış, aksine idare mekanizmasına ve kamu
hizmetinin yürütülmesine zararlı olacak ajanlarını bünyesi dışına çıkarması da
doğaldır. İşte Silahlı Kuvvetlerden ayırma işlemi de, bu amaçla askeri idareye
mevzuatla tanınmış bir yetkidir. Ne var ki, bu yola başvururken çok dikkatli
olunması, kriterlerin titizlikle tespit edilmesi,
personeli çalışmaya yöneltebilecek, çeki düzen verebilecek uygun vasıta ve
yöntemler mevcutken (disiplin cezası, atama, sicil, teşvik ve yönlendirme vb.)
statü dışına çıkarılma gibi sonuçları çok ağır bir yola başvurulmaması
gerektiği, aksi halde bu davranış biçiminin kamu yararına ve hukuka aykırı
düşeceği izahtan varestedir.
İç Hizmet Yönetmeliğinin 86'ncı maddesinin ikinci fıkrasının (h) alt
bendinde de, her askerde bulunması lazım gelen ahlaki ve manevi vasıflardan
"iyi ahlak sahibi olmak" vasfı; "Askerin ahlakı ve yaşayışı
kusursuz ve lekesiz olmalıdır. Asker, esrarkeşlikten, sarhoşluktan,
yalancılıktan, borçtan ve kumardan, dolandırıcılıktan, ahlaksız kimselerle,
düşük kalkmaktan, hırsızlıktan, yağmadan, yakıp yıkmaktan ve sair bütün
fenalıklardan sakınmalıdır. Bunlar vazifenin yapılmasına mani olurlar,
yaşayışı, sıhhati, azim ve cesareti bozar, namusu lekeler, manevi şahsiyeti
öldürür ve her biri ayrı ayrı cezaları üstüne çeker." şeklinde
tanımlanmıştır. Görüldüğü üzere her asker şahıslar için ahlaki değerlerin ve
(özel hayatını da kapsayan) yaşam biçiminin özel bir önemi bulunmaktadır. Bu
değer ve vasıflardan yoksun olan ya da büyük bir noksanı olan asker kişilerin
statüde tutulmalarının Kurumu olumsuz yönde etkileyeceği açıktır.
Bu açıklamalar çerçevesinde dava konusu işlem
değerlendirildiğinde; davalı idarece 1602 sayılı AYİM Kanununun 52'nci maddesi
kapsamında savunma ekinde gizlilik dereceli olarak gönderilen bilgi ve belgeler
ile özlük sicil dosyasından; davacının 2001-2005 yılları arasındaki ABD Sahil
Güvenlik Akademisindeki öğrenimi sırasında TSK'nın ve Türk halkının sahip
olduğu ahlak anlayışıyla bağdaşmayacak ortamlarda bulunduğu, bu ortamlarda
hemcinsleriyle uygun olmayan bazı fotoğraflar çektirdiği, yine aynı okulda
öğrenci olan yabancı bir bayanla cinsel ilişki halinde olmayan ancak aralarında
bir ilişki olduğunu doğrulayacak nitelikte fotoğraflarının bulunduğu, davacının
söz konusu resimleri ve bulunduğu ortamları normal şekilde karşıladığı,
eylemlerinin; TSK'nın itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareket teşkil
ettiği göz önüne alınarak tesis edilen ayırma işleminde takdir yetkisinin
objektif ölçütlerle, hizmet gereklerine uygun, kamu yararı-birey yararı dengesi
gözetilerek ve ölçülü bir şekilde kullanıldığı, özellikle davacının cinsel
eğilimi noktasında farklı değerlendirmelere sebebiyet verebilecek fotoğraflar
dikkate alındığında, davacının bu durumunun daha önce amirlerince
değerlendirilerek "uyarı" ile yetinilmesinin davacı hakkında ayırma
işlemi başlatılmasına engel bir durum olmadığı, zira bu tür fotoğrafların
aleniyete intikal olması nedeniyle ileriki aşamalarda gündeme getirilmesinin
olağan bir durum olduğu, dolayısıyla TSK'nın itibarının sarsılacağı konusunda
yapılan değerlendirmelerin hukuka uygun olduğu, dolayısıyla tesis edilen
işlemde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna varılmıştır. ...
Açıklanan nedenlerle hukuki dayanaktan yoksun davanın reddine ... karar verildi ."
19. Karara katılmayan bir üyenin karşıoy
yazısında aşağıdaki gerekçeye yer verilmiştir:
“Dava konusu ayırma işlemine gerekçe gösterilen fotoğrafların ahlaken
tasvibi mümkün olmamakla beraber; bu fotoğrafların davacının 2001-2005 yılları
arasında ABD Sahil Güvenlik Akademisindeki askeri öğrencilik döneminde, tesis
edilen ayırma işleminden yaklaşık 7-8 yıl kadar önce çekilmiş oldukları ve
subaylık statüsüne girdikten sonraki bir tarihe ait olmadığı; esasen bu
fotoğraflar nedeniyle davacının 5.11.2008tarihinde savunması alınarak Sahil
Güvenlik Komutanı tarafından "uyarı" disiplin cezası ile
cezalandırılmış olduğu, bu uyarı cezasından sonra davacının benzer fotoğraf, tutum
ve davranışları sürdürdüğüne dair herhangi bir delil, bilgi, belge ve iddianın
söz konusu olmadığı; ayrıca bahse konu fotoğrafların davacının bulundurmakta
olduğu bilgisayarından davacının bilgi ve dahili
olmaksızın başka kişilerce suç teşkil edecek şekilde ve hukuka aykırı bir
şekilde elde edilmiş olduğu ve ilgili kişiler hakkında kişisel verileri hukuka
aykırı olarak ele geçirme ve özel hayatın gizliliğini ihlal suçlarından dolayı
ceza kovuşturması yapıldığı ve bu itibarla Anayasa'nın 38/6 maddesi uyarınca
kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulguların delil olarak kabul edilemeyeceği
anlaşılmaktadır. Diğer taraftan, TSK disiplinine aykırı veya ahlaki yönden
kınanmayı gerektiren her bir davranışın niteliği ve niceliği nazara alınmadan
her durumda ilgilinin TSK'dan çıkarılmasını gerektirdiğini ileri sürmek de
mümkün değildir. Diğer bir ifadeyle oranlılık, elverişlilik ve gereklilik alt
ilkelerini kapsayan "ölçülülük" ilkesine de uygun hareket
edilmelidir. Bu yönüyle yapılan değerlendirmede de, yaklaşık sekiz yıllık
hizmet safahatı bulunan davacının sicil notları ortalamasının tam nota yakın
"çok iyi" seviyede gerçekleşmiş ve toplam sekiz adet takdirname ile
taltif edilmiş olması nedeniyle başarılı bir personel olduğu gözetildiğinde
disiplin ve ahlaki zafiyetinin kamu hizmetinde istihdamını imkansız
kalacak vahamet düzeyinde olmadığı, bu bağlamda durumunun normal sicil
işleminde değerlendirilmesi vb. orantılı yaptırım uygulanması olanağı varken
hakkında tesis edilen ayırma işleminde birey ve kamu yararı dengesi
gözetilmediği, takdir yetkisinin "ölçülülük" ilkesi (özellikle bu
ilkenin alt ilkesi olan gereklilik ilkesi) ile bağdaşmayacak şekilde objektif
kullanılmadığı; dolayısıyla dava konusu işlemin "hukuki güvenlik",
"idari istikrar" ve "ölçülülük" ilkelerine aykırı bir
şekilde tesis edilerek hukuka uyarlı olmadığı sonucuna varılarak işlemin
iptaline karar verilmesi gerekirken aksi yönünde oluşan sayın çoğunluk kararına
katılamadım."
