TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİBÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MUSTAFA DOĞAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/1836)
|
|
Karar Tarihi: 28/9/2016
|
|
İKİNCİBÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Yakup MACİT
|
Başvurucu
|
:
|
Mustafa
DOĞAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Özcan
OLCAY
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, inançlı temlik nedeniyle açılan tapu iptali ve
tescil davasında, mahkeme ve Yargıtay kararlarında davanın sonucunu etkileyecek
esaslı iddiaların karşılanmaması, duruşmasız temyiz incelemesi yapılması,
Yargıtay onama ilamına karşı karar düzeltme yolu açık olduğu hâlde ilamda kanun
yolunun gösterilmemesi, karar düzeltme incelemesi sonucu farklı gerekçe ile
verilen yeni bozma kararına karşı karar düzeltme hakkının tanınmaması, mevzuat
ve hakkaniyete aykırı değerlendirme yapılarak karar verilmesi nedenleriyle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 12/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 27/2/2015 tarihinde kabul
edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için 25/3/2016
tarihinde Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Projesi Bilişim Sistemi (UYAP)aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
6. Başvurucu ile A.V.ye vekaleten B.D. isimli şahıs arasında
22/6/1998 tarihli "Protokol" başlıklı bir belge imzalanmıştır. H.V.
ve A.T. isimli şahıslar da belgeyi şahit sıfatıyla imzalamışlardır. Belgenin
içeriği şöyledir:
"İş bu protokol 22/6/1998 tarihinde
Mustafa Doğan ileA.V. (vekili) B.D. ile aralarında
köy önündeki tarlanın tapusu Mustafa Doğan'a verilecektir. Konuya mevzu olan
borç ödendiği zaman tapu Mustafa Doğan tarafından A.V.ye iade edilecektir. Tapu
iade edilmediği takdirde Ankara mahkemeleri yetkilidir.
Konu olan 2 milyarlık (2.000 TL) borca
karşılık 3 milyarlık (3.000 TL) senet verilmiştir."
7. A.V. protokole göre borç olarak aldığı bedelden başvurucunun
kendisinden borç aldığı ve ödemediği 1.250 TL'yi mahsup ettikten sonra kalan
750 TL ve 2.000 TL alacak ve faizini, başvurucuya otomobil vermek suretiyle
ödediğini, protokolden doğan borcu ödemesine rağmen başvurucunun taşınmazı
tapuda iade etmediğini belirterek Kazan Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme)
tapu iptali ve tescil davası açmıştır.
8. Yargılama sırasında yapılan keşif sonucunda bilirkişilerce
113.750 TL olarak belirlenen taşınmazın değeri üzerinden hesaplanan harcın
eksik kalan kısmı 8/4/2010 tarihinde davacı tarafça Mahkeme veznesine
yatırılmıştır.
9. Mahkeme 11/6/2010 tarihli ve E.2006/314, K.2010/164 sayılı
kararı ile davayı reddetmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:
"...
DELİLLER :
1- Kazan Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/207
esas sayılı dava dosyası,
2- Tapu kaydı,
3- Tapu satış senedi,
4- Protokol örneği,
5- Keşif tutanağı,
6- Bilirkişi raporu,
7- Kazan
Cumhuriyet Başsavcılığının 2009/489 hazırlık ve 2009/434 karar numaralı
soruşturma dosyası
8- Taraf vekillerinin beyanları
GEREKÇE : Dava; Borçlar Kanunu'nun 81.
maddesine göre inanç sözleşmesine dayalı olarak tapu iptal ve tescil istemine
ilişkindir.
İnanç sözleşmesi bir yandan mülkiyetin nakil
borcu doğması bakımından tarafları bağlayıcı diğer yandan mülkiyetin naklinin
sebebini teşkil etmesi bakımından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran
sözleşmedir. İnançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği
kabul edilen iddiaların ispatı herhangi bir şekle bağlı olmayan yazılı bir
delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bir belgenin sözleşmeye taraf
olanlarca imzalanması ve en geç sözleşme konusu işlem tarihinde düzenlenmiş
olması gerekli ve yeterlidir.
Davacının davasına dayanak olarak gösterdiği
protokol davalı tarafından bizzat ve davalı adına da vekil olarak B.D.
tarafından imzalanmıştır. Protokolde "İş bu protokol 22/6/1998 tarihinde
Mustafa Doğan ve A.V. vekili B.D. aralarında köy önündeki tarlanın tapusu
Mustafa Doğan'a verilecektir. Konuya mevzuu olan borcun ödendiği zaman tapu
Mustafa Doğan tarafından tekrar A.V.'ye iade
edilecektir......" belirtilmiştir. Protokoldeki imzanın davalı Mustafa
Doğan'a ait olduğu bilirkişi raporunda da tespit edilmiştir. Davacı A.V.de bu
protokolün doğru olduğunu ve protokol gereğince dava konusu taşınmazı
devrettiğini beyan etmiştir. Bu durumda protokolün Borçlar Kanunu'nun 81.
maddesine göre inanç sözleşmesi olarak değerlendirilmesi kaçınılmazdır.
İnanç sözleşmesi karşılıklı borçlanmayı içeren
bir sözleşme olduğundan bu sözleşmenin yerine getirilmesini isteyen tarafın
kendi borcunu ödemiş veya ödemeyi önermiş olması gerekir. Davacı taraf
protokolde belirtilen borcunu ödediğine dair yazılı bir belge sunamamıştır. Mahkememizce
yapılan keşif sonucu mahkememize verilen bilirkişi raporuna göre dava konusu
taşınmazın dava tarihi itibariyle değerinin 113.750 TL. olduğu tespit
edilmiştir. Bilirkişi raporu mahkememizce oluş, usul ve yasaya uygun
bulunmuştur. Davacı taraf protokoldeki borcunu ödediğini ispatlayamadığı için
dava tarihi itibariyle protokoldeki borcun protokolde belirtilen dava konusu
taşınmazın değeri olan 113.750 TL.sının depo edilmesi
için davacı tarafa kesin süre ve kesin süre verilmiştir. Ancak davacı taraf kendisine
verilen sürelere rağmen ara kararlarının gereğini yerine getirmemiştir. Buna
göre davanın reddine karar verilmesi gerektiği kanısına varılmıştır."
10. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin
21/9/2011 tarihli ve E.2011/9608, K.2011/10169 sayılı ilamı ile bozulmuştur.
İlam gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"...
1-Davada “protokol” başlıklı 22/6/1998 tarihli
sözleşmeye dayanılmıştır. Bu sözleşmede, davacının köy mevkiindeki (633 sayılı
parsel) tarlanın tapusunu davalıya vereceği, davacıya verilen borcun ödenmesi
halinde tapunun tekrar davacıya iade edileceği yazılıdır.
Türk Medeni Kanunu'nun 873. madde hükmü “Borç
ödenmezse alacaklı, alacağını rehinli taşınmazın satış bedelinden elde etmek
hakkına sahiptir. Borcun ödenmemesi halinde rehinli taşınmazın mülkiyetinin
alacaklıya geçeceğine ilişkin sözleşme hükmü geçersizdir. Aynı alacak için
birden çok taşınmazın rehnedilmiş olması halinde, rehnin paraya çevrilmesi istemi, taşınmazların tamamı
hakkında yapılır. Bununla birlikte, icra dairesi onlardan ancak gerektiği
kadarını paraya çevirir” şeklindedir. Görülüyor ki, yasanın ikinci fıkrasındaki
hükmün amacı, alacaklının, borçlunun ödemezlik
durumundan yararlanarak, taşınmazı elde etmesini önlemek, kısaca borçluyu
korumaktır. Buna Roma Hukukundan gelen bir deyimle “Lex
Comissoria Yasağı” denilmektedir.
Somut uyuşmazlıkta, çekişme konusu taşınmaz
mülkiyeti alacağın teminatı olmak üzere davalıya geçirildiğine (rehin
edildiğine), mülkiyet nakline ilişkin sözleşmenin anılan yasa kuralı uyarınca
geçersiz olması nedeniyle davacı rehin konusu taşınmaz mülkiyetinin iadesini
isteyebilir.
Mahkemece yapılan bu saptamaya göre, davanın
kabulü gerekirken, bazı nedenlerle reddi doğru olmamıştır.
..."
11. Başvurucunun karar düzeltme talebi üzerine Daire, 12/1/2012
tarihli ve E.2011/15113, K.2012/143 sayılı ilamı ile 21/9/2011 tarihli bozma
ilamını kaldırarak farklı bir gerekçe ile mahkeme kararını bozmuştur. İlamın
gerekçesi şöyledir:
"...
