TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MUHSİN KARACA BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/2211)
|
|
Karar Tarihi: 9/6/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Bahadır YALÇINÖZ
|
Başvurucu
|
:
|
Muhsin KARACA
|
Vekili
|
:
|
Av. Mahmut Yavuz NACAR
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, yapılan kamu görevi sırasında meydana gelen kaza
nedeniyle uğranılan zararların tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımı
yönünden reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkı ve adil yargılanma hakkının ihlal
edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 17/2/2014 tarihinde İskenderun 3. Asliye Hukuk
Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil
edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 22/4/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 4/1/2016 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 4/2/2016 tarihli yazısında Anayasa
Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru
hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu, T.C. Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğü
İskenderun Gar Müdürlüğünde görev yaptığı sırada 14/11/1997 tarihinde vagon
manevrasında meydana gelen kazada iki parmağını kaybetmiştir.
10. Başvurucu 1998 yılında adli yargı yerinde 30.000 TL maddi ve
1.000 TL manevi tazminat istemli olarak dava açmış,yaptırılan bilirkişi incelemesine göre
başvurucunun 12.601 TL maddi kaybı bulunduğu belirlenmiş ancak İskenderun 1.
Asliye Hukuk Mahkemesi davanın idari yargı yerinde görülmesi gerektiği
gerekçesiyle 24/12/2001 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir.
11. Başvurucu, bunun üzerine idari yargıdaaçtığı
davada12.601 TL maddi ve 1.000 TL manevi tazminata karar verilmesini
istemiştir.
12. Adana 1. İdare Mahkemesi 14/10/2003 tarihli ve E.2002/102,
K.2003/1093 sayılı kararıyla başvurucunun efor kaybına uğradığını belirterek veadli yargı yerinde yaptırılan bilirkişi raporunu esas
alarak 12.601 TL maddi ve 1.000 TL manevi tazminatın başvurucuya ödenmesine
karar vermiştir.
13. Davalı idare tarafından yapılan temyiz başvurusu üzerine
Danıştay Onuncu Dairesi, kararın manevi tazminata ilişkin kısmını onamış; maddi
tazmina ilişkin kısmını ise başvurucunun kaza sonrası
görevinin değiştiği dikkate alınarak efor kaybı yerine görev yeri değişikliği
nedeniyle uğradığı zararın hesaplanarak ödenmesi gerektiği gerekçesiyle
bozmuştur.
14. İlk Derece Mahkemesince bozma kararına uyularak yaptırılan
bilirkişi incelemesi sonucu hazırlanan 13/7/2009 tarihli raporda, başvurucunun
görev değişikliği nedeniyle uğradığı zararın 28.654 TL olduğu belirlenmiş veMahkemece 10/9/2009 tarihli ve E.2008/1928, K.2009/1003
sayılı kararla -taleple bağlılık ilkesi gereği- 12.601 TL tazminatın
başvurucuya ödenmesine karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"Bu durumda, "taleple bağlılık"
ilkesi de dikkate alınarak davalı idarede manevracı olarak görev yaptığı sırada
geçirdiği kaza sonucu sol elinin iki parmağını kaybeden davacının idarenin
hizmet kusuru nedeniyle görev yerinin değişmesi sonucu uğradığı 12.601.00 TL maddi zararınınadli
yargı yerinde dava açma tarihi olan 23/12/1998 tarihinden itibaren işleyecek
yasal faizi ile birlikte davalı idarece davacıya ödenmesi gerektiği sonucuna
ulaşılmıştır."
15. Başvurucu ise 18/9/2009 tarihli dilekçesiyle davalı idareye
başvurarak Mahkemece hükmedilen tutarla bilirkişi raporunda tespit edilen tutar
arasındaki farkın ödenmesini istemiş; 2/11/2009 tarihli cevap yazısında,
kararın temyiz edildiği ve istemin temyiz sonucuna göre değerlendirileceği
bildirilmiştir.
16. İlk Derece Mahkemesi kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin
13/3/2012 tarihli ve E.2009/16198, K.2012/891 sayılı kararıyla onanmıştır.
17. Başvurucu, kararın kesinleşmesi üzerine 13/6/2012 tarihli
dilekçeyle davalı idareye tekrar başvurmuş ve fark tutarın ödenmesini
istemiştir. Ancak başvurucunun istemine bir cevap verilmemiştir.
