TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HANİFE ENSAROĞLU BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/14195)
|
|
Karar Tarihi: 20/9/2017
|
R.G. Tarih ve Sayı: 25/10/2017-30221
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Özgür DUMAN
|
Başvurucu
|
:
|
Hanife
ENSAROĞLU
|
Vekili
|
:
|
Av. Yasin
ŞAMLI
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, suçta kullanıldığı şüphesiyle el konulan otobüsün
iyi niyetli üçüncü kişiye ait olduğu tespit edilmekle müsaderesine yer
olmadığına karar verilmesine rağmen uğranılan zararların karşılanmaması
nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 8/8/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu 34 EY 3480 plaka numaralı 2007 model Mercedes Travego marka bir yolcu otobüsünü 11/7/2007 tarihinde M.B.
Finansal Kiralama T.A.Ş.den "finansal
kiralama" yoluyla kiralamıştır. Başvurucu, bu otobüsü 8/4/2008 tarihinde
Ö.O. Turizm Ltd. Şti.ne kiralamıştır. Kira sözleşmesi
kapsamında aylık belirli bir meblağın ödenmesi karşılığında söz konusu otobüs,
adı geçen Şirketin kullanımına bırakılmıştır. Bu Şirket de otobüsü uluslararası
yolcu taşıma işinde kullanmıştır.
A. Araca El Konulması ve
Ceza Davası Süreci
9. Yolcu taşımacılığı faaliyeti kapsamında kullanılan otobüs
28/4/2009 tarihinde saat 22.35'te Bulgaristan'dan Türkiye'ye giriş yapmak üzere
yirmi bir yolcusuyla Edirne Kapıkule Gümrük Sahasına gelmiştir. Gümrük tescil
işlemleri sonrasında otobüste kızılötesi ışın (x-ray) ile araç taraması
yapılmıştır. Gümrük görevlilerinin şüphelenmesiüzerine
otobüste detaylı arama yapılmış ve bu arama neticesinde otobüsün orta kapısı
altında merdiven basamağına denk gelen yerde özel olarak sonradan yapıldığı
anlaşılan küçük bir bölme içinde 507.350 euro, 80.000
ABD doları ve 2.277 gram hurda altın tespit edilmiş olup bu döviz ve altınlar
ile otobüse el konulmuştur. Edirne Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine
Edirne 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 29/4/2009 tarihli kararıyla el koyma işleminin
onaylanmasına karar verilmiştir.
10. Cumhuriyet Başsavcılığınca, el konulan dövizler ile ilgili
soruşturma tefrik edilerek ayrılmış; otobüste bulunan altınların ithaliyle
ilgili düzenlenen 7/5/2009 tarihli iddianame ile aracın şoförleri K.K., B.B. ve
K.A.nın eşyayı gümrük işlemlerine tabi tutmaksızın
ithal etmek suçundan 21/3/2007 tarihli ve 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele
Kanunu'nun 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi ile 4.
maddesinin ikinci fıkrası hükümleri uyarınca ayrı ayrı cezalandırılmalarına
karar verilmesi kamu adına talep olunmuştur. İddianamede ayrıca Ö.O. Turizm
Ltd. Şti. malen sorumlu olarak gösterilmiş ve el konulan otobüsün suçta
kullanıldığı gerekçesiyle 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun
54. maddesi uyarınca müsaderesine karar verilmesi talep edilmiştir.
11. Edirne 1. Asliye Ceza Mahkemesince (Mahkeme) iddianamenin
kabulü ile görülmeye başlanan yargılama sırasında malen sorumlu sıfatıyla
başvurucu da duruşmaya çağrılmış, başvurucu 3/6/2009 tarihli ilk oturumda
avukatı ile birlikte beyanlarda bulunmuştur. Başvurucu, bu otobüsü finansal
kiralama sözleşmesi kapsamında zilyedi olduğunu ve Ö.O. Turizm Ltd. Şti.ne kiraladığını beyan etmiştir. Başvurucu bu otobüsün
uluslararası yolcu taşıma işinde kullanıldığını bildiğini ancak kaçakçılıkta
kullanıldığını bilmediğini ifade etmiştir.
12. Başvurucu adına vekili 10/9/2009 tarihinde yapılan üçüncü
oturumda, el konulan otobüsün yargılama sonuçlanıncaya kadar teminatsız olarak
iade edilmesini talep etmiştir. Mahkeme aynı oturumda araçta özel bir bölmenin
bulunmasını gerekçe göstererek aracın -kasko değeri, bu değerin bulunmaması
durumunda rayiç değeri üzerinden nakdi teminat veya banka teminat mektubunun
yatırılması kaydıyla- yargılama sonuna kadar olmak üzere iadesine karar
vermiştir.
13. Mahkeme 3/12/2009 tarihinde sanıkların eşyayı gümrük
işlemlerine tabi tutmaksızın ithal etme suçundan 5607 sayılı Kanun'un3.
maddesinin (1) numaralı fıkrası ile 4. maddesinin ikinci fıkrası hükümleri
uyarınca ayrı ayrı 1 yıl 6 ay hapis cezası ve 10.940 TL adli para cezası ile
cezalandırılmalarına karar vermiştir. Mahkeme ayrıca, el konulan altınların
5237 sayılı Kanun'un 54. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre müsaderesine
karar vermiştir. Mahkeme, el konulan otobüsün ise nakilde kullanılmakla
birlikte iyi niyetli üçüncü kişi konumunda kabul ettiği M.B. Finansal Kiralama
T.A.Ş. ve finansal kiracısı başvurucuya ait olduğu gerekçesiyle müsaderesine
yer olmadığına karar vermiştir. Ayrıca karar kesinleştiğinde otobüsün sahibine
teslimine, teminatla iade edilmiş olması hâlinde teminatın iadesine, tasfiye
işlemine tabi tutulmuş olması hâlinde ise tasfiye bedelinin karar
kesinleştiğinde sahibine iadesine karar vermiştir.
14. Başvurucu, dosya Yargıtaya
gönderilmeden önce aracın teminatsız olarak iadesini talep etmiş; Mahkeme
31/12/2009 tarihinde bu talebi kısmen kabul etmiş ve otobüsün kasko değeri olan
364.131 TL teminat karşılığında vetrafik siciline
-aracın devredilemeyeceğine dair şerh konulmak kaydıyla- teslimine karar
vermiştir. Başvurucu 19/1/2010 tarihinde bu karara itiraz etmiş, Edirne 1. Ağır
Ceza Mahkemesinin aynı tarihli kararıyla itirazın reddine karar verilmiştir.
15. Gümrük Müsteşarlığı, malen sorumlu sıfatıyla Ö.O. Turizm
Ltd. Şti. ile başvurucu kararı temyiz etmişlerdir. Yargıtay 7. Ceza Dairesinin
16/2/2011 tarihli ilamıyla başvurucunun temyiz istemi süre yönünden
reddedilmiştir. Sanıklar K.K. ve B.B.nin temyiz
itirazları yönünden ise bu sanıkların mahkûmiyetlerine yeter somut bir delil
bulunmadığından beraatlerine karar verilmesi gerektiği
belirtilerek hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Sanık K.A. yönünden ise
talebe rağmen 5237 sayılı Kanun'un 51., 52. ve 61. maddelerinin tartışılmaması,
ayrıca kabule göre de yargılama giderlerinin ayrı ayrı yükletilmemesi
nedenleriyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
16. Malen sorumlu sıfatıyla M.B. Finansal Kiralama T.A.Ş. adına
vekili 26/4/2011 tarihinde aracın yargılama sonuçlanıncaya kadar olmak üzere
teminatsız iade edilmesini talep etmiştir. Mahkeme ise 27/4/2011 tarihinde,
kasko değeri olan 364.131 TL teminat karşılığında ve trafik siciline
devredilemeyeceğine dair şerh konulmak kaydıyla sahibine otobüsün teslimine
karar vermiştir.
