TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
MEHMET ŞİRİN BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/2199)
Karar Tarihi: 5/12/2017
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Hicabi DURSUN
Kadir ÖZKAYA
Rıdvan GÜLEÇ
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Raportör
Heysem KOCAÇİNAR
Başvurucu
Mehmet ŞİRİN
Vekili
Av. Turhan ERSOY
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, hükme esas teşkil eden raporun bilimsel kesinlik taşımamasına rağmen mahkûmiyetine karar verilmesi ve bu raporun aleyhine olan delillere itibar edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 13/2/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
9. Ilgın Devlet Hastanesi Baştabipliği, 22/10/2008 tarihinde hastanede gerçekleşen doğum sonrasında başvurucunun eşi L.M.nin gebe kaldığı tarihte on beş yaşını doldurmamış olduğu gerekçesiyle suç duyurusunda bulunmuştur.
10. Akşehir Cumhuriyet Başsavcılığı 2/7/2009 tarihli iddianame ile çocuğun nitelikli cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma suçlarından cezalandırılması talebiyle başvurucu hakkında kamu davası açmıştır.
11. Akşehir Ağır Ceza Mahkemesi 24/3/2010 tarihli karar ile 10/11/1993 doğumlu L.M.nin kendi iradesiyle 4/11/2007 tarihinde başvurucu ile kaçarak karı koca hayatı yaşamaya başladığı, L.M.nin on beş yaşını doldurduğu 10/11/2008 tarihine kadar çocuğun cinsel istismarı suçunun -aynı suç işleme kastıyla- birden fazla kez işlendiği ve kişiyi cinsel amaçla hürriyetinden yoksun bırakma suçunun da bu tarihe kadar devam ettiği gerekçesiyle toplam 10 yıl 10 ayhapis cezasıyla (8 yıl 4 ay+2 yıl 6 ay) cezalandırılmasına karar vermiştir.
12. Hüküm temyiz edilmiş ve Yargıtay 14. Ceza Dairesinin 12/12/2103 tarihli onama kararıyla kesinleşmiştir.
13. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde nihai kararın bireysel başvuru tarihinden önce başvurucuya tebliğ edilmediği saptanmış ve kararın başvuru formunda belirtildiği üzere dosyanın Yargıtay tarafından kapatıldığı 14/1/2014 tarihinde öğrenildiği anlaşılmıştır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Kanun Hükümleri
14. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 103. maddesinin ilgili(1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel istismar deyiminden;
a) Onbeş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış,
b) Diğer çocuklara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışlar,
Anlaşılır.
(2) Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.''
15. 5237 sayılı Kanun'un 109. maddesinin ilgili (1), (3) ve (5) numaralı fıkralarının ilgili kısmı şöyledir:
"(1)Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.
...
(3) Bu suçun,
f) Çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
İşlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza bir kat artırılır.
(5) Suçun cinsel amaçla işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek cezalar yarı oranında artırılır.''
