TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MEHMET GÖZÜTOK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/2522)
|
|
Karar Tarihi: 9/3/2017
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Yakup MACİT
|
Başvurucu
|
:
|
Mehmet
GÖZÜTOK
|
Vekili
|
:
|
Av. Serkan
BAŞOK
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, kadastro çalışmalarında tespit dışı bırakılan yere
ilişkin açılan tapu iptali ve tescil davasının süresinde açılmadığı
gerekçesiyle reddedilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 21/2/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4.Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu 2007 yılında yapılan kadastro çalışmalarında
Kayseri ili, Sarız ilçesi, Çörekdere köyünde bulunan
116 ada 20 parsel sayılı taşınmazın adına tescil edildiğini, bu taşınmazla
bitişik ve zeminde bir bütün olarak kullandığı dava konusu 132,83 m2 lik kısmın yol vasfıyla tespit dışı
bırakıldığını, bu yerin kadimden beri malik sıfatıyla zilyetliğinde olduğunu belirterekkadastro işleminin iptali ile dava konusu
taşınmazın adına tesciline karar verilmesi talebiyle Sarız Sulh Hukuk
Mahkemesinde dava açmıştır.
9.Mahkeme 10/1/2011 tarihlikararında,
dava konusu yerin köy halkının ortak kullanıma terkedilen yerlerden olmadığını,
öteden beri davacının zilyetlik ve tasarrufunda bulunduğunu belirterek davayı
kabul etmiştir.
10.Temyiz üzerine karar Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 9/12/2011
tarihli kararında belirtilen "davacı
adına tapuda kayıtlı bulunan çekişmesiz olan 116 ada 20 sayılı parselin
kadastro tespiti 26/3/2007 tarihinde yapılmıştır. Eldeki dava 29/7/2009
tarihinde açılmıştır. Kural olarak; davada,tespit
dışı bırakılma işleminin yapıldığı tarihten önceki kazanmayı sağlayan
zilyetliğe dayanılması halinde davanın makul süre içerisinde açılması gerekir.
Kadastro tespitinin ya da işleminin yapıldığı tarihten itibaren kadastrodan
önceki zilyetlik kesintiye uğrar ve tespitten sonraki zilyetliğe de ekleme
olanağı bulunmaz. Kadastro işleminin yapıldığı tarihten itibaren 20 yıllık
kazanma süresi yeniden işlemeye başlar. Davacının, dava dışı 116 ada 20 sayılı
parseli, 26/3/2007 tarihinde tespit edildiğine göre, bitişikte bulunan ve
krokide A harfiyle gösterilen 132.91 m2'lik yerin aynı tarihte paftasında yol
olarak bırakıldığının kabulü gerekir. Dairenin yerleşmiş içtihatlarına göre,
dava konusu taşınmazın paftasındayololarakgösterildiği26/3/2007tarihindenitibarenmakulsüre
geçtikten sonra açılan bu davanındinlenme olanağı
yoktur" gerekçesiyle bozulmuştur.
11. Mahkeme Yargıtay bozma ilamına uymuş, 4/3/2013 tarihli
kararı ile bozma ilamındaki gerekçeleri yineleyerek davayı reddetmiştir.
12. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin
13/11/2013 tarihli kararı ile onanmıştır.
13. Onama kararı 23/1/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş,
21/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
1. Kanun Hükümleri
14. 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12.
maddesi şöyledir:
“30 günlük ilan süresi geçtikten sonra, dava açılmayan kadastro
tutanaklarına ait sınırlandırma ve tespitler kesinleşir.
Kadastro müdürü tarafından onaylanarak kesinleşen tutanaklar ile
kadastro mahkemesinin kesinleşmiş kararları; kesinleşme tarihleri tescil tarihi
olarak gösterilmek suretiyle en geç 3 ay içinde tapu kütüklerine kaydedilir.
Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait
tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan
önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz.
Kadastrosu tamamlanan çalışma alanı içerisinde kalan eski tapu
kayıtları, işleme tabi kayıt niteliğini kaybederler. Bu kayıtlara dayanılarak
kadastro ve tapu sicil müdürlüklerinde işlem yapılamaz.
Kesinleşmemiş tutanaklar herhangi bir nedenle tapuya tescil edilmişse,
iddia ve taşınmazın niteliğine bakılmaksızın, taşınmazı tescil tarihinden
itibaren 20 yıl müddetle malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduranlar ile
bunların akdi ve kanuni halefleri açılmış ve açılacak olan davalarda medeni
kanunun tapuya itimat prensibinden yararlanırlar.”