Davadaki istemin dayanağı, 22/6/1998 tarihli
“protokol” başlıklı belgedir. Burada, davacının köy önü mevkiindeki (633 sayılı
parsel) mülkiyetini davalıya aldığı 2.000 TL borca karşılık devrettiği, borcun
ödenmesi halinde tapunun tekrar davacıya iade edileceği yazılıdır.
Bir taşınmaz mülkiyetini devreden malikin
devralanın bu taşınmazı belli bir amaç için kullandıktan sonra tekrar kendisine
veya onun belirleyeceği üçüncü bir şahsa geri temlik edeceği inancıyla taşınmaz
mülkiyetini devretmesine “inançlı temlik” denilmektedir. İnançlı temlikte,
taşınmaz mülkiyetini devralan yeni malik belli koşulların gerçekleşmesi
halinde, taşınmaz mülkiyetini tekrar geri temlik etmeye taahhüt etmektedir.
Burada her iki tarafın başlangıçtaki amacı da mülkiyeti nakletmek olduğundan,
mülkiyetin alıcıya geçişi muteberdir. İnançlı temlikler daha çok kredi temin
amacıyla yapılmaktadır. İnançlı temlikte rehin verilecek yere işlemin başında
taşınmaz mülkiyeti alacaklıya geçirilmekte, sözleşmede kararlaştırılan borcun
ödenmesi halinde ise borçlu alacaklıdan mülkiyetin iadesini talep yetkisi
kazanmaktadır.
Yapılan bu açıklamalara göre, taraflar
arasındaki 22/6/1998 tarihli sözleşmenin nitelendirilmesinde Dairemizce
yanılgıya düşüldüğü anlaşıldığından mahkemece yapılması gereken iş, bilirkişi
incelemesi yaptırılarak 22/6/1998 tarihli sözleşmeyle davacı tarafından
davalıya karz olarak verilen 2.000 TL’nin dava
tarihindeki güncelleştirilmiş değerini saptamak, bulunacak miktarı davalıya
ödenmek üzere davacıya depo ettirmek, bedelin depo edilmesi halinde birlikte
ifa kuralları doğrultusunda davayı kabul etmek, aksi takdirde reddetmek
olmalıdır.
Bu açıklamalar doğrultusunda, davalının
yerinde olan karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin bozma ilamının
kaldırılarak hükmün belirtilen gerekçe ile bozulmasına karar vermek
gerekmiştir.
..."
12. Başvurucu yeniden karar düzeltme talebinde bulunmuş, Daire
17/5/2012 tarihli ve E.2012/6021, K.2012/7087 sayılı ilamı ile mülga 18/6/1927
tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun yürürlükte olan 442.
maddesi gereğince aynı ilam hakkında bir defadan fazla karar düzeltme yoluna
başvurma imkanının bulunmadığını belirterek dilekçenin reddine karar vermiştir.
13. Bozma üzerine dosya Mahkemenin E.2012/267 sırasına kaydedilmiş,
bozma ilamına uyularak yargılamaya devam edilmiştir.
14. Mahkeme, 25/6/2013 tarihli ve K.2013/209 sayılı kararı ile
davayı kabul etmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"...
Davadaki istemin dayanağı, 22/6/1998 tarihli
“protokol” başlıklı belgedir. Burada, davacının köy önü mevkiindeki (633 sayılı
parsel) mülkiyetini davalıya aldığı 2.000 TL borca karşılık devrettiği, borcun
ödenmesi halinde tapunun tekrar davacıya iade edileceği yazılıdır.
Bir taşınmaz mülkiyetini devreden malikin devralanın
bu taşınmazı belli bir amaç için kullandıktan sonra tekrar kendisine veya onun
belirleyeceği üçüncü bir şahsa geri temlik edeceği inancıyla taşınmaz
mülkiyetini devretmesine “inançlı temlik” denilmektedir. İnançlı temlikte,
taşınmaz mülkiyetini devralan yeni malik belli koşulların gerçekleşmesi
halinde, taşınmaz mülkiyetini tekrar geri temlik etmeye taahhüt etmektedir.
Burada her iki tarafın başlangıçtaki amacı da mülkiyeti nakletmek olduğundan,
mülkiyetin alıcıya geçişi muteberdir. İnançlı temlikler daha çok kredi temin
amacıyla yapılmaktadır. İnançlı temlikte rehin verilecek yere işlemin başında
taşınmaz mülkiyeti alacaklıya geçirilmekte, sözleşmede kararlaştırılan borcun
ödenmesi halinde ise borçlu alacaklıdan mülkiyetin iadesini talep yetkisi kazanmaktadır.
Mahkememizce bilirkişi incelemesi yaptırılarak
22/6/1998 tarihli sözleşmeyle davacı tarafından davalıya karz
olarak verilen 2.000 TL’nin dava tarihindeki güncelleştirilmiş değeri
belirlenmiştir. Hesap uzmanı bilirkişi Şerife Bayar davalıya karz olarak verilen 2000 TL'nin dava tarihindeki değerini
9471,73 TL olarak tespit etmiştir. Bilirkişi raporunda belirtilen ilmi ve
teknik veriler ile ulaşılan netice mahkememizce de benimsenmiştir. Bilirkişi
tarafından belirlenen 9471,73 TL davacı tarafça mahkememiz veznesine depo
edilmiştir. Bu itibarla davanın kabulüne karar vermek gerekmiştir."
15. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin
2/12/2013 tarihli ve E.2013/13235, K.2013/14949 sayılı ilamı ile onanmıştır.
İlamın ilgili kısmı şöyledir:
"...
Mahkemece, Dairemizin bozma ilamı
doğrultusunda araştırma ve inceleme yapılarak verilmiş olan karar usul ve
yasaya uygun bulunduğundan yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle
hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının temyiz edene yükletilmesine,
2/12/2013 tarihinde oybirliği ile karar verildi."
16. Onama ilamı 14/1/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş
12/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
17.Başvuruya konu davadan önce başvurucu Kazan Asliye Hukuk
Mahkemesinin E.2004/586 sayılı dosyasında dava konusu yere ilişkin el atmanın
önlenmesi ve ecrimisil davası açmış, yargılama
sırasında alınan protokole ilişkin 12/7/2006 tarihli kriminal
raporda belgedeki imzanın başvurucuya ait olduğu, belge üzerindeki "Konu olan 2 milyarlık (2.000 TL) borca karşılık 3
milyarlık (3.000 TL) senet verilmiştir." yazısının farklı bir
mürekkepli kalemle söz konusu bölüme yazıldığı belirtilmiştir.
18.Bu arada başvurucu, yargılama sırasında protokolün sahte
olduğunu iddia ederek Kazan Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda
bulunmuştur. Başvurucunun soruşturma sırasında düzenlenen 6/4/2009 tarihli
ifade tutanağındaki beyanı şöyledir:
"Ben halen belirttiğim adreste ikamet
ederim. İşçi emeklisiyim. Şuan için herhangi bir işle uğraşmam. Şikâyet dilekçemde
belirttiğim hususlar doğrudur tekrar ederim. Şüpheli A.V.den
tam tarihini hatırlayamıyorum ancak 9 yıl önce Dağyaka
Köyü/Kazan da bulunan bir tarla aldım. Kendisi
ile bu satış işlemi üzerine şikayet dilekçem ekinde bulunan bir protokol
imzaladık. Daha sonra benim haberim olmadan bu protokolün altına kendisinin
bana borcu olduğunu bu borcu ödeyince de tarlayı kendisine vereceğime dair
kendi yazısı ile haberim olmadan eklemiştir. Bu protokolde şüpheli A.V.nin vekili sıfatı ile B.D.nin
imzası vardır. B.D.nin de bu suça iştirak ettiğini
düşünmekteyim. Halbuki böyle bir borç söz konusu değildir. Ben tarlayı 30,000
TL karşılığında şüpheli A.V.den aldım. Tapusu
bendedir. Ben evrak üzerinde yanlış beyan bulunarak sahtecilik yapan
şüphelilerden şikâyetçiyim."
19. Başvurucunun soruşturma kapsamında alınan 21/5/2009 tarihli
beyanı ise şöyledir:
"Ben
daha önce vermiş olduğum dilekçemde A.V.nin benim
imzamı taşına boş bir belge ele geçirerek benim bilgim ve muvafakatım
dışında doldurduğunu belirtmiş isem de bu doğru değildir. Boş
belgenin imzalı olarak ele geçirilip geçirilmediğini hatırlamıyorum. Protokolün
sonradan eklenen iki satırı dışında üstteki kısımlarını düzenleyip
düzenlemediğimizi de hatırlamıyorum.
Soru: 06/04/2009 tarihli ifadenizde şüpheli A.V.den dokuz yıl önce tarla satın aldığınızı ve şikayet
dilekçesi ekindeki protokolü imzaladığınızı belirttiğiniz halde bu protokolün
nasıl düzenlendiğini hatırlamadığınızı beyan ediyorsunuz. Bu çelişkiyi açıklayınız.
Cevap: Ben
savcılıkta 6/4/2009 tarihinde verdiğim ifadede bu protokolü imzaladığımızı
söylemiş isem de yanlış söylemişim. Doğrusu ben A.V. ile böyle bir protokol imzalamadım. Buna karşılık kriminal incelemede protokolün altındaki imza bana ait
çıktı. Bu imzayı ne zaman ve nasıl attığımı hatırlamıyorum. Benim önceki
dilekçemde ve beyanımda şikayet ettiğim husus bu protokolün altına sonradan
eklenen "konu olan 2 milyarlık borca karşılık 3 milyarlık senet
verilmiştir" şeklindeki ilave yazıdır. Bu yazıyı sonradan protokole yazmışlar.
Benim başkaca söyleyeceğim bir husus yoktur dedi"
20. Kazan Cumhuriyet Başsavcılığı 22/6/2009 tarihli ve
E.2009/489, K.2009/434 sayılı kararı ile kovuşturmaya yer olmadığına karar
vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"...
Müşteki tarafından şüphelilerden A.V.den 9 yıl önce Dağyaka
köyünde bir tarla aldığı ve şikayet dilekçesi ekinde sunduğu protokolü
imzaladığını, bu protokolün sonuna kendisinden habersiz şüpheliler tarafından
“konu olan 2 milyarlık borca karşılık üç milyarlık senet verilmiştir” şeklinde
ilave yapıldığı iddiasıyla şikayette bulunulduğu, müştekinin şikayet dilekçesi
ile Cumhuriyet Başsavcılığında verdiği ifadeler arasında protokolün
verilmesiyle ilgili olarak esaslı çelişkiler bulunduğu, yeniden alınan
ifadesinde protokolü imzaladığını kabul etmediği, oysa Asliye Hukuk
Mahkemesinde yürütülen davada alınan bilirkişi raporuna göre imzanın müştekiye
ait olduğunun anlaşıldığı, protokolde imzası olan bütün kişilerin alınan
ifadelerinde eklemenin sonradan yapıldığını doğrulamakla birlikte teminat
olarak tapuda devri yapılacak taşınmazın devrinin verilmesinden önce yapılan
ilavenin müşteki de dahil imzası bulunanların huzurunda yapıldığını beyan
ettikleri, müştekinin sonradan eklenen kısım ile ilgili olarak, taşınmazın
teminat olarak verildiği ve borcun ödenmesinden sonra iade edileceği hususları
gösterilmiş ise de bu hususların ihtilaflı olmayan ve müşteki tarafından da ilk
ifadesinde kabul edilen protokol metnine dahil olduğu, itiraz edilen ilavenin
ise borcun miktarı ve verilen senede ilişkin olduğu, bununda onun bilgisi
dışında sonradan ilave edilmeyip protokolde imzası bulunanlar huzurunda
yapıldığı anlaşıldığından,
CMK'nın 172. maddesi gereğince kamu adına KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA,
..."
21. Başvurucunun kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yaptığı
itiraz, Sincan Ağır Ceza Mahkemesinin 16/11/2009 tarihli ve E.2009/1950 Değişik
iş sayılı kararı reddedilmiş ve aynı tarihte kesinleşmiştir.
B. İlgili Hukuk
22. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 19.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin
belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek
amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve
ortak iradeleri esas alınır."
23. 6098 sayılı Kanun'un 97. maddesi şöyledir:
"Karşılıklı borç yükleyen bir sözleşmenin
ifası isteminde bulunan tarafın, sözleşmenin koşullarına ve özelliklerine göre
daha sonra ifa etme hakkı olmadıkça, kendi borcunu ifa etmiş ya da ifasını
önermiş olması gerekir."
24. 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun 81.
maddesi şöyledir:
“Mütekabil taahhütleri muhtevi olan bir akdin
ifasını talep eden kimse, akdin şartlarına ve mahiyetine nazaran bir ecelden
istifade hakkını haiz olmadıkça kendi borcunu ifa etmiş veya ifasını teklif
eylemiş olmak lazımdır.”
25. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun 199. maddesi şöyledir:
“Uyuşmazlık konusu vakıaları ispata elverişli
yazılı veya basılı metin, senet, çizim, plan, kroki, fotoğraf, film, görüntü
veya ses kaydı gibi veriler ile elektronik ortamdaki veriler ve bunlara benzer
bilgi taşıyıcıları bu Kanuna göre belgedir.”
26. 6100 sayılı Kanun'un 200. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri,
değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan
hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri ikibinbeşyüz Türk Lirasını geçtiği takdirde senetle ispat
olunması gerekir. Bu hukuki işlemlerin miktar veya değeri ödeme veya borçtan
kurtarma gibi bir nedenle ikibinbeşyüz Türk
Lirasından aşağı düşse bile senetsiz ispat olunamaz."
27. 6100 sayılı Kanun'un 201. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
"Senede bağlı her çeşit
iddiaya karşı ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak
veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler ikibinbeşyüz
Türk Lirasından az bir miktara ait olsa bile tanıkla ispat olunamaz."
28. 6100 sayılı Kanun'un 207. maddesi şöyledir:
“Senetteki çıkıntı, kazıntı veya silinti
ayrıca onanmamışsa, inkâr hâlinde göz önünde tutulmaz. Bu tür çıkıntı, kazıntı
veya silinti mahkemece senedin geçerliliğine ve anlamına etkili olacak
nitelikte görülürse, senet kısmen veya tamamen hükümsüz sayılabilir."
29. 6100 sayılı Kanun'un 208. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Taraflardan biri, kendisi tarafından
düzenlendiği iddia edilen bir belgedeki yazı veya imzayı inkâr etmek isterse,
sahtelik iddiasında bulunmalıdır; aksi hâlde belge, aleyhine delil olarak
kullanılır."
30. 6100 sayılı Kanun'un 209. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Resmî senetlerdeki yazı veya imza inkâr
edildiğinde, senetteki yazı veya imzanın sahteliği, ancak mahkeme kararıyla
sabit olursa, bu senet herhangi bir işleme esas alınamaz.”
31. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 5/2/1947
tarihli ve E.1945/20, K.1947/6 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
“Gerek menkule gerekse gayrimenkule taalluk
etsin namı müstear hadiselerinde mesele bir istihkak ve mülkiyet davası
mahiyetini geçemeyeceğinden ne resmi senet ne de şekil meselesi bahis mevzuu
olamaz .Nitekim; öteden beri mahkemeler vaki olan bu kabil ikrarlara müsteniden
hüküm vermekte ve meselede bir şekil meselesi görmemektedirler. Bundan başka
meseleyi zatı akitte ve isimlerde muvazaayı dahi şumulüne
alan ve netice itibariyle namı müsteara müncer olan on sekizinci madde hükmü
çerçevesi içinde mütalaa kanunun ruh ve maksadına muvafık olur.
Bu esasların müzakere ve münakaşasından sonra
bir senede karşı dermeyan olunan iddiaların aynı kuvvette senetle ispatı
gerekli olup olmaması meselesine de temas edilmiş ve Medeni Kanunun yedi ve
yirmi dokuz ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 290. maddeleri sarahatından açıkça anlaşıldığı üzere kanunlarımız daha
ziyade nazari olan bu düşünceyi kabul etmediğinden bunun üzerinde daha fazla
durulmaya da lüzum görülmemiştir.
Sonuçta oylara başvurularak yukarıdaki
sebeplere binaen namı müstear davalarının mesmu ve
yazılı delil ile ispatı caiz olduğuna üçte ikiyi geçen çoklukla 5/2/1947
tarihinde karar verilmiştir.”
32. 2/7/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanunu'nun 14/7/2004 tarihli ve 5219 sayılı Kanun'un 2. maddesiyle
değiştirilen 427. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"... Alacağın tamamının dava edilmiş olması halinde, hükümde, asıl
isteminin kabul edilmeyen bölümü birmilyar lirayı
geçmeyen tarafın temyiz hakkı yoktur; şu kadar ki karşı tarafça temyiz yoluna
başvurulması halinde, düzenleyeceği cevap dilekçesinde temyize ilişkin
itirazlarını ileri sürmesi mümkündür.