B. Yargıtay İçtihatları
16. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 3/6/2008 tarihli ve E.2008/5-56, K.2008/156 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
''5237 sayılı TCY.nın 6/1-a maddesinde, 'henüz 18 yaşını doldurmamış kişi' olarak tanımlanan çocuk kavramının, yasakoyucu tarafından cinsel dokunulmazlığa karşı suçların düzenlendiği bölümde, 'onbeş yaşını bitirmiş', 'onbeş yaşını tamamlamamış' şeklinde iki ayrı dönem olarak ele alınmıştır. Buna göre bu bölümde 'onbeş yaşını tamamlamamış' çocuklar ile 'onbeş yaşını bitirmiş olup ta onsekiz yaşını tamamlamamış' olan çocuklara karşı işlenen cinsel suçlar farklı kategoride mütalaa edilmiştir. TCY.nın 103/1-a maddesinde, 'onbeş yaşını tamamlamamış' olan çocuklara karşı her türlü cinsel davranış cinsel istismar olarak tanımlanmışken aynı maddenin (b) bendinde ise diğer çocuklar ifadesiyle 'onbeş yaşını bitirmiş olup ta onsekiz yaşını tamamlamamış' olan çocuklar kastedilerek bunlara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışların cinsel istismar suçunu oluşturabileceği kabul edilmiştir. Yasa koyucu bu maddede 'onbeş yaşını bitirmiş olup ta onsekiz yaşını tamamlamamış' olan çocuklara karşı rızalarıyla yapılan cinsel davranışları cinsel istismar suçu kapsamına almamış ve bu kategorideki çocukların rızalarına önem vermişken 'onbeş yaşını tamamlamamış' çocuklara karşı yapılan her türlü cinsel davranışı rızaları olsa bile çocukların cinsel istismarı suçu kapsamına almıştır. TCY.nın 104. maddesinde de, cebir, tehdit ve hile olmaksızın, onbeş yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel ilişkide bulunmayı şikâyete bağlı bir suç olarak düzenlemiştir. Bu nedenle çocuklara karşı cinsel amaçlı olarak işlenen kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarının da iki kategoride ele alınması gerekmekte, birinci kategoride yer alan 'onbeş yaşını tamamlamamış' çocuklara karşı işlenen 'cinsel amaçlı olarak kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunda, çocukların rızalarının hukuken değer ifade etmediği konusunda herhangi bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Öğretide de aynı esas kabul edilmiş ve eyleme razı olma ehliyeti bulunmayan küçüğün şikayet hakkı bulunmadığı vurgulanmıştır.''
17. Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 1/7/2009 tarihli ve E.2009/6976, K.2009/8824 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
''Yaşına itiraz edilen mağdureye ait, nüfus idaresinden getirtilen doğum tutanağında "sağlık personeli yardımıyla doğduğu" belirtilmiş ve mağdurenin babası sanık Ahmet Gülen'in de "Kızım Ayvalık Devlet Hastanesinde doğdu" şeklindeki beyanı üzerine; Hasteneden bu husus sorulmuş, verilen cevabi yazı ekide, mağdurenin annesinin 16.04.1993tarihinde hastenede doğum yaptığına dair, Hasta kabul defterinin doğan bebeğin cinsiyetinin ne olduğunu gösterir sayfası olmaksızın onaysız sureti gönderilmiş bulunduğundan; öncelikle çocuğun cinsiyetini de gösterir hasta kabul defterinin onaylı suretinin getirtilmesi bundan sonra hastanede doğmadığının anlaşılması halinde; suçun unsurlarına ve oluşumuna etkisi bakımından mağdurenin yaş tesbitine esas olacak kemik film ve grafilerinin çektirilipsağlık kurulundan rapor alınması, gerektiğinde Adli Tıp Kurumu ilgili İhtisas kurulundan da görüş sorularak gerçek yaşının bilimsel biçimde saptanması ve sonucuna göre sanıkların hukuki durumunun tayin ve takdirigerekirken eksik soruşturmayla yazılı şekilde hükme varılması, [Kanuna aykırı görüldüğünden hükmün bozulmasına karar verilmiştir.]''