17. Bozma ilamına uyan Mahkeme 16/6/2011 tarihinde sanıklar K.K.
ve B.B.nin beraatlerine,
sanık K.A.nın ise 5607 sayılı Kanun'un3. maddesinin
(1) numaralı fıkrasına göre 10 ay hapis ve 6.080 TL adli para cezası ile
cezalandırılmasına, hapis cezasının 5237 sayılı Kanun'un 51. madddesi uyarınca ertelenmesine karar vermiştir. Mahkeme,
el konulan altınların 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesinin (1) numaralı fıkrası
uyarınca müsaderesine karar vermiştir. El konulan otobüsün ise 5607 sayılı
Kanun'un 13. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (b) bentleri ile 5237
sayılı Kanun'un 54. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümleri gereğince
müsaderesine yer olmadığına karar vermiştir. Mahkeme, otobüsün mülkiyetinin
M.B. Finansal Kiralama T.A.Ş.ye ait olduğunu, finansal kiracısının ise
başvurucu olduğunu tespit etmiştir. Mahkemeye göre malik Şirket ve finansal
kiracı başvurucu, iyi niyetli üçüncü kişi konumundadır. Bu sebeple anılan kanun
maddeleri gereğince otobüsün müsadere edilmesi mümkün bulunmamaktadır. Ayrıca
otobüsün karar kesinleştiğinde iade edileceği belirtilmiştir.
18. Hüküm temyiz edilmeksizin 30/6/2011 tarihinde
kesinleşmiştir. Mahkeme 1/7/2011 tarihinde otobüsün karar gereği sahibine iade
edilmesi için Edirne Gümrük ve Muhafaza Başmüdürlüğüne yazı göndermiştir.
Otobüs, anılan karar ve yazı doğrultusunda gümrük makamlarınca 2011 yılı Temmuz
ayında başvurucuya teslim edilmiştir.
B. Tazminat Davası Süreci
19. Başvurucu el koyma nedeniyle uğradığı zararların tazmini
istemiyle 2/3/2012 tarihinde İstanbul Anadolu 2. Ağır Ceza Mahkemesinde Maliye
Hazinesi aleyhine tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde, otobüse el
konulduğu tarihten iade edilen tarihe kadar kazanç kaybı olarak 405.000 TL;
yıpranma bedeli olarak 10.000 TL maddi tazminat ve 425.000 TL de manevi
tazminat talebinde bulunulmuştur.
20. Mahkeme, hesap konusunda uzman bir bilirkişiden rapor
aldırmıştır. 3/9/2012 tarihli hesap bilirkişisi raporunda, başvurucunun aracına
el konulması nedeniyle uğradığı kazanç kaybının 221.003,99 TL olduğu
belirtilmiştir.
21. Mahkeme 26/2/2013 tarihinde davanın reddine karar vermiştir.
Kararda, otobüsün suçta kullanıldığı ve araçta orijinalinde bulunmayan gizli
bir bölme oluşturulduğuna dikkat çekilmiştir. Mahkemeye göre 5607 sayılı
Kanun'un 13. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kaçak
eşyanın suçun işlenmesini kolaylaştıracak veya fiilin ortaya çıkmasını
engelleyecek şekilde özel olarak hazırlanmış tertibat içinde saklanmış veya
taşınmış olması el koymayı gerektirmektedir. Mahkeme, bu şekilde el konulan
otobüsün aynı Kanun'un 10. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca ancak kasko
değeri kadar teminat yatırılmak kaydıyla sahibine iade edilebileceğini
belirtmiştir. Mahkeme sonuç olarak emredici nitelikteki anılan Kanun hükümleri
dikkate alındığında el koyma işleminin hukuka uygun olduğu gerekçesiyle
tazminata hükmedilemeyeceği kanaatine varmıştır.
22. Başvurucu, kararı temyiz etmiş; Yargıtay 12. Ceza Dairesinin
16/5/2014 tarihli ilamıyla hükmün onanmasına karar verilmiştir. Onama ilamında
da araçta özel bir gizli bölmenin mevcut olduğuna dikkat çekilerek dava konusu
el koymanın haksız bir el koyma niteliğinde olmadığına vurgu yapılmıştır.
Daire, bu aracın yargılama sırasında kasko değeri kadar teminat karşılığında ve
trafik kaydına şerh konularak iadesine karar verildiğini de belirtmiştir.
Ayrıca Daireye göre başvurucu, el koyma işlemi nedeniyle uğradığını iddia
ettiği maddi ve manevi zararları, aracını kendisinden habersiz şekilde suçta
kullanan kişilerden talep de edebilir. Onama ilamında, el koyma nedeniyle
tazminata ilişkin 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun
141. maddesindeki koşulların oluşmadığı gerekçesiyle temyiz edilen hükümde bir
isabetsizlik bulunmadığı belirtilmiştir.
23. Nihai karar, başvurucu vekiline 22/7/2014 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
24. Başvurucu 8/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
25. 5607 sayılı Kanun’un 3. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Eşyayı, gümrük işlemlerine tabi tutmaksızın
ülkeye sokan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis ve on bin güne kadar adlî
para cezası ile cezalandırılır. Eşyanın, gümrük kapıları dışından ülkeye
sokulması halinde, verilecek ceza üçte birinden yarısına kadar artırılır.”
26. 5607 sayılı Kanun'un 10. maddesi şöyledir:
"(1) Bu Kanunda tanımlanan suçların
işlenmesinde kullanılan taşıtlara, Ceza Muhakemesi Kanununun 128 inci
maddesinin dördüncü fıkrası hükmüne göre elkonulur.
(2) 13 üncü maddenin birinci fıkrasının (a)
bendi kapsamına girmesi, Türkiye’de sicile kayıtlı olmaması ya da soruşturma ve
kovuşturma devam ederken, kaçakçılık suçunun işlenmesinde tekrar kullanılması
halinde, elkonulan araç alıkonulur. Sahibinin aracın değeri kadar teminatı
alıkoyma tarihinden itibaren otuz gün içinde gümrük idaresine teslim etmesi
halinde, araç sahibine iade edilir. Aksi takdirde, tasfiye idaresi tarafından
soruşturma ve kovuşturma sonucu beklenmeksizin derhal tasfiye olunur.
Tasfiyenin satış suretiyle gerçekleşmesi halinde, satıştan elde edilen gelirden
taşıtın muhafaza edilmesi ve satışı için gerekli olan bütün masraflar
karşılandıktan sonra kalan miktar, kovuşturma sonucuna göre işlem yapılmak
üzere emanet hesabına alınır.
(3) İkinci fıkra hükmünün uygulanmasındaki
değerden, kara taşıtlarında kasko değeri; deniz taşıtlarında, tekne ve makine
sigortasına esas teşkil eden değer; sigortasız taşıtlar ile hava ve demiryolu
taşıtlarında ise piyasa değeri anlaşılır."
