TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
A. Ş. VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/14438)
|
|
Karar Tarihi: 22/3/2017
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Nahit GEZGİN
|
Başvurucular
|
:
|
1. A. Ş.
|
|
|
2. A. Ş.
|
|
|
3. İ. Ş.
|
Vekili
|
:
|
Av. Cihat
HAYKIR
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, zorunlu askerlik hizmeti sırasında gerçekleşen
intiharın önlenmemesi ve bu intiharla ilgili etkili bir soruşturma
yürütülmemesi nedenleriyle yaşama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 27/8/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvuruculardan İ. Ş.'in oğlu,
diğer başvurucuların ise kardeşi olan 1992 doğumlu(A.Ş.) olay tarihinde zorunlu
askerlik hizmetini yerine getirmektedir.
A. Başvurucuların
Yakınının Askerlik Süreci
9. A.Ş. askere alınmadan önce psikolojik muayene de dâhil olmak
üzere bir dizi sağlık kontrolünden geçirilmiş ve bu kontroller sonucunda
askerlik yapmaya elverişli bulunarak 23/2/2012 tarihinde Birliğine katılmıştır.
10. A.Ş. askerliği sırasında psikiyatrik yönden tedavi görmemiş;
kendisi, yakınları ya da arkadaşları tarafından ruhsal sorunu olduğuna ilişkin
olarak amirlerine ya da başka bir askerî birime herhangi bir başvuru da
yapılmamıştır. Birliğine katılır katılmaz yapılan psikososyal
risk faktörü anketine verdiği cevaplarda A.Ş. sağlığı ve sosyoekonomik
durumuyla ilgili olarak herhangi bir sorunu bulunmadığını belirtmiş, yetkililer
tarafından kendisiyle aynı zaman diliminde gerçekleştirilen görüşmelerde de bu
yönde sorulan sorulara aynı nitelikte cevaplar vermiştir.
11. A.Ş. Birliğine katıldığı tarihten yaklaşık on sekiz gün
sonra 11/3/2012 günü sabah saatlerinde kaldığı koğuştaki bir ranzaya kendini
asarak intihar etmiştir.
B. Ceza Soruşturması Süreci
12. Yetkili Askerî Savcılık tarafından olay hakkında derhâl ve
resen bir soruşturma açılmıştır. Bu soruşturmada öncelikle Savcı tarafından
Jandarma Olay Yeri İnceleme Birimi (Olay Yeri İnceleme) ile birlikte olay
yerinde maddi delil incelemesi yapılmış; bu incelemede herhangi bir darp ve
boğuşma izine rastlanılmadığı, müteveffanın ranzanın üst bölümüne palaskasıyla
bir ası mekanizması kurduğu görülmüştür.
13. Olay yerinin incelenmesinden sonra doktor bilirkişisi
refakatinde cesedi üzerinde gerçekleştirilen ölü muayenesinde ise müteveffanın
boynunda ası izi olduğu ve vücudunun diğer bölgelerinde, kıyafetlerinde
herhangi bir boğuşma veya mücadele yaşadığına ilişkin bir emare bulunmadığı
belirlenmiştir. Ölü muayene sonrasında Adli Tıp Kurumu tarafından
gerçekleştirilen otopsi sonucunda müteveffanın ölümünün ası sonucu
gerçekleştiği anlaşılmıştır.
14. Soruşturmada, müteveffa ile aynı yerde görev yapan farklı
rütbedeki askerler de tanık sıfatıyla dinlenilmişlerdir. Bu kişiler
ifadelerinde özetle müteveffanın kimi zaman neşeli kimi zaman ise içine kapanık
davranışlar sergilediğini, olaydan önce herhangi bir sorunu veya psikolojik
rahatsızlığı olduğundan bahsetmediğini, ayrıca kendisine kötü muamelede bulunulmadığı
gibi anlaşmazlığı olan bir kişinin de olmadığını söylemişlerdir.
15. Bu tanıklardan er H.K. ifadesinde; askerliğe müteveffayla
birlikte başladığını, birbirlerine "can dostu" -diğer amaçların
yanında askerlerin birliklerine intibaklarını kolaylaştırmak için kurulan
askerî bir uygulama- olarak görevlendirildiklerini, sohbetleri sırasında
müteveffanın küçük yaştayken annesinin öldüğünü ve on üç yaşına kadar Sosyal
Hizmetler veÇocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) himayesinde
büyüdüğünü söylediğini ancak annesinin nasıl öldüğünü açıklamadığını
belirtmiştir.
