TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
CUMALİ ASLAN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/17696)
|
|
Karar Tarihi: 12/1/2017
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Gökçe
GÜLTEKİN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Cumali
ASLAN
|
|
|
2. Cuma
ASLAN
|
|
|
3. Veysi
ASLAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Lütfü
POLAT
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, başvurucuların yakınlarına karşı işlenen kasten
öldürme suçuna ilişkin yürütülen soruşturma ve açılan kamu davasının dokuz yılı
aşkın bir süredir devam etmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 11/11/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
gönderilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucuların kardeşi ve babası olan Halil Aslan 9/3/2007
tarihinde öldürülmüş ve Siverek Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma
sonucunda 2/8/2007 tarihli iddianameyle şüpheliler M.A., R.A ve M.A hakkında
Siverek Ağır Ceza Mahkemesinin E.2007/135 sayılı dosyasında kamu davası açılmıştır.
Siverek Cumhuriyet Başsavcılığının 3/8/2008 tarihli iddianamesiyle ise şüpheli
İ.A. hakkında Siverek Ağır Ceza Mahkemesinin E.2007/136 sayılı dosyasında kamu
davası açılmıştır.
9. Siverek Ağır Ceza Mahkemesinin 8/8/2007 tarihli kararıyla
aralarında hukuki ve fiilî bağlantı olduğu gerekçesiyle davaların
birleştirilmesine ve yargılamanın 2007/135 sayılı dava dosyasında yürütülmesine
karar verilmiştir. Sonrasında 22/1/2008 tarihli iddianameyle kasten insan
öldürme, kasten yaralama, taksirle yangına sebebiyet verme, ruhsatsız silah
bulundurma suçlarını işlediği iddiasıyla şüpheli M.A. hakkında kamu davası
açılmış; Mahkemenin 22/1/2008 tarihli kararıyla bu dava Mahkemenin E.2007/135
sayılı dava dosyasında birleştirilmiştir.
10. Siverek Cumhuriyet Başsavcılığının 9/11/2009 tarihli ek
iddianamesiyle şüpheli M.A. hakkında tehdit suçunu işlediği iddiasıyla kamu
davası açılmıştır.
11. Mahkemenin 19/11/2009 tarihli kararında, meydana gelen olay
şöyle özetlenmiştir:
"Sanık R.A.'nın
bakkal dükkanında hırsızlık olayı gerçekleşmesi üzerine, bu şahısların
hırsızlık olayını kimin gerçekleştirdiği hususunda yaptıkları araştırma
sonucunda, şüphelendikleri müşteki D.A.'nın kardeşi
C.A.'nın bu hırsızlık olayını gerçekleştirebileceğini
düşündüklerini, 9/3/2007 günü saat 19:00 sıralarında sanık M.A.'nın ve kardeşi İ.A.'nın müşteki
D.A. ile yolda karşılaştıkları ve konuşmak için hırsızlık olayının meydana
geldiği dükkana geldikleri, dükkanda hırsızlık olayı ile ilgili olarak müşteki
D. A. ile sanıklar M.A., R.A., ve İ.A.'nın konuştukları,
müşteki D.A.nın hırsızlık olayını kendisinin
gerçekleştirmediğini, ancak R.İ.'nın yapmış
olabileceğini ifade ettiği, bunun üzerine İ.A.'nın
D.A. ile R.İ.'yi yüzleştirmek için dükkana
getirdikleri, bu kişilerin tartıştıkları, bu sırada olay yerine sanık M.A.'nın geldiği, sanık M.A.'nın D.A..yı içeri çektiği, dükkan içinde sanıkların D.A.'yı tekme tokat ve ele geçirilemeyen soplarla vurdukları, bu
sırada M. A.'nın müşteki D.A.'nın
“silah almaya gidiyorum, seni öldüreceğim” demek suretiyle dükkandan ayrıldığı,
bu sırada müşteki D.A.'nın babası Veysi Aslan’ı
arayarak olayı anlattığı, Veysi Aslan’ın da Siverekte
