TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
EROL KAPLAN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/14284)
|
|
Karar Tarihi: 27/6/2018
|
R.G. Tarih ve Sayı: 27/7/2018-30491
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Akif
YILDIRIM
|
Başvurucular
|
:
|
1. Erol
KAPLAN
|
|
|
2. Fazıl
Ahmet TAMER
|
|
|
3. Hasan
DEMİR
|
Vekili
|
:
|
Av. Mert Er
KARAGÜLLE
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, yasak usullerle ve müdafi hazır bulunmaksızın
kollukça alınan ifadelere dayanılarak mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle
adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 26/8/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
A. Başvurucular
Hakkındaki Yargılama Süreci
9. Başvurucular, yasa dışı bir örgüt olan "Türkiye Halk
Kurtuluş Partisi (THKP)-Yeniden Kuruluş Birliği/Halkın Kurtuluş Güçleri"ne karşı İstanbul Emniyet Müdürlüğünce
düzenlenen operasyon kapsamında 19/4/1994 tarihinde gözaltına alınmış ve
sorgulanmak üzere Terörle Mücadele Şubesine götürülmüştür.
10. Yakalama tutanağına göre başvurucular, Zeytinburnu'nda bir
kahvehanede yakalanmışlardır. Tutanakta ayrıca başvurucuların Fazıl Ahmet Tamer
yönetimindeki 34 F... 94 plakalı araçtan indikleri, kahvehanede başvurucular
dışındaki diğer örgüt mensuplarının da yakalandığı belirtilmiştir. Araçta
yapılan aramada üç adet el bombası, üç adet otomatik silah, iki adet tabanca,
bol miktarda mermi, iki adet el telsizi, bir adet maske, iki adet maymuncuk ve
ip ele geçirilmiştir.
11. Arama sırasında hazır bulunan Bomba İmha Uzmanı Polis Memuru
K.T. başvurucuların yargılanması sırasında alınan beyanında; işini yaptığı
sırada şüphelilerin orada bulunmadığını, tutanağın Emniyet Müdürlüğünde
düzenlendiğini ifade etmiştir. Başka bir kolluk memuru da başvuruculardan Hasan
Demir'in başka bir yerde (evde) yakalandığını beyan etmiştir.
12. Müdafileri, başvurucular Hasan Demir ve Fazıl Ahmet Tamer
ile görüşmek için İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Başsavcılığından
22/4/1994 tarihinde izin almıştır. Verilen izin, anılan başvurucuların yer
gösterme için başka bir yerde bulundukları gerekçesiyle yerine getirilmemiştir.
13. Başvuruculara 19/4/1994 ile 27/4/1994 tarihleri arasında
birçok defa yer gösterme işlemi yaptırılmıştır. Müdafileri olmaksızın
hazırlanan tatbikatlı ve ifadeli yer gösterme tutanaklarına göre başvurucular
isnat edilen birçok yasa dışı eylemi ikrar etmiş; kendilerini ve diğer
şüphelileri suçlayıcı beyanlarda bulunmuşlardır.
14. 19/4/1994 tarihli ifadeli teşhis tutanağında belirtilen
yerde (başvurucular Hasan Demir ve Erol Kaplan tarafından kullanıldığı iddia
edilen evde) yapılan aramalarda tabanca ve örgütsel dokümanlar bulunmuştur.
Örgüt tarafından depo olarak kullanıldığı iddia edilen yerde 20/4/1994 ve
26/4/1994 tarihlerinde yapılan aramalarda ise çok sayıda patlayıcı madde,
tabanca, mermi ve örgütsel doküman ele geçirilmiştir. Anılan arama
başvurucuların yer göstermeleri sonucu yapılmıştır.
15. Başvurucu Hasan Demir, kollukta yer gösterme sırasında
alınan beyanlarının dışında ayrıca ifade vermemiş; diğer başvurucular kollukta
ayrıca verdikleri ifadelerinde üzerlerine atılı suçlamaları kabul etmiştir.
Başvurucuların ifadeleri; hakları hatırlatılmadan, müdafileri olmaksızın
alınmıştır.
16. Başvurucu Fazıl Ahmet Tamer ve Erol Kaplan İstanbul DGM
Başsavcılığındaki 2/5/1994 ve DGM Sorgu Hâkimliğindeki 3/5/1994 tarihli
ifadelerinde suçlamaları inkâr ederek kolluk ifadelerinin ve tutanak
içeriklerinin doğru olmadığını beyan etmiştir. Diğer başvurucu ise DGM
Başsavcılığı ve Sorgu Hâkimliğinde aynı tarihlerde alınan ifadelerinde, tutanak
içeriklerinin doğru olmadığını belirtmiştir. Müdafileri hazır bulunmaksızın
başvurucuların ifadeleri alınmıştır.
17. Başvurucular 3/5/1994 tarihinde tutuklanmış ve 30/5/2001
tarihinde tahliye edilmiştir.
18. Başvurucular hakkında anayasal düzeni zorla değiştirmeye
kalkışma suçunu işlediklerinden bahisle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının
11/7/1994 tarihli iddianamesiyle İstanbul 4 No.lu DGM'de (E.1994/457) kamu
davası açılmıştır. İddianamede başvurucuların örgütsel konumlarına ilişkin
olarak;
i. Başvurucu Hasan Demir'in örgütün siyasi sorumlusu ve lideri
olduğu, örgüt adına çok sayıda eylemi planlayıp bu eylemlerin talimatını
verdiği, sahte kimlikle hücre evinde diğer başvurucu Erol Kaplan ile birlikte
kaldığı, on adet silahlı yağma, hırsızlık ve hırsızlığa kalkışma eylemi
gerçekleştirdiği,
ii. Başvurucu Fazıl Ahmet Tamer'in örgütün basın yayın ve depo
sorumlusu olduğu, kaldığı yerde 6/5/1992 tarihinde yapılan aramada çok sayıda
örgütsel doküman ele geçirildiği, örgüt adına on beş adet hırsızlık, hırsızlığa
teşebbüs, patlayıcı madde atma, silahlı yağmaya teşebbüs eylemine katıldığı,
iii. Başvurucu Erol Kaplan'ın örgütün kurucu üyelerinden olduğu,
değişik kod adları kullandığı, örgüt adına bildiri dağıtma, silahlı ve askerî
eğitim alma, örgüt adına yirmi dokuz adet hırsızlık, pankart asma, silahlı
çatışma, silahlı yağma, patlayıcı madde atma, bildiri dağıtma eylemine
katıldığı iddia edilmiştir.
19. Başvuruculara isnat edilen eylemlerin bir kısmı şöyledir:
2/11/1990 tarihinde Şişli ilçesindeki T. T. Bankasından hırsızlık, 13/12/1990
tarihinde Üsküdar’daki T. H. Bankası Şubesinde hırsızlık, 17/10/1991 tarihinde
Eminönü ilçesindeki E. Şubesine patlayıcı madde koyma, 30/12/1991 tarihinde
Beşiktaş ilçesindeki S... Oteli oto garajına patlayıcı madde koyma, 29/6/1991
tarihinde Bursa Gemlik İlçesi A. Şirketi deposunda silahlı gasp.
