TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
EREN KAYAALP VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/2433)
|
|
Karar Tarihi: 4/10/2017
|
R.G. Tarih ve Sayı: 30/11/2017 - 30256
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Nahit GEZGİN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Eren
KAYAALP
|
Kanuni Temsilcisi
|
:
|
Altun KAYAALP
|
|
|
2. Yasin
KAYAALP
|
|
|
3. Ersin
KAYAALP
|
|
|
4. Aysun
KAYAALP
|
Vekili
|
:
|
Av. Murat
Emre KIZILGEDİK
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, kum alınan bir alanda meydana gelen göçükte iki
kişinin yaşamını yitirmesi ve bu olaya ilişkin tazminat davasının makul süratle
yürütülmeyerek reddedilmesi nedenleriyle yaşama ve adil yargılanma haklarının
ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru30/1/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurucuların adli yardım talebinin kabulüne
karar verilmiştir.
5. Komisyonca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
8. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
10. Başvurucular Kars ili Sarıkamış ilçesinin Başköy köyünde
ikamet etmektedir. Başvurucuların babası olan 1965 doğumlu S.K., 18/8/2006
tarihinde ağabeyi Z.K. ile birlikte Sarıkamış ilçesinin Armutlu köyünde bulunan
bir alana kum almak için gitmiştir.
11. İki kardeş, alandaki kum yığınından kum alabilmek için uğraş
verdikleri sırada meydana gelen göçükte yığının altında kalarak yaşamlarını
yitirmiştir.
A.Ceza Soruşturması Süreci
12. Belirtilen tarihte saat 12.00'de meydana gelen bu olayın
bildirilmesi üzerine kolluk, aynı gün saat 13.45'te olay yerine giderek
incelemelerde bulunmuş ve buna ilişkin bir rapor ile olay yeri basit krokisi
düzenlemiştir.
13. Olay yerine ilişkin bu krokide alandaki çukurlar, kum
yığınları ve köy yollarının yapımını üstlenen firma tarafından kum alımı
yapıldığı ileri sürülen bölümler ayrı ayrı gösterilmiş; ayrıca cesetlerin
altında bulunduğu kum yığını ve bu kişilerin olay öncesi kum alma çalışmaları
yaptıkları saha işaretlenmiştir.
14. 18/8/2006 tarihinde Sarıkamış İlçe Jandarma Komutanlığı
tarafından düzenlenen Olay Yeri İnceleme Raporu'nun ilgili bölümü şöyledir:
" ... Göçüğün meydana geldiği alana
gelindi. Yaklaşık 5-6 metre yüksekliğindeki kum tepesinin zemin kısmından
içeriye doğru oyukların oluşmuş olduğu ve vatandaşlarca ihtiyaç gereği kum
maddesinin buradan kendi imkânları ile temin edildiği öğrenildi. ... Göçük
altından çıkarılan ve Başköy'de ikamet ettikleri öğrenilen iki kardeş S.K. ve Z.K.'e ait olduğu belirlenen cesetlerin de hemen göçük
alanının önünde dört ayaklı brandalı çadırın altında, yan yana üzerileri battaniye ile örtülü vaziyette toprak zemin
üzerinde bulundukları görüldü. ...
Olay yerinde olaya sebebiyet verebilecek
herhangi bir şüpheli madde (patlayıcı vs.) tespit edilmedi. Kum ocağı
bölgesinde ilgili kişi ya da kuruluşlarca herhangi bir uyarı levhası, bekçi
gibi önleyici tedbir konulmadığı; kum ocağının kontrolsüz bir şekilde kamuya
açık olduğu ve bu tür olaylara her zaman sebebiyet teşkil edeceği
değerlendirildi. Olayın doğal yollardan ancak dikkatsizlik ve tedbirsizlik
sonucu meydana geldiği (kanaatine varıldı)."
