TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
ÖMER ÇAKMAK BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/1511)
Karar Tarihi: 20/4/2017
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Raportör Yrd.
İsmail Emrah PERDECİOĞLU
Başvurucu
Ömer ÇAKMAK
Vekili
Av. Ayşe BİNGÖL DEMİR
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, iş mahkemesinde açılan işe iade istemli tespit davasında tanık beyanlarının yanlış değerlendirilmesi sonucu Yargıtay tarafından hatalı karar verildiği ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığı nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 15/1/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu tarafından 7/3/2012 tarihinde İstanbul 6. İş Mahkemesinde açılan işe iade istemli tespit davasında başvurucu 6/9/2004 tarihinden itibaren davalı şirkette yardımcı hizmet görevlisi olarak çalıştığını, 18/10/2003 tarihinde geçirdiği iş kazası nedeni ile sakatlandığını ve davalı işyerinde özürlü işçi çalıştırma zorunluluğu kapsamında yasal kadrolu olarak çalışan işçiler arasında olduğunu, 2010 yılı başlarında yeni gelen yöneticiler tarafından bu kapsamdaki işçilere psikolojik baskı ve işi çekilmez kılan bazı uygulamalar başlatıldığını, bu kapsamda Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğünden 13/2/2012 tarihinde saat 11.15'te gelen evrakı aynı gün saat 12.00'de ilgilisi N. Ş.'ye teslim ettiğini; ancak, daha sonra evrakta tahrifat yapılarak evrakın 15/2/2012 tarihinde teslim edilmiş gibi gösterilmeye çalışıldığını, bu çerçevede herhangi bir kusuru veya ihmali olmamasına karşın 27/2/2012 tarihinde iş akdinin feshedildiğini belirterek davalı işverence yapılan feshin geçersizliğine, işe iadesine, davalı işverence işe başlatılmadığı takdirde kanunun belirlediği en yüksek tutardan tazminata hükmedilmesine, çalışılmayan süreye ilişkin doğmuş ve doğacak olan ücret ve diğer haklarının ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
9. Yargılama kapsamında işyeri kayıtları incelenmiş, tanık beyanları alınmış, gerekli görülen diğer belgeler incelenmiştir.
10. Yapılan değerlendirme sonucunda İstanbul 6. İş Mahkemesi 26/3/2013 tarihli kararı ile davayı kabul ederek işverence yapılan feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"...
İşverenlik tarafından 27/02/2012 tarihli fesih bildiriminde ; muhaberat elemanı olarak çalışan davacının Kocaeli Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğü tarafından gönderilen şirkete 13/01/2012 tarihinde ulaşan resmi yazının ilgili birimlere teslimiyle ilgili evrak kayıt ve teslim şartlarına uymadığı, evrak teslim defteri üzerinde düşmesi gereken kaydı zamanında düşmeyerek 15/01/2012 tarihinde teslim tarihini 13/01/2012 olarak yazdığı ve süreli olan bu resmi evrak hakkında zamanında işlemlerin yapılamama riski nedeniyle şirket aleyhine idari para cezası tahakkuk ettirilmesi tehlikesi ile karşı karşıya bıraktığı gerekçesiyle iş akdinin işçinin davranışlarından kaynaklanan geçerli nedenlere dayalı olarak sona erdirildiği belirtilmiştir. İş güvencesinde fesih nedenleri somut olarak açıkça ortaya konulmalı ve son çare olarak uygulanmalıdır. Davalı şirkette personel ve özlük işleri yöneticisi olarak çalışan davalı tanığı N. Ş. ; davacının muhaberat elemanı olarak görevinin şirkete gelen evrakları kayda alıp ilgili birimlere imza karşılığı teslim etmek olduğu, 13/01/2012 tarihinde İş-Kur'dan idari para cezası içeren bir evrakı deftere kaydetmeden ve imza almadan ilgili birime teslim ettiğini, herhangi bir süre kaçırılmasının söz konusu olmadığını, daha önce sözlü uyarıldığından son olaydan sonra yazılı savunma talep edildiğini, bu tür davranışların birkaç kez tekrarlandığı için tazminatları verilerek iş akdinin feshedildiğini söylemiştir. Davalı işyerinde idari işler yetkilisi olarak çalışan davalı tanığı V. G. ; davacının resmi kurumlardan gelen evrakları kayıt altına almak ve ilgili birimlere dağıtmakla görevli olduğunu, teslim edilen evrakların takip eden süreçte davacının sorumlu olmadığını açıklamıştır. Davalı işyerinde 11 ay muhaberat bölümünde taşımacı olarak görev yapan davacı tanığı E. Ç.; şirkete gelen evrakları ilgili bölümlere imza karşılığı verdiğini, davacının muhaberat bölümünde bilgisayarda fatura tarama işini ve gelen evrakları kayıt altına aldığını, İş-Kur'dan gelen engelli çalıştırılmaması ile ilgili para cezası içeren evrakı davacının kayıt altına alarak kendisine verdiğini, önce idari işlere, hukuk departmanına, daha sonra insan kaynaklarına götürdüğünde almadıklarını tekrar muhaberat bölümününe giderek davacının durumu anlattığını, davacının da ben hallederim diyerek evrakı insan kaynaklarında N. Hanım'a götürdüğünü, bu evrak yüzünden işten çıkarıldığını beyan etmiştir. Davalı şirketin Gebze'de bulunan işyerinde 2003-2009 yılları sonlarına kadar idari işler bölümünde çalışan davacı tanığı C.A.; davacının fatura kayıt bölümünde çalıştığını, kendisi ayrıldıktan sonra işten çıkarıldığını, sebebini bilmediğini ifade etmiştir. Şirkete gelen evrakları muhaberat bölümünde çalışan ve kayıt altına alan davacının İş-Kur'dan gelen bir evrakla ilgili kayıt işlemlerinde aksaklık olması nedeniyle yasal bir hakkın kaybolmadığı ve zarar oluşmadığı halde başkaca herhangi bir disiplin cezası uygulanmadan iş akdinin feshedilmesi işlemi hukuka uygun görülmemiştir. Sunulan belgeler ve tanık beyanları feshin geçerli olduğunu kanıtlamaya yeterli değildir.
..."
11. Temyiz talebi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 12/9/2013 tarihli kararı ile ilk derece mahkemesi kararının bozularak ortadan kaldırılmasına ve davanın reddine hükmedilmiş ve yargılama sona ermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
Somut olayda, muhaberat elemanı olarak çalışan davacının iş sözleşmesi işverence, resmi kurum tarafından gönderilmiş olan ve işyerine 13.02.2012 tarihinde ulaşmış olan evrakın ilgili birimlere teslimi ile ilgili olarak evrak kayıt ve teslim şartlarına uymaması, evrak teslim defteri üzerine düşmesi gereken kaydı zamanında koymayarak teslim tarihini farklı yazması, süreli olan resmi evrak sebebiyle işvereni para cezası riski ile karşı karşıya bırakması nedeniyle feshedilmiştir. Dosya içeriğinde yer alan kıymetli evrak tebligat defteri ve yargılama sırasında dinlenen davalı şahitlerinin beyanları dikkate alındığında, işyerine 13.02.2012 tarihinde gelmiş olan evrakı ilgili birime 15.02.2012 tarihinde teslim ettiği sabittir. Davacının yazılı olarak uyarıldığı şirket içi talimatlara ve etik ilkelere uymaması sebebine dayalı geçmiş ihtarın varlığı da dikkate alındığında, işçinin hizmet süresine ve yaptığı işin niteliğine göre bu eylemleri gerçekleştirmesi iş akışını bozucu niteliktedir. Artık işverenden iş ilişkisini devam ettirmesi normal ölçülerde beklenemez. Fesih geçerli sebebe dayanmaktadır ve davanın reddi gerekirken yazılı şekilde kabul edilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
12. Yargıtay bozma ilamı başvurucuya 16/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 15/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
13. Mahkemenin 20/4/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
14. Başvurucu, açtığı işe iade istemli tespit davasının 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nda öngörülen süreleri aşarak uzun sürede sonuçlandığını belirtmiş makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
15. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedenin de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
16. Medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin olan iş mahkemeleri nezdinde açılan davalarda yargılama süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak uyuşmazlığı karara bağlayacak davanın açıldığı tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak yargılamanın sona erdiği (Nesrin Kılıç, B. No: 2013/772, 7/11/2013 § 69), yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul süre şikâyetiyle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Mehmet Salih Ayyıldız, B. No: 2012/397, 17/11/2014, § 25).
17. İş mahkemelerinde görülen davalar ile idari mahkemelerde görülen davalarda yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Nesrin Kılıç, §§ 57, 58).
