logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Cihan Beyribey [2.B.], B. No: 2014/19450, 26/12/2018, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

CİHAN BEYRİBEY BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/19450)

 

Karar Tarihi: 26/12/2018

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör

:

Şermin BİRTANE

Başvurucu

:

Cihan BEYRİBEY

Vekili

:

Av. Orhan ALPSOY

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, tıbbi ihmal sonucu uzuv kaybı yaşanması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 15/12/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş bildirilmeyeceğini belirtmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Başvuru Tarihine Kadar Yaşanan Gelişmeler

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu sol ayak bileğinde ağrı şikâyetiyle Aralık 2000 tarihinde Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) Erzurum Hastanesine başvurmuş ve başvurucuya ilaç tedavisi uygulanmıştır.

9. Başvurucu aynı şikâyetlerle SSK Ankara İhtisas Hastanesine müracaat etmiş, (başvurucunun beyanına göre 9/3/2001 tarihinde, Adli Tıp Kurumu (ATK) raporuna göre ise 28/6/2001 tarihinde) gut artrit tanısı konulmuş ve buna yönelik tedavi uygulanmıştır. Ancak başvurucunun şikâyetleri giderek artmış, 30/7/2001 tarihinde ayakta patolojik kırık meydana gelmiş ve üç ay alçıya alınmasına rağmen kırığın kaynamaması üzerine başvurucu Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine sevk edilmiştir. Burada 30/10/2001 tarihinde biyopsi yapılmış, tetkikler sonucunda 7/11/2001 tarihinde ayak bileğinde kemik tümörü olduğu tespit edilmiş, kemoterapi tedavisi uygulanmıştır. Bununla birlikte başvurucunun durumu kötüleşmiş ve 21/12/2001 tarihinde sol bacağı diz altından kesilmiştir.

10. Başvurucu 18/9/2002 tarihinde SSK aleyhine Ankara 1. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) maddi ve manevi tazminat talebiyle dava açmıştır. Başvurucu ilk önce gut rahatsızlığı olduğu yönünde hatalı teşhis ve tedavi yapıldığını, bu nedenle bacağının kesilmesine sebebiyet verildiğini belirterek davalı idarenin ihmalden kaynaklanan hizmet kusuru bulunduğunu ileri sürmüştür.

11. Mahkeme konu hakkında ATK'dan bilirkişi raporu düzenlenmesini istemiştir. ATK, başvurucunun tedavisine dair tüm tıbbi belgelerin temini için beş kez (18/6/2004, 10/12/2004, 24/6/2005, 19/4/2006 ve 21/11/2007 tarihlerinde) dosyayı Mahkemeye iade etmiştir. Mahkeme tarafından ara kararları ile başvurucudan, davalı idare SSK Genel Müdürlüğünden, SSK Ankara İhtisas Hastanesi ve SSK Ankara Dışkapı Eğitim Hastanesi başhekimliklerinden istenilerek temin edilebilen tüm bilgi ve belgeler ile grafiler dava dosyasına konulmuştur. Mahkemece davanın tarafları ve söz konusu hastanelerden temin edilebilecek başka bir bilgi ve belgenin olmadığı belirtilerek dosya tekrar ATK Başkanlığına gönderilmiş ve bilirkişi raporu alınmıştır.

12. ATK'nın 25/4/2008 tarihli raporunda yer verilen tıbbi belgeler arasında SSK Ankara İhtisas Hastanesinin 9/3/2001 tarihli mikrobiyoloji laboratuvarı sonucu ile Dr. G.K. imzalı epikriz raporu yer almaktadır. Bu epikriz raporunda; 18/4/2001 tarihinde hastanın ayakta şişlik ve ağrı şikâyetiyle geldiği, şikâyetlerin uzun süredir olduğu, daha önce gittiği doktorların gut teşhisi koyduğunu söylediği, her iki ayak bileği ve parmaklarında kronik gut artriti düşündüren nodülariteleri olduğu, radyoloji ve biyokimyasal tetkiklerin primer gut ile uyumlu olduğu, gut tanısı ile tedaviye başlandığı ifade edilmiştir.

