TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
BÜLENT BEKDEMİR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/15163)
|
|
Karar Tarihi: 25/1/2018
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Tuğçe TAKCI
|
Başvurucu
|
:
|
Bülent
BEKDEMİR
|
Vekilleri
|
:
|
1. Av. Meral
HANBAYAT
|
|
|
2. Av. Ümit
SİSLİGÜN
|
|
|
3. Av.
Mehmet Ali KIRDÖK
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; gözaltında müdafi yokluğunda ve işkence altında
alınan ifadelerin mahkûmiyete esas alınması, özel statülü mahkemece yapılan
yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 18/9/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu 1977 tarihinde doğmuş olup olayların gerçekleştiği
tarihte İstanbul'da ikamet etmektedir.
9. Başvurucu ve yanındaki bir kişinin sokaktaki durumlarından
şüphelenilerek üzerilerinde arama yapılması sonucu
bir tabanca ile TKP/ML-TİKKO silahlı terör örgütüne ait bağış makbuzu ve pankart
ele geçirilmesi üzerine başlatılan soruşturma kapsamında başvurucu 13/3/1998
tarihinde gözaltına alınmıştır.
10. Adli Tıp Kurumu Başkanlığı İstanbul Devlet Güvenlik
Mahkemesi (DGM) Şube Müdürlüğü Adli Tabipliğinin 20/3/1998 tarihli raporunda
başvurucunun muayenesinde herhangi bir darp, cebir izi bulunmadığı
belirtilmiştir.
11. Örgütün Esenler-Bağcılar semt komitesinde görev alma, yasa
dışı gösteri yapma, yasa dışı pankart açma, işyerlerinden vergilendirme adı
altında tehditle para toplama eylemleriyle suçlanan başvurucu; gözaltı
süresinde müdafi olmaksızın verdiği ifadesinde bir kısım iddiaları kabul
etmiştir. Sonrasında DGM Cumhuriyet Başsavcılığındaki müdafi yardımı almaksızın
verdiği ifadesinde kollukta baskı altında ifade verdiğini, ifadesini okumadan
imzaladığını belirterek hiçbir delili ve suçlamayı kabul etmediğini beyan
etmiştir.
12. Başvurucu, DGM'de müdafi huzurundaki sorgusunda kolluktaki
ifadesini işkence altında verdiğini, baskıdan kurtulmak için teşhis yaptığını
belirterek kolluk ifadesini reddetmiş; Savcılık ifadesini ise kabul etmiştir.
Başvurucu 20/3/1998 tarihinde TKP/ML-TİKKO silahlı terör örgütünün sair efradı
olmak suçundan tutuklanmıştır.
13. Başvurucu hakkında, İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığının
1/5/1998 tarihli iddianamesiyle TKP/ML-TİKKO silahlı terör örgütünün üyesi olma
ve 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer
Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet suçlarından kamu davası açılmıştır. Ayrıca
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 19/9/2002 tarihli ek iddianameyle başvurucu
hakkında yağma suçundan birden çok kez cezalandırılması talebinde
bulunulmuştur.
14. Başvurucu, kovuşturma evresinde de kolluktaki ifadesinin
işkenceyle elde edildiğini belirterek ifadesini kabul etmemiştir.
15. İstanbul 4 No.lu DGM nezdindeki 28/12/1998 tarihli celsede
tanıklar A.K. ile M.N.ye başvurucuyu fotoğraflardan açıkça teşhis ettikleri
fotoğraf teşhis tutanağı okunmuştur, tanıklar yaptıkları teşhisleri DGM
huzurunda da doğrulamışlardır.
16. Dosyanın devredildiği İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin
(CMK 250. madde ile görevli) (Mahkeme) 8/4/2009 tarihli kararıyla başvurucunun
örgütün sair efradı olma suçundan mahkûmiyetine karar verilmiştir. Mahkeme;
mahkûmiyete sanıkların kolluk ve savcılık ifadelerini, yüzleştirme ve teşhis
tutanaklarını, ekspertiz raporlarını, ele geçirilen silahı ve örgütsel
dokümanları esas aldığını gerekçesinde ifade etmiştir.
17. Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 8/6/2010 tarihli kararıyla
hüküm, örgüt adına vahamet arz eden olayların fiilen gerçekleştirildiği,
dolayısıyla eylemlerin anayasal düzeni zorla ortadan kaldırmaya teşebbüs etme
suçunu oluşturduğunun gözetilmediği gerekçesiyle başvurucu yönünden
bozulmuştur.
