TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MEHMET ŞİRİN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/2199)
|
|
Karar Tarihi: 5/12/2017
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Heysem KOCAÇİNAR
|
Başvurucu
|
:
|
Mehmet ŞİRİN
|
Vekili
|
:
|
Av. Turhan
ERSOY
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, hükme esas teşkil eden raporun bilimsel kesinlik
taşımamasına rağmen mahkûmiyetine karar verilmesi ve bu raporun aleyhine olan
delillere itibar edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 13/2/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
9. Ilgın Devlet Hastanesi Baştabipliği, 22/10/2008 tarihinde
hastanede gerçekleşen doğum sonrasında başvurucunun eşi L.M.nin
gebe kaldığı tarihte on beş yaşını doldurmamış olduğu gerekçesiyle suç
duyurusunda bulunmuştur.
10. Akşehir Cumhuriyet Başsavcılığı 2/7/2009 tarihli iddianame
ile çocuğun nitelikli cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma
suçlarından cezalandırılması talebiyle başvurucu hakkında kamu davası açmıştır.
11. Akşehir Ağır Ceza Mahkemesi 24/3/2010 tarihli karar ile
10/11/1993 doğumlu L.M.nin kendi iradesiyle 4/11/2007
tarihinde başvurucu ile kaçarak karı koca hayatı yaşamaya başladığı, L.M.nin on beş yaşını doldurduğu 10/11/2008 tarihine kadar
çocuğun cinsel istismarı suçunun -aynı suç işleme kastıyla- birden fazla kez
işlendiği ve kişiyi cinsel amaçla hürriyetinden yoksun bırakma suçunun da bu
tarihe kadar devam ettiği gerekçesiyle toplam 10 yıl 10 ayhapis
cezasıyla (8 yıl 4 ay+2 yıl 6 ay) cezalandırılmasına karar vermiştir.
12. Hüküm temyiz edilmiş ve Yargıtay 14. Ceza Dairesinin
12/12/2103 tarihli onama kararıyla kesinleşmiştir.
13. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla
erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde nihai kararın bireysel başvuru
tarihinden önce başvurucuya tebliğ edilmediği saptanmış ve kararın başvuru
formunda belirtildiği üzere dosyanın Yargıtay tarafından kapatıldığı 14/1/2014
tarihinde öğrenildiği anlaşılmıştır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Kanun Hükümleri
14. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 103.
maddesinin ilgili(1) ve (2) numaralı fıkraları
şöyledir:
"(1) Çocuğu cinsel yönden istismar eden
kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel
istismar deyiminden;
a) Onbeş yaşını
tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukukî anlam ve
sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen
her türlü cinsel davranış,
b) Diğer çocuklara karşı sadece cebir, tehdit,
hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen
cinsel davranışlar,
Anlaşılır.
(2) Cinsel istismarın vücuda organ veya sair
bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.''
15. 5237 sayılı Kanun'un 109. maddesinin ilgili (1), (3) ve (5)
numaralı fıkralarının ilgili kısmı şöyledir:
"(1)Bir kimseyi
hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun
bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.
...
(3) Bu suçun,
...
f) Çocuğa ya da beden veya ruh bakımından
kendini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
İşlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre
verilecek ceza bir kat artırılır.
...
(5) Suçun cinsel amaçla işlenmesi hâlinde,
yukarıdaki fıkralara göre verilecek cezalar yarı oranında artırılır.''
B. Yargıtay İçtihatları
16. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 3/6/2008 tarihli ve
E.2008/5-56, K.2008/156 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
''5237 sayılı TCY.nın
6/1-a maddesinde, 'henüz 18 yaşını doldurmamış kişi' olarak tanımlanan çocuk
kavramının, yasakoyucu tarafından cinsel
dokunulmazlığa karşı suçların düzenlendiği bölümde, 'onbeş
yaşını bitirmiş', 'onbeş yaşını tamamlamamış'
şeklinde iki ayrı dönem olarak ele alınmıştır. Buna göre bu bölümde 'onbeş yaşını tamamlamamış' çocuklar ile 'onbeş yaşını bitirmiş olup ta onsekiz
yaşını tamamlamamış' olan çocuklara karşı işlenen cinsel suçlar farklı
kategoride mütalaa edilmiştir. TCY.nın 103/1-a
maddesinde, 'onbeş yaşını tamamlamamış' olan
çocuklara karşı her türlü cinsel davranış cinsel istismar olarak tanımlanmışken
aynı maddenin (b) bendinde ise diğer çocuklar ifadesiyle 'onbeş
yaşını bitirmiş olup ta onsekiz yaşını tamamlamamış'
olan çocuklar kastedilerek bunlara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya
iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel
davranışların cinsel istismar suçunu oluşturabileceği kabul edilmiştir. Yasa
koyucu bu maddede 'onbeş yaşını bitirmiş olup ta onsekiz yaşını tamamlamamış' olan çocuklara karşı
rızalarıyla yapılan cinsel davranışları cinsel istismar suçu kapsamına almamış
ve bu kategorideki çocukların rızalarına önem vermişken 'onbeş
yaşını tamamlamamış' çocuklara karşı yapılan her türlü cinsel davranışı rızaları
olsa bile çocukların cinsel istismarı suçu kapsamına almıştır. TCY.nın 104. maddesinde de, cebir,
tehdit ve hile olmaksızın, onbeş yaşını bitirmiş olan
çocukla cinsel ilişkide bulunmayı şikâyete bağlı bir suç olarak düzenlemiştir.
