TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MEHMET ÇOLAKOĞLU BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/15355)
|
|
Karar Tarihi: 21/2/2018
|
R.G. Tarih ve Sayı: 28/3/2018-30374
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Özgür DUMAN
|
Başvurucu
|
:
|
Mehmet
ÇOLAKOĞLU
|
Vekili
|
:
|
Av. Erdal
TAŞ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tıbbi ihmal sebebiyle görme kaybı yaşanması üzerine
talep edilen tazminatın reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın
korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 18/9/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu, kalp rahatsızlığı nedeniyle 1/11/2007 tarihinde
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesinde (Hastane) muayene
olmuştur. 6/11/2007 tarihinde koroner anjiyografisi yapılan başvurucuya koroner arter hastalığı tanısı konmuştur.
Hastalığının tedavisi için başvurucuya koroner arter by-pass
ameliyatı yapılması önerilmiş ve başvurucu 7/11/2007 tarihinde taburcu edilmiştir.
10. Başvurucu 19/11/2007 tarihinde ameliyat yapılması için
Hastanenin Kalp Damar Cerrahisi Ana Bilim Dalı Servisine yatırılmış, 22/11/2007
tarihinde de başvurucuya açık kalp ameliyatı yapılmıştır. Ameliyatı takip eden
beş gün süresince Yoğun Bakım Servisinde başvurucunun tedavisi ve takibi
yapılmıştır.
11. Başvurucu, bu ameliyattan sonra sağ gözünde görme kaybı
yaşadığı şikâyetiyle -başvuru formu ve eklerinde belirtilmeyen bir tarihte-
özel bir göz polikliniğinde muayene olmuş; kendisine sağ gözünü tamamen
yitirdiği, sol gözünde de görme sorunları yaşayabileceği bildirilmiştir.
12. Başvurucu, bunun üzerine tıbbi ihmal sebebiyle uğradığı
maddi ve manevi zararlarının tazmini talebiyle 20/5/2008 tarihinde Akdeniz
Üniversitesi (Üniversite) aleyhine Antalya 2. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam
yargı davası açmıştır.
13. Dava dilekçesinde, başvurucunun ameliyat sonrası görme kaybı
şikâyetinin sağlık görevlilerince dikkate alınmadığı ve ayrıca ameliyattan önce
görme ile ilgili bir ön muayene ve tetkik de yapılmadığı vurgulanmıştır.
Başvurucu bunun yanında, ameliyat öncesi bu ameliyat sebebiyle görme kaybı
yaşanabileceği yönündeki bir riskten kendisine söz edilmediğini ve bu yönde bir
bilgilendirmenin yapılmadığını da belirtmiştir.
14. Yargılama sırasında davalı Üniversite, Hastanede görevli üç
uzman doktor tarafından düzenlenen 10/3/2008 tarihli raporu Mahkemeye
sunmuştur. Bu raporda, ameliyat öncesi başvurucunun gözle ilgili herhangi bir
notunun olmadığı ve ameliyat sonrası herhangi bir göz muayenesinin bulunmadığı
açıklanmıştır. Rapora göre başvurucunun koroner
arter hastalığı da bulunduğu gözetildiğinde santral retinal arter oklüzyonuna neden
olabilecek bir embolinin ameliyata bağlı olarak
ortaya çıktığı söylenemez. Ayrıca başvurucu hastaya yapılan bütün girişimlerin
başvurucunun yazılı ve imzalı onayı doğrultusunda ve bilgisi dâhilinde
uygulandığı ifade edilmiştir.