15. Sarıkamış Cumhuriyet Başsavcılığı
(Cumhuriyet Başsavcılığı) olaya ilişkin soruşturma başlatmış, 26/9/2006
tarihinde ise meydana gelen ölümlerde kast veya taksirin bulunmadığı
gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Söz konusu kararın
gerekçesinde, ölen kişilerin gerçek veya tüzel kişi tarafından işletilmeyen
ancak köylüler tarafından kum alınan alandan kum alırken meydana gelen göçük
nedeniyle vefat ettikleri belirtilmiştir.
16. Ölen S.K.nın
eşi ve başvurucuların velisi olan Altun Kayaalp
13/10/2006 tarihinde vekili aracılığıyla Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat
ederek olayın meydana geldiği yerin Kars İlÖzel İdare
Müdürlüğü (Özel İdare) tarafından ihale yolu ile köy yollarının yapımını
üstlenen bir firmaya verildiğini, bu sebeple söz konusu firma görevlilerinin
olayda sorumluluklarının bulunabileceğini ileri sürmüştür.
17. Cumhuriyet Başsavcılığı, söz konusu müracaat üzerine Özel
İdareye yazı yazarak bu durumu sormuştur. Özel İdare, söz konusu yerin
işletmesinin herhangi bir kuruma veya kişiye ihale usulü veya başka bir usul
ile verilmediğini, bölgedeki köy yollarını yapan bir firmanın buradan kum
aldığını bildiklerini ancak bu konuda bir kararlarının olmadığını bildirmiştir.
18. Cumhuriyet Başsavcılığı 9/11/2006 tarihinde bu cevap
yazısını esas alarak yeniden kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.
Kararın gerekçesinde; söz konusu kum ocağının işletilmesinin herhangi bir
gerçek ya da tüzel kişiye ait olmadığı, ölüm olayında kasıt veya taksirin
bulunmadığı, kişilerin kendi ihmalleri sonucu vefat ettikleri belirtilmiştir.
19. Başvuru belgelerinde başvurucular tarafından bu karara
itiraz edilip edilmediğine ilişkin bir bilgi ya da belge bulunmamaktadır.
B. Tazminat Davası Süreci
20. Altun Kayaalp, ölen kişilerin
annesi Miskal Kayaalp ve başvurucular, hizmet kusuru bulunduğunu ileri sürerek
13/12/2006 tarihinde Özel İdareye başvurmuş; taleplerinin reddi üzerine de
19/4/2007 tarihinde Erzurum 2. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) tazminat
talebiyle (tam yargı) dava açmışlardır.
21. Davalı Özel İdare davaya ilişkin cevaplarında, olayın
meydana geldiği yerde idareleri tarafından ruhsatlandırılmış, idare ya da özel
kişi tarafından işletilen bir kum ocağının bulunmadığını, söz konusu yerdeki
kısıtlı kum rezervinden daha çok çevre köylerde yaşayan kişilerin
faydalandığını, somut olayda ölenlerin özel işlerinde kullanmak üzere kum almak
için olay yerine gidip mevcut kum yığınında bilinçsizce ve tedbir almadan
yaptıkları kazı sonucunda yaşamlarını yitirdiğini, dolayısıyla idarelerinin
kusurundan bahsedilemeyeceğini bildirmiştir.
22. İdare Mahkemesi ara kararıyla, Cumhuriyet Başsavcılığından
olayla ilgili olarak yürütülen soruşturmanın belgelerini ve bu soruşturma
sonucunda verilen kararları talep etmiş; Cumhuriyet Başsavcılığı da söz konusu
belgeleri (bkz. §§ 12-18) göndermiştir. İdare Mahkemesi, anılan belge ve
kararları inceledikten sonra 4/11/2008 tarihinde davayı reddetmiştir. Ret
kararının gerekçesinde söz konusu belgeler ve kararlardan bahsedildikten sonra,
davacıların kovuşturmaya yer olmadığı kararlarına itiraz ettiklerine ilişkin
bir bilgi veya belgeye rastlanmadığı belirtilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili
bölümü şöyledir:
" (...)
