TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MEHMET ALİ ANIL BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/13596)
|
|
Karar Tarihi: 25/1/2018
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Volkan
SEVTEKİN
|
Başvurucu
|
:
|
Mehmet Ali
ANIL
|
Vekili
|
:
|
Av. Hasan
ALICI
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, mahkûmiyet kararının usulsüz tebliğe dayanılarak
kesinleştirilmesi ve bu suretle temyiz isteminin yasal süresi içinde
yapılmadığı gerekçesiyle reddine karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 13/8/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve
bu kapsamda sunulan görüşlerine atıfta bulunarak başvuru hakkında görüş
sunulmasına gerek olmadığını bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
7. İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığının 3/12/1997
tarihli iddianamesi ile başvurucunun yasa dışı Türkiye Komünist Emek
Partisi/Leninist (TKEP-L)-silahlı terör örgütü- üyesi olma suçundan 1/3/1926
tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 168. maddesinin (2) numaralı
fıkrası kapsamında cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır.
8. İstanbul 6 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin 24/6/1998
tarihli duruşmasında vekilinin huzurunda başvurucunun savunması alınmış ve
yapılan yargılama sonucunda 19/4/2000 tarihinde verilen beraat kararı, Yargıtay
9. Ceza Dairesinin 19/3/2001 tarihli kararı ile bozulmuştur.
9. Bozma sonrasında Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kaldırılması
nedeniyle yargılama İstanbul 14. Ağır Ceza (CMK 250. madde ile görevli)
Mahkemesince (Mahkeme) yürütülmüştür.
10. Başvurucu vekilinin beraat kararında direnilmesi talebi
Mahkemece kabul edilmemiştir. Uyulan bozma kararı doğrultusunda yapılan
inceleme sonucunda başvurucunun ve vekilinin bulunmadığı duruşmada Mahkemenin
21/9/2007 tarihli kararıyla yasa dışı silahlı terör örgütüne üye olma suçundan
lehe kanun olduğu değerlendirilen 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu’nun 314. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurucu 6 yıl 3 ay
hapis cezasına mahkûm edilmiştir.
11. Başvurucuyu temsilen duruşmalara katılarak savunma yapan ve
gerekçeli kararda sanık vekili olarak gösterilen başvurucu vekilinin bildirdiği
(Üsküdar 6. Noterliğinin 5/11/1997 tarihli vekâletnamede belirtilen) adresine
11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun 35. maddesine göre karar
tebliğe çıkarılmış ve tebligat mazbatasına "dosyamızda vekâletnameniz
bulunmadığından 10 günlük süre içerisinde ibrazı" şeklinde bir şerh düşülmüştür. Başvurucu
vekilinin kapısına yapıştırılmak ve imzadan imtina eden en yakın komşusu Ş.G.ye
haber verilmek suretiyle 27/11/2007 tarihinde mahkûmiyet kararı tebliğ
edilmiştir.
12. Mahkeme 17/1/2008 tarihli kesinleşme şerh yazısıyla başvuru
konusu kararın başvurucu açısından temyiz edilmeden 5/12/2007 tarihinde
kesinleşmesi nedeniyle hükümlünün cezasının infazının
yerine getirilmesini istemiştir.
13. Başvurucu vekili 8/4/2013 havale tarihli iki ayrı
dilekçeyle, mahkûmiyet kararınının kesinleşme
şerhinin kaldırılarak infazın geri alınması ve temyiz talebinde bulunmuştur.
14. Mahkemenin 15/4/2013 tarihli ek kararıyla mahkûmiyet kararının "...27/11/2007 tarihinde tebliğ edildiği ... her ne kadar
mahkememizce Tebligat Kanunu'nun 35. maddesine göre tebligat yapılmış ise de
tebligat yapılan adresin hükümlü müdafiince 6/9/1996
tarihinde İstanbul Barosuna bildirildiği adres olup ve halen aynı adreste faliyet gösterdiği anlaşıldığı..."
gerekçesiyle yasal süre geçtikten sonra yapılan temyiz isteminin reddi ile
hükümlünün cezasının infazının devamına karar verilmiştir.
15. Başvurucu vekili 29/4/2013 tarihli temyiz dilekçesinde
mahkûmiyet kararının usulsüz tebliğ edildiğini belirtmiştir. Kararın tebliğe
gönderildiği adresine yargılama sırasında tebligat yapıldığını ve Mahkemeye
sunulan dilekçelerde de aynı adresin gösterildiğini, hatta 1996 yılından bu
yana kesintisiz olarak mesleki faaliyetini bu adreste yürüttüğünü açıklamıştır.