15. Mahkeme, konu hakkında Adli Tıp Kurumundan bilirkişi raporu
almıştır. Mahkeme, aşağıda belirtilen şu hususlar hakkında rapor düzenlenmesini
talep etmiştir:
i. Başvurucunun ameliyat sonrasında gözünde meydana gelen görme
kaybının oluşma sebebinin belirlenmesi
ii. Yeterli önlem, gözetim, tedavi ile bu durumun önlenip
önlenemeyeceğinin ve görme kaybının doktor hatası nedeniyle ortaya çıkmış olup
olmadığının saptanması
iii. Görme kaybının ameliyat sonrası başka etkenler yüzünden
gelişip gelişmediğinin tespit edilmesi
16. Adli Tıp Kurumunun 15/6/2009 tarihli raporunda, koroner by-pass ameliyatından sonra emboliler
görülebileceği, bu durumun ise komplikasyon olarak değerlendirildiği
bildirilmiştir.
17. Mahkeme 26/3/2010 tarihinde davanın reddine karar vermiştir.
Kararın gerekçesinde, Adli Tıp Kurumunun raporuna atıfta bulunularak davalı
idareye atfı kabil bir ihmal ve kusurun bulunmadığı belirtilmiştir. Mahkeme, bu
sebeple davalı idarenin tazmin sorumluluğunun bulunmadığı sonucuna varmıştır.
18. Başvurucunun temyiz ettiği karar, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 29/5/2014 tarihli ilamıyla onanmıştır.
19. Nihai karar, başvurucu vekiline 20/8/2014 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
20. Başvurucu 18/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Mevzuat Hükümleri
21. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun 12. maddesi şöyledir:
“İlgililer haklarını ihlal eden bir idari
işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi
mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı
davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın
karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına
başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası
sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde
tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 nci
madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır.”
22. 11/4/1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı
İcrasına Dair Kanun’un 70. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Tabipler, diş tabipleri ve dişçiler
yapacakları her nevi ameliye için hastanın, hasta küçük veya tahtı hacirde ise
veli veya vasisinin evvelemirde muvafakatını alırlar.
Büyük ameliyei cerrahiyeler için bu muvafakatin
tahriri olması lazımdır. (Veli veya vasisi olmadığı veya bulunmadığı veya
üzerinde ameliye yapılacak şahıs ifadeye muktedir olmadığı takdirde muvafakat
şart değildir.) Hilafında hareket edenlere ikiyüzelli
Türk Lirası idarî para cezası verilir.”
23. 1/2/1999 tarihli Hekimlik Meslek Etiği Kuralları’nın
26. maddesi şöyledir:
“Hekim hastasını, hastanın sağlık durumu ve
konulan tanı, önerilen tedavi yönteminin türü, başarı şansı ve süresi, tedavi
yönteminin hastanın sağlığı için taşıdığı riskler, verilen ilaçların
kullanılışı ve olası yan etkileri, hastanın önerilen tedaviyi kabul etmemesi
durumunda hastalığın yaratacağı sonuçlar, olası tedavi seçenekleri ve riskleri
konularında aydınlatır. Yapılacak aydınlatma hastanın kültürel, toplumsal ve
ruhsal durumuna özen gösteren bir uygunlukta olmalıdır. Bilgiler hasta
tarafından anlaşılabilecek biçimde verilmelidir. Hastanın dışında
bilgilendirilecek kişileri, hasta kendisi belirler. Sağlıkla ilgili her türlü
girişim, kişinin özgür ve aydınlatılmış onamı ile yapılabilir. Alınan onam,
baskı, tehdit, eksik aydınlatma ya da kandırma yoluyla alındıysa geçersizdir.
Acil durumlar ile hastanın reşit olmaması veya
bilincinin kapalı olduğu ya da karar veremeyeceği durumlarda yasal
temsilcisinin izni alınır. Hekim temsilcinin izin vermemesinin kötü niyete dayandığını
düşünüyor ve bu durum hastanın yaşamını tehdit ediyorsa, durum adli mercilere
bildirilerek izin alınmalıdır. Bunun mümkün olmaması durumunda, hekim başka bir
meslektaşına danışmaya çalışır ya da yalnızca yaşamı kurtarmaya yönelik
girişimlerde bulunur. Acil durumlarda müdahale etmek hekimin takdirindedir.