13. ATK'nın 25/4/2008 tarihli raporunda; 16/10/2001 tarihinde yapılan ince iğne aspirasyon biyopsisinin tanı için az sayıda hücre içerdiğinden yetersiz olduğu, aynı tarihli tru-cut biyopsisinin yetersiz materyal içerdiği ve tekrarlandığı ancak bu biyopsi ile osteosarkom (tümör) tanısının konduğu, tedavi sürecinin beş aylık süre için uzadığı, gut tanısının konduğu 28/6/2001 tarihinde osteosarkom tanısı konmuş olsaydı da bacağın amputasyona gideceği ve sonucun değişmeyeceği bildirilmiştir.

14. Mahkeme 5/11/2008 tarihinde davayı reddetmiştir. Karar gerekçesinde meydana gelen zarar ile kusur arasında illiyet bağı kurulamadığı takdirde idarenin sorumlu tutulamayacağının idare hukukunun bilinen ilkelerinden olduğu vurgulanmış, hükme esas alınan ATK raporunda 28/6/2001 tarihinde osteosarkom tanısı konmuş olsaydı da bacağın amputasyona gideceğinin ve sonucun değişmeyeceğinin belirtildiği, bunun yanı sıra idarenin kusurlu olduğuna yönelik bir belirleme de bulunmadığından tazminat ödemekle sorumlu tutulamayacağı ifade edilmiştir.

15. Söz konusu karar Danıştay Onuncu Dairesinin 21/11/2012 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme aşamasında ise Danıştay Onbeşinci Dairesinin 29/4/2014 tarihli ilamıyla derece mahkemesi kararının maddi tazminat talebinin reddine ilişkin kısmı onanmış, manevi tazminat isteminin reddine dair kısmı ile vekalet ücretine ilişkin kısmı bozulmuştur. Bozma kararının gerekçesinde, ister davacının iddia ettiği ve bazı belgelerde desteklenen 9/3/2001 tarihinde isterse ATK raporunda belirtilen 28/6/2001 tarihinde yanlış olarak gut teşhisi konulmuş olsun sonuçta daha sonra kemik tümörü olduğu tespit edilen hastalığın tedavisinde gecikme olduğu vurgulanmıştır. Olayda hastalığın tedavisinde gecikme yaşandığı, bu durumun ATK raporunda da "tedavi sürecinin 5 aylık süre için uzadığı" şeklinde belirtildiği, dolayısıyla sağlık hizmetinin geç işlemesi nedeniyle idarenin hizmet kusurunun bulunduğu ifade edilmiştir. Kararda zararlı sonuç ile idarenin faaliyeti arasında illiyet bağı kurulamadığı durumlarda idarenin maddi zarardan sorumlu tutulmasının mümkün olamayacağı, ancak idarenin sonuca etkisi olmayan hizmet kusuru nedeniyle uğranılan manevi zarardan sorumlu tutulması gerektiği belirtilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"....zararlı sonuç ile idarenin faaliyeti arasında illiyet bağı kurulamadığı durumlarda idarenin maddi zarardan sorumlu tutulması mümkün olmadığından, idarenin sonuca etkisi olmayan hizmet kusurunun uğranılan manevi zararın karşılığı olduğunun kabulü gerekir.

Buna göre, zamanında tedavi olsaydı şifa bulacağı, dolayısıyla bacağının kesilmeyeceği ümidini her zaman taşıyacağı açık olan davacının uğradığı manevi zararın karşılığı olarak manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken bu talebin reddine yönelik mahkeme kararında hukuka uyarlık görülmemiştir."

16. Bu karar başvurucu vekiline 18/11/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.

17. 15/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.

B. Başvuru Tarihinden Sonra Yaşanan Gelişmeler

18. Mahkeme tarafından bozma kararına uyulmuş ve 18/2/2015 tarihli kararla başvurucuya 3.000 TL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmiştir. Karar Danıştay 15. Dairesinin 23/12/2015 tarihli kararıyla onanmıştır. Davalı idarenin karar düzeltme istemi aynı Dairenin 22/5/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

19. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre başvurucu 19/3/2012 tarihinde makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğinden bahisle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önünde şikâyetçi olmuştur.

