TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
YÜKSEL KAPÇAK VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/15376)
|
|
Karar Tarihi: 18/4/2018
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Nahit GEZGİN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Yüksel
KAPÇAK
|
Vekili
|
:
|
Av. Sedat
ÇINAR
|
|
|
2. Mehmet
ADSAY
|
|
|
3. Mahmut
ADSAY
|
|
|
4. Cemile
ADSAY
|
Vekili
|
:
|
Av. Osman
TELLİOĞLU
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; yakınlarının yaşamlarının korunması için makul
tedbirlerin alınmaması sonucu öldürülmeleri ve bu olayla ilgili ceza
soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 18/9/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. 2014/15377 sayılı başvurunun konu bakımından aynı nitelikte
olması nedeniyle 2014/15376 sayılı başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve başvuruların
2014/15376 sayılı dosya üzerinden incelenmesine karar verilmiştir.
5. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvuruculardan Yüksel Kapçak'ın eşi olan 1960 doğumlu H.K.,
Diyarbakır ilinde yayımlanan yerel bir gazetenin basın kimlik kartı sahipli
muhabiri olup aynı zamanda Mazıdağı ilçesinde bir fotoğraf stüdyosu
işletmektedir.
10. H.K. 18/11/1992 tarihinde saat 18.00 sıralarında akrabası
olan S.K. ile birlikte Mazıdağı ilçesinde yolda yürümekte iken kimliği
belirlenemeyen kişilerin silahlı saldırısına maruz kalarak yaşamını
yitirmiştir. H.K.nın olay sırasında yanında bulunan
ve aynı silahlı saldırıya maruz kalan S.K. ise aldığı mermi isabetleri sonucu
hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanmıştır.
11. Olay yerine yakın bölgede ikamet eden başvurucular Mehmet Adsay, Mahmut Adsay ve Cemile Adsay'ın birinci derece yakınları olan 1935 doğumlu R.A.,
1973 doğumlu İ.A. ve N.A.; silah seslerini duyup evlerinden çıktıkları sırada
kimliği belirlenemeyen aynı kişilerin silahlı saldırısına maruz kalmışlardır.
Bu saldırı sonucunda R.A. ve İ.A. yaşamını yitirmiş, N.A. ise bir merminin
ayağına isabet etmesi sonucu yaralanmıştır.
12. Bu saldırı nedeniyle ilçede silah seslerinin yoğun şekilde
duyulması üzerine Mazıdağı İlçe Emniyet Amirliğine bağlı ekipler (kolluk),
derhâl olay yerine intikal etmiş ve saat 18.30 itibarıyla olay tutanağı ile
görgü ve tespit tutanağı tanzim etmişlerdir.
13. Bu tutanaklara göre kolluk, H.K. ve S.K.ya
yönelik saldırının gerçekleştirildiği yerde yaptığı incelemeler sonucunda
toplam on iki adet 9 mm çapında kovan elde etmiş; maktuller R.A. ve İ.A.nın öldürüldüğü yerde ise kovan bulamamıştır. Yine bu
tutanağa göre, çevrede yaptığı araştırmada olayın tanıklarının "Saldırıyı tanımadıkları 4 kişinin gerçekleştirdiğini,
bu kişilerin mahalli kıyafetler giydiklerini, tipoloji olarak köyde yaşayan
kişilere benzediklerini, kasketli, şalvarlı, bıyıklı ve hafif sakallı
olduklarını, olaydan sonra mevsim ve olayın gerçekleştiği saat itibarıyla
karanlık olan ara sokaklara kaçtıklarını" söylemeleri üzerine
faillerin kaçış güzergâhında da kolluğun maddi delil araştırması yaptığı ancak
burada herhangi bir delile ulaşamadığı anlaşılmıştır.
14. Kolluk tarafından ayrıca her iki saldırının
gerçekleştirildiği olay yeri krokilendirilmiş olup bu
krokilerde maktul ve yaralıların bulunduğu yerler, elde edilen kovanların
konumları ve çevredeki binaların isabet alan bölümleri gibi hususlar
işaretlenerek belirtilmiştir.
15. Bir yandan bu işlemler gerçekleştirilirken diğer yandan da
saldırıda yaralanan ve yaşamını yitiren kişiler sağlık kuruluşlarına sevk
edilmişlerdir. Olaydan haberdar edilen nöbetçi Cumhuriyet savcısı, maktuller
R.A. ve H.K.nın sevk edildiği sağlık ocağına gitmiş;
burada hazır bulunan doktor bilirkişiyle birlikte ölü muayenesi işlemi
gerçekleştirmiştir.
16. 18/11/1992 tarihli ölü muayenesi tutanağına göre maktul
R.A., sol ulnar
ikinci kosta bölgesinden aldığı bir adet
mermi isabeti; maktul H.K. ise kafatası, sol kol ve sağ bacak bölgelerinden
aldığı toplam beş mermi isabeti nedeniyle yaşamını yitirmiştir.
17. Aynı tutanağa göre maktul R.A.nın
vücuduna isabet eden tek mermi çekirdeği ile maktul H.K.ya
isabet eden mermi çekirdeklerinden üçüne ilişkin çıkış delikleri tespit
edilememiştir.