olan kardeşi Halil Aslan’ı arayarak olay yerine gitmesini istediği, maktul
Halil Aslan’ın yanında tanık S.K. olduğu halde saat 20:00 sıralarında olayın
geçtiği dükkana geldiği, maktulün dükkana geldiği sırada sanık M.A.'nın da dükkana dönmüş olduğu, maktul ile sanıkların müşteki
D.A.'nın hırsızlık yapıp yapmadığı hususunda
tartışmaya başladıkları, bir müddet sonra tartışmanın kavgaya dönüştüğü, sanıklardan
R.A, M.A., M.A ve İ.A.nın maktul Halil Aslan'ı
dövmeye başladıkları, kavga sırasında maktul Halil Aslan’ın M.A.'ya
tokat attığı, bunu gören R.A.'nın maktulü kastederek
vurun öldürün gibi sözler söylediği, R.A.'nın
sözünden etkilenen sanık M.A.nın dükkanın kapısının
yanına çekilerek dükkandan ayrıldığı sırada getirdiği ruhsatsız tabanca ile
Halil Aslan’ı hedef gözeterek ateş ederek öldürdürdüğü,
maktül Halil Aslan’ın vurulmasından sonra bu
sanıkların hep birlikte maktulü sürükleyerek dükkan dışına çıkardıkları, olay
muhalinden uzaklaşmak istedikleri, dükkanın darabalarını
indirerek uzaklaştıkları sırada elektriğe bağlı olarak çalışan sobanın bu
sanıkların telaşı sonucu devrildiği, ve dükkan içerisinde dışarısı ve çevre
için tehlike arz etmeyecek şekilde bir kısım dükkan eşyasının yanmasına
sebebiyet verdiği, bu yangının gelen itfaiye görevlilerince söndürüldüğü,
olaydan sonra kaçan ve yakalama emirlerine rağmen M.A., R.A. ve İ.A.'nın yakalanıp savunmalarının alınamadığı, olay yerinde ele
geçirilen kovan ve merminin M.A.'nın teslim ettiği
tabancadan atıldığının tespit edildiği, her ne kadar sanık M.A.'nın maktulü kendisinin ateş ederek öldürdüğünü beyan etmiş
ise de, bu beyanı kardeşini adama öldürme suçundan cezalandırmadan kurtarmaya
yönelik olduğunu iddia ettiği anlaşılmıştır."
12. Mahkemenin 19/11/2009 tarihli kararıyla sanıklar M.A., R.A
ve İ.A hakkında kasten insan öldürme, kasten yaralama, taksirle yangına
sebebiyet verme, tehdit, 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve
Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet suçları yönünden açılan
kamu davalarının ayrılmasına karar verilmiştir. Sanık M.A.nın
Halil Aslan'ı öldürdüğü, müşteki D.A.ya karşı kasten
yaralama suçunu işlediği kabul edilerek yaklaşık 26 yıl 6 ay hapis cezasıyla
cezalandırılmasına; taksirle yangına sebep olma suçundan beraatine
karar verilmiştir. Diğer sanık M.A.nın ise Halil
Aslan'ın kasten öldürülmesine yardımcı olduğu, müşteki D.A.ya
karşı kasten yaralama suçunu işlediği, suç üstlenme suçunu işlediği gerekçesiyle
yaklaşık on bir yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına; taksirle yangına sebep
olma suçundan ise beraatine karar verilmiştir.
13. Temyiz üzerine Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 17/2/2011 tarihli
kararıyla aynı müteveffa ve mağdura yönelik öldürme ve yaralama suçunun
failleri olarak yargılanan ve aralarında menfaat çatışması bulunan sanıklar M.A.
ve M.A.nın ayrı ayrı müdafiler tarafından temsil
edilmeleri gerekirken aynı müdafi tarafından temsil edilmeleri suretiyle
19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 38. maddesi ile 4/12/2004
tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 152. maddesine aykırı karar
verildiği, genel güvenliğin taksirle tehlikeye sokulması suçu yönünden verilen
beraat kararının da bu nedenle irtibatlı olduğu belirtilerek hüküm bozulmuştur.
