TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MEHMET FATİH YİĞİT VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/16838)
|
|
Karar Tarihi: 9/9/2015
|
R.G. Tarih - Sayı: 4/11/2015-29522
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Şükrü DURMUŞ
|
Başvurucular
|
:
|
1. Mehmet Fatih YİĞİT
|
Vekili
|
:
|
Av. Engin Emrah BİÇER
|
|
:
|
2. Yakub SAYGILI
|
Vekili
|
:
|
Av. Murat ERDOĞAN
|
|
:
|
3. Mehmet Habip KUNT
|
|
:
|
4. İbrahim ŞENER
|
Vekilleri
|
:
|
Av. Uğur ÇİFCİBAŞI
|
|
:
|
5. Kazim AKSOY
|
Vekili
|
:
|
Av. Murat ERDOĞAN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, doğal hâkim
ilkesine aykırı kurulmuş, tarafsız ve bağımsız olmayan mahkemelerce kanuna
aykırı olarak tutuklanmaları ve isnat edilen suçlara ilişkin hakların
bildirilmemesi nedeniyle özgürlük ve güvenlik hakkının, soruşturma sürecinde
kamu görevlilerinin insan haysiyeti ile bağdaşmayan eylemleri nedeniyle kötü
muamele yasağının, haklarında kesinleşmiş yargı kararı bulunmamasına karşın
suçlu ilan edilmeleri nedeniyle masumiyet karinesinin, mensubu oldukları iddia
edilen cemaate yönelik nefret ve ötekileştirme söylemi ile meslekten atılmaları
ve uydurma soruşturmalar açılması nedeniyle ayrımcılık yasağının ve etkili
başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular, 24/10/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine
doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvuruda, Komisyona
sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonu 24/11/2014 tarihlinde
2014/16849 numaralı başvurunun, 28/11/2014 tarihinde 2014/16851 ve 2014/16840
numaralı başvuruların, 2/12/2014 tarihinde 2014/16838 numaralı başvurunun; İkinci
Bölüm Birinci Komisyonu ise 26/11/2014 tarihinde 2014/16844 numaralı başvurunun
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyaların
Bölüme gönderilmesine karar vermişlerdir.
4. Yapılan incelemede; 2014/16838, 2014/16840, 2014/16844,
2014/16849 ve 2014/16851 numaralı başvurular arasında konu bakımından bağlantı
bulunma nedeniyle 2014/16838 numaralı başvuru üzerinde birleştirilmelerine ve
incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik
ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir
örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar
verilmiştir.
6. Bakanlık, başvurucu Kazim Aksoy
ile ilgili görüşünü 7/1/2015, İbrahim Şener ile ilgili görüşünü 10/3/2015,
diğer başvurucular ile ilgili görüşünü ise 21/1/2015 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
7. Bakanlık tarafından Anayasa
Mahkemesine sunulan görüş, başvuruculara 15/1/2015-16/3/2015 tarihleri arasında
tebliğ edilmiştir. Başvurucu İbrahim Şener haricindeki başvurucular,
açıklamalarını süresi içinde Anayasa Mahkemesine sunmuşlardır.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
8. Başvuru formu ve ekleri,
Bakanlık görüş yazısı ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucular, kamuoyunda “25 Aralık Operasyonu” olarak
isimlendirilen İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) 2012/656
numaralı soruşturma evrakının hazırlanma aşamasında İstanbul Emniyet Müdürlüğü
Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünde rütbeli personel olarak
çalışmışlardır.
10. Başvurucu Kazim Aksoy, Başsavcılığa verdiği 4/8/2014 tarihli dilekçe
ile adli makamların her türlü talimatına uymak üzere ikametinde bulunduğunu ve
ifade vermeye hazır olduğunu belirtmiştir.
11. Başvurucu Yakup Saygılı,
4/8/2014 tarihinde Başsavcılığa başvurarak ifade vermeye hazır olduğuna ilişkin
beyanda bulunduğunu, buna ilişkin belgenin, süresi içerisinde temin
edilemediğini, bu konuya ilişkin basında çıkan haberleri sunarak ilgili
belgenin Başsavcılıktan istenilmesini talep etmiştir.
12. Başsavcılık, 31/8/2014
tarihli ve 2014/115949 Soruşturma sayılı kararla “görevi kötüye kullanma, resmî
belgede sahtecilik, Türkiye Cumhuriyeti hükûmetini ortadan kaldırmaya veya
hükûmetin görevini yapmasını kısmen ya da tamamen engellemeye teşebbüs,
casusluk, gizliliğin ihlali” suçlarından şüphelilerin kaçma ve delilleri yok
etme ihtimali ve isnat olunan suçların niteliği gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli
ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanun’un 90. ve 91. maddeleri gereğince
başvurucuların da aralarında bulunduğu toplam 33 kişi hakkında gözaltına
alınmaları kararı vermiştir.
13. Başvurucular 1/9/2014
tarihinde gözaltına alınmışlardır.
14. Başvurucularla ilgili
1/9/2014 ve 2/9/2014 tarihli tutanaklarda, 5271 sayılı Kanun’un 147.
maddesindeki yasal hakların yüzlerine okunduğu, aynı tarihli müdafi-şüpheli
görüşme tutanaklarında da isnat olunan suçların yazılı olduğu ve şüphelilerin
müdafileri ile görüşme yaptıkları belirtilmiştir.
15. Başvurucu Yakup Saygılı’nın, gözaltında tutulduğu İstanbul Emniyet
Müdürlüğünde kötü muameleye maruz kaldığı iddiasıyla İstanbul Emniyet Müdürlüğü
Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürü H.S. ve müdür yardımcısı A.N. hakkında
yaptığı şikâyet üzerine Başsavcılık, 18/12/2014 tarihli ve 2014/88642 sayılı
kararla kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu eksik soruşturma
yapıldığı gerekçesiyle bu karara karşı itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
16. Başvurucu Yakup Saygılı,
1/10/2014 tarihinde İstanbul Valiliğine; gözaltında kötü muamele, işkence,
hakaret ve görevi kötüye kullanma şikâyetiyle İstanbul Emniyet Müdürü, müdür
yardımcısı, şube müdürü ve şube müdür yardımcısı hakkında şikâyette
bulunmuştur. Başvurucu, İstanbul Valiliğinin 15/12/2014 tarihli ve
95270804-497-2014 sayılı dilekçenin işleme konulmaması kararına karşı 2/1/2015
tarihli dilekçe ile İstanbul Bölge İdare Mahkemesine itirazda bulunmuştur.
17. Başvurucu, itiraz
taleplerinin sonucu ile ilgili belge sunmamakla birlikte yapmış oldukları
başvurular neticesinde lehlerine bir karar elde edilmediğini, bu nedenle kötü
muamele yasağının ihlali iddiası ile ilgili olarak başvuru yollarının tüketilmesinin
gerekli olmadığını belirtmiştir.
18. Başvurucular, “Türkiye
Cumhuriyeti hükûmetini ortadan kaldırmaya veya hükûmetin görevini yapmasını
engellemeye teşebbüs etme ve devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal
veya askerî casusluk amacıyla temin etme” suçlarından tutuklanmaları talebiyle
İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmişlerdir.
19. Başvurucular Kazim Aksoy ve Yakup Saygılı İstanbul 1. Sulh Ceza
Hâkimliğinin 4/9/2014 tarihli ve 2014/95 Sorgu sayılı; başvurucular Mehmet
Habip Kunt, İbrahim Şener ve Mehmet Fatih Yiğit ise aynı Hâkimliğin 5/9/2014
tarihli ve 2014/114 Sorgu sayılı kararlarıyla “Türkiye Cumhuriyeti hükûmetini
ortadan kaldırmaya veya hükûmetin görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme”
suçundan tutuklanmışlardır. Aynı kararda başvurucuların “devletin gizli kalması
gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme” suçu ile
ilgili olarak tutuklama talebinin reddine karar verilmiştir.