15. 3402 sayılı Kanun’un 14. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
“Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam
yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve 100
dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en az
yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi
veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir.”
16. 3402 sayılı Kanun’un 16. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Kamunun ortak kullanılmasına veya bir kamu hizmetinin görülmesine
ayrılan yerlerle Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan sahipsiz
yerlerden:
...
Yol, meydan, köprü gibi orta malları ise haritasında gösterilmekle
yetinilir.”
17. 22/11/2011 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun
713. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız
olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o
taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu
kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.
... Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda
kazanılmış olur.”
2. Yargıtay Kararları
18. Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin 22/3/2013 tarihli ve
E.2013/1758, K.2013/2305 sayılı ilamının ilgili kısımları şöyledir:
"...
Mahkemece tespit öncesi nedene dayandığının
kabulü halinde davanın tespit dışı bırakılma tarihinden itibaren makul sürede
açılmadığı, tespitten sonra ise dava tarihine kadar 20 yıllık zilyetlik süresi
dolmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir. Gerek Kadastro Kanununda ve gerekse de diğer yasalarımızda,
hakkında tutanak düzenlenmeyen taşınmazlar yönünden tespit öncesi hakka
dayanarak dava açma hakkını süreyle sınırlayan bir düzenleme bulunmamaktadır.
Mahkemenin değerlendirmesi bu yönüyle isabetli olmadığı gibi...
..."
19. Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin 7/9/2015 tarihli ve
E.2015/11595, K.2015/9767 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:
“Mahkemece, paftasında yol olarak tespit harici bırakılan, fen
bilirkişi raporunda 109 ada 1 parsel sayılı taşınmazın doğu hududunda ve
kırmızı renkle gösterilen, dava konusu taşınmaza ilişkin, davacı tarafından
makul süre geçtikten sonra dava açıldığı ve bu nedenle kadastro tespitinden
önceki zilyetlik süresinin hesaba katılamayacağı, kadastro tespitinden sonra da
davacının 20 yıllık kazandırıcı zamanaşımı süresini doldurmadığı gerekçesiyle
hüküm kurulmuş ise de; verilen karar usul ve yasaya uygun bulunmamaktadır.
Davacı, kadastro sırasında adına tespit edilen 109 ada 1 parsel sayılı
taşınmazın doğusunda kalan ve hakkında tutanak düzenlenmeyerek haritasında
gösterilmekle yetinilen yolun adına tescili istemiyle, kadastrodan önceki
nedenlere dayanarak dava açmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 36. maddesi
uyarınca herkes, yargı mercileri önünde hak arama özgürlüğüne sahip olup, bu
özgürlüğün en yaygın kullanılma şekli dava açma hakkıdır. Yine Anayasamızın 13.
maddesi uyarınca, “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir". 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12/3. maddesinde,
kadastro sırasında haklarında tutanak düzenlenen taşınmazlar yönünden,
kadastrodan önceki nedenlere dayanılarak dava açma hakkı 10 yıl ile sınırlanmış
ise de, kadastro sırasında haklarında kadastro tutanağı
düzenlenmeyen taşınmazlar yönünden kadastrodan önceki nedenlere dayanılarak
dava açma hakkını sınırlayan herhangi bir yasa hükmü bulunmamaktadır. Davacı,
kadastro sırasında hakkında tutanak düzenlenmeyen taşınmaz bölümü yönünden dava
açtığına göre, mahkemece işin esasına girilip ... neticesine göre bir karar
verilmek gerekirken, yasal olmayan gerekçeyle yazılı şekilde hüküm kurulması
isabetsizdir.”
20. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30/9/2015 tarihli ve
E.2014/16-102, K.2015/2026 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:
“Mahkemece, davanın tespit tarihinden sonraki 2 yıllık makul süre
içerisinde açılmadığı gibi tespit tarihinden sonra 20 yıllık kazandırıcı
zamanaşımı süresinin dolmadığı ve davanın süresinde açılmadığı gerekçesi ile
davanın reddine dair verilen, davacılar vekilinin temyizi üzerineÖzel
Dairece yukarıda yazılı gerekçeyle hüküm bozulmuş; Yerel Mahkemeceönceki
gerekçelerle ilk kararda direnilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; kadastro
işlemleri sırasında tescil harici bırakılan yerler hakkında kadastrodan önceki
hukuki nedenlere dayanarakdava açılmasını sınırlayan
bir sürenin bulunup bulunmadığı noktasındatoplanmaktadır.