Tedavisi yasalarla zorunlu kılınan hastalıklar toplum sağlığını tehdit ettiği
için hasta veya yasal temsilcisinin aydınlatılmış onamı alınmasa da gerekli
tedavi yapılır.
Hasta vermiş olduğu aydınlatılmış onamı
dilediği zaman geri alabilir.”
24. 1/8/1998 tarihli ve 23420 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanarak yürürlüğe giren Hasta Hakları Yönetmeliği’nin (Yönetmelik)
8/5/2014 tarihli değişiklikten önceki hâliyle 15. maddesi şöyledir:
“Hasta; sağlık durumunu, kendisine uygulanacak
tıbbî işlemleri, bunların faydaları ve muhtemel sakıncaları, alternatif tıbbî
müdahale usûlleri, tedavinin kabul edilmemesi halinde
ortaya çıkabilecek muhtemel sonuçlan ve hastalığın seyri ve neticeleri
konusunda sözlü veya yazılı olarak bilgi istemek hakkına sahiptir.
Sağlık durumu ile ilgili gereken bilgiyi,
bizzat hasta veya hastanın küçük, temyiz kudretinden yoksun veya kısıtlı olması
halinde velisi veya vasisi isteyebilir. Hasta, sağlık durumu hakkında bilgi
almak üzere bir başkasına da yetki verebilir. Gerek görülen hallerde yetkinin
belgelendirilmesi istenilebilir.”
25. Yönetmelik’in 22. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Kanunda gösterilen istisnalar hariç olmak
üzere, kimse, rızası olmaksızın ve verdiği rızaya uygun olmayan bir şekilde
tıbbi ameliyeye tabi tutulamaz.”
2. Yargısal İçtihatlar
26. Danıştay Onbeşinci Dairesinin
14/2/2017 tarihli ve E.2016/2124, K.2017/665 sayılı kararının ilgili kısmı
şöyledir:
"... Alerji yapabileceği bilinen
ilaçların verilmesi durumunda, hastaya muhtemel sağlık geçmişinin sorulması,
tedavi, fiziksel bütünlükle ilgili tahmin edilemez olası bir risk taşıdığında,
hekimlerin, hastalarını aydınlatarak rıza göstermelerine imkân sağlayacak
şekilde kendilerini önceden bu tedavi hakkında bilgilendirmeleri gerekmektedir
...
Dosyanın incelenmesinden, İdare Mahkemesince,
tedaviyi düzenleyen ve uygulayan sağlık ekibinin, anamnez
çerçevesinde kendi sağlık geçmişi hakkında hastaya ya da yakınlarına soru
sormadığı, ilgiliyi penisilin tedavisinin muhtemel risklerine dair
bilgilendirmediği ve yürürlükte olan mevzuat ve düzenlemeye rağmen hastanın
rızasını almadığı yönünde davacı tarafça ileri sürülen başlıca iddiaların ele
alınmadığı görülmektedir ...
Hemşire gözlem notu ile hasta epikrizi
arasındaki çelişkiler ile hastanın penisilin alerjisi geçmişine ilişkin hasta
öyküsünün alındığına ilişkin kayıtların ve hastanın penisilin uygulamasının
olası risklerine ilişkin bilgilendirildiğine ilişkin kayıtların
sunulamamasının, sunulan kamu hizmetinin kötü işlediğini ve ortada bir hizmet
kusurunun bulunduğunu gösterdiğinden davacıların bu olay nedeniyle maruz
kaldıkları manevi elem ve ızdırabı giderecek şekilde
olayın meydana geliş şekli de dikkate alınarak hakkaniyete uygun bir manevi
tazminata hükmedilmesi gerekirken, manevi tazminatın reddedilmesinde hukuka
uyarlık bulunmamaktadır..."
B. Uluslararası Hukuk
27. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 8. maddesi
şöyledir:
"(1)
Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi
hakkına sahiptir.
