TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ŞÜKRÜ KAYA BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/1832)
|
|
Karar Tarihi: 12/3/2015
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
Raportör
|
:
|
Şükrü DURMUŞ
|
Başvurucu
|
:
|
Şükrü KAYA
|
Vekili
|
:
|
Av. Emrullah BEYTAR
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, tutukluluğun
kanuni ve makul süreyi aşması ve yargılamanın makul sürede bitirilmemesi
nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkı ile 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 12/2/2014 tarihinde
Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca 25/4/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından
19/06/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına
gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği 19/6/2014 tarihinde görüş için Adalet Bakanlığına
gönderilmiştir.
6. Adalet Bakanlığının
23/7/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu
kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı
bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Muş Cumhuriyet
Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 19/4/2007 tarihinde gözaltına
alınmış, 20/4/2007 tarihinde ise tutuklanmıştır.
9. Muş Cumhuriyet
Başsavcılığınca 28/8/2007 tarihinde düzenlenen iddianame ile başvurucu dâhil 18
şüpheli hakkında "töre saiki ile adam öldürme, sayı ve nitelik bakımından vahim
olan silah veya mermileri satın alınması, taşınması ve bulundurulması”
suçlarından kamu davası açılmıştır.
10. Davanın görüldüğü Muş Ağır
Ceza Mahkemesi, 28/7/2008 tarih ve E.2007/234, K.2008/240 sayılı kararla
başvurucunun mahkûmiyetine karar vermiştir. Anılan kararın temyiz incelemesi
sonucu Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 12/4/2010 tarihli kararı ile bozulması
sonrası yeniden başlayan yargılamada Mahkeme, 22/12/2010 tarih ve E.2010/171,
K.2010/294 sayılı kararla başvurucunun mahkûmiyetine ve tutukluluk halinin
devamına karar vermiştir.
11. Söz konusu kararın temyizi
üzerine Yargıtay 1. Ceza Dairesi 14/11/2011 tarihli kararla hükmün bozulmasına
karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir: “2. a) Dairemizin 12/04/2010 tarih ve 2961/2210 sayılı
bozma ilamına uyulmasına karar verildiği halde, bozma ilamı uyarınca aynı
maktullere yönelik kan gütme saikiyle tasarlayarak
öldürme suçunun failleri olarak yargılanan ve aralarında menfaat çatışması bulunan
sanıklar … 'nın ayrı ayrı müdafiiler
tarafından temsil edilmeleri sağlanmaksızın, aynı müdafii
tarafından temsil edilmeleri suretiyle 1136 sayılı Avukatlık Yasasının 38 ve
5271 sayılı CMK.nun 152 maddelerine aykırı
davranılması,
b) Sanıklar … ve
Şükrü Kaya hakkındaki kamu davasına konu kan gütme saikiyle
tasarlayarak öldürme suçlarının kanundaki cezasına göre; CMK.nun
188/1 maddesi uyarınca duruşmaya gelmeyen sanıklar müdafilerinin duruşmada
hazır bulunarak görevlerini yapmaya zorlanmaları, katılmadıkları oturumlardaki
bilgi, belge ve işlemlere karşı savunma yapmaya davet edilmeleri, gerektiğinde CMK.nun 150/3 maddesi uyarınca zorunlu müdafii
görevlendirilmesi yoluna gidilerek savunmada oluşan boşluk ve kısıtlılığın
giderilmesi gerektiğinin düşünülmemesi,
c) Kolluk tarafından
düzenlenen 13/07/2009 tarihli olay yeri görgü ve tespit tutanağı ile
sanıklardan A.K.'nın yakalandığında üzerinde seri
numarası bulunmayan 9 mm çaplı tabanca ile aracında 7.62 mm çaplı 75 DT 1783
seri nolu kaleşnikof marka
tüfeğin elde edildiği anlaşılmakla; olay yerinde bulunan boş kovanlar ve mermi
çekirdeklerinin sanık yakalandığında elde edilen silahlardan atılıp
atılmadığına dair ekspertiz raporu aldırılması gerektiği düşünülmeden eksik
incelemeyle hüküm kurulması, … bu nedenlerle ve irtibat
nedeniyle diğer yönleri incelenmeksizin … BOZULMASINA …”
12. Bozma ilamı sonrası tekrar
başlayan yargılamada Muş Ağır Ceza Mahkemesi 30/1/2013 tarih ve E.2011/337,
K.2013/71 sayılı kararla başvurucunun toplam 4 kez müebbet hapis cezası ile
cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. Karar,
başvurucunun yüzüne karşı tefhim etmiştir.
