TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
AHMET BULUT VE AHMET BULUT BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/15696)
|
|
Karar Tarihi:17/5/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan
ALTAN
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
Raportör
|
:
|
Nahit GEZGİN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Ahmet
BULUT
|
|
|
2. Ahmet
BULUT
|
Vekili
|
:
|
Av. Emirhan
UYSAL
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, başvurucuların yakınlarının 1993 yılında güvenlik
güçleri tarafından öldürüldüğü ve bu olaya ilişkin etkili bir ceza soruşturması
yapılmadığı nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular 24/9/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine Şırnak
Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formları ve eklerinin
idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona
sunulmasına engel teşkil edecek eksikliklerinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. 2014/15697 sayılı başvurunun konu bakımından aynı nitelikte
bulunması nedeniyle 2014/15696 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve
başvurunun bu dosya üzerinden incelenmesine karar verilmiştir.
4 İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 15/1/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim sistemi aracılığıyla erişilen ceza soruşturması dosyası
içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
6. Başvurucu 1945 doğumlu Ahmet Bulut 3/6/1993 tarihinde
hayatını kaybettiği ileri sürülen Hazım Bulut'un babası, başvurucu 1965 doğumlu
Ahmet Bulut ise aynı tarihte hayatını kaybettiği ileri sürülen Mehmet Bulut'un
kardeşidir.
7. Başvurucular, yakınlarının 3/6/1993 tarihinde güvenlik
güçleri tarafından Şırnak ili Uludere ilçesi Hilal Kasabası'nda geçici köy
korucularının ve diğer köylülerin gözleri önünde kurşuna dizilmek suretiyle
öldürüldüğünü ileri sürerek 5/6/2014 tarihinde sorumluların tespit edilerek
cezalandırılmalarına karar verilmesi talebiyle Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığına
başvuruda bulunmuşlardır.
8. Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı aynı tarihte başvurucuların
müşteki sıfatıyla ifadelerini almıştır. Başvurucu 1945 doğumlu Ahmet Bulut'un
ifadesinin ilgili bölümü şöyledir:
"03/06/1993 yılında Uludere ilçesi Hilal
Kasabasında kızım B.B. yaşıyordu.03/06/1993 tarihinde köye oğlum Hazım BULUT,
kız kardeşini görmek için Hilal Kasabasına gitmişti. Kasabaya bakan karakoldan
askerler kasabaya gelmiş ve kızımın eşi S. B.nin
evine gitmişler. Oğlum Hazım BULUT'u evden almışlar
ve yaya olarak karakola götürmüşler. Daha sonra askerler oğlumu kurşuna dizerek
infaz etmişler. Bugüne kadar korktuğum için hiçbir yere başvuruda bulunmadım.
Artık korkmadığım için bu olayı gerçekleştiren askerlerden davacı ve
şikâyetçiyim.
..."
9. Diğer başvurucu 1965 doğumlu Ahmet Bulut'un ifadesinin ilgili
bölümü şöyledir:
"03/06/1993 yılında Uludere ilçesi Hilal
Kasabasında yaşıyordum. 03/06/1993 tarihinde köyümüze bakan karakoldan askerler
geldi. Askerler iki grup şeklinde bir grup bizim evimize diğer grupta kasabada
yaşayan S.B.nin evine gitti. Kapıyı askerler gelince
ben açtım. Buyrun komutanım dedim. Yakama yapıştı.
'Geceleyin teröristlere yardım ediyorsunuz' dedi ve vurmaya başladı. Bende öyle
birşey olmadığını söyledim. Ancak vurmaya devam etti
ve ayağım o günden bugüne sakat kaldı. Hep beraber dışarı çıktık. Diğer
askerler ağabeyim Mehmet BULUT'un evine girdi. Abim o
günlerde rahatsızdı. Yatağından kaldırıp dışarı çıkarttılar. S. B.nin evinden Hazım BULUT'u
aldılar. Hep beraber meydandaydık. Askerlerin başındaki komutan 'Hepiniz
Teröristsiniz' dedi. Telsizde birisiyle konuştu. Bizim bulunduğumuz yerin
teröristlerle dolu olduğunu söyledi. Telsizle konuşan diğer kişi orayı boşaltın
diye cevap verdi. Daha sonra askerler Mehmet BULUT ile Hazım BULUT'u yaya olarak karakola götürdüler. Evimin karşısında
bulunan Hoşa mahallesinden panzerlerle askerler benim ve ağabeyim Mehmet BULUT'un evini taradılar. İki ev köşesinden yıkıldı.