Bu durumda, dava konusu tazminata konu olayın
meydana gelmesinde, davalı idareye yüklenebilecek herhangi bir hizmet kusurunun
bulunmadığı, olayın meydana gelişinde davacı yakınlarının kendi kusurunun
bulunduğu, olayın niteliği gereği objektif sorumluluk hallerinin de
uygulanamayacağı, dolayısıyla meydana gelen zarar nedeniyle idarenin sorumlu
tutulamayacağı (sonucuna varılmıştır)."
23. Anılan karar, usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle
Danıştay Sekizinci Dairesinin 10/10/2012 tarihli kararıyla onanmış;
başvurucuların karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 31/10/2013 tarihli
kararıyla kesin olarak reddedilmiştir.
24. Bu karar 31/12/2013 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş
olup 30/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
25. 6/1/1982
tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Üst makamlara başvurma” kenar başlıklı 11.
maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
"1. İlgililer tarafından idari dava
açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması değiştirilmesi veya
yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan
makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye
başlamış olan idari dava açma süresini durdurur.
2. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse
istek reddedilmiş sayılır.
3. İsteğin reddedilmesi veya reddedilmiş
sayılması halinde dava açma süresi yeniden işlemeye başlar ve başvurma tarihine
kadar geçmiş süre de hesaba katılır.
..."
26. 2577 sayılı Kanun'un “İptal
ve tam yargı davaları” kenar başlıklı 12. maddesi şöyledir:
"İlgililer haklarını ihlal eden bir idari
işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi
mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını
birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara
bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması
halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan
zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası
açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 nci
madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır."
B. Uluslararası Hukuk
27. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "İnsan haklarına saygıyükümlülüğü"
kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki
alanları içinde bulunan herkesin, bu sözleşme'nin
birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını
sağlarlar"
28. Sözleşme'nin "Yaşam
hakkı" kenar başlıklı 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
ilgili bölümü şöyledir:
"1. Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur.
..."
29. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında;
Sözleşme'nin 2. maddesinin ilk cümlesinin devletin yalnızca kasti ve hukuka
aykırı olarak ölüme sebebiyet vermekten kaçınmasını değil aynı zamanda
egemenlik yetkileri içinde bulunan kişilerin yaşamlarını korumak için gerekli
tedbirleri almalarına dair devlete pozitif yükümlülük yüklediği de
hatırlatılmaktadır (L.C.B/İngiltere,
B. No: 23413/94, 9/6/1998, § 36).
30. AİHM’e göre Sözleşme’nin2.maddesi,devletinsorumluluğunu
gerektirebilecek şartlar altında can kaybının bulunduğu durumlarda devlete
elindeki tüm imkânları kullanarak yaşama hakkını korumak için oluşturulan yasal
ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin
durdurulup sorumluların cezalandırılmasını sağlayacak yeterli yargısal veya
diğer tedbirleri alma görevi yüklemektedir (Osman/İngiltere,
B. No: 23452/94,28/10/1998, § 115; Paul ve Audrey Edwards/İngiltere,
B. No: 46477/99, 14/3/2002, § 54). Mahkeme, bu yükümlülüğün -kamusal olsun veya
olmasın- yaşama hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından
da geçerli olduğu kanaatindedir (Öneryıldız/Türkiye
[BD], B. No: 48939/99,31/11/ 2004, § 71).
31. AİHM, Ciechonska/Polonya (B. No: 19776/04, 14/6/2011) kararında; devletin yaşama hakkını
güvence altına alma görevinin kamuya açık alanlarda bireylerin güvenliğini
sağlamaya yönelik makul tedbirler almayı ve ciddi bir yaralanma ya da ölüm
olayının yaşanması durumunda olayların tespit edilmesi, hatalı kişilerin
sorumlu tutulması ve mağdura uygun telafinin sağlanması bakımından yeterli
nitelikteki yasal yolların mevcut olduğunu güvence altına alan etkili ve
bağımsız bir adli sisteme sahip olmayı kapsadığını kaydetmiştir (Ciechonska/Polonya, § 67 ).