14. Bozmaya uyularak yürütülen yargılamada Mahkemenin 20/6/2013
tarihli kararıyla İ.A hakkında kasten insan öldürme, kasten yaralama, taksirle
yangına sebebiyet verme, tehdit, 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçları yönünden
açılan kamu davalarının ayrılmasına, sanık M.A.nın beraatine, sanık R.A. hakkında açılan davanın ölüm
nedeniyle düşürülmesine karar verilmiştir. Sanık M.A.nın,
Halil Aslan'ı öldürdüğü, müşteki D.A.ya karşı tehdit
ve kasten yaralama suçlarını işlediği, ruhsatsız silah bulundurma suçunu
işlediği kabul edilerek yaklaşık 26 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına
karar verilmiştir. Diğer sanık M.A.nın ise, Halil
Aslan'ın kasten öldürülmesine yardımcı olduğu, müşteki D.A.ya
karşı kasten yaralama suçunu işlediği, ayrıca suç üstlenme suçunu işlediği
gerekçesiyle yaklaşık on bir yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar
verilmiştir.
15. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 14/10/2014
tarihli kararıyla sanık M.A. yönünden onanmıştır. Diğer sanık M.A.nın kasten öldürmeye yardım etmek suçunu işlediği
yönünde her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı, müstakil
olarak kasten yaralama suçunun işlendiği, genel güvenliğin taksirle tehlikeye
sokulması suçundan hüküm kurulmadığı, bu suçla ilgili dava zamanaşımı süresi
içinde karar verilebileceği belirtilerek hüküm bozulmuştur.
16. Mahkemece bozmaya uyularak yürütülen yargılamada 29/1/2015
tarihli kararla sanıkların genel güvenliğin taksirle tehlikeye sokulması
suçundan beraatine karar verilmiştir. M.A. ise kasten
yaralama suçundan 3 ay 10 gün hapis cezasıyla cezalandırılmıştır.
17. Karar temyiz edilmiş olup inceleme devam etmektedir.
18. Öte yandan ayırma kararı sonrasında Mahkemenin 14/2/2014
tarihli kararıyla İ.A.nın beraatine
karar verilmiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
19. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun
“Kasten öldürme” kenar başlıklı 81. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bir insanı kasten öldüren
kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır. "
20. 5237 sayılı Kanun’un “Kasten
yaralama” kenar başlıklı 86. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Kasten başkasının vücuduna acı veren veya
sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan
üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
21. Mahkemenin 12/1/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
1. Başvurucuların
İddiaları
22. Başvurucular, yakınlarının ölümü nedeniyle açılan kamu
davasının başvuru tarihi itibarıyla yaklaşık sekiz yıldır devam etmesi
nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüşler ve tazminat talebinde bulunmuşlardır.
2. Değerlendirme
23. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurunun kasten
öldürme suçu ile ilgili yürütülen ceza soruşturması ve kovuşturması ile ilgili
olduğu anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu nedenle başvurucuların tüm iddiaları
Anayasa’nın 17. maddesi ile ilişkili görülerek bu kapsamda değerlendirilmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
24. Başvurucuların, kasten öldürme sonucunda gerçekleşen ölüm
nedeniyle sadece ceza soruşturmasına yönelik şikâyetlerinin bulunduğu
görülmekte olup bu şikâyetler açısından Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen
yaşam hakkı kapsamında devletin yerine getirmek zorunda olduğu pozitif
yükümlülüklerin usule ilişkin boyutu,yaşanan ölüm
olayının tüm yönlerinin ortaya konulmasına ve sorumlu kişilerin belirlenmesine
imkân tanıyan etkili bir soruşturma yürütülmesini gerektirmektedir (Sadık Koçak
ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 94).
25. Devletin doğal olmayan her ölüm olayında gerçekleşen ölümün
sebebini ve varsa sorumlularını ortaya çıkarmaya yönelik etkili bir soruşturma
yapmamış olması, soruşturma yükümlülüğünün ihlalini doğurabilir. Zira bu tür
olaylarda etkili bir soruşturma yürütülmesi, yaşam hakkını korumak için ihdas
edilen yasal ve idari çerçevenin etkili bir şekilde uygulanmasının güvencesini
oluşturmaktadır (Filiz Aka, B.
No: 2013/8365, 10/6/2015, § 26).