20. Başvurucu tarafından yapılan karar düzeltme talebi, aynı
Dairenin 1/7/2014 tarihli ve E.2014/431, K.2014/676
sayılı kararıyla oyçokluğuyla reddedilmiş ve karar 16/7/2014 tarihinde
başvurucuya tebliğ edilmiştir.
21. 7/8/2014 tarihinde bireysel
başvuruda bulunulmuştur.
B. İlgili Hukuk
22. 926 sayılı Kanun’un "Harb Okulları" kenar başlıklı 12.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“...
İhtiyaç duyulan sınıflarda muvazzaf subay yetiştirilmek üzere
Genelkurmay Başkanlığının izni ile Silahlı Kuvvetler hesabına yabancı devlet
harp okullarında askeri öğrenci okutulabilir. Bunlar öğrenime başladıkları
tarihten itibaren ilk bir aylık intibak süresini geçirdikten sonra kendilerine
yapılmış olan masrafları ödeseler dahi öğrencilikten ayrılamazlar. Bu öğrencilerin
harçlıkları Bakanlar Kurulu kararı ile tespit olunur.
...
Yabancı devlet harp okullarından mezun olanların subaylığa nasıpları,
bu Kanunun 35 inci maddesinin (a) bendinin (1) ve (2) numaralı alt bentleri
hükümleri saklı kalmak kaydıyla aşağıdaki esaslara göre yapılır.
a) Türk harp okullarında öğrenim gören emsallerinden daha önce mezun
olanlar, emsalleri ile birlikte teğmen nasbedilirler.
b) Türk harp okullarında öğrenim gören emsallerinden sonra mezun
olanlar, okulu bitirdikleri ayın sonundan geçerli olmak üzere teğmenliğe nasbedilirler. Bunların nasıpları emsallerinin nasıp
tarihine götürülür.
Yabancı devlet harp okullarında yetişen ve subay nasbedilenler,
harp okulu kaynaklı subaylarla aynı haklara sahip olurlar ve sınıflandırmaya
tabi tutulurlar.
...”
23. 926 sayılı Kanun’un “Çeşitli
Nedenlerle Silahlı Kuvvetlerden Ayrılacak Subaylar İçin Yapılacak İşlem”
kenar başlıklı 50. maddesinin mülga (c) bendi şöyledir:
“Disiplinsizlik veya ahlaki durumları sebebiyle Silahlı Kuvvetlerde
kalmaları uygun görülmeyen subayların hizmet sürelerine bakılmaksızın
haklarında T.C. Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uygulanır.
Bu sebeplerin neler olduğu ve bunlar hakkında sicil belgelerinin nasıl
ve ne zaman tanzim edileceği, nerelere gönderileceği, inceleme ve sonuçlandırma
ile gerekli diğer işlemlerin nasıl ve kimler tarafından yapılacağı subay sicil
yönetmeliğinde gösterilir. Bu gibi subaylardan durumlarının Yüksek Askerî Şura
tarafından incelenmesi Genelkurmay Başkanlığınca gerekli görülenlerin Silahlı
Kuvvetlerden ayırma işlemi, Yüksek Askerî Şura kararı ile yapılır.”
24. 27/12/1998 tarihli ve 23566 sayılı
Resmî Gazete’de yayımlanan Subay Sicil
Yönetmeliği’nin (Subay Sicil Yönetmeliği) işlem tarihinde yürürlükte olan “Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma” kenar
başlıklı mülga 91. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“... Aşağıdaki sebeplerden biri ile disiplinsizlik veya ahlaki
durumları gereği Türk Silahlı Kuvvetlerinde kalmaları, bulunduğu rütbeye veya
bir önceki rütbesine ait bir veya birkaç belge ile anlaşılıp uygun
görülmeyenler hakkında, hizmet sürelerine bakılmaksızın emeklilik işlemi
yapılır:
...
e.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde
bulunması.
...”
25. Subay Sicil Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte olan “Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma
sicil belgesi düzenlenmesi ve uygulanacak usuller” kenar başlıklı
mülga 92. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma iki şekilde
yapılır,,
a) Ayırma işleminin sıralı sicil üstlerince başlatılması:
Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma sicil belgesinin
düzenlenmesinde; süre söz konusu olmayıp, her zaman düzenlenebilir. Temel
nitelikler hariç olmak üzere diğer niteliklere işaret konulmaz.
Sicil üstleri, sicil belgelerinin temel
nitelikler ve son bölümündeki kendilerine ait olan kanaat hanelerine bu
Yönetmeliğin 91 inci maddesindeki disiplinsizlik ve ahlâkî durumlardan
hangisine göre kesin kanaate vardıklarını belirttikten sonra "Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir" kanaatini
yazarak imzalar ve gerekli belgeleri ekleyerek, bekletmeden sıralı sicil
üstlerinin tümünün kanaatlerinin yazılmasını sağladıktan sonra Kuvvet
Komutanlıkları Personel Başkanlıklarına, jandarma subaylarının sicillerini
Jandarma Genel Komutanlığı Personel Başkanlığına, general ve amiral sicillerini
Genelkurmay Personel Başkanlığına gönderirler.
Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle hakkında ayırma sicil belgesi
düzenlenen bir subay hakkında bu görüşe katılmayan sicil üstü, niteliklere
işaret koymaksızın sicil belgesinin kendisine ait olan kanaat hanesine,
gerekçeli olarak "Silâhlı Kuvvetlerde Kalması
Uygun Değildir Kanaatine Katılmıyorum" kanaatini yazar ve imza eder.
Kuvvet Komutanlıkları veya Jandarma Genel
Komutanlığı Personel Başkanlığına gelen bu siciller, ilgili şubelerce
karargâhta bulunan dosya ve diğer belgelerle karşılaştırılarak incelenir ve
bunlar Kuvvet Komutanlığı veya Jandarma Genel Komutanlığı karargâhında; Kurmay
Başkanının başkanlığında personel, istihbarat, harekât başkanları, personel ve
tayin dairesi başkanları ve gerekli gördükleri şube müdürleri ile kıdem,
personel yönetim şube müdürleri, adlî müşavir veya hukuk işleri müdürlerinden
oluşan komisyona sevk edilir. Bu
komisyon tarafından, düzenlenen sicilin Kanun ve Yönetmeliklere uygunluğu, ekli
belgelerin yeterliliği ve geçerliliği yönünden incelendikten sonra bir
değerlendirme yapılır. Gerekirse sicil üstlerinin şifahî veya yazılı görüşleri
alınır; bilgi, belge isteğinde bulunulabilir.
Komisyon, yapmış olduğu inceleme ve değerlendirme sonucunda almış
olduğu kararı, bir tutanak ile Kuvvet Komutanı veya Jandarma Genel Komutanının
onayına sunar ve alınacak onaya göre işlem yapılır. Kuvvet Komutanı veya
Jandarma Genel Komutanı tarafından emekliliği uygun görülmeyenlerin sicilleri,
mazbata edilerek şahsî dosyalarına konur ve bunların görev yerleri
değiştirilir. Emekliliği, Kuvvet Komutanı veya Jandarma Genel Komutanı
tarafından onaylanan personelin dosyaları, Genelkurmay Başkanlığına gönderilir.
Genelkurmay Başkanlığına gelen bu emeklilik istemleri, personel başkanlığınca
adlî müşavirlikle koordine edilerek, Yüksek Askeri Şûra kararına sunulup
sunulmaması yönünden incelenir ve Genelkurmay Başkanının tasvibine sunulur.
Genelkurmay Başkanı tarafından durumları Yüksek Askerî Şûrada görüşülmesi
gerekli görülenlerin hakkındaki istemler, ilk Yüksek Askerî Şûra toplantısında
gündeme alınarak, hakkında kesin karara varılır ve işlemleri tamamlanır.
Genelkurmay Başkanının, durumlarını Yüksek Askerî Şûrada görüşülmesine gerek
görmediği subayların dosyaları, Kuvvet Komutanlıkları ve Jandarma Genel
Komutanlığına iade edilir. Bu gibi subaylar hakkında, Kuvvet Komutanı veya
Jandarma Genel Komutanının daha önce verdiği karara göre işlem yapılır. Yüksek
Askerî Şûra tarafından durumları incelenen subaylardan, göreve devam etmesi
kararı verilenler hakkında yapılan işlemler ve sıralı sicil üstlerince düzenlenen
sicil belgeleri, mazbata edilerek personelin şahsî dosyasına konur ve bu
gibilerin görev yerleri değiştirilir.
...”
26. 22. 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı
Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun 17. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“Amir; … Maiyetin ahlaki, ruhi ve bedeni hallerini daima nezaret ve
himayesi altında bulundurur…”
27. 211 sayılı Kanun’un 39. maddesi şöyledir:
“Silahlı Kuvvetlerde askeri eğitim ile beraber ahlak ve maneviyatın
yükseltilmesine ve milli duyguların kuvvetlendirilmesine bilhassa itina olunur.
Cumhuriyete sadakat, vatanını sevmek, iyi ahlaklı olmak, üste itaat,
hizmetin yapılmasında sebat ve gayret, cesaret ve atılganlık, icabında hayatını
hiçe saymak, bütün silah arkadaşları ile iyi geçinmek, birbirlerine yardım,
intizam severlik, yapılması men edilen şeylerden kaçınmak, sıhhatini korumak,
sır saklamak her askerin esas vazifesidir.”
28. 6/9/1961 tarihli ve 10899 sayılı
Resmî Gazete'de yayımlanan Türk Silahlı Kuvvetleri İç
Hizmet Yönetmeliği'nin 86. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
''Asker,
kendisinden beklenen vazifeleri hakkıyla yapabilmek için yüksek ahlâk ve
kuvvetli maneviyata sahip olmalıdır.
Her askerde bulunması lâzımgelen ahlakî ve mânevi vasıflar
şunlardır:
...
(h) İyi ahlâk sahibi olmak: Askerin ahlâkı ve yaşayışı kusursuz ve
lekesiz olmalıdır. Asker, esrarkeşlikten, sarhoşluktan, yalancılıktan borçtan
ve kumardan, dolandırıcılıktan, ahlâksız kimselerle düşüp kalkmaktan,
hırsızlıktan, yağmadan, yakıp yıkmaktan ve sair bütün fenalıklardan
sakınmalıdır. Bunlar vazifenin yapılmasına mâni olurlar, yaşayışı, sıhhati,
azim ve cesareti bozar; namusu, lekeler, manevi şahsiyeti öldürür ve her biri
ayrı ayrı cezaları üstüne çeker.