7201 sayılı Kanun'un 35. maddesine göre doğrudan tebligat yapılabilmesi için
"adresini değiştiren kimse yenisini
bildirmediği ve yeni adres tebliğ memurunca da tespit edilemediği
takdirde" şartının bulunması gerektiğini bildirmiştir. Diğer yandan davada başvurucuyu temsilen
bulunan başvurucu vekiline gönderilen karar tebliğ mazbatasına "dosyamızda vekaletnameniz bulunmadığından 10 günlük
süre içerisinde ibrazı" şeklinde şerh konulduğunu, bu durumda
Mahkemenin dosyada vekâletname olmadığını kabul etmesine rağmen kararın asile
tebliğ edilmesi yerine vekâleti olmayan vekile tebliğ yapılmasının da usulüz
olduğunu savunarak ek kararın bozulması talebinde bulunmuştur.
16. Başvurucu vekilinin ek kararı temyizi üzerine bu defa
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan 21/6/2013 tarihli onama
istemli tebliğnamede
"...sanık savunmanı Av. Hasan Alıcı'nın İstanbul Barosuna bildirmiş
olduğu, daha önce de tebligat yapılmış olan bu adreste ve yokluğunda verilen
kararın Tebligat Kanun'u 35. maddesine göre kendisine 27/11/2007 tarihinde
tebliğ edilmiş olduğu, bu adresin halen geçerli olduğu, sanık savunmanı
tarafından yasal süre içerisinde hükmün temyiz edilmeyerek kesinleşmiş
olduğu..." belirtilerek temyiz isteminin reddine ilişkin
15/4/2013 tarihli ek kararın yasaya uygun bulunduğu açıklanmıştır.
17. Başvurucu vekili tebliğnameye
karşı 27/6/2013 tarihli beyanında öncelikle vekilin yasal tebligat adresinde
bulunup bulunmadığı tespit edilmeden 7201 sayılı Kanun'un şekli prosedürüne
uyulmadan doğrudan 35. maddesine göre tebligat yapılmış olmasının usul ve
yasaya aykırı olduğunu bildirmiştir.
18. Ek karar, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 24/4/2014 tarihli
kararıyla onanmıştır.
19. Nihai karar başvurucuya 15/7/2014 tarihinde tebliğ edilmiş
olup 13/8/2014 tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
20. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun
291. maddesi şöyledir:
"Temyiz istemi, hükmün
açıklanmasından itibaren yedi gün içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe
verilmesi veya zabıt kâtibine bir beyanda bulunulması suretiyle yapılır; beyan
tutanağa geçirilir ve tutanak hâkime onaylattırılır. Tutuklu bulunan sanık hakkında
263 üncü madde hükmü saklıdır.
Hüküm, temyiz yoluna başvurma hakkı olanların
yokluğunda açıklanmışsa, süre tebliğ tarihinden başlar."
21. 7201 sayılı Kanun'un "Tebliğ
imkânsızlığı ve tebellüğden imtina" kenar başlıklı 21. maddesi
şöyledir:
"Kendisine tebligat
yapılacak kimse veya yukarıdaki maddeler mucibince tebligat yapılabilecek
kimselerden hiçbiri gösterilen adreste bulunmaz veya tebellüğden imtina ederse,
tebliğ memuru tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti
azasından birine veyahut zabıta amir veya memurlarına imza mukabilinde teslim
eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki
binanın kapısına yapıştırmakla beraber, adreste bulunmama halinde tebliğ
olunacak şahsa keyfiyetin haber verilmesini de mümkün oldukça en yakın
komşularından birine, varsa yönetici veya kapıcıya da bildirilir. İhbarnamenin
kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılır.
(Ek fıkra: 11/1/2011-6099/5 md.) Gösterilen adres muhatabın adres kayıt sistemindeki
adresi olup, muhatap o adreste hiç oturmamış veya o adresten sürekli olarak
ayrılmış olsa dahi, tebliğ memuru tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya
ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir veya memurlarına imza
karşılığında teslim eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi
gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırır. İhbarnamenin kapıya
yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılır.
(Ek: 19/3/2003-4829/5 md.)
Muhtar, ihtiyar heyeti azaları, zabıta amir ve memurları yukarıdaki fıkralar
uyarınca kendilerine teslim edilen evrakı kabule mecburdurlar."
22. 7201 sayılı Kanun'un 11/1/2011 tarihli ve 6099 sayılı
Kanun'un 9. maddesi ile değiştirilmeden önceki hâlinin 35. maddesi şöyledir:
"Kendisine veya adresine
kanunun gösterdiği usullere göre tebliğ yapılmış olan kimse, adresini
değiştirirse, yenisini hemen tebliği yaptırmış olan kaza merciine bildirmeye
mecburdur. Bu takdirde bundan sonraki tebliğler bildirilen yeni adrese yapılır.