26. Açıklanan nedenlerle açıkça dayanaktan yoksun olmadığı
görülen ve etkili bir soruşturma ve kovuşturma yürütülmemesi suretiyle
Anayasa'nın 17. maddesinin ihlal edildiğine dair iddialar içeren başvurunun
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
27. Kabul edilebilirlik incelemesinde de ifade edildiği gibi
Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı kapsamında devletin yerine
getirmek zorunda olduğu pozitif yükümlülüklerin usule ilişkin boyutu; doğal
olmayan her ölüm olayının tüm yönlerinin ortaya konulmasına, sorumlu kişilerin
belirlenmesine ve gerekiyorsa cezalandırılmasına imkân tanıyan etkili bir
soruşturmanın yürütülmesini gerektirmektedir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, §
54).Soruşturmanın etkililik ve yeterliliğini temin adına soruşturma
makamlarının resen harekete geçmesi ve ölüm olayını aydınlatabilecek,
sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplanması gerekmektedir.
Soruşturmada ölüm olayının nedenini veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması
imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yürütme kuralıyla çelişme
riski taşır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,
§ 57, Sadık Koçak ve diğerleri, §
94).
28. Yukarıda sayılanlara ilave olarak, yürütülecek
soruşturmalarda makul bir hızda gerçekleştirilme ve özen gösterilme zorunluluğu
da zımnen mevcuttur. Elbette ki bazı özel durumlarda soruşturmanın veya
kovuşturmanın ilerlemesine engel olan unsurlar ya da güçlükler bulunabilir.
Ancak bir soruşturmada ve devamında yapılan kovuşturmada yetkililerin hızlı
hareket etmeleri, yaşanan olayların daha sağlıklı bir şekilde
aydınlatılabilmesi, kişilerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi
ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği ya da kayıtsız kalındığı
görünümü verilmesinin engellenmesi açısından kritik bir öneme sahiptir (Deniz Yazıcı, B. No: 2013/6359,
10/12/2014,§ 96).
29. Kamu gücünün kullanımı sonucu gerçekleşen ölümlerin daha
sıkı bir şekilde incelenmesi gerekmekle birlikte başvuru konusu olaydaki gibi
doğal olmayan ölüm olaylarında olası cezai sorumluluğun tespiti adına,
soruşturma sonrasında kovuşturma aşamasına geçildiği durumlarda ilk derece
mahkemesi önündeki yargılama aşaması dâhil bütün sürecin de 17. maddenin
gereklerine cevap verebilecek nitelikte olması gerekmektedir (Benzer yöndeki
AİHM kararları için bkz. Ali ve Ayşe
Duran/Türkiye, B. No: 42942/02, 8/4/2008, § 61, Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99,
30/11/2004, §§ 95, 96). Böylece derece mahkemeleri mağdur olan kişilerin yaşam
hakkına ve maddi ve manevi varlığına karşı yapılan saldırıların cezasız
bırakılmamasını teminat altına alabilecektir (Sadık
Koçak ve diğerleri, § 77).
30. Anayasa Mahkemesinin bu konudaki kararlarında sıklıkla
belirtildiği üzere yaşam hakkı kapsamında yürütülmesi gereken ceza soruşturmalarının
amacı, yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde
uygulanmasını ve vuku bulan ölüm olayında varsa sorumluları ve sorumluluklarını
tespit etmek üzere adalet önüne çıkarılmalarını sağlamaktır. Bu, bir sonuç
yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Anayasa'nın 17.
maddesi başvuruculara belirli bir suç nedeniyle üçüncü tarafların
yargılanmalarını ya da cezalandırılmalarını sağlama hakkı vermekle birlikte bu,
tüm yargılamaların mahkûmiyetle ya da bir ceza kararıyla sonuçlandırılması
yükümlülüğünün öngörüldüğü anlamına da gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).
31. Temel anlayış bu yönde olmakla birlikte derece
mahkemelerinin, yaşamı tehlikeye soktuğu açık olan eylemlerin ve maddi ve
manevi varlığa yönelik ağır saldırıların cezasız kalmalarına imkân vermemeleri
de gerekmektedir (Filiz Aka, §
32).
32. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi tarafından ele alınması
gereken önemli bir diğer husus da derece mahkemelerinin, bu tür olaylara
ilişkin yürüttükleri yargılamalarda bir sonuca varırken Anayasa’nın 17.
maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp
yapmadıklarını ya da ne ölçüde yaptıklarını değerlendirmektir. Zira derece
mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlülükteki
yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer yaşam hakkı ihlallerinin
önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319,
16/7/2014, § 110).