V. İNCELEME VE GEREKÇE
18. Mahkemenin 5/12/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Silahların Eşitliği İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
19. Başvurucu, L.M.nin yaşının tespiti amacıyla soruşturma aşamasında temin edilen Meram Tıp Fakültesi Hastanesine ait 31/8/2009 tarihli raporda film çekilme tarihi olan 13/3/2009 tarihinde on altı yaşında ve hamile kaldığı tarih olarak belirlenen 4/2/2008 tarihinde on beş yaş içerisinde olduğu sonucuna varıldığı, İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 6. İhtisas Kurulunun 31/8/2009 tarihli raporunun Meram Tıp Fakültesi Hastanesince düzenlenen bu rapora dayandığı ve ilk derece mahkemesinin de aynı yöntemle hazırlanmış birbirini doğrulayan bu raporları esas alarak mahkûmiyet kararı verdiğini iddia etmiştir. Başvurucu, işlediği iddia olunan eylemlerin suç teşkil etmesi için L.M.nin yaşının hiç bir şüpheye yer vermeden kesin olarak tespiti gerektiğini aksi takdirde şüpheden sanık yararlanır ilkesine aykırı olarak hareket edilmiş olacağını ileri sürmüş ve suçun mağduru L.M.nin yaşının tespitinde kullanılan kemik grafisinin %100 kesinlik içeren bir tespite imkân vermediğini bildirmiştir. Başvurucu, bu hususun Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığında görev yapan bir kısım öğretim üyesinin yapmış olduğu araştırmalar sonucunda elde edilen bulgular ile ispatlandığını, bu araştırmaya göre el ve bilek grafileri ile yapılan kemik yaşı tespitlerinde %22 oranında gerçeğe uygunluk saptandığını ve bu yöntem yerine AgNOR boyama yöntemi olarak belirtilen ve insan derisinden örnek alınıp deriyi boyama yöntemi uygulanarak gerçekleştirilen yaş tespitinin daha iyi sonuçlar verdiğini iddia etmiş ve bu yöntemin uygulanmasını istemiştir. Başvurucu, bilimsel kesinlik içermeyen rapora değer verilmesi, talebine rağmen AgNOR boyama yönteminin uygulanmamasının adil yargılanma hakkının ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
20. Bakanlık görüşünde, belirli bir davaya ilişkin delilleri değerlendirme ve delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisinin derece mahkemesine ait olduğunu, ilk derece mahkemesinin Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulu raporunu geçersiz kılacak aksi yönde delil bulunmaması nedeniyle bu rapora değer verdiğini iddia etmiştir. Bakanlık, Adli Tıp Kurumu tarafından yapılan değerlendirme ve bu değerlendirme sonucunda düzenlenen raporun süre gelen uygulamaya uygun olduğunu, yaş tayininde genetik, hormonal, coğrafi yaşam alanı, beslenme farklılıkları gibi etkenlere bağlı olarak değişkenlik göstermesine rağmen en geçerli yöntemin hâlen kemik yaşı olduğunu ve başvurucu tarafından uygulanması istenen AgNOR boyama yönteminin ülkemiz ve dünyada yaş tayininde rutin olarak kullanılan ve doğruluğu bilimsel çalışmalar ile test edilen bir yöntem olmayıp deneysel bir çalışma olduğunu da belirtmiştir.
21. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında, bireysel başvuru formunda ileri sürdüğü hususları tekrar ederek Bakanlık görüşü ve bu görüşe ekli Adli Tıp Kurumu Başkanlığının gerçek yaşın tespitinde hâlen uygulanmakta olan kemik yaşı yöntemi ve AgNOR boyama yöntemine ilişkin değerlendirmesini içeren yazıya katılmadığını bildirmiştir.
2. Değerlendirme
22.Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
23. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu bu husustaki iddialarını ceza yargılamasında kabul görmüş şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereğince masumiyet karinesinin ihlal edildiği şeklinde ileri sürmüş ise de iddialar suçtan zarar görenin gerçek yaşının belirlenmesinde uygulanan kemik yaşı yönteminin yanlış olupdaha doğru sonuçlar veren AgNOR adı verilen deri boyama yönteminin uygulanmaması iddiasına ilişkin olduğundan adil yargılanma hakkı kapsamındaki silahların eşitliği ilkesi çerçevesinde değerlendirilmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
24. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
25. Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca herkes "iddia", "savunma" ve "adil yargılanma" hakkına sahiptir. Anayasa'nın anılan maddesinde adil yargılanma hakkından ayrı olarak "iddia" ve "savunma" hakkına birlikte yer verilmesi, taraflara iddia ve savunmalarını mahkeme önünde dile getirme fırsatı tanınması gerektiği anlamını da içermektedir (Mehmet Fidan, B. No: 2014/14673, 20/9/2014, § 37).
26. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin tarafı olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen "silahların eşitliği" ilkelerine Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Bu itibarla anılan ilkenin adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriğine dâhil olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Anılan ilkeye uygun yürütülmeyen bir yargılamanın hakkaniyete uygun olması olanaklı değildir (Mehmet Fidan, § 38).
27. Silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usule ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 32). Bu usul güvencesi gereğince uyuşmazlığın her iki tarafına da savunmasının temel dayanağı olan delilleri sunma imkânı tanınmasını kapsamaktadır (Yüksel Hançer, B. No: 2013/2116, 23/1/2014, § 18).
28. Diğer taraftan belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada sunulan delilin geçerli olup olmadığını ve delil sunma ve inceleme yöntemlerinin yasaya uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp bu husustaki görev başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığının değerlendirilmesidir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27). Silahların eşitliği ilkesi kapsamında yapılacak inceleme de başvuru konusu yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığının değerlendirilmesidir (Yüksel Hançer, § 19).
29. Anayasa Mahkemesinin görevi, herhangi bir davada bilirkişi raporu veya uzman mütalaasının gerekli olup olmadığına karar vermek değildir. Bilirkişi raporu benzeri delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi hususları derece mahkemelerinin yetkisi dâhilindedir (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, § 68). Mahkemenin görevi delillerin sunulması da dâhil olmak üzere başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığını değerlendirmektir. Kural olarak hâkim ya da mahkeme, bilirkişi incelemesi yaptırmak zorunda olmadığı gibi bilirkişilerce hazırlanan raporlarla da bağlı değildir. Derece mahkemesi, bilirkişi mütalaasına uymayan bir karar da verebilir (Yahya Murat Demirel ve Hüsnü Barbaros Olcay, B. No: 2013/7996, 17/2/2016, § 54).
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
30. Somut olayda başvurucu, suçtan zarar görenin yaşının tespitinde uygulanan el ve bilek grafilerinin değerlendirilmesine dayalı yöntemin kesin sonuç vermediğini ve bunun yerine AgNOR adı verilen deri boyama yönteminin uygulanması gerektiğini ileri sürmektedir.
31. Kural olarak bilirkişinin sunduğu rapor ve mütalaalar derece mahkemeleri açısından bağlayıcı olmamakla birlikte, derece mahkemelerince yapılan değerlendirmelere göre başvurucunun üzerine atılı suçun kanuni unsurunungerçekleşebilmesi için suçtan zarar görenin on beş yaşını doldurmamış olması gerektiğinden somut olayda yaşın tam olarak tespiti önem arz etmektedir.
32. Suçtan zarar gören L.M.ye ait 23/11/1993 tarihli mernis doğum tutanağındaL.M.nin 10/11/1993 tarihinde sağlık personeli yardımıyla doğduğu ancak doğum raporunun nüfus müdürlüğünde bulunmadığı belirtilmiş, ilk derece mahkemesi doğum tarihinin resmî belgelerle ispatını mümkün görmediğinden L.M.nin yaşının bilimsel metotlarla tespitine karar vermiştir.
33. L.M.nin Meram Tıp Fakültesi Hastanesine sevkiyle çekilen el ve bilek grafilerinindeğerlendirilmesi ile olay tarihinde on beş yaşını doldurmadığısonucuna varılmıştır. Bu grafileri veraporu inceleyen İstanbul Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulu da aynı sonuca varmıştır.
34. El ve bilek kemiklerinin grafilerinden yararlanmaya dayanan kemik yaşı tayini, Yargıtay içtihatlarındaöteden beri kabul gören bilimsel bir yoldur. Bu yol esasenkemiklerin olgunlaşma (osteogenez) derecesinin tüm bireylerde benzer aşamalardan geçtiği esasına dayalıdır. Anılan yöntemde kemikleşme süreçleri ile ilgili uzun yıllar süren çalışmalar sonucunda elde edilen referans atlaslar vasıtasıyla ilgilinin yaşı belirlenmektedir. Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Dairesinin sunmuş olduğu ve Bakanlık cevabıyla başvurucuya bildirilen2/2/2017 tarihli görüş yazısında günümüz tıbbında yaş tayininde genetik, hormonal, coğrafik yaşam alanı, beslenme farklılıkları gibi etkenlere bağlı olarak değişkenlikler göstermesine rağmen hâlen en geçerli yöntemin bu yöntem olduğunu ve AgNOR boyama yönteminin hâlen rutin olarak uygulanan bir yöntem olmayıp deneysel aşamada olduğu belirtilmiştir.