(Değişik:
19/3/2003-4829/11 md.) Adresini değiştiren kimse
yenisini bildirmediği ve yeni adres tebliğ memurunca da tespit edilemediği
takdirde tebliğ olunacak evrakın bir nüshası eski adrese ait binanın kapısına
asılır ve asılma tarihi, tebliğ tarihi sayılır.
(Değişik:
19/3/2003-4829/11 md.) Bundan sonra eski adrese
çıkarılan tebliğler muhataba yapılmış sayılır.
(Ek :
6/6/1985 - 3220/12 md.) Daha önce tebligat yapılmamış
olsa bile, taraflar arasında yapılan, imzası resmi merciler önünde ikrar olunmuş
sözleşmelerde belirtilen adresler ile kamu kurum ve kuruluşları ve kamu kurumu
niteliğindeki meslek kuruluşlarına, ticaret sicillerine ve esnaf ve sanatkarlar
sicillerine verilen en son adreslerdeki değişiklikler hakkında da bu madde
hükümleri uygulanır."
B. Uluslararası Hukuk
1. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi
23. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes davasının, ...
cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek
olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından,
...görülmesini isteme hakkına sahiptir..."
2. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi İçtihadı
24. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye erişim
hakkını hukukun üstünlüğü ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul
etmekte; mahkemeye erişim hakkının ve başvuru yapılabilmesi konusunda tutarlı
bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada
açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade
etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki
belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu
hakkın ihlal edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, (k.k.), B. No: 51307/99,
23/1/2003).
25. AİHM, dava hakkını süre sınırına bağlayan iç hukuk
hükümlerinin yorumlanmasının öncelikli olarak kamu otoritelerinin ve özellikle
mahkemelerin görevi olduğunu belirtmekte; AİHM'in
rolünün bu yorumun etkilerinin Sözleşme ile uyumlu olup olmadığının tespitiyle
sınırlı olduğunu ifade etmektedir. Süre sınırı getiren kuralların uygun adalet
yönetiminin güvence altına alınması amacına dayandığına işaret eden AİHM, bu
kuralların veya bunların uygulanmasının ilgililerin ulaşılabilir başvuru
yollarına müracaatlarını engelleyecek mahiyette olmaması gerektiğini
değerlendirmektedir. AİHM, bu bağlamda her bir olayın somut başvuru yolunun
özellikleri ışığında ve Sözleşme'nin 6. maddesinin birinci fıkrasının amaç ve
hedefleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizmektedir (Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013,
§ 20).
26. AİHM'e göre mahkemeye ulaşmayı
aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren uygulamalar mahkemeye
erişim hakkının ihlaline yol açabilir. Bununla birlikte dava açma ya da kanun
yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesi -bu süreler dava açmayı
imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça- hukuki belirlilik ilkesinin bir
gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ne var ki öngörülen
süre koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak yanlış uygulanması ya da yanlış
hesaplanması nedeniyle kişiler dava açma ya da kanun yollarına başvuru hakkını
kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini kabul etmek gerekir (Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, §§
36-40).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
27. Mahkemenin 25/1/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
28. Başvurucu, tebliğ mazbatası üzerine vekâletnamenin on gün
içinde ibraz edilmesi konusunda şerh düşülerek gerekçeli kararın 7201 sayılı
Kanun'un 35. maddesine göre tebliğ edildiğini ancak kararın kesinleştirilme
işlemine kadar vekili tarafından dosyaya vekâletname ibraz edilmediğini
belirtmiştir. Bu duruma göre kararın kendisine (asile) tebliğ edilmeden
kesinleştirilmesinin yasaya aykırı olduğunu savunmuştur. Diğer yandan kararın,
vekilinin 1996 yılından bu yana bilinen adresine 7201 sayılı Kanun'un 21.
maddesine göre tebliğ edilmesi gerekirken 35. maddesine göre tebliğ edilmesinin
usulüne uygun olmadığını bildirmiştir. Bu nedenlerle temyiz isteminin yasal
süresi içinde yapılmadığı gerekçesiyle reddine karar verilerek Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
29. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının özü, temyiz
isteminin usulsüz tebligata dayalı olarak süre yönünden reddedilmesi nedeniyle
temyiz itirazlarının incelenmediğine ilişkin olduğundan iddiaların adil
yargılanma hakkının güvenceleri arasında yer alan mahkemeye erişim hakkı kapsamında
incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
30. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma
hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı,
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir
unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "adil yargılanma"
ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası
sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine
dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi yorumlayan
AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim
hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd.