13. Başvurucu tutukluluğun
devamı kararına karşı kanuni süresi içerisinde itiraz kanun yoluna başvurduğuna
dair her hangi bir bilgi ve belge sunmamış, buna karşın 2/7/2013 tarihinde
Yargıtay 1. Ceza Dairesinden tahliye talebinde bulunulmasına karşın cevap
verilmediğini belirtmiştir.
14. Mahkeme kararı temyiz
edilmekle Yargıtay 1. Ceza Dairesi 25/6/2014 tarihli kararla başvurucunun
maktul Y.’a yönelik tasarlayarak ve kan gütme saikiyle öldürme suçundan kurulan hükmün onanmasına, diğer
hükümlerin ise bozulmasına karar vermiştir. Yargıtay kararının bozmaya yönelik
kısmın gerekçesi özetle şu şekildedir: Başvurucunun da dahil olduğu bir kısım
sanıklar ile ilgili kurulan kasten insan öldürme suçuna ilişkin hükümde suçun
vasfının doğru tayin edilmemesi, bir sanık hakkında kurulan hükümde yeterli
gerekçe gösterilmemesi ile bir sanık hakkında isnat edilen suçla ilgili olarak
beraat kararı verilmesi gerekirken mahkûmiyetine karar verilmesi bozmayı
gerektirmiştir.
15. Bozulan hükümler yönünden
tekrar başlayan yargılamada Mahkeme, 8/1/2015 tarih ve E.2014/333, K. 2015/6
sayılı kararla başvurucunun kasten insan öldürme suçlarından toplam 75 yıl
hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiş, söz konusu karara karşı
başvurucu haricindeki bir kısım sanıklar tarafından temyiz talebinde
bulunulmuştur.
16. Başvurucu, 12/2/2014
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
17. 4/12/2004 tarih ve 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesi şöyledir:
“(1) Kuvvetli suç şüphesinin
varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde,
şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi
beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama
kararı verilemez.
(2)
Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli
veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut
olgular varsa.
b) Şüpheli
veya sanığın davranışları;
1.
Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık,
mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında
kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3)
Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı
halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a)
26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
…
2. Kasten öldürme
(Madde 81, 82, 83),
…”
18. Aynı Kanun’un 104.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında
şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.”
19. 26/9/2004 tarih ve 5237
sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 82. maddenin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“1) Kasten öldürme
suçunun;
...
j) Kan gütme saikiyle,
k) Töre saikiyle,
İşlenmesi hâlinde, kişi ağırlaştırılmış
müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
20. Mahkemenin 12/3/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 12/2/2014 tarih ve 2014/1832
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
21. Başvurucu, 19/4/2007
tarihinden beri tutuklu bulunduğunu, davanın karmaşık bir dava olmamasına
rağmen sonuçlandırılamadığını, yargılamanın özenli yürütülmediğini, iki defa
Yargıtay tarafından yerel mahkeme kararının usulden bozulduğunu, bundan dolayı
yargılamanın makul sürede bitirilmediğini ve tutukluluk süresinin aşıldığını
belirterek, Anayasa'nın 19., 36. ve 141. maddelerinde belirtilen haklarının
ihlal edildiğini ileri sürmüş ve ihlalin tespiti ile manevi tazminat
taleplerinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
22. Başvurucunun uzun tutukluluk
şikayeti Anayasa'nın 19.maddesi, uzun yargılama şikayeti ise 36. maddenin
sağladığı haklar kapsamında değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkı
Yönünden
23. Başvurucu kanuni tutukluluk
süresinin aşıldığını ve ayrıca tutukluluğun makul süreyi de aştığını iddia
etmiştir.