32. Ancak AİHM'e göre, Sözleşme’nin2.maddesikapsamında
yetkililerin pozitif yükümlülükleri mutlak/koşulsuz değildir. Yaşama yönelik
olduğu varsayılan her tehdit, yetkilileri riski önlemek için özel önlemler almaya
zorlamaz. Özel önlemler alma yönünde bir görev, sadece yetkililerin yaşama
yönelik gerçek ve yakın bir riskin bulunduğunu bildikleri ya da bilmeleri
gerektiği ve yetkililerin durum üzerinde belirli derecede hâkimiyetlerinin
bulunduğu hâllerde ortaya çıkar (Finogevov ve
diğerleri/Rusya, B. No: 18299/03 ve 27311/03,20/12/ 2011, § 209).
33. Diğer taraftan söz konusu pozitif yükümlülük; modern
toplumların güvenliğini sağlamadaki zorlukları, insan davranışlarının öngörülemezliğini ve belirli bir faaliyete ilişkin
tercihlerin önceliklere ve kaynaklara göre yapılması gerektiğini akılda tutarak
yetkililere imkânsız veya aşırı bir sorumluluk yüklemeyecek şekilde
yorumlanmalıdır (Finogevov ve diğerleri,§ 209; Makaratzis/Yunanistan, B. No: 50385/99,20/12/2004,§
69).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
34. Mahkemenin 4/10/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Yaşama Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucularınİddiaları ve Bakanlık Görüşü
35. Başvurucular, idarenin gözetiminde olan ve yapımı süren yol
çalışmalarında kullanılan kumun alındığı kum ocağında herhangi bir güvenlik
tedbirinin alınmaması nedeniyle babalarının yaşamını yitirdiğini ve olaya
ilişkin ceza soruşturması kapsamında gerçekleştirilen olay yeri incelemesinde
idarenin kusuru açıkça ortaya konmasına rağmen açtıkları tazminat davasının
reddedildiğini belirterek Anayasa'nın 2., 17., 19., 20., 36., 38. ve 138.
maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş;
ihlallerin tespiti, yargılamanın yenilenmesi ile maddi ve manevi tazminata
karar verilmesi taleplerinde bulunmuşlardır.
36. Bakanlık görüşünde, başvurunun bu şikâyetler yönünden
Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşama hakkı kapsamında
incelenmesi gerektiği ifade edildikten sonra somut olayda adli makamlar
tarafından idarenin bir kusurunun bulunmadığının tespit edildiği
belirtilmiştir.
2. Değerlendirme
37. Anayasa'nın “Devletin
temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili bölümü
şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri, …
Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti
ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve
sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
38. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahiptir."
39. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
40. Başvurucular tarafından ileri sürülen söz konusu iddiaların
Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşama hakkı kapsamında olduğu
değerlendirilmiş olup bu nedenle başvuru, anılan hak çerçevesinde
incelenmiştir.
41. Yaşama hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden
kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle
ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No:
2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvurucular, somut olayda yaşamını yitiren S.K.nın çocuklarıdır. Bu nedenle
başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.
42. Diğer taraftan başvuru ehliyeti bakımından bir eksiklik
bulunmamakta ise de başvurununkabul edilebilir olup
olmadığı yönünden değerlendirilmesi gerekmektedir.
43. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşama hakkı,
Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatifödevler yükler (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 50).
44. Bu pozitif yükümlülükler kapsamında devletin yetki alanında
bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını kamu görevlilerinin, diğer bireylerin ve
hatta kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi
vardır. Devlet, öncelikle yaşama hakkına yönelen tehdit ve risklere karşı
caydırıcı ve koruyucu yasal düzenlemeler yapmalı ve bununla da yetinmeyerek
gerekli idari tedbirleri almalıdır. Bu ödev ayrıca bireyin yaşamını her türlü
tehlike, tehdit ve şiddetten koruma yükümlülüğünü de içerir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§ 51).
45. Devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can
kaybının gerçekleştiği durumlarda kamu makamlarının Anayasa'nın 17. maddesi
gereğince öncelikle yetkileri dâhilinde tüm imkânları kullanarak yaşama hakkına
yönelen tehdit ve risklere karşı etkili yasal ve idari tedbirleri oluşturmaları
gerektiği ifade edilmelidir. Bu kapsamda anılan yasal ve idari tedbirler,
yaşama hakkına yönelik ihlalleri durdurmayı ve gerektiğinde faillerin
cezalandırılmasını sağlayacak nitelikte olmalıdır. Bu yükümlülük, yaşama
hakkının tehlikeye girebileceği her durum bakımından geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).
46. Öte yandan yaşama hakkının gerektirdiği pozitif
yükümlülüklerin yerine getirilmesi kapsamında alınacak tedbirlerin
belirlenmesi, idari ve yargısal makamların takdirinde olan bir husustur. Hak ve
özgürlüklerin güvence altına alınması adına pek çok yöntem benimsenebilir ve
mevzuatta düzenlenmiş herhangi bir tedbirin yerine getirilmesinde başarısız
olunsa bile pozitif yükümlülükler diğer bir tedbir ile yerine getirilebilir (Bilal Turan ve diğerleri,B.
No: 2013/2075, 4/12/2013, § 59).
47.Bir kişinin yaşamına yönelik gerçek ve yakın bir tehlikenin
bulunduğunun kamu makamlarınca bilindiği ya da bilinmesi gerektiği durumlarda
kamu makamlarının makul ölçüler çerçevesinde ve bu tehlikenin gerçekleşmesini
önleyebilecek şekilde önlem alması gerekir. Ancak özellikle insan
davranışlarının öngörülemezliği, öncelikler ve
kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlem veya yürütülecek faaliyet tercihi
dikkate alındığında pozitif yükümlülük kamu makamları üzerinde aşırı yük
oluşturacak şekilde yorumlanamaz (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri,§
53).
48. Somut olayda başvurucuların babasının, yaşadıkları köyün
çevresinde bulunan bir alana kum almak için ağabeyi ile birlikte gittiği ve
burada meydana gelen göçükte yaşamını yitirdiği tartışmasızdır.
49. Başvurucular; bu yerin bölgedeki yol çalışmalarını
gerçekleştiren yüklenici bir firmanın -idarenin gözetiminde ve denetiminde- kum
aldığı bir alan olduğunu, bu nedenle idare tarafından söz konusu yerde gerekli
güvenlik önlemlerinin alınması gerektiği hâlde alınmaması sonucu ölümün meydana
geldiğini iddia etmişlerdir.
50. Kamu makamları ise adli makamlara gönderdikleri yazılarda;
olayın gerçekleştiği yerin idare tarafından ruhsatlandırılmış ve bu ruhsata
göre işletilen bir kum ocağı olmadığını, kısıtlı bir kum rezervi olan bu
alandan yol yapımını üstlenen bir firma ile çevre köylerde yaşayan kişilerin izinsiz,
denetimsiz ve tedbirsiz bir şekilde ihtiyaçları için kum aldığını
bildirmişlerdir.
51. Bu noktada öncelikle madencilik ve kum ocağı işletmesi gibi
faaliyetlerin niteliği itibarıyla kişilerin yaşamı ve vücut bütünlüğü
bakımından birtakım riskler içermesi sebebiyletehlikeli
bir faaliyet olduğunu -devletin yaşamı koruma yükümlülüğü bakımından- söylemek
gerekir. Kamu makamları, bu tür faaliyetlerde istenmeyen ölüm ve yaralanma
olaylarının önüne geçilebilmesi için gerekli güvenlik tedbirlerinin alınmasına
yönelik olarak makul ölçüler çerçevesinde gerekenleri yapmalıdır. Bu
gerekliliğin kapsamında ilgili güvenlik tedbirine uyulmasını sağlamak üzere
etkili bir denetim mekanizmasının uygulanması da bulunmaktadır.