20. Her iki tutuklama kararının
gerekçesi özetle şu şekildedir:
“Şüphelilerin
Üzerlerine Atılı Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini Ortadan Kaldırmaya Veya
Görevini Yapmasını Engellemeye Teşebbüs Etme (TCK.nun
312/1) suçu ile ilgili tutuklama talebi irdelendiğinde;
…
Somut olaya
bakıldığında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (Kapanan TMK.10. Maddesi ile
görevli) 2012/656 soruşturma sayılı dosyası ile İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığının 2014/115949 soruşturma sayılı dosyaları ve bu dosya içerisine
dayanak yapılan HSYK Teftiş Kurulu tarafından düzenlenen rapor, Mali Suçlarla
Mücadele Şube Müdürlüğü görevlileri tarafından kullanılan bilgisayarlar
üzerlerinde yapılan incelemeler sonucunda düzenlenen rapor, TİB başkanlığının
tespitleri, emniyet genel müdürlüğü teftiş kurulu başkanlığı müfettişleri
tarafından yürütülen disiplin soruşturması, gizli tanık Fatih’in beyanları ve
tüm somut dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde;
Somut
olayda şüphelilerin emniyet müdürlüğü, mali suçlarla mücadele şube müdürlüğünde
görev aldıkları, emniyet müdürlüğü hiyerarşik organizasyonu içerisinde hareket
etmeyerek yasal olmayan oluşum çerçevesinde faaliyet yürüttükleri, meşru emir
komuta zinciri dışına çıkabilen gizliliğe, güvenliğe, denetime önem veren ayrı
bir hiyerarşik yapı oluşturdukları anlaşılmıştır, ancak bir kısım şüphelilerin,
kanaatimizce yalnızca TCK’nın 316. maddesinde düzenlenen suçu işledikleri
yönünde anlaşmaya vardıkları, amaçları doğrultusunda hedef şahıslar olmadığı
halde yasama dokunulmazlığı bulunan 61. Hükümetin Başbakanı R.T.E., (21.07.2012
tarihinden 29.11.2013 tarihine kadar 63 kez)” olmak üzere yasama dokunulmazlığı
bulunan çok sayıda bakan ve milletvekillerinin “muhtelif tarihlerde hedef
şahıslarla olan görüşmeleri kayıt altına alarak tape
haline getirerek dosyaya konulduğu, ancak yasama dokunulmazlığı olan bu
kişilerle ilgili suç unsuruna rastlanılması halinde CMK.nun
138. maddesinde belirtilen hükümler çerçevesinde işlem yapılmadığı, özel
soruşturma usulüne tabi olduğu halde evrak tefrik edilerek özel soruşturma
bürosuna gönderilmediği, bu şekilde yasal olamayan hiyerarşik yapılamanın
gizliliğe riayet ettiği, hedef şahıslar üzerinden hükümet ve hükümet üyelerinin
dinlendiği ve hükümeti iş göremez hale getirmek için kurdukları ittifak
doğrultusunda hareket ettikleri, yaptıkları bilgisayar incelemeleri sonucunda
düzenlenen raporlarda 61. Hükümetin Başbakanı R.T.E. hakkında örgüt lideri ve
dönemin Başbakanı şeklinde ibareler kullanıldığına ilişkin fezleke örneklerinin
ele geçirildiği, 15.12.2013 günü fezleke yazılarak Cumhuriyet Başsavcılığı
(Kapatılan TMK.10. Maddesi ile görevli)’na gönderilen
fezlekede suç örgütünün yapılanması başlığını taşıyan bölümde yasama
dokunulmazlığı olan eski Ulaştırma Bakanı B.Y. hakkında 4. Grubun lideri olarak
gösterildiği, 61. Hükümetin Başbakanı R.T.E.’nin
Nisan 2012 tarihinde Haliç Kongre Merkezinde yaptığı görüşmelerin güvenlik
kamera görüntülerinin celp edilerek dosyaya konulduğu, CMK.’nın
140. maddesinde şüpheli veya sanığın kamuya açık yerlerdeki faaliyetlerinin ve
iş yerlerinin teknik araçlarla izlenerek ses veya görüntü kaydı alınabileceği
hükmü altına alınmışken R.T.E’na suç işlemek amacıyla
örgüt kurma, ihaleye fesat karıştırma suçu gerekçe gösterilerek 14.10.2012 günü
saat 13.30 sıralarında Üsküdar ilçesinde bulunan evinde Y.E.K. isimli şahısla
buluştuğuna dair cell-harita görüntüsünün dosya
içerisine alındığı genel hatlarıyla görülmüştür.
Bu
açıklamalar ışığında şüpheliler İstanbul Emniyet Müdürlüğü Mali Suçlarla
Mücadele Şube Müdürlüğü Teknik Takip ve İzleme Büro Eski Amiri İbrahim Şener,
Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü Sahtecilik Suçları Büro Eski Amiri Mehmet
Habip Kunt ve Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü Sahtecilik Suçları Büro
Amirliğinde görevle eski ekip amiri Mehmet Fatih Yiğit’in TCK.nun
312. Maddesinde anlamını bulunan Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini Ortadan
Kaldırmaya veya Görevini Yapmasını Engellemeye Teşebbüs Etme suçunu işledikleri
yönünde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren delillerin bulunduğu,
yüklenen suçun yasada öngörülen ceza miktarı, işlendiği iddia edilen suçun
önemli ve ciddi sayılan katalog suçlardan olması nedeniyle tutuklama nedenini
“Kanun gereğince” var sayıldığı, nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
içtihatları ve 6352 sayılı yasa ile değişik 5271 sayılı CMK.’nun 100 ve devam eden maddeleri şüphelilerin tutuklanmasına
engel bir hallerinin (tutuklama yasağı ve yargılama engeli bulunmaması hali
gibi) bulunmadığı, almaları muhtemel ceza göz önüne alındığında kaçma
şüphelerinin bulunduğu, soruşturmanın henüz tamamlanmaması nedeniyle
şüphelilerin delilleri yok etme, gizleme, tanıklar üzerinde baskı oluşturma
şüphesinin bulunduğu, işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik önlemi
değerlendirildiğinde, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 13. maddesinde ifade
olunan “ölçülülük” ilkesi uyarınca daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol
tedbiri uygulanmasının bu aşamada soruşturmaya konu suç ve bu şüpheliler
açısından “yetersiz” kalacağı ve amaca hizmet etmeyeceği kanaatine varılarak
Şüpheliler İ.Ş., Mehmet Habip Kunt ve Mehmet Fatih Yiğit’in ve müdafilerinin
serbest bırakılmaları istemlerinin REDDİ ile bu şüphelilerin üzerlerine atılı
suçtan 5271 sayıl CMK.nın 100 ve devamı maddeleri
uyarınca ayrı ayrı TUTUKLANMALARINA [karar verilmiştir.]”
21. Başvurucuların tutuklama
kararına yönelik itirazları İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliğinin 16/9/2014
tarihli kararlarıyla reddedilmiştir. Karar gerekçesinde İstanbul 1. Sulh Ceza
Hâkimliğinin kararında usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığından itirazın
reddine karar verildiği belirtilmiştir.
22. Ret kararı başvuruculara
29/9/2014 - 30/9/2014 tarihlerinde tebliğ edilmiştir.
23. Başvurucular 24/10/2014
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
24. Başvurucular hakkındaki
dosya soruşturma aşamasında derdesttir.
B. İlgili
Hukuk
25. 26/9/2004 tarihli ve 5237
sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 312. maddesi öyledir:
“(1) Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan
kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs
eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir.
(2) Bu suçun işlenmesi sırasında
başka suçların işlenmesi hâlinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ilgili hükümlere
göre cezaya hükmolunur.”
26. 5271 sayılı Kanun’un 90.
maddesinin (1), (2) ve (4) numaralı fıkraları şu şekildedir:
“(1) Aşağıda belirtilen hâllerde, herkes tarafından geçici olarak
yakalama yapılabilir:
a) Kişiye suçu işlerken
rastlanması.
b) Suçüstü bir fiilden dolayı
izlenen kişinin kaçması olasılığının bulunması veya hemen kimliğini belirleme
olanağının bulunmaması.
(2) Kolluk görevlileri,
tutuklama kararı veya yakalama emri düzenlenmesini gerektiren ve gecikmesinde
sakınca bulunan hâllerde; Cumhuriyet savcısına veya âmirlerine derhâl başvurma
olanağı bulunmadığı takdirde, yakalama yetkisine sahiptirler.
(4) (Değişik fıkra:
25/05/2005-5353 S.K./7.mad) Kolluk, yakalandığı sırada kaçmasını, kendisine
veya başkalarına zarar vermesini önleyecek tedbirleri aldıktan sonra, yakalanan
kişiye kanunî haklarını derhal bildirir.”
27. Aynı Kanun’un 91. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları
şöyledir:
“(1)
Yukarıdaki Maddeye göre yakalanan kişi, Cumhuriyet Savcılığınca bırakılmazsa,
soruşturmanın tamamlanması için gözaltına alınmasına karar verilebilir.
(Değişik cümle: 25/05/2005-5353 S.K./8.mad) Gözaltı süresi, yakalama yerine en
yakın hâkim veya mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç, yakalama
anından itibaren yirmidört saati geçemez. (Ek cümle:
25/05/2005-5353 S.K./8.mad) Yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye
gönderilme için zorunlu süre oniki saatten fazla olamaz.
(2) Gözaltına alma, bu tedbirin
soruşturma yönünden zorunlu olmasına ve kişinin bir suçu işlediği şüphesini
gösteren somut delillerin varlığına bağlıdır.”
28. Aynı Kanun’un 100.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir;
“(1) Kuvvetli suç
şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin
bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir.
İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması
halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir
tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması,
saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın
davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme
veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları
üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe
oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği
hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var
sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237
sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
…
11. Anayasal Düzene ve Bu
Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
…”
29. Aynı Kanun’un 101.
maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin
tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi
tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının
istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir.
Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz
kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.