24. 30/3/2011 tarih ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı 47.
maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği
tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren
otuz gün içinde yapılması gerekir. …”.
25. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün “Başvuru
süresi ve mazeret” kenar başlıklı 64. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği
tarihten, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren
otuz gün içinde yapılması gerekir.”
26. Bireysel başvurunun kabul
edilebilirlik koşullarından olan başvuru süresine riayet edilmesi şartı,
bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında resen nazara alınması gereken bir
başvuru koşuludur (B. No: 2013/1582, 7/11/2013, § 19).
27. Yukarıda belirtilen hükümler
uyarınca bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği, başvuru yolu
öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması
gerekmektedir. Bu yönüyle başvuru yollarının tüketilmesi ve başvuru süresine
ilişkin koşullar arasında yakın bir bağlantı bulunmaktadır. Ancak belirtilen
hükümlerde yer verilen olağan başvuru yolları ibaresinin, başvurucunun
şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm
sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olarak
anlaşılması gerekir. Olağan başvuru yollarının tamamının tüketilmesi ibaresinin
katı bir şekilde yorumlanması, bir takım başvurular açısından bireysel
başvurunun amacıyla bağdaşmayan neticelere yol açabilecektir. Bu nedenle,
olayın özel şartları içinde etkisiz ve yetersiz olan bir kanun yolunun
tüketilmesi şartı aranmaksızın, her bir başvuru yolunun somut başvurular
açısından etkili olup olmadığının münferiden denetlenmesi gerekmektedir (B. No:
2013/1582, 7/11/2013, § 20).
28. Devam eden tutukluluğun
hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda şikâyetlerin
temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan
sebep veya sebeplerin bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapıldığı takdirde buna
bağlı olarak ilgilinin tutukluluk halinin devamına gerekçe olarak gösterilen
hukuki sebeplerin varlığı sona erecek ve böylece kişinin serbest kalmasının
yolu açılabilecektir. Bu amaçla yapılan bir başvuruda, itiraz kanun yolunda
çekişmeli yargılama ve/veya silahların eşitliği gibi ilkelere uygun olarak bir
inceleme yapılıp yapılmadığı da dikkate alınacaktır. Dolayısıyla belirtilen
nedenlerle ve serbest bırakılmayı temin edebilecek bir karar alma amacıyla
yapılacak bireysel başvuruların, olağan kanun yolları tüketilmek şartıyla,
tutukluluk hali devam ettiği sürece yapılabilmesi mümkündür (B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 30).
29. Kişi serbest bırakılmadan
yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olmuşsa,
mahkûmiyet tarihi itibarıyla tutukluluk hali sona erer. Çünkü bu durumda
kişinin hukuki durumu "bir suç isnadına
bağlı olarak tutuklu" olma kapsamından çıkmaktadır. Bireysel
başvuru incelemesi açısından, tutuklamanın şartları ile mahkûmiyete
hükmedilmesi arasındaki esaslı fark da bunu gerektirir. Zira mahkûmiyete karar
verilmesi, şüphenin yenildiği anlamına gelmekte; isnat olunan suçun işlendiği,
bundan failin sorumlu olduğunun sübuta erdiği kabul edilmekte ve bu nedenle
sanık hakkında hürriyeti bağlayıcı cezaya ve/veya para cezasına
hükmedilmektedir. Bir başka ifadeyle tutuklu sanığın hukuki statüsü değişmekte,
tutuklanmasına neden olan (kuvvetli) şüphe yerini, her türlü şüpheden uzak bir
kabulü ifade eden "kanaat"e
bırakmaktadır. Bu nedenle mahkûmiyetle birlikte kişinin kuvvetli suç şüphesinin
ve bir tutuklama nedenine bağlı olarak tutukluluk halinin sona erdiğinin kabulü
gerekir. Bu bakımdan, mahkûmiyet kararının kesinleşmiş olması ayrıca gerekmez.
