TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
AK DEMİRTAŞ MADENCİLİK NAKLİYAT SANAYİ VE
TİCARET LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/1989)
|
|
Karar Tarihi: 15/6/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Selami ER
|
Başvurucu
|
:
|
Ak Demirtaş
Madencilik Nakliyat Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti.
|
Temsilcisi
|
:
|
Erkut
OLGUNOĞLU
|
Vekili
|
:
|
Av. Emine
UFUKTEPE
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, kalker ocağı ile kırma tesisi için verilen maden
işletme ruhsatı ve izninin ocağın yakınında bulunan köye ve çevrede bulunan
tarım arazilerine zarar verdiği gerekçesiyle yargı kararı sonucu iptal
edilmesi, hakkaniyete uygun yargılama yapılmaması ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle mülkiyet ve adil
yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 10/2/2014 tarihinde Adana 2. İdare Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/6/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 25/12/2015 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık)gönderilmiştir. Bakanlığın 19/1/2016 tarihli yazısında Anayasa
Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen
başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucunun İzmir ili Kemalpaşa ilçesi Yenmiş köyü mevkiinde
L18 B2 paftada 100 hektarlık saha için kalker işletme projesi ile işletme
ruhsatı ve işletme izni talebinde bulunulması üzerine Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanlığınca (İdare) yapılan inceleme sonucu ruhsat alanı içinde ekonomik
olarak işletilebilir kalker rezervinin mevcut olduğu, işletme projesi ve
eklerinin arza uygun olduğu belirlenerek Bakanlık tarafından 1/5/2007
tarihinden geçerli olmak üzere IR - 20063205 sayılı 10 yıl süreli II. grup
işletme ruhsatı düzenlenmiş, diğer kurum ve kuruluşlardan alınması gereken izin
ve belgelerin alınmasından sonra 2/12/2008 tarihinden geçerli olmak üzere
kalker işletme izni düzenlenmiştir.
8. Kalker ocağı yakınında yer alan Yenmiş köyü tüzel kişiliği ve
B.Ö. tarafından 28/1/2009 tarihinde kalker ocağının tarım alanlarına ve
zeytinliklere çok yakın mesafede bulunduğu, maden sahasına giden yolun mera
yolu olduğu, ocağın büyük bir çevre zararına yol açacağı, bu koşullarda maden
işletmesi açılmasının kamu yararına ve bir zorunluluğa dayanmadığı, 35.329,52 m2lik işletme sahasının 24,31
hektarlık kısmında Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) gerekli değildir raporu
verilerek Kanun'a karşı hile yapıldığı, verilen iznin 26/1/1939 tarihli ve 3573
sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması
Hakkında Kanun'a aykırı olduğu; çevreye, yaşama ve doğaya verilen zararın maden
işletmeciliğinin getirdiği ekonomik yarardan çok daha fazla olduğu iddialarıyla
İdare aleyhine ruhsatın iptali istemiyle yürütmenin durdurulması talepli İzmir
1. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açılmıştır.
9. Başvurucu 23/12/2009 tarihli dilekçesiyle davalı Enerji ve
Tabii Kaynaklar Bakanlığı yanında katılan olarak davada yer almak istemiş,
Mahkemenin 10/2/2010 tarihli ara kararıyla talebi kabul edilmiştir.
10. Mahkemece keşif yapılmasına ve bilirkişi incelemesi
yaptırılmasına karar verilmiş; 2/3/2010 tarihinde naip üye eşliğinde maden,
çevre ve ziraat mühendisliği öğretim üyelerinden oluşan bilirkişi heyetiyle
keşif yapılmıştır.
11. 13/4/2010 tarihli bilirkişi raporunda projenin 110.000
ton/yıl üretim kapasitesine göre yapıldığı daha sonra üretim kapasitesinin
150.000 ton/yıl olarak değiştirildiğinin bildirildiği ancak yeni kapasiteye
göre yapılacak üretimin aynı proje ile değerlendirilmesinin mümkün olmadığı,
işletme projesinde detayları verilen patlatma planında 89 mm çapta 11.5 m delikler
delinip ANFO karışımı ile doldurulacağının belirtildiği, 1999 yılında açık
ocaklarda bu karışımın yasaklandığı, projede gösterilen değerlerle kalkerin
parçalanma olasılığının bulunmadığı dolayısıyla yük miktarlarının artması
dolayısıyla yer sarsıntısı etkisinin çokyüksek
olacağı, işletme izni alınan sahaya yaklaşık 1.000 m mesafede bulunan Yenmiş
köyünde bulunan evlerin bu patlatma dizaynından olumsuz etkilenmesinin
kaçınılmaz olduğu, projede elde edilen kalkerin kırma eleme işlemine tabi
tutulmadan dolgu malzemesi olarak kullanılacağının ve bu şekilde ocaktan satışı
yapılacağının gösterildiği ancak patlatma sonucunda elde edilen kalkerin kırma
eleme işlemine tabi tutulmadan pazarlanması olasılığının olmadığı zira firmanın
kırma eleme tesisi için orman izni aldığı projenin maliyeti ile ilgili bölümde
konkasör tesisi için birim fiyat verildiği, bu durumun proje ile büyük tezat
