TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SELÇUK KİYAS BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/19947)
|
|
Karar Tarihi: 10/1/2018
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Şermin
BİRTANE
|
Başvurucu
|
:
|
Selçuk KİYAS
|
Vekili
|
:
|
Av. İrfan
SÖNMEZ
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, zorunlu askerlik döneminde sağlık problemlerinin
vaktinde tespit edilememesi üzerine özürlü hâle gelen başvurucunun açtığı
tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığının korunması
hakkının; ayrıca yüksek miktarda vekâlet ücreti ödenmesine karar verilmesi
nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 22/12/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
8. Başvurucu, sağlık muayenesinin yapılmasından sonra askerliğe
elverişli olduğu değerlendirilerek askere sevk edilmiş ve 23/7/2007 tarihinde
eğitim birliğine teslim olmuştur.
9. Başvurucu askerlik görevini yerine getirdiği sırada baş
ağrısı ve yürümede denge sorunları yaşamış, 14/3/2008, 26/4/2008, 29/5/2008, 5/9/2008
ve 15/9/2008tarihlerinde muayene için Kayseri ili Yahyalı ilçesindeki Devlet
Hastanesine sevk edilmiştir. Başvurucuya ilçe Devlet Hastanesinde sinüzit
tanısı konulmuş ve ilaç tedavisi uygulanmıştır.
10. Başvurucu 8/11/2008 tarihinde terhis mahiyetinde izinli
sayılmış ve 21/11/2008 tarihinde terhis olmuştur. Başvurucu, terhis mahiyetinde
izinli iken Elazığ Asker Hastanesine müracaat etmiş ve
buradan Hacettepe Üniversitesi Hastanesine sevk edilmiştir. Burada başvurucuya
beyin tümörü teşhisi konulmuştur. Başvurucu 24/11/2008 tarihinde beyin tümörü
ameliyatı olmuştur. Bu tarihten sonra da çeşitli defalar ameliyat edilmiş,
değişik hastanelerde uzun süre tedavi görmüştür.
11. Malatya İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Fakültesince
verilen 1/6/2011 tarihli raporda başvurucunun %60 oranında özürlü olduğu
belirtilmiştir. Aynı Üniversite tarafından 7/5/2012 tarihinde verilen raporda
ise başvurucunun %93 oranında özürlü olduğu, ayakta durmasını, el ve kollarını
kullanmasını gerektiren işlerde çalıştırılamayacağı ifade edilmiştir.
12. Başvurucu 24/11/2011 tarihinde Millî Savunma Bakanlığına
müracaat ederek tazminat talep etmiştir. Başvurucu, dilekçesinde komutanların,
askerlikten kaytaracağı düşüncesiyle kendisini hastaneye göndermediklerini
belirtmiştir. Durumunun kötüleşmesi üzerine gittiği Devlet Hastanesi
doktorundan Kayseri ilinde bir hastaneye sevkini talep etmesine rağmen
talebinin reddedildiğini, doktorların sinüzit ilacı vererek kendisini
gönderdiğini, bu nedenle teşhis ve tedavide geç kalındığını ifade etmiştir.
13. Talebinin cevap verilmeyerek zımnen reddedilmesi üzerine
başvurucu 3/2/2012 tarihinde Millî Savunma Bakanlığı aleyhine Askeri Yüksek
İdare Mahkemesi (AYİM) İkinci Dairesinde maddi ve manevi tazminat davası
açmıştır.
14. Başvurucu, Malatya İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp
Fakültesince verilen ve %93 oranında özürlü olduğunu gösteren 7/5/2012 tarihli
raporu 20/2/2013 tarihinde dava dosyasında sunmuştur.
15. AYİM İkinci Dairesi, tıbbi bilirkişi incelemesi
yaptırılmasına karar vermiş ve Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir
Cerrahisi Ana Bilim Dalı Başkanlığından bilirkişi raporu düzenlenmesi
istenmiştir.
16. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Ana
Bilim Dalı Başkanlığında görevli üç profesörden oluşan heyet tarafından
hazırlanan 3/3/2014 tarihli bilirkişi raporunda; başvurucunun "pilostik astrositom" adı
verilen bir tür beyin tümöründen muzdarip olduğu, bu
tip tümörlerin iyi huylu tümör sınıfında kabul edildiği, ancak tümörün yerleşim
yerinin beyin sapı denilen önemli beyin bölgesinde olması nedeniyle cerrahi
girişimlerden sonra başvurucuda görüldüğü gibi ciddi ek sorunlara yol
açabileceği belirtilmiştir. Raporda, başvurucunun rahatsızlığının bünyesel bir
rahatsızlık olduğu verahatsızlığın oluşumunda asker
olmasının bir etkisinin bulunmadığı belirtilmiştir.
17. Raporda bu tip beyin tümörlerinin genellikle baş ağrısı,
bulantı, kusma gibi başka birçok hastalığın bulgusu da olabilecek genel
semptomlar ile kendilerini gösterdikleri ve örneğin her baş ağrısı olan hastada
akla ilk olarak beyin tümörü tanısının gelmeyeceği vurgulanmıştır. Ancak
başvurucunun ilk müracaatındaki yürüme ve konuşma güçsüzlüğü şikâyetleri ile
bir sonraki muayenesinde belirttiği bilinç kaybı şikâyetinin çok sık görülen
genel bulgular arasında olmayıp ileri tetkik gerektiren bulgular arasında
sayılacağı, bu bilgiler ışığında ileri tıbbi tetkik ve tedavi yapabilecek bir
merkeze geç sevk edildiği ve ameliyat kararının alınmasının geciktiği ifade
edilmiştir.
18. Bununla birlikte raporda; başvurucunun tanıdan sonraki
tedavi süreçleri, İnönü Üniversitesi Beyin Cerrahisi Ana Bilim Dalı
raporlarında belirtilen iyi hâli ve patolojik tanısının nispeten iyi huylu bir
tümör olması nedeni ile tedavisine başlamadaki bu gecikmenin hastalığın
ilerlemesine ve mevcut şikâyetlerine kötü yönde bir katkıda bulunmadığı
şeklinde düşünce bildirilmiştir.
19. Başvurucu anılan rapora itiraz etmiş; raporda idarenin
tedavide gecikmeye sebep olduğu açıkça belirtilmesine karşın bu ihmalin
hastalığın ilerlemesine katkısı olmadığını söylemenin çelişki olduğunu
belirterek bu nedenle yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırılmasını talep
etmiştir.
20. AYİM İkinci Dairesi 22/4/2014 tarihli kararıyla oyçokluğuyla
davayı reddetmiştir. Karar gerekçesinde bilirkişi raporuna atıfta bulunularak
başvurucunun ileri tıbbi tetkik ve tedavi yapabilecek bir merkeze geç sevk
edildiği ve ameliyat kararının alınmasının geciktiği kabul edilse bile
tedavinin başlatılmasına dair bu gecikmenin hastalığın ilerlemesine ve
başvurucunun mevcut şikâyetlerine kötü yönde bir katkıda bulunmadığı, bu
nedenle meydana gelen zararla idarenin işlem ve eylemleri arasında illiyet bağı
kurulamadığı belirtilmiştir. Kararda ayrıca, bilirkişi raporunun gerekli ve
yeterli açıklamaları ihtiva ettiği belirtilerek yeni bir bilirkişi incelemesi
yaptırılmasına veya Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasına gerek görülmediği
ifade edilmiştir.
21. Bunun yanı sıra kararda, reddedilen maddi ve manevi tazminat
miktarları üzerinden hesap edilen, maddi tazminat açısından nispi 17.200 TL ve
manevi tazminat yönünden maktu 1.500 TL toplamı olan 18.700 TL vekâlet
ücretinin de başvurucudan alınarak davalı idareye verilmesine hükmedilmiştir.