Hemen belirtmek gerekir ki; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 36.
maddesi uyarınca herkes, yargı mercileri önünde hak arama özgürlüğüne sahip
olup, bu özgürlüğün en yaygın kullanılma şekli dava açma hakkıdır. Yine
Anayasanın 13. maddesi uyarınca "Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir."
Öte yandan; ayni haklar yasal kısıtlama yok ise nitelikleri gereği her
zaman ve herkese karşı ileri sürülebilirler. 3402 sayılı Kadastro
Kanununun 12/3. maddesinde yalnızca hakkında tutanak düzenlenen
taşınmazlarla ilgili olarak 10 yıllıkhak düşürücü
süre belirlenmiş olup, gerek 3402 sayılı Kanunda, gerekse 4721 sayılı Türk
Medeni Kanununun tescil hükümlerini düzenleyen maddelerinde, hakkında tutanak
düzenlenmeyen ya da tescil harici bırakılan yerler hakkında kadastro öncesi
nedenlere dayanarak dava açılmasını sınırlayan bir süre düzenlenmesi
bulunmamaktadır.
Nitekim,aynı ilkeler YargıtayHukuk Genel Kurulunun
22.04.2015 gün ve 2013/8-2061E.-2015/1256 K. sayılı kararında dakabul edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, kadastro çalışmalarında
tespit dışı bırakılan yerler hakkında tespit öncesi zilyetlik hukuksal nedenine
dayanılarak dava açılması halinde, söz konusu davanın tespit harici bırakılma
tarihinden itibaren makul bir süre içerisinde açılması gerektiği, makul süreninYargıtayın yerleşik kararları ile kabul edilip uzun
yıllar boyunca istikrarlı bir şekilde uygulandığı, aksi takdirde bir süre
kısıtlaması olmaksızın aradan uzun yıllar geçtikten sonra açılan davalarda
sağlıklı bir sonuca ulaşılamayacağı, bu nedenle makul süre uygulamasının
yerinde olduğu belirtilerek direnme kararının onanması gerektiği dile
getirilmiş ise de, bu görüşçoğunluk tarafından
benimsenmemiştir.
O halde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına
uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.”
V. İNCELEME VE GEREKÇE
21. Mahkemenin 9/3/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
1. Başvurucunun İddiaları
22. Başvurucu, dava konusu taşınmazla ilgili durumdanhaberdar
olduktan 3,5 ay sonra dava açtığını ancak görevsizlik kararı ve yanlış dava
açması nedeniyle sürecin uzadığını, tespit dışı bırakılan taşınmazlarda
Kanun'da dava açma süresine yönelik herhangi bir hüküm bulunmadığını, Kanun'da
yer almayan süre koşulunun Yargıtay içtihadıyla uygulandığını, makul süre
kavramının muğlak ve belirsiz olduğunu, Yargıtayın
benzer davalarda herhangi bir süre sınırlaması olmadığı yönünde yerleşik başka
uygulamalarının bulunduğunu kaldı ki 3402 sayılı Kanun'un 12. maddesinde
kadastro tutanaklarının kesinleştiği tarihten itibaren 10 yıllık süre
içerisinde dava açılabileceğinin belirtildiğini, bu hükme göre dahi davanın
süresinde açıldığını belirterek Anayasa'nın 2., 10., 35., 36., 37., 38. ve 141.
maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş,
yeniden yargılama ve tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
2. Değerlendirme
23.Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasışöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
24. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun Anayasa'nın 2., 10., 35., 37.,
38. ve 141. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiği
iddiasının adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği
değerlendirilmiştir.
25. Başvurucunun şikâyetinin, kadastro sırasında tespit dışı
bırakılan yerle ilgili mülkiyet iddiasının makul süre içerisinde ileri
sürülmediği gerekçesiyle reddedilmesinden dolayı davanın esasının Mahkemece
incelenmemesi hususuna yönelik olduğu anlaşılmış, bu nedenle başvuru, adil
yargılanma hakkının görünümlerinden olan Mahkemeye erişim hakkı kapsamında
incelenmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
26. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkinbaşvurunun
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
27. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu
belirtilmiştir.
