TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
ÖMER AKDAĞ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/13265)
Karar Tarihi: 4/4/2018
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Recai AKYEL
Raportör
Fatih HATİPOĞLU
Başvurucu
Ömer AKDAĞ
Vekili
Av. Ali Ekrem ATALAY
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tutukluluğun devamına dair kararların yeterli gerekçe içermemesi ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; savunma hakkının kısıtlanması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 22/7/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
6. Başvurucu, Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesince (CMK mülga 250. madde ile görevli) 31/3/2012 tarihinde, silahlı terör örgütüne üye olma suçundantutuklanmıştır.
7. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca (CMK mülga 250. madde ile görevli) yapılan soruşturma sonunda 27/4/2012 tarihli iddianameyle başvurucu hakkında PKK silahlı terör örgütüneüye olma suçundan, diğer şüpheliler hakkında da çeşitli suçlardan kamu davası açılmış, Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesinin (TMK 10. madde ile görevli) E.2012/230 sayılı dosyası üzerindenyargılamaya başlanmış ve başvurucunun savunması 18/7/2012 tarihinde yapılan ilk celsede alınmıştır.
8. Cumhuriyet savcısı 1/4/2013 tarihli onuncu celsede esas hakkındaki mütalaasını vermiş, başvurucu sonraki celsede 22/5/2013 tarihinde tercüman aracılığıyla esas hakkındaki mütalaaya karşı savunmasını yapmıştır.
9. Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesi yaptığı on beş celsede "... isnad edilen suçun vasıf ve mahiyeti, (mevcut olay tutanakları, Görese Dağında ele geçen dökümanlar, gizli tanık beyanları nedeniyle) kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, mevcut delil durumu, CMK.nun 100/3-a maddesinde belirtilen suçlar kapsamında olması nedeniyle bir tutuklama nedeninin varsayılması, isnat edilen suçun alt ve üst sınırı, sanık hakkında adli kontrol kararının da yetersiz kalacağı nazara alınarak ..." şeklindeki gerekçelerle başvurucunun tutukluluğunun devamına karar vermiştir.
10. Mahkemece 7/3/2014 tarihinde, 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un 1. maddesi uyarınca görevsizlik kararı verilmiş, yargılamaya Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/207 sayılı dosyası üzerinden tutuklu olarak devam olunmuştur.
11. Cumhuriyet savcısı 5/6/2014 tarihinde yapılan celsede esas hakkındaki mütalaayı tekrar etmiş; başvurucu, savunma için süre istemiş; Mahkeme bu talebi "Bir kısım sanıklar müdafilerinin esasa ilişkin savunmalarını yapmak üzere süre taleplerinin; iddia makamının esas hakkındaki mütalaasını 1/4/2013 tarihinde vermiş olması ve aradan geçen uzun süre dikkate alınarak ..." şeklindeki gerekçeyle reddetmiştir.
12. Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesi ilk iki celsede "... isnat edilen suçun vasıf ve mahiyeti, sanığın üzerine atılı suçla ilgili delillere göre kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren delillerin bulunması, sanığın üzerine atılı suçun 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 100/3. maddesinde sayılan katalog suçlardan olması ve isnat edilen suçlar için öngörülen ceza miktarı nedeniyle sanığın kaçma şüphesinin varlığının bulunması, sanık hakkında öngörülen cezaya göre, tutuklulukta geçirdiği sürenin makul ve tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, bu koşullar altında adli kontrol uygulamasının, tutuklamadan beklenen amaca ulaşılmasını sağlamayacağı gözönüne alınarak ..." şeklindeki gerekçelerle tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.
13. Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesi 13/6/2014 tarihli üçüncü celsede başvurucu müdafiinin sanığın yokluğunda duruşma yapılmamasına yönelik itirazını "sanık Ömer Akdağ'ın ve müdafiinin iddia makamı tarafından mütalaanın verildiği 1/4/2013 tarihinden sonra esasa ilişkin savunmalarını yaptıkları, ancak karar duruşmaları öncesinde rapor almak ya da mazeret vermek suretiyle bir çok kez duruşmalara katılmadıkları, bu halde duruşmanın uzamasına ve karar verilmesine engel oldukları, bu durumun hakkın kötüye kullanılması kapsamında olup yasa tarafından korunmasının mümkün olmadığı" gerekçesiyle reddetmiştir. Aynı celsede başvurucu müdafii savunma yapmış ve Mahkeme başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 8 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve "Sanığa verilen ceza miktarı ve tutuklu kaldığı süre gözönüne alınarak ..." şeklindeki gerekçeyle başvurucunun hükmen tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.
14. Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesi bu karara yapılan itirazı2/7/2014 tarihli kararı ile "sanığın üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçu için yasada öngörülen ceza ile sanığın hüküm sonucu aldığı ceza miktarı, sanığın atılı suçu işlediğine dair sanıktan ele geçen doküman içeriği, yazı ve imza incelemesi dikkate alındığında kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu,itirazen tahliye edilen sanıklar ile sanığın eyleminin ağırlığının aynı olmadığı sonucuna varılması nedeniyle daha önce sanığın tahliye talebinin reddedilmiş olması (sanığın dağ kadrosuna göndermiş olduğu ve güvenlik güçlerince yapılan bir operasyon sırasında ele geçirilen doküman, bu dokümana ilişkin sanığın kabulü, yazı ve imza incelemesini içerir ekspertiz raporu) ve sanığın almış olduğu sonuç ceza miktarı dadikkate alındığında ..." şeklindeki gerekçeyle reddetmiştir.
15. Karar 21/7/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
16. Başvurucu 22/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
17. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 22/12/2014 tarihli ilamı ile onanarak kesinleşmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
18. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı 314. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir."
19. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Terör suçları" kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:
"26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır."
20. 3713 sayılı Kanun'un "Cezaların artırılması" kenar başlıklı 5. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur."
21. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama kararı" kenar başlıklı 101. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.
(2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;
a) Kuvvetli suç şüphesini,
b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,
c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,
gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir."
22. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:
"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
...
d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,
Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.""Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler."
23. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı 142. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.
(2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
24. Mahkemenin 4/4/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
25. Başvurucu, yargılama boyunca tahliye taleplerinin yetersiz gerekçelerle kabul edilmediğini, hükümle birlikte yine yetersiz gerekçeyle tutukluluk hâlinin devamına karar verildiğini, tutukluluğun devamına ilişkin kararın tutukluluğun süresi ve şartları yönünden Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ölçütlerine uymadığını, gerekçeli kararın geç yazıldığını ileri sürerek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini, kendisiyle aynı suçtan yargılanan kişilerin tahliye edilmesine karşın tutukluluğunun devam ettirilmesinin eşitlik ilkesine aykırı olduğunu iddia etmiştir.
2. Değerlendirme
26. Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrası şöyledir:
"Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir."
27. Başvurucunun tutukluluğun uzun sürdüğü, tutukluluğun devamına dair kararların yeterli gerekçe içermediği ve gerekçeli kararın geç yazıldığı şikâyetlerinin Anayasa'da güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrası çerçevesinde incelenmesi gerekir. Öte yandan başvurucunun Anayasa'nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine yönelik iddiasının soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp mutlaka bireysel başvuru kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekmektedir. Buna göre kendisiyle benzer durumdaki başka kişilere yapılan muamele ile kendisine yapılan muamele arasında bir farklılığın bulunduğunu ve bu farklılığın meşru bir temeli olmaksızın ırk, renk, cinsiyet, din, dil vb. ayrımcı bir nedene dayandığını makul delillerle ortaya koyamayan başvurucunun eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddiası, esas olarak kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı çerçevesinde ele alınmalıdır (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §§ 33, 34).
a. Başvuru Yollarının Tüketilmesi Hakkında
28. Tutukluluk hâli sona ermiş olan başvurucuların -devam eden tutukluluk hâlinden farklı olarak- tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi ya da makul süreyi aştığı şikâyetleri yönünden iddia edilen ihlalin tespitini ve tazminat ödenmesini sağlayabilecek bir hukuk yolu mevcut ise öncelikle bu yolu tüketmeleri gerekir. 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile öngörülen tazminat yolu; bir yandan başvurucuların maruz kaldığı tutukluluk nedenleri ve süresinin uzunluğunun tespiti, diğer yandan da uğranılan zararın tazmini imkânı sağladığından anılan şikâyetler açısından erişilebilir ve elverişli bir çözüm olanağı, makul ölçüde bir başarı imkânı sunmaktadır (Hamit Kaya, B. No: 2012/338, 2/7/2013, §§ 46-48).