18. Cumhuriyet savcısı ve doktor bilirkişisi, çıkış delikleri
olmayan bölgelerdeki mermi çekirdeklerinin maktullerin cesetlerinde kaldığını
değerlendirmiş ancak kesin tıbbi ölüm sebeplerinin belirlendiği ve ölü
muayenesinin gerçekleştirildiği sağlık ocağında mermilerin kesin yerlerini
belirlemeye yarayacak röntgen cihazı ile mermi çekirdeklerinin çıkarılması için
gereken tıbbi cihazın bulunmaması gerekçesiyle mermi çekirdeklerinin
çıkarılmadığı hususunu tutanağa şerh ederek ölü muayene işlemine son
vermişlerdir.
19. Maktul İ.A. ise yaralı şekilde Diyarbakır Devlet Hastanesine
sevk edilmiş ancak Hastaneye ulaştırılamadan yaşamını yitirmiştir. Olaydan
haberdar edilen Diyarbakır nöbetçi Cumhuriyet savcısı, refakatine Adli Tıp Şube
Müdürlüğünde görevli doktor bilirkişisini alarak maktulün cesedinin bulunduğu
Diyarbakır Devlet Hastanesine gitmiş ve burada otopsi işlemini
gerçekleştirmiştir.
20. 18/11/1992 tarihli otopsi tutanağına göre maktul İ.A.,
silahlı saldırı sırasında iki mermi isabeti almış ve sağ kot bölgesinden aldığı
isabet nedeniyle yaşamını yitirmiştir. Bu bölgeden giren mermi çekirdeğinin
maktulün vücudunda kaldığı çekilen grafiler sonucunda
anlaşılmış, göğüs ve batın bölgesi açılarak 9 mm çapında olan, yiv ve set izleri belirgin bir adet mermi
çekirdeği çıkartılarak yetkililere teslim edilmiştir.
21. 19/11/1992 günü Mazıdağı İlçe Emniyet Amirliğine telefonla
olaya ilişkin isimsiz bir ihbarda bulunulmuştur. Aynı tarihli tutanağa göre saat
11.50 sıralarında yapılan bu ihbarda, isimsiz bir kişinin olayı
gerçekleştirenlerin aynı ilçede ikamet eden N.K., Y.T. ve F.Ş. isimli kişiler
olduğunu tahmin ettiğini bildirdiği anlaşılmıştır.
22. Kolluk, bu ihbar üzerine aynı gün saat 15.00 sıralarında bu
kişilere ulaşmış; eş zamanlı olarak da bu kişilerin evlerinde arama işlemleri
gerçekleştirmiştir. Adı geçenlerin üstlerinde ve evlerinde yapılan aramalarda
herhangi bir suç deliline rastlanmamış olup alınan ifadelerinde olaya ilişkin
bilgilerinin ve olayla bir ilgilerinin olmadığını ifade ettikleri görülmüştür.
23. Mazıdağı Belediyesinde görevli A.K. 19/11/1992 tarihinde
Polis Karakoluna gelerek maktuller R.A. ve İ.A.nın
öldürüldüğü olay yerinden vatandaşların topladıkları dört adet 9 mm çapında kovanı
kolluğa teslim etmiştir. Kolluk tarafından aynı tarihte düzenlenen Zapt Etme
Tutanağı şöyledir:
"18/11/1992 tarihinde
saat 18.07 sıralarında ...mahallesi, ... sokak bila
sayılı yerde meydana gelen {R.A.] ve [İ.A.nın] ölümü
ile sonuçlanan silahlı saldırı olayı ile ilgili olarak olay yerinde yapılan
incelemede, olay akabinde olay yerine gelen vatandaşlar tarafından boş kovanlar
toplandığından dolayı herhangi bir delil bulunamamıştır. Ertesi gün mahallenin
ileri gelenlerinden boş kovanların Emniyete teslim edilmesi istenmiş ve
Belediye'de görevli A...A... tarafından vatandaşlardan toplanan 4 adet 9x19 mm
çapında yabancı menşeli boş kovan Karakola teslim edilmiş olup yapılacak olan
adli tahkikatta kullanılmak üzere boş kovanların zapt edilmiş olduğuna dair
tutanaktır."
24. Olay yerinden elde edilenlerle sonradan kolluğa teslim
edilen toplam on altı adet 9 mm çapındaki kovan, balistik inceleme yapılmak
üzere önce Mardin Emniyet Müdürlüğüne, akabinde buradan da Diyarbakır Bölge Kriminal Polis Laboratuvarına (Kriminal
Laboratuvar) gönderilmiştir.
25. Kriminal Laboratuvarın 16/3/1993
tarihli ekspertiz raporunda söz konusu on altı adet kovanın üç ayrı silahtan
(10+4+2) atıldığı, "bu kovanların
bölgeleri dahilindeki 15 ilin çeşitli makamlarından incelenmek üzere
Laboratuvarlarına gönderilen ve gönderilecek olan silahlar" ile
atılıp atılmadığının tespit edilebilmesi amacıyla sanıkları bilinmeyen olaylar
arşivlerinde geçici olarak alıkonulduğu ve bu kovanların atılmış oldukları
silahlar tespit edildiğinde bu durumun ek ekspertiz raporuyla bildirileceği
belirtilmiştir.