Bu nedenle çocuklara karşı cinsel amaçlı olarak işlenen kişiyi hürriyetinden
yoksun kılma suçlarının da iki kategoride ele alınması gerekmekte, birinci
kategoride yer alan 'onbeş yaşını tamamlamamış'
çocuklara karşı işlenen 'cinsel amaçlı olarak kişiyi hürriyetinden yoksun kılma
suçunda, çocukların rızalarının hukuken değer ifade etmediği konusunda herhangi
bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Öğretide de aynı esas kabul edilmiş ve eyleme
razı olma ehliyeti bulunmayan küçüğün şikayet hakkı
bulunmadığı vurgulanmıştır.''
17. Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 1/7/2009 tarihli ve E.2009/6976,
K.2009/8824 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
''Yaşına itiraz edilen mağdureye
ait, nüfus idaresinden getirtilen doğum tutanağında "sağlık personeli
yardımıyla doğduğu" belirtilmiş ve mağdurenin
babası sanık Ahmet Gülen'in de "Kızım Ayvalık Devlet Hastanesinde
doğdu" şeklindeki beyanı üzerine; Hasteneden bu
husus sorulmuş, verilen cevabi yazı ekide, mağdurenin annesinin 16.04.1993tarihinde hastenede doğum yaptığına dair, Hasta kabul defterinin
doğan bebeğin cinsiyetinin ne olduğunu gösterir sayfası olmaksızın onaysız
sureti gönderilmiş bulunduğundan; öncelikle çocuğun cinsiyetini de gösterir
hasta kabul defterinin onaylı suretinin getirtilmesi bundan sonra hastanede
doğmadığının anlaşılması halinde; suçun unsurlarına ve oluşumuna etkisi
bakımından mağdurenin yaş tesbitine
esas olacak kemik film ve grafilerinin çektirilipsağlık kurulundan rapor alınması, gerektiğinde
Adli Tıp Kurumu ilgili İhtisas kurulundan da görüş sorularak gerçek yaşının
bilimsel biçimde saptanması ve sonucuna göre sanıkların hukuki durumunun tayin
ve takdirigerekirken eksik soruşturmayla yazılı
şekilde hükme varılması, [Kanuna aykırı görüldüğünden hükmün bozulmasına karar
verilmiştir.]''
V. İNCELEME VE GEREKÇE
18. Mahkemenin 5/12/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Silahların Eşitliği
İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
19. Başvurucu, L.M.nin yaşının tespiti
amacıyla soruşturma aşamasında temin edilen Meram Tıp Fakültesi Hastanesine ait
31/8/2009 tarihli raporda film çekilme tarihi olan 13/3/2009 tarihinde on altı
yaşında ve hamile kaldığı tarih olarak belirlenen 4/2/2008 tarihinde on beş yaş
içerisinde olduğu sonucuna varıldığı, İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 6.