20. AİHM, makul sürede yargılanma hakkının ihlaliyle ilgili şikâyet hususunda başvurucunun 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun ile kurulan Tazminat Komisyonuna (Tazminat Komisyonu) müracaat etmesi gerektiğine, diğer şikâyetlerin ise kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.

21. Başvurucu 16/6/2015 tarihinde AİHM kararı doğrultusunda Tazminat Komisyonuna müracaat etmiştir. Tazminat Komisyonu 7/3/2016 tarihinde başvuruya konu davanın iki dereceli olarak 13 yıl, 5 ay 20 gündür sürmekte olduğu, yargılamanın hâlen devam ettiği tespitini yapmış ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle başvurucuya 15.600 TL tazminat ödenmesine karar vermiştir.

22. Kararda, söz konusu tazminat miktarı belirlenirken davanın başvurucunun sol bacağının diz altından kesilmesi nedenine dayalı tazminat davası olması ve başvurucu için taşıdığı önem dikkate alınarak tazminat miktarının artırıldığı ifade edilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

23. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 12. maddesi.

B. Uluslararası Hukuk

24. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar başlıklı 8. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir."

25. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerinin korunması, kendilerine uygulanan tedaviye dâhil olmaları, bu hususta rıza göstermeleri ve maruz kaldıkları sağlık risklerini değerlendirmelerine yardımcı olan bilgilere erişimlerinin Sözleşme'nin 8. maddesi kapsamı içerisinde yer aldığını kabul etmektedir (Trocellier/Fransa (k.k.), B. No: 75725/01, 5/10/2006; İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca/Türkiye (k.k.), B. No: 46156/11, 21/5/2013).

26. AİHM kararlarına göre devletler -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini, hastaların yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüğünün korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Vo/Fransa [BD], 53924/00, 8/7/2004, § 90; Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], 32967/96, 17/1/2002, § 51; İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca/Türkiye).

27. AİHM'e göre taraf devletler, uygulanması planlanan tıbbi işlemin öngörülebilir sonuçları hakkında doktorların hastalara önceden bilgi vermelerini sağlayacak gerekli düzenleyici tedbirleri almak zorundadır. Bunun bir sonucu olarak hastanın önceden bilgilendirilmesi söz konusu olmadan öngörülebilir nitelikte bir riskin ortaya çıkması durumunda, ilgili devlet hastaya bilgi verilmemesinden doğrudan sorumlu tutulabilmektedir (Şerif Gecekuşu/Türkiye (k.k.), B. No: 28870/05, 25/5/2010; Trocellier/Fransa).

28. Tıbbi bir hatanın ve hastane hizmetlerindeki eksikliklerin sorumluluğunun Sözleşme'nin 8. maddesi kapsamında doğrudan devlete atfedilmesi için yeterli olup olmaması hususunda AİHM, farklı tıbbi bilirkişi raporlarında ve hatta iç yargı organlarının kararlarında her türlü tıbbi hata ve ihmalin ihtimal dışı bırakıldığı bir davada (Yardımcı/Türkiye, B. No: 25266/05, 5/1/2010, § 59) her halükârda bu sonuçları sorgulamanın veya sahip olduğu tıbbi bilgilerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında tahminlere dayalı olarak fikir yürütmenin görevleri arasında olmadığına işaret etmiştir (Tysiąc/Polonya, B. No: 5410/03, 20/3/2007, § 119, Yardımcı/Türkiye, § 59 ).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

29. Mahkemenin 26/12/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Kişinin Maddi ve Manevi Varlığını Koruma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

30. Başvurucu, bir bacağını kaybetmesi nedeniyle vücut bütünlüğünün bozulduğunu, maddi ve manevi zararlarının oluştuğunu belirtmiştir. Kendisine önce yanlış olarak gut hastalığı teşhisi konulduğu için kemik kanserinin ilerlediğini, ilk kez ağrı şikâyetiyle gittiği Erzurum SSK Hastanesine Aralık 2000 tarihinde başvurmuş olduğunu, bu tarihten kanser teşhisinin konulduğu 7/11/2001 tarihine kadar on bir aylık bir gecikmenin bulunduğunu, oysa ATK raporunda beş aylık bir gecikmeden söz edildiğini, bu yönüyle raporun tarih hataları içerdiğini ve daha önce teşhis konulmuş olsa bile bacağın yine de kesilmek zorunda kalınacağı şeklindeki değerlendirmenin bilimsel olmadığını ifade eden başvurucu bu nedenlerle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

31. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."

