TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
D.Ö. BAŞVURUSU (4)
|
(Başvuru Numarası: 2014/3735)
|
|
Karar Tarihi: 12/6/2018
|
R.G. Tarih ve Sayı: 27/7/2018-30491
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Elif
ÇELİKDEMİR ANKITCI
|
Başvurucu
|
:
|
D.Ö.
|
Vekili
|
:
|
Av. Özge
Ayşe ÇAVUŞ
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ramazan ayında gece vakti davul çalınmasının özel
hayata ve aile hayatına saygı hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 17/3/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
9. 1961 yılında doğan ve inşaat mühendisi olan başvurucu,
İzmir'de yaşamaktadır.
10. Müslümanlar tarafından kutsal kabul edilen ramazan ayında oruç tutma ibadetinde bulunacak
bireylerin ibadete hazırlanmaları için uyandırılmaları amacıyla davul
çalınmaktadır. Bu yöntem ülke genelinde çoğunlukla uygulanan bir gelenek olarak
kabul görmektedir.
11. Başvurucunun ikamet ettiği yere bağlı muhtarlık tarafından
2008 yılı ramazan ayı boyunca davul çalınması ve para toplanması hususunda
yazılı yetkilendirme yapılmıştır.
12. Başvurucu; bir ay boyunca her gece saat 03.30'da davul
çalınmasına izin verilmesi suretiyle uyandırıldığını belirterek gürültü
niteliğindeki bu uygulamanın sağlıklı çevrede yaşama hakkını engellediğini,
ayrıca ibadete zorlayıcı sonuçlarının olduğunu da iddia ederek uygulamanın
dayanağı olan işlemin iptal edilmesi için Konak Kaymakamlığı aleyhine İzmir 4.
İdare Mahkemesinde 27/8/2008 tarihinde dava açmıştır.
13. Mahkeme 2/7/2009 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir.
Kararın gerekçesinde öncelikle inanç özgürlüğü yönünden bir değerlendirme
yapılarak ramazan ayı içinde davul çalınmasının oruç tutma ibadetinin bir unsuru olmadığı, ibadetin
başlangıcından önceki hazırlığın niteliğinden kaynaklanan sabahın erken
saatlerinde uyanma gerekliliğinin bir sonucu olarak gelenekselleşmiş bir
uyandırılma yöntemi olduğu açıklanmıştır. Kararda; İslam dinine inanmayan ya da
ibadet yöntemlerine kayıtsız kalan kişilerin salt davul çalınması nedeni ile
ibadete zorlandığının, bu yolla inanç özgürlüklerine müdahale edildiğinin
kabulüne olanak bulunmadığı değerlendirmesine yer verilerek davacının manevi
zararına neden olduğu ileri sürülen davul
çalınarak oluşturulan gürültünün engellenmesi
ve denetiminde davalı idarenin görev ve sorumluluğunun incelenmesi, varsa
üstlendiği görevin yerine getirilmesinde hizmet
kusurundan söz edilebilmesinin mümkün olup olmadığı irdelenmiştir.
Kararda ayrıca, davul çalınması ile oluşturulan sesin bireylerin huzurunu ve
giderek toplum sağlığını bozucu nitelikte olup olmadığının belirlenmesi,
olumsuz etkileri var ise bunun önlenmesi için gerekli önlemlerin alınması
görevinin İzmir gibi Büyükşehir Belediyesi olarak örgütlenmiş yerel
yönetimlerin bulunduğu yerlerde belediyelere ait olduğu belirtilmiş ve davalı
idarenin varsa gürültü kirliliğinin belirlenmesi ve önlenmesinde ancak dolaylı
görevlerinden söz edilebileceğinden dava konusu edilen tahsis işleminde hukuka
aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
14. Anılan kararın temyiz edilmesi üzerine Danıştay 10. Dairesi
(Daire) 23/9/2013 tarihli kararıyla gerekçeyi değiştirerek hükmü onamıştır.