33. Başvurucular; yakınları Halil Aslan'ın kasten öldürme suçu
sonucunda9/3/2007 tarihinde yaşamını yitirdiğini, davanın olgularında ve yasal
konularda bir karmaşıklık olmadığını, yargılama organlarınca süratli bir
yargılama yapılmaması sonucu davanın başvuru tarihi itibarıyla yaklaşık sekiz
yıldır devam ettiğini belirterek makul sürede bir yargı kararı elde etme
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
34. Başvuru konusu olayda Siverek Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından başvurucuların babası ve kardeşinin 9/3/2007 tarihinde öldürülmesinin
ardından başlatılan soruşturma sonucunda 2/8/2007 tarihli iddianameyle
şüpheliler M.A., R.A ve M.A hakkında 3/8/2008 tarihli iddianameyle şüpheli İ.A.
hakkında 22/1/2008 tarihli iddianameyle ise şüpheli M.A. hakkında kamu davası
açıldığı, farklı tarihlerde açılan davaların Mahkemece birleştirilmesine karar
verildiği, soruşturma ve ilk derece yargılaması aşamasında olay yeri inceleme
ve keşif tutanağı, müteveffaya ait ölü muayene ve otopsi tutanağı temin
edildiği görülmektedir. İlk Derece Mahkemesinin olaydan yaklaşık 2 yıl 8 ay
sonra 19/11/2009 tarihinde verdiği hüküm, temyiz üzerine Yargıtay 1. Ceza
Dairesinin 17/2/2011 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozmaya uyularak yürütülen
yargılama sonucunda bozma kararından yaklaşık 2 yıl 4 ay sonra 20/06/2013
tarihinde verilen hüküm, Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 14/10/2014 tarihli
kararıyla sanık M.A. yönünden onanmış; diğer sanık M.A. yönünden ise
bozulmuştur. Bozmaya uyularak yürütülen yargılama sonucu 29/1/2015 tarihinde
verilen hüküm temyiz edilmiş olup temyiz incelemesi yaklaşık iki yıldır devam
etmektedir.
35. Anayasa Mahkemesi; kural olarak doğal olmayan bir ölüm olayı
sonrasında başvurucuların yakınının öldüğü gün resen ceza soruşturmasının
açıldığı, titiz ve hızlı bir çalışma sonucunda elde edilen deliller ışığında
soruşturma ve ilk derece yargılama makamlarının olayların seyrini aydınlatmak
istediğinden kuşku duyulmadığı, yürütülen soruşturmaların ölüm nedenlerini
kesin olarak saptamaya ve sorumlu kişilerin cezalandırılmasına imkân verdiği
kanısına vardığı durumlarda -yürütülen soruşturmanın ve davaların derinliği ve
ciddiyeti üzerinde etki gösterecek nitelikte bir eksikliğin bulunmaması
koşuluyla- yürütülen soruşturmaların ve alınan kararların yetersiz veya
çelişkili olduklarının ileri sürülemeyeceğini kabul etmektedir (Sadık Koçak ve diğerleri, § 95).
36. Bununla birlikte soruşturmayı sağlayacak bir başvuru yolunun
sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp bu yolun uygulamada fiilen de
etkili olması ve başvurulan makamın ihlal iddiasının özünü ele alma yetkisine
sahip bulunması gereklidir. Başvuru yolunun ancak bir hak ihlali iddiasını
önleyebilme, devam etmekteyse sonlandırabilme veya sona ermiş bir hak ihlalini
karara bağlayabilme ve bunun için uygun bir tazminat sunabilme imkânını
bulundurması hâlinde etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir (Tahir Canan, § 26)
37. Somut olayda başlangıçta Başsavcılık soruşturması ve İlk
Derece Mahkemesi yargılaması aşamasında, yeterli derinlik ve titizlikte bir
çalışma yürütüldüğü görülebilmekle birlikte İlk Derece Mahkemesince olaydan
yaklaşık 2 yıl 8 ay sonra verilen karara ilişkin temyiz başvurusunun yaklaşık 1
yıl 3 ay sonra karara bağlandığı ve sadece 5237 sayılı Kanun’un 152. maddesinde
düzenlenen “şüpheli veya sanığın birden
fazla olması hâlinde savunma” hükümlerinin hatalı bir şekilde olayda
uygulanması gerekçesiyle kararın bozulduğu görülmektedir. Bozma sonrası yapılan
ikinci yargılamada yaklaşık 2 yıl 4 ay sonra İlk Derece Mahkemesi aynı sonuca
ulaşmış ve bu karar da yaklaşık 1 yıl 4 ay sonra 14/10/2014 tarihli kararla
kısmen bozulmuştur. Bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda 29/1/2015
tarihinde İlk Derece Mahkemesi karar vermiş, anılan karar da temyiz edilmiştir.
38. Başvuru konusu yargılamada üç defa yapılan temyiz
incelemesinin toplamda beş yıla yakın sürmesinin Yargıtay ilgili Dairesinin iş
yükünden kaynaklanmış olabileceği anlaşılmakla birlikte Anayasa’nın 36.
maddesi, hukuk sisteminin davaları makul bir süre içinde karara bağlama
yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine
getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu devlete yüklemektedir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 44). Bu kapsamda bazı istisnai hususlar dışında personel ve yargıç
sayısındaki yetersizlik ve iş yükü ağırlığı nedeniyle yargılamada makul sürenin
aşılması durumunda da yetkili makamların sorumluluğu gündeme gelmektedir (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198,
7/11/2013, § 55).
39. Somut olayda yaşanan gecikmeler nedeniyle dokuz yıldan uzun
süren yargılamanın -verilen kararın sonucunun ne olduğunun önemi olmaksızın-
özelde babalarını ve kardeşlerini kaybeden başvurucuların davanın hızla
sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği dikkate alındığında başlı başına
toplumdaki bireylerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi ve hukuka
aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği ya da kayıtsız kalındığı görünümü
verilmesinin engellenmesi açısından yeterli hız ve özende yürütülmediği
sonucuna ulaşılmıştır. Başvuru formunda, hissiyatları "yakınlarının faillerini kısmen de olsa öğrenebilmişlerse
de bu yargılama neticesinde sekiz yıllık bir süre boyunca mahkeme süreciyle
uğraştıkları ve faillerin belirlenmesi noktasında manevi olarak zarar
gördükleri" ifadeleriyle dile getirilmiştir.
40. Bu tespitler bir bütün olarak değerlendirildiğinde somut
olayda, soruşturma makamlarının resen harekete geçmesi ve gerekli tüm delilleri
elde etmesi sonucu makul bir süre içinde kovuşturma aşamasına geçildiği,
Savcılık soruşturması ve ilk derece yargılaması aşamasında ölüm olayının tüm
yönlerinin ortaya konulmasına, sorumlu kişilerin belirlenmesine ve
cezalandırılmasına imkân tanıyan bir sürecin işlediği görülmektedir. Fakat
temyiz talebi sonrasında yürütülen kovuşturmanın makul bir özen ve hızla
gerçekleştirildiğini söylemek mümkün değildir. İki dereceli yargılama sürecinde
başvurucuların davanın hızlı ve etkili bir şekilde sonuçlanmasındaki menfaati
ve gecikmesinde hiçbir dahlinin olmaması, davanın az sanıklı olması ve çok
karmaşık olmaması gibi hususlar gözönünde
bulundurulduğunda dokuz yılı aşan soruşturma ve kovuşturma süresinin makul
olmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bir bütün olarak yargılama sürecinin,
Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği hız ve yeterlilikte olmadığı sonucuna
ulaşılmıştır.
41. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence
altına alınan yaşam hakkının gerektirdiği etkili soruşturma yürütme
yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
c. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
42. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir.
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
43. Başvurucular, yaşam hakkının ihlali nedeniyle 25.000 TL
maddi ve 50.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
44. Somut olayda Anayasa’nın 17. maddesinin usule ilişkin
boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
45. Başvurucuların yakınlarının ölümü hakkında etkili ve
caydırıcı bir ceza soruşturması ve kovuşturması yürütülmemesi nedeniyle
yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararları
karşılığında -somut olayın özellikleri dikkate alınarak- başvuruculara
müştereken net 20.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucuların
uğradığını iddia ettikleri maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet
bağı bulunmalıdır. Başvurucuların bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması
nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
46. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin
başvuruculara müşterek olarak ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam
hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvuruculara müştereken net 20.000 TL manevi tazminat
ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına (Tebliğname No.3-2015/101128) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
12/1/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.