16. Tanık V.A. ise H.K.nın ifadesinde
belirttiği hususlara ek olarak olaydan bir gün önce sohbetleri sırasında
müteveffanın "Çok bunalıyorum, ölsem de
kurtulsam." dediğini, kendisinin ise "Saçma düşünme, Allah'ın verdiği canı nasıl
alacaksın?" şeklinde karşılık verdiğini, ertesi gün sabah
saatlerinde müteveffanın kendisine birlikte koğuşa gitmeyi teklif ettiğini
ancak kendisinin bu teklifi gündüz saatlerinde koğuşta kalmanın yasak olması
nedeniyle kabul etmediğini, müteveffanın ise soğuk algınlığı yaşaması nedeniyle
izinli olduğundan koğuşuna gittiğini, ardından burada intihar ettiğini
öğrendiğini söylemiştir.
17. Bölük Komutanı E.U. müteveffaya görev yaptığı birliğe
katılır katılmaz "psikososyal risk faktörü
anketi" doldurttuklarını, bu ankete verdiği cevaplarda herhangi bir
rahatsızlığı veya sorunu bulunduğunu belirtmediğini, bu ankete göre psikolojik
açıdan riskli bir personel olarak sınıflandırmadıklarını beyan etmiştir.
18. Üsteğmen G.U. ifadesinde, Birliğe katıldığında müteveffayla
"lider danışmanlık görüşmesi"ni
gerçekleştirdiğini, müteveffanın bu görüşmede kardeş sayısı hakkında doğru
bilgiler vermediğini ve sağlık sorunu olarak sadece mide bulantısı olduğunu
söylediğini belirtmiştir.
19. Soruşturmada, başvurucular A. Ş. ve A. Ş. de dinlenilmiş;
adı geçenler ifadelerinde müteveffanın herhangi bir psikolojik rahatsızlığının
veya bu boyuta varmayan ruhsal sorununun bulunmadığını ve annelerinin olaydan
yaklaşık 20 yıl önce intihar ettiğini söylemişlerdir.
20. Soruşturma sonucunda Askerî Savcılık tarafından 25/7/2012
tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Kararda; müteveffanın
özel yaşantısına ilişkin bilinmeyen bir nedenle intihar ettiği, ölümünde bir
kişinin ihmali, kusurlu veya kasti bir davranışı bulunmadığı, ayrıca
soruşturmada intiharın teşvik edildiği, azmettirildiği veya intihar kararının
kuvvetlendirildiğine ilişkin bir bulgunun da elde edilmediği gerekçesine yer
verilmiştir.
21. Bu karar başvuruculara bildirilmiştir. Başvuru dosyasında,
başvurucuların bu karara itiraz edip etmediklerine ilişkin bir bilgi veya belge
bulunmamaktadır.
C. İdare Mahkemesinde Açılan Tazminat Davası
Süreci
22. Başvurucular, yakınlarının intiharında görevlilerin hizmet
kusuru bulunduğunu iddia ederek olay nedeniyle uğradıklarını ileri sürdükleri
maddi ve manevi zararlarının karşılanması talebiyle 11/12/2012 tarihinde Millî
Savunma Bakanlığına başvurmuşlardır. Bakanlık tarafından bu başvurularına
herhangi bir cevap verilmemiştir.
23. Başvurucular, yaptıkları başvurunun idarece bu şekilde
zımnen reddedilmesi üzerine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi İkinci Daire
Başkanlığı (İkinci Daire) nezdinde aynı taleplerini içeren -toplamda 225.000 TL
tazminat- bir dava açmışlardır.
