TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ALİ SUAT ERTOSUN BAŞVURUSU (7)
|
(Başvuru Numarası: 2014/1416)
|
|
Karar Tarihi: 15/10/2015
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
Raportör
|
:
|
Derya ATAKUL
|
Başvurucu
|
:
|
Ali Suat ERTOSUN
|
Vekili
|
:
|
Av. Rabiya BALKANLI
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, ulusal ölçekte
yayın yapan Yeni Şafak gazetesinde yayımlanan bir haberde kullanılan ifadelerin
başvurucunun kişilik haklarını zedelediği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 28/1/2014 tarihinde
Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin
idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına
engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci
Komisyonunca 30/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından
6/11/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına ve başvurunun bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Bakanlığın görüş yazısı
9/1/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş; başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı
beyanlarını yasal süresi içinde ibraz etmemiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucu; adli yargıda
hâkimlik, adalet müfettişliği, adalet başmüfettişliği, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü ile Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kurulu (HSYK) üyeliği yapmış olup hâlen Yargıtay üyesi olarak görev
yapmaktadır.
8. Ulusal düzeyde yayın yapan
Yeni Şafak gazetesinin 10/6/2010 tarihli nüshasında, o tarihte HSYK üyesi olan
başvurucu hakkında “Bağımsız yargıda Seyfi
Dede üçgeni” başlıklı bir haber yayımlanmıştır.
9. Gazetenin birinci sayfasında
başvurucunun ve haberde adı geçen diğer iki kişinin fotoğrafına yer verilerek “HSYK’da Seyfi Dede Üçgeni” başlığı kullanılmış ve
altında, "Ergenekon soruşturmasını
yürüten hâkim ve savcılara baskı kurarak yargıyı etkilemekle suçlanan eski
Adalet Bakanı Seyfi Oktay’ın, HSYK Başkanvekili Kadir Özbek’in yanı sıra, üye
Ali Suat Ertosun’la da temasta olduğu belirlendi…” şeklinde
başvurucu hakkında bazı iddialara yer verilmiştir.
10. Haberin devamı ile başvurucunun
ve haberde adı geçen diğer iki kişinin fotoğrafına gazetenin on birinci
sayfasında yer verilmiş ve sayfanın başında büyük puntolarla "Bağımsız yargıda Seyfi Dede üçgeni"
başlığı tercih edilmiştir. Başlığın altındaki haber şu şekildedir:
“Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) yaz
kararnamesine alternatif liste sunarak, "Ergenekon, KCK ve fail-i
meçhul" davalarını yürüten hâkim ve savcıların görev yerlerinin
değiştirilmesini isteyen üye Ali Suat Ertosun'un adı, derin yapılanmanın yargı
ayağını ortaya çıkaran soruşturmaya karıştı.
Yüksek yargıdaki dava dosyaları ve kritik noktalara
yapılacak atamalara müdahale eden şüphelilerin mahkeme kararıyla dinlenen
telefon görüşmelerinde, Ertosun'un adı sık sık anıldı. Bir hâkimin, Bakırköy 4.
Ağır Ceza Mahkemesi'ne başkan olabilmesi için devreye giren tutuklu sanık Ali
Hadi Emre teknik takibe takılan görüşmesinde, ricacı olduğu HSYK Başkanvekili
Kadir Özbek'in “Ertosun'a da bir görün” dediğini anlattı.
MAHKEME BAŞKANI YAPALIM
Yargıtay ve Danıştay'daki davalara ve kritik yerlere
yapılacak atamalara müdahale eden ve Ergenekon'la bağlantılı hareket ettiği
ileri sürülen yapılanmanın, İstanbul Adliyesi'nde görevli hâkim Yavuz Öztürk'ü,
Bakırköy 4. Ağır Ceza Mahkemesi başkanlığına getirme gayretleri teknik takibe
takıldı. HSYK üyesi Ali Suat Ertosun'un adının da karıştığı bu girişim, tutuklu
sanık Ali Hadi Emre'nin mahkeme kararıyla dinlenen telefon görüşmelerine
yansıdı. Şüpheli Emre'nin, hâkim Öztürk'le yaptığı 26 Ekim 2009 tarihli
görüşmeye göre; tayin konusu ilk olarak gözaltına alınan Adalet Eski Bakanı
Seyfi Oktay aracılığıyla HSYK Başkanvekili Kadir Özbek'e iletildi. Emre, tayin
için ricacı oldukları HSYK Başkanvekili Özbek'in talep üzerine kendilerine
“Ertosun'a da bir görün” dediğini Yavuz'a aktardı.