26. Soruşturmada tanık olarak dinlenen maktul H.K.nın kardeşi C.K.nın
19/11/1992 tarihinde kolluk tarafından alınan ifadesinde; maktul ağabeyinin
evine aynı yıl Nisan ayı içinde silahlı saldırıda bulunulduğunu, soruşturma
konusu olaydan sonra S.K.nın kendisine saldırıyı
gerçekleştirenlerin üç kişi olduklarını söylediğini, kimseyle bir
husumetlerinin veya anlaşmazlıklarının bulunmadığını ve bu olayı
gerçekleştirdiğinden şüphelendiği birinin de bulunmadığını söylemiştir.
27. Olayın gerçekleştiği bölgede ikamet eden ve tanık sıfatıyla
dinlenen S.A. ve K.A. ifadelerinde, silah seslerini duyduklarını ancak olayı ve
faillerini görmediklerini söylemişlerdir.
28. Başvurucu Yüksel Kapçak'ın da 3/12/1992 tarihinde kolluk
tarafından ifadesi alınmış olup bu ifadesinde; eşiyle ikamet ettikleri eve
öncesinde de silahlı bir saldırı gerçekleştirildiğini, bu olayda kimsenin
yaralanmadığını, soruşturmaya konu olaydan önce ise eşi ve eşinin akrabası olan
S.K. ile birlikte K.A. isimli kişinin evinde bir süre oturduklarını, akabinde
eşi ve S.K.nın ayrılıp evden çıktıklarını, bir süre
sonra silah sesleri duymaları üzerine S.K.nın eşiyle
dışarıya çıktıklarını ve seslerin geldiği yöne doğru koştuklarını, bu sırada üç
kişinin kaçmakta olduğunu gördüklerini, görebildiği kadarıyla bu kişilerin üzerilerinde şalvar ve poşu diye tabir edilen mahallî
kıyafetler olduğunu, havanın karanlık olmasından dolayı bu kişilerin yüzlerini
göremediğini, olay yerine geldiğinde eşini yerde vurulmuş şekilde gördüğünü
söylemiştir. Başvurucu bu ifadesinde ayrıca öncesinde eşinin tehdit
edilmediğini, kimseyle husumetlerinin bulunmadığını, şüphelendiği birinin
bulunmadığını da beyan etmiştir.
29. Maktul H.K. ile birlikte silahlı saldırıya maruz kalan S.K.nın 24/5/1993 tarihinde kolluk tarafından alınan
ifadesi şöyledir:
"Cengiz Topel sokaktan
yukarıya doğru yani Sağlık Ocağına doğru gidiyorduk ve sokağın köşesine
yaklaştığımızda bizim önümüzde üç kişi gitmekte idi bunlardan bir tanesi 1.65 boylarında
bir tanesi 1.70 boylarında diğeri ise 1.75 boylarında idi....
Biz bunların arkasına geldiğimizde bize doğru geriye döndüler ve birden bire
üçü birlikte ateş etmeye başladılar ve hemen [H.K.] beni kendisine siper etti,
benim arkamdan ateş edilmekte idi aldığım yaraların tesiri ile yere düştüm, bu
şahıslar üzerimden atlayarak kaçmakta olan H.K.nın
üzerine doğru gittiler, o andan sonra olan olayları hatırlamıyorum çünkü
bayılmışım. Bize ateş eden şahısların yüzlerini tam olarak göremedim hatta
şahısların yüzlerinde siyah beyaz poşu vardı..."
30. Maktuller R.A. ve İ.A.nın
öldürüldüğü sırada yaralanan N.A.nın 19/11/1992
tarihinde kolluk tarafından alınan ifadesinin ilgili bölümü şöyledir:
"...evde otururken saat 18.00 sıralarında
dışarıdan silah sesleri duyuldu, biz de seslerin nereden geldiğini anlamak
amacıyla bahçeye çıktık, o sırada silah sesleri kesilmişti. Kayınvalidem [R.A.]
arkasında oğlu [İ.A.] olduğu halde yola açılan dış kapıya çıktı hemen
arkasından tekrar silah sesleri başladı. Kayınvalidem ile oğlu vuruldular. Ben
o an evin kapısında ayakkabılarımı giymeye çalışıyordum. Sanıyorum seken kurşun
sol ayağımın dış tarafını sıyırdı. Ben de hemen evin içerisine girdim...."
31. Soruşturmada olayın faillerinin tespiti ve yakalanmaları
için Mazıdağı Cumhuriyet Başsavcılığının 2/5/1994 tarihli kararıylaDaimî Arama Kararı verilmiştir.
32. 1/6/1995 tarihinde S.K.nın ifadesi
yeniden alınmıştır. Bu ifadesinde 24/5/1993 tarihinde alınan ifadesinden farklı
olarak eylemi gerçekleştirenlerin ellerinde uzun namlulu silahların olduğunu
gördüğünü, maktul H.K.nın bir örgüte üye olduğunu, bu
nedenle daha önce de kendisine yönelik silahlı bir saldırının
gerçekleştirildiğini, örgüt üyeliği nedeniyle Diyarbakır Ceza İnfaz Kurumunda
bir süre tutulduğunu, kendilerine yönelik saldırının ideolojik amaçlı
gerçekleştirildiğini düşündüğünü belirtmiştir.