438 inci maddenin birinci fıkrasındaki onmilyar liralık duruşma sınırı ile 440 ıncı
maddenin üçüncü fıkrasının birinci bendindeki altımilyar
liralık karar düzeltme sınırının belirlenmesinde yukarıdaki fıkra hükmü kıyasen
uygulanır.
..."
33. 1086 sayılı mülga Kanun'un 438. maddesinin birinci ve
dördüncü fıkrası şöyledir:
"Yargıtay temyiz incelemesini dosya
üzerinde yapar. Ancak tüzelkişiliğin feshine veya genel kurul kararlarının
iptaline, evlenmenin butlanına veya feshine, boşanma veya ayrılığa, velayete,
nesebe ve kısıtlamaya ilişkin davalarla miktar veya değeri onmilyar
lirayı aşan alacak ve ayın davalarında taraflardan biri temyiz dilekçesi veya
cevap dilekçesinden duruşma yapılmasını istemiş ise, Yargıtayca
bir gün belli edilerek taraflara usulen tebligat yapılır. Tebliğ tarihi ile
duruşma günü arasında en az onbeş gün bulunması
gerekir; taraflar gelmişlerse bu süreye bakılmaz. Tebligat gideri verilmemişse
duruşma isteği dikkate alınmaz."
"Duruşma günü belli edilen hallerde
Yargıtay, tarafları veya gelen tarafı dinledikten sonra ve taraflardan hiç biri
gelmemiş ise dosya üzerinde inceleme yaparak kararını o gün tefhim eder."
34. 1086 sayılı mülga Kanun'un 440. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"...
Yargıtayın aşağıdaki kararları hakkında karar düzeltmesi yoluna gidilemez
1– Miktar veya değeri altımilyar
liradan az olan davalara ait hükümlerin onanması veya bozulmasına ilişkin
kararlar
..."
35. 1086 sayılı mülga Kanun'un 442. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Aynı ilam aleyhine bir defadan ziyade
tashihi karar talebi mesmu olmadığı gibi tashihi
karar arzuhalinin reddine veya kabuliyle kararı
sabıkın tadiline dair sudur eden hükümlere karşı dahi tashihi karar caiz
değildir."
36. 1086 sayılı mülga Kanun'un ek 2. maddesi şöyledir:
"Görev, kesin hüküm, Yargıtayda
duruşma, karar düzeltme ve senetle ispata ilişkin maddelerdeki parasal
sınırlar, 1 Ocak 1990 tarihinden itibaren dört katı olarak uygulanır. Bu
uygulama nedeniyle görevsizlik kararı verilemez."
37. 1086 sayılı mülga Kanun'un ek 3. maddesi şöyledir:
"Görev, kesin hüküm, Yargıtayda duruşma,
karar düzeltme, senetle ispata ve sulh mahkemelerindeki taksim davalarında
muhakeme usulünün belirlenmesine ilişkin maddelerdeki parasal sınırlar,
1/1/1998 tarihinden itibaren iki, 1/1/2000 tarihinden itibaren dört katı olarak
uygulanır. Bu uygulama nedeniyle mahkemelerce görevsizlik kararı
verilemez."
38. 1086 sayılı mülga Kanun'un ek 4. maddesi şöyledir:
"Görev, kesin hüküm, istinaf, temyiz, Yargıtayda duruşma, senetle ispata ve sulh mahkemelerindeki
taksim davalarında muhakeme usulünün belirlenmesine ilişkin maddelerdeki
parasal sınırlar; her takvim yılı başından geçerli olmak üzere, önceki yılda uygulanan
parasal sınırların; o yıl için 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298
inci maddesi hükümleri uyarınca Maliye Bakanlığınca her yıl tespit ve ilân
edilen yeniden değerleme oranında artırılması suretiyle uygulanır. Bu şekilde
belirlenen sınırların onmilyon lirayı
aşmayan kısımları dikkate alınmaz. Bu uygulama nedeniyle mahkemelerce
görevsizlik kararı verilemez.
Yukarıdaki fıkra uyarınca her takvim yılı başından geçerli olmak üzere
uygulanan parasal sınırların artışı, artışın yürürlüğe girdiği tarihten önce
ilk derece mahkemelerince nihaî olarak karara bağlanmış davalar ile bölge
adliye mahkemesi kararı üzerine yeniden bakılan davalarda ve Yargıtayın bozma kararı üzerine kararı bozulan mahkemece
yeniden bakılan davalarda uygulanmaz."
39. 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun
mükerrer 298. maddesi şöyledir:
"...B) Yeniden değerleme oranı, yeniden değerleme yapılacak yılın
Ekim ayında (Ekim ayı dahil) bir önceki yılın aynı dönemine göre Devlet
İstatistik Enstitüsünün Toptan Eşya Fiyatları Genel Endeksinde meydana gelen
ortalama fiyat artış oranıdır. Bu oran Maliye Bakanlığınca Resmî Gazete ile
ilân edilir. ..."
40. 1086 sayılı mülga Kanun'un geçici 2. maddesi şöyledir:
"Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı
Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş,
Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci
maddesi uyarınca Resmî Gazetede ilân edilecek göreve başlama tarihinden önce
aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla
yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına
devam olunur."
41. 6100 sayılı Kanun'un geçici 3. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkrası şöyledir:
"Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004
tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye
Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazete’de
ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize
ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.
Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama
tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye
kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan
değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam
olunur."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
42. Mahkemenin 28/9/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
43. Başvurucu;
i. Aleyhine açılan tapu iptali ve tescil davasında, davacının
dosyaya sunduğu "Protokol" başlıklı belgede geçen "konu olan 2 milyarlık borca karşılık üç milyarlık
senet verilmiştir" ibaresinin farklı bir mürekkepli kalemle
yazıldığının tespit edildiğini, sonradan eklenen bu kısımda kendi imza veya
parafının bulunmadığını, Kazan Cumhuriyet Başsavcılığının E.2009/489 sayılı
hazırlık dosyasında belgeyi düzenleyenlerin ve tanıkların bu ibarenin belgeye
sonradan eklendiğini kabul ettiklerini, bilgisi dışında eklenen kısmın yok
hükmünde olduğunu, Mahkemece ilk kararda taşınmazın güncel değeri üzerinden
değerlendirme yapılarak depo kararı verildiğini, para yatırılmadığı için de
davanın reddedildiğini, gerekçeli kararda eklenen kısmın yok sayıldığı
hususunun açıkça belirtilmediğini, Mahkemenin bozma ilamına uyarak belgeye
sonradan ilave edilen imza ve paraf da atılmayan kısmı, Kanuna aykırı bir
şekilde dikkate aldığını ve taşınmazın değerini buna göre belirlediğini, bu
açıdan delillerin yanlış değerlendirildiğini, hukuk kurallarının hatalı
yorumlandığını, savcılık soruşturma dosyası ve bilirkişi raporunun yeterli
ölçüde incelenmediğini,
ii. Hakkaniyete uygun olarak verilen ilk kararın Yargıtay
tarafından dava konusu taşınmazın rehin olarak verildiği belirtilerek
bozulduğunu, karar düzeltme talebi üzerine Yargıtayın
bozma ilamını kaldırarak olayda inançlı temlik olduğunu belirtmek suretiyle
yeniden bozma kararı verdiğini, Yargıtayın farklı bir
gerekçeyle bozma kararı vermesi üzerine bu karara karşı yeniden karar düzeltme
başvurusu yapma hakkının doğduğunu ancak bu talebinin reddedildiğini,
iii. Mahkeme ve Yargıtayın davanın
esasını etkileyecek nitelikteki itirazlarına cevap vermediğini, kararların bu
yönden gerekçesiz olduğunu,
iv. Bozma sonrası verilen karara karşı duruşmalı temyiz
talebinde bulunduğunu, gerekli giderleri yatırdığını, buna rağmen Yargıtay
tarafından bu talebiyle ilgili karar verilmeksizin incelemenin duruşmasız
yapıldığını,
v. Nihai karar olan 2/12/2013 tarihli onama ilamına karşı karar
düzeltme yolunun açık olup olmadığının kararda gösterilmemesi nedeniyle bu yola
da başvuramadığını, karar nedeniyle taşınmazının düşük bedelle elinden
çıktığını,
belirterek Anayasa’nın 35. ve 36. maddelerinde güvence altına
alınan mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve
yargılamanın yenilenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
44. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamında
korunmaya değer bir menfaatinin var olup olmadığı, varsa kamunun müdahalesinin
bulunup bulunmadığına yönelik iddiaları yargılamanın sonucuna bağlı olduğundan
başvurucunun bu yöndeki şikâyetleri adil yargılanma hakkı kapsamında
incelenmiş, mülkiyet hakkı yönünden ayrıca bir inceleme yapılmamıştır.