18. Bununla birlikte özellikle işe iade davalarında yargılamanın uzaması her iki taraf için de hukuki belirsizliğin devamına sebep olduğundan bu davaların ivedilikle sonuçlandırılması ayrı bir öneme sahiptir. Nitekim kanun koyucu da feshe itiraz ve işe iade davalarının özel önemini dikkate alarak diğer iş davalarına oranla daha hızlı bir şekilde karara bağlanması için 4857 sayılı Kanun'un 20. maddesinde özel hükümlere yer vermiştir (Nesrin Kılıç, §§ 60, 61).
19. Taraflar için 4857 sayılı Kanun’da belirtilen süreler kural olarak kesin ve hak düşürücü nitelikte olmasına rağmen Kanun’un 20. maddesinde mahkemeler için öngörülen süreler hak düşürücü nitelikte değildir. İşe iade davalarının sonuçlandırılması için öngörülen iki aylık süre, mahkemelere yönelik bir süre olduğundan düzenleyici nitelikte olup mahkemeler bu sürede davayı sonuçlandıramasalar da daha sonra verdikleri kararların geçerli olduğunda şüphe yoktur (Nesrin Kılıç, § 62). Bu durumda işe iade davalarına yönelik makul süre değerlendirmesi yapılırken somut davanın niteliklerine de bakılmalıdır.
20. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de işe iade davalarının 4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinde öngörülen yasal süre içerisinde sonuçlandırılamaması nedeniyle Türkiye aleyhine yapılmış başvurularda, Türkiye’nin bu tür bir kanunu kabul etmekle, iş hukukuna ilişkin anlaşmazlıkları çözmek, özellikle işten çıkarma durumlarında iş hukuku konusundaki çekişmelerin süresini kısaltmak amacıyla hızlandırılmış bir usul düzenlemiş olduğunu saptamakta ve kanunun bu amacını vurgulamaktadır. AİHM, ulusal mahkemelerin yasal süreye riayetlerine ilişkin yerel mevzuatı nasıl yorumladıklarını ve uyguladıklarını denetlemenin görevi olmadığını belirterek başvuranların davasının makul süre içerisinde tamamlanıp tamamlanmadığını tespit etmek amacıyla yargılama süresinin bütününü ele almaktadır. AİHM 1 yıl 5 ay süren bir işe iade davasıyla ilgili değerlendirmesinde, sözü edilen davada ulusal mahkemelerin ihtilaf konusu olayla ilgili tutumunun özel bir karmaşıklık göstermediğini, yargılamanın iki dereceli mahkeme önünde 1 yıl 5 ay sürdüğünü, ulusal mahkemelerin bu süre zarfında, başvuranın iddialarına ilişkin karar vermek için davanın esasını incelediğini ve tanık ifadeleri ile bilirkişi raporları aldıklarını ifade ederek yargılama süresinin bütünü dikkate alındığında ulusal mahkemeler nezdinde gecikme olmaması nedeniyle Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. fıkrası bağlamında makul sürenin aşılmadığı yönünde karar vermiştir (Nesrin Kılıç, § 63).
21. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda yaklaşık 1 yıl 6 aylık yargılama süresinin makul olduğu sonucuna varmak gerekir.
22. Açıklanan gerekçelerle, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
B. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığına İlişkin İddia
23. Başvurucu, açtığı dava ilk derece mahkemesince kabul edilmesine rağmen temyiz incelemesi sürecinde Yargıtay 22. Hukuk Dairesince maddi hata ile yapılan bir değerlendirme sonucu reddedildiğini, davalı tanığı N.Ş.'nin uyuşmazlığın konusu olan evrak teslimine ilişkin evrakı zamanında teslim aldığına dair beyanı olmasına rağmen Yargıtay bozma ilamından bu beyanın yanlış değerlendirildiğinin görüldüğünü, yine aynı tanığın beyanlarına göre davaya konu olayda kusurunun bulunmadığının anlaşıldığını, dolayısıyla Yargıtayın somut olayı değerlendirmede hataya düştüğünü belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
24. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu kapsamda başvurucunun şikâyetlerinin özünün Yargıtay tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucunun şikâyetlerinin adil yargılanma hakkı kapsamında yargılamanın sonucunun adil olmadığı yönünden incelenmesi uygun görülmüştür.
25. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).
26. Başvurucu tarafından ileri sürülen tanık beyanlarının özellikle de davalı tanığı N.Ş.'nin beyanlarının Yargıtayca hatalı değerlendirildiği iddiasının incelenmesinde, bu iddianın özünün esas itibarıyla maddi olay ve hukuk kurallarının Yargıtay tarafından yorumlanması ve uygulanması ile delillerin değerlendirilmesine ilişkin kanun yolu şikayeti niteliğinde olduğu anlaşılmıştır.
27. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 20/4/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.