TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MAHMUT KOÇ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/1724)
|
|
Karar Tarihi: 1/2/2017
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Özgür DUMAN
|
Başvurucu
|
:
|
Mahmut KOÇ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, kadastro çalışmalarıyla tespit ve tapuya tescil
edilen taşınmazın tapu iptali ve tescil davası sonucu tapusunun iptal edilerek
Hazine adına tescil edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; bu davada bildirilen
tanıkların yargılama sırasında dinlenilmemesi, ertelenen keşif gün ve saatinin
başvurucuya bildirilmemesi ve bilirkişi raporlarına yapılan itirazların dikkate
alınmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 10/2/2014 tarihinde Erdemli 3. Asliye Hukuk Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 24/3/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
5. Mersin ili Erdemli ilçesi Üçtepe
köyünde 2008 yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında 102 ada 118 parsel
numarası altında 592,84 m2 yüzölçümlü olarak
sınırlandırılan taşınmaz, iki katlı kargir bina ve
arsası niteliğiyle başvurucu adına tespit edilmiştir. Kadastro tespitiyle bir
belgeye dayalı olmayarak anılan taşınmazın zilyetlik yoluyla mülkiyeti kazandırıcı
zamanaşımı koşullarının başvurucu lehine gerçekleştiği belirtilmiştir. Kesinleşen
kadastro sınırlandırma ve tespiti doğrultusunda bu taşınmaz
"kadastro" edinimli olarak başvurucu adına
25/4/2008 tarihinde tapuya tescil edilmiştir.
6. Maliye Hazinesince 13/10/2010 tarihinde Erdemli 2. Asliye
Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) söz konusu taşınmaza ilişkin olarak tapu iptali ve
tescil davası açılmıştır. Dava dilekçesinde, taşınmazın Devletin hüküm ve
tasarrufu altındaki taşlık, kayalık ve çalılık nitelikli yerlerden olup
başvurucu yararına zilyetlikle iktisap koşullarının gerçekleşmediği ileri
sürülerek taşınmazın başvurucu adına olan tapu kaydının iptali ile Hazine adına
tapuya tescil edilmesi talep edilmiştir.
7. Mahkeme 25/1/2012 tarihli ve E.2010/758, K.2012/81 sayılı
kararı ile davanın kabulüne ve dava konusu taşınmazın davalı adına olan
tapusunun iptal edilerek davacı Hazine adına tapuya tesciline karar vermiştir.
Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Dava, kadastro tespiti sırasında, davalı
adına tespit edilen taşınmazın devletin hüküm ve tasarrufu altında kalan
yerlerden olduğu iddiası ile tapu iptal ve tescil talebine ilişkindir.
...
3402 sayılı Kanunun imar-ihya yoluyla mülk
edinme olanağı sağlayan 17. maddesine göre, bir yerin imar-ihya ve kazandırıcı
zamanaşımı yoluyla mülk edinilebilmesi için bu yerin, orman sayılmayan Devletin
hüküm ve tasarrufu altındaki tarıma açılması mümkün yerlerden olması ve tarıma
elverişli hale getirilmesi ve 14. maddedeki iktisapla ilgili şartlar yerine getirilmiş
olmalıdır.
İmar-ihyanın arazi ile ilgili koşullarından
olan, tarıma açılan ve tarıma elverişli hale getirilen araziden amaç; Devletin
hüküm ve tasarrufu altındaki tarıma açılması mümkün olan yerlerdir. Bu tür
araziler henüz üzerinde kültür işlemi yapılmayan fakat doğal nitelikleri gereği
tarıma elverişli olan yerlerdir. Taşınmazın ihyaya uygun yerlerden olduğunun
anlaşılması -halinde, davacı (veya murisi veya bayii) tarafından emek ve para
sarfıyla imar-ihya edilip ihyanın tamamlandığı tarihten dava tarihine kadar
Yasada belirtilen 20 yıllık zilyedlik süresinin
nizasız, fasılasız ve malik sıfatıyle geçmesi , 3402
sayılı Kanunun 17. maddesindeki sair koşullarla, 14. maddesindeki iktisapla
ilgili koşulların da gerçekleşmesi halinde özel mülkiyete konu olabilir. Başka
bir anlatımla ancak tarıma elverişli hale getirilebilen ve tarım arazisi olarak
kazanılması mümkün olan yerler zor ve zahmetli bir emek ile tarım arazisi
haline geçirilmesi durumunda kazanılması mümkündür. Tabii durumu, yapı ve
niteliği itibariyle tarım arazisi olarak kullanılması mümkün olmayan yerlerin
ihya yoluyla kazanılması mümkün değildir (HGK 19/2/1997 tarihli ve
E.1996/8-728, K.1997/91).
Ormancı ve fen bilirkişi raporu
incelendiğinde; dava konusu taşınmazın 1990 tarihli memleket haritasında
çalılık simgeli yeşile boyalı alanda kaldığı bu haliyle imar ihyanın tam olarak
tamamlandığı tarihten itibaren kadastro tespit tarihine kadar 20 yıl süre ile
ekonomik amacına uygun olarak nizasız fasılasız ve malik sıfatıyla
kullanılmadığı anlaşılmıştır.
