TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MURAT AZPARLAK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/1432)
|
|
Karar Tarihi:7/7/2015
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Yusuf Enes KAYA
|
Başvurucu
|
:
|
Murat AZPARLAK
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, tutukluluğun makul
süreyi aştığı, somut bir delil olmaksızın hüküm verildiği gerekçesiyle
Anayasanın 5., 10., 19., 36., 38. maddelerinde tanımlanan hakların ihlal edildiği
iddiası hakkındadır.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 13/1/2014 tarihinde
Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin
idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde, başvurunun Komisyona
sunulmasına engel bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci
Komisyonunca 25/2/2015 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu, örgüt faaliyeti
kapsamında uyuşturucu madde ithal etme ve ticareti yapma suçlarını işlediği
şüphesiyle 28/10/2010 tarihinde gözaltına alınmış ve 1/11/2010 tarihinde
tutuklanmıştır.
6. İstanbul 9. Ağır Ceza
Mahkemesinin 3/12/2013 tarihli ve E.2011/10, K.2013/189 sayılı kararı ile
başvurucunun uyuşturucu madde ithal etme suçundan 10 yıl 10 ay hapis cezası ile
cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir.
7. Başvurucu, tutukluluk
halinin devamına ilişkin karara itiraz etmiş, ancak itirazı İstanbul 10. Ağır
Ceza Mahkemesinin 27/12/2013 tarihli ve 2013/726 Değişik İş sayılı kararı ile
reddedilmiştir.
8. Başvurucu, 13/1/2014
tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
9. İstanbul 9. Ağır Ceza
Mahkemesinin 3/12/2013 tarihli ve E.2011/10, K. 2013/189 sayılı kararı temyiz
üzerine Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 26/6/2014 tarihli ve E.2014/3273
K.2014/4964 sayılı ilamıyla onanmıştır.
B. İlgili
Hukuk
10. 4/12/2004 tarihli ve 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesi şöyledir:
“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve
bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında
tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik
tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı
şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması
girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe
sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer
alan;
…
9. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci
fıkralar hariç, madde 220),
…
(4) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis
cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı
verilemez.”
11. 26/9/2004 tarihli ve 5237
sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 188. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
(1) Uyuşturucu veya
uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak imal, ithal veya ihraç
eden kişi, yirmi yıldan otuz yıla kadar hapis ve yirmibin
güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
12. Mahkemenin 7/7/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 13/1/2014 tarihli ve 2014/1432
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
13. Başvurucu, örgüt faaliyeti
kapsamında uyuşturucu madde ithal etme ve ticareti yapma suçlarını işlediği
iddiasıyla yargılandığı davada hakkında somut bir delil olmaksızın tutuklandığını
ve mahkum edildiğini, gerekçesiz kararlarla uzun süredir tutuklu olduğunu
belirterek, Anayasanın 5., 10., 19., 36., ve 38. maddelerindeki haklarının
ihlal edildiğini ileri sürmüş, tahliye ve tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
i. Ön Sorun
Hakkında
14. Anayasa'nın
148. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“ … Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması
şarttır.”
15. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel
başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu
ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve
yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce
tüketilmiş olması gerekir.”
16. Anılan Anayasa ve Kanun hükümleri
uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, "ikincil nitelikte bir kanun yolu" olup, bu yola
başvurulmadan önce kural olarak olağan kanun yollarının tüketilmiş olması
şarttır.
17. Temel hak ve özgürlüklere saygı,
devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup, bu ödevin ihmal edilmesi
nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal
makamların görevidir. Bu nedenle, temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği
iddialarının öncelikle idari merciler ve derece mahkemeleri önünde ileri
sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme
kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403,
26/3/2013, § 16).
18. Buna göre Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince
düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur.
Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği, Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi
zorunludur. Bu ilke uyarınca, başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği
şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne
uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu
makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek
için gerekli özeni göstermiş olması gerekir. Bu şekilde olağan denetim
mekanizmaları önünde ileri sürülüp takip edilmeyen temel hak ve özgürlüklerin
ihlaline ilişkin iddialar, Anayasa Mahkemesi önünde bireysel başvuru konusu
yapılamaz (Ayşe Zıraman
ve Cennet Yeşilyurt, § 17).