33. Mazıdağı İlçe Emniyet Amirliği 21/6/1995 tarihinde
Cumhuriyet Başsavcılığına bir yazı göndermiş ve bu yazıda olayın faillerinin
yakalanamadığını, maktul H.K.nın bir örgütün üyesi
olduğunu, izinsiz gösterilere katıldığının ve kamu hizmetlerinden men
edildiğinin ilgili evrakların ve arşiv kayıtlarının araştırılmasından
anlaşıldığını, bu nedenle soruşturmaya konu olayı gerçekleştirenlerin
muhtemelen başka silahlı bir terör örgütünün üyeleri olduğunu belirtmiştir.
34. Mazıdağı Cumhuriyet Başsavcılığı, aynı tarihte soruşturmada
görevsizlik kararı vermiştir. Söz konusu kararda 26/4/1992 tarihinde maktul H.K.nın Mazıdağı ilçesinde bulunan evine ideolojik amaçlı
olarak otomatik silahlarla ateş edildiği, bu olaya ilişkin soruşturma evrakının
9/1/1994 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiği, maktulün
bir örgütün üyesi olduğu, bazı gösteri ve yürüyüşlerde başka ve silahlı bir
terör örgütü lehine sloganlar attığı, bu nedenle 18/11/1992 tarihinde
gerçekleştirilen eylemin bu örgüte karşı eylemler gerçekleştiren başka bir
silahlı terör örgütü tarafından yapıldığının tahmin edildiği, bu nedenle söz
konusu olaya ilişkin soruşturma yetkisinin Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına
ait olduğu gerekçesine yer verilmiştir.
35. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturma dosyasının
görevsizlik kararıyla kendisine ulaşmasının ardından dosyayı 1995/2627 sırasına
kaydetmiş ve anayasal düzeni cebren değiştirmeye teşebbüs suçundan daimî arama
kararı vererek "faillerin kimliklerinin
tespiti ile yakalanmaya çalışılması, olaydan sonra ele geçirilen terör örgütü
mensuplarının veya itirafçı örgüt elemanlarının beyanlarında bu olay hakkında
bilgi verip vermediklerinin araştırılması" ve olayla ilgili
temin edilecek bilgi ve belgelerin dava zamanaşımı süresi olarak belirlediği
18/11/2012 tarihine kadar altı ayda bir düzenli olarak ve başkaca bir yazışmaya
gerek bırakmadan Başsavcılıklarına gönderilmesi hususunda Mazıdağı Cumhuriyet
Başsavcılığına yazı yazmıştır.
36. Bu tarihten sonra soruşturmada, Diyarbakır Cumhuriyet
Başsavcılığının kanun değişikliği nedeniyle yetkisizlik kararı verdiği 2014
yılına kadar Mazıdağı Cumhuriyet Başsavcılığıyla kolluk arasında olayın
faillerinin tespit edilip edilemediğine ilişkin olarak belli zaman
aralıklarıyla yapılan ve bir süre sonra sıradanlaşan yazışmalar
gerçekleştirilmiştir.
37. Bu zaman diliminde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, Diyarbakır
4. Ağır Ceza Mahkemesi nöbetçi üyeliğinden 1/6/2005 tarihinde maktul İ.A.nın cesedinden çıkarılan ve Mazıdağı Adli Emanet
Memurluğunun 1992/46 sırasında kayıtlı bulunan bir adet mermi çekirdeğinin,
olay yerinde yapılan araştırmalar sonucu boş kovanların ele geçirilip bunlar
üzerinde ekspertiz incelemesinin yapıldığı ve buna ilişkin Kriminal
Laboratuvar raporunun dosyada bulunduğu gerekçesiyle müsaderesine karar
verilmesini talep etmiştir.
38. Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesi nöbetçi üyeliği de 2/6/2005
tarihinde söz konusu mermi çekirdeğinin müsaderesine karar vermiştir. Bireysel
başvuru formları ve ekleri ile söz konusu soruşturma dosyasında herhangi bir
bilgi veya belge bulunmadığından kanun yolu açık olmak üzere verilen bu kararın
kesinleşmesinin hangi tarihte gerçekleştiği anlaşılamamıştır.
39. Başvurucu Yüksel Kapçak 16/10/2012 tarihinde vekili
aracılığıyla Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına başvurmuş ve olaya ilişkin
maddi delil veya tanık delili araştırılmasının yapılmadığını, olay yerinden
elde edilen ve Kriminal Laboratuvarında muhafaza
edilen boş kovanların aradan geçen sürede farklı olaylar nedeniyle elde edilen
silahlarla uyumluluğunun sorulmadığını, olaya güvenlik güçlerinin karışıp
karışmadığının araştırılmadığını, faili meçhul cinayetler ile ilgili olarak
düzenlenen ancak kamuoyuna bir kısmı açıklanmayan raporlarda bu olaya da yer
verilip verilmediğinin ilgili mercilerden sorulmadığını ileri sürerek dava
zamanaşımı süresinin dolacağı 18/11/2012 tarihinden önce var olduğunu ileri
sürdüğü bu eksikliklerin tamamlanarak olayın faillerinin tespit edilmesini
talep etmiştir.