İhtisas Kurulunun 31/8/2009 tarihli raporunun Meram Tıp Fakültesi Hastanesince
düzenlenen bu rapora dayandığı ve ilk derece mahkemesinin de aynı yöntemle
hazırlanmış birbirini doğrulayan bu raporları esas alarak mahkûmiyet kararı
verdiğini iddia etmiştir. Başvurucu, işlediği iddia olunan eylemlerin suç
teşkil etmesi için L.M.nin yaşının hiç
bir şüpheye yer vermeden kesin olarak tespiti gerektiğini aksi takdirde
şüpheden sanık yararlanır ilkesine aykırı olarak hareket edilmiş olacağını
ileri sürmüş ve suçun mağduru L.M.nin yaşının
tespitinde kullanılan kemik grafisinin %100 kesinlik
içeren bir tespite imkân vermediğini bildirmiştir. Başvurucu, bu hususun
Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığında görev
yapan bir kısım öğretim üyesinin yapmış olduğu araştırmalar sonucunda elde
edilen bulgular ile ispatlandığını, bu araştırmaya göre el ve bilek grafileri ile yapılan kemik yaşı tespitlerinde %22 oranında
gerçeğe uygunluk saptandığını ve bu yöntem yerine AgNOR
boyama yöntemi olarak belirtilen ve insan derisinden örnek alınıp deriyi boyama
yöntemi uygulanarak gerçekleştirilen yaş tespitinin daha iyi sonuçlar verdiğini
iddia etmiş ve bu yöntemin uygulanmasını istemiştir. Başvurucu, bilimsel
kesinlik içermeyen rapora değer verilmesi, talebine rağmen AgNOR
boyama yönteminin uygulanmamasının adil yargılanma hakkının ihlal ettiğini
ileri sürmüştür.
20. Bakanlık görüşünde, belirli bir davaya ilişkin delilleri
değerlendirme ve delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisinin
derece mahkemesine ait olduğunu, ilk derece mahkemesinin Adli Tıp Kurumu 6.
İhtisas Kurulu raporunu geçersiz kılacak aksi yönde delil bulunmaması nedeniyle
bu rapora değer verdiğini iddia etmiştir. Bakanlık, Adli Tıp Kurumu tarafından
yapılan değerlendirme ve bu değerlendirme sonucunda düzenlenen raporun süre
gelen uygulamaya uygun olduğunu, yaş tayininde genetik, hormonal,
coğrafi yaşam alanı, beslenme farklılıkları gibi etkenlere bağlı olarak değişkenlik
göstermesine rağmen en geçerli yöntemin hâlen kemik yaşı olduğunu ve başvurucu
tarafından uygulanması istenen AgNOR boyama
yönteminin ülkemiz ve dünyada yaş tayininde rutin olarak kullanılan ve
doğruluğu bilimsel çalışmalar ile test edilen bir yöntem olmayıp deneysel bir
çalışma olduğunu da belirtmiştir.
21. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında, bireysel
başvuru formunda ileri sürdüğü hususları tekrar ederek Bakanlık görüşü ve bu
görüşe ekli Adli Tıp Kurumu Başkanlığının gerçek yaşın tespitinde hâlen
uygulanmakta olan kemik yaşı yöntemi ve AgNOR boyama
yöntemine ilişkin değerlendirmesini içeren yazıya katılmadığını bildirmiştir.
2. Değerlendirme
22.Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı
mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma
hakkına sahiptir.”
23. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu bu husustaki iddialarını ceza
yargılamasında kabul görmüş şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereğince
masumiyet karinesinin ihlal edildiği şeklinde ileri sürmüş ise de iddialar
suçtan zarar görenin gerçek yaşının belirlenmesinde uygulanan kemik yaşı
yönteminin yanlış olupdaha doğru sonuçlar veren AgNOR adı verilen deri boyama yönteminin uygulanmaması
iddiasına ilişkin olduğundan adil yargılanma hakkı kapsamındaki silahların
eşitliği ilkesi çerçevesinde değerlendirilmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
24. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
25. Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca herkes "iddia",
"savunma" ve "adil yargılanma" hakkına sahiptir.
Anayasa'nın anılan maddesinde adil yargılanma hakkından ayrı olarak
"iddia" ve "savunma" hakkına birlikte yer verilmesi,
taraflara iddia ve savunmalarını mahkeme önünde dile getirme fırsatı tanınması
gerektiği anlamını da içermektedir (Mehmet
Fidan, B. No: 2014/14673, 20/9/2014, § 37).
26. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "adil
yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin tarafı
olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama
hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Anayasa Mahkemesi
de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına
dâhil edilen "silahların eşitliği" ilkelerine Anayasa’nın 36. maddesi
kapsamında yer vermektedir. Bu itibarla anılan ilkenin adil yargılanma hakkının
kapsam ve içeriğine dâhil olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Anılan ilkeye uygun
yürütülmeyen bir yargılamanın hakkaniyete uygun olması olanaklı değildir (Mehmet Fidan, § 38).
27. Silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usule
ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin
diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını
makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına
gelir (Yaşasın Aslan, B. No:
2013/1134, 16/5/2013, § 32). Bu usul güvencesi gereğince uyuşmazlığın her iki
tarafına da savunmasının temel dayanağı olan delilleri sunma imkânı tanınmasını
kapsamaktadır (Yüksel Hançer, B.
No: 2013/2116, 23/1/2014, § 18).
28. Diğer taraftan belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri
değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına
karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada sunulan
delilin geçerli olup olmadığını ve delil sunma ve inceleme yöntemlerinin yasaya
uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp
bu husustaki görev başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup
olmadığının değerlendirilmesidir (Muhittin
Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve
Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).
Silahların eşitliği ilkesi kapsamında yapılacak inceleme de başvuru konusu
yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığının değerlendirilmesidir (Yüksel Hançer, § 19).
29. Anayasa Mahkemesinin görevi, herhangi bir davada bilirkişi
raporu veya uzman mütalaasının gerekli olup olmadığına karar vermek değildir.
Bilirkişi raporu benzeri delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi
hususları derece mahkemelerinin yetkisi dâhilindedir (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No:
2013/7800, 18/6/2014, § 68). Mahkemenin görevi delillerin sunulması da dâhil
olmak üzere başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığını
değerlendirmektir. Kural olarak hâkim ya da mahkeme, bilirkişi incelemesi
yaptırmak zorunda olmadığı gibi bilirkişilerce hazırlanan raporlarla da bağlı
değildir. Derece mahkemesi, bilirkişi mütalaasına uymayan bir karar da
verebilir (Yahya Murat Demirel ve Hüsnü
Barbaros Olcay, B. No: 2013/7996, 17/2/2016, § 54).
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
30. Somut olayda başvurucu, suçtan zarar görenin yaşının
tespitinde uygulanan el ve bilek grafilerinin
değerlendirilmesine dayalı yöntemin kesin sonuç vermediğini ve bunun yerine AgNOR adı verilen deri boyama yönteminin uygulanması
gerektiğini ileri sürmektedir.
31. Kural olarak bilirkişinin sunduğu rapor ve mütalaalar derece
mahkemeleri açısından bağlayıcı olmamakla birlikte, derece mahkemelerince
yapılan değerlendirmelere göre başvurucunun üzerine atılı suçun kanuni unsurunungerçekleşebilmesi için suçtan zarar görenin on beş
yaşını doldurmamış olması gerektiğinden somut olayda yaşın tam olarak tespiti
önem arz etmektedir.
32. Suçtan zarar gören L.M.ye ait 23/11/1993 tarihli mernis doğum tutanağındaL.M.nin
10/11/1993 tarihinde sağlık personeli yardımıyla doğduğu ancak doğum raporunun
nüfus müdürlüğünde bulunmadığı belirtilmiş, ilk derece mahkemesi doğum
tarihinin resmî belgelerle ispatını mümkün görmediğinden L.M.nin
yaşının bilimsel metotlarla tespitine karar vermiştir.
33. L.M.nin Meram Tıp Fakültesi
Hastanesine sevkiyle çekilen el ve bilek grafilerinindeğerlendirilmesi
ile olay tarihinde on beş yaşını doldurmadığısonucuna
varılmıştır. Bu grafileri veraporu
inceleyen İstanbul Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulu da aynı sonuca varmıştır.
34. El ve bilek kemiklerinin grafilerinden
yararlanmaya dayanan kemik yaşı tayini, Yargıtay içtihatlarındaöteden
beri kabul gören bilimsel bir yoldur. Bu yol esasenkemiklerin
olgunlaşma (osteogenez) derecesinin tüm bireylerde
benzer aşamalardan geçtiği esasına dayalıdır. Anılan yöntemde kemikleşme
süreçleri ile ilgili uzun yıllar süren çalışmalar sonucunda elde edilen
referans atlaslar vasıtasıyla ilgilinin yaşı belirlenmektedir. Adli Tıp Kurumu
6. İhtisas Dairesinin sunmuş olduğu ve Bakanlık cevabıyla başvurucuya
bildirilen2/2/2017 tarihli görüş yazısında günümüz tıbbında yaş tayininde
genetik, hormonal, coğrafik yaşam alanı, beslenme
farklılıkları gibi etkenlere bağlı olarak değişkenlikler göstermesine rağmen
hâlen en geçerli yöntemin bu yöntem olduğunu ve AgNOR
boyama yönteminin hâlen rutin olarak uygulanan bir yöntem olmayıp deneysel
aşamada olduğu belirtilmiştir.