19. Ayrıca, 6216 sayılı Kanun'un 45.
maddesinin ikinci fıkrası uyarınca, ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması, başka bir deyişle
bireysel başvuru yapıldığı tarihte başvuru koşullarının tamamının sağlanmış
olması gerekir. Bununla birlikte, bir başvuru yolu yoksa ya da olan başvuru
yolları etkili değilse Anayasa Mahkemesi somut olayın koşullarını dikkate
alarak bir başvurunun incelenmesine karar verebilir (bkz. Ümit Ata,
B. No: 2012/254, 6/2/2014, § 33).
20. Diğer yandan, başvuru yollarının
tüketilmiş olmasına dair usul kuralı yorumlanırken, kişilerin mahkemeye erişim
hakkına halel getirecek bir yorumun benimsenmesinden de kaçınılmalıdır.
21. Dava açma ya da kanun yollarına
başvuru için belli usuli şartların öngörülmesinin,
doğrudan mahkemeye erişim hakkının ihlaline yol açacağı söylenemez. Yine de mahkemelerin usul kurallarını uygularken bir yandan
davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar katı şekilcilikten, öte yandan,
kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar
aşırı bir esneklikten kaçınmaları gereklidir. Usul kurallarının, hukuki
güvenliğin sağlanması ve yargılamanın düzgün bir şekilde yürütülmesi sonucu
adaletin tecelli etmesine hizmet etmek yerine kişilerin davalarının yetkili bir
mahkeme tarafından görülmesi bakımından bir çeşit engel haline gelmeleri
durumunda mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmiş olacaktır (bkz. Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013,
§§ 65 ve 68; aynı yöndeki AİHM kararları için bkz. Walchli/Fransa, B.
No. 35787/03, 26/7/2007, § 29; Efstathiou ve
Diğerleri/Yunanistan, B. No: 36998/02, 27/7/2006, § 24; ile Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, §
31).
22. AİHM benzer durumlara ilişkin
kararlarında, iç hukuktaki başvuru yolları tüketilmeksizin başvuru yapılması
halinde, kabul edilebilirliğe ilişkin incelemesini yaptığı tarih itibarıyla bu
yolların tüketilip tüketilmediğine bakmaktadır. İç hukuktaki süreçlerin
tamamlanması durumunda başvuruyu iç hukuk yollarının tüketilmemesi nedeniyle
kabul edilemez bulmamakta ve diğer kabul edilebilirlik şartlarını da karşılayan
başvuruları esastan incelemektedir (bkz. Gavriliţă/Moldova, B. No: 22741/06, 22/4/2014, §
53; Mercuri/İtalya, B. No: 14055/04, 22/10/2013, §
27; Yelden ve Diğerleri/Türkiye,
B. No: 16850/09, 3/5/2012, § 40; E.K./Türkiye
(k.k.), B. No: 28496/95, 28/11/2000; ve Reringeisen/Avusturya, B. No: 2614/65, 16/7/1971, §§
89-93).
23. Somut olayda başvurucunun,
İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinin 3/12/2013 tarihli nihai kararına karşı
temyiz yoluna başvurduğu, temyiz sonucunu beklemeden 13/1/2014 tarihinde
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmıştır.
24. Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında
başvurucunun başvuru tarihi itibarıyla başvuru yollarını tüketmeden başvuruda
bulunduğu anlaşılmakta ise de bireysel başvuru sürecinde söz konusu hükmün
Yargıtay tarafından 26/6/2014 tarihinde onanarak kesinleştiği, somut olayın
koşullarında başvuru yollarının tüketildiğinin kabul edilmesi gerektiği
sonucuna varılmıştır.
ii. Şikayetin
Değerlendirilmesi
25. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi
gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
26. 30/3/2011 tarihli ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un
“Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar
başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
27. 6216 sayılı Kanun’un “Esas hakkındaki inceleme” kenar başlıklı
49. maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bölümlerin,
bir mahkeme kararına karşı yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri,
bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan
kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır. Bölümlerce kanun yolunda
gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
28. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ve 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
uyarınca, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller
kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiğini iddia eden
herkese Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapma hakkı tanınmıştır.
Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 49.
maddesinin (6) numaralı fıkrasında, bireysel başvurulara ilişkin incelemelerde
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların değerlendirmeye tâbi
tutulamayacağı, 48. maddenin (2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan
yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği
belirtilmiştir (Ümit Tekin, B.