(2) Bu
hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla
öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin
ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya
ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir
tedbir olması durumunda söz konusu olabilir."
28. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), tıbbi ihmaller
yönünden yaşam hakkına ilişkin devletin pozitif yükümlülüklerinin kişilerin
ruhsal ve fiziksel bütünlüklerinin korunması ile ilgili olarak Sözleşme'nin 8.
maddesi kapsamında da uygulanması gerektiğini kabul etmektedir (Codarcea/Romanya, B. No: 31675/04, 2/6/2009, §
103).
29. AİHM'e göre kişilerin yaşam veya
fiziksel bütünlüklerinin korunması hakkının devlete yüklediği pozitif
yükümlülükler, devlet tarafından özel hastanelere ya da kamu hastanelerine
hastaların fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini koruyacak nitelikteki tedbirleri
alma zorunluluğu getiren yasal ve düzenleyici çerçevenin konulmasını
gerektirmektedir. Bu yükümlülük, tıbbi müdahalelerin bu bağlamda meydana
getirebileceği ağır sonuçlardan hastaları mümkün olabildiğince koruma
gerekliliğine dayanmaktadır (Codarcea/Romanya,
§ 102).
30. AİHM'e göre taraf devletlerin;
uygulanması düşünülen tıbbi müdahalenin hastaların fiziksel bütünlüğüyle ilgili
olarak meydana getirebileceği öngörülebilir sonuçlar hakkında hekimlerin
sorgulanmaları, hastaları aydınlatmaları ve tıbbi müdahale hakkında önceden
bilgilendirmeleri amacıyla gereken düzenleyici yasal tedbirleri almak yönünde
pozitif yükümlülükleri bulunmaktadır (Codarcea/Romanya, § 105). Bunun bir sonucu olarak özellikle hastanın
kendi hekimleri tarafından önceden gerektiği gibi bilgilendirilmediği
durumlarda bu türden öngörülebilir bir tehlikenin gerçekleşmesi hâlinde ilgili
taraf devlet, bu bilgilendirme eksikliği nedeniyle doğrudan sorumlu
tutulabilmektedir (Trocellier/Fransa (k.k.), B. No: 75725/01, 5/10/2006).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
31. Mahkemenin 21/2/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
32. Başvurucu; görme kaybının yaşanmasına bir tıbbi ihmalin yol
açtığını ileri sürmekte, bu sebeple açtığı tam yargı davasının ise
reddedildiğinden yakınmaktadır. Başvurucu özetle;
i. Öncelikle yapılan tıbbi müdahalenin idarenin sorumluluğuna
yol açacak şekilde yapılıp yapılmadığının tespit edilmesi ve bu çerçevede
"tıbbi hata-komplikasyon" ayrımının tartışılması gerektiğini
belirtmiştir.
ii. Bu kapsamda hastada bir zararla sonuçlanan ve hatalı olduğu
kabul edilen tıbbi uygulamaların tıbbi müdahale hatası olarak kabul edilmesi
gerektiğini ifade etmiştir. Başvurucuya göre somut olayda yapılan tıbbi
müdahale, hekimlerin kusurlu davranışları neticesinde hatalı olarak
nitelendirilmelidir. Kendisinin bu yönde iki iddiası bulunmaktadır:
- Ameliyat sonrası gözünün görmediği yönündeki şikâyetlerini
hekimlerin dikkate almadıkları
- Hekimlerin söz konusu ameliyat neticesinde gözde görme kaybı
şeklinde komplikasyon gerçekleşebileceğini öngörmelerine rağmen gerekli dikkat
ve özeni göstermeyerek ağır ihmalî davranış
sergiledikleri
iii. Olayda açık kalp ameliyatının görme kaybı gibi bir
komplikasyona sebep olduğu hususunun öngörülebilir bir nitelik taşıdığını ve bu
hususun ameliyatı yapan doktorlar tarafından da öngörülebileceğini ifade
etmiştir.