Evimizle karakol arasında yaklaşık dört kilometreydi. Mehmet BULUT ile Hazım BULUT'un karakolun yanındaki kooperatifin arkasına
götürdüler. Orada köy korucuları da vardı. Mehmet BULUT'la
Hazım BULUT'u tarayarak öldürdüler. Bugüne kadar
korktuğum için hiçbir yere başvuruda bulunmadım. Artık korkmadığım için bu
olayı gerçekleştiren askerlerden davacı ve şikâyetçiyim
..."
10. Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı 6/6/2014 tarihinde isnat
edilen eylemlerin Uludere ilçesinde gerçekleştirildiğinin ileri sürüldüğü
gerekçesiyle yetkisizlik kararı vererek soruşturma dosyasını Uludere Cumhuriyet
Başsavcılığına göndermiştir.
11. Uludere Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma dosyasında söz
konusu şikâyetlerin kasten adam öldürme ve mala zarar verme suçları kapsamında
olduğunu değerlendirmiş ve 25/6/2014 tarihli ve K.2014/230 sayılı kararıyla
kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Karar gerekçesi şöyledir:
"Müştekiler yapmış oldukları müracaat ile
03/06/1993 günü Uludere ilçesi Hilal Beldesinde Mehmet BULUT ve Hazım BULUT'un askerler tarafından infaz edildiklerini, ayrıca
askerler tarafından açılan ateş neticesinde evlerinin harap olduğunu belirterek
sorumlular hakkında şikayetçi olmuş iseler de,
Yapılan inceleme neticesinde, suç tarihinden
bu güne kadar lehe olan 765 s. Yasa'nın 448/1 ve 102/2 maddeleri uyarınca
zamanaşımı süresinin dolduğu anlaşılmakla zamanaşımı nedeniyle,
Olay hakkında kovuşturmaya yer olmadığına (karar
vermiştir)."
12. Başvurucuların anılan karara itirazı, Şırnak Sulh Ceza
Hâkimliğinin 11/8/2014 tarihli ve 2014/47 Değişik İş sayılı kararıyla kesin
olarak reddedilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:
"Uludere Cumhuriyet Başsavcılığının
soruşturma dosyası, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı ve itiraz dilekçesi
birlikte değerlendirildiğinde; Uludere Cumhuriyet Başsavcılığının itiraza konu
kararında bir isabetsizlik bulunmadığı gibi, usul ve yasaya aykırı bir hal de
görülmediğinden itirazının reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde
(karar verilmiştir)."
13. Nihai karar başvuruculara 25/8/2014 tarihinde tebliğ edilmiş
olup başvurucular otuz günlük yasal süresi içinde 24/9/2014 tarihinde bireysel
başvuruda bulunmuşlardır.
B. İlgili Hukuk
14. 13/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun
dava zamanaşımı sürelerini düzenleyen 102. maddesi şöyledir:
"Kanunda başka türlü
yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku amme davası:
1- Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis ve müebbed ağır hapis cezalarını müstelzim cürümlerde yirmi
sene,
2- Yirmi seneden aşağı olmamak üzere muvakkat
ağır hapis cezasını müstelzim cürümlerde on beş sene,
3- Beş seneden ziyade ve yirmi seneden az ağır
hapis veya beş seneden ziyade hapis yahud hidematı ammeden müebbeden
mahrumiyet cezalarından birini müstelzim cürümlerde on sene,
4- Beş seneden ziyade olmamak üzere ağır hapis
veya hapis yahud sürgün veya hidematı
ammeden muvakkaten mahrumiyet cezalarını ve ağır para cezasını müstelzim
cürümlerde beş sene,
5- Bir aydan ziyade hafif hapis veya otuz
liradan ziyade hafif para cezasını müstelzim fiillerde iki sene,
6- Bundan evvelki bendlerde
beyan olunan mikdardan aşağı cezaları müstelzim
kabahatlerde altı ay geçmesile ortadan kalkar.
..."
15. 765 sayılı mülga Kanun’un
dava zamanaşımını kesen sebepleri düzenleyen 104. maddesi şöyledir:
"Hukuku amme davasının müruru zamanı,
mahkumiyet hükmü yakalama, tevkif, celb veya ihzar
müzekkereleri, adli makamlar huzurunda maznunun sorguya çekilmesi, maznun
hakkında son tahkikatın açılmasına dair olan karar veya C. müddeiumumisi
tarafından mahkemeye yazılan iddianame ile kesilir.