29. Bununla birlikte tüketilmesi gereken başvuru yollarının her şeyden önce ulaşılabilir olması gerekmektedir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına yeterli değildir. Anayasa Mahkemesi, tutukluluğun makul süreyi aştığı iddiasına ilişkin olarak bireysel başvurunun karara bağlandığı tarih itibarıyla tazminat talebinde bulunulması için kanunda öngörülen sürenin geçtiği durumlarda bu tazminat yolunun ulaşılabilir olmadığını ve tüketilmesinin gerekmediğini belirtmiştir (Abdullah Akyüz [GK], B. No: 2013/9352, 2/7/2015, §§ 45-50).
30. Somut olayda hakkındaki mahkûmiyet hükmü 22/12/2014 tarihinde kesinleşen başvurucunun bireysel başvurunun karara bağlandığı tarih itibarıyla tazminat talebinde bulunması için 5271 sayılı Kanun'un 142. maddesinde öngörülen dava açma süresi geçmiş bulunmaktadır. Bu nedenle söz konusu tazminat yolunun başvurucu yönünden ulaşılabilir olmadığı ve dolayısıyla başvurucunun mağduriyetini giderebilecek nitelikte tüketilmesi gereken bir başvuru yolunun bulunmadığı açıktır (benzer yöndeki bir değerlendirme için bkz. Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16/2/2017, § 49).
b. Şikâyetin İncelenmesi
31. Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında, bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin makul sürede yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme haklarına sahip olduğu belirtilmiştir (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 60; Halas Aslan, § 66).
32. Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan "serbest bırakılmayı isteme" hakkı uyarınca, bir ceza soruşturması veya kovuşturması kapsamında tutuklu olan kişiler ilgili yargı mercilerinden serbest bırakılmalarına karar verilmesini talep edebilirler. Yargı organlarınca tutukluluğun her aşamasında gerek kişinin serbest bırakılma talebi üzerine gerekse resen yapılan incelemelerde tutulmanın meşru nedenlerinin açıklanması Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının bir gereğidir (Halas Aslan, § 67).
33. Anılan maddede ayrıca tutuklanan kişilerin "makul sürede yargılanmayı" isteme hakkına sahip olduğu ifade edilmiştir. Hürriyeti kısıtlanarak yargılanan kişinin yargılamanın makul sürede bitirilmesindeki menfaati, işin doğası gereği diğerlerine göre daha fazladır. Buna göre başta savcılıklar ve mahkemeler olmak üzere tüm kamu organları, tutuklu olarak sürdürülen soruşturma/kovuşturma süreçlerinin -adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelere riayet edilmek koşuluyla- süratli bir şekilde sonuçlandırılması için özenli davranmalıdırlar (Halas Aslan, §§ 68-71).
34. Öte yandan tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusunun genel bir ilke çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün değildir. Bir kişinin tutuklu kaldığı sürenin makul olup olmadığı her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmelidir (Murat Narman, § 61). Makul sürenin hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun ilk kez yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu tarih; doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklanma tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesince hüküm verildiği tarihtir (Murat Narman, § 66).
35. Bir ceza soruşturması veya kovuşturması kapsamında sürdürülen tutukluluğun makul süreyi aşıp aşmadığı öncelikle tutukluluğa ilişkin kararların gerekçeleri üzerinden tespit edilebilir. Tutukluluğa ilişkin kararların gerekçelerinde tutuklamanın ön şartı olan kişinin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunduğunun, tutuklama nedenlerinin ve tutuklamanın neden ölçülü olduğunun ortaya konulması gerekmektedir (Halas Aslan, §§ 74, 75).
36. Başlangıçtaki bir tutuklama için kuvvetli suç şüphesinin bulunduğunun tüm delilleriyle birlikte ortaya konulması her zaman mümkün olmasa da belirli bir süre geçtikten sonraki tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda, kuvvetli suç şüphesinin bulunduğunun somut olgularla birlikte açıklanması gerekir (Halas Aslan, § 76). Ayrıca belirli bir süreyi aşan tutukluluğa ilişkin devam kararlarında tutuklama nedenlerinin soyut olarak belirtilmesi yeterli değildir (Hanefi Avcı, B. No: 2013/2814, 18/6/2014, § 70). Son olarak tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda tutuklamanın ölçülü olduğuna ilişkin olguların, özellikle tutuklamaya göre temel hak ve özgürlüklere daha hafif etkide bulunan adli kontrol tedbirlerinin neden yetersiz kaldığının ortaya konulması gerekir(Halas Aslan, § 78).
