TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
YEŞİM BULLOCK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/13223)
|
|
Karar Tarihi: 20/9/2017
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Ayhan KILIÇ
|
Başvurucu
|
:
|
Yeşim
BULLOCK
|
Vekili
|
:
|
Av. Sevinç
TUTGUN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, birikmiş yetim aylıklarının ödenmesi istemiyle
yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; ret işlemine karşı
açılan davanın uzun sürede sonuçlanması nedeniyle de makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 8/8/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu 1972 doğumlu olup İstanbul'da ikamet etmektedir.
9. K.M.Y. ve G.Y. çiftinin evlilik birliği içinde doğan çocuğu
olan başvurucu İzmir 4. Sulh Hukuk Mahkemesinin 16/7/1985 tarihli kararıyla 13
yaşında iken F.O.B. adlı kişi tarafından evlat edinilmiştir.
10. Başvurucunun öz babası K.M.Y. 23/7/1996 tarihinde vefat
etmiştir.
11. Başvurucu 27/4/2005 tarihinde Sosyal Güvenlik Kurumuna
(idare) başvurarak yetim aylığı bağlanması talebinde bulunmuştur. İdare
tarafından başvurucuya 1/5/2005 tarihinden itibaren 8/6/1949 tarihli ve 5434
sayılı Emekli Sandığı Kanunu'nun 66. ve 67. maddeleri uyarınca yetim aylığı
bağlanmıştır.
12. Başvurucu 8/1/2007 tarihli dilekçe ile idareye tekrar
başvurmuş ve babasının ölüm tarihinden itibaren birikmiş alacağının
hesaplanarak tarafına ödenmesini talep etmiştir. Söz konusu dilekçede
başvurucunun evlatlık verilmesi sebebiyle babasının ölümünden geç haberdar
olduğu belirtilmiştir. İdarenin herhangi bir tarih içermeyen işlemiyle
başvurucunun talebi reddedilmiştir. İdare 5434 sayılı Kanun'un 75. ve 117.
maddelerine dayanmıştır. İdare, babasının ölüm tarihinde evli olan başvurucunun
daha sonra 3/1/1997 tarihinde eşinden boşandığını ancak boşanma tarihinden
itibaren beş yıl içerisinde müracaatta bulunmaması sebebiyle geriye yönelik
yetim aylığı ödenmesinin mümkün olmadığını açıklamıştır.
13. Başvurucu anılan işlemin iptali istemiyle 9/3/2007 tarihinde
Ankara 13. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Dava dilekçesinde
başvurucunun, babasıyla biyolojik annesinin evlilik dışı ilişkisinden doğduğu
ancak babasının resmî nikahlı eşinin çocuğu olarak nüfusa kaydedildiği
belirtilmiştir. Başvurucunun, biyolojik annesi tarafından 16/7/1985 tarihinde
evlat edinildiği ifade edilen dava dilekçesinde, biyolojik annesiyle İzmir'de
yaşadığı ve Ankara'da ikamet eden babası ve ailesiyle hiç görüşmediği ileri
sürülmüştür. Başvurucu, ablasının miras işleri nedeniyle 2005 yılı Nisan ayında
araması üzerine babasının ölümünden haberdar olduğunu ve 5434 sayılı Kanun'un
118. maddesi uyarınca beş yıllık zamanaşımı süresinin öğrenme tarihinden
itibaren başlatılması gerektiğini savunmuştur.
14. Mahkeme 20/9/2007 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir.
Kararın gerekçesinde 5434 sayılı Kanun'un 116., 117. ve maddelerine yer
verildikten sonra başvurucunun, babasının ölümünden yaklaşık on yıl sonra
idareye başvurduğu vurgulanmış ve beş yıllık zamanaşımı süresi içinde
başvurulmamış olması nedeniyle geçmişe yönelik yetim aylıklarının ödenmesi
talebinin reddi yolunda tesis edilen idari işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı
belirtilmiştir. Mahkeme ayrıca başvurucunun, babasının ölümünü duymadığı
iddiasını ispatlayamadığı, sırf babasıyla ayrı yerlerde yaşamasının, ölümü
duymadığı iddiasının ispatlanması bakımından yeterli olmadığı görüşünü
açıklayarak olayda mücbir sebebin bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır.