taşıdığı, firmanın bu konuda projesini sunmasının gerektiği, aksi hâlde 1.000 m
mesafede bulunan Yenmiş köyünün ve çevresindeki tarım ve orman alanlarının
kırma eleme faaliyeti sonucu oluşacak tozdan olumsuz etkilenmesinin kaçınılmaz
olduğu, projenin maliyet hesaplamalarında çevresel önlemlerin göz ardı
edildiği, dava konusu alanın tarımsal faaliyetleri açısından oldukça yoğun
sayılabilecek bir alan olduğu ve çevre köylerin geçim kaynağını önemli ölçüde
tarımsal faaliyetlerin oluşturduğu, davaya konu alan ve çevresinde yoğun olarak
zeytin ve kiraz yetiştiriciliği yapıldığı, bunun yanında hayvancılığın da ön
plana çıktığı, dava konusu alanın "doğal zeytinlik" konumunda olduğu,
tarım ve organik tarım açısından da önemli bir potansiyele sahip olduğu
belirtilmiştir. Raporda ayrıca ruhsat sınırları ile ilgili olarak bazı
uyumsuzlukların tespit edildiği, 24,33 hektar için alınan "ÇED gerekli değildir"
belgesine ait izin sınırlarının birbirini kapsamadığı, orman izni sınırları ile
maden işletme sınırları arasında uyumsuzluk tespit edildiği, davalı İdarece
onaylanan maden işletme projesi kapasitesinin 150.000 ton/yıla çıkarıldığı
ancak teknik değerlendirmelerde bir değişiklik yapılmadığı, projede ocak
basamaklarının ilerleme yönlerini belirleyen yıllık basamak ilerleme
planlarının yapılması gerektiği hâlde bu konu ile ilgili hiçbir plan, kroki ve
haritanın projede bulunmadığı, her gün kullanılması beklenen 61 kg.lık patlayıcı miktarının da gözönüne
alındığı herhangi bir emisyon hesabının yapılmamış olduğu, dava konusu yerindoğal zeytin alanı olarak kabul edilmesi gerektiği bu
nedenle bu tip alanlara 3 km mesafede zeytin yağı fabrikası haricinde herhangi
bir sanayi tesisi kurulmasının mümkün olmadığı, dava konusu bölgenin madencilik
faaliyetleri sonucu oluşan tozdan olumsuz etkilenme potansiyeline sahip olduğu,
31/07/1998 tarihli ve 23419 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanan Mera Yönetmeliği'ne göre Yenmiş köyüne kayıtlı hayvan sayılarından
yola çıkılarak hesaplanan gerekli mera alanının 4270 dekar olduğu ancak dosyada
yer alan belgelere göre köye ait mera alanının 327,4 dekar olduğu, madencilik
faaliyetlerinin yapılacağı sahaya ulaşmak için köy merasından tahsis edilecek
olan 4,4 dekarlık alanın köyün mera konusundaki sıkıntılarını daha da
artıracağı, Yenmiş köyünün nüfusunun %70'inin geçimini zeytin ve meyve
yetiştiriciliğinden sağladığı, madencilik faaliyetlerinden kaynaklanacak tozun
köyün en önemli geçim kaynağına oldukça olumsuz etkilerde bulunacağı
belirtilmiştir.
12. Mahkeme 23/06/2010 tarihli ve E.2009/136, K.2010/876 sayılı
kararıyla "...dava konusu maden işletme
izninin dayanağı olan projenin eksik, yetersiz ve çelişkili olması mevzuata
aykırılık oluşturduğu gibi, maliyet hesaplamalarında çevresel önlemlerin gözardı edildiği, projenin uygulanması halinde Yenmiş
köyünün patlatmalardan ve tozdan olumsuz etkileneceği, hem görsel
olumsuzluklar, hem de patlatma kaynaklı yer sarsıntısı sorunlarının oluşacağı,
"doğal zeytinlik" konumunda olan dava konusu alanın tarım ve organik
tarım açısından da önemli bir potansiyele sahip olduğu ve Yenmiş Köyünün
nüfusunun %70'inin geçimini zeytin ve meyve yetiştiriciliğinden sağladığı
hususları dikkate alındığında uyuşmazlık konusu alanda yürütülecek madencilik
faaliyetinden kaynaklanacak tozun köyün en önemli geçim kaynağına önemli ölçüde
olumsuz etkilerde bulunacağı, dava konusu madencilik faaliyeti sonucu doğal
zeytinlik, verimli tarım arazisi ve orman alanı olan bölgenin bu özelliğini
daha sonra yeniden geriye dönüşü olanaksız olacak biçimde yitirmesi sonucu
sadece belli bir döneme özgü zarardan öte, bölgenin doğal yapısının da
bozulması sonucu olumsuz etkilerinin hem çevre, hem insan sağlığı, hem de
ekonomik yönlerden ileri zamanlara yayılacak biçimde ve önemde olduğu ... dava
konusu alandaki maden işletmeciliğine ilişkin proje mevzuata uygun olarak
düzenlenmediği gibi, işletmenin ekonomik faaliyeti ile bu faaliyetin
uyuşmazlığa konu alandaki zeytinlik, tarım ve orman alanları ile diğer doğal
kaynaklar üzerindeki etkisinin, sürdürülebilir kalkınma ilkesi çerçevesinde
uzun dönemli olarak değerlendirilmesi sonucu, alanda yapılacak maden
işletmeciliği sonucu doğal çevre, bitki örtüsü ve tarımsal ürünlerin göreceği
zarar yanında, bu zararların bölgenin tarıma dayalı ekonomisini de doğrudan
etkileyerek ekonomik ve sosyal zararlara da neden olacağı, bu nedenle ortaya
çıkacak zararların, maden faaliyetiningetireceği
ileri sürülen ekonomik yarardan çok daha fazla olduğu sonucuna ulaşıldığından dava konusumadenişletme
ruhsatı ve izninde mevzuata uyarlık bulunmaktadır."