37. Tutukluluğun uzun sürdüğü veya makul süreyi aştığı şikâyetiyle yapılan bireysel başvurularda, tutukluluğa ilişkin gerekçelerin ilgili ve yeterli olmadığı veya tutuklu olarak sürdürülen soruşturma/kovuşturma süreçlerinin kamu organlarının özen yükümlülüğü ile bağdaşmayan tutumları nedeniyle tamamlanmadığı kanaatine varılırsa tutukluğun makul süreyi aştığı sonucuna ulaşılacaktır (Halas Aslan, §§ 82, 83).
38. Somut olayda başvurucu 31/3/2012 tarihinde tutuklanmıştır. İlk derece mahkemesince 13/6/2014 tarihinde başvurucu hakkında mahkûmiyet hükmü verilmiştir. Buna göre başvurucunun özgürlüğünden yoksun kaldığı süre 2 yıl 2 ay 13 gündür.
39. Derece mahkemelerinin gerekçelerinde yer alan tutuklama nedenlerine ilişkin açıklamalar incelendiğinde (bkz. §§ 9, 12-14), öncelikle suçun 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan ve Kanun gereği "tutuklama nedeni varsayılabilen" suçlar arasında olmasına değinildiği, ayrıca suçun niteliğine, suça ilişkin Kanun'da öngörülen cezanın süresine ve tutuklama tedbirinin ölçülü olmasına dayanıldığı görülmektedir. Kişinin mahkûmiyeti hâlinde alacağı hapis cezanın ağırlığı, kaçma şüphesinin varlığına işaret eden durumlardan biridir. Başvurucunun 8 yıl 9 ay hapis cezasına mahkûm edildiği de dikkate alındığında mahkemelerce verilen tutukluluğun devamı kararlarındaki gerekçelerin, tutukluluğun devamının hukuka uygunluğunu ve tutulmanın meşruluğunu haklı gösterecek özen ve içerikte olduğu, dolayısıyla tutukluluk hâlinin devamına ilişkin bu gerekçelerin tutukluluk süresi dikkate alındığında ilgili ve yeterli olduğu sonucuna varılmıştır.
40. Öte yandan başvurucunun yargılandığı davada, Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesince genellikle birer aylık aralıklarla olmak üzere (en geç üç ayda) toplam on beş, Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesince yürütülen yargılamada ise bir ay içinde üç duruşma yapıldığı, bu duruşmalarda sanıkların ve tanıkların dinlendiği, delillerin toplandığı görülmektedir. Bu itibarla genel olarak davanın yürütülmesinde derece mahkemelerince hareketsiz kalınan bir dönem olmadığı gibi yargılamada özensizlik gösterildiği de tespit edilmemiştir.
41. Başvurucu hakkındaki tutukluluğun devamına ilişkin derece mahkemelerince açıklanan gerekçelerin hürriyetten yoksun bırakılmanın meşru nedenlerinin belirtilmesi bakımından ilgili ve yeterli olması, davanın yürütülmesinde bir özensizliğin bulunmaması dikkate alındığında 2 yıl 2 ay 13 günlük tutukluluk süresinin somut olayın koşullarında makul olduğu sonucuna varılmıştır.
42. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Savunma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
43. Başvurucu, yokluğunda karar verilmesi nedeniyle savunma hakkının kısıtlandığını ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
44. Başvuru tarihi itibarıyla başvuru yolları tüketilmeden bireysel başvuruda bulunulduğu anlaşılmakta ise de bireysel başvuru sürecinde söz konusu hükmün Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından 22/12/2014 tarihinde onanarak kesinleştiği (bkz. § 17), somut olayın koşullarında başvuru yollarının tüketildiğinin kabul edilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Abdullah Akyüz [GK], B. No: 2013/9352, 2/7/2015, § 33; Azize Yağız ve diğerleri, B. No: 2014/5475, 17/11/2016, § 51).
45. Ceza yargılamasında savunma hakkının güvence altına alınması, demokratik toplumun temel ilkelerindendir (Erol Aydeğer, B. No: 2013/4784, 7/3/2014, § 32). İddiaya karşı savunma imkânı tanınmadığı sürece adil muhakeme yapılması mümkün değildir.