24. İkinci Daire 26/2/2014 tarihli kararıyla davanın reddine
karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:
"(...) olayla ilgili yapılan adli
soruşturma neticesinde de tespit edildiği üzere, müteveffanın tamamen kendi
iradesi ile koğuşta bulunan ranzada kendini asarak intihar etmesi suretiyle
ölümü olayında, zararlı sonucu doğuran eylem ile hizmet arasında illiyet
bağının bulunmadığı, davacılar vekilinin de intihar olayına ilişkin olarak
davalı idarenin kusurlu ya da kusursuz sorumluluğunu doğuracak herhangi bir
somut delili ortaya koyamadığı, davalı idareye yüklenebilecek bir nedensellik
bağının mevcut olmadığı, davalı idarenin herhangi bir hizmet kusurunun ya da
kusursuz sorumluluk şartlarının mevcut olmadığı değerlendirilerek dava konusu
olayda idareye yüklenebilecek hukuki bir sorumluluğun bulunmadığı, tüm bu
hususlar birlikte değerlendirildiğinde davacıların maddi ve manevi tazminat
istemlerinin reddine karar verilmesi gerektiği (sonuç ve kanaatine
ulaşılmıştır)."
25. Başvurucuların karar düzeltme talepleri de İkinci Dairenin
9/7/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
26. Karar, başvurucular vekiline 1/8/2014 tarihinde tebliğ
edilmiş; yasal otuz günlük süresi içinde 27/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunulmuştur. Başvurucular, bireysel başvurularında kamuya açık belgelerde
kimliklerinin gizli tutulması taleplerinde bulunmuştur.
IV. İlgili Hukuk
27. 25/10/1963 tarihli ve 353 sayılı Askerî Mahkemeler Kuruluşu
ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Kovuşturmaya
yer olmadığına dair karara itiraz" kenar başlıklı 107. maddesi
şöyledir:
"Askerî savcı tarafından verilen
kovuşturmaya yer olmadığına dair karar, teşkilâtında askerî mahkeme kurulan kıt’a komutanı veya askerî kurum amiri ile şüpheli ve
suçtan zarar görene bildirilir.
Bu karara karşı teşkilâtında askerî mahkeme
kurulan kıt’a komutanı veya askerî kurum amiri ya da
suçtan zarar gören, kararın kendilerine tebliğinden itibaren onbeş gün içinde kararı veren askerî savcının teşkilâtında
olduğu askerî mahkemeye yer itibarıyla en yakın askerî mahkemede itiraz
edebilirler. En yakın askerî mahkemenin tayininde kararsızlık olursa, bu husus
Millî Savunma Bakanlığınca giderilir. İtiraz isteminde kamu davasının
açılmasını haklı gösterecek olaylar ve deliller gösterilir."
28. 8/10/1986 tarihli ve 86/11092 sayılı Bakanlar Kurulu
kararıyla kabul edilen ve 24/1/1986 tarihli ve 19291 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Türk Silahlı
Kuvvetleri Sağlık Yeteneği Yönetmeliği'nin -olay tarihinde yürürlükte bulunan-
5. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
"Yükümlülerin ilk
sağlık muayeneleri Askerlik Kanunu gereğince son yoklama sırasında askerlik
şubelerinde toplanan askerlik meclisindeki iki tabip (birisi sivil olabilir)
tarafından aşağıdaki şekilde yapılır.
1)
(Değişik bent: 16/06/2008 - 2008/13831 S.Yön/2.mad)
Ruh ve beden durumları ile iç organları dikkatle gözden geçirilir, ...
Yükümlünün bildiği herhangi bir hastalık veya arızası olup olmadığına ilişkin
ve muayene sırasında herhangi bir sağlık yakınması bulunup bulunmadığına
ilişkin ekte yer alan Yükümlülere Yoklamalarda Uygulanacak Sağlık Durumu
Hakkında Bilgi Formuna uygun yazılı beyanı alınır. ...
(...)"
29. Anılan Yönetmelik'in 5. maddesinin başvuru tarihi itibarıyla
yürürlülükteki 5. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
"(Değişik:14.1.2013-13/4240-1 md.) Askerlik Kanunu gereğince yükümlülerin sağlık
muayeneleri, askerlik şubelerinin bulunduğu yerlerde, öncelikle varsa kayıtlı
olduğu aile hekimi tarafından, yoksa en yakın resmi sivil sağlık kuruluşunda
veya asker hastanelerinde tek tabip tarafından aşağıdaki şekilde yapılır.
(...)"
V. İNCELEME VE GEREKÇE
30. Mahkemenin 22/3/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
31. Başvurucular;
i. Devlet tarafından
askerliğe alma işlemi sırasında gerçekleştirilen muayenelerin yürürlükteki
mevzuat gereğince konunun uzman olmayan bir hekim -aile hekimi- tarafından
gerçekleştirilmesi nedeniyle müteveffanın intihar edebileceğinin daha bu
aşamada tespit edilecekken belirlenemediğini,
ii. Kaldı ki çok küçük
yaştayken annesinin intihar ettiğini görmesi, ardından ailevi nedenlerle
SHÇEK'e bağlı yurtta bir süre kalması, bu durumun yetkili makamlar tarafından
öğrenilmesi ve intihar etmesinden bir gün önce yaşamına son vermeyi istediğini
bir arkadaşına söylemesi gibi nedenlerle müteveffanın intihar edebileceğinin
askere alımından sonraki aşamada da öngörülebilir olduğunu,
iii. Olay hakkında etkili
bir soruşturma yürütülmediğini belirterek Anayasa'nın 17. ve 36. maddelerinde
güvence altına alınan yaşama ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüşler, yeniden yargılama yapılması ve manevi tazminata karar
verilmesi taleplerinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
32. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddi ve manevi
varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
33. Anayasa'nın “Devletin
temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili bölümü
şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri, …
Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti
ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve
sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
34. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular, yakınlarının ölümüyle
sonuçlanan olayla ilgili olarak şikâyette bulunmuşlardır. Bu nedenle
başvurucuların iddialarının yaşama hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği
değerlendirilmiştir.
35. Öte yandan, 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 46. maddesinin
(1) numaralı fıkrasında ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya
da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel
başvuru hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşama hakkının doğal
niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru
ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları
tarafından yapılabilecektir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41).
36. Başvuru konusu olayda başvurucu İ. Ş. müteveffanın babası,
diğer başvurucular ise müteveffanın kardeşidir. Bu nedenle başvuru ehliyeti
açısından bir eksiklik bulunmamaktadır. Diğer taraftan, başvurunun kabul
edilebilirlik bakımından incelenmesi gerekir.
1. Ceza Soruşturması Yönünden
37. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"... Başvuruda bulunabilmek için olağan
kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."
38. 6216 sayılı Kanun'un45. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."
39. Anılan Anayasa ve Kanun maddelerinde yer verilen kanun
yollarının tüketilmesi koşulu, bireysel başvurunun temel hak ihlallerini
önlemek için son ve olağanüstü bir çare olmasının doğal sonucudur. Diğer bir
ifadeyle temel hak ihlallerini öncelikle idari makamların ve derece
mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu
zorunlu kılmaktadır (Necati Gündüz ve Recep
Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 20).
40. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının
öncelikle genel yargı mercilerinde olağan yasa yolları ile çözüme
kavuşturulması esastır. Bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak ihlallerinin
bu olağan denetim mekanizması içinde giderilememesi durumunda başvurulabilir.
Bireysel başvurunun ikincil niteliği gereği başvurucunun ihlal iddialarını
öncelikle yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu
konuda sahip olduğu bilgi ve delilleri zamanında sunması, dava ve başvurusunu
takip etmek için gerekli özeni göstermesi gerekmektedir (İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177,
26/3/2013, § 17; Rıfat Bakır ve diğerleri, B. No: 2013/2782, 11/3/2015, § 45; Bayram Gök, B. No: 2012/946, 26/3/2013,
§§ 18, 19).
41. Bireysel başvuru formu ve eklerinde, başvurucuların ilgili
mevzuat gereğince (bkz. § 27) yürütülen ceza soruşturması sonucunda verilen
kovuşturmaya yer olmadığı kararınailişkin olarak
yetkili yargısal mercilere başvuruda bulunduklarına dair bir bilgi veya belge
bulunmamaktadır.
42. Dolayısıyla somut olayda başvurucuların, kanunda öngörülen
yargısal yolları tüketmeksizin olay hakkında etkili bir ceza soruşturması
yürütülmediği iddiasıyla doğrudan bireysel başvuruda bulunduğu sonucuna
varılmıştır.
43. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. İdare Mahkemesinde Açılan Tazminat Davası
Yönünden
44. Devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can
kaybının gerçekleştiği durumlarda Anayasa'nın 17. maddesi, kamu makamlarına
yetkileri dâhilinde tüm imkânları kullanarak yaşama hakkına yönelen tehdit ve
risklere karşı etkili yasal ve idari tedbirlerin oluşturulmasını gerektirir. Bu
kapsamda anılan yasal ve idari tedbirler, yaşama hakkına yönelik ihlalleri
durdurmayı ve gerektiğinde faillerin cezalandırılmasını sağlayacak nitelikte
olmalıdır. Bu yükümlülük, yaşama hakkının tehlikeye girebileceği her durum
bakımından geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, § 52).
45. Bir kişinin yaşamına yönelik gerçek ve yakın bir tehlikenin
bulunduğunun kamu makamlarınca bilindiği ya da bilinmesi gerektiği durumlarda
makul ölçüler çerçevesinde kamu makamlarının bu tehlikenin gerçekleşmesini
önleyebilecek şekilde önlem alması gerekir. Ancak özellikle insan
davranışlarının öngörülemezliği, öncelikler ve
kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlem veya yürütülecek faaliyet tercihi
dikkate alındığında, pozitif yükümlülük kamu makamları üzerinde aşırı yük
oluşturacak şekilde yorumlanamaz (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri,§ 53).
46. Bu kapsamda bazı özel koşullarda devletin, kişinin kendi
eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı yaşamı korumak amacıyla gerekli
tedbirleri alma yükümlülüğü de bulunmaktadır. Zorunlu askerlik hizmeti için de
geçerli olan bu yükümlülüğün ortaya çıkması için askerî mercilerin, kendi kontrolleri
altındaki bir kişinin kendini öldürmesi konusunda gerçek bir risk olduğunu
bilip bilmediklerini ya da bilmelerinin gerekip gerekmediğini tespit etmek,
böyle bir durum söz konusu ise bu riski ortadan kaldırmak için makul ölçüler
çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında kendilerinden beklenen her
şeyi yapıp yapmadıklarını incelemek gerekmektedir. Ancak yukarıda ifade
edildiği gibi bu yükümlülük, yetkililer üzerine aşırı yük oluşturacak şekilde
yorumlanmamalıdır. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesince yapılacak incelemede basit
bir ihmali veya değerlendirme hatasını aşan bir kusurun askerî yetkililere
atfedilebilip atfedilemeyeceğinin ortaya konulması gerekmektedir (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841,
23/1/2014,§ 74).
47. Diğer taraftan askerlik yükümlülüğü kapsamında yürütülen
bazı eylem ve etkinliklerin doğasına ve insan unsuruna bağlı olarak ortaya
çıkan risk seviyesine uygun şekilde yaşamı koruyucu yasal ve idari
düzenlemelerin bulunması gerekmektedir. Devlet, askerlik görevini zorunlu
kıldığı için özellikle silahların kullanımı konusunda büyük bir titizlik
göstermeli ve psikolojik sorunları olan askerlerin tedavi edilmesini ve onlara
yönelik uygun tedbirlerin alınmasını sağlamalıdır. Oluşturulan yasal ve idari
düzenlemelerde askerlik yaşamının doğasında var olan tehlikelerle karşı karşıya
bulunan askerlerin etkin bir şekilde korunmalarını sağlayan uygulamaya ilişkin
tedbirlerin ve emir komuta zinciri içerisinde yer alan sorumlular tarafından
işlenebilecek kusur ve hataların tespit edilmesini sağlayacak usullerin
öngörülmesi gerekmektedir. Bu çerçevede askere alım sırasında kişilerin uygun
denetimlerden geçirilmesi, askerlik öncesinde ve sırasında gerekli denetim ve
müdahalelerin yapılması büyük önem taşımaktadır (Sadık Koçak ve diğerleri, §§ 75, 76).
48. Yaşama hakkının korunması, silah altındaki bir askerin
askerî makamların kontrolü altında iken ölmesi durumunda bağımsız ve tarafsız
bir şekilde etkili ve uygun bir soruşturmanın yürütülmesini de gerekli
kılmaktadır. Ancak bu şekilde söz konusu yasal ve idari çerçevenin etkili bir
şekilde uygulanması temin edilebilecektir. Bu amaçla yürütülen araştırma ve
soruşturmanın; öncelikle olayların tam olarak nasıl meydana geldiğinin
belirlenmesini, ikinci olarak ise varsa sorumluların tespit edilmesini ve gerek
görüldüğünde sorumlulukların yaptırım altına alınmasını sağlayacak nitelikte
olması gerekir. Bu kapsamda yürütülen işlemler ve yargı aşaması da dâhil bütün
süreç Anayasa'nın 17. maddesinin gereklerine cevap vermelidir (Sadık Koçak ve diğerleri, § 77).