...”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
29. Mahkemenin 13/7/2016tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
30. Başvurucu; TSK tarafından gönderildiği ve 2001 ile 2005
yılları arasında bulunduğu ABD Sahil Güvenlik Akademisindeki eğitimi sürecinde
sosyal ortamlarda çekilen ve bilgisayarında muhafaza ettiği kişisel
fotoğrafların kimliği belirsiz kişilerce çalındığını ve imzasız ihbar
mektuplarıyla birlikte aleyhine işlem tesis edilmesi amacıyla sürekli olarak
idareye gönderildiğini, bu nedenle idare tarafından farklı tarihlerde bilgisine
başvurulduğunu ve 2008 yılında uyarı disiplin cezası ile cezalandırıldığını,
fotoğrafları rızası dışında çalan ve elinde bulunduran kişiler hakkında
şikâyetçi olduğunu ve yargılamayı yürüten Mahkemece mağdur sıfatının tespit
edildiğini, 2005 yılında başladığı subaylık mesleğinde sicil notları
ortalamasının tam nota yakın çok iyi seviyede gerçekleştiğini, sekiz ayrı
takdir ve ödül belgesi ile taltif edildiğini, paylaşıma açmadığı hâlde özel
hayatına saygı gösterilmeden bilgisayarından alınarak aleyhine kullanılan
fotoğraflar nedeniyle ilişiğinin kesildiğini, arkadaş ortamlarında ve gençlik
heyecanıyla çekilmiş ancak hiçbir ahlak dışı niyetin bulunmadığı fotoğraflar
nedeniyle tesis edilen işlemin kanunlara ve hukukun genel ilkelerine aykırı
olduğunu, üstelik özel hayata ilişkin söz konusu fotoğrafların hukuka aykırı
yöntemlerle ele geçirilmesi nedeniyle yasak delil niteliği taşıdığını,
takdirlerle dolu başarılı bir sicile sahip olmasına rağmen bu durumun dikkate
alınmadığını, tesis edilen ayırma işleminin ölçülü olmadığını, ayırma işlemine
mesnet olan ve 1602 sayılı Kanun'un 52. maddesi kapsamında Mahkemeye gönderilen
belgelerin bir nüshasının tarafına verilmesini istemesine rağmen kendisine bu
belgeleri inceleme imkânı verilmediğini, hukuka aykırı delillere dayanan ayırma
işleminin iptal edilmesi talebinin reddedildiğini, yargılamanın adil
yürütülmediğini ve özel hayatının gizliliği ilkesine saygı gösterilmediğini
belirterek Anayasa’nın 20., 36. ve 38. maddelerinde
güvence altına alınan özel hayatın gizliliği hakkı ile adil yargılanma hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlalin tespiti ile yargılamanın yenilenmesi
talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
31. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun, özel
hayatına ilişkin bazı bilgilerin hukuka aykırı yöntemlerle elde edildiği ve bu
bilgilere dayanılarak hakkında ayırma işlemi tesis edildiği şikâyetinin
Anayasa’nın 20. maddesi ile güvence altına alınan özel hayatın gizliliği hakkı
kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
32. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan özel
hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
33. Anayasa’nın “Özel hayatın gizliliği” kenar başlıklı 20.
maddesi şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının
gizliliğine dokunulamaz.
Millî güvenlik, kamu
düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması
veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya
birkaçına bağlı olarak, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu
sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili
kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve
eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde
görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma
kendiliğinden kalkar.
Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin
korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel
veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini
veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp
kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen
hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına
ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir.”
34. Özel hayat kavramı eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir
kavramdır. Bu kapsamda korunan hukuki değer esasen kişisel bağımsızlık olup, bu
koruma bir taraftan herkesin istenmeyen bütün müdahalelerden uzak kendine özel
bir ortamda yaşama hakkına sahip olduğuna işaret etse de, diğer taraftan özel
hayat kavramının herkesin kişisel yaşamını istediği şekilde sürdürme ve dış
dünyayı bu çemberden ayrı tutma kavramına indirgenemeyeceği açıktır (Benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. Özpınar/Türkiye,
B. No: 20999/04, 19/10/2010, § 45). Bu açıdan
Anayasa’nın 20. maddesi özel bir sosyal hayat sürdürmeyi güvence altına
almaktadır (Serap Tortuk,
B. No: 2013/9660, 21/1/2015, § 31).
35. Özel hayata saygı hakkı kapsamında korunan hukuksal
çıkarlardan biri de bireyin mahremiyet hakkıdır. Ancak mahremiyet hakkı sadece
yalnız bırakılma hakkından ibaret olmayıp, bu hak bireyin kendisi hakkındaki
bilgileri kontrol edebilme hukuksal çıkarını da kapsamaktadır. Bireyin
kendisine ilişkin herhangi bir bilginin, kendi rızası olmaksızın açıklanmaması,
yayılmaması, bu bilgilere başkaları tarafından ulaşılamaması ve rızası hilafına
kullanılamaması, kısaca bu bilgilerin mahrem kalması konusunda menfaati
bulunmaktadır. Bu husus, bireyin kendisi hakkındaki bilgilerin geleceğini
belirleme hakkına işaret etmektedir (Serap Tortuk, § 32).
36. Bu yönüyle özel hayat, öncelikle bireylerin kendi
bireyselliklerini geliştirebilecekleri ve diğer kişilerle en mahrem ilişkilere
girebilecekleri kavramsal ve fiziksel bir alana işaret etmektedir. Bu
mahremiyet alanı, devletin müdahale edemeyeceği veya meşru amaçlarla asgari
düzeyde müdahale edebileceği özel bir alanı kapsamaktadır. Bireyin mahremiyet
hakkının mekânı, kural olarak özel alandır. Ancak özel hayatın korunması hakkı
bazı durumlarda kamusal alana da genişleyebilir. Zira meşru beklenti kavramı,
bireylerin mahremiyetlerinin kamusal alanda da bazı koşullar altında korunmasını
mümkün kılmaktadır (Serap Tortuk, § 33).
37. Özel hayata saygı hakkı alt kategorisinde geçen “özel hayat”
kavramı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından da oldukça geniş
yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapmaktan özellikle kaçınılmaktadır
(Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012, § 51).
38. Bununla birlikte Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin
(Sözleşme) denetim organlarının içtihatlarında “bireyin kişiliğini geliştirmesi
ve gerçekleştirmesi” kavramının özel hayata saygı hakkının kapsamının
belirlenmesinde temel alındığı anlaşılmaktadır. Özel hayatın korunması hakkının
sadece mahremiyet hakkına indirgenemeyeceği gerçeği karşısında kişiliğin
serbestçe geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuksal çıkar bu hakkın kapsamına
dâhil edilmiştir. Ancak özellikle mahremiyet alanında cereyan eden cinsel
içerikli eylem ve davranışların bu alana dâhil olduğunda kuşku yoktur (Serap Tortuk, §
35). AİHM, mesleki hayat çerçevesinde kişilerin özel hayatı hakkında
sorgulanmasının ve bunun doğurduğu idari sonuçların, buna ek olarak kişilerin
davranış ve tutumları gerekçe gösterilerek görevden alınmalarının özel hayatın
gizliliğine yapılmış bir müdahale oluşturduğunu vurgulamaktadır (Özpınar/Türkiye, §§ 47, 48).