46. Suç isnadı altında bulunan kişiye, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkına uygun bir şekilde savunmasını hazırlayıp mahkeme önünde dile getirebilmesi ve böylece yargılamaların sonucunu etkileyebilmesi için gerekli zamanın verilmesi gerekir. Gerekli zaman verilmeyen şüphelinin/sanığın hakkındaki isnatları değerlendirip bunlara karşı savunma ve delil araştırması yapması mümkün değildir.Dolayısıyla savunma için gerekli zamana sahip olma, kişiyi acele yapılan yargılamalara karşı korumaktadır. Savunma için gerekli süre somut olayın özelliklerine, davanın niteliğine, dava konusunun karmaşık olup olmadığına, sanığın içinde bulunduğu duruma ve yargılamanın aşamasına göre değişebilir. Sanığın öncesinde müdafi yardımından faydalanması da sürenin yeterliliği hususunda gözetilebilir (Ufuk Rifat Çobanoğlu, B. No: 2014/6971, 1/2/2017, §§ 35-49).
47. Anayasa Mahkemesi, Gürol Doğan (B. No: 2013/2642, 17/9/2014) kararında on celse süren bir yargılamada esas hakkındaki mütalaaya karşı üç günlük süreyi yargılamanın bütünlüğünü gözeterek savunma için yeterli görmüştür. Başka bir kararında, başvurucuya iki aylık süre içinde iki kez savunma yapma imkânı tanınmış olduğunu gözeterek başvurucunun savunma hakkının kısıtlandığı iddiasını açıkça dayanaktan yoksun bulmuştur (Cihan Yeşil, B. No: 2013/8635, 6/5/2015).
48. Başvuru konusu olayda yargılama on sekiz celse sürmüştür. Somut olayda, yargılama dosyası henüz devredilmeden Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesince 1/4/2013 tarihinde yapılan celsede Cumhuriyet Savcılığınca esas hakkındaki mütaalaanın sunulduğu, bu celsede tercüman vasıtasıyla savunma yapmak isteyen başvurucuya sonraki celseye kadar süre verildiği, 22/5/2013 tarihinde yapılan celsede başvurucunun (tercüman aracılığıyla) ve müdafiinin esas hakkındaki mütalaaya karşı ayrıntılı olarak savunma yaptığı anlaşılmıştır. Başvurucunun ve müdafiinin Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesince 10/7/2013 tarihinde yapılan celseye katıldığı ve önceki savunmalarını tekrar ettikleri, başvurucunun daha sonra yapılan 16/9/2013 tarihli celseye katılmadığı, 13/11/2013 tarihli celseye katıldığı ve Kürtçe beyanda bulunduğu, 5/2/2014 tarihli celseye ise katıldığı ve tercüman vasıtasıyla savunma yapmak istediği, Mahkemece sonraki celseye kadar süre verildiği görülmüştür.
49. Dosyanın kanun değişikliği nedeniyle Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesine devredilmesinden sonra ise Mahkemece 3/6/2014 tarihinde yapılan celseye başvurucu ve müdafii katılmış ve Cumhuriyet savcısı esas hakkındaki mütalaayı tekrar etmiştir. Başvurucu müdafii savunma için süre istemiş; ancak, Mahkemece bu talep mütalaanın 1/4/2013 tarihinde verildiğinden bahisle reddedilmiştir. Başvurucu, önceki celselerde sunulan esas hakkındaki mütalaanın aynen tekrar edildiği 9/6/2014 ve 13/6/2014 (son celse) tarihli celselere ise raporlu olması nedeniyle katılmamıştır.
50. Başvurucu müdafii önceki celselere ve 13/6/2014 tarihinde yapılan son celseye katılarak Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki mütalaasına karşı savunmasını yapmıştır. Bu bağlamda başvurucu müdafiinin sanığın yokluğunda duruşma yapılmaması gerektiğine yönelik itirazı ise sanığın karar verilmesine engel olmak ve yargılamayı sürüncemede bırakmak istediği gerekçesiyle Mahkemece reddedilmiştir (bkz. § 13).
51. Başvurucu, yargılama boyunca müdafi yardımından yararlanma imkânına sahip olmuştur. Ayrıca başvuru dosyası incelendiğinde “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkelerine aykırı olarak başvurucuya delillerini sunma ve inceletme ile itiraz etme hususlarında uygun olanakların sağlanmadığına ilişkin bir delil de bulunmamaktadır. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında ve somut olayda yargılamanın bütünlüğü gözetildiğinde başvurucunun savunma için gerekli zamandan yararlandığı anlaşılmıştır.
52. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının da açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Savunma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 4/4/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.