20. 16/6/2004 tarihli ve 5190 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü
Kanununda Değişiklik Yapılması ve Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kaldırılmasına
Dair Kanun'un geçici 1. maddesi ile devlet güvenlik mahkemelerinin görev ve
yetkilerine son verilmiş; aynı Kanun'un geçici 2. maddesi gereğince başvurucu
hakkındaki yargılama, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesine devredilmiştir.
21. İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi (CMK mülga 250. madde ile
görevli) anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs etme suçunu
işlediklerinden bahisle 27/4/2007 tarihinde başvurucuların mahkûmiyetine karar
vermiştir. Anılan karar, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 13/2/2008 tarihli
kararıyla bozulmuştur.
22. Başvurucular bozma sonrası yapılan yargılama sonunda
İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 14/5/2012 tarihli kararıyla Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası'nın tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya
ilgaya teşebbüs suçundan 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza
Kanunu'nun 146. maddesi gereğince müebbet hapis cezasına mahkûm edilmişlerdir.
İlk derece mahkemesi başvurucuların ikrarları, yer gösterme ve arama
tutanakları, ele geçirilen silahlar, teşhis tutanakları, ekspertiz raporları ve
diğer sanıkların ifadelerini bütün olarak değerlendirerek sanıkların isnat
edilen eylemleri işlediğine dairkesin kanaate
ulaştığını gerekçesinde ifade etmiştir.
23. Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığınca düzenlenen 21/3/2014 tarihli ve 2012/287540 numaralı tebliğname şöyledir:
"19. 04.1994 tarihinde sanıkların
içerisinde bulundukları 34 F... 94 plakalı araçta yakalanan çeşitli cins ve
miktarda patlayıcı madde ve tabanca, 19.04.1994 tarihli ifadeli teşhis
tutanağında belirtilen yerde Hasan Demir [başvurucu] ve Erol Kaplan [başvurucu]
tarafından kullanılan örgüt evinde yapılan aramalarda ele geçirilen tabanca ve
örgütsel dökumanlar, sanıklarca depo olarak
kullanılan yerde 20.04.1994 ve 26.04.1994 günü yapılan aramada ele geçirilen
çok sayıda patlayıcı madde, otomatik tabanca, tabanca, mermi, patlayıcı madde
ve örgütsel dökümanların ele geçirildiği sabit ise
de; sanıkların yakalandıkları ve gözlem altına alındıkları 19/04/1994 tarihli
Zeytinburnu ilçesi [İ.] Bankası şubesini soyma girişiminin vahamet arz eden bir
eylem olarak kabul edilememesi yanında henüz icrai
işlemlere başlanılamaması nedeniyle sanıkların atılı hırsızlık eyleminden
sorumlu tutulmalarının mümkün olmaması, bunun dışında mahkemece numara verilmek
suretiyle belirtilen vahamet arz eden eylemleri ise sanıkların gerçekleştirdiklerine
ilişkin olarak herhangi bir görgü şahidi, parmak izi ya da başkaca delil
bulunduğuna ilişkin dosyada mahkumiyete yeterli her türlü kuşkudan uzak kesin
ve inandırıcı delile rastlanmadığı, sanıklar aleyhine vahamet arz eden eylem
olarak sadece 29.06.1991 tarihinde Bursa ili Gemlik ilçesi [A.] şirketine ait
işyerinden patlayıcı madde gasp edilmesi olayına ilişkin olarak beyanları hükme
esas alınan tanıklar [İ.K.] ile [R.Ö.nün] ifadeli
teşhis tutanaklarının dosya arasında bulunduğu, sanıkların ise 26.04.1994
tarihli sanıklar Fazıl Ahmet Tamer [başvurucu] ve Erol Kaplan'a [başvurucu] ait
tatbikatlı yer gösterme tutanağı, yine aynı tarihli sanık Erol Kaplan ve Fazıl
Ahmet Tamer'e ait yer gösterme tutanağı, 23.04.1994 -25.04.1994 ve 26.04.1994
tarihli sanıklar Erol Kaplan'a ait yer gösterme tutanakları ile avukat
yardımından faydalandırılmaksızın verdikleri kolluk beyanlarını baskı altında
verdiklerini, işkenceye maruz kaldıklarını beyan etmeleri, (sanık Erol
Kaplan'ın ise kollukta beyanda bulunmadığına ilişkin 15.07.1997 tarihli
tutanak), bunun dışında beyanı hükme esasa alınan tanıklar [İ.K.] ile [R.Ö.nün] kollukta önce [T.D.]isimli bir şahsı teşhis
etmeleri (daha sonra tanık [İ.K.] hakkında Bursa Ağır Ceza Mahkemesinin
1995/265 esas sayılı dosyasında yalan tanıklıktan dolayı dava açılması, [T.D.]
isimli şahsın ise Bursa 1.Ağır Ceza Mahkemesinin 1993/135 esas sayılı
dosyasında gasp suçundan yargılanıp beraat etmesi) daha sonra 23.04.1994
tarihli ifadeli teşhis tutunağında ise Hasan Demir ve
Erol Kaplan'ı teşhis ettiklerine ilişkin kollukta alınan beyanlarından dönüp
tanık [İ.K.nın] 22.01.1997 tarihli duruşmada
huzurdaki sanıkları tanımadığını, daha önce hiç görmediğini, polis kendisini
çağırdığında kendisini "budur" diyerek zorladığı için beyanda bulunduğunu
beyan etmesi, savcılık ve mahkeme beyanları arasında bariz çelişkiler
bulunması, beraber teşhiste bulunduğu diğer tanık [R.Ö.nün]
ise 26.03.1997 tarihli beyanında "kimseyi teşhis edemediğini, sadece olay
yerine üç kişinin geldiğini beyan ettiğini, emniyette budur diye baskı
yaptıkları için beyanda bulunduğunu, huzurda bulunan sanıkları tanımadığını
daha önce hiç görmediğini" beyan etmesi, dosyada bulunan raporlar, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinin 19028/02 nolu başvurusu
üzerine vermiş olduğu 24/07/2007 tarihli sanıkların işkenceye maruz
kaldıklarına ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 3.maddesinin ihlal
edildiğine ilişkin kararı ve tüm dosya kapsamı nazara alındığında söz konusu
beyanlar ve teşhis tutanaklarının anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs
suçu bakımından hükme esas alınmasının mümkün olmaması karşısında; sanıkların
eylemlerinin suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK'nın 168/1-2,
264/4-5-8 ve 6136 sayılı Kanuna muhalefet suçlarını oluşturması, daha sonra
yürürlüğe giren mevzuat hükümleri ile lehe değerlendirmenin yapılması suretiyle
cezalandırılmaları yerine suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde
anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs etme suçundan mahkumiyetlerine
karar verilmesi,
Kanuna aykırı, sanıklar müdafilerinin temyiz
itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden res'en
de temyize tabi olan hükmün BOZULMASI ... Tebliğ olunur."
24. Başvurucuların kararı temyiz etmesi üzerine Yargıtay 9. Ceza
Dairesi, 13/6/2014 tarihli kararıyla ilk derece mahkemesi kararını onamıştır.