Onama gerekçesinde kısaca ramazan ayında geceleri davul çalınmasının örfi
olarak uygulanan ve toplum içinde de çok büyük oranda hoşgörü ile karşılanan
geleneksel bir uygulama olduğu ve dava konusu işlemin de bu geleneksel
uygulamanın kontrollü olarak yapılmasını, dolayısıyla muhtemel kötüye
kullanımlarının önlenmesini amaçladığı belirtilmiştir. Kararda ayrıca davalı
idarenin mahalle halkının talebini karşılamak üzere bu konuda denetimsiz olarak
birçok şahsın davul çalıp bireyleri rahatsız etmesinin önlenmesi için bu konuda
belli kişilere izin verme yetkisininbulunduğu da gözönüne alınarak davanın
reddine karar verilmesi gerektiği açıklanmıştır.
15. Nihai karar 26/2/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiştir.
16. Başvurucu 17/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
17. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet
Kanunu'nun 14. maddesi şu şekildedir:
"Şehir ve kasabalarda gerek mesken içinde
ve gerek dışında saat 24 ten sonra her ne suretle olursa olsun civar halkının
rahat ve huzurunu bozacak surette gürültü yapanlar polisçe menolunur. Bu yasağı
dinlemiyenler hakkında Ceza Kanununun 546 ncı maddesine göre takibat yapılır.
Zabıtadan izin alınarak yapılacak düğün ve
müsamere ve balolar bu kayıttan müstesnadır."
18. 9/8/1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunu'nun "Tanımlar" kenar başlıklı 2.
maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Bu
Kanunda geçen terimlerden;
Çevre:
Canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak
etkileşim içinde bulundukları biyolojik, fiziksel, sosyal, ekonomik ve kültürel
ortamı,
… ifade eder."
19. 2872 sayılı Kanun'un "Gürültü"
kenar başlıklı 14. maddesi şöyledir:
"Kişilerin huzur ve sükununu, beden ve
ruh sağlığını bozacak şekilde ilgili yönetmeliklerle belirlenen standartlar
üzerinde gürültü ve titreşim oluşturulması yasaktır.
Ulaşım araçları, şantiye, fabrika, atölye,
işyeri, eğlence yeri, hizmet binaları ve konutlardan kaynaklanan gürültü ve
titreşimin yönetmeliklerle belirlenen standartlaraindirilmesi için faaliyet
sahipleri tarafından gerekli tedbirler alınır."
B. Uluslararası Hukuk
20. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar
başlıklı 8. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"(1) Herkes özel ve aile hayatına,
konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir."
21. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından kirlilik
bağlamındaki çevresel rahatsızlıkların devletin veya özel kişilerin
faaliyetleri sonucunda oluşması arasında bir ayırım gözetmeksizin Sözleşme'nin
8. maddesi kapsamında güvence altına alınan hukuksal çıkarlarla bağlantı
kurulmak suretiyle incelendiği anlaşılmaktadır (Bor/Macaristan,B. No: 50474/08, 18/6/2013, § 25).
22. Bu kapsamında AİHM'in iddiaya konu çevresel kirliliğin, özel
hayatın veya aile hayatının nitelik ve kalitesini veya konutundan yararlanma
şeklindeki hukuksal çıkarı olumsuz etkilediğini tespit ederek özel hayat
kavramının alt kategorileri olan özel hayata, aile hayatına ve konuta saygı
hakkı ile sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı arasında bir bağ kurduğu
görülmektedir (Powell ve Rayner/Birleşik
Krallık, B. No: 9310/81, 21/2/1990; Hatton
ve diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No: 36022/97, 8/7/2003; Lopez Ostra/İspanya, B. No: 16798/90,
9/12/1994).
23. Bununla birlikte çevresel meselelerin Sözleşme’nin 8.
maddesi kapsamında değerlendirilebilmesi için belirli koşulların mevcudiyeti
aranmaktadır. Bu bağlamda söz konusu çevresel rahatsızlığın başvurucunun özel
ve aile yaşamı ya da konuta saygı hakkı üzerinde doğrudan bir etkide bulunması
ve söz konusu çevresel kirliliğin belirtilen değerler üzerindeki etkisinin
asgari bir şiddet derecesine ulaşması gerekmektedir. Bu kapsamda söz konusu
kirliliğin ciddi bir boyuta ulaşmış olması şartı aranmaktadır. Belirtilen
bağlamda aranan asgari ağırlık eşiğinin söz konusu hukuksal değerlerin ihlal
edilip edilmediğinin değil bizatihi söz konusu alana ilişkin incelenebilir bir
sorun doğup doğmadığının tespiti amacıyla değerlendirildiği görülmektedir. Söz
konusu şiddet derecesinin değerlendirilmesi göreli olup her somut olayda
çevresel etkinin yoğunluğu, süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile çevrenin