18. Başvurucu bunun üzerine bilirkişi raporunda belirtilen fark
tutarın ödenmesine karar verilmesi istemiyle 10/9/2012 tarihinde Adana 2. İdare
Mahkemesinde dava açmıştır.
19. Mahkeme 23/10/2012 tarihli ve E.2012/1310, K.2012/1583
sayılı kararıyla davayı süre aşımı yönünden reddetmiştir. Karar gerekçesinin
ilgili kısmı şöyedir:
"Bu durumda, idari eylemlerden doğan
zararların ödenmesinin, süresi içerisinde açılacak davalar yoluyla
istenebileceği, İdari Yargıda ancak parasal hakların ödenmesine (tazminine)
karar verilmesinin istenebileceğinden İdari Yargılama Usulü Kanunu hükümleri
uyarınca parasal haklarının saklı tutulmasının mümkün bulunmadığı hususu
dikkate alındığında İskenderun Gelirler Müdürlüğünde görev yaptığı sırada
geçirdiği kaza sonucu sol elinin iki parmağını kaybeden davacı tarafından,
zararın öğrenildiği tarihten itibaren en geç bir yıl ve her halde eylem
tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine
getirilmesinin istenilmesi ve bu istemin reddi üzerinde de dava açma süresi
içinde dava açılması gerekirken bu süreler geçirildikten sonra 10.09.2012
tarihinde açılan davada süre aşımı bulunduğundan davanın esasını inceleme
olanağı bulunmamaktadır.
Öte yandan, davacının 13.06.2012 günlü
başvurusunun zımnen reddinin dava süresini canlandırmayacağı da açıktır."
20. Karar, Adana Bölge İdare Mahkemesinin 26/6/2013 tarihli ve
E.2013/1215, K.2013/2697 sayılı kararıyla onanmış, karar düzeltme istemi de
aynı Mahkemenin 30/12/2013 tarihli ve E.2013/4390, K.2013/6086 sayılı kararıyla
reddedilmiştir.
21. Karar 28/1/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
22. Başvurucu 17/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
23. Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrası şöyledir:
“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan
zararı ödemekle yükümlüdür.”
24. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 11/4/2013 tarihli ve 6459 sayılı Kanun’un 4. maddesiyle eklenen 16.
maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:
“...
Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya
diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı
ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın
artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa
tebliğ edilir.”
25. 2577 sayılı Kanun’un 6459 sayılı Kanun’un 5. maddesiyle
eklenen geçici 7. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bu maddeyi ihdas eden Kanunla, bu Kanunun 16 ncı maddesinin dördüncü
fıkrasına eklenen hüküm, kanun yolu aşaması dâhil, yürürlük tarihinde derdest
olan davalarda da uygulanır.”
26. Danıştay Onbeşinci Dairesinin
17/2/2014 tarihli ve E.2013/3669, K.2014/760 sayılı kararının ilgili kısmı
şöyledir:
“2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nda,
6459 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle tam yargı davalarında dava
dilekçesinde belirtilen miktarın, kanun yolu aşaması dâhil, yürürlük tarihinde
derdest olan davalarda da süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin artırılmasına
olanak tanınmıştır. Madde gerekçesinde de ifade edildiği üzere, yasal
değişiklikle ilgililerin uğramış olduğu zararın, dava dilekçesinde gösterilen
zarar miktarından fazla olmasına karşın,davacı
veya davacıların dava dilekçesinde gösterdikleri zarar miktarını artırımlarına
yönelik taleplerinin mahkemelerce kabul edilmeyerek istemle bağlı kalma
kuralını uygulayarak dava dilekçesinde gösterilen zarar tutarı kadar tazminata
hükmetmelerinden doğan hak kayıplarının giderilmesi amaçlanmıştır. Bir başka ifade
ile mahkemelerce istemle bağlı olma kuralı uygulanmak suretiyle verilen
kararlara karşı taraflardan herhangi birinin kanun yoluna başvurmuş olması
şartıyla davacı veya davacıların artırılan miktara isabet eden harcı ödemek
suretiyle kararı veren Mahkemeye verecekleri dilekçe ile bir defaya mahsus
olmak üzere dava dilekçesinde gösterilen miktarı artırmaları mümkündür.