No: 2013/781, 26/3/2013, § 24)
29. Başvuru konusu olayda
başvurucu somut bir delil olmaksızın hakkında mahkumiyet kararı verilmesi
nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. İlk Derece
Mahkemesince telefon konuşmalarını gösterir tape
kayıtları, başvurucunun el yazısıyla yazılan adres yeri bilgisi, aramada ele
geçirilen uyuşturucu maddelerine ilişkin ev arama ve el koyma tutanakları,
fiziki takip tutanakları doğrultusunda başvurucunun mahkumiyetine karar
verilmiştir. Bu belirlemeler karşısında başvurucunun iddialarının özünün,
derece mahkemesinin delilleri değerlendirme ve yorumlamada isabet edemediğine
ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
30. Açıklanan nedenlerle,
başvurunun kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, derece
mahkemesi kararının açıkça keyfilik içermediği anlaşıldığından, başvurunun
diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin, “açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Kişi Özgürlüğü ve
Güvenliği Hakkının İhlal edildiği İddiası
31. 5271 sayılı Kanun'un 141.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendinde, makul sürede hakkında hüküm
verilmeyen bir tutuklu için tazminat talebinde bulunabilme imkânı
tanınmaktadır. Bu yol, bir yandan başvurucunun maruz kaldığı tutukluluk
nedenleri ve süresinin uzunluğunun tespiti, diğer yandan da uğradığı zararın
tazmini imkânını sağlamaktadır. Bu nedenle, 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesi
ile öngörülen hukuk yolu, başvurucunun şikâyetleri açısından erişilebilir ve
elverişli bir çözüm olanağı ve makul ölçüde bir başarı imkânı sunmaktadır (Hamit Kaya, B. No: 2012/338, 2/7/2013, §
48).
32. Ancak somut olayda
mahkûmiyet hükmünün 26/6/2014 tarihinde kesinleştiği göz önünde tutulduğunda,
bireysel başvurunun karara bağlandığı tarih itibarıyla 5271 sayılı Kanun’un 141.
maddesinde düzenlenen yola başvurmak için gerekli olan ve aynı Kanun’un 142.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında öngörülen yasal sürelerin geçmiş olduğu
anlaşılmaktadır. Bu aşamada, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul
edilemezlik kararı verilmesi, başvurucunun artık başvuru imkânının ortadan
kalktığı bir yola yönlendirilmesi anlamına gelecektir. Açıklanan nedenlerle
somut olayın koşulları altında başvuru yollarının tüketilmesi sorununun
bulunmadığı sonucuna varılıp, başvurunun diğer kabul edilebilirlik kriterleri
yönünden incelenmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
33. Başvurucu uzun bir süredir
tutuklu olduğunu ileri sürmüştür.
34. Anayasa'nın 19. maddesinin
yedinci fıkrası şöyledir:
“Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde
yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme
hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır
bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye
bağlanabilir.”
35. Başvurucunun iddialarının
Anayasa'nın 19. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekir.
36. Anayasa'nın 19. maddesinin
yedinci fıkrasında bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin,
yargılamanın makul sürede bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında
serbest bırakılmayı isteme haklarına sahip olduğu güvence altına alınmıştır (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013,
§ 60).
37. Tutukluluk süresinin makul
olup olmadığı konusunun, genel bir ilke çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün
değildir. Bir sanığın tutuklu olarak bulundurulduğu sürenin makul olup
olmadığı, her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmelidir.
Anayasa'nın 38. maddesinde "Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz" şeklinde
ifadesini bulan masumiyet karinesi, yargılama süresince kişinin hürriyetinin
esas, tutukluluğun ise istisna olmasını gerektirmektedir. Tutukluluğun devamı
ancak masumiyet karinesine rağmen Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına
alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından daha ağır basan gerçek bir kamu
yararının mevcut olması durumunda haklı bulunabilir (İbrahim Ayhan, B. No: 2013/9895, 2/1/2014, § 40).
38. Bir davada tutukluluğun
belli bir süreyi aşmamasını sağlamak, öncelikle derece mahkemelerinin
görevidir. Bu amaçla, yukarıda belirtilen kamu yararı gereğini etkileyen tüm
olayların derece mahkemeleri tarafından incelenmesi ve serbest bırakılma
taleplerine ilişkin kararlarında bu olgu ve olayların ortaya konulması gerekir
(Murat Narman, § 62).
39. Tutuklama tedbirine
kişilerin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmasının yanı sıra bu
kişilerin kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek
maksadıyla başvurulabilir. Bu şartların tutukluluk süresince devam ediyor
olması, tutukluluğun devamının hukuka uygunluğu ve meşruiyeti bakımından
olmazsa olmaz bir koşuldur. Başlangıçtaki bu tutuklama nedenleri belli bir
süreye kadar tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse de bu süre
geçtikten sonra, uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin hâlâ devam
ettiğinin gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler “ilgili” ve “yeterli” görüldüğü takdirde, yargılama sürecinin özenli
yürütülüp yürütülmediği de incelenmelidir. Davanın karmaşıklığı, organize
suçlara dair olup olmadığı veya sanık sayısı gibi faktörler sürecin işleyişinde
gösterilen özenin değerlendirilmesinde dikkate alınır. Tüm bu unsurların
birlikte değerlendirilmesiyle sürenin makul olup olmadığı konusunda bir sonuca
ulaşılabilir (Murat Narman, §
63).