49. Yaşama hakkına ilişkin usule ilişkin yükümlülük olayın
niteliğine bağlı olarak cezai, hukuki ve idari nitelikte soruşturmalarla yerine
getirilebilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§
55). Bu kapsamda, yaşama hakkının veya vücut bütünlüğünün ihlaline kasten
sebebiyet verilmediği durumlarda pozitif yükümlülük, her olayda mutlaka ceza
davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle
ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§ 59).
50. Ancak Anayasa Mahkemesi için bu noktada önemli olan husus,
yürürlükteki yargı sisteminin, yaşama hakkına yapılan müdahalelerden doğan
sorumluluğu hiçbir durumda belirsizlik içinde bırakmamasıdır. Bu husus,
toplumun güvenini korumak ve hukuk devletinin benimsenmesini sağlamak amacıyla
gereklidir.
51. Bu noktada belirtilmelidir ki Anayasa Mahkemesinin bu tür
olaylara ilişkin başvurulara yönelik inceleme görevi, kullanılan yargı
sisteminin caydırıcı etkisinin ve yaşama hakkı ihlallerinin önlenmesinde
oynaması gereken rolün zayıflatılmaması için derece mahkemelerin karara
varırken Anayasa'nın 17. maddesi ile öngörülen dikkatli ve özenli inceleme
şartını ne ölçüde yerine getirdiklerini belirlemekten ibarettir (Perihan Uçar ve diğerleri, B. No: 2013/5860,
1/12/2015, § 52).
52. Yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal edilip edilmediği
konusunda bir sonuca varabilmek için öncelikli olarak askerî yetkililerin
müteveffanın intihar etme riskini bilip bilmediklerinin veya bilmeleri gerekip
gerekmediğinin -yukarıda ifade edilen ilkeler çerçevesinde- ortaya konulması
gerekmektedir.
53. Başvuru konusu olayda, askerliği öncesi yapılan sağlık
kontrollerinde müteveffanın herhangi bir psikolojik sorunu olduğuna dair bir
tespit bulunmamaktadır. Birliğine ilk katılış işlemleri sırasında müteveffaya psikososyal risk faktörü anketi doldurulttuğu
ayrıca kendisiyle bir görüşme gerçekleştirildiği, müteveffanın bu anket ve
görüşmede herhangi bir probleminden bahsetmediği görülmektedir.
54. Aslında başvurucular da müteveffanın psikolojik bir
rahatsızlığı ya da ruhsal bozukluğu bulunduğunu ileri sürmemişler, askerliği
öncesinde veya sırasında yoğun kaygılar yaşadığı bir durumdan da
bahsetmemişlerdir. Bireysel başvuru dilekçelerinde, annesinin intihar etmesi ve
bir süre SHÇEK'e bağlı bir yurtta kalmasından dolayı intihar edebileceğinin
öngörülmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir.
55. Bununla birlikte bir yakını intihar eden ve belli bir süre
SHÇEK'e bağlı bir yurtta kalan herkesin -bu konuda bilinen herhangi bir ruhsal
bozukluk yaşamamasına rağmen- aradan geçen uzun zaman diliminden sonra yaşamına
son vermeyi isteyebileceğini ve bu nedenle potansiyel olarak intihar eğilimine
sahip olduğunu söyleyebilmek mümkün değildir. Dolayısıyla somut olayda,
müteveffanın küçüklüğünde yaşadıkları nedeniyle intihara eğilimi bulunduğu,
askerî yetkililerin de bu durumu görmezden gelerek öngörülebilir olan intiharı
makul tedbirler alarak önlemedikleri sonucuna varılamaz.