27. 5607 sayılı Kanun'un 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
"Bu Kanunda tanımlanan suçlarla ilgili
olarak 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun eşya ve kazanç müsaderesine
ilişkin hükümleri uygulanır. Ancak kaçak eşya taşımasında bilerek kullanılan
veya kullanılmaya teşebbüs edilen her türlü taşıma aracının müsadere
edilebilmesi için aşağıdaki koşullardan birinin gerçekleşmesi gerekir:
a) Kaçak eşyanın, suçun işlenmesini
kolaylaştıracak veya fiilin ortaya çıkmasını engelleyecek şekilde özel olarak
hazırlanmış gizli tertibat içerisinde saklanmış veya taşınmış olması.
b) Kaçak eşyanın, taşıma aracı yüküne göre
miktar veya hacim bakımından tamamını veya ağırlıklı bölümünü oluşturması veya
naklinin, bu aracın kullanılmasını gerekli kılması.
c) Taşıma aracındaki kaçak eşyanın, Türkiye’ye
girmesi veya Türkiye’den çıkması yasak veya toplum veya çevre sağlığı açısından
zararlı maddelerden olması"
28. 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesinin birinci fıkrasının
birinci cümlesi şöyledir:
"İyiniyetli üçüncü kişilere ait olmamak
koşuluyla, kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine
tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen eşyanın müsaderesine hükmolunur. Suçun
işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşya, kamu güvenliği, kamu sağlığı
veya genel ahlak açısından tehlikeli olması durumunda müsadere edilir."
29. 5271 sayılı Kanun'un 128. maddesinin dördüncü fıkrası
şöyledir:
"Kara, deniz ve hava ulaşım araçları hakkında
verilen elkoyma kararı, bu araçların kayıtlı bulunduğu sicile şerh verilmek
suretiyle icra olunur."
30. 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
ilgili kısmı şöyledir:
" Suç soruşturması veya kovuşturması
sırasında;
...
j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine,
koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler
alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan
veya zamanında geri verilmeyen
...
Kişiler, maddî ve manevî her türlü
zararlarını, Devletten isteyebilirler."
B. Uluslararası Hukuk
1. Uluslararası
Sözleşmeler
31. Suçtan gelir elde edilmesinin önlenmesi amacıyla suç
gelirlerinin müsadere edilerek aklanmasının önlenmesi ve ayrıca bu amaçla
uluslararası iş birliğinin sağlanmasına yönelik olarak Avrupa Konseyi
tarafından 8/11/1990 tarihinde Suç Gelirlerinin Aklanması, Aranması, Zapt
Edilmesi ve Müsadere Edilmesi Hakkında Avrupa Konseyi Sözleşmesi kabul
edilmiştir. Strazburg Konvansiyonu olarak bilinen bu sözleşme, Türkiye
tarafından 27/9/2001 tarihinde imzalanmış ve onaylanması 16/6/2004 tarihli ve
5191 sayılı Kanun ile uygun bulunmuştur. Strazburg Konvansiyonu'nun 2.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Taraf olan her devlet, suç vasıtaları
ile gelirlerini veya bu gelirlere eşdeğer malların zoralımını gerçekleştirmek
için gerekli olan yasal ve diğer tedbirleri alacaktır."
32. Strazburg Konvansiyonu'nun 11. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
"Bir cezaî kovuşturma veya bir zoralım
işlemi başlatan diğer bir Tarafın talebi ile bir Taraf Devlet, daha sonra bir
zoralım talebine konu oluşturabilecek veya böyle bir talebi karşılayabilecek
herhangi bir malla ilgili olarak, bu mal üzerinde herhangi bir işlemi, devir
veya elden çıkarılmasını engellemek amacıyla bloke etmek ve el koymak gibi
gerekli geçici önlemleri alacaktır."
33. Strazburg Konvansiyonu, uluslararası gelişmeler
doğrultusunda yeniden gözden geçirilerek güncellenmiş ve bu kapsamda hazırlanan
Terörizmin Finansmanı ve Suçtan Elde Edilen Gelirlerin Aklanması, Aranması, Elkonması ve Müsaderesi Hakkındaki Avrupa Konseyi
Sözleşmesi 16/5/2005 tarihinde imzaya açılmıştır.
2. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi Kararları
34. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) suç isnadına bağlı
olarak yapılan el koyma işlemlerini, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne
(Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi kapsamında değerlendirmektedir. AİHM'e göre kamu makamlarınca kişilerin mülküne el
konulması mülkiyet hakkına müdahale teşkil etmektedir. Mahkeme, bu suretle
yapılan müdahalenin mülkiyetin kullanılmasının kontrolüne ilişkin üçüncü kural
çerçevesinde incelenmesi gerektiği görüşündedir (Raimondo/İtalya, B. No: 12954/87, 22/2/1994, § 27; Andrews/Birleşik Krallık (k.k.),
B. No: 49584/99, 26/9/2002; Adamczyk/Polonya (k.k.),
B. No: 28551/04, 7/11/2006; JGK Statyba Ltd ve Guselnikovas/Litvanya, B. No: 3330/12,
5/11/2013, § 117). Buna göre el koyma işlemiyle başvurucu, mülkünden tamamıyla
yoksun bırakılmamakta; başvurucunun mülkünden yararlanması veya tasarrufta bulunması
geçici olarak sınırlandırılmaktadır. AİHM ayrıca el koyma işleminin -kimi
durumlarda- muhtemel bir müsadere kararının uygulanmasını güvence altına almaya
yönelik olarak geçici bir tedbir şeklinde uygulandığına da dikkat çekmektedir (Rafig Aliyev/Azerbaycan, B. No: 45875/06,
6/12/2011, § 118).
35. AİHM, el koyma yoluyla yapılan müdahalenin öncelikle iç
hukukta yeterli bir temelinin olması ve kamu yararına dayalı meşru bir amacı
içermesi gerektiğini kabul etmektedir (Ali
Esen/Türkiye, B. No: 74522/01, 24/7/2007, § 32). Nitekim Viktor Konovalov/Rusya
(B. No: 43626/02, 24/5/2007) kararında, iç hukukta bu konuda bir düzenleme
bulunmadığı hâlde el konulan aracın nihai karar beklenmeden satılması suretiyle
mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin Sözleşme'ye ek 1
No.lu Protokol'ün 1. maddesi anlamında hukuka dayalı olma gerekliliğini
karşılamadığı sonucuna varılmıştır (Viktor Konovalov/Rusya, §§ 38-47).
Bununla birlikte Mahkeme, el koyma yönünden kamu makamlarının geniş bir takdir
yetkisi olduğunu kabul etmektedir (Dzinic/Hırvatistan, B. No: 38359/13, 17/5/2016, § 68). AİHM
ayrıca, muhtemel bir müsadere için el koyma tedbirinin uygulanmasının kamu
yararına dayalı olup meşru bir amacı da içerdiğini sıklıkla içtihatlarında
belirtmektedir (Borzhonov/Rusya, B. No: 18274/04, 22/1/2009, § 58; East West Alliance
Limited/Ukrayna, B. No: 19336/04, 23/1/2014, § 187).