genel bağlamı gibi kriterler çervevesinde ayrıca değerlendirme yapılmasını
zorunlu kılmaktadır (Fadeyeva/Rusya,
B. No: 55723/00, 9/6/2005, § 69).
24. Yapılan değerlendirmelerde başvurucuların şikâyetlerine konu
çevresel kirlilik kaynağına yakınlığı şüphesiz en önemli unsurdur. Bu kapsamda
modern kent yaşamının gereği olan çevresel tehlikeler ile kıyaslandığında
önemsiz kalan çevresel olumsuzluklar, Sözleşme'nin 8. maddesi çerçevesindeki
güvenceleri harekete geçirmek için yeterli görülmemektedir (Mileva ve diğerleri/Bulgaristan, B. No:
43449/02, 25/11/2010, § 90).
25. Sözleşme’de temiz ve sessiz bir çevrede yaşama hakkı
şeklinde bir hak güvence altına alınmadığı için özel hayat çerçevesinde korunan
hukuksal çıkarlar üzerinde doğrudan ve ciddi bir etkisi bulunmayan, manzara
hakkı veya güzel bir çevrede yaşama hakkı gibi çevresel hakların Sözleşme’nin
8. maddesi kapsamında değerlendirilmesi söz konusu değildir (Krytatos/Yunanistan, B. No: 41666/98,
22/5/2003, §§ 52, 53; Ali Rıza Aydın/Türkiye
(k.k.), B. No: 40806/07, 15/5/2012, §§ 27-29). Zira Sözleşme'nin 8.
maddesinin aktif hâle gelmesini sağlayan etken, çevrenin genel olarak bozulması
değil bireylerin özel veya aile yaşamı ile konutları için zararlı bir etkinin
söz konusu olmasıdır.
26. AİHM içtihadında inceleme konusu çevresel etkinin
Sözleşme'nin 8. maddesinde yer alan güvenceleri etkin hâle getirebilmesi için
aranan ağırlık eşiğinin tespitinde genel olarak başvurucudan söz konusu etki
derecesini ortaya koyan somut veriler sunmasının beklenildiği, bu kapsamda söz
konusu etki derecesini ortaya koyan kamusal ölçümler veya uzman raporları gibi
veriler ile ilgili alanın, örneğin gürültüye açık bölge olarak tespit
edildiğini gösteren kamusal kararların yapılan değerlendirmelerde dikkate
alındığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte AİHM'in başvuru evrakı ile ilgili
idari ve yargısal prosedüre ilişkin evrak kapsamında tespit ettiği veriler ve
hayatın olağan akışına göre söz konusu çevresel rahatsızlığın asgari ağırlık
eşiğini geçtiğinin kabul edilmesi gerektiği yönünde tespitlerde bulunduğu
başvuru örneklerinin de mevcut olduğu görülmektedir (Moreno Gomez/İspanya, B. No: 4143/02, 16/11/2004, §§ 59, 60;
Ruano Morcuende/İspanya, B. No:
75287/01, 6/9/2005; Fagerskiöld/İsviçre (k.k.),
B. No: 37664/04, 26/2/2008; Oluic/Hırvatistan,
B. No: 61260/08, 20/5/2010, §§ 52-62; Mileva
ve diğerleri/Bulgaristan, §§ 93-95).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
27. Mahkemenin 12/6/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
28. Başvurucu; her yıl ramazan ayı boyunca gece saat 03.30'da
davul çalınması nedeniyle uyandırıldığını, uygulamanın özel ve aile hayatına
doğrudan müdahale teşkil ettiğini, herkesin dengeli ve sağlıklı bir çevrede
yaşama ve hayatını sürdürme hakkına sahip olduğunu belirterek Anayasa'nın 5. ve
56. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca; bu şekilde
devletin izin verdiği görevlilerce uyandırılarak oruç tutmaya zorlandığını,
anılan eylemin din ve inanç özgürlüğüne aykırı olduğunu, devletin herkese eşit
mesafede olması gerektiğini belirterek din ve vicdan özgürlüğü ile eşitlik
ilkesinin de ihlal edildiğini iddia etmiştir.