28.Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
29. Somut olaya benzer nitelikte bir başvuruda başvurucu, 2007
yılında yapılan kadastro çalışmalarında yol vasfı ile tespit dışı bırakılan
taşınmazı yirmi yıldan fazla süredir kullandığını, zilyetlikle kazanım
koşullarının oluştuğunu belirterek taşınmazın adına tapuya tescilini talep
etmiş, yerel Mahkemenin davanın kabulüne ilişkin kararı, davanın iki yıllık
makul süre içinde açılmadığı, taşınmazın tespit dışı bırakıldığı 23/5/2007
tarihinden dava tarihine kadar yirmi yıllık sürenin de geçmediği gerekçesiyle
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi tarafından bozulmuştur. İlk Derece Mahkemesi bozma
ilamına uyarak davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu, tescil davaları için
3402 sayılı Kanun’da düzenlenmeyen iki yıllık sürenin yorum yoluyla dava açma
süresi olarak uygulanmasının adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri
sürmüştür. Anayasa Mahkemesi başvuruyu Mahkemeye erişim hakkı kapsamında
incelemiş, davanın yargısal uygulamayla kabul edilen iki yıllık makul süre
içinde açılmadığı gerekçesiyle reddedilmesinin başvurucunun mahkemeye erişim
hakkına bir müdahale oluşturduğunu, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin, yol, meydan,
köprü gibi kamu malları hakkında açılacak tescil davalarında kadastro
öncesindeki zilyetliğin dikkate alınması için davanın, taşınmazın tespit dışı
bırakıldığı tarihten itibaren iki yıllık makul süre içinde açılması gerektiği
yönünde içtihat geliştirdiğini, buna karşın Yargıtay 16. Hukuk Dairesi ve
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun, hakkında tutanak düzenlenmeyen ya da tespit
harici bırakılan yerler hakkında kadastro öncesi nedenlere dayanılarak dava
açılmasını engelleyen ya da hak düşürücü süre belirleyenyasal
düzenleme mevcut olmadığından bu tür davalar için süre sınırı bulunmadığını
kabul ettiğini, bu açıdan mevzuatta süre sınırı öngören herhangi bir
düzenlemenin bulunmadığının anlaşıldığını, dava konusu taşınmaz hakkındaki
zilyetliğe dayalı tescil davasının iki yıl içinde açılmasını zorunlu kılan
Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin uygulamasının Anayasa'nın 36. maddesi anlamında
müdahalenin unsurlarından biri olan kanunilik şartını sağlamadığını, kanunilik
şartının sağlanmaması nedeniyle müdahale açısından diğer güvence ölçütlerine
riayet edilip edilmediğinin ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmediğini
belirterek başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar
vermiştir(Yahya Özay, B. No:
2014/11141, 22/9/2016).
30. Anılan karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmadığı
anlaşılan başvuru konusu olayda, başvurucunun kadastro çalışmaları sırasında
yol vasfıyla tespit dışı bırakılan yerle ilgili açtığı tescil davasında
Mahkemenin, dava açma süresine ilişkin mevzuatta herhangi bir süre koşulu
bulunmadığı halde Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin aynı konuya ilişkin Yargıtay 16.
Hukuk Dairesi ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararı ile çelişir nitelikteki
içtihadına dayanarak iki yıllık makul süre içerisinde açılmadığı gerekçesiyle
verdiği ret kararı ile Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin kendi içtihadı ile
çelişecek tarzda verdiği onama kararının kanuni bir dayanağının bulunmadığı, bu
açıdan yapılan müdahalenin Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen sınırlama
ölçütlerinden olan kanunilik şartını sağlamadığı anlaşılmış, müdahalenin diğer
güvence ölçütlerine riayet edip etmediği değerlendirilmeksizin başvurucunun
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.
31. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
32. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya
da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali
ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya
ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
33. Başvurucu, yeniden yargılama ve tazminata karar verilmesi
talebinde bulunmuştur.
34.Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna
ulaşılmıştır.
35. Mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan
kararın bir örneğinin Sarız Sulh Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar
verilmesi gerekir.
36. İhlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
yargılama kararı verildiğinden başvurucunun tazminat talebinin reddine karar
vermek gerekmiştir.
37. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı
kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak amacıyla Sarız
Sulh Hukuk Mahkemesine (E.2012/75, K.2013/16) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
E.206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,
9/3/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.