36. AİHM'e göre mülkün kamu yararına
kullanılmasının kontrolü kapsamında mülke el konulması hususunda devletlerin
geniş bir takdir yetkisi bulunmakla birlikte bu yetkinin tanınması, kişilerin
mülkünden geçici süreyle de olsa yoksun bırakılması gibi ağır bir sonuca da yol
açmaktadır. Bu nedenle başvurucunun mülkiyet hakkına el koyma suretiyle yapılan
müdahalenin keyfî veya öngörülemez olmaması için bazı usule ilişkin güvenceler
öngörülmelidir. AİHM, özellikle el koyma ve müsadere yoluyla yapılan
müdahaleler yönünden verdiği kararlarında keyfî müdahalelerden korunmak
amacıyla mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden bu önlemlerin kanun dışı veya
keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını
sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının kişilere
tanınması güvencesinin sağlanması gerektiğini belirtmektedir. Bu değerlendirme
ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (AGOSI/Birleşik Krallık, B. No: 9118/80,
24/10/1986, § 60; Saccoccia/Avusturya, B. No: 69917/01, 18/12/2008,§
89; el koyma ile ilgili kararlar için bkz. Dzinic/Hırvatistan,§ 68; Borzhonov/Rusya, §§ 60, 61).
37. Bunun yanında AİHM, müsadere gibi el koymanın da orantılı
olması gerektiğini belirtmektedir. Nitekim Dzinic/Hırvatistan kararında, el koyma tedbirinin muhtemel bir
müsadereyi güvence altına almak için uygulandığını gözeten AİHM, başvurucunun
mülküne el konulması tedbirinin meşru olsa da el konulan mülkün değeri ile
karşılaştırılmaksızın uygulanmasını adil dengenin gerekliliklerine uygun
olmadığını kabul ederek sonuca varmıştır (Dzinic/Hırvatistan, §§ 67-82).
38. AİHM bu kapsamda başvurucunun davranışları ile kanuna aykırı
eylem arasındaki illiyet bağının kamu makamlarınca makul bir şekilde
değerlendirilmesini de başka bir güvence ölçütü olarak değerlendirmektedir.
Bununla birlikte AİHM; kamu yararının gerektirdiği bazı durumlarda böyle bir
ilişkinin, mevcut olmasa dahi el koyma ve müsaderenin uygulanabileceği
gerçeğini yadsımamaktadır. Ancak böyle bir durumda yani el koyma ve müsaderenin
muhakkak uygulanması gerektiği kabul edildiği takdirde özellikle iyi niyetli
üçüncü kişiler yönünden eşyanın belirli koşullar dâhilinde iadesi veya bu
mümkün olamıyorsa eşya sahibinin zararının tazminine yönelik bir iç hukuk
yolunun mevcut olması ölçülüğün unsurlarından biri
olarak değerlendirilmektedir (AGOSI/Birleşik
Krallık, §§ 57-61; Vasilevski/Makedonya,
B. No: 22653/08, 28/4/2016, §§ 56-60; Sulejmani/Makedonya, B. No: 74681/11, 28/4/2016 , §§ 40-44). AİHM bu
ilkenin beraat eden mülk sahipleri yönünden de uygulanacağını belirtmektedir (Jucys/Litvanya, B. No: 5457/03, 8/1/2008, §
36).
39. AİHM, el koyma ve müsadere yoluyla yapılan müdahalelerin
sonuçlarını da kararlarında tartışmaktadır. Buna göre Mahkeme, her el koyma ve
müsaderenin muhakkak bir zarara yol açtığını kabul etmektedir. Ancak Mahkeme,
el koyma ve müsaderenin Sözleşme'ye ek 1 No.lu
Protokol'ün 1. maddesine göre adil olabilmesi için mülkün sahibinin güncel
zararının kaçınılmaz olandan daha fazla olmaması gerektiğini sıklıkla
vurgulamaktadır (Raimondo/İtalya, § 33; Borzhonov/Rusya, § 61; Jucys/Litvanya, § 36). Bu bağlamda Borzhonov/Rusya kararında, yapılan kanun
değişikliğiyle el konulan otobüsün sahibine iadesi gerektiği hâlde kamu
makamlarının altı yıl boyunca hareketsiz kalması kaçınılmaz olandan daha ağır
bir zarar olarak görülmüştür (Borzhonov/Rusya,
§§ 61-63). East/West Alliance
Limited/Ukraine kararında, başvurucunun
mülkünden on yıl boyunca yoksun kalmasına yol açan el atma tedbirinin mülkiyet
hakkına ölçüsüz bir müdahale olduğu sonucuna varılmıştır (East/West Alliance Limited/Ukraine, §§ 166-218). Jucys/Litvanya kararında ise el
koyma tedbirinin yaklaşık 8,5 yıl sürdüğüne vurgu yapılarak mülkiyet hakkına
yapılan müdahalenin başvurucuya aşırı ve orantısız bir külfet yüklediği
belirtilmiştir(Jucys/Litvanya, §§ 34-39).
40. AİHM, iade edilmekle birlikte ceza soruşturmasında eşyaya el
konulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasını Ali Esen/Türkiye kararında ölçülülük
yönünden tartışarak sonuca varmıştır. Bu başvuruda başvurucu, daha önce sahte
kimlik bilgileri kullanılarak ve sahte bir senetle satıldığı iddia edilen bir
aracı satın almıştır. Ceza soruşturması sırasında 20/9/1999 tarihinde araca el
konmuş, aracı daha önce sahtecilik yoluyla satan bir kişi hakkında resmî
evrakta sahtecilik suçundan iddianame düzenlenerek ceza davası açılmıştır.
Yargılama devam ederken 19/9/2002 tarihinde aracın teminatsız olarak başvurucuya
iadesine karar verilmiştir. AİHM, kovuşturma sürecinin tamamlanması beklenmeden
aracın teminatsız olarak iade edildiğine vurgu yapmıştır. Mahkemeye göre
özellikle aracın mülkiyeti konusunda uyuşmazlığın olduğu durumlarda kanun dışı
kullanımı önlemek amacıyla araca el konulması meşru bir amaçtır. AİHM,
devletlerin bu alandaki geniş takdir yetkileri de dikkate alındığında
başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin, takip edilen meşru amaç ile
karşılaştırıldığında ölçüsüz olmadığı sonucuna varmış; başvurunun açıkça
dayanaktan yoksun olduğuna karar vermiştir (Ali
Esen/Türkiye, §§ 27-36). Diğer taraftan Islamic Republic
of Iran Shipping Lines/Türkiye
(B. No: 40998/98, 13/12/2007) kararında ise el konulan gemi ve bu gemideki
yüklere, iade edildikleri tarihe kadar yaklaşık bir yıl boyunca keyfî olarak el
konulduğunun ceza yargılamasında tespit edildiği gerekçesine dayalı olarak el
koyma ile başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz ve adil
dengeyi bozucu nitelikte olduğu sonucuna varılmıştır (Islamic Republic
of Iran Shipping Lines/Türkiye,
§§ 97-103). Son olarak Vendittelli/İtalya
(B. No: 14804/89, 18/7/1994) kararında, bir suç isnadı kapsamında
başvurucunun taşınmazına konulan tedbirin hükümden sonra gerek de kalmadığı
hâlde on bir ay daha uygulanmaya devam edilmesi ölçüsüz bir müdahale olarak
görülmüştür (Vendittelli/İtalya, §§ 31-40).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
41. Mahkemenin 20/9/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
42. Başvurucu, kiraladığı aracına gizli bölme yapılarak yurda
hurda altın sokulmaya çalışıldığı gerekçesiyle ceza soruşturması sırasında
araca el konulduğunu ancak aracın maliki olan kendisinin iyi niyetli üçüncü kişi
konumunda olduğunun yargılama makamlarınca da kabul edildiğini ifade etmiştir.