18. Mahkeme 30/4/2013 tarihli kararıyla bozmaya uyarak
başvurucunun diğer sanıklarla birlikte silahlı terör örgütünün üst düzey
sorumlusu olduğunun, örgütün talimatları doğrultusunda eylemler yaptığının,
sanıkların emniyet ve savcılık ifadeleri, teşhis ve yer gösterme tutanakları,
yakalanan silah ve örgütsel dokümanlar ve dosyadaki diğer tüm mevcut
delillerden anlaşıldığını belirterek silahlı terör örgütünün yöneticisi olarak
anayasal düzeni zorla ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan neticeten
müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir.
19. Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 15/5/2014 tarihli kararıyla
hüküm onanmıştır.
20. Karar, başvurucuya 12/9/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.
21. Başvurucu 18/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
22. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Yavuz Arslan, B. No: 2014/16433,
9/11/2017,§§ 27-40).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
23. Mahkemenin 25/1/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Müdafi Yardımından
Yararlanma Hakkıyla Bağlantılı Olarak Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
24. Başvurucu; genel olarak yargılamanın hakkaniyete uygun
yürütülmediğini, gözaltında avukata erişim imkânından yararlandırılmadığı
sırada baskı altında imzalanan ancak içeriği kabul edilmeyen ifadelere
dayanılarak mahkûmiyetine karar verildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
25. Anayasa’nın 36. maddesinin(1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı
mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma
hakkına sahiptir.”
26. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının adil yargılanma
hakkının güvencelerinden olan müdafi yardımından faydalanma hakkıyla bağlantılı
olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında
incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
27. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedenin de bulunmadığı anlaşılan adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
28. Ceza yargılamasında savunma haklarının güvence altına
alınması, demokratik toplumun temel ilkelerindendir (Erol Aydeğer, B. No: 2013/4784,
7/3/2014, § 32). Savunma, ceza adaletinin hakkaniyete uygun gerçekleşmesini
sağlamaktadır. İddiaya karşı savunma hakkı tanınmadığı sürece silahların
eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine uygun muhakeme yapılması ve maddi
gerçeğe ulaşılması da mümkün değildir (Yusuf
Karakuş ve diğerleri, B. No: 2014/12002, 8/12/2016, § 69; Yavuz Arslan, § 47).
29. Savunma hakkının sağladığı “güvenceler” esasen adil
yargılanma hakkı içinde yer almaktadır. Savunma hakkı, hukuk devleti ilkesinin
gereklerinden ve adil yargılanma hakkının önemli güvencelerinden biri olması
nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesinde açıkça ifade edilmiştir. Anılan hükümde,
herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle savunma hakkına sahip
olduğu belirtilmiştir. Savunma hakkı tanınmadan kişilerin cezalandırılması,
Anayasa'nın 38. maddesinde güvence altına alınan masumiyet karinesine de uygun
değildir. Bu nedenle savunma hakkının sağlanmadığı bir yargılamanın adil
olduğundan söz edilemez (Yusuf Karakuş ve diğerleri,
§ 70; Yavuz Arslan, §48).
30. Şüpheli ve sanığa salt savunma hakkının tanınması yeterli
değildir. Şüpheli ve sanığın savunma için Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen
“meşru vasıta ve yollar"dan yararlandırılması da gerekir. Şüpheli ve
sanık için Anayasa'nın 36. maddesinde sözü edilen meşru vasıta ve yollardan en
önemlisi müdafi yardımından yararlanmaktır. Diğer bir ifadeyle müdafi
yardımından yararlanma hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen “meşru
vasıta ve yollar" kavramının
kapsamındadır. Bu itibarla müdafi yardımından yararlanmanın adil yargılanma
hakkının kapsam ve içeriğine dâhil ve bu hakkın doğal sonucu olduğu ortaya
çıkmaktadır. Dolayısıyla suç isnadı altındaki kişi, adil yargılanma hakkı
kapsamında kendisini bizzat
savunma veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanma hakkına sahiptir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 72; Yavuz Arslan, §49).
31. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "adil
yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, taraf olduğumuz
uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının
madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendinde; bir suç ile
itham edilen herkesin kendisini bizzat
savunma veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanma, eğer avukat tutmak
için gerekli maddi olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için
gerekli görüldüğünde resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak
yararlanabilme hakkı düzenlenmiştir (Yusuf
Karakuş ve diğerleri, § 73; Yavuz
Arslan, §50).
32. Anılan hakkın ilke olarak şüphelinin kolluk tarafından ilk
kez sorgulanmasından itibaren sağlanması gerekir. Şüpheliye kolluk tarafından
ilk kez sorgulanmasından itibaren avukata erişim hakkı sağlanması, kendisini
suçlamama ve susma hakları yanında genel olarak da adil yargılanma hakkının
etkili bir koruma işlevine sahip olması bakımından gereklidir. Çünkü bu aşamada
elde edilen deliller, yargılama sırasında söz konusu suçun hangi çerçevede ele alınacağını
belirlemektedir. Özellikle delillerin toplanması ve kullanılması aşamasında
cezai yargılamaya ilişkin mevzuat giderek daha karmaşık hâle geldiğinden
şüpheliler, ceza yargılamasının bu evresinde kendilerini savunmasız bir durumda
bulabilir. Belirtilen savunmasızlık hâli, ancak bir müdafinin hukuki yardımı
ile gereği gibi telafi edilebilir (Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1138, 27/10/2015, §§
118, 135; Sami Özbil,
B. No: 2012/543, 15/10/2014, § 64).
33. Sanık, olay hakkında doğrudan doğruya bilgiye sahiptir.
Dolayısıyla sanığın beyanlarının olayın aydınlatılması bakımından son derece
önemli bir delil niteliğinde olduğu açıktır. Bu bakımdan suç isnadı altındaki
kişinin müdafi hazır bulunmadığı hâlde kendini suçlayıcı beyanlarda bulunup
bulunmadığı, bu itirafların aleyhinde kullanılıp kullanılmadığı, susmasından
mahkemece olumsuz sonuçlar çıkarılıp çıkarılmadığı ve kendisine herhangi bir
baskı uygulanıp uygulanmadığı her somut olayda değerlendirilmelidir. Bir ceza
davasında kendi aleyhine tanıklık etmeme ve delil vermeye zorlanmama hakkı, suç
isnadını zorla veya baskıyla sanığın isteğine aykırı olarak elde edilen
delillere başvurmadan kanıtlamaya çalışmayı gerektirir. Avukata erişimi
sağlanmayan sanığın kolluktaki ikrarının mahkûmiyet kararında kullanılması
durumunda savunma hakkına telafi edilmez biçimde zarar verilmiş olacaktır.
Soruşturma evresinde elde edilen ikrarın kötü muamele ve işkence altında
verildiği belirtilerek reddedilmesi durumunda mahkemece bu husus
irdelenmeksizin ikrarın dayanak olarak kullanılması önemli bir özen eksiklikliğidir (Yusuf
Karakuş ve diğerleri, § 79; Yavuz
Arslan, §52).
34. Müdafi yardımından yararlanma hakkı mutlak değildir. Bu
hakkın istisnai hâllerde sınırlandırılması mümkündür. Zorunlu sebeplerin ortaya
çıkması hâlinde bu hak kısıtlanabilir. Avukat erişiminin sağlanmamasına
istisnai olarak zorunlu sebeplerin gerekçe gösterilmesi durumunda bile böylesi
bir kısıtlama şüphelinin/sanığın adil yargılanma bağlamında güvence altına
alınan haklarına zarar vermemelidir (Aligül Alkaya ve diğerleri, §§ 118, 137). Müdafi yardımından
yararlanma hakkı bakımından önemli olan, yargılamaya bir bütün olarak
bakıldığında şüphelinin/sanığın müdafi yardımından etkili bir biçimde
yararlanmış olmasıdır. Ancak avukata erişim yönünden getirilen kısıtlama
yargılamanın sonraki aşamalarında telafi edilmiş ise savunma hakkı ihlal
edilmiş sayılmaz (Yusuf Karakuş ve
diğerleri, § 78; Yavuz Arslan,
§53).
35. Bireysel başvuru incelemelerinde ölçü norm Anayasa'dır, bu
durumda kanuna uygunluk denetimi yapılmamaktadır. Bu nedenle kanuna dayalı
olarak avukata erişimin kısıtlanması yönündeki uygulamanın Anayasa'ya uygun
olduğu anlamına gelmez. Müdafi yardımından yararlanma hakkının Anayasa'nın 36.
maddesini ihlal edip etmediğinin değerlendirilmesinde yargılamanın bütünlüğü
içinde somut davanın kendine özgü koşulları dikkate alınmalıdır. Anayasa
Mahkemesi de daha önce şüphelilerin devlet güvenlik mahkemelerinin görev
alanına giren suçlar yönünden müdafi yardımından faydalandırılmamasının
mevzuattan kaynaklanan bir uygulama olduğunu tespit etmiş (Aligül Alkaya ve diğerleri, § 144, Sami Özbil, § 71; Güllüzar Erman, B. No: 2012/542, 4/11/2014, § 48)
ancak müdafi yararlanma hakkının sonradan telafi edilmediği gerekçesiyle ihlal
kararları vermiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri, §§ 127-145, Sami Özbil, §§
56-76; Aynur Avyüzen,
B. No: 2014/784, 27/10/2016, §§ 37-58; Veli
Özdemir, B. No: 2014/785, 27/10/2016, §§ 39-62).
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
36. Somut olayda başvurucunun gözaltında tutulduğu sırada devlet
güvenlik mahkemelerinin görev alanına giren suçlar yönünden kural olarak müdafi
yardımından yararlanması, ancak belli bir aşamadan sonra mümkün olmaktadır.
18/11/1992 tarihli ve 3842 sayılı Kanun’un eklenen 31. maddesiyle gözaltında
bulundurmaya ve müdafi yardımından yararlanmaya ilişkin yeni düzenlemelerin
devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda uygulanmayacağı,
bunlar hakkında değişiklik yapılmadan önceki 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı
mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerinin uygulanacağı hükme
bağlanmıştır. Başvurucunun gözaltında tutulduğu tarihlerde anılan mevzuat,
gözaltı süresinde avukata erişim imkânını tanımamaktadır. Başvurucunun
belirtilen şartlarda 13/3/1998 ile 20/3/1998 tarihleri arasında gözaltında tutulduğu
görülmektedir.
37. Başvurucuya isnat edilen suçlar kapsamındaki eylemlere
ilişkin değerlendirmede, başvurucunun gözaltında müdafi olmaksızın elde edilen
beyanlarının da delil olarak kabul edildiği görülmektedir. Ancak başvurucu
yargılamanın ileriki aşamalarında müdafi yardımından yararlandırılmıştır.
Ayrıca başvurucuya isnat edilen bazı eylemlere ilişkin olarak tanıkların
yaptıkları teşhisleri Mahkeme huzurunda da doğruladıkları (bkz. §15) ve yine
adli raporda başvurucuda herhangi bir darp ve cebir izine rastlanmadığının
belirtildiği (bkz. §10) tespit edilmiştir. Mahkeme; mahkûmiyete sanıkların
kolluk ve savcılık ifadelerini, yüzleştirme ve teşhis tutanaklarını, ekspertiz
raporlarını, ele geçirilen silahı ve örgütsel dokümanları da esas alımıştır. Dolayısıyla başvurucunun müdafi olmaksızın
alınan kolluktaki ifadesinin mahkûmiyeti için tek ve belirleyici biçimde kanıt
olarak kullanılmadığı, sonraki aşamalarda sağlanan müdafi yardımı ve yargılama
usulünün diğer güvencelerinin soruşturmanın başında başvurucunun savunma
hakkına verilen zararı telafi ettiği anlaşılmaktadır.
38. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki müdafi yardımından yararlanma
hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal
edilmediğine karar verilmesi gerekir.
B. Adil Yargılanma Hakkı Kapsamındaki Diğer
İhlal İddiaları
1. Kanuni Hâkim Güvencesinin İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
39. Başvurucu 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu'nun 250. maddesiyle görevli mahkemede yeniden yargılanmasının kanuni
hâkim güvencesini ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
40. Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda daha önce verdiği
kararlarında 5271 sayılı Kanun'un 250. maddesi uyarınca yargılama yapan ağır
ceza mahkemelerinin doğal hâkim ilkesine aykırılık oluşturmayacağına karar
verilmiştir (Deniz Seki, B. No:
2014/5170, 25/6/2015, §§ 51-57; Ersin Ekmekçi ve Sinan Ekmekçi, B. No:
2013/6068, 18/11/2015, §§ 47-52). Başvurucunun iddiası bakımından farklı bir
sonuca ulaşılmasını gerektirecek bir husus bulunmamaktadır.
41. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun bu iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
42. Başvurucu, yargılamanın makul sürede tamamlanmadığını ileri
sürmüştür.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
43. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
44. Ceza yargılamasının süresi tespit edilirken sürenin
başlangıç tarihi olarak bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar
tarafından bildirildiği veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı
gibi birtakım tedbirlerin uygulandığı tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak
ise suç isnadına ilişkin nihai kararın verildiği, yargılaması devam eden
davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (B.E., B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 34)
45. Ceza yargılamasının süresinin makul olup olmadığı
değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların
ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın
süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate
alınır (B.E., § 29)
46. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda
verdiği kararlar dikkate alındığında somut olaydaki 16 yıl 2 aylık yargılama
süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
47. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
48. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
49. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle
30.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
50. Somut olayda, makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği sonucuna varılmıştır.
51. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında başvurucuya net 27.700 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
52. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.980
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak
hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Kanuni hâkim güvencesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı
olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 27.700 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.186,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin bilgi için (kapatılan) İstanbul 12.
Ağır Ceza Mahkemesinin (E.2010/269, K.2013/105) yerine bakan Mahkemeye
GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
25/1/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.