TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
ŞENOL GÜRKAN BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/2438)
Karar Tarihi: 9/9/2015
R.G. Tarih - Sayı: 4/11/2015-29522
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Nuri NECİPOĞLU
Hicabi DURSUN
Kadir ÖZKAYA
Rıdvan GÜLEÇ
Raportör
Gizem Ceren DEMİR KOŞAR
Başvurucu
Şenol GÜRKAN
Vekili
Av. Elvan OLKUN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, gözaltında işkence ve kötü muameleye maruz kalınması ve kötü muamele iddialarına ilişkin etkili soruşturma yapılmaması nedenleriyle işkence ve kötü muamele yasağının, yargılamanın adil yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 5/4/2013 tarihinde Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruda, Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 9/7/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 17/9/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına, başvuru dosyasının bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Bakanlığın 30/10/2013 tarihli görüş yazısı, 5/11/2013 başvurucuya tebliğ edilmiş; başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 20/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen olaylar özetle şöyledir:
1. Başvurucuya İsnat Edilen Suç Kapsamında Yapılan İşlemler
7. Başvurucu, Ankara 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin (DGM) 5/6/2001 tarihli kararı gereği yakalanmış, MLKP/KGÖ adlı yasa dışı örgütün üyesi olduğu iddiası ile gözaltına alınmıştır. Yakalama tutanağında yakalama tarihi olarak 7/6/2001 tarihi gösterilmiştir. Bununla birlikte, başvurucu ve polis memurlarının anlatımları ile adli muayene raporunda bulunan tarih dikkate alındığında yakalama tarihinin 6/6/2001 olduğu anlaşılmaktadır.
8. Başvurucu, 12/6/2001 tarihinde Ankara DGM Cumhuriyet Başsavcılığına sevk edilmiş ve aynı gün mahkemece sorgusu yapılarak tutuklanmıştır.
9. Başvurucu 7/8/2001 tarihinde tahliye edilmiş. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK 250. madde ile yetkili) 16/1/2003 tarihli ve E.2001/105, K.2003/3 sayılı kararıyla başvurucunun beraatına hükmedilmiş, anılan karar 23/3/2004 tarihinde başvurucu açısından kesinleşmiştir.
2. Başvurucunun Kötü Muamele İddiaları Üzerine Yapılan İşlemler
a. Başvurucunun Kötü Muamele İddiaları
10. Başvurucu, 18/6/2001 tarihinde Nöbetçi Devlet Güvenlik Mahkemesine hitaben yazdığı tutuklamaya itiraz dilekçesinde, “Mahkemeye çıkarıldığım güne kadar tecrit ve baskı koşullarında tutuldum, ifade vermem için baskı yapıldı, verdiğim ifade dosyaya eklenmedi, fiziksel ve psikolojik baskıyla bana hiç ilgim olmayan iddialar kabul ettirilmeye çalışıldı, sorguya çıkarılırken gözüm siyah bantla kapatıldı, sorgu sırasında küfürlere maruz kaldım. Kaba dayaktan geçirildim, elbiselerim çıkarılarak tacize uğradım ve tecavüzle tehdit edildim, vücuduma özellikle cinsel organıma tazyikli su tutularak işkenceye maruz kaldım. Gözaltında kaldığım süre içerisinde maruz kaldığım kötü muamele ve işkenceyi yapanlar hakkında şikâyetçiyim.” ifadelerini kullanmıştır. Anılan dilekçedeki kötü muamele iddialarına ilişkin bir soruşturma başlatılmamıştır.
11. Başvurucu, 7/8/2001 tarihinde tahliye edilmiştir. Kötü muamele iddialarına ilişkin bir soruşturma başlatılmaması üzerine başvurucu, kendi beyanına göre 3/4/2002 tarihinde (Dilekçe üzerinde tarih bulunmamaktadır.) Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına, Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde görevli memurlar hakkında, suçu itiraf ettirmek için işkence ettikleri, insanlık dışı ve onur kırıcı muamelede bulundukları iddiası ile şikâyette bulunmuştur.
b. Başvurucunun Doktor Raporları
12. Başvurucunun gözaltı girişinde Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Ankara Adli Tıp Şube Müdürlüğü tarafından düzenlenen 6/6/2001 tarihli ve 09.57 saatli adli muayene raporunda, başvurucunun herhangi bir kötü muameleye maruz kalmadığını beyan ettiği ve vücudunda haricen darp ve cebir izine rastlanmadığı belirtilmiştir.
13. Başvurucunun gözaltı çıkışında aynı birim tarafından düzenlenen 12/6/2001 tarihli ve 01.25 saatli adli muayene raporunda ise “sağ piretibial bölgede 4 adet 0,5-1 cm’lik, 1 adet 6-7 cm’lik 3-4 gün öncesine ait olabilecek ekimotik sıyrıklar” tespit edilmiş, olayın gerçekleşme tarihinden itibaren 3 gün mutad iştigaline engel teşkil edeceği belirtilmiştir.
c. Kamu Görevlileri Hakkında Yapılan Adli İşlemler
i. Soruşturma Aşaması ve Açılan Davalar
14. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucunun yukarıda anılan şikâyeti üzerine, 29/4/2002 tarihli yazısı ile Ankara Valiliğinden, Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde görevli polis memurları hakkında “görev sırasında müessir fiil” suçundan 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca soruşturma izni talep etmiştir.
15. Ankara Valiliği tarafından, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının yazısına istinaden, 4483 sayılı Kanun’un 5. ve 7. maddeleri uyarınca, tespit edilecek görevliler hakkında isnat olunan suç nedeniyle adli yönden ön inceleme yapmak üzere Başkomiser H.G. soruşturmacı olarak görevlendirilmiştir.
16. Başkomiser H.G. tarafından yürütülen ön inceleme kapsamında, Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünden, başvurucunun sorgusunda görev yapan polis memurlarının kimler olduğu ve bu kişilerin fotoğrafları istenmiş, başvurucunun sorgusunda görev yaptığı bildirilen 9 polis memurunun fotoğrafları olayla ilgisiz başkaca kişilerin fotoğrafları ile karıştırılıp başvurucudan ilgili polisleri teşhis etmesi istenmiş; başvurucu, 3 kişiyi kesin olarak teşhis ettiğini, 2 fotoğrafta yer alan polisleri benzettiğini ama kesin teşhis edemediğini, kendisine kötü muamelede bulunan 2 polis memurunun fotoğraflarının ise gösterilen fotoğraflar arasında bulunmadığını beyan ettiği belirtilmiştir.
17. Soruşturmacı tarafından, başvurucunun sorgulanmasında görevli olduğu bildirilen polis memurlarının tamamı inceleme kapsamına dâhil edilmiş, başvurucunun ve 9 polis memurunun ifadeleri alınmış, başvurucunun gerçekleştiğini ileri sürdüğü olay tarihinden 1 yıl sonra müracaatta bulunduğu, ifade vermeye çeşitli yazışma ve ikazlardan sonra kerhen gelerek kendi kendisiyle çeliştiği dikkate alınarak ve toplanan belgeler doğrultusunda 9 polis memuru hakkında adli yönden işlem yapılmak üzere izin verilmesine gerek olmadığı yönünde görüş ve kanaat bildirilmiştir.