39. Anayasa’nın 20. maddesinde, herkesin özel hayatına saygı
gösterilmesi hakkına sahip olduğu ve özel hayatın gizliliğine dokunulamayacağı
belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen özel hayatın gizliliği hakkı,
Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence
altına alınan hakka karşılık gelmektedir. Bireyin mahremiyet alanının ve bu
alanda cereyan eden eylem ve davranışlarının da kişinin özel yaşamı kapsamında
olduğu açıktır. Mahremiyet hakkı ve bu alana ilişkin bilgilerin gizliliğinin
korunması Anayasa Mahkemesi tarafından da Anayasa’nın 20. maddesi kapsamında
değerlendirilmektedir (AYM, E.2009/1, K.2011/82, 18/5/2011;
E.1986/24, K.1987/8, 31/3/1987).
a. Müdahalenin
Varlığı
40. Başvurucuya ilişkin idari tahkikat sürecinden, TSK’dan
ayırma kararından ve AYİM kararlarından anlaşıldığı üzere başvuruya konu
süreçte özellikle başvurucunun özel hayatı kapsamındaki davranış ve
ilişkilerinin en önemli yer tuttuğu görülmektedir. Bu şartlar altında özel
yaşamına ait unsurlar gerekçe gösterilerek verilen ayırma kararının başvurucunun
özel hayatın gizliliği hakkına bir müdahale oluşturduğu açıktır.
b. Müdahalenin
İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
41. Anayasa’nın 20. maddesinde, özel
hayatın gizliliği hakkı açısından bu hakkın tüm boyutlarına ilişkin olmadığı
anlaşılan birtakım sınırlama sebeplerine yer verilmiş olmakla beraber özel
sınırlama nedeni öngörülmemiş olan hakların dahi hakkın doğasından kaynaklanan
bazı sınırları bulunmakta; ayrıca Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan
kurallara dayanılarak da bu hakların sınırlanması mümkün olabilmektedir. Bu noktada Anayasa’nın 13.
maddesinde yer alan güvence ölçütleri işlevsel niteliği haizdir (Sevim Akat Eşki,
B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 33).
42. Anayasa’nın “Temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
43. Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve
güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup Anayasa’da yer alan bütün hak
ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler dikkate alınarak
sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasa’nın bütünselliği ilkesi
çerçevesinde Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel kuralları dikkate
alınarak uygulanması zorunlu olduğundan belirtilen düzenlemede, yer alan başta
yasa ile sınırlama kaydı olmak üzere tüm güvence ölçütlerinin Anayasa’nın 20.
maddesinde yer verilen hakkın kapsamının belirlenmesinde de gözetilmesi
gerektiği açıktır (Sevim Akat Eşki, § 35).
44. Dolayısıyla özel hayatın gizliliği hakkına yapıldığı iddia
edilen müdahalenin incelemesinde kanunilik ve müdahaleyi haklı kılan sebeplerin
var olup olmadığı her somut olayın kendi koşulları içinde değerlendirilmelidir.
i. Kanunilik
45. Hak ve özgürlüklerin kanunla sınırlanması ölçütü anayasa
yargısında önemli bir yere sahiptir. Hak ya da özgürlüğe bir müdahale söz
konusu olduğunda öncelikle tespiti gereken husus, müdahaleye yetki veren bir
kanun hükmünün yani müdahalenin hukuki bir temelinin mevcut olup olmadığıdır (Sevim Akat Eşki,
§ 36).
46. Başvurucu hakkında tesis edilen ayırma işleminin 926 sayılı
Kanun'un 50. maddesinin işlem tarihinde yürürlükte olan (c) fıkrası ile Subay
Sicil Yönetmeliği'nin işlem tarihinde yürürlükte olan 91. ve 92. maddeleri
temelinde yürütüldüğü anlaşılmaktadır. Bu kapsamda somut olayda başvurucunun
özel hayata saygı hakkına yapılan müdahalenin kanuni bir dayanağının mevcut
olduğu anlaşılmaktadır. AYİM kararının söz konusu Kanun hükümlerine dayandığı
anlaşıldığından belirtilen yargısal kararların yeterli bir hukuki temele sahip
olduğu görülmektedir.
47. Bu kapsamda somut olayda başvurucunun özel hayatın gizliliği
hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.
ii. Meşru Amaç
48. Disiplin yaptırımlarının bir kamu veya özel teşkilat
düzenini devam ettirmek, onun verimli, süratli ve yararlı bir biçimde
çalışmasını sağlamak, anılan teşkilatın onur ve saygınlığını korumak amacıyla
tesis edildiği açıktır. Özellikle kamu görevi yürüten bireyler açısından
disiplin cezalarının amacı; kamu görevlisini görevine bağlamak, kamu hizmetinin
gereği gibi yürütülmesini ve bu suretle kurumların huzurunu temin etmektir.
Disiplin cezaları kamu hizmetlerinin gereği gibi yapılması ve memurların
hiyerarşik düzen içinde uyumlu hareket etmeleri amacıyla uygulanmaktadır. 211
sayılı Kanun’un 13. maddesinde disiplin; kanunlara, nizamlara ve amirlere
mutlak bir itaat ve astının ve üstünün hukukuna riayet şeklinde tanımlanmıştır.
Ayrıca askerliğin temelinin disiplin olduğu vurgulanmış; disiplinin muhafazası
ve idamesi için özel kanunlarla cezai ve idari tedbirlerin alınacağı
düzenlenmiştir.
49. Anılan düzenlemeler, millî güvenliğin sağlanması meşru amacı
kapsamında askerî disiplinin korunması ve kamu hizmetinin gereği gibi
yürütülmesini sağlamak meşru amacını ortaya koymaktadır. Bu bağlamda disiplin
hukukuna ilişkin uygulamalar neticesinde özellikle kamu görevlilerinin işlem ve
eylem tarzlarıyla ilgili bazı sınırlamalar getirilmesi, belirtilen meşru
temellere dayanmaktadır. Aynı şekilde askerî bir meslek seçerek belirli bir
statüye girmeyi kabul eden kişilerin, sivillere getirilemeyecek bazı
sınırlamaların askerî disiplin gereği kendilerine uygulanabileceğini baştan
kabul ettiklerini söylemek de mümkündür (Ata
Türkeri, B. No: 2013/6057, 16/12/2015, §
41).