Ayrıntıları Yüksek Yargıtay 20. Hukuk
Dairesinin 29/1/2009 tarihli ve E.2008/15377, K.2009/1079 sayılı ilamında da
nizasız fasılasız malik sıfatıyla kullanılmadığı anlaşılan taşlık ve kayalık
bölümlerin taşınmaz içersinde blok halde bulunduğunun
belirlenmesi halinde bu bölümün şayet dağınık halde bulunduğunun tespiti
durumunda taşınmazın tamamının imar ihyasının tamamlanmadığı düşünülerek
oluşacak sonuca göre bir hüküm verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Yine aynı
doğrultuda Yüksek Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 10/2/2009 tarihli ve
E.2008/16888, K.2009/2014 sayılı ilamı da bu yönde hükümler içermektedir.
İncelenen dava konusu taşınmaza ilişkin 1990 tarihli memleket haritasında
taşınmazın tamamının çalılık simgeli yeşile boyalı alanda kaldığı bu haliyle bu
tarih itibariyle imar ihyasının tamamlanmadığı anlaşılmıştır.
Yukarıdaki tüm veriler, bilirkişi raporları
Yüksek Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin emsal olarak verilen kararları bir bütün
olarak göz önüne alındığında dava konusu taşınmazın 1990 tarihli memleket
haritasında çalılık simgeli, yeşile boyalı alanda kaldığı, bu haliyle bu tarih
itibariyle dava konusu taşınmazlar üzerindeki imar ihyanın tamamlanmadığı,
çalılık ve taşlık kısımların taşınmazların bütününe yayıldığı, 2004 tarihli
uydu fotoğraflarında dahi taşınmazın imar ihya edilmediği, makilik ve kayalık
olarak göründüğü, taşınmazın imar ihyasının 4-5 yıl önce tamamlandığı,ayrıca
taşınmaz üzerine ev yapılmasının Yargıtay uygulamalarına göre imar ihya
sayılmadığı, dolayısı ile Yüksek Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin yukarıda örnek
olarak verilen ilamlarının gerekçesi ayrıntılı olarak incelendiğinde
taşınmazların 1990 tarihli memleket haritasında dahi çalılık simgeli yeşile
boyalı Alanda kaldığı, bu yerin imar ihyasının en erken bu tarihte yapıldığı kabul
edilse bile kadastro tespit tarihinin yapıldığı 2007 tarihi itibariyle
belgesizden zilyetlik yoluyla kazandırıcı zaman aşımı ile taşınmaz edinilmesi
için gerekli olan koşulların oluşmadığı, taşlık ve çalılık bölümlerin taşınmaz
içinde blok halde bulunmadığı, bu durumda taşınmazların tamamının imar ihya
edilmediği, hem 1990 tarihli memleket haritası hem de 2004 tarihli uydu
fotoğrafları bir bütün olarak göz önüne alındığında dava konusu taşınmazla
ilgili olarak zilyetlikle mülk edinilmesi için gerekli olan koşulların davalı
yararına oluşmadığı anlaşılmakla davacı Hazinenin davasının kabulü ile dava
konusu taşınmazın tapu kaydının iptaline ve taşınmazın tamamının Hazine adına
tapuya tesciline karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmış ve aşağıdaki
şekilde hüküm tesisi yoluna gidilmiştir."
8. Başvurucu kararı temyiz etmiş ve Yargıtay 20. Hukuk
Dairesinin 8/11/2013 tarihli ilamıyla hüküm, yargılama giderleri yönünden
düzeltilmek suretiyle onanmıştır. İlamın gerekçesinin ilgili kısımları
şöyledir:
"Dava, tapu kaydının iptali ve tescili
istemine ilişkindir.
Çekişmeli taşınmazın bulunduğu yerde 5304
sayılı Kanun ile değişik 3402 sayılı Kanunun 4. maddesi hükmüne göre orman
sınırlandırması yapılmış, taşınmaz orman sınırları dışında bırakılmıştır.
İncelenen dosya kapsamına, kararın dayandığı
gerekçeye ve 5304 sayılı Kanun ile değişik 3402 sayılı Kanun'un 4/3. maddesine
göre yapılan orman tahdidi, eski ve yeni tarihli memleket haritaları, amenajman
planı ve hava fotoğraflarının uygulanmasına dayalı araştırma inceleme ve keşif
sonucu düzenlenen uzman bilirkişi raporuyla, çekişmeli parselin orman
kadastrosu sınırları dışında orman sayılmayan yerlerden olduğu bildirilmiş ise
de öncesinin makilik yerlerden olduğu, 1990 yılı memleket haritasında, çalılık
göründüğü ve 3402 sayılı Kanun'un 14 ve 17. maddelerinde belirtilen zilyetlik
koşullarının oluşmadığı belirlenerek Hazinenin davasının kabulüne karar
verilmesinde ve yazılı biçimde hüküm kurulmasında bir isabetsizlik
bulunmamaktadır."
9. Karar başvurucuya 10/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.
10. Başvurucu 10/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
11. 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun "Tapuda kayıtlı olmayan taşınmaz malların
tespiti" kenar başlıklı 14. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
“Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam
yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve 100
dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en az
yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi
veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir.”
12. 3402 sayılı Kanun’un
"Kamu malları" kenar başlıklı 16. maddesi şöyledir:
“Kamunun ortak kullanılmasına veya bir kamu hizmetinin görülmesine
ayrılan yerlerle Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan sahipsiz
yerlerden:
A) Kamu hizmetinde kullanılan, bütçelerinden
ayrılan ödenek veya yardımlarla yapılan resmi bina ve tesisler, (Hükümet,
belediye, karakol, okul binaları, köy odası, hastane veya diğer sağlık
tesisleri, kütüphane, kitaplık, namazgah, cami genel mezarlık, çeşme, kuyular,
yunak ile kapanmış olan yollar, meydanlar, pazar yerleri, parklar ve bahçeler
ve boşluklar ve benzeri hizmet malları) kayıt, belge veya özel kanunlarına göre
Hazine, kamu kurum ve kuruluşları, il, belediye köy veya mahalli idare
birlikleri tüzelkişiliği, adlarına tespit olunur.