22. Karara muhalif kalan üye görüşünde, bilirkişi raporunda
olayda geç teşhis ve tedavi olduğu belirtilmesine karşın bu gecikmenin
hastalığın ilerlemesinde kötü yönde katkısının olmadığını söylemenin çelişki
oluşturduğu, dolayısıyla söz konusu rahatsızlığın teşhis ve tedavisinde
idarenin ihmalinin bulunduğu, bu nedenle başvurucuya bir miktar tazminat verilmesi
gerektiği belirtilmiştir.
23. Söz konusu karara karşı yapılan karar düzeltme istemi de
aynı Dairenin 5/11/2014 tarihli kararıyla oyçokluğuyla reddedilmiştir. Bu karar
24/11/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
24. Başvurucu22/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
25. 2/11/2011 tarihli ve 28103 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli
İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde
Kararname’nin (KHK) “Davalardaki temsilin
niteliği ve vekâlet ücretine hükmedilmesi ve dağıtımı” kenar
başlıklı 14. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Tahkim usulüne tabi
olanlar dâhil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili
sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri,
hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu
davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve
takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar
üzerinden idareler lehine vekâlet ücreti takdir edilir."
B. Uluslararası Hukuk
26. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre yaşam hakkı
kapsamındaki pozitif yükümlülükler, askerlik hizmetini yerine getiren kişilerin
sağlıklarının ve iyilik hâllerinin korunmasını ve bu kişilere gerekli tıbbi
bakımın sağlanmasını gerekli kılar. AİHM'e göre yetkili makamlar, askerlik
hizmeti sırasında gerçekleşen her türlü yaralanma ve ölüm olayına ilişkin makul
bir açıklama sunma yükümlülüğü altındadır (Metin
Gültekin ve diğerleri/Türkiye, B. No: 17081/06, 6/10/2015, §§ 32,
33; Beker/Türkiye, B. No: 27866/03, 24/3/2009, §§
41-43).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
27. Mahkemenin 10/1/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kişinin Maddi ve
Manevi Varlığını Koruma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
28. Başvurucu, askerde iken tedavisinin yaptırılmadığını, bunun
sonucunda yürüyemez ve engelli hâle geldiğini, tek başına ayağa dahi
kalkamadığını, bedenen ve çalışamadığı için de ekonomik yönden başkasına
bağımlı duruma düştüğünü ifade etmiştir. Başvurucu, açtığı davada hem bilirkişi
raporunda hem de mahkeme kararında idarenin ihmalinin tespit edilmiş olmasına karşın
tarafına tazminat verilmemesinin yaşam hakkını ihlal ettiğini belirtmiştir.
2. Değerlendirme
29. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı”
kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddî
ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
30. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
"Devletin temel amaç ve
görevleri, … kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; ...
insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya
çalışmaktır."
31. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
32. Başvurucu, zorunlu askerlik hizmeti sırasında ortaya çıkan
rahatsızlığının teşhis ve tedavisinde geç kalınması sebebiyle yaşam hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Anayasa Mahkemesinin önceki kararları dikkate
alındığında, zorunlu askerlik kapsamında devletin koruması altında olan
kişilerin vücut bütünlüğüne yönelik meydana gelen zararlar yönünden etkili bir
tazminin sağlanamadığı ve bu çerçevede devletin, Anayasa’dan doğan koruma
yükümlülüğünü yerine getirmediğinin ileri sürüldüğü başvuruların, Anayasa'nın
17. maddesinin birinci fıkrası fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi
varlığının korunması hakkı kapsamında incelenmesi gerekmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, §§
35, 40; Yasin Çıldır, B. No:
2013/8147, 14/4/2016, § 41).
33. Zorunlu askerlik hizmetini yerine getiren başvurucunun dava
konusu ettiği olay sonucunda iş gücü kaybına uğramasının, vücut bütünlüğünün
yanı sıra mesleki yaşamı üzerinde de önemli sonuçlar doğuracağı açıktır. Bu
çerçevede başvurucunun geç teşhis ve tedavi sonucu fiziksel bütünlüğüne zarar
verilmesine dayalı tazminatdavasının reddedilmesi
nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürdüğü başvurunun,
Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve
manevi varlığının korunması hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği
değerlendirilmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
34. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin
maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
35. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmektedir. Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi
varlığının bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel
kişilerin eylemlerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, § 40).