50. Dolayısıyla söz konusu müdahalenin askerî disiplinin
korunması ve kamu hizmetinin gereği gibi yürütülmesini sağlama ve bu itibarla
millî güvenliğin korunması amacını taşıdığı, bunun da Anayasa'nın 20. maddesi
çerçevesinde meşru bir amaç olduğu sonucuna varılmıştır.
iii. Demokratik Bir Toplumda Gerekli Olma ve
Ölçülülük
51. Anayasa’nın 20. maddesinin amacı esas olarak bireylerin özel
hayatlarına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî müdahalelerin
önlenmesidir. Devletin ayrıca özel ve aile hayatın gizliliği hakkını etkili
olarak koruma ve saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır.
Bu yükümlülük, bireylerin birbirlerine karşı eylemleri bakımından dahi özel
hayata ve aile hayatına saygı hakkının korunması için gerekli önlemlerin alınması
ödevini de içermektedir (Ata Türkeri, §
42).
52. Özel hayatın gizliliği hakkının sınırlanması mümkün olmakla
beraber Anayasa'nın 13. maddesi vasıtasıyla Anayasa'da yer alan tüm temel hak
ve özgürlüklerin sınırlandırılması hususunda geçerli olan ilkeler, özel hayatın
gizliliği hakkının sınırlandırılmasında da dikkate alınmalıdır. Buna göre
demokratik toplum düzeninin gerekleri gözetilmeli, hakkın özüne dokunulmamalı,
sınırlamada öngörülen meşru amaç ile sınırlandırma aracı arasında orantısızlık
bulunmamalı, sınırlandırmayla ulaşılabilecek genel yarar ile temel hak ve
özgürlüğü sınırlandırılan bireyin kaybı arasında adil bir denge kurulmasına
özen gösterilmelidir (Marcus Frank Cerny [GK],
B. No: 2013/5126, 2/7/2015, § 73).
53. “Demokratik toplum düzeninin gerekleri” kavramı, öncelikle
özel hayatın gizliliği hakkı üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da istisnai
tedbirler niteliğinde olmasını; başvurulabilecek son çare ya da alınabilecek en
son önlem olarak kendisini göstermesini gerektirmektedir. “Demokratik toplum
düzeninin gerekleri”nden olma, bir sınırlamanın
demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına
yönelik olmasını ifade etmektedir. Buna göre sınırlayıcı tedbir, bir toplumsal
ihtiyacı karşılamıyorsa ya da başvurulabilecek son çare niteliğinde değilse
demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak
değerlendirilemez (Ata Türkeri, §
44).
54. Bu bağlamda özel hayatın gizliliği hakkına yargısal veya
idari bir müdahalenin toplumsal bir ihtiyaç baskısını karşılayıp
karşılamadığına bakılması gerekecektir. Başvuru konusu olay bakımından
yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni; müdahaleye neden olan derece
mahkemelerinin kararlarında dayandıkları gerekçelerin, özel hayata saygı
hakkının unsurlarından olan mahremiyet hakkını kısıtlama bakımından “demokratik
toplum düzeninin gerekleri” ve “ölçülülük” ilkelerine uygun olduğunu inandırıcı
bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır (Ata Türkeri, § 45).
55. Personel rejimi gibi sıkı kural ve şartlara tabi bir alanda
kamu makamlarının faaliyetin niteliği ve sınırlamanın amacına göre değişen
geniş bir takdir yetkisinin bulunması doğaldır. Bu kapsamda özel hayat
kavramının salt mahremiyet alanına işaret etmeyip bireylerin özel bir sosyal
hayat sürdürmelerini güvence altına almakta olduğu gerçeği karşısında özellikle
kamu görevlilerinin mesleki yaşamlarıyla da bütünleşen bazı özel hayat
unsurları açısından sınırlamalara tabi tutulabilecekleri açıktır. Bununla
birlikte bu kişilerin de diğer bireyler için öngörülen sınırlamalarda olduğu
gibi asgari güvence ölçütlerinden istifade etmeleri gerekir (Serap Tortuk, §
52).
56. Öte yandan mahremiyet alanına ait ya da bireyin varlığına
veya kimliğine ilişkin önemli haklar veya hukuksal çıkarlar söz konusu olduğu
zaman kamu makamlarının takdir yetkisi daha dardır. Bu bağlamda özel yaşamın
gizliliği hakkının cinsellik ve mahremiyet hakkı gibi yönleri söz konusu
olduğunda takdir yetkisinin daha dar tutulması gerekmekte olup bu alanlara
yönelik müdahalelerin haklı olduğunun kabul edilebilmesi için özellikle ciddi
gerekçelerin varlığı şarttır (Ata Türkeri, §
47). Tesis edilen disiplin işlemlerinde ve bu işlemlerin
hukuka uygunluk denetiminin yapıldığı mahkeme kararlarında bireylerin özel
hayatlarına ilişkin tutum ve eylemlerinin mesleki hayatları üzerindeki
etkilerinin açıklanması, kamu hizmeti sunan ilgili kurumların işleyişi
üzerindeki etkilerinin ve risklerinin ortaya konulması ve bu hususlardaki
değerlendirmelerin yeterli ve ikna edici gerekçelerle desteklenmesi, ayrıca
tesis edilen işlemlerin bireylerin geçmiş mesleki sicilleri ve başarı durumları
dikkate alınarak ölçülülük yönünden irdelenmesi gerekir.
57. Son olarak AİHM kararlarına göre Sözleşme’nin 8. maddesi
açıkça usul şartları içermemekle birlikte anılan maddeyle güvence altına alınan
haklardan etkili bir şekilde yararlanılabilmesi için müdahaleyi doğuran karar
alma sürecinin bu maddeyle korunan hak ve özgürlüklere gerekli saygıyı
sağlayacak nitelikte ve adil olması gerekir. Bu şekildeki bir süreç,
başvurucunun 8. maddedeki haklarını -deliller ve kanıtlama konuları dâhil- adil
şartlarda savunabileceği etkili usule ilişkin güvencelerden yararlandırılmasını
gerektirir (Ciubotaru/Moldova, 27138/04, 27/4/2010,
§ 51; T.P. ve K.M./Birleşik Krallık, B.