15. Mahkeme kararı Danıştay 11. Dairesinin (Daire) 21/9/2010
tarihli kararıyla oyçokluğuyla onanmıştır. Çoğunluk kararına muhalif olan üye,
evlatlık verildiği ve başka şehirde yaşadığı sabit olan başvurucunun, babasının
ölümünden haberdar olmadığının kabulü gerektiği fikrini beyan etmiştir. Muhalif
Üyeye göre yetim aylığı alma hakkı olan birisinin bile bile idareye
başvurmaması hayatın olağan akışına uygun düşmediğinden başvurucunun, babasının
öldüğünden haber olmadığının kabulü gerekmektedir.
16. Başvurucunun karar düzeltme talebi Dairenin 26/6/2014
tarihli ilamıyla reddedilmiştir. Bu karara da iki üye muhalif kalmıştır.
Muhalif üyeler, temyiz kararındaki muhalefet gerekçesi gibi başvurucunun,
babasının ölümünden haberdar olmadığını ispatladığı sonucuna ulaşmış ve bunun
aksinin artık idare tarafından ispatlanması gerektiğini belirtilmişlerdir.
17. Anılan karar, başvurucu vekiline 25/7/2014 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
18. Başvurucu 8/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
19. 5434 sayılı Kanun'un olay tarihinde yürürlükte bulunan 66.
maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
"... yetim aylıkları:
...
c) Emekli ... aylığı alanlardan ... ölenlerin,
Ölüm tarihinde bu kanuna göre aylığa müstahak
... yetimlerine bağlanır."
20. 5434 sayılı Kanun'un olay tarihinde yürürlükte bulunan 67.
maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
"66 ncı maddede
sözü geçen ... yetimler şunlardır:
...
c) Çocuklar"
21. 5434 sayılı Kanun'un olay tarihinde yürürlükte bulunan 77.
maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
"Aşağıda yazılı hallerde dul ve yetimlere
aylık bağlanmaz:
...
c) Evli kız ... çocuklar ....."
22. 5434 sayılı Kanun'un olay tarihinde yürürlükte bulunan 116.
maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
"Bu kanunda ayrıca belirtilen haller
dışında aylık bağlanmasına istihkak kesbedildiği
tarihten itibaren beş yıl sonuna kadar yazı ile müracaat edilmezse bu aylıklar,
müracaat tarihini takip eden ay başından itibaren bağlanır."
23. 5434 sayılı Kanun'un olay tarihinde yürürlükte bulunan 117.
maddesi şöyledir:
"Bu kanun gereğince çeşitli adlarla
ödenecek paralardan; istihkak kesbedildiği
tarihlerden itibaren beş yıl sonuna kadar alınmıyan
veya yazı ile müracaat edilerek aranmıyanlar Sandık
lehine zamanaşımına uğrar."
24. 5434 sayılı Kanun'un olay tarihinde yürürlükte bulunan 118.
maddesinin ikinci şöyledir:
"Sandığa müracaat etmemenin makbul veya
mücbir bir sebebe dayandığını genel hükümlere göre ispat edenler hakkında
yukarıdaki maddeler hükümleri uygulanmaz. Ölümü duymamış olmak, ispat edilmek
şartıyla, mücbir sebep sayılır."
B. Uluslararası Hukuk
25. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu
Protokol'ün 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin
kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da
başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli
gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel
getirmez."
26. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin ek 1
No.lu Protokol’ün 1. maddesi anlamında ancak “mülk” teşkil eden şeylere
müdahale edilmesi koşuluyla anılan hükmün ihlali iddiasında bulunabileceğini
vurgulamaktadır (Kopecky/Slovakya, B. No: 44912/98, 28/9/2004, §
35; Gratzinger ve Gratzingerova/Çek
Cumhuriyeti [BD], (k.k.)B. No: 39794/98,
10/7/2002, § 69). 1 No.lu Protokol bağlamında “mülk” kavramı iç hukuktaki
formel sınıflandırmadan bağımsız olarak özerk bir anlam taşımaktadır (Beyeler/İtalya, B. No:33202/96, 5/1/2000,
§ 100; Eski Yunanistan Kralı ve
Diğerleri/Yunanistan, B. No: 25701/94, 23/11/2000, § 60). “Mülk”
kavramının özerk yorumlanması, maddi varlığı bulunan şeylerle sınırlı olmaması
anlamına da gelmektedir. Bu bağlamda, mal varlığını oluşturan hak ve menfaatler
de bu hüküm çerçevesinde mülkiyet hakkı kapsamında, diğer bir deyişle “mülk”
olarak değerlendirilebilir (Broniowski/Polonya, B. No: 31443/96, 22/6/2004, §
129).