Başvurucu, yargılama sonunda da aracın müsadaresine
karar verilmediğini belirtmiştir. Başvurucuya göre iyi niyetli üçüncü kişilere
ait araçların müsaderesi 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesinin birinci fıkrası
uyarınca mümkün olmadığından yapılan el koyma işlemi hukuka aykırıdır.
Başvurucu ayrıca bu tespitlere ve aracın kaydında devredilemeyeceğine dair şerh
de konulmuş olmasına rağmen yargılama sırasında yediemin olarak dahi aracın
teslim edilmediğinden yakınmıştır. Başvurucu, sonuç olarak el koyma işlemi
nedeniyle aracını yaklaşık yirmi yedi aydır kullanamadığından kazanç kaybına
uğradığını belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
43. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın
35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.”
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
44. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan
mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Mülkün Varlığı
45. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse,
önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle
öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren
mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki
durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile
Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539,
16/5/2013, § 31).
46. Mülkiyet hakkı, özel hukukta veya idari yargıda kabul edilen
mülkiyet hakkı kavramlarından farklı bir anlam ve kapsama sahip olup bu
alanlarda kabul edilen mülkiyet hakkı, yasal düzenlemeler ile yargı
içtihatlarından bağımsız olarak özerk bir yorum ile ele alınmalıdır (Hüseyin Remzi Polge,
B. No: 2013/2166, 25/6/2015, § 31).
47. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir."
denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan
maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve
parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM,
E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak
değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar
ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı
sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir
(Mahmut Duran ve diğerleri, B.
No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).
48. Başvuruya konu ceza soruşturması sırasında el konulan
otobüsün ekonomik bir değer ifade eden taşınır mallardan olduğu kuşkusuzdur. Bu
otobüsün mülkiyeti, M.B. Finansal Kiralama T.A.Ş.ye ait olup başvurucunun ise
aracın finansal kiracısı olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla araca el koyma ve
teslim tarihleri itibarıyla başvurucu bu aracın maliki değildir. Bununla
birlikte uyuşmazlık konusu dönemde yürürlükte olan 10/6/1985 tarihli ve 3226
sayılı mülga Finansal Kiralama Kanunu'nun 13. maddesine göre kiracı, sözleşme
süresince finansal kiralama konusu malın zilyedi olup sözleşmenin amacına uygun
olarak her türlü faydayı elde etmek hakkına sahiptir. Benzer şekilde bu Kanun'u
ilga eden 21/11/2012 tarihli ve 6361 sayılı Finansal Kiralama Kanunu'nun 24.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında da kiracı sözleşme süresince finansal
kiralama konusu malın zilyedi olup sözleşmenin amacına uygun olarak kiracının
her türlü faydayı elde etme hakkına sahip olduğu düzenlenmiştir.
49. Bu durumda başvurucu, finansal kiralama sözleşmesinin devam
ettiği sürece sözleşmeye konu otobüs üzerinde amaca uygun olarak her türlü
faydayı elde etme hakkına sahiptir. Buna göre otobüsün zilyedi olan
başvurucunun finansal kiralama sözleşmesi çerçevesinde elde ettiği hakkın mal
varlığına dâhil olabilecek ekonomik bir değer ifade ettiği de dikkate
alındığında başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülkiyet hakkının
mevcut olduğunda tereddüt bulunmamaktadır.
b. Müdahalenin Varlığı ve
Türü
50. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence
altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve
yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma ve tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817,
19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, semerelerinden
yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin
sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, §
53).
51. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden
diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına
müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın
35. maddesinin birinci fıkrasında herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu
belirtilmek suretiyle "mülkten barışçıl yararlanma hakkı"na
yer verilmiş, ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına
müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında genel olarak
mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda
"mülkten yoksun bırakma"nın şartlarının
genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının
kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle
devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân
sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından
mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca
belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi,
mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir. Mülkten yoksun bırakma
şeklindeki müdahalede mülkiyetin kaybı söz konusudur. Mülkiyetin kullanımının
kontrolünde ise mülkiyet kaybedilmemekte; ancak mülkiyet hakkının malike
tanıdığı yetkilerin kullanım biçimi, toplum yararı gözetilerek belirlenmekte
veya sınırlandırılmaktadır. Mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahale ise
genel nitelikte bir müdahale türü olup mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin
kullanımının kontrolü mahiyetinde olmayan her türlü müdahalenin mülkten
barışçıl yararlanma hakkına müdahale kapsamında ele alınması gerekmektedir.
Bununla birlikte özellikle kamu otoritelerinin doğrudan mülkün kullanımına
yönelik olmayan ancak sonuçları itibarıyla mülkiyet hakkını etkileyen
müdahaleler mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahale kapsamında
görülmelidir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan,
§§ 55-58).
52. El koyma tedbiri, suç isnadı kapsamında uygulanan geçici bir
koruma tedbiri mahiyetindedir. Başvurucunun geçici bir süreyle de olsa
mülkünden yoksun bırakılmasının mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği
kuşkusuzdur. Müdahalenin türünün ise yol açtığı sonuçlar yanında amacı da
gözetilerek belirlenmesi gerekmektedir. Somut olayda "el koyma tedbiri"nin uygulanmasıyla başvurucu, mülkünden
bütünüyle yoksun bırakılmış değildir. Başvurucunun finansal kiracı sıfatıyla
zilyedi olduğu otobüsüne hurda altınların gümrük işlemlerine tabi tutmaksızın
yurda sokulması eyleminde nakil aracı olarak kullanıldığı gerekçesiyle el
konulmuştur. Dolayısıyla esas itibarıyla toplum yararına aykırı olarak suçta
kullanılmasının önlenmesi amacıyla mülkün kontrolü söz konusu olduğuna göre
başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin mülkiyetin kullanımının
kontrolüne veya düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi
gerekir.
c. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
53. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
54. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak
olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla
sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri
düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde
bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler,
demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın
Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin
Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı
amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).
i. Kanunilik
55. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi
gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit
edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının
ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç
hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kanun
hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye
İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44).
56. Somut olayda başvuruya konu el koyma tedbiri, 5607 sayılı
Kanun'un 10. maddesi hükmü kapsamında uygulanmıştır. Bu maddenin birinci
fıkrasına göre anılan Kanun'da tanımlanan suçların işlenmesinde kullanılan
taşıtlara 5271 sayılı Kanun'un 128. maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca sicile
şerh verilmek suretiyle el konulur. Olayda ise aracın yalnızca siciline şerh
verilmemiş, fiilen de araca el konmuştur. Fiilen araca el koymanın dayanağının
ise 5607 sayılı Kanun'un 10. maddesinin ikinci fıkrası olduğu anlaşılmaktadır.