iv. Tıbbi müdahale neticesinde meydana gelen komplikasyondan
sorumluluğun doğmaması için öngörülebilen zararlı sonuç hakkında hastanın
bilgilendirilmiş olması ve rızasının alınması gerektiğini vurgulamış, bu
bağlamda Yargıtay içtihatlarına atıfla nadir olarak gerçekleşebilecek
komplikasyonlar yönünden dahi hastanın bilgilendirilmesi gerekmekle birlikte
açık kalp ameliyatı neticesinde görme kaybı gerçekleşmesi komplikasyonu
riskinin yüksek bir ihtimal olduğunu ifade etmiştir. Somut olayda ise görme
kaybı riskinin mevcut olduğu yönünde ameliyat öncesi kendisine bir bilgilendirme
yapılmadığını ve bu riske rağmen ameliyatın yapılması yönünde rızasının da
alınmadığını belirtmiştir.
33. Başvurucu, bu gerekçelerle yaşam hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
34. Bakanlık görüşünde, Sözleşme'nin 2. ve 8. maddeleri
bakımından devletin yükümlülüğünün yalnızca iç hukuktaki güvencelerin teorik
olarak mevcut olması değil aynı zamanda bu güvencelerin uygulamada da etkin bir
şekilde işlemesi gerektiği ifade edilmiştir. Bakanlık, AİHM içtihatlarına göre
bilirkişi raporlarının konunun uzmanı kişiler tarafından hazırlanması ve teknik
bilgiler içermesi gerektiğini belirtmiştir. Bakanlık; somut olayda başvurucunun
tıbbi ihmale dayalı iddialarını, yapılan yargılamada avukatı aracılığıyla ileri
sürebildiğine dikkat çekmiştir. Bakanlık ayrıca, gelişebilecek komplikasyonlar
konusunda ameliyat öncesinde başvurucunun bilgilendirilip
bilgilendirilmediğinin ilgili kurumdan sorulması gerektiğini bildirmiştir.
B. Değerlendirme
35. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları
şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller
dışında, kimsenin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve
tıbbi deneylere tabi tutulamaz.”
36. Anayasa'nın “Devletin
temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri, …
Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti
ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve
sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
37. Anayasa'nın 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh
sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi
artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden
planlayıp hizmet vermesini düzenler."
38. Kişilerin vücut ve ruhsal bütünlükleriyle ilgili konular,
onlara sağlanan tıbbi tedavi seçimindeki katılımları ve bu tedavilere olan
rızaları ile ilgili hususlar, Anayasa'nın 17. maddesinin sınırları içinde yer
almaktadır (Ahmet Acartürk, B.
No: 2013/2084, 15/10/2015, § 56). Bu çerçevede başvurucular tarafından yaşam
hakkı ile bağlantı kurularak ileri sürülen iddiaların Anayasa’nın 17.
maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı
kapsamında olduğu değerlendirilmiş ve inceleme bu kapsamda yapılmıştır.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
39. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin
maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
Rıdvan GÜLEÇ bu görüşe katılmamıştır.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
40. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı esas olarak bireylerin
maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî
müdahalelerin önlenmesidir. Vücut bütünlüğüne ve ruhsal bütünlüğe yönelik
fiziksel ve cinsel saldırılar, tıbbi müdahaleler, şeref ve itibarı etkileyen
saldırılar karşısında devletin kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili
olarak koruma ve bunlara saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de
bulunmaktadır (Ahmet Acartürk, §
49). Anayasa’nın söz konusu 56. maddesinde de belirtildiği üzere pozitif
yükümlülük sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri, B. No:
2013/1943, 9/9/2015, § 44).
41. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi
varlıklarını koruma hakkı kapsamında -ister kamu isterse özel sağlık
kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini, hastaların
yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli
tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Ahmet Acartürk, § 51).
42. Yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığı koruma hakkı
kapsamında yürütülecek olan ceza soruşturmalarının yanı sıra hukuki sorumluluğu
ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının da
makul derecede ivedilik ve özen şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Derece
mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda Anayasa’nın
17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp
yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından
değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda
gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya
çıkabilecek benzer ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar
görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır,
B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57).
43. Bu ilkeler kural olarak Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında,
tıbbi ihmal sonucu meydana geldiği ileri sürülen ölüm olayları ile maddi ve
manevi varlığa verilen zarar hâlleri için de geçerlidir (Ahmet Acartürk, § 55).
44. Diğer taraftan bireylerin maddi ve manevi bütünlükleri,
kendilerine sağlanan tıbbi tedavinin seçimine katılmaları, bu konuda
rızalarının alınması ve maruz kalabilecekleri sağlık risklerini
değerlendirebilmeleri için gerekli bilgiyi edinebilmeleri Sözleşme’nin 8.
maddesi kapsamındaki koruma hakkı kapsamına girer. Tıbbi müdahaleden önce
kişinin gerektiği şekilde rızasının alınmaması, kişinin maddi ve manevi
varlığını koruma hakkına bir müdahale oluşturabilir. İstisnai hâller dışında
tıbbi müdahale, ilgili kişinin ancak bilgilendirilip özgür rızası alındıktan
sonra yapılabilir. Hastaların durumun farkında olarak karar verebilmelerini
sağlamak için uygulanması düşünülen tedavi ve bununla bağlantılı riskler
hakkında kendilerine bilgi verilmiş olmalıdır. Bunun yanı sıra yapılan
bilgilendirme ile tıbbi müdahale arasında hastanın sağlıklı bir kanaate
varmasını sağlayacak kadar uygun bir zaman aralığı bırakılmalıdır (Ahmet Acartürk, § 56).
45. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna
ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların
ödevidir (Murat Atılgan, B. No:
2013/9047, 7/5/2015, § 44). Anayasa Mahkemesinin kural olarak bilirkişilerin
vardığı sonuçları mevcut tıbbi bilgilerden hareketle birtakım tahminlere yer
vererek sahip olduğu bilimsel bakış açılarının doğru olup olmadığı yönünden
irdeleme görevi de bulunmamaktadır (Yasin
Çıldır, § 65). Ancak kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı
kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin somut olayda
yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi için
ilgili anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış
takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediklerinin denetlenmesi gerekir.
Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve
yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat
Atılgan, § 44).
46. Bu bağlamda derece mahkemelerinin gerekçeleri, tarafların
kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini sağlayacak
surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli
açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere
dayandırılmalıdır (Murat Atılgan,
§ 45).
b. İlkelerin Olaya
Uygulanması
47. Başvurucu, ilk olarak yapılan tıbbi müdahalede görme
kaybının oluşabileceği öngörüldüğü hâlde hekimlerin gerekli tedbirleri
almadıklarını öne sürmüştür. Başvurucu, bunun yanında tıbbi müdahale sonrasında
dile getirmesine rağmen zamanında teşhis ve tedaviye başlanmadığından, bunun da
görme kaybının oluşmasında etkili olduğundan yakınmaktadır. Nitekim yargılama
aşamasında Hastane tarafından Mahkemeye gönderilen inceleme raporunda da
başvurucuda göz kaybı ile ilgili emboli oluşumu için
ameliyat öncesi dahi yeterli sebeplerin mevcut olduğu belirtilmiştir. Ayrıca
inceleme raporunda, başvurucunun ameliyat sonrası dönemde göz muayenesinin
yapılmadığı açık olarak belirtilmiştir. Mahkeme, olayda idarenin kusurunun
bulunmadığı yönünde görüş bildiren Adli Tıp Kurumu raporuna dayanarak davanın
reddine karar vermiştir. Hükme esas alınan Adli Tıp Kurumu raporunda tarafların
iddialarına ve kişi hakkında düzenlenen tıbbi belgelerdeki bulgulara yer
verilmiş ve sonuç olarak koroner by-pass
ameliyatından sonra emboliler görülebileceği, bu
durumun komplikasyon olarak değerlendirildiği yönünde görüş bildirilmiştir
(bkz. § 16). Bu aşamada belirtmek gerekir ki başvuru dosyasında bulunan tıbbi
bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu
hakkında fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir.