Bu halde müruru zaman, kesilme gününden
itibaren yeniden işlemeğe başlar. Eğer müruru zamanı kesen muameleler müteaddid ise müruru zaman bunların en sonuncusundan
itibaren tekrar işlemeğe başlar. Ancak bu sebepler müruru zaman müdetini 102 nci maddede ayrı
ayrı muayyen olan müddetlerin yarısının ilavesi ile baliğ olacağı müddetten fazla
uzatamaz."
16. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 7.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Suçun işlendiği zaman
yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri
farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
17. Mahkemenin 17/5/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
18. Başvurucular yakınlarının 3/6/1993 tarihinde güvenlik
güçleri tarafından geçici köy korucularının ve diğer köylülerin gözleri önünde
kurşuna dizilmek suretiyle öldürüldüklerini, 5/6/2014 tarihinde bu olaya
ilişkin Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunduklarını, soruşturma
kapsamında herhangi bir araştırma yapılmayıp yalnızca müşteki sıfatıyla
ifadelerinin alındığını, soruşturma sonucunda gerçekleşen dava zamanaşımı
gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini oysa olayda
dava zamanaşımı hükümlerinin uygulanamayacağını belirterek Anayasa'nın 17. maddesinde
güvence altına alınan yaşam, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan
adil yargılanma ve Anayasa'nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili
başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; maddi ve manevi tazminat ile
yeniden soruşturma açılmasına karar verilmesi taleplerinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
19. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
20. Başvurucuların yakınlarının güvenlik güçleri tarafından
öldürüldüğü ve bu olaya ilişkin etkili bir ceza soruşturması yapılmadığı
iddialarının Anayasa'nın 17. maddesinin kapsamında olduğu değerlendirilmiş ve
inceleme bu madde kapsamında yapılmıştır.
21. Diğer taraftan başvurucuların iddiaları ve başvuruya konu
soruşturma kapsamında elde edilen bilgi ve belgeler Anayasa'nın 17. maddesinin
maddi boyutunun ihlal edilip edilmediği konusunda değerlendirme yapılmasına
imkân sağlayacak nitelikte kanıt unsuru içermemektedir. Bu şartlar altında
başvurucuların yakınlarının güvenlik güçleri tarafından öldürüldüğü
iddialarının sağlıklı bir şekilde değerlendirilebilmesi ancak devletin etkili
soruşturma yükümlülüğünü gerektiği gibi yerine getirip getirmediğinin tespiti
ile mümkün olabileceğinden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin de
Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının etkili
soruşturma yürütme yükümlülüğüne ilişkin usul boyutu ile sınırlı olarak yapılması
gerekli ve yeterli görülmüştür.
22. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru
hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği
gereği, yaşamını kaybeden veya kaybettiği iddia edilen kişi açısından bu hakka
yönelik bir başvuru ancak olay nedeniyle mağdur olduğunu ileri süren yakınları
tarafından yapılabilecektir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Somut
olayda başvurucular, öldürüldüğü iddia edilen kişilerin sırasıyla babası ve
kardeşidir. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.
23. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel
başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi" kenar
başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, ... açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir."
24. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının
öncelikle genel yargı mercilerinde olağan yasa yolları ile çözüme
kavuşturulması esastır. Bireysel başvuru yoluna iddia edilen hak ihlallerinin
bu olağan denetim mekanizması içinde giderilememesi durumunda başvurulabilir.
Bireysel başvurunun ikincil niteliği gereği başvurucunun ihlal iddialarını
öncelikle yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu
konuda sahip olduğu bilgi ve delilleri zamanında sunması, dava ve başvurusunu
takip etmek için gerekli özeni göstermesi gerekmektedir (Rıfat Bakır ve diğerleri, B. No:
2013/2782, 11/3/2015, § 45; Bayram Gök,
B. No: 2012/946, 26/3/2013, § 18, 19).
25. Diğer yandan ölümün nasıl gerçekleştiğine ve faillerinin
kimler olduğuna dair olay yerinden ya da ceset üzerinden elde edilebilen somut
bir bilginin bulunmadığı durumlarda daha çok önem arz etmekle birlikte olay
hakkında şüpheli herhangi bir şey görmesi ya da duyması olası kişilerin
ifadelerinin hiç alınmaması ya da çok geç alınması, yürütülen soruşturmada ölüm
olayının nedenini veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan
önemli bir eksiklik olarak ortaya çıkmaktadır (Yavuz
Durmuş ve diğerleri, B. No:2013/6574, 16/12/2015, § 61; benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. Sultan Dölek
ve diğerleri/Türkiye, § 72).