No: 28945/95, 10/5/2001, § 72; Blecic/Hırvatistan;
B. No: 59532/00, 29/7/2004, § 68).
58. Bu ilkeler ışığında başvuru konusu idari sürecin
değerlendirilmesi sonucunda başvurucu hakkında, bir kısım iddialar içeren
isimsiz ihbar mektupları alınması üzerine farklı tarihlerde birden fazla kez
idari tahkikat başlatıldığı görülmüştür. Bu kapsamda ilk
olarak 2006 yılında başvurucunun bilgisine başvurulduğu ancak bu tarihte
hakkında bir işlem yapılmadığı, söz konusu fotoğrafların 2008 yılında yeniden
ihbar mektubuna konu edilmesi üzerine başvurucunun uyarı disiplin cezası ile
cezalandırıldığı, hakkında yeni bir ihbar mektubunun gönderildiği 2012 yılına
kadar başvurucunun TSK'daki görevine üsteğmen rütbesinde devam ettiği, bu
süreçte askeri öğrencilik döneminde çekilen özel hayatına ilişkin fotoğrafların
rızası dışında ele geçirildiği ve atama dönemlerinde aleyhine kullanıldığı
iddiasıyla mağdur sıfatıyla ifade verdiği ve sorumlular hakkında şikâyetçi
olduğu, 2012 yılında İçişleri Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığına yapılan
isimsiz ihbar üzerine yeniden idari tahkikat başlatıldığı, oluşturulan Komisyon
tarafından başvurucunun durumunun Subay Sicil Yönetmeliği'nin mülga 91.
maddesinin (e) fıkrası kapsamında olmadığı değerlendirilerek sicil yolu ile
TSK'dan ilişiğinin kesilmemesi yönünde görüş hazırlandığı ancak onaya sunulan
görüşün Sahil Güvenlik Komutanı tarafından uygun görülmeyerek başvurucu
hakkında “Silahlı Kuvvetlerde Kalması Uygun
Değildir.” sicili düzenlendiği ve üçlü kararname ile ayırma
sürecinin tamamlandığı anlaşılmaktadır.
59. Hakkındaki iddialarla ilgili olarak 29/9/2010 tarihinde
verdiği ifadede başvurucu,fotoğrafların
2001 ile 2005 yılları arasında öğrenci olarak bulunduğu ABD'de arkadaşları ile
eğlence amaçlı olarak çekildiğini ve bir kısmının kendisine bir kısmının da
Amerikalı öğrenci arkadaşlarına ait olduğunu, fotoğraflarda çıplak çıkan
kişiler arasında olmadığını, hakkında tutulan notlarda yer alan ahlaksız bir
yaşam sürdüğüne ve eş cinsel olduğuna ilişkin ifadelerin kesinlikle doğru
olmadığını, bu ifadeleri hakaret olarak kabul ettiğini, söz konusu
fotoğrafların her atama döneminde ilgili komutanlıklara gönderilmesinin
aleyhine ceza verilmesi yönünde idareye baskı oluşturma amacı taşıdığını, bu
nedenle sicilinin bozulduğunu ve özel hayatını ilgilendiren bu fotoğrafları ele
geçiren, hakkında notlar hazırlayan ve bunları başkalarına gönderen kişilerin
tamamından şikayetçi olduğunu belirtmiştir.
60. Başvurucu, paylaşıma açmadığı hâlde
özel hayatına saygı gösterilmeden bilgisayarından alınarak aleyhine kullanılan
fotoğraflar nedeniyle ilişiğinin kesildiğini, söz konusu fotoğrafların hukuka
aykırı yöntemlerle ele geçirilmesi nedeniyle yasak delil niteliği taşıdığını,
takdirlerle dolu başarılı bir sicile sahip olmasına rağmen bu durumun dikkate
alınmadığını, tesis edilen ayırma işleminin ölçülü olmadığını ve özel hayatına
ilişkin gerçek dışı ve hukuka aykırı gerekçelerle hakkında ayırma işlemi tesis
edildiğini ileri sürmüştür.
61. AYİM Birinci Dairesinin 25/2/2014
tarihli ve E.2013/177, K.2014/178 sayılı kararında iddialar değerlendirilmiş;
başvurucunun ABD Sahil Güvenlik Akademisindeki öğrenimi sırasında TSK'nın ve
Türk halkının sahip olduğu ahlak anlayışıyla bağdaşmayacak ortamlarda
bulunduğu, bu ortamlarda hemcinsleriyle uygun olmayan bazı fotoğraflar
çektirdiği, yine aynı okulda öğrenci olan yabancı bir bayanla cinsel ilişki
hâlinde olmayan ancak aralarında bir ilişki olduğunu doğrulayacak nitelikte
fotoğraflarının bulunduğu, başvurucunun söz konusu fotoğrafları ve bulunduğu
ortamları normal şekilde karşıladığı, eylemlerinin TSK'nın itibarını sarsacak
şekilde ahlak dışı hareket teşkil ettiği dikkate alınarak tesis edilen ayırma
işleminde takdir yetkisinin objektif ölçütlerle, hizmet gereklerine uygun, kamu
yararı-birey yararı dengesi gözetilerek ve ölçülü bir şekilde kullanıldığı,
başvurucunun mevcut durumunun daha önce amirlerince değerlendirilerek
"uyarı" ile yetinilmesinin hakkında ayırma işlemi başlatılmasına
engel teşkil etmediği zira bu tür fotoğrafların alenileşmesi nedeniyle ileride
gündeme getirilmesinin olağan bir durum olduğu dolayısıyla TSK'nın itibarının
sarsılacağı konusunda yapılan değerlendirmelerin hukuka uygun olduğu
gerekçesiyle dava reddedilmiştir.
62. Kamu görevlisi ve TSK askeri personeli olarak belirli bir
sorumluluk taşıyan başvurucu, bu görevi kabul etmek suretiyle görevinden
kaynaklanan disiplin ve tutum istemine kendi iradesiyle dâhil olmuştur. Bu durum,kişinin hak ve
özgürlüklerine herhangi bir vatandaşa uygulanamayacak sınırlamaları beraberinde
getirmektedir. Zira kamu yararı, kamu görevlilerinden uymaları gereken meslekî
ve etik kurallar açısından tam bir uyum beklemektedir. Özellikle mesleki yaşamı
ile bağlantısı olabilecek bazı özel hayat unsurları açısından, başvurucunun
mesleki ve etik kurallara aykırı davranışlarının kamu görevlilerinin ve bu bağlamda
kamu hizmetinin saygınlığı üzerinde belirli bir etkiye sahip olabileceği
açıktır. Ancak her ne kadar hakkında isimsiz ihbar mektupları
gönderilen başvurucunun askeri öğrencilik döneminde çekilen fotoğraflarından
haberdar olan idare tarafından disiplin hukuku açısından bir değerlendirme
yapılabileceği belirtilmiş ve yargı kararlarının gerekçelerinde başvurucunun
taşıdığı asker sıfatına vurgu yapılmış ise de somut başvuruya konu eylem ve
davranışların başvurucunun mahremiyet alanında cereyan eden ve rızası ile
alenileştirildiğine dair bir bulgu bulunmayan özel yaşam eylemlerine ilişkin
olduğu anlaşılmaktadır.