B) Mera, yaylak, kışlak, otlak, harman ve
panayır yerleri gibi paralı veya parasız kamunun yararlanmasına tahsis edildiği
veya kamunun kadimden beri yararlandığı belgelerle veya bilirkişi veya tanık
beyanı ile ispat edilen orta malı taşınmaz mallar sınırlandırılır, parsel
numarası verilerek yüzölçümü hesaplanır ve bu gibi taşınmaz mallar özel
siciline yazılır.
Bu sınırlandırma tescil mahiyetinde olmadığı
gibi bu suretle belirlenen taşınmaz mallar, özel kanunlarında yazılı hükümler
saklı kalmak kaydıyla özel mülkiyete konu teşkil etmezler.
Yol, meydan, köprü gibi orta malları ise
haritasında gösterilmekle yetinilir.
C) Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan
kayalar, tepeler,dağlar (bunlardan çıkan kaynaklar)
gibi, tarıma elverişli olmayan sahipsiz yerler ile deniz, göl, nehir gibi genel
sular tescil ve sınırlandırmaya tabi değildir, istisnalar saklıdır.
D) Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan
ormanlar, bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde, özel kanunları hükümlerine
tabidir.”
13. 3402 sayılı Kanun'un
"İhya edilen taşınmaz mallar" kenar başlıklı 17. maddesi
şöyledir:
"Orman sayılmayan Devletin hüküm ve
tasarrufu altında bulunan ve kamu hizmetine tahsis edilmeyen araziden, masraf
ve emek sarfı ile imar ve ihya edilerek tarıma elverişli hale getirilen
taşınmaz mallar 14 üncü maddedeki şartlar mevcut ise imar ve ihya edenler veya
halefleri adına, aksi takdirde hazine adına tespit edilir.
İl, ilçe ve kasabaların imar planının
kapsadığı alanlarda kalan taşınmaz mallarda bu hüküm uygulanmaz."
14. 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenîsi'nin "Sahipsiz
şeyler ve umuma ait mallar" kenar başlıklı 641. maddesi
şöyledir:
“Sahipsiz şeyler ile menfaati umuma ait olan mallar Devletin hüküm ve
tasarrufu altındadır. Hilafı sabit olmadıkça menfaatı
umuma ait sular ile ziraate elverişli olmıyan yerler, kayalar, tepeler, dağlar ve onlardan çıkan
kaynaklar kimsenin mülkü değildir. Sahipsiz şeylerin ihraz ve işgali, yollar ve
meydanlar, akar sular ile yatakları gibi menfaati umuma ait malların
işletilmesi ve kullanılması hakkında ahkamı mahsusa vazolunur.”
15. 3/12/2001 tarihli ve 4722 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun
Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 3. maddesi şöyledir:
"İçerikleri tarafların istek ve iradeleri
gözetilmeksizin doğrudan doğruya kanunla belirlenmiş işlem ve ilişkilere,
bunlar Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girmesinden önce kurulmuş olsalar bile,
bu Kanun hükümleri uygulanır."
16. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun "Sahipsiz yerler ve yararı kamuya ait
mallar" 715. maddesi şöyledir:
"Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait
mallar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır.
Aksi ispatlanmadıkça, yararı kamuya ait sular
ile kayalar, tepeler, dağlar, buzullar gibi tarıma elverişli olmayan yerler ve
bunlardan çıkan kaynaklar, kimsenin mülkiyetinde değildir ve hiçbir şekilde
özel mülkiyete konu olamaz.
Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait malların
kazanılması, bakımı, korunması, işletilmesi ve kullanılması özel kanun
hükümlerine tâbidir."
17. 4721 sayılı Kanun'un "Sorumluluk"
kenar başlıklı 1007. maddesi şöyledir:
"Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün
zararlardan Devlet sorumludur.
Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan
görevlilere rücu eder.
Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu
sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
18. Mahkemenin 1/2/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
19. Başvurucu, intikal suretiyle eklemeli zilyetlik yoluyla
uyuşmazlık konusu taşınmazı 70-80 yıldan beri tarım arazisi olarak
zilyetliğinde bulundurduğunu ve bu taşınmaz adına vergi kayıtlarının da
olduğunu belirtmiştir. Başvurucu ayrıca, kadastro çalışmaları sırasında söz
konusu taşınmazın zilyetlik yoluyla olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı
koşullarının oluştuğu belirtilerek kendi adına tespit ve tapuya tescil
edildiğini, taşınmaz tapuya tescil edildikten sonra da il özel idare
müdürlüğünce yapı ruhsatı verildiğini ve ilgili kanun ile yönetmelikler
çerçevesinde bu taşınmaz üzerinde 60.000 TL maliyetle bir konut inşa
ettirdiğini ifade etmiştir.