(B. No: 2013/6398, 3/4/2014, § 32).
30. Bu nedenle mahkûmiyete
ilişkin nihai kararla birlikte, sanığın tutukluluğa ilişkin hukuki statüsü ve
dolayısıyla tabi olduğu rejim değiştiğinden, 30 günlük başvuru süresinin,
itiraz yoluna başvurulmayan durumlarda, tutukluluğun hükümle birlikte devamına
dair kararın başvurucu tarafından öğrenildiği tarihten itibaren hesaplanması
gerekir (B. No: 2013/6398, 3/4/2014, § 33).
31. Somut olayda başvurucu isnat
edilen suç nedeniyle 20/4/2007 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında Muş
Ağır Ceza Mahkemesi 30/1/2013 tarihinde mahkûmiyetine ve tutukluluk halinin
devamına karar vermiştir.
32. Buna göre ilk derece
mahkemesinin 30/1/2013 tarihli mahkûmiyet ve tutukluluğun devamı kararı ile
başvurucunun tutukluluk hali bu anlamda sona ermiştir. Bu karar, başvurucunun
yüzüne karşı tefhim edilmiştir.
33. Başvurucunun, İlk Derece
Mahkemesinin 30/1/2013 tarihli tutukluluğun devamı kararına karşı kanuni süre
içerisinde itiraz talebinde bulunduğuna dair belge ve bilgi sunulmamıştır.
Başvurucunun dosyası temyiz incelemesinde iken yaptığı 2/7/2013 tarihli tahliye
talebinin bireysel başvuru süresi üzerinde etkisi bulunmamaktadır.
34. Bu belirlemeler karşısında,
kişi hürriyeti ve güvenliğine ilişkin şikayetleri içeren bireysel başvurunun,
Muş Ağır Ceza Mahkemesinin 30/1/2013 tarihli tutukluluğun devamı kararından
itibaren otuz gün içinde yapılması gerekirken 12/2/2014 tarihinde yapılan
bireysel başvuruda süre aşımı olduğu sonucuna varılmıştır.
35. Açıklanan nedenlerle,
başvurunun “kişi hürriyeti ve güvenliğinin”
ihlal edildiği yönündeki kısmının “süre
aşımı” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekmiştir.
b. Yargılamanın Makul Sürede Tamamlanmadığı İddiası
36. Başvurucunun yargılamanın
uzunluğuyla ilgili şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet
için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu
nedenle, başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı
verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
37. Başvurucu, yargılamasının
makul olmayan bir süredir devam ettiğinden şikâyetçi olmuştur.
38. Anayasa ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak
ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma
hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36.
maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa
Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok
kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında
yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
39. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No:
2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
40. Anayasa’nın 36. ve
Sözleşme’nin 6. maddeleri uyarınca kişilere, medeni hak ve yükümlülükler ile
ilgili uyuşmazlıkların yanı sıra, cezai alanda yöneltilen suç isnatlarının
makul sürede karara bağlanmasını talep hakkı tanınmıştır. Suç isnadı, bir
kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi olup,
kişiye cezai alanda yöneltilen iddianın suç isnadı niteliğinde olup olmadığının
tespitinde; iddia olunan suçun pozitif düzenlemelerdeki tasnifinin, suçun
gerçek niteliğinin, suç için öngörülen cezanın niteliği ile ağırlığının
değerlendirilmesi gerekir. Ancak isnat olunan fiil, ceza kanunlarında suç
olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun kuralları
uygulanmış ise, ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın, adil
yargılanma hakkının kapsamına girdiği kabul edilecektir (B. No: 2012/625,
9/1/2014, § 31).