63. Başvurucu 2006 yılında başlayan,
farklı tarihlerde yeniden açılan, 2008 yılında uyarı disiplin cezası ile
karşılanan ve 2012 yılında ayırma cezası verilmesi ile sonuçlanan idari
tahkikat sürecinde, meslekî hayatına ilişkin olmayan, yalnızca özel hayatını
ilgilendiren iddialara yanıt vermek zorunda bırakılmış ve ayırma işleminin bu
işleme konu fotoğrafların çekilmesinden en az yedi yıl sonra tesis edilmesi
nedeniyle sürekli olarak ceza tehdidi altında yaşamıştır. Bu kapsamda başvurucuya yöneltilen
iddiaların görevinin ifasıyla değil daha çok mahremiyet alanında gerçekleşen
özel yaşam eylemleri ile ilgili olduğu görülmektedir. Dolayısıyla ihtilaf konusu
tahkikatın kapsamı mesleki hayatın sınırlarını aşmaktadır. Bu
bağlamda idarenin ve yargısal makamların karar gerekçelerinde, başvurucunun
ahlaka aykırı unsurlar içerdiği ileri sürülen fotoğraflar çektirdiği, söz
konusu fotoğrafların bir şekilde ele geçirilmesi ve TSK'ya iletilmesi suretiyle
işlenen fiillerin asker sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede ahlak dışı
hareketler kapsamında olduğu tespitlerine yer verildiği ve karar sonuçlarının
bu gerekçelere dayandırıldığı, sonuç olarak başvuruya konu disiplin işlemi ile
yargısal sürece konu edilen davranışların esasen mesleki faaliyet ile ilgisi
olmayan mahremiyet alanına dâhil özel yaşam eylemleri olduğu
değerlendirilmektedir.
64. Kamu görevlilerinin mesleki yaşamlarıyla da bütünleşen bazı
özel hayat unsurları açısından sınırlamalara tabi tutulabilecekleri açıktır.
Ancak hakkındaki tahkikat sonucunda TSK’dan ayırma işlemi tesis edilmesinin
başvurucunun mesleki hayatı üzerinde olduğu kadar temel geçim kaynağından
yoksun kalması nedeniyle ekonomik geleceği üzerinde de önemli bir etki
oluşturduğu, bu nedenle ayırma işleminin daha önemli hâle geldiği
anlaşılmaktadır. Bu bağlamda özel hayatın gizliliği hakkı üzerindeki
sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbir mahiyetinde olması,
başvurulabilecek son çare ya da alınabilecek en son önlem niteliğinde olması
gerekir.
65. Başvurucunun söz konusu özel
yaşamına ilişkin gerek ayırma kararında gerekse yargı kararlarında isnat edilen
eylemlerinin mesleki hayatı üzerindeki etkilerine dair karar gerekçelerinde
yeterli ve ikna edici gerekçeler ortaya konulmadığı gibi anılan eylemlerin
TSK’nın işleyişi üzerindeki etkisi ve risklerinin de açıklanmadığı, ayırma
işlemine dayanak olarak kabul edilen tahkikata konu fotoğrafların hukuka aykırı
biçimde ele geçirilerek kasıtlı olarak ve süreklilik arz edecek şekilde idareye
isimsiz ihbar mektuplarıyla gönderildiği konusunda ileri sürülen iddialara
ilişkin olarak bir araştırma yapılmadığı, hukuka aykırı delillerin yürütülen
disiplin soruşturmasında geçerli delil olarak kabul edilemeyeceği ve hukuka
aykırı delillere dayanılarak işlem tesis edilemeyeceği hususunun gözetilmediği,
2006 yılında elde edilen, 2008 yılında uyarı cezasına konu edilen fotoğraflara
dayanılarak 2012 yılında ayırma işlemi tesis edildiğini ve mağdur sıfatının İstanbul
11. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edildiğini belirten başvurucunun söz konusu
fotoğrafların hukuka aykırı delil niteliğinde olduğu hususunda ileri sürdüğü
gerekçelerin irdelenmediği, ayrıca anılan hususlar öncelikle
değerlendirildikten sonra isnat edilen disiplin suçuna konu eylemler ile
tahkikat neticesinde verilen ayırma cezası dikkate alınarak hizmet geçmişi
olumlu olan, ödül ve başarı belgeleri bulunan başvurucu hakkında Anayasa’nın
20. maddesi çerçevesindeki bireysel yararı ile kamunun yararı arasında adil ve
ölçülü bir dengenin gözetilmesi hususunda bir değerlendirme yapılmadığı,
başvurucunun özel hayatının gizliliği hakkı üzerindeki sınırlamanın zorunlu ya
da istisnai tedbirler niteliğinde olduğu veya başvurulabilecek son çare ya da
alınabilecek en son önlem niteliğinde olduğu hususunda bir inceleme yapılmadığı
ve bu hususta gerekli özenin gösterilmediği sonucuna ulaşılmıştır.
66. Yukarıda belirtilen tahkikat süreci
ile idari ve yargısal makamların karar gerekçeleri göz önünde
bulundurulduğunda, başvurucuya verilen ayırma cezası kapsamında, sınırlandırma
ile ulaşılabilecek genel yarar ile temel hak ve özgürlüğü sınırlandırılan
bireyin kaybı arasında adil bir dengenin sağlanmadığı ve başvurucunun özel
hayatına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu anlaşılmakla, başvurucunun
Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayatın gizliliği
hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
67. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50.
maddesinin “Kararlar” kenar
başlıklı (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
68. Başvurucu, hak ihlalinin tespiti ve uyuşmazlık hakkında
yeniden yargılama yapılmasına hükmedilmesini talep etmiştir.
69. Başvuruda Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan
özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
70. Özel hayatın gizliliği hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere AYİM
Birinci Dairesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
71. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayatın
gizliliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin özel hayatın gizliliği hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Birinci Dairesine GÖNDERİLMESİNE,
D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 13/7/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.