40. Anayasa'nın 19. maddesinin
yedinci fıkrasının ihlal edilip edilmediğinin değerlendirmesinde esas olarak,
serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararların gerekçelerine bakılmalı ve
tutuklu bulunan kişiler tarafından yapılan tutukluluğa itiraz başvurularında
sunulan belgeler çerçevesinde kararların yeterince gerekçelendirilmiş olup
olmadığı göz önüne alınmalıdır. Öte yandan hukuka uygun olarak tutuklanan bir
kişinin, suç işlediği yönünde kuvvetli belirti ve tutuklama nedenlerinden biri
veya birkaçının varlığı devam ettiği sürece ilke olarak belli bir süreye kadar
tutukluluk halinin makul kabul edilmesi gerekir (Murat Narman, §§ 63-64).
41. Bir kişinin gerekçeden
tamamen yoksun bir yargı kararıyla tutuklanması ve tutukluluğun uzatılması
kabul edilemez. Bununla beraber tutukluluğu meşru kılan gerekçeler gösterilerek
bir zanlı ya da sanığın tutuklanmasının keyfi olduğunu söylemek mümkün
değildir. Ancak aşırı derecede kısa gerekçelerle ve hiçbir yasal hüküm gösterilmeden
tutuklama kararı vermek ya da tutukluluğu devam ettirmek bu çerçevede
değerlendirilmemelidir (İbrahim Ayhan,
§ 45). Ayrıca itiraz veya temyiz merciinin, itiraz veya temyiz incelemesine
konu mahkeme kararına ve bu karardaki gerekçelere katıldığı durumlarda, buna
ilişkin kararını ayrıntılı olarak gerekçelendirmemesi, kural olarak, gerekçeli
karar hakkına aykırılık teşkil etmez (İbrahim
Ayhan, § 46).
42. Makul sürenin
hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun daha önce yakalanıp gözaltına
alındığı durumlarda bu tarih, doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama
tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı tarihtir.
Ancak kişinin, tutuklu olarak yargılanmakta olduğu davada mahkumiyetine karar
verilmiş ise mahkûmiyet tarihi itibarıyla da tutukluluk hali sona erer (Ahmet Soysal, B. No: 2012/237, 2/7/2013,
§§ 66-67).
43. Somut olayda başvurucu
28/10/2010 tarihinde gözaltına alınmış ve 1/11/2010 tarihinde tutuklanmıştır.
İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinin 3/12/2013 tarihli ve E.2011/10, K.2013/189
sayılı kararı ile başvurucunun uyuşturucu madde ithal etme suçundan 10 yıl 10
ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve verilen ceza miktarları dikkate
alınarak tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. İlk defa özgürlüğünden
mahkeme kararıyla mahrum bırakıldığı 28/10/2010 tarihi ile İlk Derece
Mahkemesince hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği 3/12/2013
tarihi arasında başvurucu “bir suç isnadına
bağlı olarak” tutulmuştur.
44. Buna göre başvurucu,
özgürlüğünden mahrum bırakıldığı ilk tarih olan 28/10/2010 ile İstanbul 9. Ağır
Ceza Mahkemesince 3/12/2013 tarihinde verilen mahkumiyet kararı arasında, 3 yıl
1 ay 5 gün bir suç isnadına bağlı olarak özgürlüğünden mahrum kalmıştır.