20. Başvurucu, uzun süredir zilyetliğinde bulunan dava konusu
taşınmaz üzerinde mülkiyet hakkı mevcut olduğu hâlde Hazine tarafından açılan
tapu iptali ve tescil davası neticesinde yargı kararı ile tapusunun iptal
edildiğini ancak bu yargılama sırasında ertelenen keşif gününün kendisine
bildirilmediğini, tanıklarının dinlenilmediğini ve fen ile orman bilirkişi
raporuna yaptığı itirazın esas alınmayarak taşınmazın vasfının hatalı
belirlendiğini belirterek tapusunun iptal edilmesiyle kazanılmış hakların
korunması ilkesi ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; tapu
kaydının eski hâle getirilmesi veya taşınmazın üzerine inşa ettirdiği bina için
ödediği kredi tutarı olan 83.389,29 TL'nin güncellenerek ödenmesi ve taşınmazın
ihyası için yaptığı masraflar olan 4.480 TL ile 495,50 TL yargılama masrafları
olmak üzere toplam 88.364,79 TL tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
21. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
22. Başvurucunun kadastro sonucu adına tespit ve tapuya tescil
edilen taşınmazın tapusunun iptali için Hazine tarafından açılan davada
Mahkemece; bildirdiği tanıkların dinlenilmediği, keşif gününün bildirilmediği
ve fen ile orman bilirkişi raporuna yapılan itiraz dikkate alınmadan taşınmazın
vasfının hatalı belirlendiği yönündeki şikâyetlerinin esas itibarıyla adil
yargılanma hakkına ilişkin olduğu değerlendirilmiştir. Bu nedenle başvurucunun
belirtilen şikâyetleri adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmiş olup
başvurucunun kadastro sonucu adına oluşturulan tapu kaydının yargı kararıyla
iptal edilmesine ilişkin şikâyeti ise mülkiyet hakkı kapsamında incelenmiştir.
1. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
23. Başvurucu uyuşmazlık konusu taşınmazın evvelden beri miras
bırakanlarının, sonrasında da miras yoluyla intikal suretiyle kendisinin
zilyetliğinde bulunduğunu ve kadastro çalışmaları sırasında zilyetlik yoluyla
olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı koşullarının lehine oluştuğunu belirterek
taşınmazın adına tespit ve tapuya tescil edildiğini, bu durumun kendisi için
bir kazanılmış hak oluşturduğunu, ancak Hazine tarafından açılan tapu iptali ve
tescil davasında verilen yargı kararıyla tapusunun iptal edildiğini belirterek
mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
24. Anayasa'nın 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz."
25. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."
26. Anayasa'nın 35. maddesinde herkesin mülkiyet hakkına sahip
olduğu, bu hakkın ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği,
mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı hükme
bağlanmıştır. Mülkiyet hakkı, kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve
yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma ve tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir
(AYM, E.2011/58, K.2012/70, 17/5/2012).
27. Mülkiyet hakkı mutlak bir hak olmayıp kamu yararı amacıyla
sınırlandırılabilir ve bu sınırlandırmanın ölçülü ve orantılı olması gerekir.
Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan malların korunması amacıyla mülkiyet
hakkına müdahale edilmesi meşru olmakla birlikte bu kamusal külfetin tamamının
mülk sahiplerine yüklenemeyeceği ve kanun koyucunun buna uygun çözüm yolları
bulması gerekeceği açıktır (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011).
28. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mülkün gerçek
değerine göre makul kabul edilebilecek bir tazminat ödemeden mülkiyetten yoksun
bırakmanın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek (1) No.'lu Protokol'ün 1. Maddesi kapsamında aşırı zarar
oluşturduğunu ve hiç tazminat ödenmeden mahrum bırakmanın ancak istisnai
durumlarla haklı bulunabileceğini belirtmektedir (Nastou/Yunanistan (no:2), B. No: 16163/02, 15/7/2005, § 33; Jahn ve diğerleri/Almanya [BD],
B. No: 46720/99, 72203/01, 72252/01, 30/6/2005, § 116). AİHM'e
göre bir taşınmazın orman veya kıyı kenar çizgisi ya da başka bir kamu alanında
olduğu gerekçesiyle tapusunun iptal edilmesi, hukuken öngörülebilir olup kamu
alanlarının korunmasına yönelik kamu yararına dayalı meşru bir amaç da
içermektedir. Ancak AİHM, kadastrodan kaynaklanan mülkiyet tespitine ilişkin
hukuki hatalar nedeniyle tapuların iptal edilerek kişilerin mülkiyetlerinden
yoksun bırakıldıkları başvurular bakımından istikrarlı olarak hiçbir tazminat
ödenmemesini haklı gösterecek herhangi bir istisnai durum da bulunmadığı hâlde
bir tazminat ödenmeksizin bireylerin tapu kayıtlarının iptal edilmesi şeklindeki
mülkiyetten yoksun bırakmaya yol açan müdahalenin kamunun yararı ile bireylerin
hakları arasında olması gereken adil dengeyi bozduğu ve bu müdahalelerin
başvurucuları aşırı bir yük altına soktuğu kanaatine vararak başvurucuların
mülkiyet haklarının ihlal edildiğine karar vermiştir (N.A. ve diğerleri/Türkiye, B. No:
37451/97, 11/1/2005, §§ 36-43; Turgut ve
diğerleri/Türkiye, B. No: 1411/03, 8/7/2008, §§ 86-93; Rimer ve diğerleri/Türkiye, B. No: 18257/04,
10/3/2009, §§ 34-41).