35. Başvurucu tarafından gerçeğe daha uygun sonuçlar verdiğini ileri sürdüğü AgNOR boyama yöntemi insan derisinden alınan örneklerin gümüş içerikli bir takım kimyasal sıvılardan geçirilmesi soncunda ilgilinin yaşına bağlı olarak farklı büyüklük ve sayıda benek oluştuğu iddiasına dayalı bir yöntemdir. Başvurucu tarafından Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Aysun Baransel Isır ve ekibi tarafından yapılan çalışmalar sonucunda yayımlanan "AgNOR Yöntemi ile İnsan Epidermisinden Yaş Tespiti" adlı makaleye dayanılmakla birlikte anılan yöntemin somut bir uyuşmazlıkta uygulanıp sonuç alındığına dair iddiada bulunulmamıştır. Dayanılan makalede de bu yöntemin yirmi üç erkek ve on beş kadın olmak üzere değişik yaş gruplarından ölü otuz sekiz kişi üzerinde uygulandığı belirtilmiş, ancak sağlıklı bir sonuca varmak için daha geniş vaka serilerine ihtiyaç duyulduğuna işaret edilmiştir.
36. Bilirkişi raporu benzeri delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi hususlarının derece mahkemelerinin yetkisi dâhilinde olduğu nazara alındığında ilk derece mahkemesince henüz deneysel aşamada olan bir yöntem yerine tüm dünyada rutin olarak uygulanan ve yargısal içtihatlarda istikrarlı şekilde referans alınan bilimsel metoda üstünlük tanınarak bu metoda göre hazırlanan ve dosyadaki nüfus kayıtları ile desteklenen rapora dayalı olarak mahkûmiyet kararı verilmesinde silahların eşitliği ilkesine yönelik bir ihlalin bulunmadığının açık olduğu anlaşılmaktadır.
37. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki silahların eşitliği ilkesinin ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
B. Yargılamanın Sonucunun Adil Olmadığına İlişkin İddia
38. Başvurucu gerçek yaşından iki yıl geç olarak nüfusa tescil edildiğine yönelik L.M. ile anne ve babasının beyanlarına itibar edilmediğini, olay neticesinde L.M.nin ruh ve beden sağlığında herhangi bir bozukluk oluşmadığını, birlikte yaşama eyleminin 2008 yılı Şubat ayında başladığını rızaya dayalı olarak başladığını, yaşının küçük olduğunu öğrendiğinde L.M.yi ailesinin yanına gitmesi hususunda uyardığını, ancak mağdurun kendisi ile kalmak istemesi sonucunda dinî nikâh kıyarakevlendiklerini, dolayısıyla mağdurun rızasına itibar edilmesi gerektiğini iddia etmiş ve yeterli araştırma ve inceleme yapılmadan karar verildiğini ileri sürmüştür.
39. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ileuyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvurukonusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).
40. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada sunulan delilin geçerli olup olmadığını ve delil sunma ve inceleme yöntemlerinin yasaya uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp Anayasa Mahkemesinin görevi başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığının değerlendirilmesidir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., § 27).
41. Somut olayda Akşehir Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılamada sanık savunmaları, mağdur beyanları, tanık anlatımları, nüfus kayıtları, resmî kurumlardan temin edilen sağlık raporları ile dosya kapsamında bulunan tıbbi mütalaalar irdelenerek hazırlanan Adli Tıp Kurumu Başkanlığınca düzenlenen rapor birlikte değerlendirilmek suretiyle bir karar verildiği anlaşılmıştır.
42. Başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların, derece mahkemesince delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olup Mahkeme kararında bariz takdir hatası veya açık keyfîlik oluşturan bir durumun da bulunmadığı dikkate alındığında, ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.
43. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Yargılamanın sonucunun adil olmadığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki silahların eşitliği ilkesinin İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,.
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 5/12/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.