45. İlk Derece Mahkemesi, başvurucunun
tutukluluk durumunu 13/7/2011, 6/9/2012, 6/12/2012, 25/12/2012, 19/2/2013,
19/3/2013, 25/4/2013, 23/5/2013, 27/6/2013, 13/8/2013, 10/9/2013 tarihlerinde
incelemiş ve bu incelemelerin hepsinde “isnat olunan suçların mahiyetine, yasada gösterilen
olası cezaların sınırlarına sanıklara isnat edilen suçların 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu’nun 100/3. maddesinde gösterilen katalog suçlardan olmasına,
soruşturma aşamasında ele geçirilen ve düzenlenen iddianamede gösterilen İddia,
bir kısım sanık ikrarları, tüm dosya kapsamındaki, yakalama ve muhafaza altına
alma tutanağı, olay, arama yakalama ve el koyma tutanağı, ekspertiz raporu ve
tüm dosya kapsamındaki deliller değerlendirildiğinde, mevcut olan bu delillerin
sanıklar hakkında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren bu olgu olarak
kabul edilerek, bu durumun kuvvetli suç süphesinin
varlığının bu açıdan halen devam ediyor olmasına, gerek Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi içtihatlarına ve gerekse 6352 sayılı Yasanın 96 ve devamı maddeleri
ile değişik 5271 sayılı CMK.'nun 100 ve devamı
maddeleri hükümlerine göre tutuklulukta geçen makul süreyi aşan bir durumun
bulunmamasına, sanıkların serbest kalması halinde kaçma şüphesinin sanıkların
üzerlerine atılı suçların ağırlığına göre karine olarak kabul edilmesinde
zorunluluk bulunmasına, tutuklamaya alternatif koruma tedbirlerinin bu aşamada
sanıklar açısından yetersiz kalacağı ve T.C. Anayasasının 19. maddesinde ifade
olunan 'ölçülülük' ilkesi uyarınca sanıklar hakkında daha hafif koruma önlemi
olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının dava konusu açısından yetersiz
kalacağı “ gerekçesiyle tutukluluk halinin devamına karar vermiştir.
46. Somut olayda başvurucu son
olarak İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinin 3/12/2013 tarihli tutukluluk halinin
devamına ilişkin kararına itiraz etmiş, itirazı, tutukluluğun devamına ilişkin
kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle İstanbul 10. Ağır Ceza
Mahkemesinin 27/12/2013 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
47. Anayasa'nın 19. maddesinin
yedinci fıkrasının ihlal edilip edilmediğinin değerlendirmesinde esas olarak,
serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararların gerekçelerine bakılmalı ve
tutuklu bulunan kişiler tarafından yapılan tutukluluğa itiraz başvurularında
sunulan belgeler çerçevesinde kararların yeterince gerekçelendirilmiş olup
olmadığı göz önüne alınmalıdır.
48. Somut olayda, Derece
Mahkemelerince verilen tutukluluğa itiraz ve itirazın reddine dair kararların
gerekçeleri incelendiğinde, bu gerekçelerin tutukluluğun devamının hukuka
uygunluğu ve tutulmanın meşruluğunu haklı gösterecek özen ve içerikte olmadığı
ve aynı hususların tekrarı niteliğinde olduğu görülmektedir. Somut olaydaki
tutukluluk halinin devamına ilişkin bu gerekçelerin ilgili ve yeterli olduğu
söylenemez. İlgili ve yeterli olmayan gerekçelere dayanılarak başvurucuların
özgürlüğünden mahrum bırakıldığı dikkate alındığında söz konusu tutukluluk
süresi makul olarak değerlendirilemez.
49. Açıklanan nedenlerle,
başvurucuların "tutukluluğun makul
süreyi aştığı" ve "tutukluluğun
devamına ilişkin kararların gerekçelerinin yeterli olmadığı"
yönündeki iddialarına ilişkin olarak Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci
fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
50. 6216 sayılı Kanun'un 50.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında, esas inceleme sonunda ihlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedileceği belirtilmiş; ancak yerindelik denetimi yapılamayacağı,
idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.
51. Başvuruda, Anayasa'nın 19.
maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
52. Başvurucu, uğradığı zarar
karşılığında maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvurucu,
uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesine
herhangi bir belge sunmamıştır. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata
hükmedebilmesi için, başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile
tazminat talebi arasında illiyet bağı kurulması gerekir. Anayasa Mahkemesine
herhangi bir belge sunmayan başvurucunun maddi tazminat talebi reddedilmelidir.
53. Başvurucuya, özgürlük ve
güvenlik hakkına yönelik müdahale nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle telafi
edilemeyecek ölçüdeki manevi zararının varlığı ve somut olayın özelliklerini
dikkate alarak takdiren net 3.000,00 TL manevi
tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
54. Başvurucu
tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 206,10 TL
harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
Başvurucunun,
A. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki şikâyetinin “açıkça dayanaktan yoksunluk ” nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. “Tutukluluğun
makul süreyi aştığı” yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. “Tutukluluğun
makul süreyi aştığı” yönündeki iddiasına ilişkin olarak Anayasa’nın 19. maddesinin
yedinci fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Başvurucuya net 3.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine ve
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki
belgeler uyarınca tespit edilen 206,10 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya
ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
7/7/2015
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.