29. Bakanlık görüşünde başvurucunun şikâyetleri, çevre hakkı ve
Sözleşme'nin 8. maddesi kapsamında değerlendirilerek bu kapsamda daha önce AİHM
tarafından karara bağlanan dosyalar ve ilgili kararlar doğrultusunda genel
ilkelere yer verilmiştir.
30. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanında söz konusu
şikâyetin sadece gürültü kapsamında ele alındığını, uygulamanın din ve vicdan
özgürlüğüne de aykırı olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca; Dairenin
halkın istekleri doğrultusunda idarenin ramazan ayında davul çalması için izin
vermeye yetkili olduğunu belirtmesine karşılık mevzuatta herhangi bir kuruma bu
yetkinin verilmediğini, gece vakti gürültü yapmanın yasak olduğunu belirterek
tazminat kararı verilmesini talep etmiştir.
31. Anayasa'nın 20.
maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes, özel hayatına ve aile hayatına
saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir."
32. Özel hayat alanına dâhil olan tüm hukuksal çıkarlar
Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamında güvence altına alınmakla birlikte söz konusu
hukuksal çıkarların Anayasa’nın farklı maddelerinin koruma alanına girdiği
görülmektedir. Bu bağlamda özel hayat kavramına dâhil bir kısım hukuksal
değerin Anayasa’nın 20. maddesinde düzenlendiği, özel hayatın diğer alt
kategorileri olarak ele alınan haberleşmenin gizliliği ve konuta saygı hakkının
ise Anayasa’nın 21. ve 22. maddelerinde güvence altına alındığı görülmektedir. Bu
kapsamda Sözleşme’nin 8. maddesinde yer alan hakların temel olarak Anayasa’nın
20., 21. ve 22. maddelerinde düzenlendiği anlaşılmaktadır (Benzer yöndeki
kararlar için bkz. Hüseyin Tunç Karlık ve
Zahide Şadan Karluk, B. No: 2013/6587, 24/3/2016, § 41).
33. Diğer taraftan Anayasa'nın 17. maddesinin birinci
fıkrasında, herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına
sahip olduğu belirtilmektedir. Bu maddenin gerekçesinde ise şu açıklamalara yer
verilmiştir: "... bu madde ile yaşama,
maddi ve manevi varlığın bütünlüğü ve bunun geliştirilmesi hakkı korunmaktadır.
Bu iki hakkın bir bütün teşkil ettiği, birbirini tamamladığı açıktır."
Maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkı bireysel başvuru kapsamında
Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında yer alan temel hak ve
hürriyetlere ilişkin güvenceler yönünden dikkate alınması gereken çerçeve bir
düzenleme olarak değerlendirilmelidir. Buna karşılık özel hayata saygı hakkının
Anayasa’nın 20. maddesinde düzenlenmek suretiyle özel ve ayrı olarak güvence
altına alındığı görülmektedir. Dolayısıyla bireyin maddi ve manevi varlığı
üzerinde de etkileri bulunan çevresel meselelerin bu konuda özel ve ayrı olarak
düzenlenmiş bulunan Anayasa’nın 20. maddesinde yer alan özel hayata saygı hakkı
kapsamında ele alınması gerekir (Binali
Özkaradeniz ve diğerleri [GK], B.
No: 2014/4686, 1/2/2018, § 43).
34. Özel hayatın korunması kapsamında kişiliğin serbestçe
geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuksal çıkar bu hakkın kapsamına dâhildir. Bu
bağlamda kişinin fiziksel ve ruhsal bütünlüğüne ilişkin hukuksal çıkarı da özel
hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınmaktadır. Fiziksel ve ruhsal
bütünlük hakkı kapsamında güvence altına alınan hukuksal çıkarlardan biri de
sağlıklı bir çevrede yaşama hakkıdır (AYM, E.2013/89, K.2014/116, 3/7/2014; Mehmet Kurt, B. No: 2013/2552, 25/2/2016,
§ 45; Hüseyin Tunç Karlık ve Zahide Şadan
Karluk, § 42; Binali Özkaradeniz
ve diğerleri, § 44 ).