(2) (Değişik fıkra:
02/07/2012-6352 S.K./97.md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu
husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;
a) Kuvvetli suç şüphesini,
b) Tutuklama nedenlerinin
varlığını,
c) Tutuklama tedbirinin ölçülü
olduğunu,
gösteren deliller somut
olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya
sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle
kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
30. Mahkemenin 9/9/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 24/10/2014 tarihli ve
2014/16838 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
31. Başvurucular, İstanbul
Emniyet Müdürlüğü Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünde adli kolluk sıfatıyla
Cumhuriyet savcısının talimatıyla yürütülen bir soruşturma nedeniyle
suçlandıklarını ve tutuklandıklarını; kanun değişiklikleri, sulh ceza
hâkimliklerinin kurulması ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK)
yapısı değiştirilerek soruşturmaya müdahale edildiğini, gözaltı ve tutuklamaya
karşı Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) hükümleri gereğince
başvurulması gereken mahkemenin tarafsız ve bağımsız olması gerektiğini,
kurulan sulh ceza hâkimliklerine atanan hâkimlerin bağımsız ve tarafsız
olduğunu söylemenin mümkün olmadığını, sulh ceza hâkimliklerinin doğal hâkim
ilkesine aykırı kurulduğunu, hangi suçlama ile gözaltına alındıklarını
öğrenmeden, avukatlarıyla görüşme fırsatı tanınmadan ve hakları okunmadan
gözaltına alındıklarını, gözaltı işleminin 5271 sayılı Kanun’un 91. maddesinin
(2) numaralı fıkrasına aykırı olduğunu, gözaltı işleminden önce Başsavcılığa
başvurarak haklarında soruşturma olup olmadığını varsa ifade vermeye hazır
olduklarını belirtmelerine karşın ifadelerinin alınmadığını ve daha sonra toplu
olarak gözaltına alındıklarını, kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedeni
bulunmaksızın tutuklandıklarını, tutuklama gerekçelerinin yetersiz ve keyfî
olduğunu iddia ederek Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının ihlal edildiğini,
32. Başvurucular devamla, kamu
görevlilerinin yakalama ve gözaltı işlemleri sırasındaki eylemlerinin, insan
haysiyetiyle bağdaşmayan, aşağılayıcı muamele niteliğinde olduğunu, haklarında
soruşturma olup olmadığını ve böyle bir soruşturma varsa ifade vermeye hazır
olduklarını Başsavcılığa daha önceden beyan etmelerine dolayısıyla kaçma
şüpheleri olmamasına karşın yakalanarak göz altına alınmalarının ve bu işlemler
esnasında maruz kaldıkları muamelenin “kötü muamele yasağı”nı
ihlal etiğini; kaçma, direnme gibi herhangi bir eylemleri olmamasına karşın
kolluk görevlileri tarafından psikolojik baskıya maruz bırakıldıklarını,
basının önünde teşhir edilerek peşinen suçlu muamelesi gördüklerini, yine
orantısız bir şekilde ittirme, elle başına baskı uygulama, konuşturmama, ağzını
kapatma gibi fiziki müdahalelerde bulunulduğunu, temel ihtiyaçlarının geç ya da
eksik karşılandığını veya hiç karşılanmadığını; en üst düzeyde hükûmet üyeleri,
Başbakan ve hâlihazırda Cumhurbaşkanı seviyesindeki isimler tarafından
tehditler yapılarak haklarında soruşturma ve kovuşturma yapılacağı söylenmek
suretiyle psikolojik baskıya maruz kaldıklarını iddia ederek Anayasa’nın 17.
maddesinin üçüncü fıkrasında düzenlenen kötü muamele yasağının ihlal
edildiğini,
33. Gözaltı işlemleri sırasında
ve öncesinde kendilerine yapılan muameleler nedeniyle masumiyet karinesinin
ihlal edildiğini, başta Başbakan olmak üzere en üst düzey kamu görevlileri,
siyasetçiler ve basın tarafından haklarında kesinleşmiş bir yargı kararı
olmamasına karşın aylardır her fırsatta suçlu ilan edildiklerini, sağlık
kontrolleri sırasında basının önünde teşhir edilmeleri ve örgüt olarak
dillendirilen bir cemaate mensubiyetleri olduğu söylenerek kamuoyu önünde
açıkça tahkir kastıyla suçlandıklarını ileri sürerek adil yargılanma hakkının
ihlal edildiğini,
34. İsnat edilen suçlardan
dolayı Anayasa’nın 10. maddesinde koruma altına alınan haklarının ihlal
edildiğini, örgüt olarak dillendirilen bir cemaate mensubiyetleri olduğu söylenerek
kamuoyu önünde açıkça ve tahkir kastıyla suçlanmak suretiyle özel ve aile
hayatlarının zedelendiğini; bu ithamla, bir bütün olarak belli bir gruba
yöneltilen nefret ve ötekileştirme söylemi ile ayrımcılık yasağının ihlal
edildiğini, kendilerinin de bu sivil toplum organizasyonun üyesi olduğu ileri
sürülerek aynı nefret dilinin kendileri içinde kullanıldığını ve aynı nedenle
meslekten atıldıklarını ve haklarında uydurma soruşturmalar açıldığını ileri
sürerek Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen ayrımcılık yasağının ihlal
edildiğini,
35. Bir çok talep ve itirazının
Savcılık ve Hâkimlikçe kayda geçirilmediğini, etkili olmayan 5271 sayılı Kanun
kapsamındaki genel itiraz yolunun ve/veya idari yargı yolunun tüketilmesinin bu
başvuru açısından gerekli olmadığını, bu koşullar altında mahkemelerin, hâkim
ve savcıların hukuka aykırı kararlarını denetlemelerinin imkânsız hâle
geldiğini, bu nedenle bir kısım başvuru yollarının tüketildiği, tüketilmeyen
diğer başvuru yollarının tüketilmesi beklenmeden Anayasa Mahkemesine başvuru
yapma zorunluluğu doğduğunu belirterek tahliye kararı verilmesi ve tazminata
hükmedilmesini talep etmişlerdir.
B. Değerlendirme
36. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve
olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Somut olayda
başvurucuların, gözaltı işleminin kanuna aykırı olduğu; doğal hâkim ilkesine
aykırı, tarafsız ve bağımsız olmayan bir mahkeme tarafından tutuklandıkları,
tutuklama kararları gerekçelerinin ilgili ve yeterli olmaması, kuvvetli suç
şüphesi ve tutuklama nedeni bulunmaması yönündeki şikâyetlerinin Anayasa’nın
19. maddesinin üçüncü fıkrası,
37. Haklarındaki suçlamalara
ilişkin bilgi verilmeden, avukat hakkı fırsatı tanınmadan ve hakları okunmadan
gözaltına alındıkları yönündeki şikâyetlerinin Anayasa’nın 19. maddesinin
dördüncü fıkrası,
38. Gözaltı ve tutuklama kararına
karşı etkili başvuru yolu bulunmadığı yönündeki şikâyetlerinin Anayasa’nın 19.
maddesinin sekizinci fıkrası,
39. Ayrımcılık yasağının ihlali
ile ilgili şikâyetlerinin Anayasa’nın 10. maddesi,
40. Gözaltı işlemleri
sırasındaki kötü muamele iddiaları ile ilgili şikâyetlerinin Anayasa’nın 17.
maddesinin üçüncü fıkrası,
41. Masumiyet karinesinin ihlali
yönündeki şikâyetlerinin Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası kapsamında
değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Kötü
Muamele İddiası
42. Başvurucular, kamu görevlilerinin yakalama ve gözaltı işlemleri sırasındaki
eylemlerinin, insan haysiyetiyle bağdaşmayan, aşağılayıcı muamele niteliğinde
olduğundan Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğini iddia
etmişlerdir.
43. Bakanlık görüşünde özetle, bireysel başvurunun ikincil niteliğinin gereği olarak olağan
kanun yollarında ve genel mahkemeler önünde ileri sürülmeyen iddiaların Anayasa
Mahkemesi önünde şikâyet konusu edilemeyeceğini, somut olayda başvurucuların,
maruz kaldıklarını iddia ettikleri kötü muamele eylemleri nedeniyle sorumlular
hakkında bireysel başvuru yoluna gitmeden önce yetkili makamlara başvurarak
delillerini ibraz etmek suretiyle şikâyette bulunduklarına dair başvuru
dilekçesinde ve ekinde bir bilgi bulunmadığını, başvuruculardan sadece Yakup Saygılı’nın, ifadesi alındığı sırada A.N. ve H.S.
tarafından kendisine sözlü ve fiziki tacizde bulunulduğundan bahisle İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığına başvurduğunun yapılan yazışma neticesinde
anlaşıldığını ancak bu başvurucunun da bireysel başvuru dilekçesinde bahsettiği
diğer hususlarla ilgili bir başvuruda bulunmadığını, başvuru yollarının
tüketilmesi kuralına istisna tanınmasını gerektiren olağan kanun yollarının
makul başarı sunmayan etkisiz yollar olduğuna dair başvurucuların ikna edici
argümanlarının bulunmadığı belirtilmiştir.
44. Başvurucular Bakanlığın görüşlerine karşı şunları ifadelerinde, süreç içerisinde gerek süreci yürüten kolluk görevlileri ile
yargı mensupları gerek basın mensupları gerekse de siyasiler hakkında yapılan
şikâyet başvurularının hiçbirinin ilgili merciler tarafından kabul
edilmediğini, tüm talep ve hukuki girişimlerin akim bırakıldığını ve bu nedenle
başvuru yollarının tüketilmesinin bir sonuç vermeyeceğini, toplam dört günlük
gözaltı süresince temel gıda ihtiyaçlarının düzensiz bir şekilde ve zorlamalar
neticesinde temin edilmeye çalışıldığının bu tutanak içerikleri ile de ortaya
çıktığını, ayrıca bu tutanak içeriklerinin de tek taraflı düzenlendiğini ve
tanzimleri her zaman mümkün bulunduğundan kamera kayıtları ile teyit edilmeleri
gerektiğini belirtmişlerdir.
45. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması şarttır.”
46. 30/3/2011 tarihli
ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı"
kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da
ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının
bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."
47. Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre bireysel başvuru
yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm
organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya
çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu
nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece
mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve
bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403,
26/3/2013, § 16).
48. Bu nedenle Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia
edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde
başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun
ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek
için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke
uyarınca, başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle
ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi,
bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve
aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni
göstermiş olması gerekir (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, § 17).
49. Öte yandan 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı
fıkrası uyarınca, ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması, başka bir deyişle bireysel başvuru
yapıldığı tarihte başvuru koşullarının tamamının sağlanmış olması gerekir.
Bununla birlikte bir başvuru yolu yoksa ya da olan başvuru yolları etkili
değilse Mahkeme somut olayın koşullarını dikkate alarak bir başvurunun
incelenmesine karar verebilir (Ümit Ata,
B. No: 2012/254, 6/2/2014, § 33).
50. Somut
olayda başvurucu Yakup Saygılı’nın, gözaltında kötü
muameleye maruz kaldığı iddiası ile ilgili olarak Başsavcılığa ve İstanbul
Valiliğine yapmış olduğu müracaatlarının neticelenmesini beklemeden Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunduğu, diğer başvurucuların ise kötü muamele
şikâyetleri ile ilgili olarak başvuru yollarının tüketildiğine dair belge ve
bilgi sunmadıkları görülmüştür.
51. Başvurucuların şikâyetlerine
konu iddialar dikkate alındığında başvuru yollarının tüketilmesi kuralına
istisna tanınmasını gerektiren bir durumun olmadığı görülmektedir.
52. Açıklanan nedenlerle,
başvurucuların kötü muamele iddiaları ile ilgili olarak kanunda öngörülmüş
yargısal başvuru yollarının tamamı tüketilmeden bireysel başvuru yapıldığı
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının tüm başvurucular yönünden “başvuru yollarının tüketilmemiş olması”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Kişi
Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlali İddiaları
i. Hangi Suçlamayla
Gözaltına Alındıklarını Öğrenmeden ve Avukat Yardımından Yararlanma Hakkı
Tanınmadan Gözaltına Alındıkları İddiası
53. Başvurucular, hangi suçlamayla gözaltına alındıklarını
öğrenmeden, avukat hakkı fırsatı tanınmadan ve hakları okunmadan gözaltına
alındıklarını iddia etmiştir.
54. Bakanlık görüşünde özetle, başvurucuların vekillerine başvurucuların görevde olduğu
dönemde tespit edilen usulsüzlüklerle ilgili bilgileri içeren bir CD’nin verildiği,
kolluk ve savcılık ifade tutanakları ile sorgu tutanağından, başvurucuların
kolluk ve savcılık ifadelerini avukatları huzurunda verdikleri, ifade ve sorgu
sırasında kendilerine yöneltilen suçlamalarla ilgili etkin bir şekilde
savunmada bulunabildikleri, usul ve esasa ilişkin itirazlarını oldukça
ayrıntılı bir şekilde yaptıkları belirtilmiştir.
55. Başvurucular Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarında
özetle bahsi geçen CD ve içeriği ile dosya içeriğinin kendilerinden
saklandığına dair gözaltı ve devamı tüm süreçlerde tutarlı ve kesintisiz
beyanlarının bulunduğunu, Bakanlığın görüş yazısında da görüldüğü üzere, sadece
usule ilişkin cevaplar verebildiklerini, esasa dair bir bilgi olmadığı için
savunma yapamadıklarını ve bu nedenle savunma hakkının ihlal edildiğinin açık
olduğunu belirtmişlerdir.
56. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları
ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
57. Anayasa’nın 19. maddesinin dördüncü
fıkrası, yakalanan veya tutuklanan kimseye yakalama veya tutuklama sebeplerinin
ve haklarındaki iddiaların hemen yazılı olarak bildirilmesini, yazılı bildirimin
mümkün olmaması hâlinde sözlü olarak derhâl, toplu suçlarda ise en geç hâkim
huzuruna çıkarılıncaya kadar bildirilmesini öngörmektedir.
58. Yakalanan bir kimseye,
yakalanmasının temel maddi ve hukuki sebepleri teknik olmayan ve anlayabileceği
basit bir dilde açıklanmalı ve böylece kişi eğer uygun görürse yakalanmasının
Sözleşme’nin 5. maddesinin (4) numaralı fıkrası kapsamında kanuna uygunluğuna
itiraz etmek üzere mahkemeye başvurma imkânına sahip olabilmelidir.
Sözleşme’nin 5. maddesinin (2) numaralı fıkrası, verilen bilgilerin yakalanan
kişiye isnat edilen suçların tam bir listesini içermesini gerektirmemektedir
(Benzer yöndeki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları için bkz. Murray/Birleşik Krallık [BD], B. No: 14310/88,
28/10/1994 § 72; Bordovskiy/Rusya,
B. No: 49491/99, 8/2/2005, § 56; Nowak/Ukrayna, B. No: 60846/10, 31/3/2011, § 63).
59. Somut olayda başvurucularla ilgili yakalama
tutanaklarında yasal haklarının kendilerine okunduğu, avukatla görüşme
tutanaklarında ise isnat edilen suçların belirtildiği ve bu tutanakların
başvurucular tarafından imzalanmış olduğu görülmüştür.
60. Açıklanan nedenlerle, başvurucuların haklarındaki
suçlamalar ve hakları bildirilmeden, avukat hakkı tanınmadan gözaltına
alındıkları yönündeki iddialarının “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle başvurunun diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
61. Erdal TERCAN bu görüşe
katılmamıştır.
ii. Gözaltına
Alma ve Tutuklamanın Kanuni Olmadığı İddiası
62. Başvurucular, gözaltına alınma işleminin kanuna aykırı
olduğunu, kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedeni bulunmaksızın
tutuklandıklarını iddia etmişlerdir.
63. Bakanlık görüşünde özetle; başvurucular ile ilgili
soruşturma sürecinin hâlen devam ettiği, delillerin toplanma aşamasının
tamamlanmadığı ve kamu davasının açılmadığı, tutuklama kararını veren İstanbul
1. Sulh Ceza Hâkimliğinin kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delil olarak kabul
ettiği hususların ve tutuklama nedeninin kararda gösterildiği, başvurucuların
eylemlerinin suç oluşturup oluşturmadığı ya da hangi suçları oluşturduğu
konusunda kesin bir sonuca varmak için delillerin toplanma safhasının
tamamlanıp elde edilen delillerin değerlendirilmesi gerektiği, AİHM ve Anayasa
Mahkemesi içtihatlarında belirtilen ölçütler ve başvurucuların tutuklu kaldığı
sürenin, kuvvetli suç şüphesi ve bir tutuklama nedeninin yeterli olduğu belirli
bir sürenin aşılıp aşılmadığının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği belirtilmiştir.
64. Başvurucular Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında özetle,
kamuoyunda 25 Aralık dosyası olarak bilinen soruşturmanın “ihaleye fesat
karıştırmak, rüşvet, nüfuz ticareti, resmî belgede sahtecilik, soruşturma
gizliliğini ihlal, tehdit, nitelikli dolandırıcılık, suç işlemek amacı ile
örgüt kurmak ve yönetmek” suçlarını araştırmak ve şüphelilerin tam tespiti ile
somut delillerin ortaya konması amacıyla yürütüldüğünü, dosya kapsamında büyük
çoğunluğu yolsuzluk konulu çok sayıda suç fiili tespit edildiğini, soruşturma
kapsamında Başbakan veya yakınlarının ve ayrıca yasama dokunulmazlığı olan
kişilerin dinlenmediğini ve takip edilmediğini, hazırlanan fezlekede Başbakan
için “Dönemin Başbakanı” ve “Örgüt Lideri” ifadelerinin kullanılmadığını,
kendilerinin defalarca adliyeye giderek haklarında bir soruşturma var ise ifade
vermeye hazır olduklarını beyan etmelerine karşın kaçma şüphesinin varlığını
iddia etmenin ve suçlamalara konu delillerin 2012/656 Soruşturma sayılı dosyada
bulunması nedeniyle delillerin karartılmasının mümkün olmadığını, adli
kontrolün neden yetersiz kalacağına dair hiçbir hukuki ve fiilî neden
gösterilmediğini, “Twitter” ve “Youtube” gibi
internet sitelerinde yayımlanan telefon görüşmelerinin 2012/656 sayılı
soruşturma kapsamında elde edilmediğini, soruşturmaya ait hiçbir bilgiyi
sızdırmadıklarını, takip edilen hiçbir soruşturma bilgisinin imha edilmediğini
ve gizli tanığın bahsettiği hususların hiçbirinin gerçeği yansıtmadığını ifade etmişlerdir.
65. Anayasa’nın 19. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu
ilke olarak konduktan sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları
kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği
durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik
hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen
durumlardan herhangi birinin varlığı hâlinde söz konusu olabilir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239, 2/7/2013, §
43).
66. Anayasa’nın 19. maddesinin
üçüncü fıkrasında, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin, ancak
kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla
veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hâllerde
hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri hükme bağlanmıştır. Buna göre bir kişinin
tutuklanabilmesi öncelikli olarak suç işlediği hususunda kuvvetli belirti
bulunmasına bağlıdır. Bu, tutuklama tedbiri için aranan olmazsa olmaz unsurdur.
Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle
desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil sayılabilecek olgu ve bilgilerin
niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır.
67. Ancak bu nitelemeye bağlı
olarak kişinin suçla itham edilebilmesi için yakalama veya tutuklama anında
delillerin yeterli düzeyde toplanmış olması mutlaka gerekli değildir. Zira
tutukluluğun amacı, yürütülen soruşturma ve/veya kovuşturma sırasında kişinin
tutuklanmasının temelini oluşturan şüphelerin doğruluğunu kanıtlayarak veya
ortadan kaldırarak adli süreci daha sağlıklı bir şekilde yürütmektir. Buna göre
suç isnadına esas teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular ile ceza
yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe
oluşturacak olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekir (Mustafa Ali Balbay, B. No: 2012/1272,
4/12/2013, § 73).
68. Yakalama 5271 sayılı
Kanun’un 90. maddesinde, gözaltı ise aynı Kanun’un 91. maddesinde
düzenlenmiştir. 5271 sayılı Kanun’un 90. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre
kişiye suçu işlerken rastlanması ve suçüstü bir fiilden dolayı izlenen kişinin
kaçması olasılığının bulunması veya hemen kimliğini belirleme olanağının
bulunmaması hâllerinde herkes tarafından geçici olarak yakalama yapılabilirken
(2) numaralı fıkraya göre tutuklama kararı veya yakalama emri düzenlenmesini
gerektiren ve gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısına veya
amirlerine derhâl başvurma olanağı bulunmadığı takdirde kolluk görevlilerinin
yakalama yetkisine sahip oldukları, aynı Kanun’un 91. maddesine göre ise
yakalanan kişinin, Cumhuriyet savcılığınca bırakılmazsa, soruşturmanın
tamamlanması için gözaltına alınmasına karar verilebileceği belirtilmiştir.
69. Tutukluluk, 5271 sayılı
Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. 100. maddeye göre kişi,
ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphelerin varlığını gösteren
olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması hâlinde tutuklanabilir. Maddede
tutuklama nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir. Buna göre (a) şüpheli
veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut
olgular varsa, (b) şüpheli veya sanığın davranışları; 1) delilleri yok etme,
gizleme veya değiştirme, 2) tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı
yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa
tutukluluk kararı verilebilecektir. Kuralda ayrıca, işlendiği konusunda
kuvvetli şüphe bulunması hâlinde tutuklama nedeninin varsayılabileceği suçlar
bir liste hâlinde belirtilmiştir.
70. Diğer yandan Anayasa’da yer
alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin
kararlarındaki kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar
bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun
hükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin
takdir yetkisi kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı
yorumlar ile delillerin takdirinde açıkça keyfîlik
bulunması hâlinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu tür kararların
bireysel başvuruda incelenmesi gerekir. Aksinin kabulü bireysel başvurunun
getiriliş amacıyla bağdaşmaz (Ramazan Aras,
§ 49).
71. Somut olayda başvurucular,
haklarında yürütülen soruşturmalar kapsamında 1/9/2014 tarihinde Cumhuriyet
savcısının talimatıyla göz altına alınmış, 4/9/2014-5/9/2014 tarihleri arasında
tutuklanmışlardır. Tutuklama kararlarının gerekçelerinde isnat edilen
suçlamalara ilişkin kuvvetli suç şüphesine ve tutuklama nedenlerine ilişkin
değerlendirmelere yer verilmiştir.
72. Başvuruculara isnat edilen
eylemlerin suç oluşturup oluşturmadığı, yapılacak yargılama sonucunda toplanan
delillere göre davayı görecek olan mahkemece belirlenebilir. Keza bu belirlemenin
hukuka uygun olup olmadığı kanun yollarında incelenebilir. Anayasa'ya bariz
şekilde aykırı yorumlar ile delillerin takdirinde açıkça keyfîlik
bulunması hâlinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren durumlar hariç olmak
üzere, isnat edilen eylemlerin suç oluşturup oluşturmadığı, tutuklamaya ilişkin
olanlar da dâhil kanun hükümlerinin yorumu ve bunların somut olaylara
uygulanması derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır. Başvurucular
hakkındaki tutuklama kararlarının gerekçeleri dikkate alındığında
başvurucuların suç işlemiş olabileceklerinden şüphelenilmesi için kuvvetli
belirtiler bulunmadığı hâlde tutuklandıkları iddiasının yerinde olmadığı
sonucuna varılmıştır.
73. Öte yandan somut olayda
başvurucular, gözaltına alınma ve ilk tutuklama kararına karşı tutuklama nedeni
bulunmadığı ve kararların gerekçelerinin yetersiz olduğu iddiasıyla bireysel
başvuruda bulunmuşlardır. İlk tutuklamaya ilişkin yargısal denetimde kişinin
bir suç işlemiş olabileceğine dair inandırıcı nedenlerin bulunup bulunmadığıyla
ve özgürlükten yoksun bırakmanın bu bağlamda hukukiliğiyle sınırlı bir inceleme
yapılmaktadır. Bu kapsamda bir suçun işlenmiş olabileceğine ilişkin ciddi
belirtilerin varlığı ilk tutma bakımından yeterli olabilir.
74. Somut olaydaki soruşturmanın bu
aşamasında derece mahkemelerinin tutuklama ve itiraz üzerine verdikleri
kararların gerekçeleri incelendiğinde (bkz. §§ 20 ve 21) kuvvetli suç
şüphesinin ve tutuklama nedenlerinin bulunmadığı söylenemez.
75. Açıklanan nedenlerle başvurucuların,
gözaltı ve tutuklamanın kanuni olmadığı ve kararların gerekçelerinin yetersiz
olduğuna ilişkin iddialarının “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
76. Erdal TERCAN bu görüşe katılmamıştır.
c. Ayrımcılık
Yasağının İhlali İddiası
77. Başvurucular, örgüt olduğu ifade edilen bir cemaate
mensubiyetleri olduğu söylenerek kamuoyu önünde açıkça ve tahkir kastıyla
suçlandıklarını, bir bütün olarak belli bir gruba yöneltilen nefret ve
ötekileştirme söylemi ile ayrımcılık yasağının ihlal edildiğini, kendilerinin
de bu sivil toplum organizasyonun üyesi oldukları ileri sürülerek aynı nefret
dilinin kendileri için de kullanıldığını, aynı nedenle meslekten atma ve
uydurma soruşturmalar açılması nedeniyle ayrımcılık yasağının ihlal edildiğini
ileri sürmüşlerdir.
78. Bakanlık görüşünde özetle, somut olayda başvurucuların
bireysel başvuru dilekçesinde şikâyetlerini formüle ediş biçiminin soyut ve
genel nitelikte olduğu, benzer herhangi bir olay ile kendi durumları arasındaki
farkı ortaya koymadıkları gibi kendilerine Sözleşme kapsamındaki hangi hakka
ilişkin ne şekilde ayrımcılık yapıldığına dair makul bir delil de sunmadıkları
dolayısıyla başvuru formunda şikâyetin ifade ediliş biçimi ve formun ekindeki
bilgilerin, başvurucuların ayrımcılığa maruz kaldığına dair yeterli somut
bilgiler içermediği, soruşturmaya konu olan hususun, başvurucuların bir gruba
mensubiyeti değil, soruşturma makamınca tespiti yapılan somut eylemler ve bu
eylemlerin devletin olağan bürokratik yapısının dışında farklı bir hiyerarşik
yapının amaçları doğrultusunda gerçekleştirildiği iddiaları olduğu; soruşturma
makamının, bu eylemlerin münferit eylemler olmanın ötesinde olağan devlet
bürokrasisi içerisine yerleşmiş organik bir yapının kendi menfaatlerini korumak
için meşru hükûmete yönelik operasyon amacı taşıdığına yönelik tespitleri
bulunduğu dolayısıyla bürokrasi içerisinde kurulmuş illegal hiyerarşik yapı
şüphesine götüren somut olaylar zincirini göz ardı ederek doğrudan kişilerin
özel hayatını ilgilendiren belli bir gruba mensubiyetin soruşturulduğu ve
soruşturmanın uydurma olduğu iddiasının gerçekleri yansıtmadığı belirtilmiştir.
79. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı başvuru formunda
belirtilen hususlar dışında bir beyanda bulunmamışlardır.
80. Başvurucuların, Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen
eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine yönelik iddialarının, soyut olarak
değerlendirilmesi mümkün olmayıp mutlaka Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer
alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §
33).
81. Başvurucuların, eşitlik ilkesinin ihlali iddiasının esas
olarak kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı çerçevesinde ve bu hakla bağlantılı olarak
incelenmesi gerekecektir. Dolayısıyla anılan hak bakımından eşitlik ilkesi,
bağımsız nitelikte koruma işlevine sahip olmayıp bu hakkın kullanılmasını,
korunmasını ve başvuru yollarını güvence altına alan tamamlayıcı nitelikte
haklardandır (Onurhan Solmaz, § 34).
82. Ayrımcılık yasağının ihlal edilip edilmediğinin
tartışılabilmesi için kişinin hangi temel hak ve özgürlüğü konusunda hangi
temele dayalı olarak ayrımcılığa maruz kaldığının gösterilmesi gerekir. Diğer
bir ifadeyle ayırımcılık iddiasının ciddiye alınabilmesi için başvurucunun,
kendisiyle benzer durumdaki başka kişilere yapılan muamele ile kendisine
yapılan muamele arasında bir farklılığın bulunduğunu ve bu farklılığın meşru
bir temeli olmaksızın sırf ırk, renk, cinsiyet, din, dil, cinsel yönelim vb.
ayrımcı bir nedene dayandığını makul delillerle ortaya koyması gerekir (Şahin Karaman, B. No: 2012/1205, 8/5/2014,
§ 41).
83. Somut olayda başvurucular, bir cemaate mensup oldukları
iddiasıyla haklarında soruşturma açıldığını ve ayrımcılık yapıldığını iddia
etmişlerdir. Ancak başvurucuların kendilerine belirttikleri nedenlerle
ayrımcılık yapıldığı yönündeki iddialarını temellendirecek somut bulgu ve
kanıtlar ortaya koyamadıkları görülmektedir. Başvurucuların tutuklanmalarına ilişkin
“…Somut olayda şüphelilerin emniyet
müdürlüğü, mali suçlarla mücadele şube müdürlüğünde görev aldıkları, emniyet
müdürlüğü hiyerarşik organizasyonu içerisinde hareket etmeyerek yasal olmayan
oluşum çerçevesinde faaliyet yürüttükleri, meşru emir komuta zinciri dışına
çıkabilen gizliliğe, güvenliğe, denetime önem veren ayrı bir hiyerarşik yapı
oluşturdukları anlaşılmıştır, ancak bir kısım şüphelilerin, kanaatimizce
yalnızca TCK’nın 316. maddesinde düzenlenen suçu işledikleri yönünde anlaşmaya
vardıkları, (…) TCK.nun 312. Maddesinde anlamını
bulunan Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini Ortadan Kaldırmaya veya Görevini
Yapmasını Engellemeye Teşebbüs Etme suçunu işledikleri yönünde kuvvetli suç
şüphesinin varlığını gösteren delillerin bulunduğu, yüklenen suçun yasada
öngörülen ceza miktarı, işlendiği iddia edilen suçun önemli ve ciddi sayılan
katalog suçlardan olması nedeniyle tutuklama nedenini “Kanun gereğince” var
sayıldığı, nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları ve 6352 sayılı yasa
ile değişik 5271 sayılı CMK.’nun 100 ve devam eden
maddeleri şüphelilerin tutuklanmasına engel bir hallerinin (tutuklama yasağı ve
yargılama engeli bulunmaması hali gibi) bulunmadığı, almaları muhtemel ceza göz
önüne alındığında kaçma şüphelerinin bulunduğu, soruşturmanın henüz
tamamlanmaması nedeniyle şüphelilerin delilleri yok etme, gizleme, tanıklar
üzerinde baskı oluşturma şüphesinin bulunduğu, işin önemi, verilmesi beklenen
ceza veya güvenlik önlemi değerlendirildiğinde, Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası’nın 13. maddesinde ifade olunan “ölçülülük” ilkesi uyarınca daha
hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının bu aşamada
soruşturmaya konu suç ve bu şüpheliler açısından “yetersiz” kalacağı ve amaca
hizmet etmeyeceği kanaatine varılarak” şeklindeki gerekçeler ile
verilen karar ve dosyadaki diğer bilgi ve belgelerin incelenmesinden ayrımcılık
yasağının ihlal edildiğine dair herhangi bir bulguya rastlanılmamıştır.
84. Açıklanan nedenlerle,
ayrımcılık yasağı konusunda bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşıldığından
başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan
yoksun olması” sebebiyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
iii. Doğal Hâkim, Tarafsız ve Bağımsız
Hâkim İlkelerinin İhlali İddiası
85. Başvurucular, tutuklama kararı veren sulh ceza
hâkimlerinin Anayasa’nın 37. maddesinde düzenlenen doğal hâkim ilkesine aykırı kurulduklarını, tarafsız ve
bağımsız olmadıklarını iddia etmişlerdir.
86. Bakanlık görüşünde özetle, doğal
hâkim ilkesinin, kişiye ve somut duruma göre değişkenlik gösteren yargı
yerlerinin yani olağanüstü yargı mercilerinin kurulmamasını gerektirdiği,
uzmanlaşma ve uygulama birliğini amaçlayarak belirli koruma tedbirleri
konusunda karar verecek hâkimliklerin ülke genelinde soyut ve genel bir biçimde
düzenlenmesinin Anayasa’nın 37. maddesine aykırılığının ileri sürülemeyeceği,
şikâyete konu olan sulh ceza hâkimliklerinin kanunla kurulduğu, Kanun’un
gerekçesinde tüm ülke çapında koruma tedbirleri bakımından uzmanlaşma ve
standardizasyonu sağlama maksadıyla sulh ceza hâkimliklerinin kurulduğunun
belirtildiği, ilgili Kanun’un yürürlüğe girmesinin ardından HSYK. 1. Dairesi
tarafından kariyer, ehliyet ve liyakatleri gözetilerek o tarihte görev yapan
hâkimler arasından atama yapıldığı, somut olay bakımından sorguyu yaparak
tutuklama kararını veren hâkimin, sulh ceza hâkimlikleri kurulmadan HSYK 1.
Dairesi tarafından herhangi bir atama yapılmadan önce de aynı yerde 5271 sayılı
Kanun’un 250. maddesi ile görevli üç sulh ceza hâkiminden biri olarak görev yapmakta
olduğu, bağımsızlığı ve tarafsızlığı tartışılan sulh ceza hâkiminin, soruşturma
makamının “devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî
casusluk amacıyla temin etme” suçundan başvurucuların tutuklanması talebini,
talebi ve dosya içeriğini değerlendirerek başvurucuların atılı suçu işlediğine
dair tutuklamayı gerektirir derecede yeterli delil bulunmadığı gerekçesiyle
reddettiğinin de başvurucuların bağımsızlık ve tarafsızlık iddiaları
incelenirken değerlendirilmesinin uygun olacağı ifade edilmiştir.
87. Başvurucular Bakanlık görüşüne
karşı beyanlarında özetle; sulh ceza hâkimliklerinin proje mahkemeler olduğunu,
belli bir süreci yürütmek üzere ihdas edildikleri, delillerin oluşturulduğu ve
gerekirse kanun çıkarılacağı hususlarının kamuoyuna mal olmuş meşhur ve maruf
vakalar olduğu, seçilen hâkimler konusunda ise atamayı yapan HSYK’nın ilgili daire başkanının hata ettiklerini kabul
etmesinin meşhur ve maruf vakalardan olduğu belirtilmiştir.
88. Suçun işlenmesinden veya çekişmenin
doğmasından önce davayı görecek yargı yerinin belirlenmiş olması şeklinde
tanımlanan doğal yargıç kavramı, adil yargılanma hakkının en önemli ögesi olan
“kanuni, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
önünde yargılanma” hakkının temelini oluşturmaktadır. Anayasa’nın
37. maddesinde düzenlenen doğal yargıç
ilkesi, yargılama makamlarının suçun işlenmesinden veya çekişmenin meydana
gelmesinden sonra kurulmasına ya da yargıcın atanmasına engel oluşturur,
sanığın veya davanın yanlarına göre yargıç atanmasına olanak vermez. İlkeyle
suçun işlenmesinden sonra çıkarılacak bir yasa ile oluşturulacak mahkeme önüne
davanın götürülmesi ve böylece “kişiye”
ya da “olaya” özgü mahkeme
kurulması yasaklanmıştır (AYM, E.2009/52, K.2010/16, K.T. 21/1/2010).
89. Ceza yargılaması usulüne ilişkin
yasaların kamu düzeni ile ilgili olmaları nedeniyle yürürlüğe girmelerinin
ardından taraf iradelerinden bağımsız olarak derhâl uygulanmaları gerektiğinden
her yargılama işleminin yapıldığı tarihte yürürlükte olan yasaya göre
yürütülmesi zorunludur. Yargılama hukuku normlarının zaman bakımından
uygulanmasında dikkate alınması gereken konu, yeni yasanın yürürlüğe girdiği
tarihte muhakemenin sona ermiş olup olmadığıdır. Yargılama henüz kesin olarak
bitmemişse yeni yasanın yürürlüğe girmesinden itibaren yapılacak yargılama
işlemlerinde kural olarak yeni yasanın uygulanması gerekir (AYM, E.2009/52,
K.2010/16, K.T. 21/1/2010).
90. Bu kapsamda, bir kuralın belirli
bir suçun işlenmesinden sonra bu suça ilişkin davayı görecek yargı yerini
belirlemeyi amaçlamaması, yürürlüğü müteakip kapsamına giren tüm davalara
uygulanması hâlinde doğal hâkim ilkesine aykırılık söz konusu olamaz (AYM,
E.2009/52, K.2010/16, K.T. 21/1/2010). Nitekim Anayasa Mahkemesi, 6545 sayılı
Kanun’un başvuruya konu sulh ceza hâkimliklerinin kurulmasına ilişkin
hükümlerini doğal hâkim ilkesine aykırı bulmamış ve iptal istemini reddetmiştir
(AYM, E.2014/164, K.2015/12, 14/1/2015).
91. Anayasa’nın 138. maddesinin birinci
fıkrasında, hâkimlerin görevlerinde bağımsız oldukları ve Anayasa’ya, kanuna ve
hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verecekleri, ikinci
fıkrasında ise hiçbir organ, makam, merci veya kişinin yargı yetkisinin
kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremeyeceği, genelge
gönderemeyeceği, tavsiye ve telkinde bulunamayacağı belirtilerek hukuk devleti
olmanın zorunlu bir gereği olan mahkemelerin bağımsızlığı teminat altına
alınmıştır.
92. Sözleşme’nin 6. maddesinde açıkça,
adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak davanın tarafsız bir mahkemede
görülmesini isteme hakkından söz edilmiştir. Anayasa’nın 36. maddesinde ise
mahkemelerin tarafsızlığından açıkça bahsedilmemekle beraber, Anayasa Mahkemesi
içtihadı uyarınca, bu hak da adil yargılanma hakkının zımni bir unsurudur.
Ayrıca mahkemelerin tarafsızlığı ve bağımsızlığının birbirini tamamlayan iki
unsur olduğu nazara alındığında Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği,
Anayasanın 138., 139. ve 140. maddelerinin de tarafsız bir mahkemede yargılanma
hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (Tahir Gökatalay,
B. No: 2013/1780, 20/3/2014 § 60).
93. Bir mahkemenin idareye ve davanın
taraflarına karşı bağımsız olup olmadığının belirlenmesinde üyelerinin atanma
şekli ve görev süreleri, dış baskılara karşı teminatların varlığı ve mahkemenin
bağımsız olduğu yönünde bir görüntü sergileyip sergilemediği önem arz
etmektedir (Yaşasın Aslan, B. No. 2013/1134,
16/5/2013, § 28).
94. Tarafsızlık ise davanın çözümünü
etkileyecek bir ön yargı, tarafgirlik ve menfaate sahip olunmaması ve davanın
tarafları karşısında ve onların leh ve aleyhlerinde bir düşünce veya menfaate
sahip olunmamasını ifade eder. Tarafsızlığın öznel ve nesnel olmak üzere iki
boyutu bulunmakta olup bu kapsamda hâkimin birey olarak mevcut davadaki kişisel
tarafsızlığının yanı sıra kurum olarak mahkemenin kişide bıraktığı izlenimin de
dikkate alınması gerekmektedir (Tahir Gökatalay, §§ 61 ve 62).
95. Somut olayda bağımsız ve
tarafsız olmadıkları iddia edilen sulh ceza hâkimliklerinin Cumhuriyet
savcısının taleplerini reddederek başvurucular lehine kararlar verdikleri de
görülmektedir. Bu kapsamda devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal
veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçu ile ilgili olarak Cumhuriyet
savcılığı tarafından tutuklama talebinde bulunulduğu ancak talebin reddine
karar verildiği görülmüştür.
96. Tutukluluk veya tutukluluğa itiraz
incelemelerinde görev yapan hâkimlerin başvurucularla ilgisi olmayan konularda
daha önce görevleri kapsamında verdikleri kararlardan hareketle tarafsız
olmadıklarını söylemek mümkün değildir.
97. Bu kapsamda hâkimin geçmişte kimi
davalarda/uyuşmazlıklarda kullandığı oylar, tamamen hâkimin yargısal görevine
ilişkindir. Hâkimin geçmişte verdiği kararlar ve kullandığı oyların
tarafsızlığından şüphe duyulmasına neden olacak olgular olarak
değerlendirilmesi ve dolayısıyla bunun, hâkimi ret sebebi olarak kabul
edilemeyeceği açıktır (AYM, E.2011/139, K.2012/205, K.T. 27/12/2012).
98. Somut olayda genel bir kanuni
düzenlemeye dayanılarak ve HSYK tarafından yapılan atama sonucunda ilgili
hâkimlerin anılan görevleri yaptıkları anlaşılmaktadır. Bu nedenle, gerçekliği
ve niteliği kesin olarak tespit edilemeyen olgulardan, siyasi tartışmalarda
ortaya konulan değerlendirme ve yorumlardan hareketle ve bu tartışmaların arka
planını ve kamusal yararı göz ardı ederek başvuruculara yönelik somut ön
yargılı bir işlem ve tutum gösterilmeksizin ilgili hâkimlerin siyasal veya
kişisel nedenlerle bağımsız ve tarafsız davranmadıklarını kabul etmek mümkün
değildir.
99. Açıklanan nedenlerle başvurucuların
doğal hâkim, tarafsız ve bağımsız hâkim ilkelerinin ihlali iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna
karar verilmesi gerekir.
100. Erdal TERCAN bu görüşe
katılmamıştır.
iv. Etkili Başvuru Hakkının İhlali
İddiası
101. Başvurucular, birçok talep ve itirazlarının savcılık ve
hâkimlikçe kayda geçirilmediğini, gözaltı ve tutuklamaya karşı başvurulması
gereken hâkimlerin bağımsız ve tarafsız olduğunu söyleminin mümkün olmaması
nedeniyle etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
102. Bakanlık görüşünde özetle;
başvurucuların, ihlalin nasıl gerçekleştiğine ilişkin herhangi bir açıklama
yapmadan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini iddia ettikleri, hâkimlikçe
kayda geçirilmeyen birçok talep ve itirazının ne olduğu, hangi hak bağlamında
hangi başvuru yolunun hangi nedenlerle etkisiz olduğunun başvuru dilekçesinin içeriğinde
açıklanmadığı, başvurucuların şikâyetinin özgürlük ve güvenlik hakkı bakımından
etkin başvuru imkânının olmadığı şeklinde anlaşılması durumunda benzer itiraz
inceleme usulünün daha önce hukukumuzda mevcut bulunan 5271 sayılı Kanun’un
250. ve 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 10.
maddesi ile kurulan Ağır Ceza Mahkemeleri açısından ve hâlen yürürlükte bulunan
9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanun’un 353. maddesinde mevcut
olduğu, 5271 sayılı Kanun’un 271. maddesine göre tutukluluğa itirazı
inceleyecek olan sulh ceza hâkimliklerinin tutuklamayı hukuki bulmaması
durumunda tutuklanan kişiyi salıverme yetkisi bulunduğu, bu nedenle itiraz
mercii olarak sulh ceza hâkimliklerinin görevlendirilmiş olmasının kanun koyucunun
takdir yetkisi kapsamında olup bu hâkimliklerin Sözleşme’nin 5. maddesinin (4)
numaralı fıkrası bakımından gerekli güvenceleri sağlayacak niteliklere sahip
oldukları ifade edilmiştir.
103. Somut olayda başvurucuların iddiasının özü,
tutukluluk kararlarına karşı itiraz mercii olarak tarafsız ve bağımsızlıkları
konusunda şüpheler bulunan sulh ceza hâkimliklerine başvurulmasına mecbur
bırakılma ve üst dereceli mahkeme tarafından tutukluluk hâlinin değerlendirilmesi
imkânından yoksun bırakılmaları iddiasına ilişkindir.
104. Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası, her ne
sebeple olursa olsun hürriyeti kısıtlanan kişiye tutuklanmasının yasallığı
hakkında süratle karar verebilecek ve tutulması kanuni değilse salıverilmesine
hükmedebilecek bir mahkemeye başvurma hakkı tanımaktadır. Anılan Anayasa ve
Sözleşme hükümleri esas olarak, tutukluluğun yasallığına ilişkin itiraz
başvurusu üzerine, bir mahkeme nezdinde yürütülmekte olan davalardaki tahliye
talepleri veya tutukluluğun uzatılması kararlarının incelenmesi açısından bir
güvence oluşturmaktadır (Firas Aslan ve Hebat Aslan,
B. No: 2012/1158, 21/11/2013, § 30).
105. 6545 sayılı Kanun’un 48. maddesine göre kurulan sulh ceza
hâkimliklerinin kararlarına karşı itirazların incelenmesi, 5271 sayılı Kanun’un
268. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (a) bendi gereğince aynı yerde birden
fazla sulh ceza hâkimliğinin bulunması hâlinde numara olarak kendisini izleyen
hâkimliğe aittir.
106. Somut olayda başvurucuların tarafsız ve bağımsız hâkim
ilkelerinin ihlali iddiaları ile ilgili olarak iddiaların açıkça dayanaktan
yoksun olması sebebiyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir (bkz. § 99).
Bu nedenle başvurucuların, tutuklama
kararlarına karşı itiraz mercii olarak tarafsız ve bağımsızlıkları konusunda
şüpheler bulunan sulh ceza hâkimliklerine başvurulmasına mecbur bırakılması ve
üst dereceli mahkeme tarafından tutukluluk hâlinin
değerlendirilmesi imkânından yoksun bırakılmaları iddialarının da açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
107. Açıklanan nedenlerle, etkili başvuru haklarının ihlal
edildiği iddiasının “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
108. Erdal TERCAN bu görüşe
katılmamıştır.
d. Masumiyet
Karinesinin İhlali İddiası
109. Başvurucular, başta Başbakan olmak üzere en üst düzey
kamu görevlileri, siyasetçiler ve basın tarafından aylardır her fırsatta suçlu
ilan edilmeleri, sağlık kontrolleri sırasında basının önünde teşhir edilmeleri
ve örgüt olarak dillendirilen bir cemaate mensubiyetleri olduğu söylenerek
kamuoyu önünde açıkça tahkir kastıyla suçlanmaları nedeniyle masumiyet
karinelerinin ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
110. Bakanlık görüşünde özetle, başvurucuların “en üst düzey
kamu görevlileri”, “siyasetçiler” ve “basın” tarafından “aylardır” “her
fırsatta” suçlu ilan edildikleri şeklindeki iddialarının; kişi, yer, zaman ve
içerik unsurları bakımından somut bir olaya temas etmediğini, “sağlık
kontrolleri sırasında basının önünde teşhir edildikleri” iddiasının
başvurucuların suçlu ilan edilmek kastıyla teşhir edildiği mi yoksa yürütülen
soruşturmanın, kamuoyunu uzun süredir meşgul eden güncel bir konuya ilişkin
olması nedeniyle basının kamuoyunu bilgilendirmek için olayı takip etmesi sonucu
elde edilen görüntülerden mi oluştuğunun belirlenmesi gerektiğini, güncel
olaylar ile ilgili olarak demokratik bir toplumda basının haber verme özgürlüğü
ile kamuoyunun haber alma hakkının temel bir hak olduğunu, somut olay
bakımından başvuru dilekçesinde bu konunun anlaşılmasına imkân verecek
yeterlilikte bir açıklama yapılmadığı, başvurucunun kolluk görevlileri
tarafından teşhir edildiğine dair somut bir bilgi bulunmadığı, “örgüt olarak
dillendirilen bir cemaate mensubiyetleri olduğu söylenerek kamuoyu önünde
açıkça tahkir kastıyla suçlanmak suretiyle masumiyet karinelerinin ihlal
edildiği” iddiasının da eylemin faili, zamanı, “tahkir kastı” ibaresinin neye
delalet ettiği hususları bakımından iddiayı ispatlamada yeterli somut bilgiler
içermediği belirtilmiştir.
111. Masumiyet
karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan
suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak,
kişinin masumiyeti “asıl”
olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup kimseye suçsuzluğunu
ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit
oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak
nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B.
No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
112. AİHM’e göre Sözleşme’nin 10. maddesi
tarafından teminat altına alınan ifade özgürlüğü, bilgi alma ve verme
özgürlüğünü de içerir. Bu nedenle Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı
fıkrası, yürütülmekte olan cezai bir soruşturma hakkında yetkililerin kamuoyuna
bilgi vermesini önlemez ancak masumiyet karinesine saygı gösterilmesi söz
konusu olduğunda bilginin tam bir dikkat ve ihtiyatla verilmesi gerekir (Allenet de Rıbemont/Fransa, B.
No: 15175/89, 10/2/19955, § 38).
113. Başvurucuların tutuklanmalarına
karar verilen suçlarla ilgili isnadın
yapılmadığı aşamada, kendisinin ve aile fertlerinin dinlendiği
iddiası nedeniyle suçun mağduru konumunda olabilecek olan Başbakan, kamuoyunun
da gündeminde olan siyasi tartışmalar kapsamında başvurucuların isimleri
zikredilmeksizin genel olarak yasa dışı/usulsüz dinlemelerle ilgili beyanlarda
bulunmuştur. Anılan tarihlerde gerçekleşen mahallî idareler seçimi öncesinde
yoğun siyasi tartışmaların yapıldığı ve bir kısım telefon/ortam dinlemelerinin
internet üzerinden kamuoyuna aktarıldığı bilinmektedir.
114. Bu kapsamdaki tartışmaların güncel
konulara ilişkin olması nedeniyle ortaya çıkan kamusal yarar dikkate
alındığında Başbakan’ın beyanlarının bağlam ve şartları göz önüne alınmadan
sadece görevinden hareketle değerlendirilmesi mümkün değildir.
115. Başvurucular ayrıca, en üst düzey
kamu görevlileri, siyasetçiler ve basın tarafından sürekli olarak her fırsatta
suçlu ilan edildiklerini ileri sürmüşlerse de bu iddialarını kişi, zaman, yer
ve içerik itibarıyla somutlaştıracak bilgi ve belge sunmamışlardır.
116. Açıklanan nedenlerle başvurunun,
masumiyet karinesinin ihlal edildiği yönündeki kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
117. Erdal TERCAN bu görüşe
katılmamıştır.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucuların,
1. Kötü muamele ile ilgili iddialarının “başvuru yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OY BİRLİĞİYLE,
2. Haklarındaki suçlamalar ve hakları bildirilmeden ve avukat
yardımından yararlanma hakkı tanınmadan gözaltına alındıkları yönündeki
iddialarının “açıkça dayanaktan yoksun
olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, Erdal TERCAN’ın
karşı oyuyla, OY ÇOKLUĞUYLA,
3. Gözaltı ve tutuklamanın kanuni olmadığı iddialarının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, Erdal TERCAN’ın karşı oyuyla, OY
ÇOKLUĞUYLA,
4. Ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OY BİRLİĞİYLE,
5. Doğal hâkim, tarafsız ve bağımsız hâkim ilkelerinin ihlali
iddialarının “açıkça dayanaktan yoksun
olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, Erdal TERCAN’ın karşı oyuyla, OY
ÇOKLUĞUYLA,
6. Etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddialarının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, Erdal TERCAN’ın karşı oyuyla, OY
ÇOKLUĞUYLA,
7. Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddialarının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, Erdal TERCAN’ın
karşı oyuyla, OY ÇOKLUĞUYLA,
B.
Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde bırakılmasına, OY BİRLİĞİYLE
9/9/2015
tarihinde karar verildi.
KARŞI GÖRÜŞ
Başvurucular,
İstanbul Emniyet Müdürlüğü Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünde, Cumhuriyet
savcısının talimatıyla yürütülen bir soruşturma nedeniyle suçlandıklarını ve
tutuklandıklarını; doğal hâkim ilkesine aykırı kurulmuş, tarafsız ve bağımsız
olmayan mahkemelerce kanuna aykırı olarak tutuklanmaları ve isnat edilen
suçlara ilişkin haklarının bildirilmemesi nedeniyle özgürlük ve güvenlik
haklarının, soruşturma sürecinde kamu görevlilerinin insan haysiyeti ile
bağdaşmayan eylemleri nedeniyle kötü muamele yasağının, haklarında kesinleşmiş
yargı kararı bulunmamasına karşın suçlu ilan edilmeleri nedeniyle masumiyet
karinesinin, mensubu oldukları iddia edilen cemaate yönelik nefret ve
ötekileştirme söylemi ile meslekten atılmaları ve uydurma soruşturmalar
açılması nedeniyle ayrımcılık yasağının ve etkili başvuru haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüşlerdir.
Mahkememiz
çoğunluğu, başvurucuların ileri sürdüğü ihlal iddialarını kabul edilemez
bulmuştur.
Başvurucular
tarafından ileri sürülen olaylar ve ihlâl iddiaları ile Çoğunlukça benimsenen
kabul edilmezlik gerekçeleri, Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu tarafından daha
önce karara bağlanan 2014/14061 sayılı bireysel başvuru dosyası ile paralellik arzetmektedir. O nedenle, 2014/14061 numaralı bireysel
başvuruya ilişkin 08.04.2015 tarihli Genel Kurul kararı hakkında yazmış olduğum
karşı görüş (RG 08.07.2015; sayı 29410) esas itibari ile bu dosya içinde
geçerlidir. Bu açıdan, mevcut başvuruya ilişkin olarak Çoğunluk kararındaki,
başvurucuların,
-
Hangi suçlamayla gözaltına alındıklarını öğrenmeden ve avukat yardımından
yararlanma hakkı tanınmadan gözaltına alındıkları,
-
Gözaltına alma ve tutuklamanın kanuni olmadığı,
- Doğal
hâkim, tarafsız ve bağımsız hâkim ilkelerinin ihlali,
-
Etkili başvuru hakkının ihlali,
-
Masumiyet karinesinin ihlali,
İddiaları
hakkında, 2014/14061 sayılı bireysel başvuru hakkındaki karşı görüşümün ilgili
kısımları burada da aynen geçerlidir. O nedenle, başvurucuların sözkonusu iddialarının, orada belirtilen gerekçelerle kabul
edilebilir olduğunu düşündüğümden, Çoğunluk görüşüne katılmam mümkün
olmamıştır.