45. Başvurucunun, ilk derece mahkemesi ve Yargıtay kararlarında
davanın esasını etkileyecek nitelikteki itirazlarına cevap verilmediğine
yönelik şikâyetinin ise gerekçeli karar hakkının ihlali iddiası kapsamında;
yargılamada dava konusu "Protokol" başlıklı belgeye sonradan ilave
edilen, imza ve paraf da atılmayan kısmın dikkate alındığı, taşınmazın
değerinin buna göre belirlendiği, bu açıdan delillerin yanlış
değerlendirildiği, hukuk kurallarının hatalı yorumlandığı, savcılık soruşturma
dosyası ve bilirkişi raporunun yeterli ölçüde incelenmediği ve dikkate
alınmadığı yönündeki şikâyetlerinin yargılamanın sonucunun adil olmadığı
iddiası kapsamında değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
46. Bunun yanında temyiz aşamasında duruşma talebi olmasına
rağmen bu talebine ilişkin hiçbir değerlendirme yapılmadan temyiz incelemesinin
yapılması, onama ilamında karar düzeltme yolunun gösterilmemesi nedeniyle kanun
yoluna başvurma hakkından yoksun bırakılması ve 12/1/2012 tarihli bozma ilamına
karşı karar düzeltme incelemesinin yapılmamasına ilişkin şikâyetleri ayrı
başlıklar altında değerlendirilmiştir.
1. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
47. Başvurucu, "Protokol" başlıklı belgenin son
kısmına bilgisi olmadan yapılan ilavede imza ya da parafının bulunmadığını, bu
durumun bilirkişi raporu ile tespit edildiğini ve davacı tarafından ikrar edildiğini,
buna rağmen belgeye ilave edilen kısmın hangi nedenle davada esas alındığı
hususuna yönelik itirazlarının Mahkeme ve Yargıtay ilamında cevaplandırılmadığını
belirterek gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
48. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması, kanun yoluna başvurma
olanağını etkili kullanabilmek ve mahkemelere güveni sağlamak açısından hem
tarafların hem kamunun menfaatini ilgilendirmekte olup kararın gerekçesi
hakkında bilgi sahibi olunmaması, kanun yoluna müracaat imkânını da işlevsiz
hâle getirecektir. Bu nedenle mahkeme kararlarının dayanaklarının yeteri kadar
açık bir biçimde gösterilmesi zorunludur (Tahir
Gökatalay, B. No. 2013/1780, 20/3/2014, §
66).
49. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma
hakkının unsurlarından biri olmakla beraber, bu hak yargılamada ileri sürülen
her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz.
Bu nedenle gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre
değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini
gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak
ihlaline neden olacaktır. Bunun yanı sıra kanun yolu mahkemelerince verilen
karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması da her zaman bu hakkın ihlal edildiği
şeklinde yorumlanmamalıdır. Kanun yolu mahkemelerince verilen bu tür
kararların, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin kabul
edilmiş olduğu şeklinde yorumlanması uygun olup bu durumda, üst dereceli
mahkeme tarafından önceki mahkeme kararının gerekçesinin benimsendiği kabul
edilmelidir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya
İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti.,
B. No. 2013/1213, 4/12/2013, § 26).
50. Somut başvuru açısından; Savcılık soruşturma dosyası ve kriminal raporun dava dosyasına celp edildiği, Mahkemenin
soruşturma kapsamında yer alan başvurucunun şikâyet dilekçesi, 6/4/2009 ve
21/5/2009 tarihli beyanları ve tüm delilleri gözönüne
alarak belgeye sonradan eklendiği belirtilen ibareyi davada esas alarak hüküm
kurduğu, bu açıdan belgeye eklendiği iddia edilen kısmın davada esas
alınamayacağına ilişkin iddialarının esasa yönelik yapılan değerlendirme
çerçevesinde zımnen reddedildiği, başka bir ifadeyle kararın ve bu karara atıf
yapan Yargıtay ilamının gerekçesi ile belgeye sonradan eklendiği iddia edilen
ibarenin taşınmazın değer tespitinde esas alınması olgusu arasında neden sonuç
ilişkisinin kurulabildiği, dolayısıyla bu hususta Mahkemenin ayrı bir
açıklamada bulunmamasının, kararın gerekçeden yoksun olduğu sonucunu
doğurmayacağı anlaşılmıştır. Yine Mahkemenin gerekçesi ve dosya kapsamındaki
delillere açıkça atıf yapan Yargıtay onama ilamının gerekçesiz olduğundan da
bahsedilemeyeceği açıktır. Bu açıdan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine
yönelik iddianın yerinde olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
51. Başvurucuların gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlalin
olmadığının açık olduğu anlaşılmakla birlikte başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Temyiz Aşamasında Duruşma Yapılmamasına İlişkin
İddia
52. Başvurucu temyiz aşamasında duruşma talebi olmasına rağmen
bu talebine ilişkin hiçbir değerlendirme yapılmadan duruşmasız inceleme
yapıldığını ileri sürmüştür.
53. Başvurucunun söz konusu iddiası, yargılama sürecinde temyiz
aşamasında sözlü beyanda bulunmasına imkân tanınmamış olmasına yönelik
olduğundan ilgili iddianın aleni yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi uygun
görülmüştür.
54. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Mahkeme, ... açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir."
55. 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasına
göre Anayasa Mahkemesince açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemez
olduğuna karar verilebilir. Başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı,
iddialarının salt kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu,
temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu
açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular
açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir.
56. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkının temel unsurlarından biri de Anayasa'nın 141. maddesinde
düzenlenen yargılamanın açık ve duruşmalı yapılması ilkesidir. Ancak “duruşmalı
yargılama hakkı”, her türlü yargılamanın mutlaka duruşmalı yapılması
zorunluluğu anlamına gelmez. Adil yargılama ilkelerine uyulmak şartıyla usul
ekonomisi ve iş yükünün azaltılması gibi amaçlarla bazı yargılamaların
duruşmadan istisna tutulması ve duruşma yapılmaksızın karara bağlanması
anayasal hakların ihlalini oluşturmaz. Özellikle ilk derece mahkemeleri önünde
duruşmalı yargılama yapılıp karar verildikten sonra kanun yolu incelemesinin,
tarafların iddia veya savunmaları yazılı olarak alındıktan sonra dosya
üzerinden yapılması hâlinde adil yargılanma hakkının ihlalinden söz edilemez
(Nevruz Bozkurt, B. No: 2013/664, 17/9/2013, § 32).
57. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin
(1) numaralı fıkrasında “aleni yargılama” hakkının
tanınması, zorunlu olarak “sözlü yargılama” hakkını
da içerir. Bununla birlikte Sözleşme’nin bu maddesinde yer alan söz konusu
yükümlülük mutlak değildir (Adnan Altın,
B. No: 2013/9748, 7/1/2016, § 44).
58. Yargılamada, tarafların şüpheye yer vermeyecek şekilde bu
haklarından vazgeçmesi ve kamu yararının sözlü yargılama yapılmasını gerekli
kıldığı bir durumun bulunmaması hâlinde duruşma yapılmayabilir. Vazgeçmenin,
açıkça veya zımnen yapılması mümkündür. Duruşma yapılmasına ilişkin talebin
sürdürülmemesi ya da hiç ileri sürülmemesi, zımnen vazgeçmeye örnek
gösterilebilir. Bunun yanında dava dosyası ve tarafların yazılı görüşleri
temelinde yeterince çözülemeyen hukuki ve olgusal herhangi bir sorunla
karşılaşılmaması örneğinde olduğu gibi yargılamanın istisnai koşulları da
duruşma yapılmasını gerektirmeyebilir (Adnan
Altın, § 46).
59. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), özellikle
inandırıcılık sorunu taşımayan, karmaşık olmayan veya olaylarla ilgili hiçbir
tartışmanın bulunmadığı, oldukça teknik davalar ile mahkemelerin tarafların
sunduğu görüşlere ve diğer belgelere dayanarak adil ve makul bir biçimde karar
verebilecekleri davalar için duruşma yapılmasının gerekli olmayabileceğini
belirtmiştir (Jussila/Finlandiya, B. No:73053/01, 23/11/2006 §
41, Döry/İsveç, B. No:28394/95, 12/11/2002, § 37, Mehmet Emin Şimşek/Türkiye, B. No:
5488/05, 28/2/2012, § 30).