35. Sağlıklı bir çevrede yaşama hakkının anayasal anlamda normatif
dayanağı 56. maddede yer verilen, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede
yaşama hakkına sahip olduğu yönündeki düzenlemedir. Ancak söz konusu hüküm,
Anayasa’nın "Temel Haklar ve
Ödevler" başlıklı İkinci Kısım'ının ''Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler'' başlıklı Üçüncü
Bölüm'ünde yer almaktadır. Bu sebeple Anayasa’da yer alan ikinci ve üçüncü
kuşak hakların ihlal edildiği iddiasıyla bireysel başvuruda bulunulamayacağı
ifade edilmekle birlikte sağlıklı bir çevrede yaşama hakkının Anayasa’nın özel
hayata ve aile hayatına saygıyı güvence altına alan 20. maddesi ve konut
dokunulmazlığını düzenleyen 21. maddesi kapsamında ve söz konusu hükümlerde yer
alan hukuksal çıkarlar üzerindeki etkisi dikkate alınarak değerlendirilmesi
gerekmektedir (Binali Özkaradeniz ve
diğerleri, § 45).
36. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin ramazan ayında davul çalınması olgusuna dayandığı,
başvuruda ses ve uyku saatinde rahatsız edilme hususlarına vurgu yapıldığı
dikkate alınarak din ve vicdan özgürlüğü kapsamında dile getirilen iddianın
temelde gürültü kirliliği ile ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Başvurucu, İslam
dininin bir mezhebine ait ibadete zorlandığını iddia etmekte ise de davul çalınarak uyandırılma, söz konusu
ibadetin bir unsuru olmayıp sadece bireylerin bu ibadete hazırlanmalarını
kolaylaştırmak amacıyla uyandırılmalarını sağlamak üzere ülke içinde zamanla
yerleşmiş bir gelenektir. Bu durumda ibadete katılacak bireylerden davul
çalınarak uyandırılmak isteyenlerin yanı sıra ibadete katılmasına rağmen bu
yöntemle uyandırılmak istemeyen bireylerin de bulunması mümkündür. Dolayısıyla
ibadete katılmayacak veya katılsa dahi davul çalınarak uyandırılmak istemeyen
bireylerin bu şekilde uyandırılması, ses yüksekliğiyle ilgili olup uyandırılma
olgusu, tek başına ibadete zorlama olarak değerlendirilemeyeceğinden
başvurucunun şikâyetinin Anayasa’nın 20. maddesi kapsamında özel hayata ve aile
hayatına saygı hakkı kapsamında incelenmesi gerekmiştir.
37. Çevresel meselelerin Anayasa'nın 20. maddesi kapsamında
değerlendirilebilmesi için belirli koşullar gerçekleşmiş olmalıdır. Bu bağlamda
söz konusu çevresel rahatsızlığın başvurucunun özel ve aile hayatı ya da konuta
saygı hakkı üzerinde doğrudan bir etkide bulunması, bu kapsamda çevresel
rahatsızlığın ciddi bir boyuta ulaşmış olması şartı aranmaktadır. Ancak
belirtilen bağlamda aranan asgari ağırlık eşiğinin değerlendirilmesi somut bir
zararın gerçekleşip gerçekleşmediğine göre değil söz konusu alana ilişkin
incelenebilir bir sorun doğurup doğurmadığı tespit edilerek yapılmaktadır. Bu
değerlendirme ise her somut olayda çevresel etkinin yoğunluğu, süresi, beden ve
ruh bütünlüğü ile çevrenin genel bağlamı gibi kriterler çerçevesinde ayrıca
değerlendirme yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Yapılan değerlendirmelerde,
başvurucunun iddiaya konu çevresel kirlilik kaynağına yakınlığı şüphesiz en
önemli unsurdur (Benzer yöndeki kararlar için bkz. Mehmet Kurt, § 58; Fevzi
Kayacan (2), B. No: 2013/2513, 21/4/2016, § 53; Binali Özkaradeniz ve diğerleri, § 48).