48. Diğer taraftan başvurucunun söz konusu tıbbi müdahaleden
önce kendisinin yeterince aydınlatılmadığı ve gerektiği şekilde rızasının
alınmadığı yönünde bir şikâyeti de bulunmaktadır.
49. Hukukumuzda hasta hakları, tıbbi işlemlerden önce kişilerin
bu işlemler ve sonuçları hakkında aydınlatılması yükümlülüğü ve Sağlık
Bakanlığının tıbbi hizmetler sunan kurumlar üzerindeki denetim görevi konusunda
oldukça ayrıntılı ve yeterli düzenlemelerin mevcut olduğu anlaşılmaktadır (bkz.
§§ 22-25; Ahmet Acartürk, § 66).
Ancak bu düzenlemelerin teorik olarak mevcut olması yeterli olmayıp Anayasa'nın
17. maddesindeki güvencelerin sağlanabilmesi için pratikte de etkin bir şekilde
uygulanması gerekmektedir.
50. Somut olayda başvurucu, yapılan tıbbi müdahale neticesinde
görme kaybı riskinin olabileceğinin sağlık görevlilerince öngörülebildiği hâlde
kendisine ameliyat öncesinde bu konuda bilgi verilmediğini ve bu sebeple
rızasının usulüne uygun olarak alınmadığını belirtmiştir. Hastane uzmanları
tarafından düzenlenen ve yargılama sırasında Mahkemeye sunulan raporda ise
başvurucuda oluşan görme kaybının ameliyata bağlı olarak ortaya çıktığının
söylenemeyeceği belirtilmiştir. Ancak konuya ilişkin Adli Tıp Kurumu raporunda,
ameliyattan sonra görme kaybına yol açan embolilerin
görülebileceği ve bu durumun ise komplikasyon olarak değerlendirilmesi
gerektiği belirtilmiştir. Derece mahkemelerinin de -bu raporu hükme esas
alarak- somut olayda başvurucuda oluşan görme kaybının açık kalp ameliyatı
neticesinde bir komplikasyon olduğunu kabul ettiği anlaşılmaktadır.
51. Bu durumda ameliyat sonucu oluşabilecek görme kaybı riski
yönünden başvurucunun ameliyat öncesinde bilgilendirilmesinin gerekip
gerekmediği hususu yargılama sürecinde açıklığa kavuşturulamamıştır. Diğer bir
deyişle derece mahkemelerinin kararlarında, başvurucunun -dava dilekçesinde
açıkça belirtmesine karşın- ameliyat öncesinde yeterli bir biçimde aydınlatılıp
aydınlatılmadığı ve yöntemince rızasının alınıp alınmadığı hususları da
tartışılmamıştır.
52. Sonuç olarak başvurucunun vücut bütünlüğüne yönelik tıbbi
müdahale yönünden öncesinde yeterli bir biçimde aydınlatılması iddiası yönünden
derece mahkemelerince konuyla ilgili ve yeterli bir gerekçe ortaya konulmadığı
anlaşılmaktadır. Üstelik başvurucunun belirtilen iddia ve şikâyetleri,
yargılamanın sonucuna doğrudan etki edebilecek mahiyettedir. Dolayısıyla
yargısal makamlarca bu değerlendirmelerin yapılmaması nedeniyle kişinin maddi
ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkı bakımından kamu
makamlarının pozitif yükümlülüklerini yerine getirmedikleri kanaatine
varılmıştır.
53. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence
altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının
ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
Rıdvan GÜLEÇ bu görüşe katılmamıştır.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
54. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
55. Başvurucu, yeniden yargılama ve manevi tazminat talebinde
bulunmuştur.
56. Başvuruda, maddi ve manevi varlığın korunması ve
geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
57. Maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi
hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama
yapılmak üzere Antalya 2. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi
gerekir.
58. Yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın yetkili yargı
merciine gönderilmesine karar verilmesinin ihlal açısından yeterli bir tazmin
oluşturduğu anlaşıldığından başvurucunun tazminat talebinin reddine karar
verilmesi gerekir.
59. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.980
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA Rıdvan GÜLEÇ'in karşıoyu ve
OYÇOKLUĞUYLA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan maddi ve
manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Rıdvan GÜLEÇ'in karşıoyu ve
OYÇOKLUĞUYLA,
C. Kararın bir örneğinin maddi ve manevi varlığın korunması ve
geliştirilmesi hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılama yapılmak üzere Antalya 2. İdare Mahkemesine (E.2008/824,
K.2010/357) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.186,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
21/2/2018 tarihinde karar verildi.
KARŞI OY
Başvurucu Mehmet Çolakoğlu'nun tıbbi ihmal sebebiyle görme kaybı
yaşaması üzerine talep edilen tazminatın reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi
varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine dair sayın
çoğunluk tarafından verilen ihlal kararına aşağıdaki gerekçelerle
katılmamaktayım.
Gerçekten de, kişilerin vücut ve ruhsal bütünlükleri ile ilgili
konular, onlara sağlanan tıbbi tedavi seçimindeki katılımları ve bu tedavilere
olan rızaları Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında Mahkememiz tarafından ele
alınmaktadır.
17. madde kapsamında Devletin, bireylerin maddi ve manevi
bütünlüklerine karşı bizzat devlet tarafından yapılabilecek keyfi müdahalelerin
önlenmesinin yanında vücut ve ruhsal bütünlüğe yönelik fiziksel ve cinsel
saldırılar, tıbbi müdahaleler, şeref ve itibarı etkileyen girişimler karşısında
kişilerin maddi ve manevi varlıklarını koruma ve bunlara saygı gösterme
şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır.
Bu kapsama sağlık hizmetlerinin sunulmasında hastaların
yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli
tedbirlerin alınmasını sağlayacak şekilde özen gösterilmesi de girmektedir.
Yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında
hukuki sorumluluğu tespit açısından adli ve idari yargıda açılacak tazminat
davalarının makul derecede ivedilik ve özen şartını yerine getirmesi elzemdir.
Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda,
Anayasa'nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir
inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa
Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir.
Buraya kadar ifade ettiğim hususlarda sayın çoğunluğun
düşüncelerine katılmaktayım.
Ancak; somut olayda derece mahkemesi idarenin kusurunun
bulunmadığı yönünde görüş bildiren Adli Tıp Kurumu raporuna dayanarak davanın
reddine karar vermiştir.
Hükme esas alınan Adli Tıp Kurumu raporunda tarafların
iddialarına ve kişi hakkında düzenlenen tıbbi belgelerdeki bulgulara yer
verilmiş ve sonuç olarak koroner py-pass
ameliyatından sonra emboliler görülebileceği, bu
durumun komplikasyon olarak değerlendirildiği yönünde görüş bildirmiştir.
Başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle
bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek, derece
mahkemelerinin yerine geçerek değerlendirme ve yorumda bulunmak Anayasa
Mahkemesi'nin görevi değildir.
Başvurucu tarafından ileri sürülen iddialar mahkemelerce
delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olup,
mahkeme kararlarında bariz takdir hatası veya açık bir keyfilik oluşturan
hususlar bulunmadığı dikkate alındığında ihlal iddialarının kanun yolu şikayeti
niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.
Açıklanan nedenlerle başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.