60. Yargılamaya taraf olan kişilerin hakkaniyetli yargılama
temelinde beyanlarını sözlü vermesinin gerektiği durumlarda sözlü yargılama
yapılmaması yargılamanın bir bütün olarak adil olmasını engelleyebilir.
Dolayısıyla sadece dosyaya dayanılarak tatmin edici bir çözümün sağlanamayacağı
olaylarda sözlü yargılamanın yapılması gerekebilir. Sözlü yargılamaya karar
vermede davaya konu meselelerin çokluğu değil niteliği önem kazanacaktır (Adnan Altın, § 48).
61. 1086 sayılı mülga Kanun'un hâlen yürürlükte olan ve 5219
sayılı Kanun'un 2. maddesiyle değiştirilen 438. maddesinde, temyiz
incelemesinin kural olarak dosya üzerinden yapılacağı hüküm altına alınmakla
birlikte sınırlı olarak sayılan bazı istisnai durumlarda temyiz incelemesi için
duruşma açılacağı belirtilmiştir. Yine aynı maddede bu istisnalardan biri
olarak uyuşmazlık miktarı on milyar lirayı aşan alacak davalarına ilişkin
temyiz incelemesinin, taraflardan birinin talebi üzerine duruşmalı olarak
yapılması düzenlenmiştir.
62. Anılan Kanun maddesinde yer verilen on milyar liralık sınır
1086 sayılı Kanun'un ek 4. maddesi uyarınca her yıl güncellenmektedir. Bu
bağlamda başvurucunun duruşmalı olarak temyiz talebinde bulunduğu 2013
senesinde duruşma sınırının güncellenmiş değeri 18.560 TL'dir.
63. Bireysel başvuruya konu edilen tapu iptali ve tescil
davasının yargılaması sırasında Mahkeme, taşınmazın keşifte tespit edilen
113.750 TL'lik değer üzerinden eksik kalan harcın yatırılması için ara karar
tesis etmiş, belirlenen harç 8/4/2010 tarihinde davacı tarafça Mahkeme
veznesine yatırılmıştır. Mahkeme davayı tümden kabul etmiştir. Bu doğrultuda
temyizde duruşma talep edebilme sınırının hesaplanmasına yönelik uyuşmazlık
miktarının yasal sınırın üzerinde olduğu ve ilk derece mahkemesi kararına
yönelik temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılması gerektiği söylenebilir.
Başvurucu temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılmasını istemiş ise de
Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin dosya üzerinden değerlendirme yaptığı
anlaşılmıştır.
64. Temyiz yolu ilk derece mahkemesi kararlarına karşı
başvurulabilen, ilk derece mahkemeleri önüne taşınmış vakaların, bu
mahkemelerce usulüne uygun olarak incelenip incelenmediğinin ve özellikle
ilgili vakalara kanunların doğru uygulanıp uygulanmadığının kontrol edildiği
olağan kanun yoludur. 1086 sayılı Kanun'un ilgili hükümleri de temyiz yoluna
müracaatlarda kural olarak incelemenin dosya üzerinden yapılacağını, istisnai
durumlarda ise duruşmalı olarak incelemenin zorunlu bir usul olduğunu kurala
bağlamıştır (Cengiz Topel Çelikoğlu,
B. No: 2013/8049, 18/2/2016, § 88).
65. 1086 sayılı mülga Kanun'un temyiz ile ilgili hükümlerinde,
taraflarca sınırlı durumlarda temyiz incelemesinin duruşmalı olarak
yapılmasının talep edebileceği, duruşma için belirlenen günde Yargıtayın gelenleri dinleyeceği, taraflardan hiçbiri
gelmemiş ise dosya üzerinden inceleme yaparak karar vereceği düzenlenmiştir (Cengiz Topel Çelikoğlu, § 89)
66. Somut olayda, temyize konu edilen uyuşmazlık miktarının
duruşmalı inceleme yapılabilmesi için Kanun'da öngörülen sınırın üzerinde
olduğu ve başvurucunun da duruşma yapılması talebine karşın incelemenin dosya
üzerinden yapıldığı anlaşılmış ise de yazılı yargılama usulünün uygulandığı
başvuru konusu davanın niteliği dikkate alındığında başvurucunun kişisel
özellikleri, davranışları gibi sözlü yargılamayı zorunlu kılan olguların Yargıtayın kararını doğrudan etkileme potansiyeline sahip
olmadığı, Yargıtayın dava dosyasının içeriği, yazılı
belgeler ve beyanlara istinaden uyuşmazlığı hakkaniyete uygun bir şekilde
sonlandırma imkânına sahip olduğu, başka bir ifadeyle şikâyet konusu temyiz
incelemesinin yazılı sunumlar temelinde hüküm vermeye elverişli bir yapıda
olduğu, nitekim Kanun'da tarafların duruşmaya gelmemeleri hâlinde incelemenin
dosya üzerinden yapılmasına imkân tanındığı anlaşılmıştır.
67. Bunların yanında, Kanun'da tanınmış usule ilişkin bir hakkın
mahkeme tarafından resen kullandırılmamasının, yargılamayı her durumda adil
olmaktan uzaklaştırmayacağı hususu ile birlikte başvurucunun da Anayasa
Mahkemesine, sözlü yargılama yapılması hâlinde daha önce sunduğu belge ve
delillerin dışında yargılamanın sonucunu etkileyebilecek nitelikte, esasa
yönelik hangi beyan veya delilleri sunacağına ilişkin bir açıklamada
bulunmadığı anlaşılmıştır.
68. Açıklanan nedenlerle yargılamanın bütünü gözönüne
alındığında aleni yargılanma hakkına yönelik açık ve görünür bir ihlal
bulunmadığından başvurunun bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
3. Yargıtay Onama İlamında Karar Düzeltme Yolunun
Gösterilmemesi ve 12/1/2012 Tarihli İlama Karşı Karar Düzeltme İncelemesinin
Yapılmamasına İlişkin İddia
69. Başvurucu, uyuşmazlık konusu miktar itibarıyla karar
düzeltme yolunun açık olduğu derece mahkemesi kararıyla ilgili olarak, Yargıtay
onama ilamında kanun yolunun gösterilmediğini, karar düzeltme yoluna gidilmesi
hâlinde Anayasa Mahkemesine yapılacak bireysel başvuruda süre aşımı sonucunun
doğmaması için bu yola başvurulmadığını, yine Yargıtayın
12/1/2012 tarihli ilamında, bozma ilamını kaldırarak olayda inançlı temlik
olduğunu belirtmek suretiyle yeniden bozma kararı verdiğini, Yargıtayın farklı bir gerekçeyle bozma kararı vermesi
üzerine bu karara karşı karar düzeltme başvurusu yapma hakkının doğduğunu;
ancak, bu talebinin de reddedildiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
70. Başvurucunun iddiaları, Yargıtay ilamında karar düzeltme
kanun yolunun usulünce gösterilmemesi ve karar düzeltme incelemesinde farklı
gerekçeyle verilen yeni bozma kararına karşı karar düzeltme hakkının
kullandırılmamasına yönelik olması nedeniyle iddialar mahkemeye erişim hakkı
kapsamında değerlendirilmiştir.
71. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
72. Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
" Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin
hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek
zorundadır.
73. Sözleşme'nin6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile
ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
74. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu
olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır.
Anılan maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel
hak niteliği taşımasının ötesinde Anayasa’nın 40. maddesi uyarınca diğer temel
hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını
sağlayan en etkili güvencelerden biridir (AYM, E.2013/64, K.2013/142,
28/11/2013). Bu bağlamda Anayasa’nın, devletin işlemlerinde ilgili kişilerin
hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmesi
gerektiğini ifade eden 40. maddesinin de adil yargılanma hakkının kapsamının
belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır. Bunun yanında Anayasa’da adil
yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin Sözleşme'nin
6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).
75. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan
mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve
uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına
gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını
anlamsız hâle getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde
etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, §
52).
76. Anılan hak, kural olarak mutlak bir hak olmayıp
sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte getirilecek sınırlamaların;
hakkın özünü zedeleyecek şekilde hakkı kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi,
açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir
(Serkan Acar, B. No: 2013/1613,
2/10/2013, § 38).
77. AİHM, mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel
unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının,
mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak
isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip
olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya
da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği
durumlarda bu hakkın ihlâl edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa (k.k.), B. No: 51307/99,
23/1/2003).