18. Ankara Valiliği İl İdare Kurulu tarafından 25/5/2002 tarihinde söz konusu polis memurları hakkında müessir fiilde bulundukları iddiası kanıtlanamadığı gerekçesiyle soruşturma izni verilmemesine karar verilmiştir.
19. Soruşturma izni verilmemesi üzerine, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 5/7/2002 tarihli kararı ile soruşturma evrakı işlemden kaldırılmıştır.
20. Başvurucu, Ankara Valiliği İl İdare Kurulunun 25/6/2002 tarihli ve 4483/K-108 sayılı “soruşturma izni verilmemesi” kararına karşı Ankara Bölge İdare Mahkemesine itiraz etmiştir.
21. Ankara Bölge İdare Mahkemesinin, 30/10/2002 tarihli ve E.2002/290, K.2002/372 sayılı kararıyla, 4483 sayılı Kanun’un 2. maddesi ve 4/4/1929 tarihli 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu’nun 154. maddesinin üçüncü fıkrası gereği isnat edilen suç hakkında doğrudan doğruya Cumhuriyet Savcılığınca takibat yapılması gerektiği belirtilerek itirazın kabulüne, Ankara Valiliğinin “soruşturma izni verilmemesi” kararının kaldırılması ve genel hükümlere göre kovuşturma yapılmak üzere dosyanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmiştir.
22. Soruşturma aşamasında Cumhuriyet Savcısı tarafından, başvurucunun sorgulanmasında görevli olduğu bildirilmiş olan şüpheli 9 polis memurunun ve müştekinin (başvurucu) ifadeleri alınmış, 7/1/2003 tarihli ve Hz.2002/93462 sayılı iddianame ile 9 polis memuru hakkında “efrada sui muamele” suçundan cezalandırılmaları istemi ile Ankara Asliye Ceza Mahkemesine dava açılmıştır.
23. Ankara 21. Asliye Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sırasında başvurucu, teşhis için huzura getirilen sanıklardan G.A., A.H., A.A. ve T.T.yi kesin olarak teşhis ettiğini, sanıklardan M.D., R.C., R.D. ve E.Ş.nin kötü muamelede bulunan kişiler arasında olmadığını, sanıklar arasında yer almayan ancak salonda bulunan, sonradan Mahkemece kimlik teşhisi yapılan K.T.nin kötü muamele yapanlar arasında olduğunu, ayrıca sanıklar arasında ve salonda yer almayan ismini bilmediği bir kişinin kendisine tecavüz girişiminde bulunduğunu, bu kişiyi görürse tanıyabileceğini ifade etmiştir.
24. Başvurucu vekili; müvekkilinin dört kişiyi teşhis etmiş olmasının diğer sanıkların orada olmadığını göstermeyeceğini ifade ederek müvekkilin gözleri kapalı tutulmakta iken göz bandının kaydığı sıralarda görebildiği kadar teşhiste bulunduğunu, hazırlık soruşturmasında 9 sanığın da sorguya katıldığının tespit edilmiş olduğunu, sanıkların tamamının cezalandırılmasını istediklerini belirtmiştir.
25. Ankara 21. Asliye Ceza Mahkemesi, dava konusu eylemlerin 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 243. maddesindeki “suçu itiraf ettirmek için işkence yapma” kapsamına girmesi ve görevli mahkemenin Ağır Ceza Mahkemesi olması sebebi ile 10/2/2004 tarihinde görevsizlik kararı vermiştir.
26. Yargılamaya Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin E.2004/142 sayılı dosyasında devam edilmiştir.
ii. Sanıkların ve Tanıkların Anlatımları
27. Başvurucunun sorgusunda görevli oldukları tespit edilen 9 polis memuru, ön inceleme sırasında soruşturmacı Başkomiser H.G. tarafından alınan ifadelerinde özetle, “kötü muamele iddiasında bulunan kişinin örgüt faaliyetleri çerçevesinde ellerinde belge ve kaynaklar olduğunu dolayısıyla kişiyi konuşturmak gibi bir ihtiyaçlarının bulunmadığını, şahıs hakkında 3 gün iş ve gücüne engel şekilde yaralandığına ilişkin rapor veren Doktor C.A’nın DHKPC örgütü mensubu olduğunu bu nedenle sağlık raporunun yanlı verilmiş olabileceğini, işkence ve kötü muamele iddialarının kesinlikle doğru olmadığını, göz bağlama gibi bir uygulamanın mevcut olmadığını, aynalı sorgulama odası kullanıldığını ayrıca şahsın ifade vermediğini ve susma hakkını kullandığını, iddiaların polisin görev şevkini kırma, karalama amaçlı olduğunu ayrıca bu yolla isim ve adreslerine ulaşıldığını” ifade etmişlerdir.
28. Sanık M.U., Cumhuriyet savcısı tarafından alınan ifadesine özetle, “başvurucu hakkında, DGM Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı talimatıyla yapılan ev aramasında yakalama işlemi yapıldığını, giriş ve çıkışta adli rapor alındığını, kendisinin açlık grevine katıldığını, kötü muamelede bulunmadıklarını, yaralanmasına kendi kendine sebep olmuş olabileceğini, suçlamayı kabul etmediğini” ifade etmiştir. Sanık M.U. yargılama devam ederken 8/8/2003 tarihinde vefat etmiştir.
29. Sanıklardan R.C. Cumhuriyet savcısı tarafından alınan ifadesine özetle, “başvurucu hakkında, DGM Anakara Cumhuriyet Başsavcılığı talimatıyla yapılan ev aramasında yakalama işlemi yapıldığını, giriş ve çıkışta adli rapor alındığını, iki rapor arasında neden çelişki olduğunu bilmediğini, yaralanmaya kendi aralarında ya da kendi kendisine neden olmuş olabileceğini” beyan etmiştir.
30. Sanıklardan R.D. Cumhuriyet savcısı tarafında alınan ifadesine özetle, “başvurucuya kötü muamelede bulunmadığını, sağlık raporunun toplu şekilde aldırıldığını, yaralanmaya kendi aralarında sebep olmuş olabileceklerini” belirtmiştir.
31. Sanıklardan G.A. Cumhuriyet savcısı tarafında alınan ifadesine özetle, “şahsın (başvurucunun) yakalama işlemi sırasında kendisinin bulunmadığını, şahsı ilk kez şubede gördüğünü, suçlamaları kabul etmediğini, sağlık raporlarının ne şekilde olduğunu bilmediğini” belirtmiştir.
32. Sanıklardan A.A. Cumhuriyet savcısı tarafından alınan ifadesine özetle, “suçlamaları kabul etmediğini, ikinci sağlık raporunun yanlı verilmiş olabileceğini ya da yaralanmaya kendi aralarında sebep olmuş olabileceklerini” ifade etmiştir.
33. Sanıklardan A.H., T.T. ve E.Ş., Cumhuriyet Savcısı tarafından alınan ifadelerinde özetle, “şahsa kötü muamelede bulunmadıklarını ve suçlamaları kabul etmediklerini” beyan etmişlerdir.