52. Tehlikeli faaliyetlerin yürütülmesi söz konusu ise koruma
yükümlülüğü sadece tehlikeli faaliyetlerin yönetimi ile ilgili olarak ortaya
çıkmamaktadır. Bu yükümlülük -bazı şartların varlığında- kamuya açık alanlarda
bireylerin güvenliğini sağlamaya yönelik makul tedbirleri almayı da
kapsamaktadır. Bu nedenle koruma yükümlülüğünün ortaya çıktığı alanlar ve
konular sınırlı değildir.
53. Somut olaya bakıldığında ise olayın gerçekleştiği yerin
-başvurucuların iddiasının aksine- ruhsata bağlı olarak işletilen, idarenin
gözetimi ve denetimi altında bulunan bir alan olduğu belirlenememiştir. Başvuru
belgelerinden anlaşılabildiği kadarıyla bu yer, ocak ve benzeri bir işletme
faaliyetine konu olamayacak derecede kısıtlı bir kum rezervi barındıran ve
izinsiz, kontrolsüz ve denetimsiz şekilde kum çıkarılan bir alandır.
54. Ancak başvuruya konu olayda kamu makamlarının izin verdiği
tehlikeli bir faaliyetin yürütüldüğünden söz edilemez ise de olayın
gerçekleştiği yüksek kum yığınları ve derin çukurların bulunduğu yerdeki
şartların kişilerin yaşamı ve vücut bütünlüğü bakımından tehlike yarattığı
ortadadır. Kontrolsüz ve denetimsiz olarak kum alınan bu alana, tehlikeli
olmasına rağmen herkesin kolayca erişebildiğinde de bir tereddüt
bulunmamaktadır.
55. Öte yandan bu tehlikeli durumun idarece de bilindiği
anlaşılmaktadır. Yaşamı koruma yükümlülüğünün sadece tehlikeli faaliyetlerin
yürütülmesinde değil bazı şartlar söz konusu olduğunda kamuya açık alanlarda da
ortaya çıktığı ve tehlikeliliğinidarece bilindiği
hususu nazara alındığında olay bütün boyutları dikkate alınarak
değerlendirilmelidir.
56. Bu değerlendirmede öncelikle başvuru belgelerinde
tehlikeliliğin, başka bir deyişle ölüme sebebiyet veren kum yığınlarının ne
zaman veya olaydan ne kadar süre önce alanda oluştuğu konusunda mutlak bir
bilgi veya belge bulunmadığı belirtilmedir. Başvurucular da başvuru formunda bu
konuyla ilgili bir bilgi vermemişlerdir. Hâl böyle olunca Anayasa Mahkemesinin
önünde, kamu makamlarının tehlikeyi öğrenmelerinden sonra güvenlik tedbirlerini
almak için makul olmayan bir süre beklediklerini söyleyebilmeyi mümkün kılan
bir argüman bulunmamaktadır.
57. Bununla birlikte ifade edilmelidir ki Anayasa'nın 17.
maddesi, özellikle bir kişinin kendisini yüksek risk içeren bir tehlikeye
açıkça maruz bırakması durumu başta olmak üzere yaşama hakkının söz konusu
olduğu her durumda bireylere mutlak bir güvenlik sağlanmasını güvence altına
aldığı şeklinde yorumlanmamalıdır.
58. Devletin yaşamı korumaya ilişkin yükümlülüğünün tehlikeye
karşı aşırı tedbirsiz davranan kişiler bakımından da sınırsız olduğu, anılan
yükümlülüğün her durumda ve koşulda tehlikeye karşı mutlak bir güvenlik
sağlamayı garanti ettiği söylenemez.