29. AİHM'in ihlal kararlarında,
belirtilen “adil denge” nin bozulmasının temelini
başvuruculara hiç tazminat ödenmemesi oluşturmaktadır. 4721 sayılı Kanun'un
1007. maddesiyle tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devletin
sorumlu olduğu; devletin zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu
edebileceği hüküm altına alınmıştır. Öncesinde Yargıtay, bu maddenin sadece
tapu sicilinde yapılan hataları kapsadığı; ancak, tapu sicili oluşturulurken
yani kadastro çalışmalarından kaynaklanan hataların bu madde kapsamında değerlendirilemeyeceği
yönünde kararlar vermiştir. Bununla birlikte AİHM tarafından verilen çok sayıda
ihlal kararından sonra Yargıtay içtihat değişikliğine giderek kadastro
sırasında yapılan hataların da 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi kapsamında
devletin sorumluluğu altında olduğuna ve tazminat ödenmesi gerektiğine dair
kararlar vermiştir.
30. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ilk defa 18/11/2009 tarihli ve
E.2009/4-383, K. 2009/517 sayılı ilamıyla içtihat değişikliğine gitmiştir. Bu
ilamın ilgili kısımları şöyledir:
"Tapu işlemleri kadastro tespiti
işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu
kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün
oluşturduğundan bu kayıtlarda yapılan hatalardan 4721 sayılı Kanun'un 1007.
maddesine göre devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir. Burada devletin
sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Kusursuz sorumluluk tapu siciline bağlı
çıkarların ve ayni hakların yanlış tescili sonucu değişmesi ya da yitirilmesi
ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru
tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız
kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür."
31. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16/6/2010 tarihli ve
E.2010/4-349, K.2010/318 sayılı kararı da benzer yöndedir. Yargıtay'a göre
kadastrodan kaynaklanan hatalar nedeniyle zarar görenler, 4721 sayılı Kanun'un
1007. maddesi gereğince zararlarının tazmini için 11/1/2011 tarihli ve 6098
sayılı Borçlar Kanunu'nun 146. maddesi gereğince on yıllık zamanaşımı süresi
dolmadan Hazine aleyhine adli yargıda dava açabilirler (Yargıtay 20. Hukuk
Dairesinin 18/12/2012 tarihli ve E.2012/7876, K.2012/14598 sayılı kararı).
32. Ayrıca Yargıtay, tapu kaydının iptali nedeniyle hükmedilecek
tazminatın tapu sahibinin oluşan gerçek zararı neyse o miktarda olması
gerektiğini ifade etmiştir. Gerçek zarar ise tapu kaydının iptali nedeniyle
tapu malikinin mal varlığında meydana gelen azalmadır. Tazminat miktarı, zarar
verici eylem gerçekleşmemiş olsaydı zarar görenin mal varlığı ne durumda olacak
ise aynı durumun tesis edilebileceği miktarda olmalıdır. Tazminat miktarının
belirlenmesinde öncelikli konu, tapusu iptal edilen gayrimenkulün niteliğinin
ve değerinin belirlenmesi olup araştırma yöntemi taşınmazın arsa ya da arazi
olmasına göre farklılık arz edecektir (Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 13/12/2011
tarihli ve E. 2011/8798, K. 2011/14624 sayılı kararı).
33. Belirtilen içtihat değişikliklerinden sonra AİHM, bireylerin
tazminat ödenmeksizin taşınmazının elinden alınması nedeniyle mülkiyet hakkının
ihlal edildiği iddiaları bakımından Yargıtayın yeni
içtihatlarına işaret etmiştir. AİHM, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun AİHM'in bu konudaki ihlal kararlarına dayanarak tapudaki
yanlış kayıtlardan kaynaklanan ayni hak ya da menfaatleri kaybolmuş ya da
kısıtlanmış olanların, tapu kayıtlarındaki düzensizliklerden dolayı devleti
sorumlu tutabileceğine hükmettiğini, tazminat miktarının söz konusu arazinin
kullanılma şekli, niteliği ve değeri temelinde muhtemel getirisi ve emsal
değerlerin dikkate alınarak değerlendirme yapılması gerektiğine dikkat
çektiğini, bu başvuru yolunun hâlen düzenli olarak kullanılmakta olduğunu,
ulusal mahkemelerin AİHM'in içtihatlarını ve Sözleşme'ye ek (1) No.'lu
Protokol'ün 1. maddesine dayanarak ilgili mevzuat hükümlerini uyguladıklarını,
başvurucunun tapu belgesinin iptali yönündeki kararın kesinleşmesinden itibaren
on yıl içinde tazminat talebinde bulunabileceğini belirterek, iç hukuk
yollarının tüketilmediği gerekçesiyle başvurunun kabul edilemez olduğuna
hükmetmiştir (Mehmet Altunay/Türkiye [kk],
B. No: 42936/07, 17/4/2012; Arıoğlu ve
diğerleri/Türkiye [kk], B. No: 11166/05,
6/11/2012; Osman Yaşar Dişlioğlu
ve diğerleri/Türkiye [kk], B. No:
39149/04, 11/12/2012).
34. Bununla birlikte her somut olayın kendine özgü koşulları
mevcut olup bu nedenle her başvurunun başvuru tarihindeki duruma göre karara
bağlanması gerektiği de kuşkusuzdur. Nitekim AİHM, söz konusu içtihat
değişikliğinin orman ve kıyı alanlarında kalan taşınmazlar ile ilgili olup her
somut olay bakımından kıyaslanabilecek bir durumda bulunan ve söz konusu
başvuru yolunun başarıyla kullanıldığı emsal bir içtihadın gösterilmesi
gerektiğini ifade etmiş; ayrıca başvuruya konu nihai karardan sonra söz konusu
içtihat değişikliğinin meydana geldiği durumlarda kabul edilemezlik
itirazlarını reddetmiştir (Dürrü Mazhar Çevik ve Asuman Münire
Çevik Dağdelen/Türkiye, B. No: 2705/05, 14/4/2015, §§ 21-30).
35. Somut olayda kadastro çalışmaları neticesinde başvurucunun
adına belgesizden zilyetlik yoluyla kazandırıcı zamanaşımı hükümlerine göre
tespit ve tapuya tescil edilen taşınmazın tapusu Hazine tarafından açılan tapu
iptali ve tescil davasında verilen yargısal bir karar ile iptal edilmiştir. İlk
derece mahkemesi; yapılan keşif ve alınan bilirkişi raporlarına göre taşınmazın
devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan "çalılık" niteliğinde
olup 3402 sayılı Kanun'un 14. ve 17. maddelerinde öngörülen kazandırıcı
zamanaşımı ile mülk edinme ve ihya koşullarının oluşmadığı gerekçesiyle başvurucunun
tapusunun iptaline ve Hazine adına tapuya tesciline karar vermiştir.
Başvurucunun temyiz talebi ise Yargıtay 20. Hukuk Dairesince reddedilerek hüküm
onanmıştır.
36. Yargıtay, kadastro tespiti sonucu oluşan tapuların devletin
hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmazlardan olduğu gerekçesiyle iptal
edilmesi durumunda da 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine göre devletin
sorumluluğu çerçevesinde gerçek zarar miktarı üzerinden tazminat ödenmesi
gerektiğine karar vermiştir (Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 7/2/2011 tarihli ve
E.2011/9834, K.2011/12370 sayılı ile 11/10/2012 tarihli ve E.2012/9847,
K.2012/11090 sayılı kararları). Ayrıca Yargıtayın
devletin sorumluluğu kapsamında tazminat ödenmesine ilişkin söz konusu içtihat
değişikliklerinin başvuruya konu nihai karar tarihinden önce olduğu da
görülmektedir.
37. Yukarıda yer verilen Kanun hükümleri ve Yargıtay içtihatları
gözönünde bulundurulduğunda başvurucular, tapuda
murisleri adına kayıtlı taşınmazın kendileri tarafından kullanılması veya
tasarrufuna engel olacak nitelikte bir şerh düşülmesi veya tapu kaydının iptali
hâlinde söz konusu işlemin yapılması tarihinden itibaren on yıl içerisinde
Hazine aleyhine adli yargıda tazminat davası açabileceklerdir. Yargıtay
içtihatlarında tazminatın miktarının taşınmazın gerçek bedelinin esas alınarak
belirleneceği kabul edilmektedir. Başvurucuların kamu yararı nedeniyle tapulu
taşınmazlarına el konulması suretiyle mülkiyet hakkına yapılan sınırlama el
konan taşınmazın gerçek bedeli esas alınarak ödenecek bir tazminatla
başvurucular açısından dengelenebilecektir (Nazmiye
Akman, § 27).
38. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı
Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuruda bulunmak için ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya
eylem için idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması
gerekir.
39. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının
uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde ortaya
çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine
başvurulmalıdır. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir
kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle
genel yargı mercilerinde, olağan kanun yolları ile çözüme kavuşturulması
esastır. Bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak ihlallerinin bu olağan
denetim mekanizması içinde giderilememesi durumunda başvurulabilir (Bayram Gök,
B. No: 2012/946, 26/3/2013, §§ 17,18).
40. Başvurucuların, maliki olduğu taşınmazın devletin hüküm ve
tasarrufu altında olduğu iddiasıyla Maliye Bakanlığı tarafından açılan tapu
iptali ve tescil davasının kabulü sonrasında, tazminat talebiyle herhangi bir
başvurularının bulunmadığı görülmektedir. İdari ve yargısal başvuru yollarının
tamamı tüketilmeksizin yapılan bir bireysel başvurunun kabul edilmesi mümkün
değildir.
41. Açıklanan nedenlerle mülkiyet hakkının ihlal edildiği
iddiasının yetkili derece mahkemeleri önünde tanınan başvuru yolları
tüketilmeden bireysel başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından başvurunun diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemiş olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Adil Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
42. Başvurucu, Hazine tarafından aleyhine açılan "tapu
iptali ve tescil davasında" bildirdiği tanıkların mahkemece
dinlenmediğini, ertelenen keşif gün ve saatinin kendisine bildirilmediğini ve
fen ile orman bilirkişi raporuna yapılan itirazının dikkate alınmadığını
belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
43. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
44. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasının
ilgili kısmı şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
45. Anayasa’daki hakların etkili bir biçimde korunması için
davaya bakan mahkemelerin Anayasa’nın 36. maddesine göre tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini
etkili bir biçimde inceleme görevi vardır. AİHM içtihatlarına göre
bir mahkemenin davaya yaklaşımının, anılan mahkemenin başvurucuların
iddialarına yanıt vermekten ve başvurucuların temel şikâyetlerini incelemekten
kaçınmasına neden olması hâlinde Sözleşme’nin 6. maddesi, davanın hakkaniyete
uygun bir biçimde incelenmesi hakkı bakımından ihlal edilmiş olur (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/1/2007, §§ 84,
85).
46. Bununla birlikte belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri
değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına
karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada
geçerli olan delil sunma ve inceleme yöntemlerinin adil yargılanma hakkına
uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp
Mahkemenin görevi, başvuru konusu yargılamanın bir bütün olarak adil olup
olmadığını değerlendirmektir (Muhittin Kaya
ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve
Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).