36. Bu çerçevede devletin egemenlik alanında yaşayan ve kontrolü
altında bulunan kişilerin maddi ve manevi varlıklarına yönelen fiilleri önleme,
önlenememiş olan eylemlere yönelik olarak da gerekli soruşturma, kovuşturma,
failleri tespit edip cezalandırma ve gerektiğinde bundan doğan zararları etkili
bir şekilde bizzat karşılama veya sorumlularına karşılatma yükümlülüğü
bulunmaktadır. Kişilerin vücut bütünlüğüne yapılan bir eylemden doğan zararlara
yönelik etkili bir tazminin sağlanamadığı ve bu çerçevede devletin, Anayasa’nın
17. maddesinden doğan koruma yükümlülüğünü yerine getirmediği durumlarda
kişinin vücut bütünlüğünün korunduğundan söz edilemez (Özkan Şen, § 40; Yasin Çıldır, § 37).
37. Söz konusu pozitif yükümlülük sağlık alanında yürütülen
faaliyetleri de kapsamaktadır. Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde devletin “herkesin hayatını beden ve ruh sağlığı içinde
sürdürmesini sağlamak (…) amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp
hizmet vermesini” düzenleyeceği ve bu görevini kamu ve özel
kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek
yerine getireceği kurala bağlanmıştır (İlker
Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).
38. Etkili yargısal koruma sağlamada mağdurların kendi
inisiyatifleri ile hukuk veya idare mahkemesinde açtıkları dava yollarının
sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp bu yolun uygulamada fiilen de
etkili olması ve başvurulan makamın ihlal iddiasının özünü ele alma yetkisine
sahip bulunması gereklidir. Başvuru yolunun ancak bir hak ihlali iddiasını
önleyebilmesi, devam etmekteyse sonlandırabilmesi veya sona ermiş bir hak
ihlalini karara bağlayabilmesi ve bunun için uygun bir giderim sunabilmesi
hâlinde etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 26; Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, §
39).
39. Diğer taraftan bu yöndeki pozitif yükümlülüğünün sonuç
yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması yükümlülüğü olması, her davada
başarılı olunması veya mağdurların olaylarla ilgili beyanlarıyla bağdaşan bir
sonuca varılması gerektiği anlamına gelmemektedir. Bununla beraber kural olarak
dava, olayın gerçekleştiği koşulları belirleyecek ve iddiaların doğruluğunun
kanıtlanması hâlinde sorumlularının tespit edilerek uygun telafi imkânlarını
sağlayacak nitelikte olmalıdır (Nail Artuç, § 45; Hilmi
Düzgüner, B. No: 2014/9690, 11/5/2017, §
50).
40. Anayasa Mahkemesi için bu noktada önemli olan husus,
yürürlükteki yargısal sistemin ihmale yönelik davranışlar ve tıbbi hatalar
nedeniyle maddi ve manevi varlığa yapılan eylemlerden doğan sorumluluğu hiçbir
durumda belirsizlik içinde bırakmamasıdır. Bu, toplumun güvenini korumak ve
hukuk devletinin benimsenmesini sağlamak amacıyla gereklidir. Anayasa
Mahkemesinin bu noktadaki görevi -ihlallerin önlenmesinde oynaması gereken
rolün zayıflatılmaması için- derece mahkemelerinin Anayasa'nın 17. maddesi ile
öngörülen dikkatli ve özenli inceleme şartını ne ölçüde yerine getirdiğini
incelemektir (Aysun Okumuş ve Aytekin Okumuş,
B. No: 2013/4086, 20/4/2016, § 72; Perihan
Uçar ve diğerleri, B. No: 2013/5860, 1/12/2015, § 57; Hilmi Düzgüner, §
51).
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
41. Somut olayın gelişimi açısından başvurucunun sağlık
sorunları yaşamasındakamu makamlarının doğrudan bir
müdahalesinden bahsetmek mümkün değildir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi
tarafından yapılacak değerlendirme zorunlu askerlik hizmeti nedeniyle devletin
kontrol ve denetimi altında bulunan başvurucunun rahatsızlığına dair devletin
bu sağlık sorunlarının teşhis ve tedavisine yönelik öngörülebilir tedbirleri
alıp almadığı ve sonraki aşamada ise mağduriyetin giderilmesine yönelik etkili
yargısal sistem kurma yükümlülüğün sağlanıp sağlanamadığı ile sınırlıdır.
42. Somut olay bu kapsamda incelendiğinde, davanın reddine
ilişkin kararın temel olarak Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir
Cerrahisi Ana Bilim Dalı tarafından hazırlanan rapora dayandırıldığı görülmektedir.
43. Başvurucunun askerlik görevini yerine getirdiği sırada
defalarca baş ağrısı ve denge sıkıntıları şikâyetiyle sağlık kurumuna sevk
edildiği anlaşılmaktadır. Derece mahkemesi tarafından alınan bilirkişi
raporunda, başvurucunun sağlık kuruluşuna ilk müracaatındaki yürüme ve konuşma
güçlüğü şikâyetleri ile bir sonraki muayenesinde belirttiği bilinç kaybı
şikâyetinin çok sık görülen genel bulgular arasında olmayıp ileri tetkik
gerektiren bulgular arasında sayılacağı belirtilmiştir. Ayrıca bu bilgiler
ışığında ileri tıbbi tetkik ve tedavi yapabilecek bir merkeze geç sevk edildiği
ve ameliyat kararının alınmasının geciktiği ifade edilmiştir. Bilirkişi raporu
ve derece mahkemesinin de kabulüne göre olayda idarenin kusuru nedeniyle
başvurucunun hastalığının teşhis ve tedavisinde gecikme olduğu açıktır (bkz. §
17).
44. Bununla birlikte bu gecikmenin başvurucunun rahatsızlığına
etkileri konusunda bilirkişi raporunda, gecikmenin hastalığın ilerlemesine ve
mevcut şikâyetlerine kötü yönde bir katkıda bulunmadığının belirtildiği
görülmektedir. Bilirkişi raporunda bu görüşe ulaşılırken başvurucuya tanı
konulduktan sonraki tedavi sürecinin başarılı yürütülmesi, tümörün nispeten iyi
huylu bir tümör olmasıve başvurucunun İnönü
Üniversitesi Beyin Cerrahisi Ana Bilim Dalı raporlarında belirtilen iyi hâlinin
dikkate alındığı belirtilmektedir (bkz. § 18).
45. Anayasa Mahkemesinin kural olarak bilirkişilerin vardığı
sonuçları, mevcut tıbbi bilgilerden hareketle birtakım tahminlere yer vererek sahip
olduğu bilimsel bakış açılarının doğru olup olmadığı yönünden irdeleme görevi
bulunmamaktadır (Yasin Çıldır, §
65).
46. Ancak Anayasa'yla güvence altına alınan, kişinin maddi ve
manevi varlığını koruma hakkı kapsamında kamu makamlarına düşen pozitif yükümlülüklere
riayet edilip edilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi amacıyla
derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde
hareket edip etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda öne sürülen
gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Yasin Çıldır, § 64).
47. Söz konusu bilirkişi raporunda ve bu rapora itibar edilmek
suretiyle verilen derece mahkemesi kararında teşhis ve tedavide gecikme olduğu
kabul edilmesine karşın, bu gecikmenin başvurucunun hastalığı üzerinde kötü bir
tesiri olmadığının ortaya konulduğu anlaşılmaktadır. Buna göre derece
mahkemesince yapılan yargılamada tıbbi ihmal iddialarının araştırılması ve
durumun açıklığa kavuşturulması için alınan uzman bilirkişi raporunda yeterli
somut bulgu ve tespitlere yer verilerek, başvurucunun iddialarının ayrıntılı
bir biçimde tartışıldığı ve karşılandığı görülmektedir (bkz. § 18).
48. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde başvurucunun
ileri sürüğü iddialar hakkında alınan bilirkişi raporuna
dayanılarak verilen derece mahkemesi kararının konuyla ilgili ve yeterli
gerekçe içerdiği anlaşılmaktadır. Kararda yer verilen tespit ve gerekçe
itibarıyla yargısal makamların takdir yetkilerinin sınırının aşılmadığı
anlaşıldığından başvurucunun maddi ve manevi varlığının korunması hakkının
ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.
49. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 17.
maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi
varlığının korunması hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
B. Mahkemeye Erişim
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
50. Başvurucu, davasının reddine dair karar ile yüksek miktarda
vekâlet ücreti ödemeye mahkûm edildiğini belirterek adil yargılanma hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
51. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddiasının adil yargılanma
hakkının güvenceleri arasında yer alan mahkemeye erişim hakkı kapsamında
incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
52. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan adil
yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
53. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan
mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve
uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına
gelir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız
hâle getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren
sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özkan Şen, § 52).
54. İdari ve askerî idari yargıda görülen davalarda talep edilen
tazminat miktarlarının reddedilen kısmı üzerinden nispi vekâlet ücretine hükmedilmesinin mahkemeye
erişim hakkını ihlal edebileceği Anayasa Mahkemesinin benzer olaylara ilişkin
birçok kararında ortaya konmuştur (İbrahim
Can Kişi, B. No: 2012/1052, 23/7/2014; Mehmet Tekin, B. No: 2013/7611, 20/5/2015; Nevriye Sağır ve Salim Sağır, B. No:
2014/6129, 20/5/2015).
55. Belirtilen kararlarda davanın açıldığı tarih itibarıyla
idari ve askerî idari yargıdaıslah imkânının
bulunmadığı gözetilerek tarafların ileride hak kaybına uğramamak için dava
talep miktarlarını yüksek tutmalarından kaynaklı olarak reddedilen kısım
üzerinden aleyhlerine yüksek tutarlarda vekâlet ücretine hükmedilmesinin ölçülü
olmadığı sonucuna varılmıştır (İbrahim Can
Kişi, § 44; Mehmet Tekin,
§ 62; Nevriye Sağır ve Salim Sağır,
§ 29).
56. Somut olayda başvurucunun dava açtığı sırada ıslah imkânının
olmaması nedeniyle hak kaybına uğramamak için talebini yüksek tuttuğu, talep
edilen ancak yargılama sonucunda reddedilen maddi tazminat tutarı üzerinden
17.200 TL avukatlık ücretini davalı idareye ödemek zorunda kaldığı
görülmektedir. Dolayısıyla somut olayda da Anayasa Mahkemesinin benzer
durumlarda verdiği yukarıda belirtilen (bkz. §§ 25, 26) kararlarda belirlediği
ilkelerden ayrılmayı gerektirecek bir durumun olmadığı anlaşılmaktadır. Bu
durumda başvurucu aleyhine hükmedilen avukatlık ücretinin ölçülü olmadığı ve
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
57. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine
karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
58. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
59. Başvurucu yargılamanın yenilenmesine ve tarafına maddi ve
manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
60. Mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal
edildiği sonucuna varılmıştır.
61. Başvuru konusu olayda tespit edilen ihlalin sonuçlarının
ortadan kaldırılması bakımından yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmadığından salt ihlalin tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında takdiren başvurucuya 15.700 TL tazminat ödenmesine karar verilmesi
gerekir. Başvurucunun diğer taleplerinin reddi gerekir.
62. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.980
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence
altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının İHLAL
EDİLMEDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye
erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Mahkemeye erişim hakkının ihlali nedeniyle başvurucuya 15.700
TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, diğer taleplerin
REDDİNE,
D. 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.186,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
10/1/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.