59. Somut olayda yöre halkı, kamu makamları tarafından bir
güvenlik tedbiri alınmadığını bilerek ve bu konuda idareden bir talepte bulunmaksızın
başvuruya konu alandan kum çıkarmaktadır. Üstelik somut olayda ölen kişilerin
kendilerince herhangi bir güvenlik tedbiri aldığı belirlenememiş olup
başvurucular tarafından aksi de iddia edilmemiştir.
60. Olayın gerçekleştiği yerdeki yüksek kum yığınlarından kum
alınması hâlinde bu yığınların altında kalınmak suretiyle ölme riskinin çok
açık ve herkes tarafından öngörülebilir olduğu, yaşı ile zihinsel durumu gibi
faktörler dikkate alındığında tehlikeye karşı özel korunmaya muhtaç olmayan,
olaylara ilişkin ortalama değerlendirme yeteneğine sahip yetişkin bir insandan
-başvurucuların babaları gibi- bu riski değerlendirmesinin ve sonucunda bu
riskten kaçınmasının beklenmesi gerekir.
61.Olayda başvurucuların tehlikeye karşı herhangi bir nedenle
savunmasız olmayan babalarının, yaşamı için açıkça tehlike oluşturduğunu
bildiği alana kardeşiyle giderek yığın hâlindeki kumun altından bir miktar kum
alırken göçüğe sebebiyet verdiği ve sonucunda da bu göçük altında kalarak
yaşamını yitirdiği, bu nedenle eyleminin zarar ile idarenin sorumluluğu
arasındaki illiyet bağını kestiği açıkça ortadadır.
62. Aksinin kabulü, devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan
her yerde vekişilerin kendilerini yüksek risk içeren
tehlikeye açıkça maruz bıraktıkları tüm durumlar dâhil olmak üzere her durumda
ve koşulda devletin sorumluluğunun bulunduğunu kabul etmek anlamına gelecektir
ki bu, modern yaşamın gerekleri ile gerçeklerini, insan davranışlarının öngörülemezliğini ve idarenin öncelikleri ile kaynaklarını
dikkate almaksızın kamu makamları üzerinde aşırı yük meydana getiren bir yorum
olacaktır.
63. Dolayısıyla somut olayda yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal
edilmediğinin açık olduğu sonucuna varılmıştır.
64. Açıklanan nedenlerle
başvuruda yaşama hakkına yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğu
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
Engin YILDIRIM bu görüşe katılmamıştır.
B. Adil Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucularınİddiaları
ve Bakanlığın Görüşü
65. Başvurucular, olaya ilişkin yargılamanın makul sürede
tamamlanmadığını belirterek Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan
adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlalin tespiti ile
maddi ve manevi tazminata karar verilmesi taleplerinde bulunmuşlardır.
66.Bakanlık görüşünde, söz konusu şikâyetin Anayasa'nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi
gerektiği ifade edildikten sonrasomut olayda Anayasa
Mahkemesinin yerleşik içtihadıyla belirlediği ilkelerden (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198,
7/11/2013) ayrılmayı gerektirir bir durumun söz konusu olmadığının
değerlendirildiği belirtilmiştir.
2. Değerlendirme
67. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
68. Başvurucuların yargılamaların makul sürede
sonuçlandırılmadığına ilişkin şikâyetinin Anayasa'nın 36. maddesinde güvence
altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
69. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
70. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın
ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra
aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih, yargılaması devam
eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, §§ 50, 52).
71. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın
karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
72. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda
verdiği kararlar dikkate alındığında başvuruya konu olaydaki yaklaşık 7 yıllık
yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
73. Açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adilyargılanma
hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
74. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
75. Başvurucular, tazminata karar verilmesini talep etmişler
ancak talep ettikleri miktarı belirtmemişlerdir.