47. Yapılan yargılama sırasında tanık dinletme hakkı da dâhil
olmak üzere delillerin ibrazı ve değerlendirilmesi adil yargılanma hakkının
unsurlarından biri olarak kabul edilen silahların eşitliği ilkesi kapsamında
kabul edilmekte olup bu hak ve gerekçeli karar hakkı da makul sürede yargılanma
hakkı gibi adil yargılanma hakkının somut görünümleridir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 38).
48. Silahların eşitliği ilkesi davanın taraflarının usule
ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin
diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını
makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına
gelir (Yaşasın Aslan, B. No:
2013/1134, 16/5/2013, § 32).
49. Silahların eşitliği ilkesinin tamamlayıcısı olan çelişmeli
yargılama ilkesi, kural olarak bir hukuk ya da ceza davasında tüm taraflara,
gösterilen kanıtlar ve sunulan görüşler hakkında bilgi sahibi olma ve bunlarla
ilgili görüş bildirebilme imkânı vermektedir (benzer yöndeki AİHM kararları
için bkz. J.J./Hollanda, B. No:
9/1997/793/994, 27/3/1998, § 43; Vermeulen/Belçika,
B. No: 19075/91, 20/2/1996, § 33).
50. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın
yürütülebilmesi için “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri
ışığında taraflara iddialarını sunma hususunda uygun olanakların sağlanması
şarttır. Taraflara tanık delili de dâhil olmak üzere delillerini sunma ve
inceletme noktasında uygun imkânların tanınması gerekir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt
Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., § 27).
51. Öte yandan Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurular için
benimsediği temel yaklaşım doğrultusunda kural olarak bireysel başvuruya konu
davadaki olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması,
yargılama sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile
kişisel bir uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas
yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi
tutulamaz. Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ve
derece mahkemelerinin kararları açık keyfîlik
içermedikçe kararlardaki maddi ve hukuki hatalar bireysel başvuru incelemesinde
ele alınamaz. Bu çerçevede derece mahkemelerinin delilleri değerlendirmesinde
ve hukuk kuralını yorumlamasında bariz takdir hatası bulunmadıkça Anayasa
Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (Kenan Özteriş,
B. No: 2012/989, 19/12/2013, § 48).
52. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi, mevcut başvuruda adil yargılanma
hakkı kapsamındaki güvencelerden başvurucunun şikâyetleriyle bağlantılı görülen
silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin gereklerinin yerine
getirilip getirilmediğini, bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyete uygun
yürütülüp yürütülmediğini inceleyecektir.
53. Başvuru konusu davaya ilişkin olarak başvurucunun aleyhine
açılan tapu iptali ve tescil davasında bildirdiği tanıklarının yargılama
sırasında Mahkemece dinlenilmemesinden yakındığı anlaşılmaktadır.
54. Başvuruya konu yargılama süreci incelendiğinde dava
dilekçesinin davalı sıfatıyla 22/1/2011 tarihinde başvurucuya tebliğ edildiği
görülmektedir. Mahkemece dava dilekçesi başvurucuya tebliğ edildiği hâlde
başvurucu tarafından cevap dilekçesi verilmemiş ve bu aşamada herhangi bir
delil de bildirilmemiştir. Taraflar ayrıca duruşmaya da çağrılmış, kendisini
vekil ile temsil ettiren davalı başvurucu duruşma sırasında da bir delil
bildirmemiştir. 15/11/2011 tarihli dördüncü oturumda başvurucu, avukatının görevi
bıraktığını belirterek bilirkişi raporundaki aleyhe olan hususları kabul
etmediğini beyan etmiştir. Mahkemece tahkikata son verilerek tarafların talebi
üzerine "sözlü yargılama ve hüküm" için ayrı bir duruşma günü
belirlenmiştir. Başvurucu ise "sözlü yargılama ve hüküm" duruşması
için belirlenen günden önce verdiği 11/1/2012 tarihli dilekçesiyle delil
listesi sunarak bildirdiği iki tanığının dinlenilmesini talep etmiştir.
25/1/2012 tarihinde yapılan son oturumda ise Mahkeme, önceki oturumda "sözlü
yargılama ve hüküm" için gün verildiğini hatırlatarak taraflardan son
sözlerini sormuş ve "araştırılacak başka bir hususun da kalmadığını"
bildirerek davanın kabulüne karar vermiştir.
55. Her ne kadar başvurucu, tanıklarının mahkemece yargılama
sırasında dinlenilmediğinden yakınmakta ise de başvurucunun tahkikat sona
erdikten sonra bu tanıkları bildirdiği görülmektedir. Başvurucunun dilekçeler
aşamasında ve tahkikat sonuçlanıncaya kadar "tanık dinlenilmesi"
yönünde herhangi bir talebi olmamıştır. Bu durumda tahkikat sonuçlanıp
"sözlü yargılama ve hüküm" duruşması için gün verildikten sonra
bildirilen tanıkların dinlenilmemesi başvurucunun yargılama usulleri
çerçevesinde tanıklarının dinlenilmesi için gerekli özeni göstermediğini ortaya
koymaktadır. Kaldı ki başvuru formu incelendiğinde, başvurucunun tanık dinletme
talebinin reddedilmesinden şikâyet ettiği; ancak, tanıkların hangi olgular
hakkında bilgi sahibi oldukları ve dinlenmelerinin niçin önemli olduğu
konusunda somut bir açıklamaya ise yer verilmediği anlaşılmaktadır.