32. Anayasa'nın 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler."

33. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

34. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup söz konusu düzenleme, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel bütünlüğün korunması hakkına karşılık gelmektedir.

35. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında, kasıt söz konusu olmaksızın hekim kusuru nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğü şeklindeki tıbbi ihmale dair şikâyetleri Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında incelemiştir (Melahat Sönmez, B. No: 2013/7528, 9/9/2015; Ahmet Sevim, B. No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690, 11/5/2017).

36. Anılan kararlar doğrultusunda somut olayda başvurucunun tıbbi ihmale dayalı tüm şikâyetlerinin Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında incelenmesi gerekmektedir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

37. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

38. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir. Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).

39. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, esas olarak bireylerin maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma ve maddi ve manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084, 15/10/2015, § 49). Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde de belirtildiği üzere pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).

40. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlıklarını koruma hakkı kapsamında ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Ahmet Acartürk,§ 51).

41. İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler konusunda temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk veya idari tazminat davası yoludur (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 38).

42. Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 32).

43. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018). Ancak kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015, § 44).

44. Bu bağlamda derece mahkemelerinin gerekçeleri, tarafların kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini sağlayacak surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere dayandırılmalıdır (Murat Atılgan, § 45).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

45. Anayasa Mahkemesi yukarıda değinilen Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında devlete düşen pozitif yükümlülüklerin somut olay bağlamında yerine getirilip getirilmediğini denetlemek durumundadır (Tevfik Gayretli, § 36). Bu sebeple başvuruya konu olay, devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına ilişkin pozitif yükümlülüğü kapsamında incelenmiştir.

46. Bireysel başvuru formunda maddi tazminat talebinin reddi hakkındaki yargısal sürecin kesinleşmiş olması dolayısıyla vücut bütünlüğüne yönelik maddi zararın giderilmediğinden şikâyet edilmekte olduğundan inceleme de bu kapsamda yapılacaktır.

47. Olayda başvurucuya daha önce gut hastalığı teşhisi konulmasına karşın sonradan başvurucunun rahatsızlığının kemik kanseri olduğu tespit edilmiş, uygulanan kemoterapi tedavisine rağmen başvurucu sol bacağının diz altından kesilmesi sonucuyla karşılaşmıştır. ATK'nın 25/4/2008 tarihli raporunda ve Danıştay kararında yanlış teşhis konulmasından dolayı başvurucunun tedavisinde gecikmenin olduğu, bu suretle sağlık hizmetinin geç işlediği ve idarenin hizmet kusurunun bulunduğu kabul edilmiştir. Anayasa Mahkemesinin bu kabulden ayrılmasını gerektiren herhangi bir durum bulunmamaktadır.

48. Derece mahkemesi tarafından olayda zarar ve hizmet kusuru koşullarının mevcut olduğu kabul edildikten sonra zarar ile hizmet kusuru arasında illiyet bağının mevcut olup olmadığı hususu araştırılmıştır. ATK'nın 25/4/2008 tarihli raporunda, başvurucuya gut teşhisinin konulduğu tarihte osteosarkom (tümör) tanısı konmuş olsaydı da bacağın amputasyona gideceği, sonucun değişmeyeceği bildirilmiştir. Bilirkişi raporunda yer alan bu tespit karşısında meydana gelen maddi zarar ile kusur arasında illiyet bağı kurulamadığı anlaşılmaktadır. Derece mahkemesinin de maddi tazminat talebinin reddine karar verirken gerekçesinde bu hususu vurgulamış olduğu görülmektedir. Bu durumda anılan bilirkişi raporuna dayanılarak verilen derece mahkemesi kararı, konuyla ilgili ve yeterli bir gerekçe içermektedir.