41. Başvuru konusu olayda,
başvurucu, 19/4/2007 tarihinde gözaltına alınmış, 28/8/2007 tarihinde ise töre saikiyla kasten insan öldürme suçundan cezalandırılması
talebiyle hakkında kamu davası açılmıştır. Bu çerçevede başvurucu hakkındaki
suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin güvence kapsamına
girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 32).
42. Cezai alanda yöneltilen suç
isnatları ile ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, kişiye bir suç işlediği iddiasının yetkili
makamlar tarafından bildirildiği veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama
veya gözaltı gibi tedbirlerin uygulandığı an olup, somut başvuru açısından bu
tarih, başvurucunun gözaltına alındığı ve böylece isnattan haberdar olduğu
anlaşılan 19/4/2007 tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise, suç isnadına ilişkin
nihai kararın verildiği tarihtir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların
yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan,
değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara
bağlandığı tarihtir (B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 34).
43. Başvuru konusu olayda
başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma kapsamında 19/4/2007 tarihinde
gözaltına alınmış, 20/4/2007 tarihli karar ile tutuklanmıştır. Muş Cumhuriyet
Başsavcılığı 28/8/2007 tarihinde başvurucunun da aralarında bulunduğu on sekiz
şüpheli hakkında kamu davası açmıştır. Başvurucu, dört kişinin kasten
öldürülmesi suçlarını işlediği iddiasıyla yargılanmakta, maktullerden birine
yönelik kasten öldürme suçuna ilişkin hüküm kesinleşmiş, diğer üç maktulle
yönelik kasten öldürme suçuna ilişkin yargılamada ise Mahkeme, 8/1/2015
tarihinde hüküm vermiş ancak kararın temyiz aşamasında olduğu anlaşılmıştır.
Dolayısıyla başvurucu hakkındaki dava, Anayasa Mahkemesince yapılan bireysel
başvuru incelemesi sırasında hala derdesttir. Başvurucuya bir suçun isnat
edildiği 19/4/2007 tarihi ile bireysel başvurunun karara bağlandığı tarih
arasında geçen süre yaklaşık 7 yıl
10 aydır.
44. Başvurucunun yargılandığı
dosya kapsamında yargılamanın genel olarak ifadelerin alınması, haklarında
yakalama kararı bulunan bir kısım sanıkların yakalama kararlarının infazının
beklenmesi ve derece mahkemesinin verdiği kararların üç kez Yargıtay tarafından
bozulmasına karar verilmiş olması nedeniyle uzadığı, buna karşın başvurucunun
yargılamanın uzamasına neden olacak eyleminin olmadığı tespit edilmiştir.
45. 5271 sayılı Kanun’un
öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul
sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu
yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği yönünde karar verilmiştir (B. No: 2012/625, 9/1/2014, §§ 23-44).
46. Başvuruya konu davada yer
alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin
niteliği başvuruya konu yargılamanın nispeten karmaşık olduğunu ortaya koymakla
birlikte, davaya bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından farklı bir
karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu yaklaşık yedi
yıl on aylık yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna
varılmıştır.
47. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine
karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
48. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa,
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere
dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
49. Başvurucu,
20.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
50. Başvurucunun
tarafı
olduğu uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık yedi yıl on aylık yargılama süresi nazara
alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal
tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 4.400,00 TL manevi tazminat
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
51. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan 1.706,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
52. Başvuruya konu yargılamanın
yaklaşık yedi yıl on aydır devam ettiği ve bu hususun makul sürede yargılanma
hakkını ihlal ettiği gözetilerek, anayasal bir hakkın ihlal edildiği açık olan
bir yargılama dosyasında, hukuka, adalete ve mahkemeye güven ilkesinin gördüğü
zararın devam etmesinin önlenmesi amacıyla, yargılamanın mümkün olan en kısa
sürede sonuçlandırılmasını teminen, kararın bir
örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği yönündeki şikayetinin “süre aşımı” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
2. Makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 4.400,00 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 206,10 TL başvuru harcı ve 1.500,00
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.706,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
F. Kararın bir örneğinin Muş Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine,
12/3/2015
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.