56. Başvurucu ayrıca Mahkemece keşif günü ertelendiği hâlde yeni
keşif gün ve saatinin kendisine bildirilmediğini ileri sürmektedir. Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi'nden (UYAP) erişilen bilgilere göre Mahkemece
8/6/2011 tarihinde yapılan ikinci oturumda, dava konusu taşınmazın başında
23/9/2011 tarihinde keşif yapılmasına karar verilmiştir. Bu oturuma başvurucu
adına vekili de katılmış, belirlenen keşif gün ve saati ile sonraki duruşma gün
ve saati hazır bulunan taraf vekillerine tefhim edilmiştir. Mahkemece daha önce
belirlenen 23/9/2011 tarihinde dava konusu taşınmazın bulunduğu mahalde keşif
yapılmış, başvurucu ve vekili ise keşfe katılmamışlardır. Bununla birlikte
başvurucunun da katıldığı 10/10/2011 tarihinde yapılan üçüncü oturuma ilişkin
duruşma tutanağında, keşif zaptı ve bilirkişi raporlarının okunduğu ve
raporlardan birer suretin elden taraflara verildiği belirtilmiş, başvurucu da
bu oturumda, bilirkişi raporlarını inceleyip beyanda bulunmak üzere süre talep
etmiştir.
57. Somut olayda başvurucunun iddia ettiğinin aksine keşif günü
ertelenmediği gibi Mahkemece başvurucunun vekiline duruşma sırasında bildirilen
keşif gün ve saatinde keşfin icra edildiği anlaşılmaktadır. Başvurucu ise keşif
yapılıp bilirkişi raporları da tebliğ edildikten sonra, 15/11/2011 tarihinde
yapılan dördüncü oturumda avukatının görevinden ayrıldığını bildirmiştir.
11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun 11. maddesi, 19/3/1969
tarihli ve Avukatlık Kanunu'nun 41. maddesi ile 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı
Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 73., 81., 82. ve 83. maddeleri gereğince istifa
ve/veya azil bulunmadıkça vekil ile takip edilen işlerde tebligatın vekile
yapılması öngörülmüştür. Dolayısıyla ilk derece mahkemesince anılan yasal
düzenlemeler gözetilerek başvurucunun kendisini vekil ile temsil ettirdiği bir
dönemde keşif gününün başvurucu yerine vekiline tefhim edilmiş olması adil
yargılanma hakkı bakımından bir sorun teşkil etmez. Üstelik başvurucu yargılama
sürecinde keşif yapılıp bilirkişi raporları kendisine tebliğ edildikten sonra
keşif gününün bildirilmediği yönünde bir itirazda bulunmadığı gibi tahkikat ile
sözlü yargılama ve hüküm duruşmalarında da bu yönde bir itirazda bulunmamıştır.
Ayrıca başvurucunun bunun ötesinde yargılama süresince yeni bir keşif yapılması
talebi de olmamıştır.
58. Başvurucu son olarak fen ile orman bilirkişi raporlarına
yaptığı itirazları esas alınmadan taşınmazın vasfının hatalı olarak
belirlendiğini, bunun da davanın esasını etkileyen önemli bir yanlışlık
olduğunu ileri sürmektedir.
59. Başvurucunun, fen ile orman bilirkişilerinin raporlarına
ilişkin itirazlarının Mahkemece değerlendirildiği ve “dava konusu taşınmazın 1990 tarihli memleket haritasında çalılık
simgeli, yeşile boyalı alanda kaldığı, bu haliyle bu tarih itibariyle dava
konusu taşınmazlar üzerindeki imar ihyanın tamamlanmadığı, çalılık ve taşlık
kısımların taşınmazların bütününe yayıldığı, 2004 tarihli uydu fotoğraflarında
dahi taşınmazın imar ihya edilmediği, makilik ve kayalık olarak göründüğü,
taşınmazın imar ihyasının 4-5 yıl önce tamamlandığı, ayrıca taşınmaz üzerine ev
yapılmasının Yargıtay uygulamalarına göre imar ihya sayılmadığı” gerekçeleriyle
başvurucunun itirazlarının yerinde görülmediği anlaşılmaktadır (bkz. § 7).
Mahkemenin, başvurucunun itirazları konusunda ilgili hukuk kurallarını
yorumlayarak ulaştığı sonuçta açık keyfîlik veya
bariz takdir hatası tespit edilmemiştir.
60. Öte yandan başvurucunun değerlendirmeleri ile ilk derece
mahkemesinin ulaştığı sonuçların farklı olması, başvurucunun delillerini sunma
imkânı bulamadığı ve “silahların eşitliği” ilkesine
uyulmadığı anlamına gelmez.
61. Yapılan bu tespitlere göre başvurucunun yargılama sürecinde
talep ve delillerini sunma olanağı bulduğu, bilirkişilerce hazırlanan raporlara
yönelik itirazlarının dikkate alınarak gerekçesi gösterilmek suretiyle
reddedildiği, yargılamanın bir bütün olarak adil olmadığına ilişkin bir bulguya
da rastlanmadığı dikkate alındığında yargılama sürecinde silahların eşitliği ve
çelişmeli yargılama ilkeleri bakımından bir ihlalin olmadığının açık olduğu
sonucuna varılmıştır.
62. Açıklanan nedenlerle adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine yönelik iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
1/2/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.