78. Bir mahkemeye başvuru hakkının yasal birtakım şartlara tabi
tutulması kabul edilebilir olsa da mahkemeler usul kurallarını uygularken bir
yandan âdil yargılanma hakkını ihlâl edebilecek aşırı şekilcilikten, diğer
yandan da yasalar tarafından düzenlenen usul kurallarının ortadan kaldırılması
sonucunu doğurabilecek aşırı esneklikten kaçınmalıdırlar (Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29).
79. Mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız
hâle getiren uygulamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir. Bununla
birlikte dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin
öngörülmesi bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça
hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık
oluşturmaz. Ne var ki, öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak
yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişiler dava açma ya da
kanun yollarına başvuru hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlal
edildiğini kabul etmek gerekir (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, §§
36-40).
80. Usul kurallarının, hukuki güvenliğin sağlanması ve
yargılamanın düzgün bir şekilde yürütülmesi sonucu adaletin tecelli etmesine
hizmet etmek yerine kişilerin davalarının yetkili bir mahkeme tarafından
görülmesi bakımından bir çeşit engel hâline gelmeleri durumunda mahkemeye
erişim hakkı ihlal edilmiş olacaktır (Efstathiou ve diğerleri/Yunanistan, B. No: 36998/02,
27/7/2006, § 24).
81. Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasında Devletin
işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yollarına ve mercilere başvuracağını
ve sürelerini belirtmek zorunda olduğu ifade edilmiştir. Kanun koyucu, devlet
organlarının tesis ettiği işlemlere karşı hangi kanun yollarına ve mercilere
başvurulacağı hususu ile başvuru süresi bakımından tarafların doğru bilgi
sahibi olmalarını sağlayarak, dağınık mevzuat karşısında hangi yola müracaat
edeceğini bilmeyen yahut tereddüt eden bireylerin hak arama özgürlüğünü etkin
ve sağlıklı bir şekilde kullanmalarını amaçlamıştır (Kommersan Kombassan Mermer Maden İşletmeleri Sanayi ve
Ticaret A.Ş. ve diğerleri, B. No: 2013/7114, 20/1/2016, § 50).
82. 1086 sayılı mülga Kanun'un hâlen yürürlükte olan ve
14/7/2004 tarihli ve 5219 sayılı Kanun'un 2. maddesiyle değiştirilen 440.
maddesinde miktar veya değeri altı milyar liradan az olan davalara ait
hükümlerin onanması veya bozulmasına ilişkin kararlara karşı karar düzeltme
yoluna gidilmeyeceği hususu düzenlenmiştir.
83. Anılan Kanun maddesinde yer verilen altı milyar liralık
sınır her yıl güncellenmektedir. Bu bağlamda karar düzeltme talebine konu onama
ilamının verildiği2013 senesinde karar düzeltme sınırının güncellenmiş değeri
11.100 TL'dir.
84.Bireysel başvuruya konu edilen tapu iptali ve tescil
davasında karar düzeltme sınırının hesaplanmasına yönelik uyuşmazlık konusu
miktarın (113.750 TL) yasal sınırın üzerinde olduğu ve ilk derece mahkemesi
kararına yönelik Yargıtay onama ilamına karşı karar düzeltme yolunun açık
olduğu, Yargıtay onama ilamında karar düzeltme yolunun açık olduğu hususunun
belirtilmediği anlaşılmaktadır.
85. Hukuk yargılamasında karar düzeltme, Yargıtayın
temyiz incelemesi sonucunda vermiş olduğu kararlara karşı tanınmış olan bir
kanun yoludur. Karar düzeltme yolunda, ilgililerin bu yöndeki talebi kararı
vermiş olan Yargıtay dairesince değerlendirilir. Bu açıdan karar düzeltme yolu
temyiz incelemesi sırasındaki hatalardan dönülmesi imkânını veren bir yoldur.
Karar düzeltme yolu ancak Yargıtayın temyiz incelemesinde
verdiği karara karşı tanınır. Dolayısıyla karar düzeltme incelemesi Yargıtay
ilamı çerçevesinde kanunda sayılan belirli hususlarda yapılır.
86. Davacı A.V., Mahkemenin 11/6/2010 tarihli kararına karşı
temyiz talebinde bulunmuş, karar Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 21/9/2011
tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma ilamında karar düzeltme yolunun açık
olduğu hususu belirtilmemiş; ancak, başvurucu ilama karşı karar düzeltme
talebinde bulunmuş ve Daire 12/1/2012 tarihli ilamıyla söz konusu bozma ilamını
kaldırarak farklı bir gerekçeyle hükmü yeniden bozmuştur.
87. Başvurucu verilen bozma kararının yeni bir temyiz incelemesi
niteliğinde olduğunu belirterek bu ilama karşı yeniden karar düzeltme talebinde
bulunmuş, Daire 17/5/2012 tarihli ilamı ile aynı ilama karşı bir defadan fazla
karar düzeltme yoluna başvurulamayacağı gerekçesiyle dilekçenin reddine karar
vermiştir.
88. Başvuru konusu yargılama safahatının bütününe bakıldığında,
ilk derece mahkemesince yargılama sırasında dava değeri 113.750 TL olarak
belirlenerek eksik harcın davacıya tamamlattırıldığı, Mahkemece davanın tamamen
kabulüne karar verildiği, davada uyuşmazlık konusu miktar ve karar düzeltme
sınırının bu değer üzerinden tespitinin belirlenebilir olduğu, Mahkemenin bozma
öncesi ve sonrası karara karşı kanun yolunun açık olduğunu belirterek hüküm
kurduğu, başvurucunun 21/9/2011 tarihli bozma ilamına karşı karar düzeltme
hakkını kullandığı ve Yargıtayın da bu aşamada onama
ilamını kaldırarak farklı gerekçeden hükmü bozduğu, dolayısıyla başvurucu
açısından 2/12/2013 tarihli karara karşı karar düzeltme yolunun açık ve etkili
bir şekilde kullanılabilir olduğu hususunun öngörülebilir olduğu, somut olay
açısından, 2/12/2013 tarihli onama ilamında karar düzeltme yolunun
gösterilmemesinin başvurucunun bu yolu kullanmasını engelleyecek nitelikte bir
hukuki belirsizliğe yol açmadığı, kaldı ki başvurucunun anılan ilama karşı bu
yola başvurmadığı, başvurucunun, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru süresinin
dolması ihtimaline karşı karar düzeltme yoluna gitmediğine yönelik subjektif değerlendirmesinin bu yolu fiilen kullanmasını
engelleyen bir neden olarak görülemeyeceği sonucuna ulaşılmıştır.
89. Buna göre karar düzeltme yolunun açık olduğu ve bu durumun
başvurucu tarafından öngörülebilir olduğu anlaşılan Yargıtay ilamına karşı,
onama ilamında karar düzeltme yolunun açık olduğunun belirtilmemesinin
başvurucunun mahkemeye erişim hakkı bağlamında adil yargılanma hakkının ihlali
sonucunu doğurmayacağı anlaşılmıştır.
90. Bunun yanında başvurucu, Yargıtayın
12/1/2012 tarihli ilamında, bozma ilamını kaldırarak olayda inançlı temlik
olduğunu belirtmek suretiyle yeniden bozma kararı verdiğini, Yargıtayın farklı bir gerekçeyle bozma kararı vermesi
üzerine bu karara karşı yeniden karar düzeltme başvurusu yapma hakkının
doğduğunu ancak bu talebinin de reddedildiğini belirterek adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
91. Başvurucu 21/9/2011 tarihli bozma ilamına karşı karar
düzeltme talebinde bulunmuş, Yargıtay 12/1/2012 tarihli kararı ile bozma
ilamını kaldırarak farklı gerekçeden yeniden bozma kararı vermiştir.
92. Başvurucu 12/1/2012 tarihli ilamın yeni bir bozma kararı
olduğunu ve bu karara karşı yeniden karar düzeltme talebinde bulunma hakkının
olduğunu bu hakkın Yargıtay tarafından kullandırılmadığını iddia etmiştir.
93. 1086 sayılı mülga Kanun'un yürürlükte olan 442. maddesinde
aynı ilam aleyhine bir defadan fazla karar düzeltme talebinde bulunulamayacağı
gibi karar düzeltme talebinin ret veya kabulüne yönelik kararlara karşı da
yeniden karar düzeltme talebinde bulunulamayacağı belirtilmiştir.