27. AİHM’e göre 1 No.lu Protokol’ün 1.
maddesi mevcut mülkleri veya varlıkları kapsamakta olup mülk edinmeyi garanti
altına almaz (Kopecky/Slovakya, § 35; Gratzinger ve Gratzingerova,
§ 69). Bununla birlikte AİHM, “mevcut mülk” veya mal varlığının yanında,
mülkiyet hakkından etkili yararlanmanın teminine yönelik en azından "meşru
bir beklenti"nin bulunduğunun iddia
edilebilmesine imkân tanıyan taleplerin de mülk kapsamına girdiğini kabul
etmektedir. Buna karşılık AİHM, mülkiyet hakkının tanınacağı umudunun 1 No.lu
Protokol’ün 1. maddesi anlamında “mülk” olarak görülmesinin mümkün olmadığını
ifade etmektedir (Kopecky/Slovakya, § 35; Gratzinger ve Gratzingerova/Çek
Cumhuriyeti, § 69; Lihtenştayn
Prensi Hans-Adam II/Almanya, B. No:
42527/98, 12/7/2001, § 83; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98,
24/6/2003, § 32).
28 AİHM, 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi kapsamındaki davalara
genel olarak uygulanan ilkelerin ve özellikle anılan maddenin mülk edinme
hakkını korumadığı biçimindeki ilkenin, sosyal güvenlik ödemeleri ve sosyal
yardımlar yönünden de geçerli olduğunu belirtmektedir. AİHM, bu hükmün
Sözleşmeci devletlerin herhangi bir sosyal güvenlik planını uygulayıp
uygulamayacağının ya da bu planlar çerçevesinde kişilere ne tür menfaatlerin
sağlanacağının ve bunların miktarının ne kadar olacağının belirlenmesi
hususundaki serbestisine sınırlama getirmediğini vurgulamaktadır. Ancak AİHM'e göre sözleşmeci devletlerin, ister önceden kişilerin
katkı yapma şartına bağlı olsun ister olmasın, sosyal yardım ödemesi
yapılmasını öngören yasal bir düzenlemenin bulunması durumunda bu düzenlemenin
1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi kapsamına giren mülkiyete ilişkin bir menfaat (proprietary interest) doğurduğu
kabul edilmelidir (Moskal/Polonya, B. No: 10373/05, 15/9/2009, §
38).
29. AİHM, modern demokratik devletlerde birçok bireyin,
yaşamlarını sürdürebilmek için hayatlarının tamamı ya da bir bölümünde sosyal
güvenlik ve sosyal yardım ödemelerine bağımlı olduklarını belirtmektedir. AİHM,
birçok hukuk sisteminin, bu bireylerin belli bir derecede belirlilik ve
güvenliğe ihtiyaç duyduklarını kabul ederek onlara birtakım imkânlar sağladığını
ve bu çerçevede öngörülen bazı koşulların yerine getirilmesi şartıyla bu
bireylere çeşitli ödemeler yapılması yolunda düzenlemelere yer verdiğini
hatırlatmaktadır. AİHM'e göre bireylerin iç hukuka
göre sosyal yardım alma hakkının bulunduğu durumlarda bu ekonomik menfaatler 1
No.lu Protokol'ün 1. maddesi kapsamına girer (Moskal/Polonya, § 39). Öte yandan tartışma konusu ekonomik
menfaate hak kazanmanın şarta bağlandığı durumlarda koşulun yerine
getirilmemesi sonucu kaybedilen şarta bağlı hakkın, 1 No.lu Protokol'ün 1.
maddesi anlamında mülk olarak değerlendirilmesi mümkün değildir (Moskal/Polonya, § 40).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
30. Mahkemenin 20/9/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
31. Başvurucu, 13 yaşında evlatlık edinilerek başka yerde
yaşamaya başlaması nedeniyle babasının ölümünü geç öğrendiğini ve bunun 5434
sayılı Kanun'un 118. maddesi anlamında mücbir sebep teşkil ettiğini
belirtmiştir. Başvurucu idareye başvuru dilekçesinde yer verdiği bu iddiasını
Mahkemede de öne sürdüğü hâlde Mahkemece yeterli inceleme yapılmadan mücbir
sebebin bulunmadığı hükmüne varıldığını ifade etmiştir. "Ölümü duymama"
biçimindeki olumsuz bir vakıanın ispatının istenemeyeceğini vurgulayan
başvurucu, yetim aylığına ulaşmasının engellendiğini ve bu suretle mülkiyet ve
adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini savunmuştur.