25. Başvurucular onama kararından 31/7/2014 tarihinde haberdar
olmuşlardır.
26. Başvurucular 26/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
B. Başvurucular Hakkında
Düzenlenen Sağlık Raporları
27. İddialarına göre başvurucular, gözaltı sırasında kötü
muameleye uğramış ve günlerce uykusuz bırakılmıştır. Başvurucular, gözaltı sona
erdiğinde ve sonrasında birçok defa sağlık muayenesinden geçirilmiş ve
haklarında adli raporlar düzenlenmiştir.
1. Başvurucu Fazıl Ahmet
Tamer Yönünden
i. Başvurucu hakkında İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğünün
2/5/1994 tarihinde düzenlediği sağlık raporunda, başvurucunun iki kolunda ağrı
ve his kaybı olduğu belirtilmiş; üç gün iş göremezlik sonucuna varılmıştır.
ii. Bayrampaşa Ceza İnfaz Kurumu Tabipliğinin 4/5/1994 tarihli
raporunda; başvurucunun vücudunda boyun her iki omuz, sırt, göğüs ve el
bileklerinde yaygın ağrı, her iki omuzda hassasiyet ve kızarık alanlar, omuz
eklem hareketlerinde ve el bilek hareketlerinde kısıtlılık, ön kol
hareketlerinde güçsüzlük, sol el bileğinde belirgin olmak üzere his ve motor
kusuruna yer vermiştir.
iii. Başvurucu gözaltına alınmasından sorumlu polis memurları
aleyhinde başlatılan soruşturma kapsamında 11/2/2000 tarihinde tekrar muayene
edilmiştir. Başvurucu 1994 yılındaki gözaltı sırasında askı ve dayak gibi
işkencelere maruz kaldığını, bunun da dört ay boyunca kollarında güç kaybına ve
sol elde his kaybına neden olduğunu ifade etmiştir. Yapılan bu muayene
sonucunda başvurucuya on beş gün iş göremezlik raporu verilmiştir.
iv. Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 3. İhtisas Kurulu tarafından
20/12/2000 tarihinde düzenlenen raporda, başvurucunun hayati tehlikesinin
bulunmadığı ve kollarında tespit edilen lezyonların iddia edildiği gibi
kollarından asılmasından kaynaklanmış olabileceği sonucuna varılmıştır.
2. Başvurucu Hasan Demir
Yönünden
i. Başvurucu hakkında İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğünün
2/5/1994 tarihinde düzenlediği sağlık raporunda, her iki kolda his kaybı ve
ağrının bulunduğuna yer verilmiştir. Ayrıca başvurucunun sol ön kolunda
kabuklaşmış 2 cm çapında bir lezyon, ekimoz ve alnın
sol kısmında üç beş günlük, mor renkli 1 cm çapında ödem tespit edilmiştir.
Adli raporda, bu yaraların başvurucunun hayatını tehlikeye sokmadığını ancak
beş günlük iş göremezlik raporunun verilmesini gerektirdiği sonucuna
varılmıştır.
ii. Bayrampaşa Ceza İnfaz Kurumu Tabipliği tarafından hazırlanan
4/5/1994 tarihli raporda; başvurucunun her iki omzunda, dirsek bölgesinde,
göğüste yaygın hassasiyet, her iki kolda güçsüzlük, sol başparmakta uyuşukluk,
yüzde iyileşmeye başlamış 2-3 cm'lik lezyon, sol
dirsekte eritemli lezyon, sağ elde kabuklu lezyon,
dirsek eklemi hareketlerinde kısıtlılık, güçsüzlük, vücudun farklı yerlerinde
ağrı saptandığı belirtilmiştir.
iii. Ceza İnfaz Kurumu Tabipliği tarafından başvurucu hakkında
12/5/1994 tarihinde düzenlenen başka bir raporda; başvurucunun vücudunda hâlen sol
koltuk altı bölgede 2x1 cm'lik ciltte soyulma
gösteren, etrafı kızarık lezyon, sırtta sol kürek kemiği orta iç alanda 2 cm'lik çizgisel iyileşmeye başlamış sıyrık, omurga üzerinde
3x2 cm'lik bölümde kabuğu soyulmaya başlamış ekimozlar tespit edildiği ifade edilmiştir. Bu raporda
ayrıca sol el üzerinde, içinde ve sağ ayakta değişik boylarda yara, her iki
omuz, sol ve sağ el özellikle başparmakta uyuşukluk, hissizlik olduğu, anılan
yaraların başvurucunun hayatını tehlikeye sokmadığı ancak on günlük iş göremezlik
raporu verilmesi gerektiği belirtilmiştir.
iv. Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 2. İhtisas Kurulu tarafından
13/10/2000 tarihinde düzenlenen raporda, başvurucunun hayati tehlikesinin
bulunmadığı ve kollarında tespit edilen lezyonların iddia edildiği gibi
yumrukla da husulünün mümkün olduğu sonucuna varılmıştır.
3. Başvurucu Erol Kaplan
Yönünden
i. Başvurucu hakkında İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğünün
2/5/1994 tarihinde düzenlediği sağlık raporunda; başvurucunun sol omuz ve
dizinde sıyrıklar bulunduğu, anılan yaraların başvurucunun hayatını tehlikeye
sokmadığı ancak bu durumun kendisine beş günlük iş göremezlik raporu
verilmesini gerektirdiği belirtilmiştir.
ii. Bayrampaşa Ceza İnfaz Kurumu Tabipliği tarafından hazırlanan
4/5/1994 tarihli raporda; sol kolda uyuşukluk ve hareket kısıtlılığı, sol diz anterior yüzünde 3-4 cm’lik ekimotik lezyonlar, sol ayak bileği üzerinde belirgin
lezyonlar bulunduğunun tespit edildiği ifade edilmiştir.
iii. Eyüp Adli Tıp Şube Müdürlüğünün başvurucu hakkında
11/5/1994 tarihinde düzenlediği raporda; başvurucunun sol omuz, sol kol ve elde
ağrı ve hareket kısıtlılığı, uyuşma ve karıncalanma, aktif hareketlerinde ileri
derecede kısıtlılık, sol omuz başında köprücük kemiği orta bölümünde ince
çizgili kabukları düşmüş sıyrıklı yara, belde 2-3 cm
arasında değişen ekimozlu lezyon, göğüs kafesi sağ
yanda şiddetli ağrı, sol diz altta iyileşmeye başlamış yara, sol ayakta
iyileşmeye başlamış yara saptanmış ve bu durumun kendisine on günlük iş
göremezlik raporu verilmesini gerektirdiği belirtilmiştir.
iv. Polis memurları aleyhinde başlatılan ceza davasında Ağır
Ceza Mahkemesinin talebi üzerine Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 2. İhtisas Kurulu
tarafından düzenlenen 13/10/2000 tarihli raporda, 2/5/1994 ve 4/5/1994 tarihli
raporlarda belirtilen erezyonların künt travma ile meydana gelmiş olduğu ifade edilmiştir.