Sağlık tazminatına ilişkin tam yargı
davalarında, mahkemelerce maddi zararın tespiti amacıyla yaptırılan bilirkişi
raporunda belirlenen maddi tazminat miktarının dava dilekçesinde talep edilen
maddi tazminat miktarından yüksek çıkması halinde söz konusu bilirkişi
raporunun davacıya tebliğinden sonra (eylemin idariliğinin
öğrenildiği tarihten itibaren 1 yıl geçmiş olsa bile) ilk açılandavanın
derdest olması ve bu davada ıslah talebi olmaması şartıyla, fazlaya ilişkin
miktarın ödenmesi istemiyle davalı idareye yapılan başvurunun reddi üzerine
dava açma süresi içerisinde açılan ikinci davanın süresinde kabul edilerek,
açılan bu ikinci davanın ilk dava kapsamında ıslah talebi niteliğinde
değerlendirilmek suretiyle zarar tespit bilirkişisi tarafından belirlenen
fazlaya ilişkin kısım hakkında yeni bir karar verilmesi gerekmektedir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
27. Mahkemenin 9/6/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
28. Başvurucu, açılan tazminat davasının yaklaşık on yedi yıl
sürmesi nedeniyledavanın makul sürede
sonuçlanmadığını, bilirkişi raporlarında tespit edilen maddi zararının karşılanması
talebinin süre aşımı yönünden reddedildiğini, bu nedenle yaşam hakkı ve adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; 16.053 TL maddi zararının
kaza tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte tazminine karar
verilmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu; yaşam hakkının, adil yargılanma
hakkının ve bu kapsamda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddialarında bulunmuştur. Başvurucunun yaşam hakkının ihlal edildiğine yönelik
iddiasının dayanağı, bilirkişi raporuna göre tespit edilen zararın tazmini
istemiyle açılan davanın süre aşımı yönünden reddedilmesi olup esas olarak
davanın süre aşımı yönünden reddedilmesine yönelik şikâyetin mahkemeye erişim
hakkı yönündenincelenmesi ve ayrıca yargılamanın
makul sürede sonuçlandırılmadığı iddiasının da incelenmesi gerektiği
değerlendirilmiştir.
a. Yargılama Süresinin
Makul Olmadığına İlişkin İddia
30. Başvurucu, açtığı davanın makul sürede sonuçlandırılamaması
nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
31. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme)
ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni
ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil
yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen
Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da
unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme
yaptığı birçok kararında ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı
ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve
mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de -Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği- makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde dikkate alınması gerektiği
açıktır (Güher Ergun ve diğerleri, B.
No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).
32. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde dikkate alınması gereken
kriterlerdir (Güher Ergun ve diğerleri,
§§ 41-45).
33. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca
medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara
bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu
hukuku” alanına dâhil olan ancak
sonucu itibarıyla özel nitelikteki haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici
olan uyuşmazlıkları konu alan davalar da Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesinin koruması kapsamına girmektedir. Bu anlamda
belirtilen düzenlemelerde yer verilen güvenceler, başvurucunun haklarına zarar
verdiği iddia edilen idari bir kararın iptali talebiyle açılan davalara da
uygulanacaktır (Selahattin Akyıl,
B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 44).
34. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıcı kural olarak uyuşmazlığı
karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle
davanın ikame edildiği tarihtir.
35. Başvuru konusu olayda meydana gelen kaza neticesinde
başvurucu tarafından açılan ilk davanın Danıştay Onuncu Dairesinin 13/3/2012
tarihli ve E.2009/16198, K.2012/891 sayılı kararıyla kesinleştiği, Anayasa
Mahkemesine yapılan bireysel başvuruya konu yargılamanın ise bilirkişi raporu
uyarınca tespit edilen ve ilk davada talep edilmeyen fark tutarının tazminine
ilişkin açılan ve süre aşımı yönünden reddedilmesine ilişkin davanın olduğu gözönünde bulundurulduğunda başvurucu tarafından makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği şikâyetinin ikinci davaya yönelik
olarak incelenmesi gerekir. Bu nedenle somut başvuruya yönelik makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaya konu yargılamanın
başlangıç tarihinin davalı idareye yapılan fark tazminat tutarının tazmin
edilmesine yönelik başvuru tarihi olan 13/6/2012 tarihinin kabul edilmesi
gerekmiştir.
36. Sürenin bitiş tarihi ise çoğu zaman icra aşamasını da
kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir (Güher Ergun ve diğerleri, § 52). Bu kapsamda somut yargılama
faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihi, başvurucunun karar düzeltme talebinin
reddedildiği 30/12/2013'tür.