2. Değerlendirme
32. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ... hak[kına] ...
sahiptir.
Bu hak..., ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz."
33. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun temel şikâyeti birikmiş yetim
aylığı alacaklarının ödenmemesine ilişkin olup bu alacağın elde edilmesine
yönelik açtığı dava sürecine dair adil yargılanma şikâyetlerinin de mülkiyet
hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
34. Öte yandan başvurucu hakkında tesis edilen idari işlemin
sebep unsuru "boşanmadan itibaren beş yıl içinde başvurulmaması"
olarak gösterilmiş ise de Mahkeme tarafından, işlemin sebep unsuru
"başvurucunun babasının ölümünden itibaren beş yıl içinde
başvurulmaması" olarak kabul edilmek suretiyle hukuka uygunluk denetimi
yapılmıştır. Bu nedenle bireysel başvuru, başvurucunun talebinin reddi
yolundaki idari işlemin "babasının ölümünden itibaren beş yıl içinde
başvurmaması" sebebine dayanılarak tesis edildiği kabul edilerek sadece bu
sebeple sınırlı tutulmuştur.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
35. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Mülkün Varlığı
36. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir."
denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan
maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve
parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM,
E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak
değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar
ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikri hakların yanı
sıra, icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına
dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri,
B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).
37. Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı; mevcut
mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi
olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı, kişinin bu konudaki menfaati ne
kadar güçlü olursa olsun Anayasa'yla korunan mülkiyet kavramı içinde değildir.
Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir "ekonomik değer"
veya icrası mümkün bir "alacağı" elde etmeye yönelik "meşru bir
beklenti" Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir.
Meşru beklenti, makul bir şekilde ortaya konmuş icra edilebilir bir alacağın
doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma
ihtimalinin yüksek olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına dayanan,
yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklentidir. Temelsiz bir hak kazanma
beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir iddianın
varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No:
2012/636, 15/4/2014, § 36, 37).
38. Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı, bireylere bir tür sosyal
güvenlik ödemesi alma hakkı içermemekle beraber yürürlükteki mevzuatta, önceden
prim ödeme şartıyla veya şartsız olarak sosyal yardım alma hakkı şeklinde bir
ödeme yapılması öngörülmüş ise yargısal içtihatlara paralel olarak ilgili
mevzuatın aradığı şartları yerine getiren bireyin mülkiyet hakkı kapsamına
giren bir menfaatinin doğduğu kabul edilmelidir (Hüseyin Remzi Polge, B. No: 2013/2166, 25/6/2015, § 36).
39. 5434 sayılı Kanun'un olay tarihinde yürürlükte bulunan 66.
maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinde, emekli aylığı alanlardan ölenlerin,
ölüm tarihinde 5434 sayılı Kanun'a göre aylığa müstahak yetimlerine yetim
aylığı bağlanacağı belirtilmiştir. Aynı Kanun'un olay tarihinde yürürlükte
bulunan 67. maddesinde ise çocukların, 66. maddede sözü edilen yetimlerden
olduğu ifade edilmiştir. Öte yandan Kanun'un olay tarihinde yürürlükte bulunan
77. maddesinde evli kız çocuklarına yetim aylığı bağlanmayacağı düzenlenmiştir.
Bu hükümlere göre emekli aylığı almakta iken ölenlerin kız çocuklarına -evli
olmamak kaydıyla- ölüm tarihinden itibaren yetim aylığı bağlanması
gerekmektedir.
40. Olayda başvurucunun, emekli aylığı almakta olan babasıK.M.Y. 23/7/1996 tarihinde vefat etmiştir. Ölüm
tarihinde evli olan başvurucu daha sonra 3/1/1997 tarihinde eşinden
boşanmıştır. Değinilen mevzuata göre başvurucunun 3/1/1997 tarihinden itibaren
yetim aylığı alma hakkının doğduğu ve dolayısıyla babasının ölümüne bağlı
olarak yetim aylığı alma hususunda meşru beklentiye sahip olduğu
anlaşılmaktadır.
41. Başvurucunun, 5434 sayılı Kanun'un 117. maddesinde öngörülen
sürede talepte bulunması şartı, yetim aylığı alma hakkının doğmasının değil
fiilen ödeme yapılabilmesinin bir şartıdır. Bu nedenle başvurucunun bu süreye
uyup uymaması meşru beklentinin varlığını etkilememektedir.
ii. Müdahalenin Varlığı ve Türü
42. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence
altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve
yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla, sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma, semerelerinden yararlanma ve tasarruf etme olanağı veren bir
haktır(Mehmet Akdoğan ve Diğerleri, B.