40. Soruşturma dosyasına, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının
kanun değişikliği gerekçesiyle verdiği yetkisizlik kararı üzerine yeniden bakan
Mazıdağı Cumhuriyet Başsavcılığı; dosyayı başka bir soruşturma numarasına
kaydetmiş ve soruşturmada 8/5/2014 tarihinde dava zamanaşımı süresinin
18/11/2012 tarihinde dolduğu gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair
karar vermiştir.
41. Başvurucuların soruşturmanın etkili yürütülmediğini ileri
sürerek bu karara yaptıkları itiraz, Mardin Sulh Ceza Hâkimliğinin 6/8/2014
tarihli kararıyla dava zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle kesin olarak
reddedilmiştir.
42. Bu karar başvurucu Yüksel Kapçak'a 22/8/2014 tarihinde,
diğer başvuruculara ise 19/8/2014 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucular
18/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
IV. İlgili Hukuk
A. Ulusal Hukuk
43. 13/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun
102. ve 104. maddelerinin ilgili bölümleri şöyledir:
“Madde
102 - Kanunda başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında
hukuku amme davası:
1 - Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis ve müebbed ağır hapis cezalarını müstelzim cürümlerde yirmi
sene,
… geçmesiyle ortadan kalkar.
Bu kanunun ikinci kitabının birinci babında
yazılı ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis veya müebbed
yahud muvakkat ağır hapis cezalarını müstelzim
cürümlerin yurd dışında işlenmesi halinde dava müruru
zamanı yoktur.”
Madde 104 - Hukuku amme davasının müruru
zamanı, mahkumiyet hükmü yakalama, tevkif, celb veya
ihzar müzekkereleri, adli makamlar huzurunda maznunun sorguya çekilmesi, maznun
hakkında son tahkikatın açılmasına dair olan karar veya C. müddeiumumisi
tarafından mahkemeye yazılan iddianame ile kesilir.
Bu halde müruru zaman, kesilme gününden
itibaren yeniden işlemeğe başlar. Eğer müruru zamanı kesen muameleler müteaddid ise müruru zaman bunların en sonuncusundan
itibaren tekrar işlemeğe başlar. Ancak bu sebepler müruru zaman müdetini 102 nci maddede ayrı
ayrı muayyen olan müddetlerin yarısının ilavesi ile baliğ olacağı müddetten
fazla uzatamaz.”
44. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 7.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Suçun
işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren
kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz
olunur.”
45. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından kabul edilen
(11/12/2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’na
6524 sayılı Kanun’un 39. maddesi ile eklenen geçici 4. maddenin (6) numaralı
fıkrası gereğince yürürlükten kaldırılmış olan ancak başvuruya konu
soruşturmanın yürütüldüğü periyotta yürürlükte olan) 18/10/2011 tarihli ve
faili meçhul olay ve cinayetlerin soruşturma usul ve esaslarına ilişkin
genelgesinin ilgili bölümü şöyledir:
“…
50. Faili meçhul olay ve cinayetlerin
soruşturulmasında,
...
g) Soruşturma evraklarının ilgili Cumhuriyet
savcısı tarafından sık sık gözden geçirilmesi, ancak sadece soruşturma
evrakının en üstündeki müzekkereye cevap verilmiş olup olmadığı ile
yetinilmeyerek içeriği itibarıyla başkaca eksik kalmış bir husus varsa onun da
tamamlanması için gerekli yazının yazılması, sonucunun uygun aralıklarla takip
edilmesi,
…”
B. Uluslararası Hukuk
46. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Kabul
edilebilirlik koşulları" kenar başlıklı 35. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
"Mahkeme'ye ancak,
uluslararası hukukun genel olarak kabul edilen ilkeleri uyarınca iç hukuk
yollarının tüketilmesinden sonra ve iç hukuktaki kesin karar tarihinden
itibaren altı aylık bir süre içinde başvurulabilir."
47. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında,
Sözleşme’nin 35. maddesinde öngörülen altı aylık süre sınırının birkaç amaca
hizmet ettiği belirtilmekte ve bu sınırlamanın esas amacının Sözleşme
kapsamında mesele oluşturan davaların makul bir süre içinde incelenmesini
sağlayarak hukuki güvenliği (belirliliği) ve yetkili makamlar ile ilgili diğer
kişilerin uzun süre belirsiz bir durumda tutulmasını önlemek olduğu ifade
edilmektedir (Mocanu ve diğerleri/Romanya [BD], B. No:
10865/09, 45886/07, 32431/08, 17/9/2014, § 258; Sabri Güneş/Türkiye [BD], B. No: 27396/06, 29/6/2012, § 39; El Masri/“Eski Yugoslav
Makedonya Cumhuriyeti” [BD], B. No: 39630/09, 13/12/2012, § 135; Jeronovičs/Letonya [BD], B. No: 44898/10, 5/7/2016,
§ 74; Bulut ve Yavuz/Türkiye (k.k.) B. No: 73065/01, 28/5/2002; Fındık/Türkiye ve
Kartal/Türkiye (k.k.), B. No: 33898/11,
35798/11, 9/10/2012, § 10).