37. Hukuk sistemimizde idari yargı alanında yer alan
uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama süresini aştığı
yönündeki tespitlere AİHM kararlarında yer verilmiş olup özellikle idari yargı
alanındaki yapısal sorunlar ve Danıştay nezdinde temyiz ve karar düzeltme
incelemelerinde geçirilen uzun yargılama sürelerinin ihlal kararlarına temel
oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda idari yargı makamları nezdindeki
yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce
bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından usul hükümleri
de dikkate alınarak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde
karar verilmiştir (Selahattin Akyıl, §§
54-60).
38. Somut olaya bakıldığında idareye başvuru tarihinden itibaren
ilk derece yargılamasında geçen sürenin 4 ay 10 gün, kanun yolunda geçen
sürenin 1 yıl 2 ay 7 gün ve toplam yargılama süresinin 1 yıl 6 ay 17 gün
olduğu, başvuru konusu olayda uygulanması gereken usul hükümleri dikkate
alındığında söz konusu yargılama prosedüründe geçen süre makul olup başvuruya
konu uyuşmazlığın karara bağlanmasının, yargılama makamlarının tutumu nedeniyle
geciktirildiğine dair bir bulgu saptanamamıştır.
39. Açıklanan nedenlerle başvuruya konu yargılamanın makul süreyi
aşmadığı ve başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul
sürede yargılanma hakkına yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğu
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Mahkemeye Erişim
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
40. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
41. Başvurucu,bilirkişi
raporu uyarınca tespit edilen zararın tazmini istemiyle açtığı davanın süre
aşımı yönünden reddedildiğini ileri sürmüştür.
42. Mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde
düzenlenen adil yargılanma hakkının güvenceleri arasında yer almaktadır (Ahmet Yıldırım, B. No: 2012/144,
2/10/2013, § 28; Özkan Şen, B.
No: 2012/791, 7/11/2013, § 51).
43. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı ve uyuşmazlık
kapsamında bir talebi mahkeme önüne taşıyabilmek ve bunların etkili bir şekilde
karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye
başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını (Özkan
Şen, § 52) ya da kişinin bizatihi mahkemeye başvurmuş olmasını
anlamsız hâle getiren sınırlamalar, mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir.
44. Mahkemeye etkili erişim hakkı, mahkemeye başvuru konusunda
tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye
ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirmektedir.
Özellikle hukuki belirsizlikler ya da uygulamadaki belirsizlikler kişilerin
mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için
bkz. Geffre/Fransa,
B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34). Bu nedenle mahkemeler usul kurallarını
uygularken bir yandan adil yargılanma hakkını ihlal edebilecek aşırı
şekilcilikten, diğer yandan da yasalar tarafından düzenlenen usul kurallarının
ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı gevşeklikten kaçınmalıdır
(Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013,
§ 21).
45. Anayasa’nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için
herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir
şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel
sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı
sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede
herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa’nın başka
maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak bu hakların sınırlandırılması da
mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin
bir kısım düzenlemenin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları
ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak
bu sınırlamalar Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz
(AYM, E.2010/83, K.2012/169, 1/11/2012).
46. Anayasa’nın “Temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesine göre temel
hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili
maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.
Ayrıca bu sınırlamalar Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum
düzeninin ve laik Cumhuriyet'in gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı
olamaz.
47. AİHM de mahkemeye erişim hakkının dayanağı olan Sözleşme’nin
6. maddesinde adil yargılanma hakkının sınırlandırılması rejimi düzenlenmemiş
olmasına rağmen bunun hiçbir surette mahkemeye erişim hakkının
sınırlandırılamayacağı anlamını taşımadığını, hakkın niteliği gereği mahkemeye
erişim konusunda devletin bir takım sınırlama ve düzenlemeler yapmasının
kaçınılmaz olduğunu ve bu nedenle Sözleşmeci devletlerin bu konuda bir takdir
alanına sahip olduklarını kabul etmektedir. Ancak bu sınırlamaların hakkın
özüne zarar vermeyecek nitelikte, meşru bir amaca dayalı ve kullanılan aracın
sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu yararının gerekleri ile bireyin
hakları arasında kurulmaya çalışılan adil dengeyi bozacak şekilde birey
aleyhine katlanılması zor külfetler yüklememiş olması gerekir (Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78, 28/5/1985,
§ 57; García Manibardo/İspanya, B. No: 38695/97, 15/2/2000, §
36; Sabri Güneş/Türkiye, B. No:
27396/06, 24/5/2011, § 56).