C. Gözaltında Kötü
Muamele Yapıldığı İddiasıyla Başlatılan Yargılama Süreci
28. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 21/6/1994 tarihinde,
başvurucuların gözaltına alınmasından sorumlu sekiz polis hakkında işkence
yaptıkları iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda Terörle Mücadele
Şubesindeki birçok polis memuru sorgulanmıştır. Söz konusu polis memurları
verdikleri beyanlarda, başvuruculara kötü muamele yapıldığı iddiasını kabul
etmemiştir.
29. Başvurucular 6/12/1994 tarihinde polislerden şikâyetçi
olmuşlardır.
30. Yargılama sonunda sanıklar hakkında açılan kamu davalarının
-dava zamanaşımının gerçekleştiği gerekçesiyle- ortadan kaldırılmasına karar
verilmiştir. Anılan karar 27/5/2004 tarihinde kesinleşmiştir.
D. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi Süreci
31. Başvurucular, gözaltı sırasında polis karakolunda işkence ve
kötü muameleye maruz kaldıklarını ve şikâyetlerini sunmak için etkili bir
başvuru yolunun bulunmadığını belirterek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
(Sözleşme) 3. ve 13. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürerek Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuşlardır.
32. AİHM, anılan başvuruda Sözleşme'nin 3. madddesinin
hem esas hem de usul yönünden ihlal edildiğine karar vermiştir (Fazıl Ahmet Tamer ve diğerleri/Türkiye, B.
No: 19028/02, 24/7/2007). İlgili kararda AİHM; gözaltından sonra başvurucuların
durumu hakkında kesin ve birbiriyle uyumlu bilgiler içeren sağlık raporlarının
ortaya koyduğu gibi başvurucuların tamamen kendilerini sorgulayan kişilerin
insafına bırakıldıklarını, vücutlarındaki yaraların kaynağı konusunda ikna
edici bir açıklamanın bulunmadığını, tarafların sunduğu delil unsurlarıyla
işkenceye maruz kaldıklarının doğrulandığını belirterek Sözleşme'nin 3.
maddesinin esas bakımından ihlal edildiğini, Ağır Ceza Mahkemesinin dosyanın
zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle yargılamaya son vermesi nedeniyle de
Sözleşme'nin 3. maddesinin usul açısından da ihlal edildiğini belirtmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili Mevzuat
33. Olay tarihinde yürürlükte olan 4/4/1929 tarihli ve 1412
sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 135. maddesi şöyledir:
“Zabıta
amir ve memurları ile Cumhuriyet Savcısı tarafından ifade almada ve hâkim
tarafından sorguya çekilmede aşağıdaki hususlara uyulur:
1. İfade verenin veya
sorguya çekilenin kimliği tesbit edilir. İfade veren
veya sorguya çekilen kimliğe ilişkin soruları doğru olarak cevaplandırmak
zorundadır.
2. Kendisine isnat edilen
suç anlatılır.
3. Müdafi tayin hakkının
bulunduğu, müdafi tayin edebilecek durumda değilse baro tarafından tayin
edilecek bir müdafi talep edebileceği ve onun hukuki yardımından
yararlanabileceği, isterse müdafiin soruşturmayı
geciktirmemek kaydı ile ve vekaletname aranmaksızın ifade veya sorguda hazır
bulunacağı bildirilir; yakınlarından istediğine yakalandığını duyurabileceği
söylenir.
4. İsnad edilen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu
söylenir.
5. Şüpheden kurtulması
için somut delillerinin toplanmasını talep edebileceği hatırlatılır ve kendisi
aleyhine var olan şüphe sebeplerini ortadan kaldırmak ve lehine olan hususları
ileri sürmek imkanı verilir.
6. İfade verenin veya
sorguya çekilenin şahsi halleri hakkında bilgi alınır.
7. İfade veya sorgu bir
tutanakla tesbit edilir. Bu tutanakta;
a) İfade verme veya
sorguya çekme işleminin yapıldığı yer ve tarih,
b) İfade verme veya
sorguya çekme sırasında hazır bulunan kişilerin isim ve sıfatları ile ifade
veren veya sorguya çekilen kişinin açık kimliği,
c) İfade vermenin veya
sorgunun yapılmasında yukarıdaki işlemlerin yerine getirilip getirilmediği, bu
işlemler yerine getirilmemiş ise sebepleri,
d) Tutanak içeriğinin
ifade veren veya sorguya çekilen ile hazır olan müdafi tarafından okunduğu ve
imzalarının alındığı,
e) İmzadan imtina halinde
bunun nedenleri yer alır.”
34. 1412 sayılı mülga Kanun’un 135/A maddesi şöyledir:
“İfade
verenin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici
nitelikte kötü davranma, işkence, zorla ilaç verme, yorma, aldatma, bedensel
cebir ve şiddette bulunma, bazı araçlar uygulama gibi iradeyi bozan bedeni veya
ruhi müdahaleler yapılamaz.
Kanuna aykırı bir menfaat vaat edilemez.
Yukarıdaki fıkralarda belirtilen yasak
yöntemlerle elde edilen ifadeler rıza olsa dahi delil olarak
değerlendirilemez.”
35. 1412 sayılı mülga Kanun’un 136. maddesi şöyledir:
“Yakalanan
kişi veya sanık, soruşturmanın her hal ve derecesinde bir veya birden fazla müdafiin yardımından faydalanabilir. Kanuni temsilcisi
varsa o da yakalanana veya sanığa bir müdafi seçebilir.
Zabıta amir ve memurları tarafından yapılacak
sorgulama işlemlerinde, ancak bir müdafi hazır bulunabilir. Cumhuriyet
Savcılığı işlemlerinde bu sayı üçü geçemez.
Zabıtaca yapılan soruşturma da dahil olmak
üzere, soruşturmanın her safhasında müdafiin,
yakalanan kişi veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında
olma ve hukuki yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz.”
36. 1412 sayılı mülga Kanun’un 138. maddesi şöyledir:
“Yakalanan
kişi veya sanık müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse talebi
halinde baro tarafından kendisine bir müdafi tayin edilir. Yakalanan kişi veya
sanık onsekiz yaşını bitirmemiş yahut sağır veya
dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malul olur ve bir müdafi’de bulunmazsa talebi aranmaksızın kendisine müdafi
tayin edilir.”
37. 765 sayılı mülga Kanun’un 146. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
“Türkiye
Cumhuriyeti Teşkilatı Esasiye Kanununun tamamını veya bir kısmını tağyir ve
tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül etmiş olan Büyük Millet Meclisini iskata veya vazifesini yapmaktan men’e
cebren teşebbüs edenler, ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkum
olur.”
38. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun
"İfade alma ve sorguda yasak usuller"
kenar başlıklı 148. maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Şüphelinin ve
sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü
davranma, işkence, ilâç verme, yorma, aldatma, cebir veya tehditte bulunma,
bazı araçları kullanma gibi bedensel veya ruhsal müdahaleler yapılamaz.
...
(3)
Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş olsa da delil olarak
değerlendirilemez."
39. 5271 sayılı Kanun'un "Delilleri
takdir yetkisi" kenar başlıklı 217. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
"Yüklenen suç, hukuka
uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir."
40. Başvurucuların gözaltında bulunduğu sırada yürürlükte
bulunan 16/6/1983 tarihli ve 2845 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş
ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 16. maddesi şöyledir:
“Devlet
Güvenlik Mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda yakalanan veya tutuklanan
şahıs, yakalama veya tutulma yerine en yakın mahkemeye gönderilmesi için
zorunlu süre hariç en geç kırksekiz saat içinde hakim
önüne çıkarılır ve sorguya çekilir.
Üç veya daha fazla kişinin bir suça iştiraki
suretiyle toplu olarak işlenen suçlarda, delillerin toplanmasındaki güçlük veya
fail sayısının çokluğu ve benzeri nedenlerle Cumhuriyet savcısı, bu sürenin
dört güne kadar uzatılmasına yazılı olarak emir verebilir. Soruşturma bu sürede
sonuçlandırılmazsa Cumhuriyet savcısının talebi ve hakim kararı ile süre yedi
güne kadar uzatılabilir.
Anayasanın 120 nci
maddesi gereğince olağanüstü hal ilan edilen bölgelerde yakalanan veya
tutuklanan kişiler hakkında ikinci fıkrada yedi gün olarak belirlenen süre
Cumhuriyet savcısının talebi ve hakim kararıyla on güne kadar uzatılabilir.
Tutuklu bulunan sanık, müdafii
ile her zaman görüşebilir. Hakim tarafından gözaltı süresinin uzatılmasına
karar verildikten sonra gözaltında bulunan kişi hakkında da aynı hüküm
uygulanır.”
41. Başvurucuların gözaltında bulunduğu sırada yürürlükte olan 18/11/1992
tarihli ve 3842 sayılı Kanun’un 31. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Bu
Kanunun 4, 5, 6, 7, 9, 12, 14, 15, 18, 19, 20 ve 22 nci
madde hükümleri Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda
uygulanmaz. Bunlar hakkında 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun bu
değişiklikten önce yürürlükte olan eski hükümleri değiştirilmeden önceki
halleriyle uygulanır."
2. Yargı Kararları
42. Yüce Divanın 19/12/2012 tarihli ve E.2011/1, K.2012/1 sayılı
kararında konuya ilişkin şu ifadelere yer verilmiştir:
“Çağdaş
hukuk sistemlerinde, hukuka aykırı delillerin ceza yargılamasında hükme esas
alınıp alınamayacağı hususunda iki ayrı görüş bulunmaktadır. Bunlardan
birincisine göre, maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasındaki kamu yararı ile
kişinin hukuka aykırı olarak delil toplanması sırasında ihlal edilen hakkının
dengelenmesi, kamu yararının ağır basması hâlinde hukuka aykırı olarak
toplanmış olan delillerin hükme esas alınması, aksi hâlde bunların hükme esas
alınmaması gerekir. İkinci görüşe göre ise delillerin hukuka aykırı olarak
toplanması sırasında kişilerin temel hak ve hürriyetlerinin ihlal edilip
edilmediği, maddi gerçeğin araştırılmasındaki kamu yararının ağırlığı dikkate
alınmaksızın elde edilen hukuka aykırı deliller hükme esas alınmamalıdır.
Anayasa’nın 38. maddesinin altıncı fıkrasında,
'Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular delil olarak değerlendirilemez.';
5271 sayılı Kanun’un 217. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, 'Yüklenen suç,
hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir'
denilmiştir. Aynı Kanun’un 206. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ortaya
konulması istenilen bir delilin kanuna aykırı olarak elde edilmiş olması
hâlinde reddolunacağı; 230. maddesinde (1) numaralı
fıkrasında ise mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde hükme esas alınan ve reddedilen
delillerin belirtileceği, bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı
yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterileceği kurala
bağlanmıştır. Söz konusu kurallar dikkate alındığında, hukukumuzda toplanmaları
sırasında kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edilip edilmediğine
bakılmaksızın hukuka aykırı delillerin ceza yargılamasında kullanılması
yasaklanarak ikinci görüşün benimsendiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte
doktrinde ve kimi Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararlarında belirtildiği üzere,
delillerin toplanması için yapılan işlemlerin geçerliliğini etkilemeyen şekle
ilişkin basit usul hatalarının bu kapsamda değerlendirilmemesi gerekir…”
B. Uluslararası Hukuk
1. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi
43. Sözleşme'nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısımları
şöyledir:
''1. Herkes davasının, …
cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek
olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve
kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir...
…
3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki
asgari haklara sahiptir:
…
c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir
müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak
için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için
gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak
yararlanabilmek;''
2. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi İçtihadı
a. Müdafi Yardımından
Yararlanma Hakkı Yönünden
44. AİHM'e göre Sözleşme'nin 6.
maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi kapsamında suç isnadı altında bulunan
kişi, savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bunlar kendisini
bizzat savunma, seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma, bir müdafi tayin
etme olanağından yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse
resen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma haklarıdır. Dolayısıyla suç
isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması istenemez (Pakelli/Federal Almanya, B. No: 8398/78,
25/4/1983, § 31). Bir suçla itham edilen herkesin avukat yardımından etkili bir
şekilde yararlanma hakkı, mutlak bir hak olmamakla beraber adil yargılanma
ilkesinin temel özelliklerinden birini oluşturmaktadır (Salduz/Türkiye [BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008, § 51).
45. Kendini suçlamama hakkı, kamu makamlarının
şüphelinin/sanığın arzusu hilafına baskı ve zorlama metotları ile elde edilen
delillere başvurmadan iddialarını ispat etmelerini öngörmektedir (Jalloh/Almanya [BD], B. No: 54810/00, 11/7/2006,
§ 100; Salduz/Türkiye, § 54). AİHM, soruşturma
evresindeki ikrarın kötü muamele veya işkence altında verildiği belirtilerek
hâkim önünde reddedilmesi hâlinde bu konu irdelenmeden esasa geçilerek ikrarın
dayanak olarak kullanılmasını bir eksiklik olarak değerlendirmiştir (Hulki Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95,
19/6/2003, § 91). Bu kapsamda ikrarın hiç kimseyle görüşülmesine izin
verilmeyen ve uzun süren bir gözaltı sırasında yapılmış olması gibi hususlar da
gözönünde bulundurulmalıdır (Barbera, Messegue ve Jabardo/İspanya [GK], B. No: 10590/83,
6/12/1988, § 87).
46. İlke olarak şüpheliyegözaltına
alındığı ya da tutuklandığı andan itibaren avukat yardımından yararlanma imkânı
sağlanmalıdır (Dayanan/Türkiye,
B. No: 7377/03, 13/10/2009, § 31). Diğer taraftan AİHM; kolluk tarafından ifade
alınma aşamasını da kapsayan müdafi yardımından yararlanma hakkının geçerli bir
nedene dayanılarak kısıtlanabileceğini, bu durumda somut olay açısından
yargılamanın bütününe bakılarak söz konusu kısıtlamanın adil yargılanmaya engel
olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir (John Murray/Birleşik
Krallık [BD], B. No: 18731/91, 8/2/1996, § 63; Magee/Birleşik Krallık,B.
No: 28135/95, 6/6/2000, § 41).
47. Bu bağlamda AİHM, Sözleşme’nin 6. maddesinin ne lafzı ne de
ruhunun başvuranın iradi olarak açık ya da örtülü biçimde adil yargılanma
hakkının sağladığı güvencelerden vazgeçmesini engellemediğini belirtmektedir (Aksin ve diğerleri/Türkiye, B. No:
4447/05, 1/10/2013, § 48). Adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan müdafi
yardımından yararlanmadan vazgeçmenin geçerli ve etkin olabilmesi için her
türlü şüpheden uzak bir açıklıkta olması, ayrıca sonuçlarının ağırlığının
gerektirdiği asgari garantileri içermesi gerekir (Salduz/Türkiye, § 59).
48. AİHM, bazı durumlarda kişinin talebi olmasa da resen
ücretsiz olarak avukat tayin edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kişinin
olanağının olmaması yanında ayrıca suçlama nedeniyle alabileceği özgürlükten
mahrum bırakılmayı gerektiren bir ceza ve davanın karmaşıklığı avukat
yardımının sağlanmasını gerektiren bir hukuki menfaati ortaya çıkarmaktadır (Tunç/Türkiye, B. No: 32432/96, 27/3/2007,
§§ 55, 56).
b. Hakkaniyete Uygun
Yargılanma Hakkı Yönünden
49. AİHM, hakkaniyete uygun yargılanma hakkının -ceza
muhakemesini ilgilendiren boyutunda- savunma hakkı ile bağlantılı olduğunu vurgulamakta
ve delillerin kabul edilebilirliği ile ilgili olarak somut davada kullanılan
delillerin sanığın hazır bulunduğu duruşmada silahların
eşitliği ve çelişmeli yargılama
ilkeleri gözetilerek tartışılıp tartışılmadığını ya da söz konusu delillerin yargılamanın
bir bütün olarak adil olup olmamasına etkisini değerlendirmektedir (Tamminen/Finlandiya, B. No: 40847/98, 15/6/2004,
§§ 40, 41; Barberà, Messegué ve Jabardo/İspanya, §§ 67, 68, 81-89). Delil sunmak
veya bazı belgeleri istemek gibi davanın taraflarının inisiyatifine bırakılan
konularda dahi mahkemenin gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi için Sözleşme’nin 6.
maddesinin (1) numaralı fırkasındaki hakları güvence altına alma pozitif
yükümlülüğü bulunduğuna değinilmektedir (Barbera,
Messegue ve Jabardo/İspanya,
§§ 76-78).
50. AİHM, bariz bir şekilde keyfî olmadıkça belirli bir kanıt
türünün -iç hukuk açısından hukuka aykırı olarak elde edilmiş kanıtlar da dâhil
olmak üzere- kabul edilebilir olup olmadığına veya aslında başvurucunun suçlu
olup olmadığına karar vermenin kendi görevi olmadığını kararlarında ifade
etmektedir. AİHM, kanıtların elde edilme yöntemi de dâhil olmak üzere
yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığını ve Sözleşme’deki
bir hakkın ihlali söz konusu ise tespit edilen ihlalin niteliğini inceleme
konusu yapmaktadır (Jalloh/Almanya, § 95; Ramanauskas/Litvanya [BD], B. No: 74420/01, 5/2/2008,
§ 52; Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya,
B. No: 11082/06, 13772/05, 25/7/2013, § 699).
51. AİHM’e göre iç hukukta yeterli
hukuki temeli bulunmadan veya hukuka aykırı vasıtalar kullanılarak elde edilmiş
materyallerin yargılamada kanıt olarak kullanılması kural olarak -başvurucuya
gerekli usule ilişkin güvencelerin sağlanmış olması ve materyalin baskı,
zorlama ve tuzak gibi yargılamayı lekeleyebilecek yöntemlerle elde edilmemiş
olması şartıyla- Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki adil
yargılanma standartlarına aykırılık oluşturmaz (Chalkley/Birleşik Krallık (k.k.), B. No:
63831/00, 26/9/2002).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
52. Mahkemenin 27/6/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Müdafi Yardımından
Yararlanma Hakkıyla Bağlantılı Olarak Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
53. Başvurucular; yargılamanın hakkaniyete uygun şekilde
yürütülmediğini, gözaltında avukata erişim imkânından yararlandırılmadıkları
sırada baskı ve işkence altında imzalanan ancak içeriği kabul edilmeyen
ifadelere/tutanaklara dayanılarak mahkûmiyet kararı verildiğini belirtmektedir.
54. Bakanlık görüş yazısında;
Salduz/Türkiye kararına atıfla işkence ve
kötü muamele sonucu elde edilen ikrarların kullanılmasının yargılamanın
adilliğini zedeleyeceği ancak Mahkemenin kanaatini olay yeri krokileri,
tutanaklar, ifadeler ve ele geçirilen materyallerin oluşturduğu belirtilmiştir.
55. Başvurucular başvuru formundaki iddialarını tekrarlamıştır.
2. Değerlendirme
56. Anayasa’nın 36. maddesinin(1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
57. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların iddialarının müdafi
yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma
hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
58. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
59. Ceza muhakemesinin amacı, maddi gerçeğin ortaya
çıkarılmasıdır. Ancak bu amacın gerçekleştirilmesi için yapılan araştırma
faaliyetleri sınırsız değildir. Maddi gerçeğin hukuka uygun bir şekilde ortaya
çıkarılması, ceza adaletinin hakkaniyete uygun gerçekleşmesi için gereklidir.
Bu bakımdan ceza yargılamasında hukuka uygun yöntemlerle delil elde edilmesi,
hukuk devletinin temel ilkelerinden sayılmaktadır. Bu kapsamda Anayasa'nın 38.
maddesinin altıncı fıkrasında da kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulguların
delil olarak kabul edilemeyeceği açıkça hükme bağlanmıştır (Orhan Kılıç [GK], B. No: 2014/4704,
1/2/2018, § 42).
60. Anayasa'nın 36. maddesine adil
yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin
tarafı olduğu uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınan adil
yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim
Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında hakkaniyete uygun yargılanma
hakkı düzenlenmiştir. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca
değerlendirme yaptığı birçok kararında kanuni bir temele dayanmadan veya hukuka
aykırı şekilde elde edilen delillerin yargılamada kullanılmasıyla ilgili olarak
ileri sürülen iddiaları, adil yargılanma hakkının güvencelerinden olan
hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında incelemektedir. Anayasa'nın 36.
maddesi kapsamında bu konuda yapılan değerlendirmelerde Anayasa’nın 38.
maddesinin altıncı fıkrası da dikkate alınmaktadır (Orhan Kılıç, § 43).
61. Ancak bireysel başvuruya konu davadaki eylemlerin
kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, delillerin kabul
edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile uyuşmazlığa derece mahkemeleri
tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru
incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Dolayısıyla somut başvuruyla
ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin rolü, derece mahkemelerince yapılan
değerlendirmelerin ve varılan sonuçların hukuka uygunluğunu denetlemek
değildir. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve
gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi
esasen derece mahkemelerine aittir (Orhan
Kılıç, § 44).
62. Bu yönüyle Anayasa Mahkemesinin görevi, belirli delil
unsurlarının hukuka uygun şekilde elde edilip edilmediğini tespit etmek
değildir. Anayasa Mahkemesinin görevi, hukuka aykırı olduğu ilk bakışta
anlaşılabilen veya derece mahkemelerince hukuka aykırı olduğu tespit edilen
delillerin yargılamada tek veya belirleyici delil olarak kullanılıp
kullanılmadığını ve bu hukuka aykırılığın
bir bütün olarak yargılamanın adil olup olmamasına etkisini incelemektir (Yaşar Yılmaz, B. No: 2013/6183,
19/11/2014, § 46).
63. Bu konuda değerlendirme yapılırken delillerin elde edildiği
koşulların onların gerçekliği ve güvenilirliği üzerinde şüphe doğurup
doğurmadığının da dikkate alınması gereklidir (Güllüzar Erman, B. No: 2012/542, 4/11/2014, § 60). Bununla birlikte
işkence ve kötü muamele gibi yasak yöntemlerle elde edilen delillerin
mahkûmiyet hükmüne varılırken kullanılması adil yargılanma hakkını ihlal
etmektedir. Zira işkence ve kötü muamele sonucunda elde edilen delillerin kabul
edilebilirliğine karar verilmesi, mutlak surette yasaklanan işkence ve kötü
muameleye yönelik bir tolerans olarak değerlendirilme ve bu noktada ilgili kamu
görevlerinin bu yöntemlere başvurmalarını teşvik gibi sonuçlar doğurabilir (Güllüzar Erman, § 64 ).
64. Diğer taraftan ceza yargılamasında savunma haklarının
güvence altına alınması demokratik toplumun temel ilkelerindendir (Erol Aydeğer, B.
No: 2013/4784, 7/3/2014, § 32). Savunma, ceza adaletinin hakkaniyete uygun
gerçekleşmesini sağlamaktadır. İddiaya karşı savunma hakkı tanınmadığı sürece
silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine uygun muhakeme yapılması
ve maddi gerçeğe ulaşılması da mümkün değildir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, B. No: 2014/12002,8/12/2016,§
69; Yavuz Arslan, B. No:
2014/16433, 09/11/2017, § 47).
65. Savunma hakkının sağladığı güvenceler
esasen adil yargılanma hakkı içinde yer almaktadır. Savunma hakkı,
hukuk devleti ilkesinin gereklerinden ve adil yargılanma hakkının önemli
güvencelerinden biri olması nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesinde açıkça ifade
edilmiştir. Bu nedenle savunma hakkının sağlanmadığı bir yargılamanın adil
olduğundan söz edilemez (Yusuf Karakuş ve
diğerleri, § 70; Yavuz Arslan, §
48).
66. Şüpheli ve sanığa salt savunma hakkının tanınması yeterli
değildir. Şüpheli ve sanığın savunma için Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen
meşru vasıta ve yollardan
yararlandırılması da gerekir. Şüpheli ve sanık için Anayasa'nın 36. maddesinde
sözü edilen meşru vasıta ve yollardan en önemlisi müdafi yardımından
yararlanmaktır. Diğer bir ifadeyle müdafi yardımından yararlanma hakkı,
Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen "meşru
vasıta ve yollar" kavramının kapsamındadır. Bu itibarla müdafi
yardımından yararlanmanın adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriğine dâhil ve
bu hakkın doğal sonucu olduğu ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla suç isnadı
altındaki kişi, adil yargılanma hakkı kapsamında kendisini bizzat savunma veya
seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanma hakkına sahiptir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 72; Yavuz Arslan, § 49).
67. Anılan hakkın ilke olarak şüphelinin kolluk tarafından ilk
kez sorgulanmasından itibaren sağlanması gerekir. Şüpheliye kolluk tarafından
ilk kez sorgulanmasından itibaren avukata erişim hakkı sağlanması, kendisini
suçlamama ve susma hakları yanında genel olarak da adil yargılanma hakkının
etkili bir koruma işlevine sahip olması bakımından gereklidir. Çünkü bu aşamada
elde edilen deliller, yargılama sırasında söz konusu suçun hangi çerçevede ele
alınacağını belirlemektedir. Özellikle delillerin toplanması ve kullanılması
aşamasında cezai yargılamaya ilişkin mevzuat giderek daha karmaşık hâle
geldiğinden şüpheliler, ceza yargılamasının bu evresinde kendilerini savunmasız
bir durumda bulabilir. Belirtilen savunmasızlık hâli ancak bir müdafinin hukuki
yardımı ile gereği gibi telafi edilebilir (Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1138, 27/10/2015, §§
118, 135; Sami Özbil,
B. No: 2012/543, 15/10/2014, § 64).
68. Sanık, olay hakkında doğrudan doğruya bilgiye sahiptir.
Dolayısıyla sanığın beyanlarının olayın aydınlatılması bakımından son derece
önemli bir delil niteliğinde olduğu açıktır. Bu bakımdan suç isnadı altındaki
kişinin müdafii hazır bulunmadığı hâlde kendini
suçlayıcı beyanlarda bulunup bulunmadığı, bu itirafların aleyhinde kullanılıp
kullanılmadığı, susmasından mahkemece olumsuz sonuçlar çıkarılıp çıkarılmadığı
ve kendisine herhangi bir baskı uygulanıp uygulanmadığı her somut olayda
değerlendirilmelidir. Bir ceza davasında kendi aleyhine tanıklık etmeme ve
delil vermeye zorlanmama hakkı, suç isnadını zorla veya baskıyla sanığın
isteğine aykırı olarak elde edilen delillere başvurmadan kanıtlamaya çalışmayı
gerektirir. Avukata erişimi sağlanmayan sanığın kolluktaki ikrarının mahkûmiyet
kararında kullanılması durumunda savunma hakkına telafi edilmez biçimde zarar
verilmiş olacaktır. Soruşturma evresinde elde edilen ikrarın kötü muamele ve
işkence altında verildiği belirtilerek reddedilmesi durumunda mahkemece bu
husus irdelenmeksizin ikrarın dayanak olarak kullanılması önemli bir özen eksiklikliğidir (Yusuf
Karakuş ve diğerleri, § 79; Yavuz
Arslan, § 52).
69. Bireysel başvuru incelemelerinde ölçü norm Anayasa'dır, bu
durumda kanuna uygunluk denetimi yapılmamaktadır. Bu nedenle kanuna dayalı
olarak avukata erişimin kısıtlanması yönündeki uygulamanın Anayasa'ya uygun
olduğu anlamına gelmez. Müdafi yardımından yararlanma hakkının Anayasa'nın 36.
maddesini ihlal edip etmediğinin değerlendirilmesinde yargılamanın bütünlüğü
içinde somut davanın kendine özgü koşulları dikkate alınmalıdır. Anayasa
Mahkemesi de daha önceşüphelilerin devlet güvenlik
mahkemelerinin görev alanına giren suçlar yönünden müdafi yardımından
faydalandırılmamasının mevzuattan kaynaklanan bir uygulama olduğunu tespit
etmiş (Aligül Alkaya ve diğerleri, § 144, Sami Özbil, §
71; Güllüzar Erman, § 48) ancak müdafiden yararlanma
hakkının sonradan telafi edilmediği gerekçesiyle ihlal kararları vermiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri, §§ 127-145; Sami Özbil, §§
56-76; Aynur Avyüzen,
B. No: 2014/784, 27/10/2016, §§ 37-58; Veli
Özdemir, B. No: 2014/785, 27/10/2016, §§ 39-62).