76.Başvuruda, adil yargılanmahakkının
ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
77. Yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı
karşılığında başvuruculara -başvuruya ilişkin davaya konu hukuki menfaatleri ve
aile birliği de dikkate alınarak- müşterek olarak takdiren
net 9.360 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
78. 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Yaşama hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Engin YILDIRIM'ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
2. Makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA
OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,
C. Başvuruculara yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle net
9.360 TL manevi tazminatın müştereken ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer
taleplerin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
D. 1.800 vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin
BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE OYBİRLİĞİYLE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA OYBİRLİĞİYLE,
F. Kararın bir örneğinin Erzurum 2. İdare Mahkemesine
GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
4/10/2017 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GÖRÜŞÜ
1. Başvurucular, idarenin gözetiminde olan bir kum ocağında
herhangi bir güvenlik tedbiri alınmaması nedeniyle babalarının hayatını
kaybettiğini, bu olayda idarenin kusurlu olduğunu iddia etmişlerdir.
2. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşama hakkı 5.
maddeyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler
yüklemektedir. Bu pozitif yükümlülükler çerçevesinde devletin, yetki alanında
bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını kamu görevlilerinin, diğer bireylerin ve
kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi
vardır. Devlet, yaşama hakkına karşı yönelebilecek her türlü tehdit ve risklere
karşı yasal düzenlemeler gerçekleştirmenin yanı sıra idari tedbirler de
almalıdır. Bunun kapsamına kamuya açık alanlarda bireylerin güvenliğini
sağlamaya yönelik makul önlemler de girmektedir.
3. Kişilerin yaşamına dönük gerçek ve yakın bir tehlikenin kamu
makamlarınca bilindiği veya bilinmesi gerektiği durumlarda idarenin makul
ölçüler içerisinde olası tehlike ve risklere karşı tedbirler alması gerekir.
Çoğunluk, insan davranışlarının öngörülemezliği,
öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlem veya yürütülecek
faaliyet tercihi dikkate alındığında pozitif yükümlülüğün kamu makamları
üzerinde aşırı yük oluşturacak şeklinde yorumlanamayacağı kanaatindedir.
4. Kişilerin kendi faaliyet ve tercihlerinden dolayı kendilerini
yüksek risk içeren tehlikelere maruz bıraktıkları durumlar başta olmak üzere
yaşama hakkının söz konusu olduğu her durumda Anayasa’nın 17. maddesinin
kişilere mutlak bir güvenlik sağlanmasını güvence altına aldığını söyleyemeyiz.
Bununla birlikte devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerde yaşam hakkını
korumak için makul tedbirler alması gerektiği de açıktır.
5. Somut olayda kamu makamları olayın geçtiği alanın kısıtlı bir
kum rezervi olduğunu ve buradan yol yapımını üstlenen firmanın ve çevre
köylerde yaşayan yurttaşların ihtiyaçları için kum aldıklarının farkındadır ve
bu konuda bilgi sahibidir.Kum
alınan yer tehlikeli olduğu idarece bilinmesine rağmen, çevresinde herhangi bir
güvenlik önlemi alınmayan, en basitinden ikaz tabelası ve benzeri uyarılar
olmayan herkesin kolayca erişebildiği bir alandır.
6. İdare makul önlemler alarak riskli ve tehlikeli bir faaliyete
giren yurttaşları bu eylemin neden olabileceği risk ve tehlikeler karşısında
ikaz etmelidir. Somut başvuruda bu uyarı görevi yerine getirilmemiştir. Böyle
bir uyarının yapılmasının kamu makamları üzerine aşırı bir yük getireceği de
söylenemez. İdare, tehlikeli olduğunu bildiği bir alandaki faaliyetle ilgili
olarak üzerine düşen uyarma yükümlülüğünden yurttaşların kendi kendilerine
yaptıkları risk ve tehlike değerlendirmesine güvenerek kaçamaz.
7. Sonuç olarak başvurunun kabul edilebilir olduğu ve Anayasa'nın
17. maddesinin ihlal edildiği düşüncesiyle karara katılmadım.