94. Mahkemelerin, usul ekonomisi gereği bireylerin hak arama
özgürlüğünü güvence altına almak için verimli ve etkin çalışarak uyuşmazlıkları
kısa sürede çözümlemesi gerektiği, bu nedenle yargı organlarının gereksiz yere
meşgul edilmesini önlemek, hukuki istikrar ve belirlilik adına kararların
etkinliğinin sağlanması amacıyla bazı kuralların benimsenebileceği, bu
çerçevede yargı kararlarına karşı yapılacak başvuruların belli şartlara
bağlanmasında yasama organının takdir yetkisinin bulunduğu, mahkemelerin anılan
kuralları somut olaya uygularken öngörülebilirlik sınırları içerisinde hareket
etmesinin gerekli olduğu anlaşılmaktadır.
95. Buna göre başvurucunun 12/1/2012 tarihli ilama karşı yeniden
karar düzeltme talebi üzerine Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 17/5/2012 tarihli
ilamında, 1086 sayılı mülga Kanun'un 442. maddesi gereği dilekçenin reddine
karar vermesi nedeniyle ileri sürülen ihlal iddiasına konu müdahalenin yasal
dayanağının bulunduğu ve meşru amaca yönelik olduğu, Mahkemece mevzuat
çerçevesinde yapılan değerlendirmenin hukuki güvenlik ve belirlilik ilkeleri
bağlamında öngörülebilirlik sınırları içerisinde ve ölçülü olduğu, bu yönüyle
mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren
niteliğinin olmadığı anlaşılmış, bu açıdan karar düzeltme talebinin
reddedilmesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmediği
sonucuna ulaşılmıştır.
96. Açıklanan nedenlerle mahkemeye erişim hakkına yönelik bir
ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
4. Yargılamanın Sonucunun Adil Olmadığına
İlişkin İddia
97. Başvurucu, yargılamada hükme esas alınan belgeye sonradan
ilave edilen "konu olan 2 milyarlık
borca karşılık üç milyarlık senet verilmiştir" ibaresine imza
ya da paraf atmadığını, bu açıdan bu kısmın taşınmazın değerinin tespitinde
dikkate alınmasının mümkün olmadığını, Mahkemenin yok hükmünde olan bu kısmı
geçerli kabul ederek değerlendirme yaptığını, bu açıdan delillerin yanlış
değerlendirildiğini, hukuk kurallarının somut olayda hatalı yorumlandığını,
davada savcılık soruşturma dosyası ve bilirkişi raporunun yeterli ölçüde
incelenmediğini ve dikkate alınmadığını belirterek adil yargılanma hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
98.Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi
gereken hususlarda inceleme yapılamaz”
99.6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz.”
100. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Mahkeme, ... açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
101. Anılan Anayasa ve Kanun hükümleri ile kanun yolunda
gözetilmesi gereken hususların bireysel başvuruda incelenemeyeceği ve bu
çerçevede Anayasa Mahkemesince açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verilebileceği hükme bağlanmıştır. Bir anayasal hakkın
ihlali iddiasını içermeyen yalnızca derece mahkemelerinin kararlarının yeniden
incelenmesi talep edilen başvuruların açıkça dayanaktan yoksun ve Anayasa ve
Kanun tarafından Anayasa Mahkemesinin yetkisi dışında bırakılan hususlara
ilişkin olduğu açıktır (Miraş Mümessillik İnş. Taah.
Reklam. Paz. Bas. Yay. San. Tic. A.Ş., B. No: 2012/1056, 16/4/2013,
§ 34).
102. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurular için benimsediği
temel yaklaşım doğrultusunda kural olarak bireysel başvuruya konu davadaki
olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması,
yargılama sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile
kişisel bir uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas
yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi
tutulamaz. Anayasada yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ve
açıkça keyfilik içermedikçe derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve
hukuki hatalar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede,
derece mahkemelerinin delilleri değerlendirmesinde ve hukuk kuralını
yorumlamasında bariz bir takdir hatası bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu
takdire müdahalesi söz konusu olamaz (Kenan Özteriş, B. No: 2012/989, 19/12/2013, § 48).
103. Başvurucuya karşı Kazan Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan
tapu iptali ve tescil davasında, Mahkemenin, E.2007/207 sayılı dava dosyası,
tapu kaydı, satış senedi, protokol örneği, keşif tutanağı, bilirkişi raporu, Kazan Cumhuriyet Başsavcılığının 2009/489 hazırlık ve
2009/434 karar numaralı soruşturma dosyası, taraf beyanları ve
toplanan tüm delilleri gözönüne alarak davanın inanç
sözleşmesine dayalı tapu iptal ve tescil davası olduğunu, davacının
protokoldeki borcunu ödediğini ispatlayamadığını; bu nedenle dava tarihi
itibarıyla protokoldeki borcun, dava konusu taşınmazın değeri olan 113.750
TL'nin depo edilmesi için davacı tarafa kesin süre verildiğini, davacının
verilen süreye rağmen ara kararlarının gereğini yerine getirmediğini belirterek
davayı reddettiği, Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 21/9/2011 tarihli ilamda,
uyuşmazlığın rehin sözleşmesinden kaynaklandığını, çekişme konusu taşınmazın
mülkiyetinin alacağın teminatı olmak üzere davalıya geçirildiğinde mülkiyet
nakline ilişkin sözleşmenin geçersiz olacağını, bu açıdan davacının rehin
konusu taşınmazın mülkiyetinin iadesini isteyebileceğini belirterek davanın
kabulüne karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle hükmü bozduğu, karar düzeltme
talebi üzerine Dairenin 12/1/2011 tarihli ilamda uyuşmazlığın inançlı temlikten
kaynaklandığını, davacının taşınmazın iadesini isteme hakkını haiz olduğunu,
protokolde geçen 2.000 TL'nin dava tarihindeki güncelleştirilmiş değerinin
belirlenerek davalıya ödenmek üzere depo ettirilmesi ve sonucuna göre karar
verilmesi gerektiği gerekçesiyle 21/9/2011 tarihli bozma ilamını kaldırarak
farklı gerekçeyle hükmün bozulmasına karar verdiği, başvurucunun yeniden karar
düzeltme talebinde bulunması üzerine Dairenin 17/5/2012 tarihli ilamla aynı
ilam hakkında birden fazla karar düzeltme yoluna başvurulamayacağı gerekçesiyle
talebi reddettiği, Mahkemenin bozma ilamına uyarak yeniden bilirkişi raporu
aldırdığı ve protokolde geçen 2.000 TL'nin dava tarihi itibarıyla belirlenen
9.471,73 TL'nin davacı tarafından mahkeme veznesine yatırılması nedeniyle
davanın kabulüne karar verdiği, kararın Yargıtay tarafından onandığı
anlaşılmıştır.
104. Mahkeme ve Yargıtayın tarafların
iddia ve savunmalarını, özellikle Kazan Cumhuriyet Başsavcılığının E.2009/489 hazırlık
sayılı soruşturma dosyasında başvurucunun şikâyet dilekçesini, 6/4/2009 ve
21/5/2009 tarihli beyanlarını gözönüne alarak verdiği
karardaki gerekçeler ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların
özünün Mahkeme tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının
yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna
ilişkin olduğu, Anayasa Mahkemesinin derece mahkemelerinin hukuk kurallarının
olay ve olgulara uygulanması sırasındaki takdirine müdahale etmesinin ve
kendisini onların yerine koyarak değerlendirme yapmasının mümkün olmadığı, bu
açıdan başvurucunun ileri sürdüğü iddiaların Anayasa Mahkemesinin değerlendirme
yetkisi dışında kalan hususlara ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
105.Başvurucunun davaya esas protokole sonradan yapılan
eklemenin dava konusu taşınmazın değerinin tespitinde esas alınamayacağına
ilişkin iddiasının, başvuru konusu yargılama sürecinde Kazan Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından yapılan soruşturma kapsamında alınan beyanlar
çerçevesinde söz konusu ibarenin davada esas alınıp alınmayacağı hususundaki
değerlendirme yetkisinin derece mahkemesine ait olduğu, bu açıdan iddianın
yargılamanın sonucuna yönelik olduğu anlaşılmıştır.
106. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller
ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma
olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir
şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme
kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından
dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmamıştır.
107. Açıklanan nedenlerle başvurucunun belirtilen iddiasının
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, derece mahkemesi
kararlarının açıkça keyfilik veya bariz bir takdir hatası da içermediği
anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları
yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Temyiz aşamasında duruşma yapılmaması nedeniyle aleni
yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Yargıtay onama ilamında karar düzeltme yolunun gösterilmemesi
ve 12/1/2012 tarihli ilama karşı karar düzeltme incelemesinin yapılmamasına
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Yargılamanın sonucunun adil olmadığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
28/9/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.