48. AİHM; başvurucunun hiçbir soruşturma başlatılmamış
olduğunun, soruşturmada hareketsiz kalındığının veya soruşturmanın başka şekilde
etkisiz hâle geldiğinin farkında olduğunda ya da olması gerektiğinde, ayrıca bu
olasılıkların her birinde gelecekte etkili
bir soruşturma yürütülmesine dair yakın ve gerçekçi bir beklenti bulunmadığında
aşırı veya nedensiz yere geciken bireysel başvuruları altı aylık bireysel
başvuru süresinin geçmiş olması sebebiyle reddetmiştir (Narin/Türkiye, B. No: 18907/02,
15/12/2009, § 51; Aydınlar ve
diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 3575/05,
9/3/2010).
49. AİHM ayrıca, ölenlerin yaşam hakkını korumaya yönelik olarak
ulusal yetkililerce adım atılmadığı yönündeki iddiaların başvurucuların
şikâyetlerinin esasını teşkil ettiği olaylarda idare mahkemeleri önünde açılan
tazminat davalarının -en azından teoride- söz konusu dava sonucunda
yetkililerin kusurlu olup olmadıklarına ilişkin bir değerlendirme elde
edebilmesine ve başvurucuların maruz kaldıklarını ileri sürdükleri zarara
ilişkin tazminat alabilmelerine uygun bir hukuk yolu olduğunu belirtmektedir (Sakine Epözdemir ve
diğerleri/Türkiye , B. No: 26589/06, 1/12/2015, § 42).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
50. Mahkemenin 18/4/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
51. Başvurucular;
i. Olayın gerçekleştirildiği dönemde bölge için alınan
olağanüstü hâl kararı nedeniyle güvenlik güçlerinin -şüpheli gördükleri
kişilerin üstlerinin, evlerinin veya eşyalarının aranması konusu da dâhil olmak
üzere- olağanüstü yetkilere sahip olmalarına rağmen somut olay gibi olayların
gerçekleşmesinin önlenmesi bakımından kendilerinden beklenen makul tedbirleri
almadıklarını, somut olayın nüfus yoğunluğunun düşük, tek bir girişi ve tek bir
çıkışı olan Mazıdağı ilçesinde gerçekleştirildiğini, güvenlik güçlerinin bu
ilçenin giriş ve çıkışında oluşturacakları kontrol noktalarında kişilerin
üstlerini ve seyahat ettikleri arabaları aramamaları nedeniyle somut olayın
önlenemediğini ve böylece eylemin failleri tarafından kolaylıkla
gerçekleştirildiğini,
ii. Söz konusu ceza soruşturmasının yetersiz kaldığını,
soruşturmadaki eksikliklerin giderilmeye çalışılması yerine daimî arama kararı
verilerek çok uzun bir süre sadece rutin yazışmalar yapıldığını belirterek
Anayasa'nın 17., 36. ve 40. maddelerinde güvence altına alınan yaşam, adil
yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş;
başvurucular Mehmet Adsay, Mahmut Adsay
ve Cemile Adsay ayrıca manevi tazminata karar
verilmesi talebinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
52. Anayasa’nın "Kişinin
dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı"
kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Herkes,
yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
53. Anayasa’nın "Devletin
temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili
bölümü şöyledir:
"Devletin
temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve
toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve
hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın
maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya
çalışmaktır."
54. Anayasa'nın 125. maddesinin birinci fıkrasının birinci
cümlesi ile yedinci fıkrası şöyledir:
"İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine
karşı yargı yolu açıktır...
...
İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan
zararı ödemekle yükümlüdür."
55. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular tarafından Anayasa’da güvence
altına alınan diğer haklar ile bağlantı kurularak ileri sürülen iddiaların
Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında olduğu
değerlendirilmiş ve bu nedenle inceleme, yaşam hakkının yaşamı koruma yükümlülüğüne
ilişkin maddi boyutu ile etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutu
kapsamında yapılmıştır.
56. Öte yandan yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını
kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı
nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No:
2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvuru konusu olayda başvurucu Yüksel Kapçak;
maktul H.K.nın eşi, başvurucular Mahmut Adsay ve Cemile Adsay, maktul R.A.nın çocukları ve maktul İ.A.nın
kardeşleri, başvurucu Mehmet Adsay maktul R.A.nın eşi, maktul İ.A.nın ise
babasıdır. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.
Ancak bununla birlikte başvuruda diğer kabul edilebilirlik kriterleri bakımından
da değerlendirme yapılması gerekir.
1. Yaşam Hakkının Maddi
Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
57. Başvurucular, yakınlarının coğrafi alan ve nüfus yoğunluğu
bakımından diğer bölgelere nazaran küçük bir yerleşim yeri olan Mazıdağı
ilçesinde güvenlik hizmetinin gereği gibi yerine getirilmemesi nedeniyle
yaşamlarını yitirdiklerini iddia etmişlerdir.
58. Öncelikle devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki
alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son
vermeme, bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında
bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer
bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere
karşı koruma yükümlülüğü bulunduğunu belirtmek gerekir (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, §§ 50, 51).
59. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı kapsamında devletin sahip
olduğu pozitif yükümlülükler açısından benimsediği temel yaklaşıma göre
devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm
olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi, devlete elindeki tüm imkânları kullanarak
bu konuda ihdas edilmiş yasal ve idari çerçevenin yaşamı tehlikede olan
kişileri korumak için gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin
durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri
alma sorumluluğu yüklemektedir. Bu sorumluluk -kamusal olsun veya olmasın-
yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından geçerlidir
(Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §
52).
60. Bu kapsamda devletin egemenlik alanında bulunan bireylerin
yaşamını korumak için önleyici genel güvenlik tedbirleri alma yükümlülüğü
bulunmaktadır. Bu gereklilik daha ziyade bireylerin üçüncü kişilerin suç
niteliğindeki eylemleri nedeniyle yaşamlarının tehdit altında olduğu durumlarda
ortaya çıkmaktadır (Mehmet Çetinkaya ve
Maide Çetinkaya, B. No: 2013/1280, 28/5/2014, § 59).
61. Diğer taraftan temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm
organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya
çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu
nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece
mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve
bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403,
26/3/2013, § 16).
62. Dolayısıyla başvurucunun bireysel başvuru konusu şikâyetini
öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak
iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve delilleri zamanında bu makamlara
sunması ve bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni
göstermiş olması gerekir (İsmail Buğra İşlek,
B. No: 2013/1177, 26/3/2013, § 17).
63. Başvuru yollarının tüketilmesi koşulu, bireysel başvurunun
temel hak ihlallerini önlemek için son ve olağanüstü bir çare olmasının doğal
sonucudur. Diğer bir ifadeyle temel hak ihlallerini öncelikle idari makamların
ve derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının
tüketilmesi koşulunu zorunlu kılmaktadır (Necati
Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 20).
64. Somut olayda başvurucular, yakınlarının devletin güvenlik
hizmetini gereği gibi yerine getirmemesi sonucu öldürülerek yaşamlarını
yitirdiklerini ileri sürmektedirler. Buna karşın başvurucular, söz konusu
iddialarını idari yargı mercilerine usulüne uygun olarak ileterek ihlalin
tespiti ile ihlale karşılık uygun ve yeterli giderime karar verilmesini talep
etmemişler; Anayasa Mahkemesine bireysel başvurularında, bu duruma gerekçe
olarak mevcut söz konusu yargısal yolun bu bakımından etkili bir yol olmadığını
da ileri sürmemişlerdir.
65. Bu durumda başvurucuların hak ihlali iddialarını öncelikle
yetkili yargısal mercilere iletmek yerine başvuru yollarının tüketilmesi
koşulunu yerine getirmeksizin bireysel başvurunun ikincil niteliğine uygun
düşmeyecek şekilde doğrudan Anayasa Mahkemesine ilettikleri sonucuna varılmıştır.
66. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Yaşam Hakkının Usul
Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
67. Başvurucular, yakınlarının öldürüldüğü olaya ilişkin ceza
soruşturmasının etkili yürütülmediğinden de şikâyet etmektedirler.
Başvurucular, bu şikâyetlerine gerekçe olarak söz konusu soruşturmada çok uzun
süredir hareketsiz kalınmasını göstermektedirler.
68. Yaşam hakkı ile ilgili bir soruşturmanın etkili olup
olmadığı yönünden inceleme yapabilmek için -mutlak surette gerekli olmasa da-
yürütülen soruşturmanın makul bir süreyi aşmaması şartıyla ilgili kamu
makamları tarafından nasıl sonlandırılacağının beklenmesi, bireysel başvuru ile
getirilen koruma mekanizmasının ikincil niteliğine uygun olacaktır (Rahil Dink ve diğerleri, B. No: 2012/848,
17/7/2014, § 76; Hüseyin Caruş,
B. No: 2013/7812, 6/10/2015, § 46).
69. Diğer taraftan başvurucuların yetkili makamlara müracaat
etmelerine rağmen doğal olmayan bir ölümle ilgili soruşturma başlatılmamışsa
veya resen ya da müracaatla başlatılan soruşturmada ilerleme yoksa ve
soruşturma artık etkisiz bir hâl almışsa başvuruculardan soruşturmanın sonucunu
beklemelerini istemek makul olmayacaktır. Böyle bir durumda başvurucular,
gerekli özeni göstermeli ve şikâyetini çok uzun süre geçirmeden Anayasa
Mahkemesine sunabilmelidirler (Rahil Dink ve
diğerleri, § 77). Böyle bir durumda başvurucular, etkili bir
soruşturma yürütülmediğinin farkına vardıkları veya varmaları gerektiği andan
itibaren otuz gün içinde bireysel başvuruda bulunmalıdırlar.
70. Bununla birlikte başvurucuların etkili bir soruşturma yürütülmediğinin
ne zaman farkına varmaları gerektiği, doğal olarak her olayın kendine özgü
koşulları dikkate alınarak değerlendirilecektir. Ancak olayın ardından uzun bir
süre geçip soruşturma faaliyetlerinde önemli gecikmeler ve fasılalar
yaşandığında ölenin yakınları (mağdurlar) bakımından etkili bir soruşturma
yürütülmediğinin veya yürütülmeyeceğinin anlaşılmasını gerektiren bir durumun
söz konusu olduğu belirtilmelidir.
71. Bu noktada ifade edilmelidir ki ölen kişinin yakınları ile
yetkili makamlar arasında soruşturmanın etkililiği adına anlamlı birtakım
temaslar kurulduğu veya soruşturma tedbirlerinde ilerleme sağlanacağına dair
bazı emareler veya gerçekçi ihtimaller bulunduğu sürece başvurucularda etkili
bir soruşturma yürütülmediği düşüncesi genelde uyanmayabilir. Buna karşılık bu
durumlarda dahi aradan makul olmayan bir süre geçer ve araştırma faaliyetleri
önemli derecede ağır işlerse veya bir sebeple kesintiye uğrarsa artık ölenin
yakınlarının etkili bir soruşturma yürütülmediğinin ve yürütülmeyeceğinin
farkına varmalarının zamanı gelmiş demektir.
72. Başvuruya konu olaya bu yönüyle bakıldığında soruşturmanın
Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı olan 23/9/2012
tarihinden çok uzun zaman önce kolluk görevlileri ile Cumhuriyet Başsavcılığı
arasında bir süre sonra sıradanlaşan yazışmalar yapılmasından öteye geçmeyen
herhangi bir işlem yapılmaması sonucu olayın aydınlatılması ve sorumluların
tespit edilebilmesi bakımından etkisiz bir hâl aldığı, başvurucular ile
soruşturmayı yürüten yetkili makamlar arasında soruşturmanın etkililiği adına
hiçbir temasın kurulmadığı, bu şekilde soruşturmanın çok uzun zaman öncesinden
itibaren etkililik adına ilerleme sağlanacağına dair hiçbir emare veya ihtimal
barındıramadığı açıkça anlaşılmaktadır.
73. Başvurucular da şikâyetlerinde olayda soruşturmadaki eksiklikliklerin giderilmeye çalışılması yerine daimî arama
kararı verilip çok uzun bir süre sadece rutin yazışmalar yapıldığını belirterek
soruşturmanın çok uzun zaman öncesinden itibaren etkisiz kaldığının farkında
olduklarını bildirmişlerdir. Bu durum, başvurucu Yüksel Kapçak'ın Diyarbakır
Cumhuriyet Başsavcılığına 16/10/2012 tarihinde vekili aracılığıyla verdiği
dilekçede de açıkça görülmektedir. Başvurucular, söz konusu dilekçesinde; uzun zamandır
etkisiz yürütülen soruşturmada dava zamanaşımı süresinin yaklaştığını
belirterek hareketsiz kalındığından şikâyet etmekte ve gecikmiş de olsa
birtakım delil araştırmaları yapılmasını talep etmektedir (bkz. § 39). Yetkili
makamlar tarafından başvurucuların bu taleplerine bir cevap verilmediği ve
8/5/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği anlaşılmıştır.
74. Dolayısıyla başvuruya konu olayda etkili bir ceza
soruşturması yürütülmediğinin açıkça farkına varılması gereken bir durumun çok
uzun zaman önce ortaya çıkmasına ve başvurucuların bu durumun açıkça farkına
varmalarına rağmen Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı
olan 23/9/2012 tarihinden yaklaşık iki yıl sonra bireysel başvuruda bulunulduğu
görülmektedir. Bireysel başvuru yapılması için beklenen bu sürenin ise olayda
etkili bir ceza soruşturması yürütülmediğinin bireysel başvuruda bulunma
imkânına sahip olunan söz konusu tarihten çok uzun zaman önce bariz bir şekilde
ortaya çıkması nedeni ile makul olmadığı ortadadır.
75. Bu noktada bir bireysel başvurudaki meselelerin çözüme
bağlanması bakımından zaman (süre) çok önemli ise başvurucuların iddialarını
-usulünce ve adil bir şekilde çözüme bağlanabilmesini sağlayabilmek için-
gerekli süratle Anayasa Mahkemesi huzurunda dile getirilmesini sağlama ödevi
bulunduğunu belirtmek gerekir. Bu durum bilhassa temel haklar kapsamında belirli olayların soruşturulmasına yönelik herhangi
bir yükümlülükle ilgili şikâyetler bakımından söz konusudur. Çünkü
zaman ilerledikçe maddi deliller kaybolduğundan veya görgü tanıklarının olayı
hatırlamaları güçleştiğinden ya da mümkün olmadığından dolayı aradan geçen
zamanın sadece devletin soruşturma yükümlülüğünün gereği gibi yerine
getirilmesi üzerinde değil aynı zamanda Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruya
ilişkin kendi incelemesinin anlamı ve sonuçları üzerinde de olumsuz bir etkisi
olmaktadır.
76. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam
hakkının yaşamı korumak için makul tedbirlerin alınması yükümlülüğüne ilişkin
maddi boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Yaşam hakkının etkili soruşturmaya ilişkin usul boyutunun
ihlal edildiği iddiasının süre aşımı nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA
18/4/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.