48. Sonuç itibarıyla mutlak olmayan ve sınırlandırılabilen
mahkemeye erişim hakkına ilişkin sınırlandırmaların hakkın özünü zedeleyecek
şekilde hakkı kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve
başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013,
§ 38).
49. Dava açılması konusundaki kısıtlamalar, kural olarak mahkemeye
erişim hakkına müdahale teşkil eder. Bu kısıtlamalar, süre ve benzeri birtakım
usul şartları öngörülerek doğrudan doğruya olabileceği gibi mahkeme önünde
devam eden bir davanın taraflarının dava konusu hak veya menfaate yönelik
tasarruflarının sınırlandırılması şeklinde de tezahür edebilir. Bir tazminat
veya tam yargı davasına konu olan alacağa ilişkin talep miktarının yargılama
safahatı kapsamında artırılamaması nedeniyle alacağın belirli bir kısmına
erişilememiş olması da belirtilen anlamda dava açılması ile ilgili bir
kısıtlama olarak mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi gerekli olan bir
konudur.
50. Tazminat alacağının miktarı, genellikle bilirkişi incelemesi
ve benzeri araştırmalardan sonra belirlenebilen bir olgudur. Tazminat müessesesinin
bu özelliği gereği, hak kazanılan tazminat miktarının dava açılmadan önce tam
olarak bilinmesi veya öngörülmesi mümkün olmayabilir. Dava açılması aşamasında
karşı karşıya kalınan bu belirsizliğin, talep miktarının sonradan düzeltilmesi
(ıslah) yoluyla aşılması da 30/4/2013 tarihi öncesinde 2577 sayılı Kanun gereği
mümkün değildir. Buna göre hak kaybına uğramaması bakımından davacı tarafın
dava devam ederken talep sonucunu ıslah etme ihtiyacının doğması kaçınılmazdır.
51. Diğer taraftan 2577 sayılı Kanun'da 30/4/2013 tarihinde
yürürlüğe giren ve 6459 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle tam yargı
davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktarın -kanun yolu aşaması dâhil-
yürürlük tarihinde derdest olan davalarda da süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin
artırılmasına olanak tanınmıştır. Buna göre mahkemelerce istemle bağlı olma
kuralı uygulanmak suretiyle verilen kararlara taraflardan birinin kanun yoluna
başvurmuş olması şartıyla davacı veya davacıların artırılan miktara isabet eden
harcı ödemek suretiyle kararı veren Mahkemeye verecekleri dilekçe ile bir
defaya mahsus olmak üzere dava dilekçesinde gösterilen miktarı artırmaları
mümkündür.
52. Başvuru konusu olayda başvurucu 14/11/1997 tarihinde meydana
gelen kazada yaralanmış, yaralanma neticesinde oluştuğunu ileri sürdüğü 30.000
TL maddi 1.000 TL manevi olmak üzere toplam 31.000 TL tazminatın yasal faiziyle
birlikte ödenmesi istemiyle İskenderun 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmış,
Mahkeme maddi zararın tespiti için bilirkişi incelemesi yaptırmış, bilirkişi
raporuna göre başvurucunun uğradığı maddi zarar 12.601 TL olarak belirlenmiş
ancak Mahkeme 24/12/2001 tarihli kararıyla davayı görev yönünden reddetmiştir.
Başvurucu, bunun üzerine idari yargı yerinde 12.601 TL tutarında maddi ve 1.000
TL tutarında manevi tazminata karar verilmesi istemiyle dava açmış, Adana 1.
İdare Mahkemesi talep doğrultusunda tazminata hükmetmiş, kararın temyiz
edilmesine üzerine Danıştay Onuncu Dairesince İlk Derece Mahkemesi kararının
manevi tazminat kısmı onanmış, maddi tazminat kısmı ise yeniden bilirkişi
incelemesi yaptırılması gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur.
53. Bozma kararına uyan İlk Derece Mahkemesi maddi tazminata
yönelik yeniden bilirkişi incelemesi yaptırmış ve 13/7/2009 tarihli bilirkişi
raporunda maddi zararın 28.654 TL olduğu belirlenmiş, Mahkeme ise talep ile
bağlı kaldığını belirterek 10/9/2009 tarihli kararı ile 12.601 TL maddi
tazminatın başvurucuya ödenmesine karar vermiştir.