34. Sanıklardan M.D. Cumhuriyet savcısı tarafından alınan ifadesine özetle, “ isnat edilen suç tarihinde görevden uzaklaştırılmış olduğunu ve görevde olmadığını, olaylarla ilgisi olmadığını” beyan etmiştir.
35. Sanıkların kovuşturma aşamasında da suçlamayı kabul etmedikleri, sanık M.D.nin ise anılan tarihlerde görevde olmadığını tekrar ettiği anlaşılmaktadır.
36. Kovuşturma aşamasında dinlenen tanık N.D. özetle; “başvurucu ile birlikte gözaltına alındıklarını, 5-6 kişi 2-3 saat nezarethanede tutulduktan sonra her birinin tek kişilik hücrelere dağıtıldıklarını, 4. gün tuvalette başvurucuyu gördüğünü, endişeli gözüktüğünü kendisine neler olduğunu, dövüp dövmediklerini sorduğunda dövdüklerini söylediğini, bacağını gösterdiğini, bacağında morluklar gördüğünü, cinsel tacizden bahsettiğini ancak ayrıntı vermediğini, bir gün sonra hücresinde iken mazgallardan başvurucunun koridorda olduğunu gördüğünü saçlarının ıslak olduğunu, üşür gibi gözüktüğünü” belirtmiştir.
37. Kovuşturma aşamasında dinlenen tanık A.A., “olay tarihinde kendisinin de gözaltında olduğunu, yan hücresinde olduğu için başvurucuya yapılan tacizleri duyduğunu, sorguya gözleri bantlanarak götürüldüklerini ancak tuvalette iken gözlerini açtıklarını, tuvaletten hücresine dönerken başvurucuyu gördüğünü, başından aşağıya sular akmakta olduğunu” beyan etmiştir.
iii. Kovuşturma Aşaması Sonucunda Verilen Kararlar
38. Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesince yürütülen yargılama neticesinde, 1/10/2004 tarihli ve E.2004/143, K.2004/316 sayılı karar ile başvurucunun 6 gün gözaltında tutulduğu, gözlerinin bağlandığı, darp edildiği ve üzerine su sıkıldığının tespit edildiğinden bahisle, sanıkların işlemiş olduğu suçun, “cürmü söyletmek için işkence yapma” niteliğinde olduğunun kabulü ile “ölen sanık M.U. hakkında kamu davasının ortadan kaldırılmasına, sanıklar M.D., R.C., R.D., E.Ş., hakkında atılı suçu işlediklerine dair mahkumiyetlerine yeterli, kesin ve inandırıcı deliller bulunmadığından beraatlarına, sanıklar G.A., A.H., A.A., T.T. hakkında cürmü söyletmek için işkence yapma suçundan ayrı ayrı 1 yıl 1 ay 10 gün hapis cezası ile mahkumiyetlerine” karar verilmiştir.
39. Anılan karar, tarafların temyiz istemi üzerine Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 20/3/2006 tarihli ve E.2006/228, K.2006/2246 sayılı ilamıyla beraat kararları yönünden onanmış, mahkûmiyet kararları yönünden ise “1/6/2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu hükümleri gözetilerek mahkumiyet hükümlerinin yeniden değerlendirilmesi” gerekçesiyle bozulmuştur.
40. Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi, 7/11/2006 tarihli ve E.2006/180, K.2006/374 sayılı kararı ile Yargıtay 8. Ceza Dairesinin bozma ilamı gereğince 765 sayılı mülga Kanun ile 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu hükümlerini, lehe olan kanun bakımından değerlendirmiş ve 765 sayılı mülga Kanun’un sanıkların lehine olduğunu değerlendirerek, 4 sanığın her biri hakkında 1 yıl 1 ay 10 gün hapis cezasına ve 2 ay 15 gün kamu hizmetlerinden yasaklanmalarına hükmetmiş, 765 sayılı mülga Kanun’un 94. maddesi uyarınca cezaların ertelenmesine karar vermiştir.
41. Tarafların temyiz istemi üzerine karar, Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 18/2/2009 tarihli ve E.2008/11527, K.2009/2330 sayılı ilamıyla, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesindeki “hükmün açıklanmasının geri bırakılması” düzenlemesi yönünden Mahkemece değerlendirme yapılması gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur.
42. Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi, 14/10/2009 tarihli ve E.2009/251, K.2009/261 sayılı kararı ile sanıkların kişiliği, suçun işlenmesindeki özellikler ve katılan tarafın şikâyetinin devam etmesi nedeni ile şartları oluşmadığından hükmün açıklanmasının geri bırakılması düzenlenmesinin uygulanmasına yer olmadığına karar vermiş, sanıkların önceki kararda belirtildiği gibi cezalandırılmasına ve cezaların ertelenmesine hükmetmiştir.
43. Sanıklar, müdafi ve katılan vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 8. Ceza Dairesi, 7/6/2012 tarihli ve E.2010/4882, K.2012/19702 sayılı ilamı ile “hükme dayanak alınan başvurucuya ait Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Ankara Şube Müdürlüğünün 12/6/2001 tarih ve 30770.94 sayılı raporunun onaysız fotokopi olması” nedeniyle kararı bozmuştur.
44. Başvurucu, 21/9/2012 tarihinde yargılamanın uzun sürdüğü ve etkili olmadığı iddiasıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvuruda bulunmuş, 70067/12 başvuru numarası ile kaydedilen başvuru henüz sonuçlandırılmamıştır.
45. Bozma sonrasında Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi, 6/2/2013 tarihli ve E.2012/281 ve K.2013/24 sayılı kararıyla, sanıkların her biri için 10 ay hapis cezasına ve haklarındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir.
46. Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz, Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 20/2/2013 tarihli ve 2013/145 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiş ve bu karar başvurucuya 7/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
47. Başvurucu 5/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
48. 765 sayılı mülga Kanun’un 243. maddesi şöyledir:
“Bir kimseye cürümlerini söyletmek, mağdurun, şahsi davacının, davaya katılan kimsenin veya bir tanığın olayları bildirmesini engellemek, şikâyet veya ihbarda bulunmasını önlemek için yahut şikâyet veya ihbarda bulunması veya tanıklık etmesi sebebiyle veya diğer herhangi bir sebeple işkence eden veya zalimane veya gayriinsanî veya haysiyet kırıcı muamelelere başvuran memur veya diğer kamu görevlilerine sekiz yıla kadar ağır hapis ve sürekli veya geçici olarak kamu hizmetlerinden mahrumiyet cezası verilir.
…”
49. 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesinin (5) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir:
“…
(5) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl(2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.