No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin, mülkünü kullanma,
semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden
herhangi birinin sınırlanması, mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No:
2014/1546, 2/2/2017, § 53). Ayrıca "meşru beklenti" teşkil eden mülk
edinme beklentilerini zedeleyici kamu işlem ve eylemleri de mülkiyet hakkına
müdahale oluşturur (Süleyman Oktay Uras ve Sevtap Uras, B. No: 2014/11994, 9/3/2017, § 57).
43. Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural
ihtiva ettiği görülmektedir.Anayasa'nın 35.
maddesinin birinci fıkrasında herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu
belirtilmek suretiyle "mülkten barışçıl yararlanma hakkı"na
yer verilmiş, ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına
müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. "Mülkten yoksun bırakma" ve
"mülkiyetin kontrolü", mülkiyet hakkına müdahalenin özel
biçimleridir. Mülkten yoksun bırakma şeklindeki müdahalede mülkiyetin kaybı söz
konusudur. Mülkiyetin kullanımının kontrolünde ise mülkiyet kaybedilmemekte
ancak mülkiyet hakkının malike tanıdığı yetkilerin kullanım biçimi, toplum yararı
gözetilerek belirlenmekte veya sınırlandırılmaktadır. Mülkten barışçıl
yararlanma hakkına müdahale ise genel nitelikte bir müdahale türü olup mülkten
yoksun bırakma ve mülkiyetin kullanımının kontrolü mahiyetinde olmayan her
türlü müdahalenin mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahale kapsamında ele
alınması gerekmektedir (Recep Tarhan ve
Afife Tarhan, § 55-58).
44. Somut olayda başvurucunun 3/1/1997 tarihinden itibaren hak
kazandığı yetim aylığı alacaklarının 1/5/2005 tarihinden önceki bölümü, babasının
ölüm tarihinden itibaren beş yıllık zamanaşımı süresi içinde başvurulmadığı
gerekçesiyle başvurucuya ödenmemiştir. Başvurucu yönünden meşru beklenti
oluşturduğu tespit edilen birikmiş yetim aylıklarının "beş yıllık sürede
başvurulmadığı" gerekçesiyle başvurucuya ödenmemesi mülkiyet hakkına
müdahale teşkil etmektedir. Meşru beklenti oluşturan yetim aylıklarının
ödenmemesi, mülke erişimin engellenmesi mahiyeti taşımakta ve mülkiyetten
barışçıl yararlanma hakkına müdahale kapsamında incelenmesi gerekmektedir.
iii. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
45. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
46. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak
olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla
sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca temel
hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına
yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun düşebilmesi için müdahalenin kanuna
dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek
yapılması gerekmektedir.
(1) Kanunilik
47. Birikmiş yetim aylığı alacaklarının başvurucuya
ödenmemesinin dayanağı olarak 5434 sayılı Kanun'un 116. ve 117. maddeleri
gösterilmiştir.
48. Anılan Kanun'un 116. maddesinin ikinci fıkrasında aylık
bağlanmasına hak kazanıldığı tarihten itibaren beşinci yılın sonuna kadar yazı
ile müracaat edilmemesi durumunda bu aylıkların, müracaat tarihini takip eden
ay başından itibaren ödeneceği belirtilmiştir. Buna göre hak sahibinin, yetim
aylığına hak kazandığı (murisinin öldüğü) tarihten itibaren beş yıl içinde
başvurması halinde ölüm tarihinden itibaren yetim aylığı alabilmekte iken, bu
beş yıldan sonra başvurması halinde ise izleyen aydan itibaren kendisine yetim
aylığı bağlanmaktadır. Beş yılın dolmasından sonra başvuranların geçmişe
yönelik talepte bulunmaları, bu düzenlemeye göre mümkün değildir.
49. Bu hükmün, başvurucunun 1/5/2005 tarihinden önceki döneme
ilişkin olarak birikmiş yetim aylığı alacaklarının ödenmemesi biçimindeki
müdahaleye yeterli düzeyde kanuni dayanak oluşturduğu sonucuna ulaşılmaktadır.