35. Başvurucu tarafından gerçeğe daha uygun sonuçlar verdiğini
ileri sürdüğü AgNOR boyama yöntemi insan derisinden
alınan örneklerin gümüş içerikli bir takım kimyasal sıvılardan geçirilmesi
soncunda ilgilinin yaşına bağlı olarak farklı büyüklük ve sayıda benek oluştuğu
iddiasına dayalı bir yöntemdir. Başvurucu tarafından Gaziantep Üniversitesi Tıp
Fakültesi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Aysun Baransel Isır ve ekibi tarafından
yapılan çalışmalar sonucunda yayımlanan "AgNOR
Yöntemi ile İnsan Epidermisinden Yaş Tespiti"
adlı makaleye dayanılmakla birlikte anılan yöntemin somut bir uyuşmazlıkta
uygulanıp sonuç alındığına dair iddiada bulunulmamıştır. Dayanılan makalede de
bu yöntemin yirmi üç erkek ve on beş kadın olmak üzere değişik yaş gruplarından
ölü otuz sekiz kişi üzerinde uygulandığı belirtilmiş, ancak sağlıklı bir sonuca
varmak için daha geniş vaka serilerine ihtiyaç duyulduğuna işaret edilmiştir.
36. Bilirkişi raporu benzeri delillerin kabul edilebilirliği ve
değerlendirilmesi hususlarının derece mahkemelerinin yetkisi dâhilinde olduğu
nazara alındığında ilk derece mahkemesince henüz deneysel aşamada olan bir
yöntem yerine tüm dünyada rutin olarak uygulanan ve yargısal içtihatlarda
istikrarlı şekilde referans alınan bilimsel metoda üstünlük tanınarak bu metoda
göre hazırlanan ve dosyadaki nüfus kayıtları ile desteklenen rapora dayalı
olarak mahkûmiyet kararı verilmesinde silahların eşitliği ilkesine yönelik bir
ihlalin bulunmadığının açık olduğu anlaşılmaktadır.
37. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki silahların eşitliği ilkesinin
ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
B. Yargılamanın Sonucunun
Adil Olmadığına İlişkin İddia
38. Başvurucu gerçek yaşından iki yıl geç olarak nüfusa tescil
edildiğine yönelik L.M. ile anne ve babasının beyanlarına itibar edilmediğini,
olay neticesinde L.M.nin ruh ve beden sağlığında
herhangi bir bozukluk oluşmadığını, birlikte yaşama eyleminin 2008 yılı Şubat
ayında başladığını rızaya dayalı olarak başladığını, yaşının küçük olduğunu
öğrendiğinde L.M.yi ailesinin yanına gitmesi
hususunda uyardığını, ancak mağdurun kendisi ile kalmak istemesi sonucunda dinî
nikâh kıyarakevlendiklerini, dolayısıyla mağdurun
rızasına itibar edilmesi gerektiğini iddia etmiş ve yeterli araştırma ve
inceleme yapılmadan karar verildiğini ileri sürmüştür.
39. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava
konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ileuyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması
bireysel başvurukonusu olamaz. Ancak bireysel başvuru
kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya
açık keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda
değildir (Ahmet Sağlam, B. No:
2013/3351, 18/9/2013, § 42).
40. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve
gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi
esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada sunulan delilin geçerli
olup olmadığını ve delil sunma ve inceleme yöntemlerinin yasaya uygun olup
olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp Anayasa
Mahkemesinin görevi başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup
olmadığının değerlendirilmesidir (Muhittin
Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve
Ticaret Ltd. Şti., § 27).
41. Somut olayda Akşehir Ağır Ceza Mahkemesince yapılan
yargılamada sanık savunmaları, mağdur beyanları, tanık anlatımları, nüfus
kayıtları, resmî kurumlardan temin edilen sağlık raporları ile dosya kapsamında
bulunan tıbbi mütalaalar irdelenerek hazırlanan Adli Tıp Kurumu Başkanlığınca
düzenlenen rapor birlikte değerlendirilmek suretiyle bir karar verildiği
anlaşılmıştır.
42. Başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların, derece mahkemesince
delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olup
Mahkeme kararında bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
oluşturan bir durumun da bulunmadığı dikkate alındığında, ihlal iddialarının
kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.
43. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Yargılamanın sonucunun adil olmadığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki silahların eşitliği ilkesinin İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,.
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 5/12/2017
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.