Bu madde hükmüne göre anılan Kanun'un 13. maddesinin birinci fıkrasının (a)
bendi kapsamında, kaçak eşyanın suçun işlenmesini kolaylaştıracak veya fiilin
ortaya çıkmasını engelleyecek şekilde özel olarak hazırlanmış gizli tertibat
içinde saklanmış veya taşınmış olması durumunda nakil aracına fiilen el konur.
Söz konusu Kanun hükümlerinin açık, ulaşılabilir ve öngörülebilir mahiyette
olduğu dikkate alındığında başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin
kanuna dayandığı kuşkusuzdur.
ii. Meşru Amaç
57. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı
ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı,
mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması imkânı
vermekle, bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu
yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama
sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §
53).
58. 5607 sayılı Kanun’a göre kaçakçılık ülkeye ithali ya da
ülkeden ihracı yasak olan veya ithal ve ihracı gümrük işlemlerine tabi olan bir
eşyayı gümrük işlemleri yaptırılmadan ithal veya ihraç etmek, bu eşyayı ülke
içinde satmak veya satın almaktır.
59. Günümüzde uluslararası ticaretin giderek artması ve
serbestleşmesi toplum ve çevre sağlığını olumsuz yönde etkileyen, ülke
ekonomisi ve güvenliğini tehdit eden her türlü kaçakçılık faaliyetlerindeki
artışı da beraberinde getirmiştir. Ülke ticaretinin ve güvenliğinin korunması
ve kontrolü ile haksız rekabetin önlenmesi amacıyla kaçakçılıkla mücadele etmek
için ülkeler tarafından hukuki düzenlemelerle gerekli önlemler alındığı gibi bu
türden fiillerle mücadelede etkinliğin artırılması maksadıyla uluslararası
anlaşmalar da yapılmaktadır. Bu yüzden kaçakçılıkla mücadelede etkinliğin
artırılması gayesiyle “kaçak eşya”nın müsadere
edilmesinin kamu yararı amacı taşıdığı değerlendirilmektedir (Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044,
17/12/2015, § 64).
60. Öte yandan müsadereyle suçta kullanılan, kullanılmak üzere
hazırlanan veya suçtan meydana gelen eşyanın mahkûmiyete rağmen suçlunun elinde
bırakılmaması, suçtan gelir elde edilmemesi, ayrıca suçla ilgili veya bizatihi
suç teşkil eden eşyanın ülke ekonomisi, kamu düzeni ve güvenliği ile toplum ve
çevre sağlığı bakımından arz ettiği tehlikelerin önlenmesi amaçlanmıştır.
Böylece suçla mücadelede caydırıcılığın sağlanması, yeni suçların işlenmesinin
önüne geçilmesi ve suça konu tehlike arz eden mülkün kullanılmasının ve
dolaşımının engellenmesi hedeflenmektedir (Fatma
Çavuşoğlu ve Bilal Çavuşoğlu, B. No: 2014/5167, 28/9/2016, § 69).
61. Somut olayda otobüse fiilen de el konulması yönündeki
tedbirin otobüsün yeniden suçta kullanılmasının önlenmesi, caydırıcılığın
sağlanması ve muhtemel bir müsaderenin sonuçsuz kalmaması için gerekli
görüldüğü anlaşılmaktadır. Nitekim 5607 sayılı Kanun'un 13. maddesinin birinci
fıkrasının (a) bendinde, kaçak eşyanın suçun işlenmesini kolaylaştıracak veya
fiilin ortaya çıkmasını engelleyecek şekilde özel olarak hazırlanmış gizli
tertibat içinde saklanmış veya taşınmış olması durumunda nakil aracının
müsadere edileceği hüküm altına alınmıştır. Bu Kanun'un 10. maddesinin ikinci
fıkrasında ise böyle bir durumun varlığı hâlinde el konulan aracın
alıkonulacağı düzenlenmiştir. Dolayısıyla suçta kullanıldığı anlaşılan otobüse
fiilen de el konulmasının belirtilen şekilde kamu yararına dayalı meşru bir
amacı bulunmaktadır.
iii. Ölçülülük
(1) Genel İlkeler
62. Son olarak kamu makamlarınca başvurucunun mülkiyet hakkına
yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenilen amaç ile bu amacı
gerçekleştirmek için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük
ilişkisinin olup olmadığı değerlendirilmelidir.
63. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk
devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki, ancak durumun gerektirdiği
ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir. Bireylerin hak ve
özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması,
kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk
devleti anlayışıyla bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).
64. Ölçülülük ilkesi, “elverişlilik”, “gereklilik” ve
“orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “Elverişlilik” öngörülen
müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını,
“gereklilik” ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını
yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını,
“orantılılık” ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç
arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM,
E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13,
K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve
diğerleri, § 38).
65. Ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması
hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir
dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak
aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır (Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017,
§ 58). Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken Anayasa Mahkemesi, bir
taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini ve diğer taraftan müdahalenin
niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını da gözönünde bulundurarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate
alacaktır (Arif Güven, § 60).
66. Müsadere veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yoluyla mülkiyet
hakkına yapılan müdahalelerin bireyin menfaatleri ile kamunun yararı arasında
olması gereken adil dengeyi bozmaması için öncelikle suça veya kabahate konu
eşyanın malikinin davranışı ile kanunun ihlali arasında uygun bir illiyet
bağının olması ve "iyi niyetli" eşya malikine müsadere edilen veya
mülkiyeti kamuya geçirilen eşyaları -tehlikeli olmaması kaydıyla- geri
kazanabilme olanağının tanınması veya iyi niyetli malikin bu nedenle oluşan
zararının tazmin edilmesi gerekmektedir (Bekir
Yazıcı, §§ 31-80).
67. Mülkiyet hakkını sınırlandıran bir tedbirin uygulanmasının
Anayasa'nın 13. ve 35. maddelerine göre ölçülü olabilmesi için bu tedbirin
öngörülen kamu yararı amacını gerçekleştirmeye elverişli olması ve bu tedbirin
uygulanması dışında aynı amacı gerçekleştirmeye yarar daha elverişli başka bir
aracın da bulunmaması gerekmektedir. Bunun yanında söz konusu tedbir -gerek
kapsamı gerekse de süresi itibarıyla- orantılı olarak uygulanmalıdır. Ayrıca
kamu yararı amacı doğrultusunda mülkle ilgili olarak bu ve benzeri tedbirlerin
uygulanmasının zarara yol açması ise kaçınılmazdır. Ancak bu zararın kaçınılmaz
olandan ağır veya aşırı sonuçlara da yol açmaması ya da oluşması durumunda
böyle bir zararın kamu makamlarınca makul bir sürede, uygun bir yöntem ve
vasıtalarla gideriminin sağlanması gerekmektedir.
Buna göre kamu makamlarının kanuna dayalı olarak ve ilgili kamu yararı amacı
doğrultusunda mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirler uygulaması ve bu
tedbirlerin belirli bir süre de devam etmesi ancak bireyin haklarının
korunmasının gerekliliklerine uyulduğu takdirde ölçülü görülebilir.
(2) İlkelerin Olaya
Uygulanması
68. Öncelikle başvurucuya el koyma ve müsadere kararlarına karşı
iddia ve savunmalarını etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınıp
tanınmadığı değerlendirilmelidir. İddianamede malen sorumlu sıfatıyla yer
almasa da başvurucunun kovuşturma sırasında Edirne 1. Asliye Ceza Mahkemesinde
görülen yargılamaya katılma olanağı bulduğu görülmektedir. Başvurucu 3/6/2009
tarihli ilk oturumda avukatı ile birlikte beyanlarda bulunmuş, savunma ve
itirazlarını sunabilmiştir. Ayrıca yargılama sırasında çok defa aracın iadesini
talep edebilmiş, Mahkeme de bu talepleri teminat karşılığında kabul etmiştir.
Dolayısıyla mülkiyet hakkına el koyma suretiyle yapılan müdahaleye karşı
başvurucunun etkin bir biçimde itiraz edebilme olanağı bulduğu ortadadır.
69. İkinci olarak mülkiyet hakkının ihlali iddiasına konu
otobüsün kaçakçılık suçunda kullanıldığı derece mahkemelerince tespit edilmiş
bir olgudur. Üstelik izinsiz olarak yurda sokulmaya çalışılan hurda altınların
bu otobüsün içinde, sonradan oluşturulmuş gizli bir bölmede yakalandığı da
belirlenmiştir. Nitekim başvurucu da bu olguları inkâr etmemektedir.
70. Başvurucunun temel şikâyeti, kendisinin iyi niyetli üçüncü
kişi konumunda olması nedeniyle kanun gereği müsadere edilmesi mümkün
olmamasına rağmen aracına el konularak yargılama boyunca bu aracın iade
edilmemesine ilişkindir.
71. Gerçekten de araca el konulmasına neden olan eylemle ilgili
olarak başvurucu hakkında herhangi bir suç isnadında bulunulmamıştır.
Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen iddianamede, aracı başvurucudan kiralayan
Şirket malen sorumlu olarak gösterilmiş ve aracın şoförleri hakkında
cezalandırma talebinde bulunulmuştur. Mahkeme de başvurucuyu malen sorumlu
sıfatıyla yargılamaya dâhil etmiş ve yargılama neticesinde yalnızca bu
şoförlerden birinin mahkûmiyetine karar vermiştir. Başvurucu, yargılama
sırasında finansal kiracısı olduğu otobüsü bir şirkete kiraladığını ve bu kira
sözleşmesi çerçevesinde otobüsün yolcu taşımacılığında kullanıldığını bildiğini
ancak kaçakçılıkta kullanıldığını ise bilmediğini savunmuştur. Mahkeme de
başvurucunun bu savunmasına itibar etmiş, gerek bozma ilamı öncesi verdiği
3/12/2009 tarihli gerekse de bozma ilamı sonrası 16/6/2011 tarihli kararlarında
başvurucunun otobüsün finansal kiracısı olup somut olay bakımından iyi niyetli
üçüncü kişi konumunda olduğunu kabul etmiştir. Başvurucunun açtığı tazminat
davasında da derece mahkemeleri, mülk sahibi başvurucunun somut olay bakımından
iyi niyetli üçüncü kişi durumunda olduğunu kabul etmiştir.
72. Bu tespitlere rağmen el konulan otobüs, ceza davasında
başvurucuya iade edilmemiştir. Başvurucunun ve finansal kiralama Şirketinin
iadeye ilişkin talepleri ise Edirne 1. Asliye Ceza Mahkemesince aracın kasko
değeri kadar teminatın yatırılması şartına bağlanmıştır. Mahkeme, bu işlemi
5607 sayılı Kanun'un 10. maddesinin (2) numaralı fıkrasına dayandırmıştır.
Anılan Kanun'un 10. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile 5271 sayılı Kanun'un
128. maddesinin (4) numaralı fıkrası hükümlerine göre el koyma, kural olarak
aracın siciline şerh verilmek suretiyle yapılabilir. Bununla birlikte 5607
sayılı Kanun'un 10. maddesinin (2) numaralı fıkrasında belirli durumlarda el
konulan aracın alıkonulabilmesine de olanak tanınmıştır. Böyle bir durum ise üç
koşuldan birinin gerçekleşmesine bağlanmıştır. Bunlardan ilki, aracın anılan
Kanun'un 13. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi kapsamında olmasıdır.
İkincisi, aracın Türkiye'de sicile kayıtlı olmamasıdır. Üçüncüsü ise soruşturma
veya kovuşturma devam ederken aracın yeniden suçta kullanılmasıdır. Öte yandan
5607 sayılı Kanun'un 10. maddesinin (2) numaralı fıkrasında bu durumlardan
birinin gerçekleşmesi hâlinde mülk sahibine aracın değeri kadar teminat
yatırılması için otuz günlük süre verileceği, aksi takdirde aracın derhâl
tasfiye edileceği düzenlenmiştir.
73. Somut olayda otobüsün içinde kaçakçılık suçunun
gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak ve gizlemek için özel bir bölme
oluşturulduğundan söz konusu aracın bu Kanun'un 13. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendi kapsamında olduğu tespit edilmiştir. Ancak 5237 sayılı
Kanun'un 54. maddesinin (1) numaralı fıkrasında suçta kullanılsa dahi iyi
niyetli üçüncü kişilere ait eşyaların müsadere edilmemesi öngörülmüştür. Olayda
yargılama makamlarınca ceza soruşturması ve kovuşturması sırasında eşyanın
sanıklar dışındaki üçüncü kişilere ait olduğu gözetilerek teminat yatırılması
için eşya sahiplerine süre verilmesi ve otobüsün 5607 sayılı Kanun'un 10.
maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre tasfiye edilmesi yoluna gidilmemiştir.
Bunun yerine aracın alıkonulmasına devam edilmiş, başvurucunun iade talebi ise
teminat şartına bağlanmıştır.
74. Yukarıda da değinildiği üzere suçta kullanılan veya suça
konu eşyalara el konulması; bu eşyaların yeniden suçta kullanılmalarının önüne
geçilmesi, caydırıcılığın sağlanması ve muhtemel bir müsaderenin sonuçsuz
kalmasını önlemek gibi amaçlar taşımaktadır. El koyma ve müsadere tedbirlerinin
suçla mücadelede en etkili araçlardan biri olduğu ve kamu makamlarının bu
alanda geniş bir takdir yetkilerinin mevcut olduğu da kuşkusuzdur. Bununla
birlikte kamu makamlarının söz konusu tedbirleri alırken kişilerin mülkiyet
haklarının korunmasını da gözetmeleri gerekmektedir. El koyma tedbirinin
uygulanması, kişilerin geçici süreyle de olsa mülkünden yoksun bırakılması gibi
ağır bir sonuca yol açmaktadır. Nitekim somut olayda başvurucunun otobüsüne
yaklaşık 2 yıl 3 ay boyunca fiilen el konulmuştur. Finansal kiralama sözleşmesi
çerçevesinde otobüs üzerinde her türlü faydayı elde etme hakkına sahip olan
başvurucu, bu olay öncesinde otobüsünü kiralamak suretiyle ekonomik bir menfaat
elde etmekte iken el koyma işlemi nedeniyle belirtilen süre boyunca bu
menfaatten yoksun kalmıştır.
75. Sonradan iyi niyetli üçüncü kişilere ait olduğu anlaşılsa
dahi özellikle suçta kullanılan veya suça konu eşyanın mülkiyetinin ihtilaflı
olduğu durumlarda el koyma tedbirinin uygulanması ve bu tedbirin makul bir süre
devam etmesi de anlaşılabilir bir durumdur. El koyma tedbirinin içerdiği kamu
yararı amacı dikkate alındığında bazı durumlarda böyle bir tedbirin uygulanması
gerekli de olabilir. Eşyanın suçta kullanılıp kullanılmadığı veya suça konu
olup olmadığı, mülkiyetinin kime ait olduğu, malikin iyi niyetli üçüncü kişi
olup olmadığı ve eşyanın müsaderesinin gerekip gerekmediği gibi hususların
bütün açıklığıyla ortaya konması belirli bir süreç gerektirebilir. Böyle
durumlarda başvurucunun açtığı tazminat davasında Yargıtayca
belirtildiği üzere malikin eşyayı izinsiz kullanan maliklere dava açabilmesi
yeterli de görülebilir. Ancak sanıklara karşı açılabilecek böyle bir tazminat
davasının kamu makamlarının hatalı tutum ve işlemlerinden kaynaklanan
sorumluluk hâllerini kapsamadığı açıktır. Somut olay bakımından başvurucunun,
müsadere gerekmediği hâlde kamu makamlarınca el koyma tedbirinin
uygulandığından yakındığı gözetilmelidir.
76. Başvuru konusu olayda Edirne 1. Asliye Ceza Mahkemesi
3/12/2009 tarihli mahkûmiyet hükmüyle suçta kullanılan otobüsün iyi niyetli
üçüncü kişiye ait olduğunu kabul etmiş ve bu otobüsün müsadere edilmesine yer
olmadığına karar vermiştir. Yargıtayın 16/2/2011
tarihli bozma ilamından anlaşıldığı üzere bu karar müsadere yönünden yalnızca
lehe temyiz edilmiş, Yargıtay da hükmün bu bölümünü bozma sebebi yapmamıştır.
Dolayısıyla bu aracın suçta kullanılmakla birlikte iyi niyetli üçüncü kişi konumundaki
finansal kiralama Şirketi ile finansal kiracı sıfatıyla başvurucuya ait olduğu
en azından belirtilen ilk hüküm tarihi itibarıyla açıklığa kavuşmuştur. Buna
rağmen Ceza Mahkemesi, otobüs üzerindeki fiilî el koyma tedbirini devam
ettirmiştir. Hâlbuki 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesinin (1) numaralı
fıkrasındaki "suçta kullanılan
eşyaların iyi niyetli üçüncü kişilere ait olduğunun anlaşılması durumunda
müsadere edilmeyeceği" yönündeki hükmü gözeten Mahkeme
16/6/2011 tarihli kararıyla ilk hükmü tekrar ederek el konulan otobüsün
müsaderesine yer olmadığına karar vermiştir. Ancak Ceza Mahkemesi bu tespite
rağmen yine eşyayı hemen iade etmemiş, bunun yerine hüküm kesinleştiğinde
eşyanın iadesine karar vermiştir.
77. Kamu makamları mülkiyet hakkına müdahale ederken Anayasa'nın
35. maddesi gereğince takip edilen kamu yararı amacını gerçekleştirmeye en
uygun ve elverişli aracı seçmek durumundadır. Somut olayda, el konulan otobüsün
trafik siciline şerh konulmasının mümkün olmasına rağmen bu otobüsün iyi niyetli
üçüncü kişi konumundaki finansal kiralama Şirketi ile kiracısı olan başvurucuya
ait olduğu anlaşıldıktan sonra dahi el koyma tedbirinin fiilî olarak
uygulanmasına devam edilmiştir. El konulan otobüsün fiilen alıkonulması yerine
trafik siciline şerh konulmasının niçin yetersiz kaldığı ise derece
mahkemelerinin kararlarından anlaşılamamaktadır. Ayrıca kamu makamlarınca, el
koyma tedbirinin fiilen uygulanmasına devam edilmesini gerektirir makul ve
haklı bir gerekçe de ortaya konulamamıştır. Nitekim kanun koyucunun asıl
tercihinin de el koyma tedbirinin yalnızca aracın sicil kaydına şerh konularak
uygulanması yönünde olduğu açıktır. Buna göre sadece istisnai durumlar ile
sınırlı olarak el koyma tedbirinin fiilen de uygulanması öngörülmüştür. Olayda
Ceza Mahkemesi ise 5607 sayılı Kanun'un 10. maddesinin (2) numaralı
fıkrasındaki hükmü iyi niyetli üçüncü kişilerin eşyalarını da kapsar şekilde
yorumlamış ve bu maddede belirtilen prosedürü de uygulamadığı hâlde 2 yıl 3 ay
boyunca otobüsü başvurucuya iade etmemiştir. Başvurucunun açtığı tazminat
davasında da yargılama makamları aynı katı yorumu devam ettirmiştir. İyi
niyetli üçüncü kişiye ait olduğu tespit edilmekle müsaderesi gerekmediği hâlde
yargılama sonuna kadar otobüse fiilen el konulmasının hukuka uygun olduğu ve bu
gerekçeyle uğranılan zararın tazmininin gerekmediği yönündeki derece
mahkemelerinin yorumu ise el koyma tedbiri nedeniyle uğranılan zararın
kaçınılmaz olandan daha fazla olmasına yol açmıştır.
78. Sonuç olarak el konulan otobüsün müsadere edilemeyeceğinin
anlaşılmasına ve başvurucunun finansal kiracısı olduğu otobüsün sicil kaydına
şerh konulmak suretiyle daha az zarara yol açabilecek bir yolun da varlığına
rağmen yargılama sonuna kadar otobüse fiilen alıkonulması şeklindeki
müdahalenin ölçülülük anlamında gereklilik ölçütünü sağlamadığı
anlaşılmaktadır. Bunun yanında el konulan otobüsün derece mahkemelerince iyi
niyetli üçüncü kişi konumundaki finansal kiralama Şirketi ile kiracısı olan
başvurucuya ait olduğu tespit edildiği ve ortada tedbirin devamını gerektirir
makul ve haklı bir gerekçe de bulunmadığı hâlde el koyma tedbirinin fiilî
olarak uygulanmasına devam edilmesi ve iade hükmünün infazı kesinleşme şartına
bağlanarak mülkiyetin kısıtlanma süresinin uzamasına neden olunması orantılı da
değildir. Bu durumda tedbirin uygulanmasında meşru bir amacın mevcut olduğu ve
bu alanda kamu makamlarının geniş bir takdir yetkisinin de bulunduğu kabul
edilmekle birlikte somut olay bağlamında başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan
müdahaleyle başvurucuya şahsi olarak aşırı ve orantısız bir külfet
yüklenmiştir. Dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasında
olması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu sonucuna varılmıştır.
79. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
80. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
81. Başvurucu, ihlallerin tespiti ile tazminat taleplerinde
bulunmuştur.
82. Başvuruda mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna
varılmıştır.
83. Mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan
kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul Anadolu 2. Ağır
Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
84. Yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın yetkili yargı
merciine gönderilmesine karar verilmesinin ihlal iddiası açısından yeterli bir
tazmin oluşturduğu anlaşıldığından başvurucunun tazminat talebinin reddine
karar verilmesi gerekir.
85. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere
İstanbul Anadolu 2. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2012/111, K.2013/52)
GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun diğer taleplerinin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
20/9/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.