(2) Meşru Amaç
50. Yetim aylığından yararlanabilmenin beş yıl içinde başvuru
koşuluna bağlanmasının temelinde yatan amaç, hukuki güvenlik ve istikrarın
sağlanması ve yargı organlarının artık eskimiş ve güncelliğini yitirmiş
uyuşmazlıklarla uğraşmalarının önlenmesidir. Bu amacın kamu yararına dönük
olduğu açıktır. Dolayısıyla başvurucunun beşinci yılın dolmasından sonra
başvuru yapmış olması nedeniyle başvuru tarihinden önceki yetim aylığı
alacağının başvurucuya ödenmemesinin kamu yararı amacına dayandığı
anlaşılmaktadır. Bu nedenle müdahalenin meşru bir amacının bulunduğu sonucuna
ulaşılmaktadır.
(3) Ölçülülük
(a) Genel İlkeler
51. Ölçülülük ilkesi “elverişlilik”, “gereklilik” ve “orantılılık”
olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “Elverişlilik” öngörülen müdahalenin
ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, “gereklilik”
ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca
daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, “orantılılık” ise
bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir
dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111,
K.2012/56, 11/4/2012; E. 2012/102, K.2012/207, 27/12/2012; E.2012/149,
K.2013/63, 22/5/2013; E.2013/32, K.2013/112, 10/10/2013; E.2013/15, K.2013/131,
14/11/2013; E.2013/158, K.2014/68, 27/3/2014; E.2013/66, K.2014/19, 29/1/2014;
E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2015/43, K.2015/101, 12/11/2015; E.2016/16,
K.2016/37, 5/5/2016; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).
52. Hukuki güvenlik ve istikrarın sağlanması bakımından sosyal
güvenlik haklarının talep edilmesinin belli bir süreyle sınırlandırılması tek
başına mülkiyet hakkını ihlal etmemekte ise de öngörülen sürenin makul olması,
diğer bir ifadeyle haktan yararlanılmasını imkânsız kılacak veya aşırı derecede
zorlaştıracak derecede kısa olmaması gerekir. Talep süresininmakul
olup olmadığı, sosyal güvenlik alacağının niteliği ve hak sahibinin, talep
hakkının doğduğunu öğrenme imkanına sahip olup olmadığı gibi hususlar gözününde bulundurulmalıdır. Öngörülen sürenin, talepte
bulunmak için gerekli araştırma ve hazırlıkların yapılmasına, gerekiyorsa
hukuki ve teknik yardım alınmasına yetecek ve hakkın önemiyle orantılı bir
uzunlukta olmaması durumunda ölçüsüz olduğu söylenebilir (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673,
25/7/2017, § 64).
53. Sürenin işlemeye başladığı an da mülkiyet hakkına yapılan
müdahalenin ölçülülüğü bağlamında büyük önem taşımaktadır. Bu kapsamda talep
süresinin, hak sahibinin henüz talep hakkının doğduğundan haberdar olmadığı ve
somut koşullar çerçevesinde haberdar olduğunun kabulünü haklı kılan nedenlerin
bulunmadığı bir dönemde işlemeye başlaması, talep hakkının varlığını anlamsız
kılabileceğinden ölçülülük ilkesini zedeleyebilir (Yaşar Çoban, § 65).
54. Öte yandan mahkemeler hakkın talebi için belli bir süre
öngören kanun hükümlerini yorumlarken sınırlamanın istisna olduğu ilkesini
gözeterek aşırı şekilcilikten kaçınmalı ve yorum kurallarının imkân verdiği
ölçüde hakkı sahibine teslim etme yolunda bir yaklaşım benimsemelidir. Bununla
birlikte mahkemelerin sürenin varlık sebebini anlamsız kılma pahasına yorum
kurallarının sınırlarını zorlayarak kanunda öngörülen süreleri bertaraf etmesi
hukuki istikrar ve güvenlik ilkesinin zedelenmesine neden olabilir. Bu nedenle
süreye ilişkin kanun hükümlerinin yorumunda hukuki istikrar ve güvenlik ilkesi
ile mülkiyet hakkı arasındaki hassas denge gözetilmelidir (Yaşar Çoban, § 66).