54. Başvurucu, bilirkişi raporu ve karar uyarınca 18/9/2009
tarihinde yeniden idareye başvuru yaparak maddi zararına ilişkin fark tutarının
tazminini talep etmiş, idare ise kararın temyiz sonucunun bekleneceği yönünde
başvurucuya bilgi vermiş, kararın Danıştay Onuncu Dairesinin 13/3/2012 tarihli
kararın ile onanarak kesinleşmesi üzerine başvurucu 13/6/2012 tarihinde yeniden
tazminat talebinde bulunmuş ise de bu başvurusuna idare tarafından cevap
verilmemiştir.
55. Bilirkişi raporu ile tespit edilen fark tazminat tutarının
tazmini istemiyle 10/9/2009 tarihinde Adana 2. İdare Mahkemesinde başvurucunun
açtığı davada Mahkeme, idari yargıda parasal hakların saklı tutulma müessesinin
bulunmadığı, zararın öğrenilmesinden itibaren bir yıl ve her hâlde eylem
tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine
getirilmesinin istenmesi ve bu istemin reddi üzerinde de dava açma süresi
içinde dava açılması gerekirken bu süreler geçirildikten sonra 10/9/2012
tarihinde açılan davada süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle davayı reddetmiş; bu
karara karşı yapılan temyiz ve karar düzeltme talepleri de reddedilmiştir.
56. Adil yargılanma hakkı, demokratik hukuk devletinin
vazgeçilmez unsurlarından biri olup tüm bireyler açısından mümkün olan en geniş
şekilde güvence altına alınmalıdır. Diğer taraftan hukuki eylem, işlem ve
kuralların sürekli dava tehdidi altında bulunması hukuk devletinin unsurları
olan hukuki istikrar ve hukuki güvenlik ilkeleriyle bağdaşmaz. Bu nedenle hak
arama özgürlüğü ile hukuki istikrar ve hukuki güvenlik gerekleri arasında makul
bir denge gözetilmelidir (AYM, E.2010/83, K.2012/169, 1/11/2012). 6459 sayılı
Kanun ile yapılan değişiklikten önce 2577 sayılı Kanun'da yer alan düzenleme
ile idare aleyhine açılan davaların ve bu davalar kapsamında sunulan taleplerin
disipline edilmesinin hedeflendiği, daha ciddi takip edilmesi sağlanarak
davaların sürüncemede kalması ve belirsizliklerin önlenmesinin amaçlandığı
anlaşılmaktadır. Anayasa’nın 141. maddesinin dördüncü fıkrasındaki davaların en
az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması bağlamında değerlendirilebilecek
bu amaçların meşru olduğu açıktır (Benzer yöndeki karar için bkz. İbrahim Can Kişi, B. No: 2012/1052,
23/7/2014, § 41).
57. Hakkın özü, dokunulduğunda söz konusu temel hak ve özgürlüğü
anlamsız kılan asli çekirdeği ifade etmekte olup bu yönüyle her temel hak
açısından kişiye dokunulmaz asgari bir alan güvencesi sağlamaktadır. Bu
çerçevede hakkın kullanılmasını önemli ölçüde güçleştiren, hakkı kullanılamaz
hâle getiren veya ortadan kaldıran sınırlamaların hakkın özüne dokunduğu kabul
edilmelidir (AYM, E.2002/112, K.2003/33, 10/4/2003).
58. Somut başvuruya konu yargılamada idari yargıda ıslah
müessesesi olmadığı dönemde ıslaha yönelik talep hakkı kısıtlanan başvurucu,
bilirkişi tarafından hesaplanan 28.654 TL maddi zararının ancak 12.601 TL’lik
kısmını tazmin edebilmiş; ıslah imkânı tanınmadığı için tazmin edemediğini
belirttiği ve bilirkişi raporunda yer verilen zararına yönelik uyuşmazlığı bir
mahkemeye taşıma ve bu uyuşmazlığıesastan inceletme
imkânından yoksun kalmıştır.
59. Belirtilen nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine
karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
60. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir.
Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
61. Başvurucu; anayasal haklarının ihlal edildiğini belirterek
16.053 TL tazminatın, zararının meydana geldiği tarihten itibaren işletilecek
yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
62. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde adil yargılanma
kapsamında bulunan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği tespit edilmiş
olduğundan ve ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama
yapılmak üzere Adana 2. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi
gerekir.
63. Başvurucu tarafından uğradığı zararın tazmini talebinde
bulunulmuş olup mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği
tespit edilmiş ve yeniden yargılama yapılmasına karar verilmiş olduğundan bu
aşamada tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
64. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Yargılama süresinin makul olmadığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA
2. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Adana
2. İdare Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,
9/6/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.