38. Çevresel kirlilik tek başına özel hayata saygı hakkı
kapsamında korunmaya değer bulunmamaktadır. Diğer bir ifadeyle temiz ve sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı
Sözleşme kapsamında korunan bir hak değildir. Anayasa'nın 56. maddesinde yer
alan herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu
yönündeki düzenleme, Sözleşme'de münhasıran yer almadığından söz konusu hakkın
ortak koruma alanında bulunduğunu söylemek güçtür. Bununla birlikte tartışmaya
konu çevresel kirlilik, bireyin konuttaki huzurunu, özel veya aile hayatını
doğrudan etkilerse ve belirli bir katlanma düzeyini geçerse özel hayata saygı
hakkı bakımından bir sorunun mevcut olduğu varsayılmaktadır. Bu iki koşuldan
birinin yokluğu ise özel hayata saygı hakkının güvencelerinin devreye girmesini
engellemektedir.
39. Bu kapsamda ilgili tesis, işletme veya sair faaliyet sonucu
ortaya çıkan çevresel etkiler ile bireyin özel ve aile hayatı veya konutunu
kullanım hakkı arasında yeterince sıkı bir bağın varlığı ilk koşul için
yeterlidir (Benzer yöndeki kararlar için bkz. Mehmet
Kurt, § 69; Ahmet İsmail Onat,
B. No: 2013/6714, 21/4/2016, § 84; Hüseyin
Tunç Karlık ve Zahide Şadan Karluk, § 68).
40. Başvurucunun çevresel rahatsızlık olarak ileri sürdüğü davul
çalınması nedeniyle oluşan sesin ancak başvurucunun yaşam kalitesini olumsuz
etkilediği ölçüdeAnayasa'nın 20. maddesi kapsamındaki güvenceleri harekete
geçirebilecektir. Davul çalınması nedeniyle oluşan ve tekrarlayan gürültünün
başvurucunun evinin önünde gece saatlerinde meydana gelmesi nedeniyle
başvurucunun özel hayatını doğrudan ve yakından etkilediği açıktır.
41. Öte yandan bu çevresel etkinin Anayasa’nın 20. maddesi
kapsamındaki güvenceleri harekete geçirecek asgari ağırlıkta olup olmadığı
değerlendirilmelidir (Benzer yöndeki kararlar için bkz. Mehmet Kurt, § 67; Ahmet İsmail Onat, § 82; Hüseyin Tunç Karlık ve Zahide Şadan Karluk,
§ 66).
42. Özel hayata saygı hakkının gündeme gelebilmesi için aranan
bu ikinci koşul, her olayın somut koşulları içinde değerlendirilmesini
gerektiren göreceli bir alan olup rahatsızlığın yoğunluğu, etkiye maruz kalınan
süre veya kişi üzerindeki fiziksel veya zihinsel etkileri gibi unsurlar koşulun
oluşması bakımından dikkate alınmaktadır (Benzer yöndeki kararlar için bkz. Mehmet Kurt, § 58; Fevzi Kayacan (2), B. No: 2013/2513,
21/4/2016, § 53; Binali Özkaradeniz ve
diğerleri § 48).
43. Şikâyete konu davul
çalma, her yılın farklı zaman diliminde ve bir ay süreylegece
saatlerinde genellikle birkaç dakikayı geçmeyecek şekilde gerçekleşen
geleneksel bir faaliyettir. Türkiye'de yaşayan bireylerin çoğunluğu bakımından
benimsenen ve sahiplenilen bu gelenek, birlikte
yaşama amacını taşıyan diğer bireyler yönünden hoş görülmesi
beklenen bir olgudur. Anayasa Mahkemesinin değerlendirmesinin temelini, bu
geleneğin sürdürülmesinden başvurucunun duyduğu rahatsızlığın hoş görülmesi
beklenmeyecek düzeye ulaşıp ulaşmadığı hususu oluşturmaktadır.
44. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Anayasa Mahkemesince kabul
edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Bu bağlamda başvurucunun
ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, temel haklara yönelik bir müdahalenin
olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya
zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul
edilebilir (Hikmet Balabanoğlu,
B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).