55. Mülkiyet hakkına kamu otoriteleri tarafından yapılan
müdahaleye ilişkin hukuka aykırılık iddialarının öne sürülebileceği idari veya
yargısal mekanizmaların var olup olmadığı ve bu mekanizmaların keyfîliğe karşı güvenceler içerecek araçlarla donatılıp
donatılmadığı hususu, müdahalenin ölçülülüğünün değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulacak bir unsurdur. Bu bağlamda bu tür
mekanizmanın hiç oluşturulmaması veya keyfîliği
önleyecek nitelikte olmaması ya da fiilen adil ve etkili bir karar verme
sorumluluğunun yerine getirilmemesi durumunda müdahalenin ölçülü olmadığı
sonucuna ulaşılabilir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 68).
(b) İlkelerin Olaya
Uygulanması
56. Ölüm tarihinden itibaren beşinci yılın dolmasından sonra
talepte bulunulması hâlinde talep tarihinden önceki döneme ilişkinyetim
aylığı alacaklarının ödenmemesinin öngörülmesinin, yetim aylığı alacağı
nedeniyle idarenin sürekli bir şekilde takip edilme tehdidi altında kalmasının
önlenmesi, idari istikrar ve güvenliğin sağlanması amacına ulaşılması
bakımından elverişlilik ve gereklilik kriterlerini taşıdığı anlaşılmaktadır.
57. Somut olaydaki müdahalenin ölçülülüğünün değerlendirilmesi
bakımından asıl önem taşıyan ölçüt orantılılıktır. Öngörülen tedbirin maliki
olağan dışı ve aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin orantılı ve
dolayısıyla ölçülü olduğundan söz edilemez. Bu itibarla uygulanan tedbirle
başvuruculara aşırı ve orantısız bir yük yüklenip yüklenmediğinin tespiti
gerekmektedir.
58. Olayda başvurucunun babası 23/7/1996 tarihinde ölmüş ve
başvurucu 27/4/2005 tarihinde yetim aylığı ödenmesi istemiyle idareye
başvurmuştur. Dolayısıyla başvurucunun, babasının ölümünden itibaren beş yıl
içinde yetim aylığı bağlanması için müracaatta bulunmadığı hususu ihtilafsızdır.
Ancak başvurucu babasının ölümünden 2005 yılı Nisan ayına kadar haberdar
olmadığını öne sürmektedir.
59. Yetim aylığı alma hakkını doğuran "ölüm"
vakıasının hak sahibi tarafından öğrenilmesi, hakkın talep edilebilmesi
bakımından büyük önem taşımaktadır. Hak sahibinin, "ölüm" olgusundan
haberdar olmadığı ve olmasının da mümkün bulunmadığı hâllerde beş yıllık
sürenin ölüm tarihinden itibaren başlatılması, yetim aylığı hakkından kendi
kusurunun bulunmadığı bir sebepten dolayı mahrum kalması sonucunu doğurabilir.
Bu durumda beş yıllık sürenin ölüm tarihinden itibaren işlemeye başlayacağının
kabulü hak sahibine aşırı ve katlanılamaz bir külfet yükleyebilir.
60. Nitekim beş yıllık sürenin ölüm tarihinden itibaren
başlatılmasının neden olacağı olumsuz sonuçları gözeten kanun koyucu, 5434
sayılı Kanun'un 118. maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesinde, ölümün hak
sahibi tarafından duyulmamış olmasını bir mücbir sebep olarak düzenlemiştir.
Buna göre hak sahibinin ölümü duymamış olması durumunda Kanun'un 117.
maddesinin ikinci fıkrasının uygulanması söz konusu olmayacaktır. Ancak kanun
koyucu ölümün duyulmadığı konusundaki ispat yükünü hak sahibine yüklemiştir.
61. Somut olayda başvurucu 13 yaşından beri evlatlık edinilmesi
sebebiyle babası ve babasının ailesiyle farklı şehirlerde yaşadığını ve onlarla
görüşmediğini belirtmiş ve bu sebeple babasının ölümünden haberdar olmadığını
ileri sürmüştür. Ancak Mahkeme, sırf babayla ayrı yerlerde yaşanmasının ölümün
duyulmadığı iddiasının ispatlanması bakımından yeterli olmadığını belirterek
olayda mücbir sebebin bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır.
62. Ölümden haberdar olunmaması menfi bir olguyu ifade
etmektedir. Menfi olguların somut delillerle ve her türlü şüpheden uzak bir
şekilde ispatlanmasının zorluğu ve bazı durumlarda imkânsızlığı ortadadır. Bu
itibarla ölümden haberdar olunmadığı hususunda makul ölçüde kanaat edinilmesini
sağlayacak delillerin sunulması ya da -somut olayın koşullarının haklı kılması
durumunda- fiili karinelere dayanılması da yeterli görülebilmelidir.