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
70. Somut olayda başvurucuların gözaltında tutulduğu sırada
devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanına giren suçlar yönünden kural olarak
müdafi yardımından yararlanmaları ancak belli bir aşamadan sonra mümkün
olmaktadır. 3842 sayılı Kanun’un eklenen 31. maddesiyle gözaltında bulundurmaya
ve müdafi yardımından yararlanmaya ilişkin yeni düzenlemelerin devlet güvenlik
mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda uygulanmayacağı, bunlar hakkında
değişiklik yapılmadan önceki 1412 sayılı mülga Kanun hükümlerinin uygulanacağı
hükme bağlanmıştır. Başvurucuların gözaltında tutulduğu tarihlerde anılan
mevzuat, gözaltı süresinde avukata erişim imkânını tanımamaktadır. Başvurucunun
belirtilen şartlarda 19/4/1994 ile 3/5/1994 tarihleri arasında gözaltında
tutulduğu görülmektedir.
71. Başvuruculara isnat edilen suçlar kapsamındaki eylemlere ilişkin
değerlendirmede kendileri ve diğer sanıkların gözaltında hakları
hatırlatılmaksızın ve müdafileri olmaksızın baskı altında verildiği iddia
edilen beyanlarının delil olarak kabul edildiği görülmektedir. Başvurucular,
polisler tarafından düzenlenen "kendilerini
ve diğer sanıkları suçlayıcı ifadeler içeren" tutanakları
imzalamak zorunda kaldıklarını ifade etmiş; soruşturma evresinden itibaren bu
beyanların kendilerine ait olmadığını belirtip itiraz etmişlerdir.
72. Başvurucuların gözaltına alınırken ve emniyette tutuldukları
sırada manevi baskı ve kötü muameleye uğradığı Adli Tıp Kurumu raporlarıyla ve
AİHM kararıyla maddi bir vakıa hâlini almıştır. Gerekçeli kararda delil olarak
gösterilen diğer bulgular başvurucuların manevi baskı gördüğü dönemde tanzim
edilmiş ve müdafi olmaksızın düzenlenmiş tutanaklar ile başvurucuların yer
göstermesi sonucu elde edilmiş belge ve maddelerdir. Diğer bir ifadeyle
başvurucular hakkındaki yargılama; başvurucuların gözaltında olduğu dönemde yer
göstermeleri sonucu elde edilen yasa dışı maddeler,
bu dönemde müdafileri olmaksızın alınmış beyanlar
ve mahkemede doğrulanmamış teşhisler üzerine
inşa edilmiştir.
73. Sonradan (yargılamanın devam ettiği sırada) yürürlüğe giren
5271 sayılı Kanun’un 148. maddesi, hâkim veya Mahkeme önünde doğrulanmayan
müdafi yardımı sağlanmadan alınan kolluk beyanları bakımından kovuşturma
aşamasında savunmanın etkinliğini sağlayacak niteliktedir. Ancak Mahkemece bu
husus gerekçede tartışılmamış ve temyiz aşamasında da bu eksiklik telafi edilememiştir.
74. Başvurucuların diğer deliller yanında müdafileri olmaksızın
alınan ve daha sonra Mahkemede doğrulanmayan ifadeleri doğrultusunda anılan
eylemleri gerçekleştirmek suretiyle isnat edilen suçtan mahkûmiyet kararı
verildiği, gözaltında iken alınan bu ifadelerin mahkûmiyet için belirleyici
biçimde kanıt olarak kullanıldığı, sonraki aşamalarda sağlanan müdafi yardımı
ve yargılama usulünün diğer güvencelerinin soruşturmanın başında başvurucuların
savunma hakkına verilen zararı gideremediği anlaşılmaktadır.
75. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme
yetkisi kural olarak yargılamayı yürüten mahkemeye ait olmakla birlikte somut
olayda, mahkûmiyete belirleyici olarak esas alınan delillerin elde ediliş
yöntemindeki hukuka aykırılıkların bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyetini
zedelediği, delillerin elde edildiği koşulların onların gerçekliği ve
güvenilirliği üzerinde şüphe doğurduğu anlaşılmıştır. Bu itibarla mahkûmiyet
kararı verilirken yasak sorgu yöntemleriyle elde edilen ve Mahkeme huzurunda
sanıklar tarafından doğrulanmayan beyanlara -belirleyici delil olarak-
dayanılmasının yargılamanın bütünü yönünden adil yargılanma hakkının sağladığı
güvencelerle bağdaşmadığı kanaatine varılmıştır.
76. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki müdafi yardımından yararlanma
hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Masumiyet Karinesinin
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
77. Başvurucular; Savcılıktan önce basın önüne çıkarılarak suçlu diye teşhir edildiklerini,
gazetelerde örgüt mensubu olarak
haberlere konu edildiklerini ve bu şekilde peşinen suçlu ilan edildiklerini
belirterek masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
78. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 47. maddesinin (3) numaralı
fıkrası,48. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları uyarınca bireysel
başvuruda, kamu gücünün neden olduğu iddia edilen ihlale dair olayların tarih
sırasına göre özeti yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki hakların ne
şekilde ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (Veli Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014,
§§ 19, 20).
79. Somut olayda başvurucular, ihlal iddialarını genel
ifadelerle ileri sürmüş; ihlal iddialarına ilişkin delilleri açıklama yönündeki
yükümlülüğünü yerine getirmemişlerdir. Dolayısıyla başvurucular tarafından
ileri sürülen iddiaların temellendirilmediği sonucuna ulaşılmıştır.
80. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Adil Yargılanma Hakkı
Kapsamındaki Diğer İhlal İddiaları
81. Başvurucular; özel statülü mahkemelerde yargılandıklarını,
kararın gerekçesiz olduğunu ve yargılamanın sonucunun adil olmadığını
belirterek Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
82. Başvurucuların hakkaniyete uygun yargılanma haklarının ihlal
edildiği yönündeki yukarıdaki tespit dikkate alındığında Anayasa'nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki diğer
şikâyetlerin kabul edilebilirliği ve esası hakkında ayrıca karar verilmesine
gerek olmadığı sonucuna varılmıştır.
D. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
83. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
"(1) Esas inceleme
sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar
verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
84. Başvurucular, ihlalin tespiti ve yargılamanın yenilenmesi
talebinde bulunmuşlardır.
85. Başvuruda, müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı
olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna
varılmıştır.
86. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere
(kapatılan) İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi (CMK 250. madde ile görevli)
yerine bakan mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
87. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.980
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin
başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak
hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı
olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin ihlalin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) İstanbul 12.
Ağır Ceza Mahkemesinin (E.2008/81, K.2012/69) yerine bakan mahkemeye
GÖNDERİLMESİNE,
D. 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.186,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
27/6/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.