49. Ayrıca başvurucu gecikmenin raporda belirtildiği gibi beş ay değil on bir ay olduğunu ileri sürmekte ise de yargılama sürecinde ATK'nın başvurucunun tedavisine dair tüm tıbbi belgelerin temini için çeşitli defalar dosyayı Mahkemeye iade ettiği, Mahkeme tarafından çok sayıda ara kararları ile başvurucudan, davalı idareden ve tedaviyi yürüten sağlık kuruluşlarından temin edilebilen tüm bilgi ve belgelerin ATK'ya gönderildiği (bkz. § 11), ATK'nın bu bilgi ve belgeleri incelemek suretiyle raporunu hazırladığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucunun kendi elinde olan tüm tıbbi kayıtları dava dosyasına sunabildiği, bunun yanı sıra davalı idareden ve diğer sağlık kuruluşlarından tıbbi belgelerin toplanmış olduğu kuşkusuzdur. Buna göre derece mahkemesince yapılan yargılamada tıbbi ihmal iddialarının araştırılması ve durumun açıklığa kavuşturulması için alınan uzman bilirkişi raporunda yeterli somut bulgu ve tespitlere yer verilerek, başvurucunun iddialarının ayrıntılı bir biçimde tartışıldığı ve araştırıldığı görülmektedir.

50. Yargılama sürecinde bir avukat tarafından temsil edilen başvurucunun, bilirkişi raporuna ve kararlara karşı kanuni yollara başvurabildiği ve bu surette meşru çıkarlarının korunması için söz konusu davaya gerekli olduğu ölçüde etkili katılımının sağlandığı, dava dosyasını inceleyip ayrıca bilgi ve belge sunabildiği, toplanan delillerden haberdar edildiği anlaşılmaktadır.

51. Sonuç olarak başvurucunun ileri sürdüğü iddialar hakkında alınan ATK raporuna dayanılarak verilen derece mahkemesi kararı, konuyla ilgili ve yeterli bir gerekçe içermektedir. Bu durumda uyuşmazlığın çözümü için esaslı olan iddiaların derece mahkemelerince Anayasa'nın 17. maddesinin gerektirdiği özen ve derinlikte incelendiği anlaşılmaktadır. Somut olay bakımından kamu makamlarının pozitif yükümlülüklerinin yerine getirilmediği söylenemeyeceğinden kişinin maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.

52. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

53. Başvurucu, yargılamanın çok uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

2. Değerlendirme

54. Somut olayda Tazminat Komisyonu tarafından başvuruya konu davanın iki dereceli olarak 13 yıl, 5 ay 20 gündür sürmekte olduğu, yargılamanın hâlen devam ettiği tespiti yapılmış ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle başvurucuya 15.600 TL tazminat ödenmesine karar verilmiştir.

55. Bu durumda 6384 sayılı Kanun ile kurulan Tazminat Komisyonu tarafından uzun yargılanma nedeniyle başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiğinin tespit edildiği ve bu ihlal sebebiyle ödenen tazminat tutarının Anayasa Mahkemesinin ve AİHM'in uzun yargılama ihlalleri ile ilgili vermiş olduğu yerleşik içtihatlarıyla uyumlu olduğu görülmektedir.

56. Buna göre uzun yargılanma nedeniyle ortaya çıkan ihlalin tespit edilerek uygun giderimin sağlanması karşısında başvurucunun bu konuya ilişkin iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna varmak gerekmiştir.

57. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,

C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,

D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 26/12/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim İkinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal Olmadığı)
Künye
(Cihan Beyribey [2.B.], B. No: 2014/19450, 26/12/2018, § …)
   
Başvuru Adı CİHAN BEYRİBEY
Başvuru No 2014/19450
Başvuru Tarihi 15/12/2014
Karar Tarihi 26/12/2018

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, tıbbi ihmal sonucu uzuv kaybı yaşanması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı Fiziksel ve ruhsal bütünlük (şiddet, kazalar vs) İhlal Olmadığı
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Makul sürede yargılanma hakkı (idare) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 2577 İdari Yargılama Usulü Kanunu 12
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi