TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
RAMAZAN COŞAR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/20562)
|
|
Karar Tarihi: 7/2/2018
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Halil
İbrahim DURSUN
|
Başvurucu
|
:
|
Ramazan
COŞAR
|
Vekili
|
:
|
Av. Türker
CANDAN
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; askerlik hizmeti sırasında dizde kitle (tümör)
olduğunun anlaşılması üzerine görülen tedavilere rağmen yaşamı yitirme
nedeniyle yaşam hakkının, açılantam yargı davası
sonucunda yüksek miktarda aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye
erişim hakkının, bu davadaki yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 31/12/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6.Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucunun kardeşi A.C., askerlik hizmetini yaptığı sırada
dizinde bir kitle olduğunun tespit edilmesi üzerine uzun süre tedavi görmüş
ancak kurtarılamayarak 29/9/2011 tarihinde yaşamını yitirmiştir.
A. A.C.nin Askerlik
Süreci ve Ölümü
9. Başvurucunun kardeşi A.C., askerlik hizmetini ifa etmek üzere
14/5/2010 tarihinde Üçüncü Amfibi Deniz Piyade Tabur Komutanlığına (İzmir)
teslim olmuştur.
10.A.C., askerliğe başladıktan sonra muhtelif tarihlerde çeşitli
şikâyetlerlerevire ve asker hastanelerine
başvurmuştur.
11. A.C. 10/6/2010 tarihinde Foça Deniz Üs revirinde muayene
olmuş ve bu muayene neticesinde İzmir Asker Hastanesi Cildiye Polikliniğine
sevk edilmiştir. Sevk kararı üzerine A.C. 11/6/2010 tarihinde Cildiye Polikliniğinde
muayene olmuştur. A.C. burada muayene olduktan sonra nörofibromatozis ön tanısıyla
Radyoloji Servisine yönlendirilmiştir. Radyoloji Servisinde A.C.ye beyin MR'si için 2/8/2010 tarihine randevu verilmiştir.
12. A.C. dizindeki bir ağrı nedeniyle 28/6/2010 tarihinde Foça
Deniz Üs revirine müracaat etmiştir. Revirde muayene edilen A.C.nin
Foça Deniz Üs Komutanlığı Polikliniği Ortopedi Servisine sevkinin uygun olduğu
değerlendirilmiştir. Bunun üzerine aynı gün anılan Poliklinikte yapılan
muayenesi neticesinde A.C.ye artralji (eklem ağrısı) teşhisiyle ilaç tedavisi
önerilmiştir.
13. A.C. sevk edildiği Foça Deniz Üs Komutanlığı Polikliniği
Ortopedi Servisinde 5/7/2010 tarihinde de artralji teşhisiyle ilaç tedavisi
almış; bunun yanı sıra dizine elastik sargı uygulanmıştır.
14.Foça Deniz Üs Komutanlığı Polikliniği Ortopedi Servisinde
12/7/2010 tarihinde de muayene edilen A.C., İzmir Asker Hastanesi Ortopedi
Polikliniğine sevk edilmiştir. A.C. bu tarihten sonra da birkaç defa acil
olarak Foça Deniz Üs Komutanlığı Polikliniğine getirilmiş ve burada muayene
edilmiştir.
15. A.C., 15/7/2010 tarihinde İzmir Asker Hastanesi Ortopedi
Polikliniğinde muayene edilmiştir. Bu muayenede tahlil için kendisinden kan
alınmış ve ayrıca ağrıyan yerin röntgeni çekilmiştir. Tetkik sonuçlarına göre
22/7/2010 tarihinde tekrar değerlendirilen A.C.ye sol diz ydt tanısıyla yedi gün
istirahat verilmiş, elastik bandaj uygulanmıştır. Bu muayenede ayrıca A.C.den diz MR görüntüleme tetkiki istenmiş ve MR
sonuçlarına göre tekrar değerlendirilmesi planlanmıştır. A.C. burada 29/7/2010
tarihinde de muayene olmuştur.
16.A.C. 9/8/2010 tarihinde sol dizinde ağrı ve şişlik
şikâyetiyle Gülhane Askerî Tıp Akademisi (GATA) Acil Servisine giriş yapmış,
akabinde ise 10/8/2010 tarihinde GATA Tıbbi Onkoloji Servisine yatırılmıştır.
17. GATA'da 13/8/2010 tarihinde yapılan biyopsi sonucunda A.C.ye
osteosarkom [kötü huylu kemik tümörü] tanısı konmuş
ve bu tanıya göre kendisine dört kür kemoterapi uygulanmıştır. Kemoterapi
sonrasında kitlede belirgin bir küçülme olmaması ve hastanın ağrılarının devam
etmesi üzerine sol diz üstü ampütasyon (çıkıntı biçimindeki bir organın
tamamının ya da bir kısmının kesilmesi) kararı alınmıştır. Bu karar üzerine
25/10/2010 tarihinde GATA Ortopedi Kliniğinde ampütasyon ameliyatı yapılmıştır.
18.Ampütasyon ameliyatı sonrasında takip altına alınan A.C.nin akciğerinde sekiz ay sonra metastaz saptanmıştır.
Bunun üzerine 16/6/2011 tarihinde GATA Göğüs Cerrahisi Kliniğinde metastazektomi ameliyatı yapılmıştır. Bu ameliyata rağmen
sağlık durumu düzelmeyen A.C. 29/9/2011 tarihinde yaşamını yitirmiştir.
B. Askeri Yüksek İdare
Mahkemesinde Açılan Tam Yargı Davası Süreci
19. Başvurucu, yaşanan olay nedeniyle uğramış olduğu
zararlarının karşılanması istemiyle 16/9/2011 tarihinde Millî Savunma
Bakanlığına müracaat etmiş; talebinin zımnen reddedilmesi üzerine 9/1/2012
tarihinde Millî Savunma Bakanlığı aleyhine Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesinde
tazminat davası açmıştır. Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesi 25/5/2012 tarihli
kararıyla dava konusu olayda idare mahkemelerinin görevli olduğu gerekçesiyle
yargı yolu bakımından davanın reddine karar vermiştir.
20.Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesi kararının kesinleşmesi
üzerine başvurucu, 10/10/2012 tarihinde Millî Savunma Bakanlığı aleyhine Askeri
Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) tam yargı davası açmıştır. Bu davada,
başvurucunun yanı sıra başvurucunun anne ve babası ile dört kardeşi de davacı
taraf sıfatıyla yargılamaya katılmıştır. Başvurucu, anılan olay nedeniyle
toplam 10.000 TL manevi tazminat isteminde bulunmuştur. Başvurucunun anne ve
babası toplam 50.000 TL maddi, 20.000 TL manevi tazminat; kardeşleri isetoplam 30.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
21. Başvurucu dava dilekçesinde özetle hastalık hakkında geç
teşhis konulması nedeniyle kardeşinin yaşamını yitirdiğini ileri sürmüştür.
Başvurucu bu kapsamda kardeşinin dizindeki ağrıların ilk başlarda pek
önemsenmediğini, kardeşinin ağrıları dayanılmaz hâle gelince hastaneye sevk
işlemlerinin gerçekleştirildiğini ancak bu kez de yanlış teşhis nedeniyle
ortopedi servisinde zaman kaybedildiğini ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca
kardeşinin Antalya'ya izne gelmesi üzerine Akdeniz Üniversitesi Hastanesine
götürüldüğünü ve bu Hastanenin 2/9/2010 tarihli raporuyla kardeşine kemik
kanseri teşhisi konulduğunu, kardeşinin bunun üzerine acil olarak GATA'ya
götürüldüğünü ancak buradaki tüm tedavilere rağmen kurtarılamayarak yaşamını
yitirdiğini, hastalığın erken teşhis edilmesi hâlinde tedaviye %100 cevap
verebilecek bir hastalık olduğunu, erken tanı konulamaması nedeniyle hastalığın
metastaz yaptığını belirtmiştir.
22. AYİM İkinci Dairesi, A.C.nin
tedavi gördüğü hastanelere müzekkere yazarak ilgili tıbbi belgeleri temin
etmiş; ayrıca A.C.nin askelik
şubesi şahsi dosyası ile uyuşmazlığın çözümü için gerekli görülen ilgili bazı
bilgi ve belgeleri dava dosyasına eklemiştir.
23. AYİM İkinci Dairesi 29/5/2013 tarihli ara kararı ile konunun
açıklığa kavuşturulması için tıbbi bilirkişi raporu alınmasına karar vermiştir.
AYİM İkinci Dairesi bu kapsamda tarafların dilekçelerini ve ilgili
hastanelerden getirtilen belgeler ile A.C.nin şahsi
dosyasını Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığına göndermiş ve aşağıdaki
hususları açıklığa kavuşturacak bir rapor tanzim edilmesi talebinde
bulunmuştur:
"1. Davacılar yakınının vefatına sebep
olan rahatsızlığın ne olduğu, bu rahatsızlığın oluşum ve ilerleme süreci ve bu
süreçte etkili olan etmenlerin neler olduğu, (müteveffanın bacağındaki tümörün
erken teşhis edilebildiğinde tedaviye cevap verebilecek bir tümör olup olmadığı,
hastalığın %100'e yakınının tedaviye cevap verip vermediği, şayet tedavi
noktasında biraz gecikme olmuşsa bile bacak kesilmek suretiyle tümörün diğer
organlara yayılmasının engellenip engellenemeyeceği),
2. Davacılar yakınının vefatına sebep olan
rahatsızlığın bünyesel bir rahatsızlık mı, yoksa dış etkenlerden kaynaklanan
bir rahatsızlık mı olduğu,
3. Davacılar yakınının rahatsızlığı bünyesel
bir rahatsızlık değilse, bu rahatsızlığın oluşumunda askerliğin sebep ve
tesirinin bulunup bulunmadığı,
4. Davacılar yakınının vefatına sebep olan
rahatsızlığı bünyesel bir rahatsızlık ise, bu rahatsızlığın tetiklenmesinde ve
ilerlemesinde askerliğin sebep ve tesirinin bulunup bulunmadığı,
5. Davacılar yakınının rahatsızlığı hususunda
idari mercilerin ve sağlık hizmeti veren birimlerin teşhis, tedavi ve bakım
hizmetlerinde herhangi bir hata, gecikme ve eksiklik bulunup bulunmadığı,
6. Davacılar yakınında mevcut rahatsızlığın
askerlik başlangıcında mevcut olup olmadığı, mevcut ise askere alınışı
sırasında anılan rahatsızlığı tespit etme imkanı
bulunup bulunmadığı,
(...)"
24. AYİM İkinci Dairesinin talebi doğrultusunda Gazi
Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde görevli iç hastalıkları ve tıbbi
onkoloji uzmanlarınca hazırlanan 30/12/2013 tarihli raporda aşağıdaki
değerlendirmelerde bulunulmuştur:
"1. Hastada ortaya çıkan osteosarkom başlangıcı askerlik öncesi dönemde başlamış
olup askerliğin sebep ve tesiriyle oluşmamıştır. Hastanın şikâyetlerinin
başlangıcı ile tanının konulmasına kadar geçen süre 1,5 ay civarında olup çok
nadir görülen tümörlerden olan osteosarkom tanısında
kabul edilebilir bir sürede tanıya ulaşılmıştır. Osteosarkom
hastalarında uygulanan tedavilere rağmen hastalığın biyolojik davranışı ile
ilişkili olarak ancak hastaların %20-30'unda uzun dönem yaşam şansı ortaya
çıkarken maalesef güncel uygulamalara rağmen hastaların büyük bir kısmında
tedaviye cevapsızlık ve hastalığın ilerlemesi ve uzak organ yayılımı nedeniyle
hastalar kaybedilmektedir. Tanı gecikmesi olarak ifade edilen 1,5 aylık süre
aslında tetkiklerin yapılması ve patoloji sonucunun çıkması için ülkemiz
koşularında geçen makul bir süredir.
2.Hastalık bünyesel nedenlerle oluşup, dış
etkiler nedeniyle oluşmamaktadır.
3. Askerlik eğitimleri sırasındaki fiziksel
aktivitelerin hastalıkla ilgili semptomların daha erken ortaya çıkmasına sebep
olarak tanıya daha erken ulaşılmasına katkı sağlamış olabileceği
değerlendirildi.
4.Hasta müteaddit defalar birlik reviri ve
askeri hastaneye müracaat etmiş ve gerekli değerlendirmeler yapılmış, semptomatik tedaviler verilmiş ve ileri tetkikler
planlanmıştır.
5. Hastalığın askerliğin başlangıcında mevcut
olduğu ancak bu hastalıkla ilgili herhangi bir şikayetinin olmaması nedeniyle
sağlıklı bir birey olarak değerlendirilmiş ve tetkik edilmemiştir. Osteosarkom tanısı için tarama amaçlı erken tanıya yönelik
herhangi bir tarama programı yoktur."
25. Başvurucu, kendisine tebliğ edilen bilirkişi raporuna itiraz
etmiştir. Başvurucu bu kapsamda hastalığın askerliğin sebep ve tesiriyle
oluştuğuna dair bir iddiasının zaten bulunmadığını, dava konusunun hastalığının
erken teşhis edilememiş olması ve bu hastalığa rağmen kişinin sportif
faaliyetlere devam ettirilmesi olduğunu, yanlış tanı nedeniyle zaman
kaybedildiğini, hastalığın gizli ve sinsi bir hastalık olmadığını, röntgenle
bile tanının konulabileceğini belirtmiştir.
26. AYİM İkinci Dairesi 22/4/2014 tarihli karar ile bilirkişi
raporundaki açıklamaları yeterli görmüş ve anılan bilirkişi raporu ile dava
dosyasında bulunan diğer bilgi ve belgeleri dikkate alarak davanın reddine
karar vermiştir. Kararda özellikle Gazi Üniversitesi Hastanesinden alınan
bilirkişi raporundaki değerlendirmelere dayanılmıştır. Kararın gerekçesinde; A.C.nin rahatsızlığının ortaya çıkması ile askerlik hizmetinin
sebep ve tesiri arasında herhangi bir illiyet bağının bulunmadığı, tedavide
herhangi bir yanlışlık, eksiklik veya gecikme olmadığı, dolayısıyla idarenin
meydana gelen zararı tazminle sorumlu tutulamayacağı belirtilmiştir. Kararda
ayrıca başvurucu ile başvurucunun annesi, babası ve kardeşleri aleyhine davanın
reddedilen kısmı üzerinden toplam 7.250 TL vekâlet ücretine hükmedilmiştir.
27. Başvurucu, dakikaların bile önemli olduğu bir konuda bir
buçuk aylık gecikmenin makul olarak görülemeyeceğini belirterek karar düzeltme
yoluna başvurmuştur. Başvurucu ayrıca dava sonucunda hükmedilen vekâlet
ücretinin fahiş miktarda olduğunu ileri sürmüştür.
28. AYİM İkinci Dairesi 12/11/2014 tarihli kararla başvurucunun
karar düzeltme isteminin reddine karar vermiştir.
29. Bu karar 4/12/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
30. Başvurucu 31/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
31. Yaşam hakkına ilişkin ilgili hukuk için bkz. Bağı Akay ve diğerleri, B. No: 2014/5101,
22/6/2017, §§ 26-37.
32.4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi
Kanunu'nun "Yargılama masrafları"kenar
başlıklı 71. maddesi şöyledir:
Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılan dava
dolayısıyla ödenen harç ve posta ücretleri ile bilirkişi incelemeleri, delil
tespiti ve keşif için yapılan harcamalar ve avukat marifetiyle takip olunan
davalarda, tarifesine göre avukatlık ücreti haksız çıkan tarafa ve davanın
kısmen kabulü ve kısmen reddi halinde bu masraflar orantılı olarak taraflara
yükletilir. Davadan feragat eden veya davayı kabul eden taraf, yargılama
masrafları ve avukatlık ücreti bakımından haksız çıkmış sayılır."
33. 1602 sayılı Kanun'un
"İdari Yargılama Usulü Kanunu ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun
uygulanacağı haller" kenar başlıklı
56. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan
hallerde; İdari Yargılama Usulü Kanunu ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun
(...) yargılama giderleri[ne], (..) ilişkin hükümleri uygulanır."
34.12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu'nun "Yargılama giderlerinden
sorumluluk" kenar başlıklı
326. maddesi şöyledir:
"(1) Kanunda yazılı hâller dışında,
yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar
verilir.
(2) Davada iki taraftan her biri kısmen haklı
çıkarsa, mahkeme, yargılama giderlerini tarafların haklılık oranına göre
paylaştırır.
(3) Aleyhine hüküm verilenler birden fazla ise
mahkeme yargılama giderlerini, bunlar arasında paylaştırabileceği gibi, müteselsilen sorumlu tutulmalarına da karar
verebilir."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
35. Mahkemenin 7/2/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Yaşam Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
1.Başvurucunun İddiaları
36.Başvurucu; 3. Amfibi Deniz Piyade Tabur Komutanlığı emrinde
piyade onbaşı olarak görev yapan kardeşi A.C.nin
askerlik hizmeti sırasında dizinden rahatsızlandığını, kardeşinin dile
getirdiği şikâyetlerin komutanlar tarafından inandırıcı bulunmadığını ifade
etmiştir. Başvurucu, ağrıları iyice artan kardeşinin ancak 15/7/2010 tarihinde
hastaneye gitmesine izin verildiğini, Hastanenin Ortopedi Servisinde yapılan
tetkiklerde ise kardeşinin dizindeki tümörün fark edilemediğini, tümörün fark
edilememesi nedeniyle kardeşinin her türlü askerî eğitim ve spor faaliyetine
devam ettiğini belirtmiştir. Başvurucu; ağrıları dayanılmaz hâle gelen
kardeşinin ev izni alması üzerine Akdeniz Üniversitesi Hastanesinde muayene
olduğunu ve bu hastanede 2/9/2010 tarihli raporla kardeşine kemik kanseri
teşhisi konulduğunu, bu teşhis üzerine acilen GATA'ya sevk edilen kardeşinin
sol bacağının diz üstünden kesildiğini, kanser hücrelerinin geç teşhis
nedeniyle akciğere sıçraması sonucu 29/9/2011 tarihinde yaşamını yitirdiğini,
geç teşhis nedeniyle meydana gelen bu ölüm yüzünden büyük acı ve ızdırap duyduğunu, zararlarının karşılanması amacıyla AYİM'de açtığı davadan da sonuç alamadığını, idarenin
haklarının kendi haklarından üstün tutulduğunu ifade etmiştir. Başvurucu,
anılan nedenlerle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
37. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun bu başlık altındaki iddiaları,
kardeşi A.C.nin yaşamının yetkili makamlarca
korunamadığı ve bu konuda etkili bir yargısal korumadan yararlanamadığı
hususları ile ilgilidir. Söz konusu iddialar yaşam hakkı kapsamındaki pozitif
yükümlülükler ile ilgili olduğundan başvurucunun adil yargılanma hakkı ile
bağlantı kurarak ileri sürdüğü bu iddiaların yaşam hakkı kapsamında incelenmesi
gerektiği değerlendirilmiştir.
38. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları
şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı haller
dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve
tıbbî deneylere tâbi tutulamaz.”
39. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri, (...)
kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle
bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri
kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları
hazırlamaya çalışmaktır.”
a. Genel İlkeler
40. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı birbiriyle sıkı bağlantıları olan devredilmez ve vazgeçilmez haklardan
olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır.
Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin
yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme,bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak
yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal
makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden
kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No:
2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51).
41. Yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklere göre
devletin yaşamı tehlikeye girebilecek olan kişilerin yaşamını korumak için
yeterli yasal ve idari bir çerçeve oluşturması gerekmektedir. Bu yükümlülük
askerlik hizmetini yerine getiren kişilerin yaşam ve sağlıklarının korunması için
de geçerlidir.
42. Yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülükler askere alım
işlemleri sırasında kişilerin uygun denetimlerden geçirilmesini gerekli kılar (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841,
23/1/2014, § 76). Bu yükümlülükler ayrıca askerlik hizmetini yerine getiren
kişilerin yaşamının korunması için gerekli olan tıbbi bakımın sağlanmasını
gerektirir.
43. Devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında
gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi devlete yaşam hakkını
korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını,
bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili
idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük -kamusal
olsun veya olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet
bakımından geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, § 52).
44. Yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise "etkili bir yargısal sistem
kurma" yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası
açılmasını gerektirmez. Bu durumlarda mağdurlara hukuki, idari hatta disiplinle
ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59; Nail Artuç, §
37).
45. Mağdurların kendi inisiyatifleri ile başvurabilecekleri tazminat
yollarının sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp bu yolların
uygulamada da etkili olmasıgerekir. Bir başvuru
yolunun ancak hak ihlalini önleyebilmesi, devam etmekteyse sonlandırabilmesi
veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilmesi ve bunun için uygun bir
giderim sunabilmesi hâlinde etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir (Tahir Canan, § 26; Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, §
39).
46. Yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasının ileri sürüldüğü
tazminat ve tam yargı davalarında derece mahkemelerinin Anayasa’nın 17.
maddesinin gerektirdiği özende bir inceleme yapma yükümlülüğü bulunmaktadır.
Bununla birlikte söz konusu özen yükümlülüğü, yaşam hakkı ile ilgili her davada
mutlaka mağdurlar lehine bir sonuca varılmasını garanti altına almamaktadır (Aysun Okumuş ve Aytekin Okumuş, B. No:
2013/4086, 20/4/2016, § 73).
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
47. Somut olayda yaşam hakkının korunması için oluşturulan yasal
çerçevenin yetersiz olduğu şeklinde bir iddia ileri sürülmediği gibi Anayasa
Mahkemesi tarafından bu konuda resen gözetilmesi ve incelenmesi gereken bir
hususun da bulunmadığı anlaşılmıştır.
48. Somut olayda başvurucunun kardeşi A.C.nin
osteosarkom
tanısı ile tedavi gördüğü sırada bu rahatsızlıktan dolayı yaşamını yitirdiği
anlaşılmaktadır. Bu durumda başvuru konusu olayda öncelikle askerî yetkililerin
askere alım işlemleri sırasında A.C.nin
rahatsızlığını bilip bilmediklerinin veya bilmelerinin gerekip gerekmediğinin
değerlendirilmesi gerekmektedir.
49. A.C.nin askere alındığı tarihte
yürürlükte bulunan 24/11/1986 tarihli ve 86/11092 sayılı Türk Silahlı
Kuvvetleri Sağlık Yeteneği Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) 5. maddesinde; askerlik
çağına giren yükümlülerin askere alınmadan önce sağlık muayenesinden
geçirileceği, bu muayene sırasında yükümlünün bildiği herhangi bir hastalık
veya arızasının olup olmadığına, muayene sırasında herhangi bir sağlık
yakınmasının bulunup bulunmadığına ilişkin yazılı beyanının alınacağı belirtilmiştir.
Aynı Yönetmelik'in A.C.nin askere alındığı tarihte
yürürlükte bulunan 10. maddesinde ise sağlık kontrolleri neticesinde askerliğe
elverişli olmadığı tespit edilen yükümlülerin askere alınmayacağı belirtilmiş;
sağlık durumları geçici olarak bozuk olan son yoklamaya tabi yükümlüler
hakkında ertesi yıla bırakma kararı, sevke tabi olanlar hakkında ise sevk
tehiri kararı verileceği ifade edilmiştir.
50. Başvuru formu ve eklerinde A.C.nin
askere alınmadan önce yahut askerliğe sevk işlemleri sırasında herhangi bir
rahatsızlıktan, özellikle de ileride ortaya çıkacak olan osteosarkom
rahatsızlığının öncü emaresi olabilecek diz ağrısı şikâyetinden muzdarip olduğuna dair bir bilgi ve belge bulunmamaktadır.
Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde A.C.nin hasta
olduğu ve bu nedenle askere alınmaması gerektiği yönünde başvurucu tarafından
yetkili makamlara yapılmış bir müracaatın bulunmadığı anlaşılmaktadır. Başvuru
dosyasındaki bu verilere göre A.C.nin askere alım
işlemleri sırasında olağan muayeneden daha ileri tıbbi muayene ve tetkiklerden
geçirilmesi gerektiğini söylemek mümkün gözükmemektedir. Nitekim Gazi
Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinden alınan bilirkişi raporunda hastalığın
askerliğin başlangıcında mevcut olduğu belirtilmiş olmasına rağmen kişinin bu hastalıkla
ilgili herhangi bir şikâyetinin olmaması nedeniyle sağlıklı bir birey olarak
değerlendirilerek daha ileri bir muayeneden geçirilmemesinde sorun
görülmemiştir. Bilirkişi raporunda ayrıca osteosarkom
vakalarında erken tanıya yönelik herhangi bir tarama programı olmadığı
belirtilmiştir. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde askerî
yetkililerin askere alım işlemleri sırasında A.C.nin
rahatsızlığını bildikleri ya da bilmeleri gerektiği sonucuna ulaşılması mümkün
değildir.
51. Bu durumda somut olayda incelenmesi gereken asıl sürecin
askerlik dönemi olduğu anlaşılmaktadır. Askerlik dönemi içinde asıl incelenmesi
gerekenin ise hastalığın teşhisine kadarki süreç olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü
başvurucu, hastalık hakkında teşhis konulmasından sonra yapılan işlemlerle
ilgili olarak herhangi bir ihlal iddiasında bulunmamaktadır. Başvurucu asıl
olarak kardeşinin hastalığı hakkında geç teşhis konulmasından ve geç teşhis
konulmasının bir sonucu olarak hastalığın metastaz yapmasından şikâyet
etmektedir.
52. Askerlik süreci bu kapsamda incelendiğinde 14/5/2010
tarihinde Üçüncü Amfibi Deniz Piyade Tabur Komutanlığına teslim olan A.C.nin 10/6/2010 tarihinde revirde muayene olduktan sonra
İzmir Asker Hastanesi Cildiye Polikliniğine sevk edildiği, sevk kararı üzerine A.C.nin 11/6/2010 tarihinde İzmir Asker Hastanesi Cildiye
Polikliniğinde muayene olduğu, bu muayene sonucunda nörofibromatozis ön tanısıyla A.C.nin beyin MR'sinin istendiği
ve bunun için A.C.ye 2/8/2010 tarihine randevu verildiği görülmektedir. A.C.nin dizindeki ağrı nedeniyle ilk kez 28/6/2010
tarihinde Foça Deniz Üs revirine müracaat ettiği ve bu tarihte önce revirde,
akabinde ise sevk edildiği Foça Deniz Üs Komutanlığı Polikliniğinde artralji
teşhisiyle ilaç tedavisi gördüğü, A.C.nin bu tarihten
sonra da anılan Polikliniğin Ortopedi Servisine bir kaç
defa başvurduğu ve nihayetinde İzmir Asker Hastanesine sevk edildiği
anlaşılmaktadır. Sevk kararı üzerine A.C.nin
15/7/2010 tarihinde İzmir Asker Hastanesi Ortopedi Polikliniğinde muayene
olduğu, bu muayenede tahlil için A.C.den kan alındığı
ve ayrıca ağrıyan yerin röntgeninin çekildiği anlaşılmaktadır. A.C.nin daha sonra 22/7/2010 ve 29/7/2010 tarihlerinde de
bu Hastanede muayene olduğu görülmektedir. 22/7/2010 tarihli muayenede sol diz ydt
tanısıyla A.C.nin diz MR'nin
istendiği ve MR sonuçlarına göre tekrardan değerlendirilmesinin planlandığı
görülmekle birlikte A.C.nin anılan Hastanede MR
çektirmeden 9/8/2010 tarihinde GATA Acil Servisine giriş yaptığı, akabinde ise
10/8/2010 tarihinde GATA Tıbbi Onkoloji Servisine yatırıldığı ve 13/8/2010
tarihinde yapılan biyopsi sonucunda A.C.ye osteosarkom tanısının konulduğu ve
bundan sonra bu tanıya göre bir tedavinin uygulandığı anlaşılmaktadır.
53. Yukarıdaki bilgilere göre başvurucunun kardeşi A.C.,
rahatsızlığından ötürü hem revirde hem de sevk edildiği hastanelerin ortopedi
servisinde birçok defa muayene olmuştur. Başvuru formu ve eklerinde,
başvurucunun kardeşi A.C.nin revire ya da hastanelere
sevki noktasında ilgili makamların duyarsız kaldığı şüphesini uyandıracak
herhangi bir bilgi ve belge bulunmamaktadır. Dolayısıyla başvurucu her ne kadar
kardeşinin dile getirdiği şikâyetlerinin komutanlar tarafından inandırıcı
bulunmadığını, hastaneye sevkin bu sebeple geç gerçekleştirildiğini ileri
sürmüş ise de mevcut bilgi ve belgelere göre başvurucunun kardeşi A.C.nin sağlık hizmetlerine erişim noktasında sorun
yaşadığını söylemek mümkün gözükmemektedir.
54. A.C.nin revire ya da hastaneye sevkedilmesi hususunda yetkili makamların her hangi bir ihmalinin bulunmadığı tespitini yaptıktan
sonra hastalığın geç teşhis edildiği yönündeki iddianın incelenmesi gerekir.
Ancak bu incelemeye geçmeden önce A.C.ye Akdeniz Üniversitesi Hastanesinin
2/9/2010 tarihli raporuyla kemik kanseri teşhisi konulduğu yönündeki iddiaya
değinilmesi yerinde olacaktır. Başvurucu her ne kadar kardeşinin ev izni alarak
ailesinin yanına gelmesi üzerine Akdeniz Üniversitesi Hastanesinde muayene
olduğunu, bu hastanenin 2/9/2010 tarihli raporuyla kardeşine kemik kanseri
teşhisi konulduğunu ve bu teşhis üzerine acilen GATA'ya sevk edilen kardeşinin
sol bacağının diz üstünden kesildiğini belirtmiş ise de başvurucu tarafından
verilen bu bilgiler GATA kayıtları ile örtüşmemektedir. GATA kayıtlarına göre
9/8/2010 tarihinde sol dizinde ağrı ve şişlik şikâyetiyle GATA Acil Servisine
giriş yapan A.C.ye 13/8/2010 tarihinde yapılan biyopsi sonucunda osteosarkom
tanısı konulmuştur. Başvurucu, başvuru formunda belirttiği Akdeniz Üniversitesi
Hastanesi raporunu Anayasa Mahkemesine de sunmamıştır. Bu sebeple somut olay hakkındaki
değerlendirme AYİM'de görülen dava dosyasındaki bilgi
ve belgeler esas alınarak yapılacaktır.
55. AYİM kararına dayanak teşkil eden bilirkişi raporunda
hastanın şikâyetlerinin başlangıcı ile hastalığın tanısının konulmasına kadar
geçen sürenin bir buçuk ay civarında olduğu belirtilmiştir. 13/8/2010 tarihinde
yapılan biyopsi ile hastalığın tanısının konulduğu dikkate alındığında
bilirkişi raporunda belirtilen bir buçuk aylık sürenin başvurucunun dizindeki
bir ağrı nedeniyle Foça Deniz Üs revirine müracaat ettiği 28/6/2010 tarihinden
başlatıldığı anlaşılmaktadır. Bilirkişi raporunda, A.C.nin
ölümüne neden olan hastalığın A.C.nin İzmir Asker
Hastanesi Cildiye Polikliniğine sevk edilmesine neden olan hastalık ile ilgili
olduğu yönünde bir tespit yer almamaktadır. Dolayısıyla 11/6/2010 tarihinde
İzmir Asker Hastanesi Cildiye Polikliniğinde yapılan muayene sonucunda A.C.ye
beyin MR'si için 2/8/2010 tarihine gün verilmesinin
hastalık hakkında geç teşhis konulduğu yönündeki iddia bakımdan önemli bir veri
sunmadığı değerlendirilmektedir.
56. Hastalığın tanısının geç konulduğu yönündeki iddia
değerlendirilirken başvurucunun kardeşinin dizinde ortaya çıkan osteosarkom tümörünün çok nadir görülen tümörlerden olduğu
yönündeki bilirkişi raporuna özellikle vurgu yapılması gerekir (bkz. § 24).
A.C., diz ağrısı şikâyetinin başlaması üzerine 28/6/2010 tarihinde müracaat
ettiği revirde ve akabinde sevk edildiği ortopedi servisinde ilk başta eklem
ağrısı tanısı kapsamında tedavi görmüştür. Askerlik hizmeti sırasında belli
bazı sportif faaliyetlerin de yapıldığı dikkate alındığında A.C.nin
şikâyetlerinin ilk başta eklem ağrısıyla ilgili olduğunun değerlendirilmesi ve
çok nadir görülen osteosarkom tümörünün düşünülmemesi
somut olayın koşulları bağlamında makul olarak görülebilir. Nitekim Gazi
Üniversitesi Hastanesinden alınan bilirkişi raporunda, diz ağrısı
şikâyetlerinin başladığı ilk dönemde A.C.nin eklem
ağrısı tanısı kapsamında tedavi görmesinde ilgili hekimlerin ihmalinin
bulunduğu yönünde bir tespit yer almamaktadır.
57. A.C., ağrılarının devam etmesi üzerine İzmir Asker Hastanesi
Ortopedi Polikliniğine sevk edilmiş ve burada 15/7/2010 tarihinde muayene
olmuştur. Bu muayenede tahlil için A.C.den kan
alınmış ve dizinin röntgeni çekilmiş ancak osteosarkom
tümörü tespit edilememiştir. Başvurucu, derece mahkemesi önünde her ne kadar
hastalığın gizli ve sinsi bir hastalık olmadığını, röntgenle bile tanısının
konulabileceğini belirtmiş ise de Gazi Üniversitesi Hastanesinden alınan
bilirkişi raporunda, İzmir Asker Hastanesinde yapılan tetkikler sonucunda
hastalığın tespit edilememiş olmasında ilgili hekimlere herhangi bir hata
atfedilmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde bu tespitin doğruluğunun
sorgulanmasına neden olacak bir veri de bulunmamaktadır.
58. A.C., İzmir Asker Hastanesi Ortopedi Polikliniğinde
22/7/2010 tarihinde de muayene olmuştur. Bu muayene neticesinde A.C.den diz MR görüntüleme tetkiki istenmiş ve MR
sonuçlarına göre A.C.nin durumunun tekrardan
değerlendirilmesi planlanmıştır. A.C.nin sol
dizindeki ağrı nedeniyle 9/8/2010 tarihinde GATA'ya götürülmesi ve bu tarihten
itibaren tedavisine GATA'da devam edilmesi nedeniyle İzmir Asker Hastanesinde
yapılması planlanan bu işlemler gerçekleştirilememiş ise de başvuru konusu
olayda A.C.nin şikâyetlerinin artması üzerine her
zaman daha ileri tetkik ve tedavinin planlandığı, GATA'ya sevk işleminin de bu
kapsamda olduğu bir gerçektir. Dolayısıyla somut olayda, hastalığın tanı ve
tedavisi için gerekli adımların atılmadığını söylemek mümkün gözükmemektedir.
59. Başvurucu ayrıca tümörün fark edilememesi nedeniyle
kardeşinin her türlü askerî eğitim ve spor faaliyetlerine devam ettiğini ileri
sürmüştür. Bu bağlamda öncelikle belirtmek gerekir ki başvurucunun kardeşinin
normal sportif faaliyetlerin ötesinde ağır bir yüke maruz kaldığına ilişkin bir
kayıt, başvuru formu ve eklerinde mevcut değildir. İzmir Asker Hastanesi
Ortopedi Polikliniğince yapılan 22/7/2010 tarihli muayeneden sonra da
başvurucunun kardeşine yedi gün istirahat verilmiştir. Kaldı ki hükme esas
alınan bilirkişi raporunda hastalığın bünyesel bir hastalık olup dış etkiler
nedeniyle oluşmadığı ifade edilmiştir. Birlikişi
raporunda ayrıca askerlik eğitimleri sırasındaki fiziksel aktivitelerin
hastalıkla ilgili semptomların daha erken ortaya çıkmasına sebep olarak tanıya daha
erken ulaşılmasına neden olabileceği değerlendirilmiştir.
60. Yukarıdaki açıklamalar bir bütün olarak değerlendirildiğinde
somut olayda hastalığın tanı ve tedavisinde ihmal yaşandığını ve/veya bu
hususta yetkili makamlarca gerekli çabanın sarf edilmediğini gösteren bir durum
tespit edilememiştir. Nitekim Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinden
alınan bilirkişi raporunda, çok nadir görülen tümörlerden olan osteosarkoma dair kabul edilebilir bir sürede tanıya
ulaşıldığı değerlendirilmiştir. Başvuru formu ve ekleri arasında hükme esas
alınan bilirkişi raporundaki değerlendirmelerin güvenilirliğinin sorgulanmasını
gerektirecek bir husus da tespit edilememiştir.
61. Sonuç olarak başvuru konusu olaydadevletin
yaşamı koruma yükümlülüğünü yerine getiremediğini söylemek mümkün
gözükmemektedir. Ayrıca dava reddedilmiş bile olsa başvurucunun etkili bir
yargısal korumadan yararlanamadığı da söylenemez.
62. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
1. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
63. Başvurucu; AYİM'de açılan dava
sonucunda aleyhlerine 7.250 TL vekâlet ücretine hükmedildiğini,
hem kendisinin hem ailesinin maddi durumunun iyi olmadığını belirterek adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
64. Başvurucunun bu iddiasının adil yargılanma hakkının
unsurlarından olan mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
65. Anayasa Mahkemesi 19/6/2017 tarihli yazı ile başvurucu ve
yakınları aleyhine hükmedilen vekâlet ücretinin tahsil edilip edilmediğini
Millî Savunma Bakanlığından sormuştur. Millî Savunma Bakanlığı, AYİM kararında
hüküm altına alınan vekâlet ücretinin başvurucunun babası B.C. ve davacı
tarafların vekilinden talep edildiğini ancak hâlihazırda tahsilatın
yapılmadığını, bununla birlikte bu hususun icra takibine konu edilmediğini
bildirmiştir.
66. Anayasa'nın "Hak
arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"Herkes, meşrû
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.
(...)"
67. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen
veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, mahkeme kararını önemli ölçüde
etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, §
52).
68. Taraflardan birinin yargılamadaki başarı oranına göre
kazanılan veya kaybedilen değer oranında lehine veya aleyhine mahkeme
masraflarının hükmedilmesine yönelik düzenlemeler mahkemeye erişim hakkına
müdahale oluşturmakta ise de abartılı, zorlama veya ciddiyetten yoksun
talepleri disipline etmeye yönelik orantılı müdahaleler meşru görülebilir.
Ancak bu sınırlamaların hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte, meşru bir
amaca dayalı ve kullanılan aracın sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu
yararının gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil
dengeyi bozacak şekilde birey aleyhine katlanılması zor külfetler yüklememiş
olması gerekir (Özkan Şen,§§ 61, 62).
69. 26/9/2011 tarihli ve 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki
Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine
İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile idarenin taraf olduğu davaların
idarenin bünyesinde görev yapan kadrolu hukuk müşavirleri ve avukatlar
tarafından takibi öngörülmüş olup davanın reddi hâlinde idare lehine avukatlık
ücretine hükmedilmesi düzenleme altına alınmıştır. 659 sayılı KHK'nın genel
gerekçesinde KHK'nın amacının "hukuk
hizmetlerinin, etkili, verimli ve usul ekonomisine uygun bir şekilde yerine
getirilmesini sağlamak" olduğu belirtilmiştir
(http://www2.tbmm.gov.tr/d26/1/1-0289.pdf). Dolayısıyla idare lehine vekâlet
ücretine hükmedilmesinin amacının gereksiz başvuruların önlenerek dava
sayısının azaltılması ve böylece kamu kaynaklarının etkili, verimli ve usul
ekonomisine uygun bir şekilde kullanılmasının sağlanması olduğu ifade
edilebilir. Kamu kaynaklarının etkili, verimli ve usul ekonomisine uygun bir
şekilde kullanılmasının teminine yönelik düzenleme yapılması da hukuk devleti
ilkesinin bir gereği olup bu sebeple yapılan müdahalenin meşru bir amaca
yönelik olduğu anlaşılmıştır (Murat Kara ve
diğerleri, B. No: 2014/6042, 9/3/2017, §§ 69, 70).
70. Buna karşılık bir hukuki uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyan
başvurucuların reddedilen dava konusu miktar üzerinden hesaplanan avukatlık
ücretini karşı tarafa ödemeye mahkûm edilmeleri ihtimali veya olgusu, belirli
dava koşulları çerçevesinde mahkemeye başvurmalarını engelleme ya da mahkemeye
başvurmalarını anlamsız kılma riski taşımaktadır. Bu kapsamda davanın özel
koşulları çerçevesinde masrafların makullüğü ve orantılılığı, mahkemeye erişim
hakkının asgari sınırını teşkil etmektedir (Özkan
Şen, § 54).
71. Tazminat alacağının miktarı ancak bilirkişi incelemesi ve
benzeri araştırmalardan sonra mahkemenin takdir yetkisi çerçevesinde
belirlenebilen bir olgudur. Tazminat müessesesinin bu özelliği gereği, hak
kazanılan tazminat miktarının dava açılmadan önce tam olarak bilinmesi veya
öngörülmesi mümkün değildir (Özkan Şen,
§ 56).