26. Bu kapsamda -özellikle de olayın gerçekleştiği zamanda ve
yerde- ilk anda yürütülecek soruşturma işlemleri çok büyük önem arz etmektedir.
Geçen zamanla birlikte kaçınılmaz bir şekilde delillerin kaybolması, tanıkların
yer değiştirmesi ve yaşananları hatırlamanın güçleşmesi gibi nedenlerle delil
toplama ve olayın gerçekleşme şeklini belirlemenin giderek zorlaşacağı açıktır
(Yavuz Durmuş ve diğerleri, § 62;
benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Saygı/Türkiye,
B. No: 37715/11, 27/1/2015, § 48) .
27. Somut olayda başvurucular, yakınlarının 3/6/1993 tarihinde
güvenlik güçleri tarafından öldürüldüğünü ileri sürmektedirler. Başvurucular bu
iddialarını 5/6/2014 tarihine kadar yetkili herhangi bir soruşturma mercii
önüne taşımaksızın beklemek suretiyle pasif bir tutum sergilemişlerdir.
Başvurucular iddia edilen olayın meydana geldiği tarihten yirmi yılı aşkın bir
süre geçtikten sonra etkili bir soruşturma yapılmasının mümkün olamayacağı bir
aşamada iddialarını soruşturma makamlarının bilgisine sunmuşlardır.
Başvurucuların şikâyetleri üzerine derhâl soruşturmaya başlayan Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından başvurucuların ifadeleri alındıktan sonra dava zamanaşımı süresinin aşılmış olduğu
gerekçesine dayanılarak kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir.
28. Başvurucular söz konusu şikâyetlerini zamanında ilgili
makamlara iletmemelerine gerekçe olarak "korkmalarını" göstermekte ve
bu konuda başkaca bir açıklama yapmamaktadırlar. Başvurucular şikâyetlerinde
güvenlik güçleri tarafından üstelik pek çok görgü tanığının olduğunu ileri
sürdükleri bir olayda yakınlarının yaşam haklarının kasten ihlal edildiğini
iddia etmektedirler.
29. Başvurucular yaşam hakkının güvenlik güçleri tarafından
kasten ihlal edildiği iddialarını içeren başvuruya konu olaya ilişkin olarak
söz konusu olayın özelinde ve/veya genel olarak hangi nedenlerle ilgili
makamlara, bu kadar uzun bir zaman sonra üstelik olayı gören pek çok tanığın da
bulunduğunu ileri sürmelerine rağmen başvuruda bulunmadıklarını ortaya
koyamamışlardır. Hatta başvurularında bu konuda herhangi bir açıklamaya bile
yer vermemişlerdir. Başvurucular yıllar sonra başvurmalarına ilişkin olarak
sadece korkmalarını gerekçe göstermiş ancak bu korkunun hangi durumdan
kaynaklandığı, ne zamana değin devam ettiği, akabinde ne şekilde bu durumun
ortadan kalkıp Cumhuriyet Başsavcılığına başvurdukları gibi hususlarda herhangi
bir açıklamada bulunmamışlardır.
30. Bu çerçevede 3/6/1993 tarihinde gerçekleştirildiği iddia
edilen olaya ilişkin 5/6/2014 tarihli şikâyet üzerine yürütülen soruşturma
sonucunda yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarının gerçekliğinin tespitinin
ve varsa sorumluların belirlenerek etkili bir şekilde cezalandırılmalarının
sağlanamamış olmasında iddia edilen olay tarihi ile soruşturmanın başlatıldığı
tarih arasında geçen yirmi yılı aşkın sürenin etkili olduğu kuşkusuzdur. Anılan
zaman zarfında başvurucuların iddialarını -etkili soruşturma yürütülmesinin
mümkün olduğu bir dönemde ve bu konuda resen tespit edilmiş veya başvurucular
tarafından ortaya konmuş herhangi bir engelleyici durumun mevcudiyeti desöz konusu olmamasına rağmen- soruşturma makamlarının
önüne taşımamış olmamalarından bu makamların sorumlu tutulması dolayısıyla
yaşam hakkı bağlamında devlet tarafından etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal
edildiğinin kabulü mümkün değildir.
31. Açıklanan nedenlerle Anayasa'nın 17. maddesinde güvence
altına alınan etkili soruşturma (usul) yükümlülüğünün ihlal edilmediği açık
olduğundan başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA
17/5/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.