63. Başvurucunun 13 yaşında evlat edinildiği hususu sabittir.
Öte yandan Mahkemenin, başvurucunun evlat edinildiği tarihten sonra evlat
edinen ile birlikte babası ve babasının ailesinden farklı bir şehirde yaşadığı
iddiasının aksine bir tespiti de bulunmamaktadır. Evlat edinilen ve evlat
edinildikten sonra farklı bir şehirde yaşamaya başlayan birisinin önceki
ailesiyle görüşmemesi ve dolayısıyla öz babasının ölümünden haberdar olmaması,
hayatın olağan akışı çerçevesinde karşılaşılması mümkün olmayan bir olgu
değildir. Başvurucunun dava dilekçesinde dile getirdiği, babasıyla biyolojik
annesinin evlilik dışı ilişkisinden doğduğu ancak babasının resmî nikahlı
eşinin çocuğu olarak nüfusa kaydedildiği ve sonradan biyolojik annesi
tarafından evlat edinilerek babasından ayrı bir şehirde yaşamaya başladığı
iddiası da gözetildiğinde babasının ölümünden haberdar olmadığı iddiasının
gerçekliği hususunda kanaat edinmeye elverişli karinelerin bulunduğu sonucuna
ulaşılmaktadır.
64. Sonuç olarak menfi bir olgu olan ölümün duyulmadığı
vakıasının ispatına yönelik olarak başvurucu tarafından öne sürülen makul ve
hayatın olağan akışıyla açık bir biçimde ters düşmeyen açıklamaların yeterli
görülmemesi -bu konuda kesin delil sunulmasındaki imkânsızlıklar da
gözetildiğinde- başvurucuya aşırı ve katlanılamaz bir külfet yüklenmesi
sonucunu doğurmuştur. Bu durumda ulaşılmak istenen kamu yararının
sağlanmasındaki toplumsal menfaat ile başvurucunun mülkiyet hakkının
korunmasındaki bireysel yarar arasında kurulması gereken makul denge başvurucu
aleyhine bozulmuş ve bu da mülkiyet hakına yapılan
müdahaleyi ölçüsüz kılmıştır.
65. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
66. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
67. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
68. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
idari yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak
davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra
aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam
eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198,
7/11/2013, §§ 45, 47).
69. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
idari yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın
karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Selahattin Akyıl, § 41).
70. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda
verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda yaklaşık 7 yıl 3 aylık
yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
71. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
C. Diğer İhlal İddiaları
72. Başvurucu, babasının ölümünden geç haberdar olmasının mücbir
sebep kabul edilmemesi nedeniyle diğer kardeşlerinden daha az miras elde
ettiğini belirterek bu durumun ayrımcılık teşkil ettiği şikâyetinde
bulunmuştur. Ayrımcılık iddiasının ciddiye alınabilmesi için başvurucunun
kendisi ile benzer durumdaki başka kişilere yapılan muamele ile kendisine
yapılan muamele arasında bir farklılığın bulunduğunu ve bu farklılığın meşru
bir temeli olmaksızın sırf ırk, renk, cinsiyet, din, dil, cinsel yönelim ve
benzeri ayırımcı bir nedene dayandığını makul delillerle ortaya koyması
gerekmektedir. Somut olayda ise başvurucunun bu yöndeki iddiasını
temellendirecek somut bulgu ve kanıtlar ortaya koyamadığı anlaşılmaktadır. Bu
nedenle eşitlik ilkesi yönünden herhangi bir inceleme yapılmasına gerek
görülmemiştir.
D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
73. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya
da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali
ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya
ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
74. Başvurucu 100.000 TL tazminattalebinde
bulunmuştur.
75. İnceleme sonucunda menfi bir olgu olan ölümün duyulmadığı
vakıasının ispatına yönelik olarak başvurucu tarafından öne sürülen makul ve
hayatın olağan akışıyla açık bir biçimde ters düşmeyen açıklamaların yeterli
görülmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
76. Mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan
kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 13. İdare
Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
77. Somut olayda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır.
78. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında başvurucuya net 7.200 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
79. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa’nın35. maddesinde gücence
altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
3. Başvurucunun diğer iddialarının İNCELENMESİNE YER OLMADIĞINA,
C. Mülkiyet hakkının ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere kararın Ankara 13. İdare Mahkemesine
(E.2007/1035) GÖNDERİLMESİNE,
D. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle başvurucuya
net 7.200 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
20/9/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.