Şti., B.No: 2014/13156, 20/4/2017,§ 34).
31. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan
mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve
uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelir.
Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle
getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren
sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, §
52).
32. Mahkemeye erişim hakkı, ilk derece mahkemesine dava açma
hakkının yanı sıra itiraz, istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma
imkânı tanınmış ise anılan yollara başvurma hakkını da içerir (Ali Atlı, B. No: 2013/500, 20/3/2014, §
49).
33. Mahkemeye erişim hakkı, mahkemeye başvuru konusunda etkili
bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada
açık, pratik ve yeterli fırsatlara sahip olmasını gerektirir. Özellikle hukuki
ya da uygulamadaki belirsizlikler kişilerin mahkemeye erişim hakkını ihlal
edebilir (Aktif Elektrik Müh. İnş. San. ve
Tic. Ltd. Şti., B. No: 2012/855, 26/6/2014, § 34). Bu nedenle
mahkemelerin, usul kurallarını uygularken yargılamanın hakkaniyetine zarar
getirecek ölçüde katı şekilcilikten kaçınmaları gerektiği gibi kanunla
öngörülmüş usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak ölçüde aşırı
esneklikten de kaçınmaları gerekir (Kamil
Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65).
34. Somut olayda başvurucu, tebligatın usulsüz olmasını 7201
sayılı Kanun'un şekli prosedürüne uyulmadan yapılmasına dayandırmaktadır.
Gerekçeli kararın tebliğinin öncelikle Kanun'un 21. maddesinde göre yapılması
gerektiğini, bu yapılmadan doğrudan 35. maddesine göre tebligat yapılmış
olmasının usule uygun olmadığını iddia etmektedir.
35. Mahkemece tebligat çıkarılan adresin hükümlü müdafiince (Başvurucu vekilinin) 6/9/1996 tarihinde
İstanbul Barosuna bildirildiği adres olduğu ve hâlen aynı adreste faliyet gösterdiği gerekçesiyle (bkz. § 14) mahkûmiyet
kararının 27/11/2007 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edildiği kabul
edilerek yasal süre geçtikten sonra temyiz isteminde bulunulduğu sonucuna
ulaşılmıştır.
36. Öte yandan başvurucu, yargılamada vekille temsil edilmediği
ya da tebligat yapılan adresin vekiline ait olmadığı iddialarında
bulunmamıştır. Aksine tebligat yapılan adresin vekilinin adresi olduğu, hâlen
aynı adreste faliyet gösterdiği ve bu adrese
yargılama sırasında da tebligat yapıldığı ifade edilmiştir.
37. Başvurucu, karar kesinleştirilinceye kadar vekili tarafından
dosyaya vekâletname ibraz edilmediğini belirtilmiş ise de başvurucuyu temsilen
Üsküdar 6. Noterliğinin 5/11/1997 tarihli dosyaya sunulan vekâletnameden
başvurucu vekilinin yargılamanın başlangıcından itibaren başvurucuyu temsile
dair vekâletnamesinin bulunduğu anlaşılmaktadır.
38. Mahkûmiyet kararı, bozma kararı öncesinde ve sonrasında
savunmada bulunarak yargılama faaliyetine aktif olarak katılan başvurucu
vekilinin adresine 7201 sayılı Kanun'un 35. maddesine göre tebliğ edilmiştir.
Bu kararın kesinleşmesinden beş yılı aşkın bir süre sonra tebligat işleminin
usulsüz olduğu ileri sürülmüştür. Gerekçeli karar, yargılama sırasında da
tebligat yapılmış olan başvurucu vekilinin aynı adresine tebliğ edilmesine
rağmen başvurucunun tebligattan haberdar olamamasında Mahkemenin yeterince
özenli davranmadığı söylenemez. Bu durumda mahkûmiyet kararının usulsüz
tebliğine ilişkin iddianın aksine Mahkemece yapılan değerlendirme aşırı bir
şekilcilikten kaynaklanmadığı gibi yargılamanın bütünlüğü içinde kabul edilebilir
bir yaklaşımdır.
39. Sonuç olarak yargısal sistem açısından olaya bakıldığında,
yasal süre geçtikten sonra temyiz isteminde bulunulduğuna yönelik Mahkeme ve Yargıtayın usule ilişkin ölçülü ve öngörülebilir
uygulamasının hakkaniyete aykırı ve keyfî olmayıp mahkemeye erişim hakkına
yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşılmaktadır.
40. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama
giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 25/1/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE
karar verildi.