45. Başvurucu, yaşadığı toplum tarafından gelenek olarak kabul
edildiği şekliyle davul sesine maruz kalmaktadır. Sesin gece uyku saatlerinde
oluşması nedeniyle başvurucunun yaşam kalitesinin etkilendiği tartışmasızdır.
Ancak maruz kalınan sesin ortalama bir insanda oluşturacağı etkinin ve sese
maruz kalma süresinin kural olarak katlanılmayacak boyuta eriştiğini söylemek
güçtür. Ayrıca meydana gelen rahatsızlığın yılın sadece belli bir zaman
diliminde gerçekleşmesi ve bu zaman diliminin belirliliği nedeniyle
öngörülebilir oluşu da başvurucunun ortaya çıkan rahatsızlığa katlanabilmesini
sağlayacak önemli bir etkendir.
46. Diğer yandan başvurucunun ülke genelinde gerçekleşen bu faaliyetten
diğer bireylere nazaran daha fazla etkilenmesini gerektirecek unsurların somut
olayda mevcut olması ihtimal dâhilinde ise de bu yönde bir bilgi veya olgu
başvurucu tarafından ortaya konmuş değildir. Hâl böyle olunca Türkiye'de
yaşayan diğer kişilerle birlikte başvurucunun da maruz kaldığı sesin süresi ve
yoğunluğu Anayasa'nın 20. maddesinde koruma altına alınan güvenceleri işletecek
asgari ağırlıkta bulunmamaktadır. Dolayısıyla üçüncü kişiler tarafından belli
bir kural dâhilinde kontrollü olarak gerçekleşen davul çalma eylemi nedeniyle
oluşan gürültünün devletin müdahalesini gerektirecek seviyeye ulaşmadığı
sonucuna ulaşılmaktadır.
47. Açıklanan gerekçelerle başvuruya konu çevresel meselenin
özel hayata saygı hakkının korumasından yararlanacak ağırlıkta bulunmadığından
başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin gizli
tutulması talebinin KABULÜNE,
B. Özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianınaçıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
C. Başvurunun kabul edilemez bulunması nedeniyle -daha önce adli
yardım talebinin kabul edilerek muaf tutulan yargılama giderlerinin tahsilinin
başvurucunun mağduriyetine neden olmayacağı da anlaşıldığından- 12/1/2011
tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 339. maddesi uyarınca
muafiyetin koşullarının tamamen oluşmaması sebebiyle 206,10 TL harçtan ibaret
yargılama giderinin başvurucudan TAHSİLİNE 12/6/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE
karar verildi.
EK GEREKÇE
1. Ramazan ayında davul çalma ülkemizde oruç tutan vatandaşları
sahura kaldırmak amacıyla yapıldığı belirtilen yaygın bir faaliyettir. Bu amaca
dönük olarak davul çalınmasının günümüzün teknolojik şartları dikkate
alındığında çok da gerekli olmadığı rahatlıkla öne sürülebilir. Bununla beraber
bir gelenek olarak bu uygulama sürdürülmektedir.
2. Vatandaşların bir kısmı en geniş anlamıyla dini bir faaliyet
bağlamında gerçekleşmesinden dolayı bu geleneğin devam ettirilmesinden dolayı
maruz kaldıkları gürültüyü hoş görülebilir ve kabul edilebilir bulurken, bazı
yurttaşlar tam tersini düşünerek özel hayatı veya aile hayatına ölçüsüz bir
müdahalede bulunulduğu ve ibadet yapmaya zorlandıkları hissine kapılabilirler.
3. Mahkememiz somut başvuruyu Anayasa'nın 20. maddesi
kapsamındaki güvenceler çerçevesinde değerlendirerek oybirliğiyle açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez bulmuştur (§ 39, §§41-47).
4. Davul çalma faaliyetinin İslam dinince kutsal sayılan bir
zaman diliminde gerçekleştirildiğini ve arka planında bir ibadetin yerine
getirilmesinin amaçlandığını düşünürsek Anayasa'nın 24. maddesindeki din ve
vicdan hürriyeti kapsamında da bir kabul edilebilirlik değerlendirmesinin
yapılması gerektiği kanaatine varılmıştır.