gerekçesiyle kalker ocağı ile kırma tesisi için verilen maden işletme ruhsatı
ve izninin iptaline karar vermiştir.
13. Anılan karar temyiz üzerine Danıştay 8. Dairesinin 16/4/2013
tarihli ve E.2010/9175, K.2013/3182 sayılı kararıyla onanmıştır.
14. Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Dairenin
22/112013 tarihli ve E.2013/8028, K.2013/8553 sayılı kararıyla reddedilmiştir.
15. Nihai karar başvurucuya 10/1/2014 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
16. Başvurucu 10/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
17. 3571 sayılı Kanun’un 28/2/1995 sayılı ve 4086 sayılı
Kanun'la değişik 20. maddesinin 1. fıkrası şöyledir:
“Zeytinlik sahaları içinde ve bu sahalara en az 3 kilometre mesafede
zeytinyağı fabrikası hariç zeytinliklerin vegatatif
ve generatif gelişmesine mani
olacak kimyevi atık bırakan, toz ve duman çıkaran tesis yapılamaz ve
işletilemez. Bu alanlarda yapılacak zeytinyağı fabrikaları ile küçük ölçekli
tarımsal sanayi işletmeleri yapımı ve işletilmesi Tarım ve Köyişleri
Bakanlığının iznine bağlıdır."
18. 9/8/1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 26/4/2006
tarihli ve 5491 Kanun'la değişik 3. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“Çevrenin korunmasına, iyileştirilmesine ve kirliliğinin önlenmesine
ilişkin genel ilkeler şunlardır:
a)
Başta idare, meslek odaları, birlikler ve sivil toplum kuruluşları olmak üzere
herkes, çevrenin korunması ve kirliliğin önlenmesi ile görevli olup bu konuda
alınacak tedbirlere ve belirlenen esaslara uymakla yükümlüdürler.
...
c)
Arazi ve kaynak kullanım kararlarını veren ve proje değerlendirmesi yapan
yetkili kuruluşlar, karar alma süreçlerinde sürdürülebilir kalkınma ilkesini
gözetirler.
d)
Yapılacak ekonomik faaliyetlerin faydası ile doğal kaynaklar üzerindeki etkisi
sürdürülebilir kalkınma ilkesi çerçevesinde uzun dönemli olarak
değerlendirilir.
e)
Çevre politikalarının oluşmasında katılım hakkı esastır. Bakanlık ve yerel
yönetimler; meslek odaları, birlikler, sivil toplum kuruluşları ve
vatandaşların çevre hakkını kullanacakları katılım ortamını yaratmakla
yükümlüdür.
f) Her
türlü faaliyet sırasında doğal kaynakların ve enerjinin verimli bir şekilde kullanılması
amacıyla atık oluşumunu kaynağında azaltan ve atıkların geri kazanılmasını
sağlayan çevre ile uyumlu teknolojilerin kullanılması esastır.
..."
19. 4/6/1985 tarihli ve 3213 sayılı Maden Kanunu'nun 5177 sayılı
Kanun ile değişik 7. maddesinin ilk fıkrasındaki "Orman, muhafaza ormanı, ağaçlandırma alanları, kara
avcılığı alanları, özel koruma bölgeleri, milli parklar, tabiat parkları,
tabiat anıtı, tabiatı koruma alanı, tarım, mera, sit alanları, su havzaları,
kıyı alanları ve sahil şeritleri, karasuları, turizm bölgeleri, alanları ve
merkezleri ile kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri, askeri yasak
bölgeler ve imar alanları ile mücavir alanlarda madencilik faaliyetlerinin
çevresel etki değerlendirmesi, gayri sıhhi müesseseler ile ilgili hususlar
dahil hangi esaslara göre yürütüleceği ilgili bakanlıkların görüşü alınarak
Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılacak bir yönetmelikle belirlenir."
hükmü ile
Anayasa Mahkemesinin 15/01/2009 tarihli ve E.2004/70, K.2009/7 sayılı kararı
ile düzenlemenin Anayasa'nın 2., 43., 63. ve 168. maddelerine göre kanunla
yapılması gerektiği gerekçesiyle iptal edilmiştir.
20. 3213 sayılı Kanun'un 7. maddesine göre Bakanlar Kurulunun
24/5/2005 tarihli ve 2005/9013 sayılı kararı ile kararlaştırılan ve 21/6/2005
tarihli ve 25852 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak
yürürlüğe giren Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliği'nin 4., 5/3., 6/1.,
7., 8., 9/4,5., 17., 18., 19., 20/2,3,4.,21., 22., 23., 25/4., 26., 28., 29.,
31., 33., 34., 35., 36., 37., 38., 39., 40., 41., 42., 44., 45., 47., 48., 49.,
50., 51., 52., 53., 54., 55., 56., 57., 58., 59., 60., 61., 64., 65., 66., 67.,
69., 70., 71., 77/3,5., 78/1., 80., 81., 85., 86., 87., 88., 89., 90. ve geçici
1. maddelerinin iptali istemiyle açılan davada, Danıştay Sekizinci Dairesinin
10/2/2009 tarihli ve E.2007/9827 sayılı ve E.2008/6285 sayılı kararlarıyla
Anayasa Mahkemesinin iptal kararı uyarınca yasal dayanağını yitirmiş bulunan
Yönetmelik'in uygulanması hâlinde Anayasa, yasalar ve uluslararası
sözleşmelerin ihlali suretiyle çevre üzerinde geri dönüşü mümkün olmayan
tahribata yol açması ihtimali gözönünde
bulundurularak anılan maddelerin yürütmesinin durdurulmasına karar verilmiştir.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
21. Mahkemenin 15/6/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
22. Başvurucu; kalker ocağı ile kırma tesisi için verilen maden
işletme ruhsatı ve izninin yargı kararıyla iptal edildiğini, davada bilirkişi
ve keşfe göre karar verildiğini, alınan ruhsatın ilgili Kanunlara uygun olduğu
ve çevreye etkisinin düzenleme sınırları içinde olduğuna ilişkin ileri sürülen
hususlarda araştırma yapılmadan karar verildiğini, bilimsel verilere göre hazırlanacak
yeni bir bilirkişi raporu hazırlanması için yeni heyet oluşturulmadığını,
zeytinlik alanlar ve mera ile ilgili tespitlerin hatalı olduğunu, çeşitli
tekniklerine göre yapılan hesaplamalarda ocağın çevreye vereceği zararın ruhsat
iptalini gerektirir boyutta olmadığını, alınan ruhsat ve izinlerinin kanunlara
ve diğer düzenlemelere uygun olduğunu, uzun süren yargılama nedeniyle iş
yapacağı inancı ile masraf yaparak beklediğini, bu nedenle zarara uğradığını,
çalışma hürriyetinin, eşitlik ilkesinin ve savunma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürerek 100.000 TL maddi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
23. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
24. Başvurucunun yargılamanın uzun sürmesine ilişkin şikâyeti
makul sürede yargılanma hakkı kapsamında, savunma hakkının ihlal ediliğine yönelik iddiaları hakkaniyete uygun yargılanma
hakkı kapsamında, ruhsat iptali nedeniyle çalışma hürriyetinin ihlal edildiği
iddiası ise mülkiyet hakkı kapsamında incelenmiştir. Başvurucu eşitlik
ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmekle beraber Anayasa'nın 10. maddesinde
yer alan hangi sebeple kendisine ayrımcılık yapıldığından bahsetmediği gibi bu
iddiasını somut bir hakla da ilişkilendirmediğinden eşitlik ilkesi yönünden
ayrıca inceleme yapılmayacaktır.
a. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
25. Başvurucu, kalker ocağı ile kırma tesisi için verilen maden
işletme ruhsatı ve izninin yargı kararıyla iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
26. Anayasa’nın “Mülkiyet
hakkı” kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.”
27. Anayasa'nın “Temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın
yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve
ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz.”
28. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (Sözleşme) Ek (1) No.lu
Protokol’ün “Mülkiyetin korunması”
kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin
kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da
başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli
gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.”
29. Anayasa'nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin
1. fıkrası şöyledir:
“ Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına
sahiptir.”
30. Anayasa'nın “Toprak
mülkiyeti” kenar başlıklı 44. maddesinin 1. fıkrası şöyledir:
“Devlet, toprağın verimli olarak işletilmesini
korumak ve geliştirmek, erozyonla kaybedilmesini önlemek ve topraksız olan veya
yeter toprağı bulunmayan çiftçilikle uğraşan köylüye toprak sağlamak amacıyla
gerekli tedbirleri alır. Kanun, bu amaçla, değişik tarım bölgeleri ve
çeşitlerine göre toprağın genişliğini tesbit
edebilir. Topraksız olan veya yeter toprağı bulunmayan çiftçiye toprak
sağlanması, üretimin düşürülmesi, ormanların küçülmesi ve diğer toprak ve
yeraltı servetlerinin azalması sonucunu doğuramaz.”
31. Anayasa'nın “Tarım, hayvancılık ve
bu üretim dallarında çalışanların korunması” kenar başlıklı 45. maddesinin 1.
fıkrası şöyledir:
“Devlet, tarım arazileri ile çayır ve mer'aların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek,
tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi
artırmak maksadıyla, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların işletme araç ve
gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırır.”
32. Anayasa'nın “Çalışma ve
sözleşme hürriyeti” kenar başlıklı 48. maddesinin 2. fıkrası
şöyledir:
“Devlet, özel teşebbüslerin millî ekonominin
gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde
çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır."
33. Anayasa'nın “Sağlık
hizmetleri ve çevrenin korunması” kenar başlıklı 56. maddesinin 1.
ve 2. fıkraları şöyledir:
“Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede
yaşama hakkına sahiptir.
Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak
ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir."
34. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ve 30/3/2011 tarihli
ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre Anayasa
Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu
gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın Anayasa'da güvence altına
alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye'nin taraf olduğu ek
protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
35. Bir işin yürütülmesi için verilen “çalışma ruhsatları” (business licenses), Anayasa ve
Sözleşme'nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkının konusunu
oluşturur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre verilen ruhsat ve
izinlerin sona erdirilmesi, ilgili şirketin veya iş yerlerinin ticari itibarına
ve değerine olumsuz etkide bulunmakta olup mülkiyet hakkına müdahale
niteliğindedir. Bununla birlikte AİHM, ruhsat veya izinlerin sona
erdirilmesini, Sözleşmeye Ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesinin birinci
paragrafının ikinci cümlesi anlamında “mülkiyetten yoksun bırakma” kapsamında
değil anılan maddenin ikinci paragrafı anlamında “mülkiyetin kontrolü”
kapsamında bir müdahale olarak incelemektedir (Tre
Traktörer Aktiebolag/İsveç,
B. No: 10873/84, 7/7/1989, §§ 53, 55; Rosenzweig And Bonded Warehouses Ltd./Polonya,
B. No: 51728/99, 28/7/2005, § 49; Capital Bank
AD/Bulgaristan, B. No: 49429/99, 24/11/2005, §§ 130, 131; Bimer S.A./Moldova, B. No: 15084/03, 10/7/2007,
§§ 49, 51; Megadat.com SRL/Moldova,
B. No: 21151/04, 8/4/2008, §§ 62, 63 ve 65).
36. Bu çerçevede başvurucuya kalker ocağı ile kırma tesisi için
verilen maden işletme ruhsatı ve izninin Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma
alanında yer alan mülkiyet hakkı kapsamında bir varlık olduğuna kuşku
bulunmamaktadır.
37. Somut başvuruya konu davada başvurucunun ihlal edildiğini
iddia ettiği haklara yönelik müdahale bir kamu idaresinin işlem veya eyleminden
değil üçüncü kişi olan Yenmiş köyü tüzel kişiliği ve B.Ö. tarafından Enerji
Bakanlığı aleyhine Bakanlığın kullandığı kamu gücüne dayalı işlemin iptali
istemiyle başlatılan bir dava süreci sonunda meydana gelmiştir. Başvurucu ise
davalı konumunda olan İdare yanında katılan olarak davada yer almıştır. Davalı
İdare somut başvuruya konu olaylarda kamu gücünü kullanan kamu kurumu olarak başvurucu
ile aynı tarafta yer almış, davanın davacılar lehine kabul edilmesi sonrasında
ise başvurucunun da lehine olacak şekilde davayı temyiz etmiştir. Başvurucunun
şikâyetlerine sebep olan tek kamu müdahalesi davada Mahkemece verilen karardır.
Bu durumda başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik şikâyeti, başvurucu ve
davacıların yarışan hakları arasında Mahkemece adil bir dengeleme yapılıp
yapılmadığıyla sınırlı olarak incelenmesi gerekmektedir.
38. Bireysel başvuru, devlet tarafından kamu gücü kullanılarak
bireylerin temel haklarına yapılan müdahaleler sonucu meydana gelen hak
ihlallerini gidermek amacıyla ihdas edilmiş ikincil bir koruma mekanizması
olmakla birlikte bireylerin haklarına kamu gücü kullanarak bir idari tasarrufla
gerçekleştirilen bir müdahalenin bulunmadığı kimi durumlarda da devlete
atfedilebilecek sorumluluklar bulunabilmektedir. Bu durumlarda bireysel başvuru
konusu yapılan dava, sadece adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmekle
kalmayıp süreç sonucu etkilenen diğer haklar yönünden de incelenebilir (Türkiye Emekliler Derneği, B. No:
2012/1035, 17/7/2014, § 34).
39. AİHM, ulusal makamların iç hukuk ve olaylara ilişkin
yorumuna müdahale etmemekle beraber bunun açık biçimde Sözleşme değerleriyle
uyumsuz ve keyfî olmaması gerektiğini, ulusal mahkemelerin de iç hukuku
yorumlarken AİHM’in yorumladığı şekliyle Sözleşme’ye en uygun yorumu tercih etmeleri gerektiğini
vurgulamaktadır (Pla ve Puncernau/Andora,
B. No: 69498/01, 13/7/2004, §§ 46, 59, 62; Fabris/Fransa, B. No: 16574/08, 7/2/2013, §§ 56, 60; Larkos/Kıbrıs Rum Kesimi [BD], B. No: 29515/95,
§§ 30, 31; Karaman/Türkiye, B.
No: 6489/03, 15/1/2008, § 30).
40. Bu kapsamda mahkemelerce yapılacak yargılamalarda tarafların
çatışan hakları arasında tercih yapılırken Anayasa’ya uygun yorumla temel
hakların korunması ve yarışan haklar arasında hakkaniyete uygun bir dengelemeninyapılması gerekmektedir.
41. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence
altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve
yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma ve tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir.
Anayasa’ya göre bu hakka, ancak kamu yararı nedeniyle ve kanunla sınırlama
getirilebilir. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkının mutlak bir hak
olmadığı ve kamu yararı amacıyla sınırlandırılabileceği belirtilmiştir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No:
2013/817, 19/12/2013, §§ 28, 32). Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük
ilkesi gereği kişilerin mülkiyet haklarının sınırlandırılması hâlinde elde
edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir denge
kurulması gerekmektedir.
42. Anayasa ve Sözleşme, devlete mülkiyetin kullanımı veya
mülkiyetten yararlanma hakkını kontrol etme ve bu konuda düzenleme yetkisi
vermektedir. Mülkiyeti sınırlamaya göre daha geniş takdir yetkisi veren
düzenleme/kontrol yetkisinin kullanımında da kural olarak yasallık, meşruluk ve
ölçülülük ilkelerinin gereklerinin karşılanması şartı aranmaktadır. Bunun
yanında ölçülülük ilkesi gereği mülkiyetten yoksun bırakmada aranan tazminat
ödeme yükümlülüğü şartı, somut olayın koşullarına bağlı olarak
düzenleme/kontrol yetkisinin kullanıldığı durumlarda gerekmeyebilmektedir (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010,
§§ 83, 84, 91).
43. Anayasa’nın 35. maddesinin son fıkrası mülkiyet hakkının
kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı şeklinde hakkın kullanımına
ilişkin genel bir ilkeye yer vermektedir. Bununla beraber Anayasa’nın birçok
maddesi, ilgili olduğu hususta devlete mülkiyetin düzenlemesine/kontrolüne
ilişkin ödevler yüklemekte ve yetkiler vermektedir (Akdoğan ve diğerleri, § 30).
44. Anayasa'nın 44. maddesinin 1. fıkrası devlete toprağın
verimli olarak işletilmesini korumak ve geliştirmek şeklinde, 45. maddesinin 1.
fıkrası ise tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı kullanılmasını ve
tahribini önlemek şeklinde ödev yüklemektedir. Anayasa'nın 56. maddesi herkesin
sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı olduğunu belirttikten sonra
çevreyi geliştirme, çevre sağlığını koruma ve çevre kirlenmesini önlemeyi hem
devlete hem de vatandaşlara bir ödev olarak yüklemektedir.
45. Anayasanın 56. maddesinin ikinci fıkrasının kamusal
makamların çevresel meseleler bağlamındaki pozitif yükümlülüklerinin tespiti ve
değerlendirilmesi hususunda gözönünde bulundurulması
gerektiği açıktır. Anayasa’nın 56. maddesinin gerekçesinde de genel olarak
çevresel kirlenmeye yer verildiği, vatandaşın korunmuş çevre şartlarında beden
ve ruh sağlığı içinde yaşamını sürdürmesini sağlamanın devletin görevi
olduğunu, çevreyi koruyucu mevzuat kadar devlet denetiminin ve çevreyi koruyucu
fiilî tedbir ve faaliyetlerin de gerekli olduğu belirtilmiştir. Bu kapsamda
devletin hem kirlenmenin önlenmesi hem de tabii çevrenin korunması ve
geliştirilmesi için gereken tedbirleri alması gerektiğinin vurgulandığı ve bu
suretle çevresel meselelerde devletin pozitif yükümlülüklerine işaret edildiği
görülmektedir (Mehmet Kurt [GK],
B. No: 2013/2552, 25/2/2016, § 50).
46. 3571 sayılı Kanun’un 20. maddesi ise zeytincilik yapılan
alanların korunması için bu alanlara 3.000 m mesafede zeytinyağı fabrikası
dışında toz ve duman çıkaran tesis yapılamayacağını hüküm altına almaktadır.
2872 sayılı Kanun ise genel anlamda çevrenin ve bitki örtüsünün korunması
amacıyla birçok düzenleme getirmektedir. Bitki örtüsünün korunması, tarımsal
arazi ve yeter gelirli tarımsal arazilerin çevre öncelikli sürdürülebilir
kalkınma ilkesine uygun olarak planlı kullanımını sağlayacak tedbirlerin alınması
toplumun genel yararınadır.
47. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
48. Somut başvuruya konu davada Mahkemece, başvurucunun almış
olduğu ruhsat gereği mülkünden barışçıl bir şekilde yararlanma hakkı ile
davacıların tarım arazileri ve meralarından verimli bir şekilde yararlanma ve
temiz bir çevrede yaşama hakları şeklinde yarışan hakları arasında bir
dengeleme yapılarak karar verilmesi gerekmektedir.
49. Mahkemece, bilirkişi eşliğinde dava konusu bölgede keşif
yapılmış ve alanında uzman bilirkişilerce hazırlanan bilirkişi raporu taraflara
tebliğ edilerek tarafların görüş ve itirazları alındıktan sonra maden
işletmeciliğine ilişkin projenin mevzuata uygun olarak düzenlenmediği, Yenmiş
köyünün patlatmalardan ve tozdan olumsuz etkileneceği, işletmenin ekonomik
faaliyeti ile bu faaliyetin uyuşmazlığa konu alandaki zeytinlik, tarım ve orman
alanları ile diğer doğal kaynaklar üzerindeki olumsuz etkisinin doğal çevre,
bitki örtüsü ve tarımsal ürünlerin göreceği zarar yanında bu zararların
bölgenin tarıma dayalı ekonomisini de doğrudan etkileyerek ekonomik ve sosyal
zararlara da neden olacağı, bu nedenle ortaya çıkacak zararların, maden faaliyetiningetireceği ileri sürülen ekonomik yarardan çok
daha fazla olduğu, ayrıca maden işletme ruhsatı ve izninin 3571 ve 2872 sayılı
Kanunlara aykırı olduğu sonucuna ulaşılarak iptaline karar verilmiştir.
50. Mahkemece dayanak gösterilen bilirkişi raporunda maden
işletme projesindeki eksiklikler ve davacı köyün yerleşim alanının maden
ocağına yakın olması nedeniyle ocağın işletilmesi hâlinde zeytincilik başta
olmak üzere tarım ve hayvancılık faaliyetleri ile çevrenin bitki örtüsü
üzerinde meydana gelecek olumsuzluklar ile köy halkının yaşamı üzerindeki
olumsuz etkileri detaylı bir biçimde somut verilerle açıklanmıştır.
51. Mahkeme kararında açıkça maden ocağının işletilmesi hâlinde
maden ocağı yakınında yer alan köy halkının meydana gelecek patlatmalardan ve
tozdan olumsuz etkileneceği ve bu
çevredeki başta zeytincilik olmak üzere tarımsal faaliyetler ile bitki
örtüsünde meydana gelecek olumsuzlukların ocağın işletilmesinden beklenen
ekonomik yararın üstünde olacağı belirtilerek ve yarışan haklar arasındaki
denge gözetilerek karar verildiği görülmektedir
52. Mahkemenin dayandığı açık meşru kamu yararı amacı ile
davacılar lehine karar verdiği yargılamada başvurucunun mülkiyet hakkına
ilişkin iddiası yönünden bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun diğer
kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Hakkaniyete Uygun
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
53. Başvurucu; davada ileri sürülen hususlarda araştırma
yapılmadan bilirkişi ve keşfe göre karar verildiğini, bilimsel verilere göre
hazırlanacak yeni bir bilirkişi raporu hazırlanması için yeni heyet
oluşturulmadığını, zeytinlik alanlar ve mera ile ilgili tespitlerin hatalı
olduğunu, çeşitli tekniklerine göre yapılan hesaplamalarda ocağın çevreye
vereceği zararın ruhsat iptalini gerektirir boyutta olmadığını, alınan ruhsat
ve izinlerinin kanunlara ve diğer düzenlemelere uygun olduğunu, bu nedenlerle
adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
54. 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
"Mahkeme, .. açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine
karar verebilir."
55. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasına
göre Mahkemece açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemez olduğuna
karar verilebilir. Başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, iddialarının
salt kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, temel haklara
yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan
başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça
dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Hayrettin
Aktaş, B. No: 2013/1205, 17/9/2013, § 45).
56. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda
açık keyfîlik veya bariz takdir hatası içermesi ve bu
durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal
etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular,
derece mahkemesi kararları bariz takdir hatası içermedikçe Anayasa Mahkemesince
incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz,
B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
57. Yargılama makamları, taraflarca ileri sürülen iddiaları ve
gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır. Bununla birlikte
belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek
istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen
derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada geçerli olan delil sunma ve
inceleme yöntemlerinin adil yargılanma hakkına uygun olup olmadığını denetlemek
Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp Anayasa Mahkemesinin görevi
başvuru konusu yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığını
değerlendirmektir. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın
yürütülebilmesi için silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri
ışığında taraflara iddialarını sunmak hususunda uygun olanakların sağlanması
şarttır. Taraflara, tanık delili de dâhil olmak üzere delillerini sunma ve
inceletme noktasında da uygun imkânların tanınması gerekir. Bu anlamda delillere
ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddialarının da yargılamanın bütünü
ışığında değerlendirilmesi gerekir. (Atila
Oğuz Boyalı, B. No: 2013/99, 20/3/2014, § 46).
58. Başvuruya konu davada Mahkemece alınan bilirkişi raporu
sonrasında hüküm kurmaya yeterli delilin toplandığı kanaatine ulaşılarak ikinci
bir bilirkişi raporuna başvurulmaksızın karar verilmiştir.
59. Mahkemelerin ikinci bilirkişi raporuna başvurmaları
konusunda kanuni bir zorunluluk bulunmadığı gibi davanın koşulları ile
tarafların argümanlarını net bir şekilde ortaya koyarak hüküm kurmaya yeterli
sonuca ulaştıktan sonra Mahkemelerin yalnızca ikinci bilirkişi raporuna
başvurmamaları nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği de kabul
edilebilir bir iddia değildir.
60. Somut başvuruya konu dava, kalker ocağı için verilen ruhsat
ve izinlerin iptali istemiyle açılmıştır. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi
(UYAP) üzerinden yapılan incelemede Mahkeme heyetinin dosyayı karara bağlamak
için farklı tarihlerde dokuz görüşme yaptığı, başvurucunun davalı yanında
katılan olarak davaya kabul edildiği, davalı idarenin savunmasının davacılara
tebliğini sağladığı, davacıların cevap dilekçesini de davalılara tebliğ
ettirdiği ve davalıların ikinci savunma dilekçelerini aldığı, alanında uzman öğretim
üyelerinden oluşan bir heyete bilirkişilik görevi verdiği, naip üye eşliğinde
bilirkişilerle beraber yerinde keşif incelemesi yapıldığı, tüm bu
incelemelerden sonra hüküm kurmaya yeterli bilgi ve belgeye ulaşıldığı
kanaatine varıldıktan sonra karar verildiği görülmektedir. Somut olayın net bir
şekilde ortaya çıktığı mevcut olayın koşullarında Mahkemece ikinci bilirkişi
raporuna ihtiyaç görülmemesinin tek başına hakkaniyete aykırı yargılanma
hakkını ihlal ettiği söylenemez.
61. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu
deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve
iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve
iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da
uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının Derece Mahkemesi
tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi
Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
62. Açıklanan nedenlerle başvurucunun belirtilen iddialarının
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu ve derece mahkemesi
kararlarının bariz takdir hatası veya açıkça keyfîlik
de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
c. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
63. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
64. Başvurucu uzun süren yargılama nedeniyle maddi zarara
uğradığını belirterek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
65. Medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılamalar ile hukuk
sisteminde yer alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu hukuku” alanına dâhil
olan ancak sonucu itibarıyla medeni haklar ve yükümlülükler üzerinde
belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan davaların makul sürede tamamlanmadığı
yönündeki iddialar, daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa
Mahkemesince makul sürede yargılanma hakkının adil yargılanma hakkının
kapsamına dâhil olduğu kabul edilerek bir davadaki yargılama süresinin makul
olup olmadığının tespitinde davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli
olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve
başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi
hususların dikkate alınacağı belirtilmiştir (Güher
Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 34-64; Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198,
7/11/2013, §§ 54-60).
66. Başvuruya konu davanın, davacılar tarafından İdare aleyhine
kalker ocağı ruhsat ve izinlerinin iptali talebiyle 27/1/2009 tarihinde İzmir
1. İdare Mahkemesinde açılan tam yargı davası olduğu görülmektedir. Medeni hak
ve yükümlülükleri konu alan davalarda yargılama faaliyetinin makul süre
değerlendirmesi için başlangıcı, kural olarak uyuşmazlığı karara bağlayacak
yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı tarihtir (Güher Ergun ve diğerleri, § 50). Başvuru konusu davanın
açılış tarihi 27/1/2009 olmakla beraber başvurucunun vekili vasıtasıyla verdiği
23/12/2009 tarihli asli müdahale dilekçesi sonrasında asli müdahil sıfatıyla
yargılamada yer almaya başladığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle başvurucu
açısından yapılacak makul süre değerlendirmesi bakımından dikkate alınacak
sürenin başlangıç anı, davanın açıldığı tarih değil usule uygun olarak asli
müdahale talebinde bulunulduğu tarihtir (İsmail
Özkan, B. No: 2012/367, 17/9/2013, § 25).
67. Sürenin bitiş tarihi ise çoğu zaman icra aşamasını da
kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir (Güher Ergun ve diğerleri, § 52). Somut başvuru açısından bu
tarih Danıştay Sekizinci Dairesi tarafından karar düzeltme isteminin
reddedildiği 22/11/2013'tür.
68. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde İdare
aleyhine kalker ocağı ruhsat ve izinlerinin iptali talebiyle 27/1/2009
tarihinde İzmir 1. İdare Mahkemesinde açılan tam yargı davasında başvurucu,
23/12/2009 tarihli dilekçesiyle davaya katılmayı talep etmiş ve talebi
Mahkemece kabul edilmiştir. Mahkemece, yapılan keşif ve alınan bilirkişi raporu
sonrasında 23/06/2010 tarihli kararla kalker ocağı ile kırma tesisi için
verilen maden işletme ruhsatı ve izninin iptaline karar verildiği, temyiz
üzerine Danıştay Sekizinci Dairesinin 16/4/2013 tarihli ilamıyla İlk Derece
Mahkemesi kararının onandığı, karar düzeltme isteminin aynı Dairenin 22/11/2013
tarihli ilamıyla reddedildiği, sonuç olarak başvurucu yönünden davanın dört
yılın altında bir sürede tamamlandığı anlaşılmaktadır.
69. İdari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede
sonuçlandırılmadığı yönündeki iddialar, daha önce bireysel başvuru konusu
yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından özellikle 6/1/1982 tarihli ve 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda yer alan usul hükümleri de gözönünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkına
yönelik ilkeler tespit edilmiştir (Selahattin
Akyıl, § 54-60).
70. Başvuruya konu davada yer alan kişi sayısı ve davanın
mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu
yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymaktadır. Dava sürecinde İlk Derece
Mahkemesinin yaklaşık bir buçuk yıl sonunda karar verdiği ve dört yılın altında
bir sürede davanın kesinleştiği anlaşılmaktadır. Bu çerçevede davaya bütün
olarak bakıldığında 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi bir
yargılama sürecine ilişkin somut başvuru açısından daha önce verilen
kararlardan farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve
başvurucu yönünden söz konusu dört yılın altında bir sürede tamamlanan
yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin bulunmadığı sonucuna
varılmıştır.
71. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Hakkaniyete uygun
yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
15/6/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.