(6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;
a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,
b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,
c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi, gerekir. Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
50. Mahkemenin 9/9/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 5/4/2013 tarihli ve 2013/2438 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
51. Başvurucu;
i. Gözaltında tutulduğu 6-12/6/2001 tarihleri arasında emniyet görevlileri tarafından, kendisine isnat edilen suçu itiraf etmesi ve tanımadığı kişiler hakkında bilgi vermesi amacıyla kaba dayak (yumruk ve tekme) ile dövüldüğünü, kendisine hakaret ve küfür edildiğini, tek kişilik hücrede tutulduğunu, cinsel tacizde bulunulduğunu ve tecavüz edilmekle tehdit edildiğini, elbiseleri çıkarılmak suretiyle başta cinsel organına olmak üzere vücuduna tazyikli su tutulduğunu, deterjanlı su içirildiğini, gözlerinin bağlandığını, gözaltı süresinin sonunda ifadesinin alındığını ve bu tutanağı imzaladığını ancak soruşturma dosyasına ifade tutanağının konulmadığını, bunun yerine ifade vermediği ve imzadan imtina ettiğine ilişkin polis memurları tarafından düzenlenen bir tutanağın soruşturma dosyasına konulduğunu,
ii. Tutukluluğa itiraz dilekçesinde kötü muamele yapıldığını ifade etmesi ve adli tıp raporu bulunmasına rağmen Savcılıkça bu konuda herhangi bir soruşturma başlatılmadığını, yeniden yaptığı şikâyet sonucunda Valilikten soruşturma izni istenildiğini, izin verilmeyince hazırlık evrakının işlemden kaldırılmasına karar verildiğini, yaptığı itirazın kabul edilmesi üzerine Savcılıkça “efrada sui muamele” suçundan dava açıldığını, soruşturmanın ve kovuşturmanın etkili yürütülmediğini, sonuç olarak verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının da işkence failleri açısından infaz edilebilir nitelikte olmadığını ve kanunsuz eylemlerini önleyebilecek caydırıcı bir etkisinin bulunmadığını,
iii. Kolluk görevlileri aleyhine yürütülen ceza yargılamasında, temyiz aşamasında sanıkların istemi doğrultusunda Yargıtay 8. Ceza Dairesince yapılan duruşmanın kendisine bildirilmediğini, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın görüşünün kendisine tebliğ edilmediğini, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin karara kısa dilekçe ile itiraz ettiklerini ve gerekçeli karar tebliğ edilmeden itirazın reddine dair karar verildiğini, itirazın reddine ilişkin kararın gerekçesiz olduğunu, yargılamanın makul sürede tamamlanmadığını belirterek Anayasa’nın 17., 36. ve 40. maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, adli yardım talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
52. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin olarak devletin etkili soruşturma yapma sorumluluğu kapsamında, yargılama süreci değerlendirileceğinden başvurucunun adil yargılanma ve etkili bir hukuk yoluna başvurma haklarına ilişkin şikâyetleri yönünden ayrı değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.
1. Adli Yardım Talebi Yönünden
53. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 30/4/2013 tarihli ve 28633 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6459 sayılı Kanun’un 22. maddesi ile değişik 334. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, kendisi ve ailesinin geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin, gereken yargılama veya takip giderlerini kısmen veya tamamen ödeme gücünden yoksun kimselerin, iddia ve savunmalarında taleplerinin açıkça dayanaktan yoksun olmaması kaydıyla adli yardımdan yararlanabilecekleri düzenlenmiştir. Anılan Kanun’un 337. maddesinin (3) numaralı fıkrasında ise adli yardımın daha önce yapılan yargılama giderlerini kapsamayacağı belirtilmiştir.
54. Somut olayda başvurucunun, dilekçesinde adli yardım talebinde bulunduğunu belirtmiş olmasına karşın bireysel başvuru harcını yatırdığı tespit edilmiştir. Bireysel başvuru yolunda harç dışında başvurucu tarafından ödenmesi gereken yargılama gideri bulunmamaktadır.
55. Açıklanan gerekçelerle, başvuru harcının yatırılmış olması ve adli yardımın daha önce yapılan giderleri kapsamaması nedeniyle başvurucunun bireysel başvuru yönünden adli yardım talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekir.
2. Kabul Edilebilirlik Yönünden
56. Başvurunun incelenmesi neticesinde, başvurucunun işkence ve kötü muamele yasağına ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Esas Yönünden
57. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
"Herkes, … maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
58. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 3. maddesi şöyledir:
“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muamelelere tabi tutulamaz.”
59. Başvurucu, kendisine isnat edilen suçu kabul etmesi ve tanımadığı kişiler hakkında ifade vermesi amacıyla, gözaltında bulunduğu süre boyunca kolluk görevlileri tarafından işkence ve kötü muameleye maruz kaldığını, işkence ve kötü muamele iddialarına yönelik soruşturma ve kovuşturmanın etkin yürütülmediğini ileri sürmektedir.
60. Bakanlık görüşünde, işkence yasağının maddi boyutu bakımından yapılan değerlendirmede, bir kimsenin gözaltında yaralanması durumunda bu yaralanmaların kaynağına ilişkin ikna edici bir açıklama yapma külfetinin devlete ait olduğu ve somut olayda Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesinin, polislerin başvurucuya işkence yaptıkları yönünde karar verdiği belirtilerek işkence yasağının esas bakımından ihlal edilip edilmediğine ilişkin değerlendirme ve takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu ifade edilmiştir.
61. Bakanlık, işkence yasağının usule ilişkin boyutuna yönelik yaptığı değerlendirmede ise hükmün açıklanmasının geri bırakılması düzenlenmesinin amaç ve işlevine değindikten sonra AİHM’in, işkence failleri hakkında verilen mahkûmiyet hükmünün açıklanmasının geri bırakıldığı benzer davalarda Sözleşme’nin 3. maddesinin usul bakımından ihlal edildiğine hükmettiğini; AİHM’in, soruşturma yükümlülüğünü değerlendirirken ayrıca yargılama süresini, sanıklar hakkında herhangi bir disiplin soruşturması yapılıp yapılmadığını ve sorumluların görevlerinden uzaklaştırılıp uzaklaştırılmadıklarını da dikkate aldığını belirterek işkence yasağının usul bakımından ihlal edilip edilmediğine ilişkin takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğunu ifade etmiştir.
62. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı sunduğu beyan dilekçesinde başvuru dilekçesindeki iddialarını tekrarlamıştır.
63. İşkence yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesinin, devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi ve usule ilişkin boyutları bakımından ayrı ayrı ele alınması gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü, bireyleri işkence ya da insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken pozitif yükümlülük, hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılmasını (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta, pozitif yükümlülüğün iki unsurundan biri olan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır.
a. Anayasa’nın 17. Maddesinin Maddi Boyutunun İhlal Edildiği İddiası
64. Başvuru konusu olay, devlet gözetimi altında bulunan başvurucunun maruz kaldığı sözlü ve fiilî saldırı nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiası ile ilgilidir.
65. Herkesin, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye “işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.
66. Devletin, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu; devletin, bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).
67. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında ayrıca devletin, pozitif bir yükümlülük olarak, yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet, bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51).
68. Anılan koruma yükümlülüğü; devlete, söz konusu kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya muameleye maruz bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevini yükletmektedir. Anılan yükümlülük, işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun bir unsurunu; devletin, kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğünü oluşturmaktadır. Koruma doğrultusunda, yetkililerin bildikleri ya da bilmeleri gerektiği bir kötü muamele tehlikesinin gerçekleşmesini engellemek için makul tedbirleri almamaları durumunda devletin, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası anlamında sorumluluğu ortaya çıkabilecektir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Mahmut Kaya/Türkiye, B. No: 22535/93, 28/3/2000, § 115).
69. Tamamıyla devletin hüküm ve kontrolü altında bulunulan bir zaman dilimde maruz kalınan davranışlar nedeniyle yapılan şikâyetlerin desteklenmesi için kanıt toplanmasının zorluğu göz önünde bulundurularak bu tür iddialar hakkında ancak tüm dosya kapsamındaki verilerin birlikte incelenmesi hâlinde bir sonuca ulaşılabileceği açıktır (Deniz Yazıcı, B. No: 2013/6359, 10/12/2014, § 79).
70. Somut olayda başvurucu, polis memurları tarafından 6/6/2001 tarihinde sabah saatlerinde yakalanarak adli işlem yapılmak üzere polis merkezine götürülmüştür. Aynı gün gözaltı girişinde alınan adli muayene raporunda, başvurucunun kötü muameleye maruz kalmadığını beyan ettiği, haricen darp ve cebir izine rastlanmadığı belirtilmiştir. Başvurucu 12/6/2001 tarihine kadar gözaltında tutulmuş, gözaltı çıkışında alınan adli muayene raporunda ise sağ piretibial bölgede 4 adet 0,5-1 cm’lik, 1 adet 6-7 cm’lik 3 4 gün öncesine ait olabilecek ekimotik sıyrıklar tespit edilmiş, olayın oluş tarihinden itibaren 3 gün mutad iştigaline engel teşkil edeceği bildirilmiştir.
71. AİHM kararlarında, bir kişinin sağlıklı hâldeyken gözaltına alındığı ancak salıverildiği zaman vücudunda yaralanma tespit edildiği durumlarda, söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme ve mağdurun bu yöndeki iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma yükümlülüğünün devlete ait olduğu, özellikle ilgili iddiaların doktor raporları ile doğrulandığı hâllerde Sözleşme'nin 3. maddesi anlamında açık sorunların ortaya çıkacağı ifade edilmiştir (Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 104).
72. Soruşturma ve kovuşturma aşamalarında alınan ifadelerinde sanıklar, başvurucunun gözaltında tutulduğu sırada oluşan yaralarına ilişkin olarak kendi kendine sebep olmuş olabileceği ya da şüphelilerin kendi aralarında yaralanmaya sebep olmuş olabilecekleri gibi muğlak beyanlar dışında makul bir açıklama getirmedikleri, başvurucunun kendisi ve diğer şüphelilerin gözaltı süresince tek kişilik bölmelerde tutuldukları yönündeki beyanı ve kamu makamları tarafından bunun aksinin ileri sürülmediği dikkate alındığında şüphelilerin kendi aralarında yaralanmaya neden olmalarının olası görülmediği, başvurucunun kendi kendini yaralamış olabileceği iddiasının ise soyut ihtimallere dayandırıldığının anlaşılması nedeniyle anılan savunmalara itibar edilmesi mümkün gözükmemektedir.
73. Sanıklar ifadelerinde, başvurucudan itiraf ya da bilgi alma ihtiyaçları bulunmadığını, başvurucunun da susma hakkını kullandığını ve ifade vermediğini bu nedenle itiraf ve bilgi almak amacıyla işkence yapıldığı iddiasının asılsız olduğunun anlaşıldığını ileri sürmüşlerdir. Başvurucu, ifade vermiş ve ifade tutanağını imzalamış olmasına karşın bunun dosyaya sunulmadığını ileri sürmüşse de bundan bağımsız olarak devletin gözaltındaki bireyden itiraf ya da bilgi elde edememiş olmasının işkence yapılmadığını göstermeyeceği açıktır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Aksoy/Türkiye, B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 59).
74. İşkence ve kötü muamele iddialarına ilişkin yapılan yargılamada Mahkemece; başvurucu, sanık ve tanık anlatımları dinlenmiş, sağlık raporları incelenmiş, toplanan deliller ışığında dört sanık hakkında atılı suçu işledikleri sonuç ve kanaatine varılmış, redde ilişkin savunmalar kabule değer görülmemiştir.
75. Buna göre başvurucunun soruşturma ve kovuşturma aşamasında ileri sürdüğü tutarlı iddialar, tanık anlatımları, sanıkların soruşturma ve kovuşturma aşamasında verdikleri ifadeler, gözaltı öncesi ve sonrasında alınan adli raporlar doğrultusunda sağlıklı olarak gözaltına alınan başvurucunun gözaltı çıkışında yaralanmış olmasının doktor raporu ile tespit edilmiş olması karşısında, Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesinin olayın sübutuna ilişkin yaptığı tespitten ayrılmak için bir neden görülmemektedir.
76. Özgürlüğü kısıtlanan bir kişiye karşı, bu kişinin tutumu tam olarak gerekli kılmadıkça fiziksel güç kullanılması kural olarak Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasını ihlal etmektedir (Cezmi Demir, §§ 92-102) .
77. Öte yandan bir muamelenin, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Aksoy/Türkiye, § 64; Eğmez/Kıbrıs, B. No: 30873/96, 21/12/2000, § 78; Krastanov/Bulgaristan, B. No: 50222/99, 30/9/2004, § 53). Ayrıca kötü muamelenin, heyecanın ve duyguların yükseldiği bağlamda meydana gelip gelmediğinin tespiti de (Eğmez/Kıbrıs, § 53; Selmouni/Fransa, § 104) dikkate alınması gereken diğer faktörlerdir (Cezmi Demir, § 83).
78. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin “işkence” olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen “eziyet” ve “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından, özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti, insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Kanun’da düzenleme altına alınmış olan “işkence”, “eziyet” ve “hakaret” suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir, § 84).
79. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin “işkence” olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra, İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde “işkence” teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ıstırap vermeyi kapsadığı belirtilerek “kasıt” unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir, § 85).
80. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunu belirleyebilmek için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Bir muamele hem eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir. Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken, insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele, eziyet ya da işkence niteliğinde olmayabilir (Cezmi Demir, § 90).
81. Somut olayda insan onuru ile bağdaşmayan, bedensel veya ruhsal yönden acı çektiren, algılama veya irade yeteneklerini etkileyen, aşağılanmaya yol açan nitelikteki muamelelerin; başvurucudan bilgi almak, isnat edilen suçları kabul ettirmek, cezalandırmak ya da yıldırmak amacıyla yapıldığı, 6 gün boyunca birbirlerine eklenmiş yöntemlerle, belli bir kasıt altında şiddetli fiziksel ağrı ya da ruhsal acı verilmek suretiyle direncini kırma ve aşağılama amacıyla korku, endişe ve aşağılık duygusu hissettirir nitelikte olduğu anlaşılmaktadır.
82. Buna göre, başvurucuya kasti olarak uygulanan muamelenin amacı, süresi, fiziksel ve ruhsal etkisi de dikkate alındığında ve söz konusu fiillerin boyutu ve bu muamelelerin ilgili kişinin itirafta bulunması veya yöneltilen olaylar hakkında bilgi vermesi amacıyla görevlerini yapan devlet görevlileri tarafından bilinçli olarak yapıldığı göz önünde bulundurulduğunda işkence olarak nitelendirilmesi mümkün görülmüş ve Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında devletin negatif yükümlülüğüne aykırı davranıldığı sonucuna ulaşılmıştır.
83. Yukarıda açıklandığı üzere, Anayasa’nın 17. maddesi devlete ayrıca, kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya muameleye maruz bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevini yüklemektedir.
84. AİHM kararlarında da ifade edildiği gibi tüm adli kovuşturmaların, mahkûmiyet veya belirli bir hüküm alma ile sonuçlanmasına yönelik kesin bir zorunluluk bulunmamakla birlikte mahkemeler, hiçbir koşul altında yaşamı tehdit eden suçların, fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yapılan ağır saldırıların cezasız kalmasına, af ya da zamanaşımına uğramasına izin vermemelidirler. Adli makamların, yetki alanları kapsamındaki kişilerin yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini korumak üzere konan kanunların koruyucuları olarak, sorumlu olanlara yaptırım uygulamakta kararlı olmaları ve suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığa izin vermemeleri gerekir. Aksi hâlde devletin, kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğü yerine getirilmemiş olacaktır (Cezmi Demir, § 77; ayrıca bkz. Ali ve Ayşe Duran/Türkiye, B. No: 42942/02, 8/4/2008; Okkalı/Türkiye, B. No: 52067/99, 17/10/2006).
85. Başvuruya konu davada uygulanan 765 sayılı mülga Kanun’un 243. maddesi, bir kimseye cürümlerini söyletmek; mağdurun, şahsi davacının, davaya katılan kimsenin veya bir tanığın olayları bildirmesini engellemek, şikâyet veya ihbarda bulunmasını önlemek için yahut şikâyet veya ihbarda bulunması veya tanıklık etmesi sebebiyle veya diğer herhangi bir sebeple işkence eden veya zalimane veya gayriinsani veya haysiyet kırıcı muamelelere başvuran memur veya diğer kamu görevlilerine sekiz yıla kadar ağır hapis ve sürekli veya geçici olarak kamu hizmetlerinden mahrumiyet cezası verileceğini hüküm altına almaktadır. 5271 sayılı Kanun’da yer alan hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin düzenleme ise iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezasına hükmedilmesi hâlinde, mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebileceğini kurala bağlamaktadır.
86. Başvuruya konu olayda, anılan yasal düzenlemeler uygulanarak negatif yükümlülüğe aykırı eylemler nedeniyle yürütülen yargılama sonucunda dört sanığın her biri hakkında, 10 ay hapis cezasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına hükmedilmiştir.
87. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade etmekte ve yasal olmayan bu tür eylemlerin önlenmesini sağlayabilecek caydırıcı bir etki doğurmaktan oldukça uzak kalmaktadır. İşlenen suç ile verilen cezalar arasında orantısızlık olması; devletin, bireylerin fiziksel ve ruhsal bütünlüğünü idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüklerini yerine getirememesi sonucunu doğurmaktadır.
88. Buna göre somut olayda başvurucunun, gözaltında kaldığı süre zarfında maruz kaldığı muameleler nedeniyle devletin, işkence ve kötü muamele yapmama negatif yükümlülüğüne aykırı davrandığı, olaya ilişkin yargılamada Mahkemenin, işkence gibi vahim suç oluşturan bir fiilin hiçbir şekilde hoş görülemeyeceğini göstermekten ziyade bu fiilin sonuçlarını hafifletecek biçimde orantısız bir şekilde asgari sınırdan hüküm kurması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına hükmetmesi nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun bir diğer unsurunu oluşturan kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini kanunlar aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğün de yerine getirilmediği anlaşılmaktadır.
89. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan işkence ve kötü muamele yasağının, maddi boyutu bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
b. Anayasa’nın 17. Maddesinin Usul Boyutunun İhlal Edildiği İddiası
90. Başvurucu, işkence ve kötü muamele iddialarını ileri sürmesine karşın derhâl bir soruşturma başlatılmadığını, nihayetinde açılan davanın makul sürede tamamlanmadığını, gerek yargılama sırasında gerekse sonuç bakımından etkinliğin sağlanamadığını belirterek Anayasa’nın 17. maddesinde koruma altına alınan işkence ve kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
91. Devletin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün bir de usule ilişkin boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda bunların, sorumlulukları altında meydana gelen olaylar nedeniyle hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir, § 110; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Anguelova/Bulgaristan, B. No: 38361/97, 13/6/2002, § 137; Jasinskis/Letonya, B. No: 45744/08, 21/12/2010, § 72).
92. Buna göre bireyin, bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi, “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Şayet bu durum olanaklı olmazsa madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin, fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Corsacov/Moldova, B. No: 18944/02, 4/4/2006, § 68).
93. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin, ölümcül ya da yaralamalı saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda, yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, bu hak ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).
94. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).
95. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma; bağımsız, hızlı ve derinlikli bir şekilde yürütülmelidir (Cezmi Demir, § 114; ayrıca benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 24760/94, 28/10/1998, § 103; Batı ve diğerleri/Türkiye, B. No: 33097/96 57834/00, 3/6/2004, § 136).
96. Şartlar ne olursa olsun, yetkililer resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidirler. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli ve kesin belirtiler bulunması durumunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Tahir Canan, § 25; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Batı ve diğerleri/Türkiye, §§ 133 ve 134).
97. Devlet memurları tarafından yapılan işkence ve kötü muamele iddiaları hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olması için soruşturmadan sorumlu olan ve tetkikleri yapan kişiler olaylara karışan kişilerden bağımsız olmalıdır (Cezmi Demir, § 117; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Oğur/Türkiye [BD], B. No: 21594/93, 20/5/1999, §§ 91 ve 92; Mehmet Emin Yüksel/Türkiye, B. No: 40154/98, 20/7/2004, § 37; Güleç/Türkiye, B. No: 21593/93, 27/7/1998, §§ 81 ve 82). Soruşturmanın bağımsızlığı sadece hiyerarşik ya da kurumsal bağlantının olmamasını değil, aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirir (Cezmi Demir, § 117; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ergi/Türkiye, B. No: 23818/94, 28/7/1998, §§ 83 ve 84).
98. Kötü muameleye ilişkin şikâyetler hakkında yapılan soruşturma söz konusu olduğunda yetkililerin hızlı davranması önemlidir. Bununla birlikte belirli bir durumda bir soruşturmanın ilerlemesini engelleyen sebepler ya da zorlukların olabileceği de kabul edilmelidir. Ancak kötü muameleye yönelik soruşturmalarda, hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi, herhangi bir hile ya da kanunsuz eyleme izin verilmemesi ve kamuoyunun güveninin sürdürülmesi için yetkililer tarafından soruşturmanın azami bir hız ve özenle yürütülmesi gerekir (Cezmi Demir, § 117; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Maıorano ve diğerleri/İtalya, B. No: 28634/06, 15/12/2009, § 124; McKerr/Birleşik Krallık, B. No: 28883/95, 4//5/2001, §§ 111 ve 114; Opuz/Türkiye, B. No: 33401/02, 9/6/2009, § 150).
99. AİHM, bir devlet görevlisinin işkence veya kötü muameleyle suçlandığı durumlarda “etkili başvuru”nun amaçları çerçevesinde, cezai işlemlerin ve hüküm verme sürecinin zamanaşımına uğramamasının ve genel af veya affın mümkün kılınmamasının büyük önem taşıdığına işaret etmiştir. Ayrıca AİHM, soruşturması veya davası süren görevlinin görevinin askıya alınmasının ve şayet hüküm alırsa meslekten men edilmesinin önemine dikkat çekmiştir (Abdülsamet Yaman/Türkiye, B. No: 32446/96, 2/11/2004, § 55; aynı yöndeki AYM kararı için bkz. Cezmi Demir, § 121).
100. Bu kapsamda somut olayda, yetkililerin yukarıda sıralanan gerekliliklere cevap verecek etkin bir soruşturma yürütme zorunluluğuna uyup uymadıklarının tespiti gerekmektedir. Etkili soruşturma kavramı, Ceza Muhakemesi Hukuku kapsamındaki soruşturma kavramıyla sınırlı olmayıp soruşturma izni verilmesine ilişkin yapılan ön inceleme, soruşturma ve kovuşturma aşamalarının tamamını kapsamaktadır.
101. Başvuruya konu olayda, gözaltı çıkışında alınan adli muayene raporunda başvurucunun yaralanmaları tespit edilmiş olmasına rağmen adli makamlar resen herhangi bir işlem yapmamışlardır. Başvurucunun 18/6/2001 tarihinde tutuklamaya itiraz sırasında, kötü muamele iddialarını yazılı olarak adli makamlara iletmiş olmasına karşın adli makamlar yine harekete geçmemişlerdir.
102. Başvurucunun ikinci kez şikâyette bulunması üzerine başlayan süreçte ise görevli polis memurları hakkında soruşturma izni verilmesi için Ankara Valiliğine başvuruda bulunulduğu, soruşturma izni verilmesine ilişkin ön inceleme yapmak üzere Emniyet Müdürlüğünde görevli Başkomiser H.G.nin görevlendirildiği anlaşılmaktadır. Polis memuru şüpheliler hakkında ön inceleme yapmak üzere emniyet teşkilatından bir başka polise görev verilmiş olması, sürecin tarafsızlığına şüphe düşürür niteliktedir.
103. Genel hükümlere göre doğrudan takibat yürütülmesini gerektirir bir suç isnadı nedeniyle soruşturma makamlarının özensiz davranması sonucunda soruşturma izni istenmesi, yargılama sürecinin gereksiz yere uzamasına sebebiyet vermiştir. Başvurucunun kötü muamele iddialarına ilişkin kamu davasının açılması, suça konu eylemlerin gerçekleştiğinin ileri sürüldüğü tarihten yaklaşık bir buçuk yıl sonra mümkün olabilmiştir. 2004 yılında ilk derece mahkemesi suçun sübutuna ilişkin karar vermiş olmasına rağmen dosyanın üç kez temyiz incelemesi için Yargıtay önüne gitmesi ve Yargıtay önündeki uzun bekleme süreleri sonucunda bozma kararları verilmesi nedeniyle yargılamanın yaklaşık on yıllık bir süre sonunda sonuçlandığı anlaşılmaktadır. Başvuru konusu olayda, işkence ve kötü muamele iddialarına yönelik soruşturma ve kovuşturmaların hızlı ve etkili biçimde sonuçlandırılması gerekliliği konusunda gerekli hassasiyetin gösterilmediği anlaşılmaktadır.
104. Yargılama sonunda Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesince, dört sanık hakkında mahkûmiyete yeterli delil bulunmadığı gerekçesiyle beraat kararı verilmiş, diğer dört sanık hakkında “cürmü söyletmek için işkence yapma” suçundan on ay sonuç cezaya hükmedilmiş, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir.
105. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, kişinin maddi ve manevi varlığına ilişkin bir ölüm ya da yaralama olayında mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların tespit edilerek hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Dolayısıyla bu kapsamda açılmış olan tüm davaların mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlanması zorunluluğu bulunmamaktadır (Cezmi Demir, § 127). Ancak usul yükümünün bir unsuru olarak, tespit edilen sorumlulara fiilleriyle orantılı cezalar verilmeli ve mağdur açısından uygun giderim sağlanmalıdır.
106. Başvuruya konu olayda, yürütülen yargılama sonucunda işkence ve kötü muamele yasağına aykırı eylemler tespit edilmiş, dört sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına hükmedilmiş, infaz edilebilir bir hapis cezası ya da kamu görevinden yasaklanma gibi bir yaptırıma hükmedilmemiştir.
107. Dört sanık hakkında suçun sabit görülmesine karşın hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi, sorumluların fiilî olarak cezasız kalmalarına neden olmaktadır. Somut olayda, soruşturmanın etkililiğinin ölçütlerinden biri olan, sorumluların suç nedeniyle hesap vermelerinin sağlanması ve fiilleriyle orantılı bir ceza almaları koşulunun yerine getirilmekten uzak olduğu anlaşılmaktadır.
108. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinde düzenlenmiştir. Sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden ve doğurduğu sonuçlar itibarıyla karma bir özelliğe sahip bulunan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, denetim süresi içinde kasten yeni bir suçun işlenmemesi ve yükümlülüklere uygun davranılması hâlinde, geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak kamu davasının aynı Kanun'un 223. maddesi uyarınca düşürülmesi sonucunu doğurduğundan bu özelliğiyle sanık ile devlet arasındaki cezai nitelikteki ilişkiyi sona erdiren düşme nedenlerinden birini oluşturmaktadır (Tahir Canan, § 30).
109. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının uygulanma koşullarından biri, suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın; aynen iade, suçtan önceki hâle getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi gerekliliğidir. Uğranılan zarar kavramı, Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından yalnızca maddi zararları kapsar nitelikte yorumlanmakta olup manevi zararların bu kapsamda değerlendirilemeyeceği, maddi zararın doğmadığı ya da maddi zarar doğmasına elverişli olmayan suçlar bakımından bu koşulun yerine getirilmesinin aranmayacağı vurgulanmaktadır (Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 3/2/2009, E.2008/11–250, K.2009/13).
110. İşkence ve kötü muamele iddiaları yönünden hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun uygulanmasının, sanığın infaz edilebilir bir ceza almaması sonucunu doğurduğu ve bu kurumun uygulanmasında mağdurun muvafakati ya da mağdur açısından manevi bir telafinin sağlanmasının da aranmadığı gözetildiğinde anılan hükmün mağdur açısından yeterli ve etkili bir giderim de sağlamadığı açıktır.
111. AİHM de 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesiyle düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu ile ilgili yaptığı değerlendirmede; düzenlemenin, faillerin cezasız bırakılması sonucunu doğurduğu kanaatine varmıştır. AİHM, hâkimlerin takdir yetkilerini, hukuka aykırı son derece ciddi bir eylemin hiçbir şekilde hoş görülemeyeceğini göstermek yerine, bu eylemin sonuçlarını olabildiğince aza indirgemek yönünde kullandıklarına işaret ederek işkence failleri hakkında verilen mahkûmiyet hükmünün açıklanmasının geri bırakıldığı davalarda Sözleşme’nin 3. maddesinin usul bakımından ihlal edildiğine hükmetmiştir (Taylan/Türkiye, B. No: 32051/09, 3/7/2012, § 46).
112. Soruşturmanın etkinliğine ilişkin olarak ayrıca, başvuru konusu olayda sözlü ve fiziksel saldırıya maruz kalan başvurucunun, doktor raporunda tespit edilen yaralanmalar dışında cinsel taciz iddiasında bulunduğu ve kötü muamelede bulunan kişilerin bir kısmının sanıklar arasında yer almadığını ifade ettiği anlaşılmaktadır. Başvurucunun kesin olarak teşhis ettiği dört polis memuru dışında kötü muamelede bulunan kişilerin kimler olduğunun tespit edilmesini sağlayacak yeterlilikte bir araştırma yapılmamış olması ve başvurucunun sağlık raporunda tespit edilen yaraları dışında ileri sürdüğü cinsel taciz iddialarının da açıklığa kavuşturulmamış olması nedeniyle soruşturmanın, sorumluların tespitini sağlaması bakımından da yetersiz olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.
113. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının öngördüğü devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
4. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
114. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şu şekildedir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
115. Başvurucu, Anayasa’nın 17. maddesinin ihlali nedeniyle 80.000,00 TL manevi tazminat talebinde bulunmuş, yargılamanın uzunluğu nedeniyle zamanaşımı sürelerinin dolmak üzere olduğunu ayrıca yeniden yargılamaya karar verilmesi durumunda, on bir yılı aşkın süredir yürütülen adli mücadelenin yeniden başlayacak olması nedeniyle bir kez daha kendisinin mağduriyetine sebep olunacağını belirtmiştir.
116. Başvuru konusu olayda, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının maddi ve usul boyutlarıyla ihlal edildiği sonucuna varılmış; yargılama sürecinin uzunluğu, zamanaşımı süreleri, suç tarihi gözetildiğinde yeni delillere ulaşmanın ve varsa diğer sorumluların tespitinin zorluğu ve başvurucunun beyanı gözetildiğinde yargılamanın yenilenmesine hükmedilmesinde hukuki yarar bulunmadığı, başvurucunun yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararı karşılığında, somut olayın özellikleri dikkate alınarak başvurucuya net 55.000,00 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
117. Ayrıca başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderlerinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun adli yardım talebine ilişkin KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,
B. Başvurucunun, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlaline ilişkin şikâyetlerinin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. 1. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan işkence yasağının maddi yönden İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan işkence yasağının usul yönünden İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Başvurucuya net 55.000,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
E. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderlerinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
G. Kararın bir örneğinin 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca başvurucuya, Adalet Bakanlığına, İçişleri Bakanlığına ve Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine,
9/9/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
4.11.2015
BB 40/15
İşkence ve Kötü Muamele Yasağına İlişkin Şenol GÜRKAN Başvurusu Kararı Basın Duyurusu
Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümü, 9/9/2015 tarihinde Şenol Gürkan’ın bireysel başvurusunda (B. No: 2013/2438), Anayasa’nın 17. maddesinde koruma altına alınan işkence ve kötü muamele yasağının maddi ve usul boyutlarıyla ihlal edildiğine karar vermiştir.
Olaylar
6/6/2001 tarihinde gözaltına alınan başvurucu, altı gün gözaltında kaldıktan sonra tutuklanmış, tutuklamaya itiraz dilekçesinde gözaltında tutulduğu sırada kötü muameleye maruz kaldığını ileri sürmüştür. Başvurucu tahliye olduktan sonra Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına yaptığı şikâyetinde iddialarını tekrarlamıştır.
Başvurucunun gözaltı süresinin bitiminde düzenlenen 12/6/2001 tarihli adli muayene raporunda üç dört gün öncesine ait olabilecek ekimotik sıyrıklar tespit edilmiş ve yaralanmanın olayın gerçekleşme tarihinden itibaren üç gün mutat iştigaline engel teşkil edeceği belirtilmiştir.
Başvurucunun iddiaları kapsamında başlatılan soruşturma sonucunda dokuz polis memuru hakkında kötü muamele suçundan cezalandırılmaları istemiyle dava açılmış; yapılan kovuşturma sonucunda dört polis memurunun “cürmü söyletmek için işkence yapma” suçunu işledikleri sabit görülerek her birinin 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir.
İddialar
Başvurucu, gözaltında kaldığı süre boyunca tecrit ve baskı koşullarında tutulduğunu, ifade vermesi için kendisine baskı yapıldığını, gözünün siyah bantla kapatıldığını, ifade sırasında küfürlere maruz kaldığını, kaba dayaktan geçirildiğini, elbiseleri çıkarılarak tacize uğradığını ve tecavüzle tehdit edildiğini, vücuduna tazyikli su tutularak işkenceye maruz kaldığını ileri sürerek işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Mahkemenin Değerlendirmesi
İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutuna ilişkin incelemede Anayasa Mahkemesi; gözaltı süresinin başlangıcı ve bitiminde alınan adli muayene raporları doğrultusunda başvurucunun, kamu görevlilerinin kontrolü altında bulunduğu zaman diliminde üç gün mutad iştigaline engel teşkil edecek şekilde yaralandığının tespit edildiğini, başvurucunun nasıl yaralandığına ilişkin makul bir açıklama getirilemediğini değerlendirerek yaralanmaya sebebiyet veren muamelenin amacı, süresi ve etkisi dikkate alındığında işkence olarak nitelendirilmesinin mümkün olduğu ve devletin negatif yükümlülüğüne aykırı davranıldığı sonucuna ulaşmıştır.
İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma yükümlülüğü kapsamında yapılan incelemede işkence suçu sanıkları hakkında, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesinin bu tür eylemlerin önlenmesini sağlayabilecek caydırıcı bir etki doğurmaktan uzak olması nedeniyle devletin koruma yükümlülüğüne aykırı davrandığı sonucuna ulaşılmıştır. Bu kapsamda Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu bakımından ihlal edildiğine karar verilmiştir
İşkence ve kötü muamele yasağının usul boyutuna ilişkin yapılan incelemede işkence ve kötü muamele iddiaları doğrultusunda kamu makamlarınca derhâl harekete geçilmediği, soruşturma ve kovuşturmanın hızlı ve etkili biçimde sonuçlandırılması için gerekli hassasiyetin gösterilmediği, sorumlular hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilerek sorumlulara fiilleriyle orantılı ceza verilmesi ve mağdur açısından uygun giderimin sağlanması konusunda gerekli özenin gösterilmediği, başvurucunun kötü muamele iddialarının tamamı hakkında ve tüm sorumluların tespit edilmesini sağlayabilecek yeterlilikte bir araştırma yapılmadığı değerlendirilerek Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan işkence ve kötü muamele yasağının usul boyutu bakımından ihlal edildiğine karar verilmiştir.
Bu basın duyurusu Genel Sekreterlik tarafından kamuoyunu bilgilendirme amacıyla hazırlanmış olup bağlayıcı değildir.