56. Öte yandan somut olayda böyle bir durum söz konusu olmamakla
birlikte bir askerin sadece psikolojik sorunlarının bulunmasına veya kendisine
yüklenilen sorumlulukların ifası sırasında yaptığı hatalardan dolayı
askerliğinin uzaması, disiplin cezası alması gibi yaptırımlara maruz kalacağı
düşüncesiyle yoğun kaygılar yaşamasına bağlı olarak gerçekleşen intihar
eylemlerini idarenin öngörmesi ve gerekli tedbirleri alması gerektiği sonucu da
kendiliğinden çıkarılamayacaktır (Rıfat
Bakır ve diğerleri, § 93).
57. Bunun yanında müteveffanın, olaydan bir gün önce arkadaşına
söylediği belirtilen sözden (bkz. § 16) hareketle olay tarihinde yaşamına son
vermeyi isteyecek derecede bir bunalım içinde bulunduğu veya yoğun kaygılar
yaşadığı da söylenemeyecektir. Müteveffa, askerliği sırasında üçüncü kişilerle
bir sorun veya anlaşmazlık yaşamamıştır ve tanık anlatımlarına göre günlük
hayatta herkes için olağan sayılabilecek tarzda duruma göre neşeli duruma göre
ise sakin bir duruş sergilemektedir. Somut olayda müteveffanın; belirtilen sözü
(bkz. § 16), yaşadığı kötü bir olay nedeniyle ve gerçekten de yaşamına son
vermeyi arzulayarak söylediğine ilişkin herhangi bir emare de bulunmamaktadır. Bununla
birlikte bu sözün yetkili makamlar tarafından öğrenildiği ifade edilmediği gibi
müteveffanın intihar etmeden hemen önce sözü söylediği arkadaşına birlikte
koğuşuna gitmeyi teklif ettiği de anlaşılmıştır (bkz. §§14, 16).
58. Bu durumda, müteveffanın intiharının ani bir karar sonucunda
gerçekleştiği, başka bir ifadeyle önceden alınmış bir kararın uygulanması
sonucu meydana gelmediği anlaşılmıştır. Bu itibarla yetkililerin intihar
riskinden haberdar olmalarının veya bu riski bilmeleri ya da bilmemekle
birlikte öngörmelerinin beklenemeyeceği söylenebilecektir.
59. Dolayısıyla somut olayda askerî yetkililerin, müteveffanın
intihar etme riskini bilmedikleri ve bilmelerini veya öngörmelerini gerektiren
bir durumun da söz konusu olmadığı; aksinin kabulünün -özellikle insan
davranışlarının öngörülemezliği dikkate alındığında-
kamu makamları üzerinde aşırı yük oluşturacak nitelikte bir yorum olacağı
sonucuna varılmıştır.
60. NitekimAskeri Yüksek İdare
Mahkemesi de davayı reddetmesine ilişkin gerekçesinde, olayla ilgili olarak
topladığı tüm delillere dayanarak başvurucuların ve davalının ileri sürdükleri
bütün hususları değerlendirmiş ve olayda kamu görevlilerin sorumluluğunun incelenmesini
gerektirecek bir durumun bulunmadığını takdir ettiğini bildirmiştir. İdare
Mahkemesi, intiharın öngörülebilir olmadığına ve müteveffanın belirlenemeyen
bir sebeple intihar ettiğine, bu durumda yetkililerin bir kusurunun
bulunduğunun söylenemeyeceği gibi olayda kusursuz sorumluluk ilkesinin de
uygulanamayacağına karar vermiştir (bkz. § 24 ).
61. Diğer taraftan başvurucular, askere alım öncesinde
gerçekleştirilen muayenenin yürürlükte bulunan mevzuat gereğince konunun uzmanı
olmayan bir hekim tarafından gerçekleştirilmesi nedeniyle devletin bu tür
intihar risklerine karşı etkili yasal tedbirleri almadığını iddia etmişlerdir.
Ancak buiddiaya dayanak yaptıkları düzenlemenin
olaydan sonra yürürlüğe girdiği ve bu nedenle somut olayda bir uygulamasının
söz konusu olmadığı anlaşılmıştır (bkz. §§28, 29).