72. AYİM'de açılan davada, başvurucu
Ramazan Coşar toplam 10.000 TL manevi tazminat isteminde bulunmuştur. Başvurucunun
anne ve babası toplam 50.000 TL maddi, 20.000 TL manevi tazminat; kardeşleri isetoplam 30.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
AYİM, davayı reddettikten sonra başvurucu ve yakınlarının reddedilen tazminat
talebi üzerinden davalı idareye 7.250 TL vekâlet ücreti (maddi tazminat için
5.750 TL vekâlet ücreti, manevi tazminat için 1.500 TL maktu vekâlet ücreti)
ödemesine karar vermiştir.
73.Somut olayda başvurucu ve yakınları aleyhine hükmedilen 7.250
TL tutarındaki vekâlet ücretinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği ileri
sürülmüş ise de AYİM'deki davada davacı taraf
sıfatıyla yer alan başvurucu dışındaki diğer kişilerin Anayasa Mahkemesine bu
konuda herhangi bir başvuru yapmadığı görülmektedir. Bu sebeple 7.250 TL
tutarındaki vekâlet ücretinin AYİM'deki davada davacı
taraf sıfatıyla yer alan başvurucu dışındaki diğer kişiler yönünden orantısız
bir yük oluşturup oluşturmadığı anlaşılamamaktadır. Dolayısıyla mahkemeye
erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia, sadece başvurucunun durumu dikkate
alınarak değerlendirilecektir.
74. Başvurucu, AYİM'de görülen davada
maddi tazminat talebinde bulunmayıp sadece manevi tazminat isteminde
bulunmuştur. Yargılama sonucunda hükmedilen 7.250 TL tutarındaki vekâlet
ücretinin ise 5.750 TL'lik kısmı maddi tazminat için, 1.500 TL'lik kısmı ise
manevi tazminat için belirlenmiştir.
75. 6100 sayılı Kanun'un 326. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında, davada iki taraftan her biri kısmen haklı çıkarsa mahkemenin
yargılama giderlerini tarafların haklılık oranına göre paylaştıracağı
belirtilmiş; (3) numaralı fıkrasında ise aleyhine hüküm verilenler birden fazla
ise mahkemenin yargılama giderlerini bunlar arasında paylaştırabileceği gibi müteselsilen sorumlu tutulmalarına da karar verebileceği
hükme bağlanmıştır (Mustafa Karaca,
B. No: 2014/11657, 22/6/2017, § 67).
76. Somut olayda AYİM, davacılar (başvurucu ve yakınları)
aleyhine 7.250 TL vekâlet ücretine hükmetmiş ancak bu ücreti davacılar arasında
paylaştırmadığı gibi davacıların vekâlet ücretinden müteselsilen
sorumlu tutulmalarına da karar vermemiştir. 6100 sayılı Kanun'un 326.
maddesinde mahkemenin davayı kaybedenlerin yargılama giderlerinden sorumlu
olacağı bölümü somutlaştırmadığı ve müteselsilen
sorumlu tutulmaları yolunda hüküm de kurmadığı durumlarda davayı kaybedenlerin
yargılama giderlerinin ne kadarından sorumlu olacağını belirleyen bir hüküm
bulunmamaktadır. Bu durumda genel hükümlere müracaat edilmesi gerekmektedir (Mustafa Karaca, § 68).
77. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun
162. maddesinin birinci fıkrasında, birden çok borçludan her biri alacaklıya
karşı borcun tamamından sorumlu olmayı kabul ettiğini bildirirse müteselsil
borçluluğun doğacağı belirtildikten sonra ikinci fıkrasında, böyle bir bildirim
yoksa müteselsil borçluluğun ancak kanunda öngörülen hâllerde doğacağı
düzenlenmiştir. Bu hüküm dikkate alındığında tarafların kendi aralarında rızaen müteselsil sorumluluk öngörmesi dışında açık bir
kanun hükmü bulunmadıkça müteselsil sorumluluk hükümlerinin uygulanamayacağı
anlaşılmaktadır. Dolayısıyla müteselsil sorumluluğun istisnai bir sorumluluk
türü olduğu söylenebilir (Mustafa Karaca,
§ 69).
78. 6100 sayılı Kanun'un 326. maddesinin (3) numaralı uyarınca
yargılama giderlerinden dolayı müteselsil sorumluluk ancak mahkemenin karar
vermesi hâlinde doğabilmektedir. Mahkemece açıkça davayı kaybedenlerin
yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olacağı
yolunda hüküm kurulmadıkça müteselsil sorumluluk hükümleri uygulanmaz. Bu
durumda mahkemece açıkça belirtilmese bile davayı kaybedenlerden her biri kendi
payına düşen miktardan sorumlu olur (Mustafa
Karaca, § 70).
79. Bu açıklamalar dikkate alındığında başvurucunun sorumlu
olacağı vekâlet ücretiAYİM kararında açıkça
belirtilmemiş olsa bile davacıların vekâlet ücretinden müteselsilen
sorumlu olacağına yönelik açık bir ifade bulunmadığından başvurucunun sadece
manevi tazminat için belirlenen maktu vekâlet ücretinden sorumlu olacağı anlaşılmaktadır.Manevi tazminat için maktu olarak
belirlenen vekâlet ücretinin ise başvurucuya dava açmasını imkânsız kılacak
veya aşırı derecede zorlaştıracak ağır bir ekonomik yük getirdiğinden ve bu
suretle mahkemeye erişim hakkına yönelik orantısız bir müdahale oluşturduğundan
söz edilemez.
80.Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
81. Başvurucu, somut olayda makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
82. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
idari yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak
davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra
aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam
eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198,
7/11/2013, §§ 45, 47).
83. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
idari yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın
karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu, başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Selahattin Akyıl, § 41).
84. Somut olayda 16/9/2011 tarihinde Millî Savunma Bakanlığına
müracaat ile başlayan sürecin AYİM İkinci Dairesinin 12/11/2014 tarihli kararı
ile sona erdiği anlaşılmıştır. Anılan süreçte kamu otoritelerine ve özellikle
yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikme tespit edilemediğinden yaklaşık
3 yıl 2 aylık yargılama süresinin makul olduğu sonucuna varılmıştır.
85. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1.Yaşam hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3.Makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 7/2/2018
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.