'MERAK ETME, GARANTİ' DEDİ
Ali Hadi Emre, hâkim Yavuz'a sanık Kudbettin
Kaya ile birlikte görüştükleri Seyfi Oktay'ın tayin için garanti verdiğini
söyledi. Emre, “Bizim avukat Kutbettin'i tanıyorsun. Gene bir ara yemek yedik,
Seyfi abi vardı. Ondan sonra; yani seninle ilgili yine konuştuk, yani o çok
garanti konuştu ya, ben de sana söylemedim, yani dedim hani ne olur ne olmaz,
belli olsun, ondan sonra” dedi. İkili arasındaki görüşmeden tayin konusunda
beklenen sonucun çıkmadığı anlaşılırken, bu konuda yeni bir girişimde bulunma
gayretleri de kayıtlara geçti.
ERTOSUN'A DA BİR GÖRÜN
Tutuklu sanık Ali Hadi Emre, telefon görüşmesi yaptığı
hâkime tayin meselesi için HSYK Başkanvekili Kadir Özbek ile de konuştuğunu
aktardı. Sanık Emre, tayin için gereken adresi şu sözlerle gösterdi: “Kadir
beye bir şey söylediğiniz zaman diyor ki, daha başka talepler de vardı. Şeye de
söyleyin; Ertosun'a. Onu da bir görün falan diyordu.” Bu sözler üzerine hâkim Yavuz,
tayin için garanti veren eski bakan Mehmet Seyfi Oktay'a şikâyetinin
iletilmemesini istedikten sonra şunları söyledi: “Mehmet bey dedi, sen bu sefer
olmadın; ama bir dahaki sefere kesin. Hiç merak etme. Ben canı gönülden
çalışacağım demişti.”
'BAŞKA YERE ATAYIN' RANDEVUSU
Büyük bir kente tayin isteyen Giresun Savcısı Nihat Nuri
Akar'ın, önce tutuklu sanık Ali Hadi Emre ile irtibata geçtiği de telefon
dinlemelerine takıldı. Emre'nin de talebi Adalet Eski Bakanı Seyfi Oktay'a
aktardığı tespit edildi. Savcı Akar ile Ali Hadi Emre arasında 14 Aralık 2009
tarihli telefon görüşmesinde ise tayin işinin Seyfi Oktay ve HSYK Başkanvekili
Kadir Özbek'le yemekli bir toplantıda görüşüldüğü belirlendi. Giresun Savcısı
Akar'ın, Emre, Oktay ve Özbek'in yanı sıra tayini yaptırmak için HSYK üyesi Ali
Suat Ertosun'la görüşmek amacıyla yakınlarıyla temasa geçtiği ve randevu
ayarlamaya çalıştığı da tespit edildi.
Soruşturma kapsamında mahkeme kararıyla yapılan telefon
dinlemelerinde tutuklanan şüphelilerin 'Dede' diye hitap ettiği Adalet Eski
Bakanı Seyfi Oktay'ın başını çektiği ileri sürülen yapılanmanın, yüksek yargıya
atama ve tayin işlerinde HSYK Başkanvekili Kadir Özbek, HSYK üyesi Ali Suat
Ertosun'u kullanmaya çalışması ise dikkat çekti.
Özbek'e isimleri toptan verin
Yargıyı kıskaca alan yapının, 2007 yılında çeteyle irtibatlı
olduğu için meslekten atılan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi'nde görevli eski
hâkim A K'nın geri dönebilmesi için ciddi çalışmalar
yürüttüğü de iletişim tespit tutanaklarına geçti. K'nın
görevine dönebilmesi için şüpheli Oktay'ın HSYK Başkanvekili Kadir Özbek'le
randevu ayarlamaya çalıştığı belirlendi. Eski hakimin, tutuklu sanık Ali Hadi
Emre'nin araya girmesiyle Danıştay 8. Daire Başkanı Sıddık Yıldız'la görüştüğü
belirlendi. Yıldız'ın da eski hâkim K'yı Danıştay
kökenli HSYK üyeleriyle görüştürmeye çalıştığı saptandı. Tutanaklara giren 8
Haziran 2009 tarihli görüşmede; Oktay tayin işlemlerin olacağını belirterek,
“Sen bu adamların hepsini not edersin, ben de ederim, şöyle üç mü beş mi yedi
mi on mu var. Bir gün başkanı çağırırım, şunların üzerinde durmanı istiyorum”
karşılığını verdi.
CHP'li vekilin işini de görmüş
Ergenekon soruşturması kapsamında görüşmeleri teknik takibe
alınan şüpheli Seyfi Oktay'ın, CHP İzmir Milletvekili Abdürrezzak
Erten'in tayin ricası için de devreye girdiği ortaya çıktı. CHP'li vekil
Erten'in tayin isteğini alan Adalet eski Bakanı Oktay'ın, Şanlıurfa Cumhuriyet
Savcısı Serdar Gür'ün kişisel bilgilerini HSYK Başkanvekili Kadir Özbek'e
ilettiği kayıtlarda yer aldı. 10 Aralık 2009'da Oktay'ı arayan CHP'li Erten,
“Saygılar sunuyorum bakanım. Şimdi dün beni aradılar. Bu Urfa Cumhuriyet
Savcısı Serdar Gür. Beni, ya ne olur, sayın bakanımı acaba şey yapabilir
misiniz diye. Çünkü geçen sefer çıkacaktı yaz kararnamesinde. İstiyordu” dedi.
Bu sözlerin ardından Oktay ise olayı HSYK Başykanvekili
Özbek'e aktardığını belirtti. Tayin işleminin gerçekleşeceğinden emin konuşan
Oktay, “Ben söyledim şeye Kadir beye. İnşallah bir yaramazlık olmaz” şeklinde
konuştu.
Mübaşir için bile devreye girmişler
Yargıya müdahaleleri teknik takibe takılan sanıkların,
mübaşir tayinleri için bile seferber oldukları ortaya çıktı. İstanbul
Adliyesi'nde görevli Mustafa Oğuz adlı bir mübaşirin Bakırköy Adliyesi'ne
tayinini çıkarılması için yürütülen çalışmaları tutuklu sanık Ali Hadi
Emre'nin, Bakırköy Adelet Komisyonu Başkanı Ferit Arslankurt'la yaptığı telefon görüşmelerinden tespit
edildi. Tutuklu sanık Emre, 8 Ekim 2009 tarihli görüşmede Başkan Arslankurt'a “Bizim burada, DGM'de bir mübaşir vardı.
Mustafa size gelmiş galiba” dedi. Arslankurt'un “Bize
gelen hakim mi” sorusu üzerine Emre, “Yok yok mübaşir, mübaşir Mustafa. Şimdi
size uğrayacak. Bu bizim böyle sevdiğimiz bir çocuk. Buna biraz…” karşılığını
verdi. Başkan Arslankurt, son operasyonda tutuklanan
Emre'nin ricası üzerine “tamam” dedi.”
11. Başvurucu, söz konusu haber
nedeniyle kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu ileri sürerek 9/6/2011
tarihinde Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesinde ilgililer aleyhine manevi
tazminat davası açmıştır.
12. Ankara 24. Asliye Hukuk
Mahkemesi 17/5/2012 tarihli kararla davayı reddetmiştir. Mahkemenin gerekçesi
şöyledir:
“Basın özgürlüğü, Anayasa’nın 28. maddesi ile 5187
sayılı Basın Yasası’nın 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde
basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına
sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde
yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle
içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi
sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma,
değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve
yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu
bulunmaktadır. Bunun içindir ki, bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı
ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil
eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi
gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık
oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki
olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir.
Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp, yayınlarında
Anayasa’nın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanunu’nun 24 ve
25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan
kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur.
Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya
geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma
altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması
gerektiği, bunun sonucunda da daha az üstün olan yararın daha çok üstün
tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının
uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek
yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının
gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun
güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de
korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın
yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan
olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.
Davaya konu yayında; İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet
Başsavcı Vekilliğince yürütülen, kamuoyuna yansıyan daha sonra düzenlenen
iddianamesi Mahkemece kabul edilen Adalet Eski Bakanı Seyfi Oktay'ın içinde yer
aldığı bazı kişilere karşı yapılan soruşturmanın haberinin yer aldığı, verilen
haberde soruşturmaya konu kişilerin soruşturmaları yürüten hâkim ve savcılara
baskı kurarak yargıyı etkilemek amacıyla HSYK üyeleri ile temas kurduklarından
bahsedildiği, davacının resminin haber içerisinde yer aldığı, haberin tamamının
incelenmesinde davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde bir yayının
olmadığı, iddianameye yansıyan ve yasal delil olan, davasının açıldığı tarihte
tüm kamuoyunca öğrenilen kişilerin telefon görüşmelerine dayalı olarak haber
yapıldığı, haber konusu olayın güncel olduğu, kamuoyunun haber konusunu takip
ettiği, halen yargılamaları süren bazı kişilerin yargıyı etkilemek için
faaliyetlerinin bulunduğunun yadsınamaz gerçek olduğu, davacının Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulundaki önemli ve kritik görevi nedeniyle eleştiri
niteliğindeki bu yayına katlanması gerektiği, haberin başlığı ve içeriği
birlikte değerlendirildiğinde davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde
olmadığı, bu sebeple davanın reddi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır.”
13. Başvurucunun temyizi üzerine
karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 19/6/2013 tarihli ilamıyla onanmıştır.
14. Başvurucunun karar düzeltme
talebi, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 27/11/2013 tarihli ilamıyla
reddedilmiştir.
15. Anılan karar 2/1/2014
tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve başvurucu 28/1/2014 tarihinde Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
16. 11/1/2011 tarihli ve 6098
sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 58. maddesi şöyledir:
“Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı
manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini
isteyebilir.
Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim
biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı
kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
17. Mahkemenin 15/10/2015 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 28/1/2014 tarihli ve 2014/1416 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
18. Başvurucu,
i. Davaya konu haberde
kendisinin görevini kötüye kullanan, yasa dışı işler yapan ve Ergenekon Terör
Örgütü olarak adlandırılan örgütün üyelerini koruyan, onlarla işbirliği
içerisinde bulunan, Ergenekon davasında görevli hâkim ve savcıların görevden
alınması için çaba harcayan; taraflı, derin ve kirli ilişkiler içerisinde
bulunan bir kişi olarak gösterildiğini,
ii. Bahsi geçen haberin, HSYK
ile ilgili Anayasa değişikliği tartışmalarının gündemde olduğu, hâkim ve
savcıların atanmasına ilişkin kararname çalışmalarının yapıldığı bir dönemde
kaleme alındığını ve siyasi iktidarın Anayasa değişikliği teklifinin kabul
edilmesini sağlama, hâkim ve savcıların özlük haklarıyla ilgili alınan
kararları kamuoyu nezdinde tartışılır hâle getirme amacı taşıdığını,
iii. HSYK üyesi olarak hâkim ve
savcıların atanmasına ilişkin kararname çalışmalarında görüş bildirmesinin,
teklif ve önerilerde bulunmasının görevi olduğunu, nitekim bu olayların
yaşanmasından üç dört yıl sonra görev yerlerinin değiştirilmesi yönünde öneride
bulunduğu hâkim ve savcıların, kamuoyuna yansıyan davalarda verdikleri
kararların tartışılır hâle geldiğini ve tamamının görev yerinin yeni HSYK
döneminde değiştirildiğini, dolayısıyla anılan haberin gerçeği yansıtmadığını
ve dönemin siyasi konjonktürü gereği yapıldığını,
iv. Söz konusu haberde ifade
özgürlüğünün ve eleştiri yapma hakkının sınırlarının aşıldığını, kullanılan
ifadelerin şeref ve haysiyetine saldırı niteliğinde olduğunu, Derece
Mahkemelerinin davalının haber ve yorum yapma özgürlüğü ile kendisinin
itibarının korunması arasındaki dengeyi sağlayamadığını,
v. Açmış olduğu davanın
hakkaniyete aykırı olarak reddedildiğini, ret kararının temyizi üzerine Yargıtayca verilen onama ve karar düzeltme ilamlarının
gerekçeden yoksun olduğunu ileri sürmüş; Anayasa’nın 17., 25., 26., 28., 36.,
40., 90. ve 141. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu,
ihlalin tespiti ile yargılamanın yenilenmesi veya 20.000 TL manevi tazminatın
ödenmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
19. Başvurucu, tahkir içeren
sözler nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının, Derece Mahkemelerinin
değerlendirmelerinin kendisini korumaması nedeniyle ihlal edildiğini belirterek
Anayasa’nın 17., 25., 26., 28., 36., 40., 90. ve 141. maddelerinin ihlal
edildiğini ileri sürmüş ise de şikâyet ettiği koşullar ve şikâyetlerini dile
getirme biçimi dikkate alınarak bu şikâyetlerin Anayasa’nın 17. maddesi
bağlamında incelenmesi uygun görülmüştür.
20. Bakanlığın görüş yazısında
Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları
hatırlatılmıştır.
21. Başvuru konusu olaya benzer
olaylarda uygulanacak ilkeler ilk olarak İlhan Cihaner
(B. No: 2013/5574, 30/6/2014, §§ 42-74) kararında ortaya konulmuştur. Daha
sonra aynı ilkeler Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu tarafından benimsenmiş (Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617,
8/4/2015, §§ 35-66; Nihat Özdemir [GK],
B. No: 2013/1997, 8/4/2015, §§ 29-61) ve Bölümler önlerine gelen şikâyetlerde
sözü geçen ilkeleri uygulamışlardır (Ali
Suat Ertosun, B. No: 2013/1047, 15/4/2015, §§ 21-52; Ali Suat Ertosun (2), B. No: 2013/1640,
15/4/2015, §§ 19-50).
22. Başvuruya konu sözler ve
iddialar (bkz. §§ 9, 10) nedeniyle başvurucunun kişisel itibarının korunması
hakkına müdahale edildiği kabul edilmelidir. Bu sebeple mevcut davada
başvurucunun, Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında koruma altına
alınan kişisel itibarın korunmasını isteme hakkı ile ulusal günlük gazetenin ve
şikâyet konusu haberin yazarı gazetecinin Anayasa’nın 28. maddesinde güvence
altına alınan basın özgürlüğü ve bu özgürlükle bağlantılı olarak Anayasa’nın
26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü arasında bir denge
kurulması gerekmektedir.
23. Bireyin kişisel şeref ve
itibarı, Anayasa’nın 17. maddesinde yer alan “manevi varlık” kapsamında yer
almaktadır. Devletin, bireyin manevi varlığının bir parçası olan kişisel şeref
ve itibara keyfî olarak müdahale etmemek şeklinde negatif yükümlülüğü ve üçüncü
kişilerin saldırılarını önlemek şeklinde pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır (Abdullah Doğtaş, B. No: 2013/1123,
2/10/2013, § 33). Şeref ve itibarı etkileyen sözlü saldırılar veya yapılan
yayınlara karşı bireyin korunmaması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesinin birinci
fıkrası ihlal edilmiş olabilir (Kadir Sağdıç,
§ 36; İlhan Cihaner,
§ 42). Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının olaya
uygulanabilmesi için kişinin itibarına yapılan saldırının, kişinin itibarına saygı
gösterilmesini isteme hakkından başvurucunun kişisel olarak yararlanmasına
zarar verecek şekilde yapılmış olup olmadığını olayın şartlarına göre
değerlendirir (Kadir Sağdıç, §
39; İlhan Cihaner,
§ 45).
24. Öte yandan ifade özgürlüğü,
demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardandır. Aynı zamanda
toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini
oluşturmaktadır. Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrası saklı tutulmak
üzere, ifade özgürlüğünün sadece toplum tarafından kabul gören veya zararsız ya
da ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil; incitici, şoke edici ya
da rahatsız edici bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğu yinelenmelidir.
İfade özgürlüğü; yokluğu hâlinde “demokratik bir toplum”dan
söz edilemeyen çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir ve
bazı istisnalara tabi ise de bu istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın
sınırlandırılmasının ikna edici olması gerekir (Kadir Sağdıç, § 48; İlhan
Cihaner, § 55; benzer yönde AİHM kararı
için bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72,
7/12/1976, § 49).
25. Mevcut olaydaki gibi
başvurularda başvurunun sonucu; prensip olarak başvurunun, ihtilaflı yazı ve
sözlerin sahibi tarafından Anayasa’nın 26. maddesine dayanılarak yapılmış
olması ile bu yazıya veya sözlere konu olan kişi tarafından Anayasa’nın 17.
maddesinin birinci fıkrasına dayanılarak yapılmış olmasına göre değişmez. Aksi
hâlde Anayasa’nın anılan maddelerinde korunan hakların dengelenmesinde, benzer
olaylarda çelişkili sonuçlar ortaya çıkabilir. Yargı mercilerinin bu iki
maddede düzenlenen haklar arasında Anayasa Mahkemesi içtihadında ortaya konulan
kriterlere uygun bir şekilde bir denge kurmaları gerekir.
26. Basın özgürlüğü ile itibarın
korunması hakkı arasında bir denge kurulmasıyla ilgili olarak mevcut olaya
uygulanabilecek olan kriterler şu şekilde sayılabilir: Genel yarara ilişkin bir
tartışmaya katkı sağlanıp sağlanmadığı, hedef alınan kişinin konumu (siyasetçi,
kamu görevlisi veya sıradan birey olup olmaması ve ünlülük derecesi gibi);
haber, köşe yazısı veya makalenin konusu, ilgili kişinin önceki davranışlar;
yayının içeriği, şekli ve sonuçları ile haber, köşe yazısı veya makalenin
yayımlanma şartları (İlhan Cihaner, §§ 66-73; Kadir Sağdıç, §§ 58-66; Nihat
Özdemir, §§ 54-61; Ali Suat
Ertosun, §§ 44-52; Ali Suat
Ertosun (2), §§ 42-50).
27. Somut davanın kendine has
koşullarında Mahkemelerin başvurucuyu eleştiri sınırını aşan bir müdahaleden
korumakta yetersiz kalıp kalmadıkları incelenmelidir. Bu bağlamda somut
başvuruda taraflar arasındaki ihtilaf -büyük ölçüde- dava konusu yazının maddi
vakıaların açıklanması veya değer yargısı olarak nitelendirilmesi ile
ilgilidir. Bu noktada, maddi olgular ile değer yargısı arasında dikkatli bir
ayrıma gidilmelidir. Maddi olgular ispatlanabilse de değer yargılarının
doğruluğunu ispatlamanın mümkün olmadığı hatırda tutulmalıdır (Kadir Sağdıç, § 57; İlhan Cihaner, §
64; benzer yönde AİHM kararı için bkz. Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 46). Yine de yeterli
bir olgusal temele sahip olması beklenmekle birlikte yargılamaya konu bir
yazının bütün olarak ele alındığında kamu yararını ilgilendirmesi, değer
yargısı kavramının geniş yorumlanması gerekliliğini ortaya koymaktadır. Bir suç
isnadının sağlam bir nedene dayandığının ortaya konulmasında kesinlik şartının
-kamu yararı ile ilgili bir konuda, gazetecilerin değer yargısı içeren
ifadeleri bakımından da- aranmasını beklemek basın özgürlüğünün amacı ile
bağdaşmaz (Benzer yönde AİHM kararı için bkz. Scharsach ve News Verlagsgesellschaft GmbH/Avusturya, B. No: 39394/98, 13/2/2004, §§
39-43).
28. Başvurucu, dava konusu
haberde kendisinin; görevini kötüye kullanan, yasa dışı işler yapan ve
Ergenekon Terör Örgütü olarak adlandırılan örgütün üyelerini koruyan, onlarla
işbirliği içerisinde bulunan, Ergenekon davasında görevli hâkim ve savcıların
görevden alınması için çaba harcayan; taraflı, derin ve kirli ilişkiler
içerisinde bulunan bir kişi olarak gösterildiğini iddia etmektedir. Buna karşın
İlk Derece Mahkemesi, söz konusu haberin basın özgürlüğünün sınırlarını aşmayan
eleştirel nitelikte bir haber olduğunu kabul etmiştir.
29. Başvurucunun, davalının
sözlerinin şahsiyet haklarına yönelik bir saldırı olduğu yönündeki
değerlendirmelerine karşı davalı, söz konusu haberde kişilik haklarına saldırı
niteliğinde ifadelerin bulunmadığını, yapılan haberde başvurucunun hedef
alınmadığını, bağımsız yargıyı etkilemek isteyen bazı kişilerin olduğu hususuna
dikkat çekilmek istendiğini, haberin gerçek ve kamuoyunun ilgisine matuf
olduğunu ileri sürmüştür. İlk Derece Mahkemesi, dava konusu haberde İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığınca eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay'ın da aralarında
bulunduğu bazı şüpheliler hakkında yürütülen ve kamuoyuna da yansıyan bir
soruşturmaya ilişkin bilgilerin yer aldığını belirtmiştir. Mahkemeye göre
haberde şüphelilerin, Ergenekon soruşturması olarak nitelendirilen soruşturmayı
yürüten hâkim ve savcılara baskı kurarak yargıyı etkilemek amacıyla HSYK
üyeleri ile temas kurduklarından bahsedilmektedir. İlk Derece Mahkemesi, habere
konu olayın güncel, görünür gerçeğe uygun ve kamuoyunun ilgisine matuf
olduğunu, haberin bütünü değerlendirildiğinde başvurucunun HSYK’daki
önemli ve kritik görevi nedeniyle eleştiri niteliğindeki bu habere katlanması
gerektiğini belirterek başvurucunun kişilik haklarına herhangi bir saldırı
olmadığını kabul etmiştir.
30. Başvurucu ayrıca başvuru
konusu haberde kendisinin görevini kötüye kullanan, yasa dışı işler yapan ve
Ergenekon Terör Örgütü olarak adlandırılan örgütün üyelerini koruyan, onlarla
işbirliği içerisinde bulunan, Ergenekon davasında görevli hâkim ve savcıların
görevden alınması için çaba harcayan; taraflı, derin ve kirli ilişkiler
içerisinde bulunan bir kişi olarak tanımlandığını ve böylece kendisine hakaret
edildiğini ileri sürmüştür. İlk Derece Mahkemesi, davalının kullandığı şikâyet
konusu ifadelerin, davacı tarafın kişilik haklarına herhangi bir saldırı
oluşturmadığını kabul ederek davayı reddetmiştir. Somut davada İlk Derece
Mahkemesi, davalının kullandığı sert sözlere onun verdiği anlamın ötesinde
anlam yüklemeyi reddetmiştir.
31. Başvurucu, davalı tarafından
kaleme alınan haberde şahsiyet haklarına yönelik bir saldırı olduğunu ileri
sürmektedir. Buna karşılık davalı, haberde yer verilen bilgilerin güncel ve
kamuoyunun ilgisine matuf olduğunu ve hukuka aykırı bir yönünün bulunmadığını
iddia etmiştir. İlk Derece Mahkemesi de başvurucunun talebini, söz konusu
haberin bir bütün olarak görünür gerçeğe uygun olduğu ve özle biçim arasındaki
dengenin bozulmadığı şeklinde değerlendirerek reddetmiştir.
32. İlk olarak başvuruya konu
haberde davalının dile getirdiği düşüncelerin, olgular temelinde gelişen bir
tartışmaya katkı sunup sunmadığı ve içeriğinin kamunun merakını giderme
isteğinin ötesine geçip geçmediği sorularına cevap verilmelidir. Bu bağlamda,
bir haber, köşe yazısı veya makalenin kamuyu bilgilendirme değeri ne kadar
yüksek ise kişinin söz konusu haber, köşe yazısı veya makalenin yayımlanmasına
o kadar çok katlanması gerekir. Aksine haberin bilgilendirme değeri ne kadar
düşükse kişinin korunan çıkarına o kadar çok üstünlük tanınması gerekir (İlhan Cihaner, §
74). Basının genel yarar nitelikli bütün sorunlarla ilgili bilgi ve fikir yayma
fonksiyonuna, kamunun bu bilgi ve fikirleri alma hakkının eklendiği
hatırlanmalıdır.
33. Şikâyet konusu haberin
yayımlandığı dönem, ülkede sivil hükûmete karşı darbe hazırlığı yapıldığına
ilişkin iddialar üzerine başlatılan ve “Ergenekon soruşturmaları” adı verilen
bir dizi soruşturmanın devam ettiği ve özel yetkili hâkim ve savcıları da
etkileyecek bir kararname hazırlığının yapıldığı bir dönemdir. Bu kapsamda
basın ve yayın organlarında, HSYK toplantılarında hâkim ve savcıların
atanmalarına ilişkin kararnamenin hazırlanması esnasında bazı HSYK üyelerinin,
Ergenekon ve KCK davaları olarak nitelendirilen davalara bakmakta olan hâkim ve
savcıların görevden alınmalarına ilişkin talepleri olduğu yönünde pek çok haber
yayımlanmıştır.
34. Başvuruya konu haberin
yayımlandığı dönemde başvurucu ile ilgili olarak bir süre basın ve yayın
organlarında haber yapılmış ve yazılar yazılmıştır. Nitekim başvurucunun
bireysel başvuru dosyasına eklediği gazete kupürleri de bunu doğrulamaktadır.
Başvurucu uzun bir süre Adalet Bakanlığında genel müdürlük, Yargıtay üyeliği ve
HSYK üyeliği yapmıştır. Başvuruya konu haberde, hâkim ve savcıların
atanmalarına ilişkin kararname çalışmalarında Ergenekon ve KCK davaları olarak
nitelendirilen davalara bakmakta olan hâkim ve savcıların görevden alınmalarına
ilişkin taleplerde bulunan başvurucunun adının, Ergenekon yapılanmasının yargı
ayağını ortaya çıkaran soruşturmaya karıştığı ileri sürülmüş, bu iddialar
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay'ın da
aralarında bulunduğu bazı şüpheliler hakkında yürütülen ve kamuoyuna da
yansıyan bir soruşturmada elde edildiği ileri sürülen telefon görüşmelerine
dayandırılmış ve haberde bu telefon görüşmelerine ayrıntılı olarak yer
verilmiştir. Şikâyet konusu haberde dile getirilen iddialar ile haberin
yayımlandığı dönemdeki olaylar başvurucunun beyanlarıyla birlikte
değerlendirildiğinde söz konusu haberde sarf edilen sözlerin ve iddiaların bir
ölçüde genel yarar nitelikli bir tartışmaya katkı sundukları kabul edilebilir.
35. Adalet sisteminin düzgün
işlemesi için görev yapan kamu görevlileri olan hâkim ve savcılarla yüksek
mahkeme üyeleri de diğer kamu görevlileri gibi kamunun güvenine sahip
olmalıdırlar (Benzer yönde AİHM kararı için bkz. Saday/Türkiye, B. No: 32458/96, 30/3/2006, § 33). Bu sebeple
adalet sisteminde görev alan hâkimler ve savcılarla birlikte diğer yargı
çalışanlarını asılsız suçlamalardan korumak devletin görevlerindendir.
Demokratik bir toplumda bireylere, yargı sistemi ve ona dâhil olan kamu
görevlilerini eleştirme ve onlar hakkında yorum yapma hakkı tanınmış olmakla
birlikte bu eleştirilerin kişilerin şeref ve itibarlarının korunmasını isteme
haklarını ihlal eder boyuta ulaşmaması gerekir (İlhan Cihaner, § 85).
36. Buna karşılık başvurucu,
şikâyet konusu haberde sözü edilen, hâkim ve savcıların atanmalarına ilişkin
kararname çalışmalarında Ergenekon ve KCK davaları olarak nitelendirilen
davalara bakmakta olan hâkim ve savcıların görevden alınmalarına ilişkin
taleplerde bulunduğuna ilişkin iddiaların dile getirildiği dönemde HSYK
üyesidir ve HSYK’ya Yargıtay üyeleri tarafından
seçilmiştir. Ayrıca HSYK’nın idari bir kurul olduğu
göz önünde bulundurulmalıdır. Başvurucunun, olayların geçtiği dönemde -hâlen
Türkiye kamuoyunda tanınan bir bürokrat olduğu ve tanınmışlık derecesi dikkate
alındığında- az bilinen bir kişi olduğu iddia edilemez. Dolayısıyla başvurucu,
Türk yargı sistemi için önemli olan HSYK üyeliği görevi nedeniyle eleştirilere
sıradan kişilere göre daha fazla katlanmalıdır.
37. Diğer yandan söz konusu
haber nedeniyle başvurucunun kişisel kariyerinin ve mesleğinin önemli ölçüde
etkilenmediği göz önünde tutulmalıdır. Nitekim haberin yayımlandığı dönemde
başvurucunun HSYK üyeliği devam etmiştir ve başvurucu hâlen Yargıtay üyesi
olarak kariyerine devam etmektedir.
38. Son olarak başvuruya konu
haberde abartıya kaçılmadığı da söylenemez. Ne var ki basın özgürlüğü
kapsamının, demokrasi ile yakın ilişkisinin doğal sonucu olarak bir dereceye
kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması
gerektiği kabul edilmelidir (Kadir Sağdıç,
§ 76; Radio France ve diğerleri/Fransa, B. No: 53984/00, 30/3/2004, § 37).
39. Anayasa Mahkemesi veya
derece mahkemeleri, gazetecilik mesleğinin nasıl yapılması gerektiğini ve
gazetecilerin haber verme tekniğini belirleyemezler. Zira bir düşüncenin hangi
üslup ve biçimle en iyi şekilde aktarılacağına bizzat düşünceyi dile getirenler
karar verebilir. Bu bağlamda Anayasa’nın 26. maddesinin sadece ifade edilen haber
ve fikirlerin içeriğini değil, aynı zamanda bunların nakledilme biçimlerini de
koruduğu hatırda tutulmalıdır (Ali Suat
Ertosun, § 66; Oberschlick/Avusturya, B. No: 11662/85, 23/5/1991, § 57).
40. Somut olayda İlk Derece
Mahkemesi, davalının basın özgürlüğü ve bu bağlamda ifade özgürlüğü ile
başvurucunun şeref ve itibarının korunması hakları arasında bir denge kurma
işlemi yapmıştır. İlk Derece Mahkemesi, dava konusu haberin genel çıkarı
ilgilendiren bir tartışmaya katkı sunup sunmadığı sorusuna özel bir önem vermiş
ayrıca haberin yapıldığı şartlar üzerine de eğilmiştir. Mahkeme, davaya konu
haberde geçen olayların gerçekliği meselesine değinmiş; söz konusu haberde yer
alan ifadelerin, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca eski Adalet Bakanı Seyfi
Oktay'ın da aralarında bulunduğu bazı şüpheliler hakkında yürütülen ve
kamuoyuna da yansıyan bir soruşturmada elde edilen telefon görüşmelerine
dayandığını belirterek haberde yer alan iddiaların olgusal temelden tümüyle
yoksun olmadıkları, yayının yapıldığı tarihte meydana gelen olaylarla yayının
içeriği arasındaki öz-biçim ilişkisinin bozulmadığı ve başvuruya konu haberde
geçen olayların “görünür gerçekliğe uygun” olduğu yönünde değerlendirmede
bulunmuştur.
41. Bu şartlarda yukarıdaki
değerlendirmelerin tamamı ve yargı mercilerinin farklı çıkarları dengelerken
sahip oldukları takdir payları da dikkate alındığında Anayasa’nın 17.
maddesinin birinci fıkrasında yer alan pozitif yükümlülüklere uyulduğu, Derece
Mahkemelerince tarafların haklarının değerlendirilmesinde açık bir dengesizlik
saptanmadığı ve bu kapsamda bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun,
diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
42. Osman Alifeyyaz
PAKSÜT bu görüşe katılmamıştır.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına
15/10/2015
tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1.
Başvurucunun kişilik haklarını haleldar ettiği öne sürülen gazete haberleri
arasında, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyesi olan başvurucunun “… HSYK kararnamesine alternatif liste hazırlayarak
kriz çıkartan Ertosun’un, bağımsız yargıyı baskı altına almak isteyen yapılanmanın
işlerini takip ettiği telefon konuşmalarına takıldı” şeklinde
ifadeler yer almıştır.
2.
Gazete haberlerinde, başvurucunun dışındaki üçüncü kişiler arasında yapılan
telefon konuşmalarına ilişkin dinleme kayıtlarından alıntılar yapılmakta, ancak
başvurucunun üçüncü kişiler tarafından HSYK kararnamesine müdahale anlamına
gelebilecek türden iş ve işlemleri yaptığına dair bir kanıt sunulmamaktadır.
Nitekim, bahse konu üçüncü kişilerin konuşmaları arasında başvurucunun bu yönde
bir eyleminin gerçekleştiğine dair bir ifade de bulunmamaktadır.
3.
Buna göre, başvurucunun herhangi bir yapılanmanın işlerini takip ettiğini
gösterir nesnel ve somut bir veri sunmadan, kesinlik kazanmış gibi, “… işlerini takip ettiği …” tarzında,
kesinlik içeren haberlerin verilmesi, objektif yayıncılık ilkeleriyle
bağdaşmamakta ve başvurucuyu kamu oyu önünde peşinen suçlu ilan etmektedir.
4.
Bu türden yayınların “görünür gerçekliğe
uygun” ve “genel yarar sağlayan
bir tartışmaya katkı” niteliğinde görülemeyeceği, derece mahkemelerince
verilen kararlarda fahiş bir takdir hatası bulunduğu, bu nedenle başvurunun
kabul edilmesi gerektiği düşüncesiyle muhterem çoğunluğa katılmamaktayım.
|
|
|
|
Üye
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|