62. Açıklanan nedenlerle, başvuruda bir ihlalin olmadığının açık
olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksunluk nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kamuya açık belgelerde başvurucuların kimliğinin gizli
tutulması talebinin KABULÜNE, Serruh KALELİ'nin karşı oyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
B. 1. Yaşama hakkı kapsamında etkili bir ceza soruşturması
yürütülmediğine ilişkin iddianın başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
OYBİRLİĞİYLE,
2. Yaşama koruma yükümlülüğünün ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksunluk nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA
22/3/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
KARŞIOY
Başvurucular, başvuru formunda kamuoyu önünde kimliklerinin
“özel nedenler” gerekçesi ile gizli tutulmasını talep etmişlerdir.
Başvurucular tarafından Askeri Yüksek İdare Mahkemesi İkinci
daire başkanlığı nezdinde yapılan aleni ve kamu bilgisine açık yargılamada ise
başvurucuların benzer nitelikli herhangi bir kimlik bilgilerinin gizliliği
talebi bulunmadığı görülmektedir.
Yetkili askeri savcılık tarafından resen başlatılan soruşturma
ve akabinde hizmet kusuru nedeniyle açılan tazminat davasında, sonucu doğuran
eylemle ilintili somut delil ve idareye yüklenecek bir kusur oluşmadığından
başvurucuların davaları reddedilmiş olması karşısında etkili bir soruşturma
yürütülmediği, dolayısıyla yaşam hakkının ihlal iddiası ile yapılan başvuruda
bölümümüzce netice olarak başvuru açıkça dayanaktan yoksun bulunularak
reddedilmiş, gizlilik talepleri de oyçokluğu ile kabul edilmiştir. Hüküm fıkrasında
yer alan gizlilik talebinin kabulü kararına gerekçesizliği
nedeniyle katılınmamıştır. 22.2.2017 yakın tarihli
bir kararımızda gizlilik talebinin kabulünün aksi yönünde imzası bulunan
çoğunluk üyeleri bu kez de talep yönünde oy kullanmışlar ancak nedenlerini
yazmamışlardır.
CMK’nun 182 ve 187. maddeleri arasında yer
alan Duruşma başlıklı maddeler dizininde duruşmaların açıklığı ve açıklığın
kaldırılması yani gizli yapılması hakkındaki hukuki gerçeklik şöyle ifade
bulmaktadır.
Genel ahlakın veya kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli
kıldığı hallerde duruşmanın bir kısmı veya tamamının kapalı yapılmasına karar
verilebilmektedir. AYM ‘de Anayasal şikayet başvurularında baktığı davanın
türüne göre somut dosyada yargılama sürecinin hak ihlaline sebep olup olmadığını
denetlerken, hukuk kurallarının uygulama biçimini de gözeteceği ve bu metodun
dava dosyasının usul ve esasını birlikte kapsadığı açıktır.
Gizlilik talebi bir hak olmakla birlikte talebe uygun karar
verilebilmesi için onsekiz yaşından küçükler için
olan zorunlu kapalılık hali hariç gizliliği gerektiren haller 182. maddede
yazılı hususlar dahilinde hakimin takdir hakkı kapsamında kalmaktadır.
Takdir hakkı denetimsiz bir alan olmadığı gibi adalet,
hakkaniyet, kamu yararı gibi ölçütleri de bulunduğu düşünüldüğünde, hakimin
talep ve gerekçesine karşı gizlilik/kapalılık kararına ulaşma nedenlerini CMK
186. maddesindeki zorunluk nedenleri ile birlikte karara geçirmek zorundadır.
Nitekim Mahkememiz bir çok kararında olduğu gibi başvurucusu
kimliğini gizlemeyi gerektiren yüksek menfaatin ne olduğu ya da bu anlamdaki
zorunluluğun varlığını kabul etmeye yarayacak bilgi ve belge ile Mahkememizi bu
kanaate ulaştıracak bir açıklama ve gerekçe bulunmadığı hallerinde gizlilik
taleplerini red etmektedir.
Gerekçesiz kararların keyfilik ürünü olduğunun izahına dahi
gerek olmayan bir süreçte başvurucuların gizlilik talebinde yer alan “özel
nedenlerin” ne olduğunun açıklanmadığı ve bu halin Mahkememizi talep konusunda
yeterli kanaate ulaştırmaya elverişli olmadığı düşünüldüğünde ölçme
değerlendirmeye uygun olmayan talebe kabul kararı veren anlayışa katılınmamıştır.