TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
İBRAHİM ALPASLAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/2563)
|
|
Karar Tarihi: 22/6/2015
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Gökçe GÜLTEKİN
|
Başvurucu
|
:
|
İbrahim ALPASLAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Bülent KALEM
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, 6/2/2004
tarihinde İzmir 7. Asliye Hukuk Mahkemesinde aleyhine açılan tapu iptali ve
tescil davasında eksik inceleme yapılması sonucunda hukuka aykırı karar
verildiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, mülkiyet ve
adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep
etmiştir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 27/2/2014 tarihinde
İzmir 9. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan
ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci
Komisyonunca 22/12/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından
26/3/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
Adalet Bakanlığının 8/4/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki
kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş
sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
7. Tapu sicilinde başvurucunun
adına kayıtlı, İzmir ili Konak ilçesi Bozyaka
mahallesinde bulunan 112 ve 654 parsel numaralı taşınmazlar hakkında 6/2/2004
tarihinde İzmir 7. Asliye Hukuk Mahkemesinde, E.A. tarafından başvurucu
aleyhine tapu iptali ve tescil davası açılmıştır.
8. Mahkemenin, 7/6/2005 tarihli
ve E.2004/69, K.2005/203 sayılı kararıyla; davacının vekil tayin ettiği babası
tarafından dava konusu taşınmazların davacının amcası olan başvurucuya
değerinin çok altında bir bedelle satıldığı ve başvurucu adına tapu siciline
tescil ettirildiği, vekilin vekalet görevini kötüye kullandığının saptandığı
gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
9. Temyiz incelemesi sonucunda
ise Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 15/11/2005 tarihli ve E.2005/11765,
K.2005/12037 sayılı ilâmıyla; davacının yargılamanın devamı sırasında 10/8/2004
tarihli dilekçe ile davadan feragat ettiğini bildirdiği, 11/8/2004 tarihli, bir
gün sonraki dilekçesinde ise feragat beyanından vazgeçtiği, davadan feragatin
kesin hükmün hukuki sonuçlarını doğurduğu, ancak feragate ilişkin irade
açıklamasının gerçeği yansıtmadığı, yanılgı ile ya da baskı altında
yapıldığının bildirilmesi halinde bu halin Mahkemece incelenmesi gerektiği
belirtilerek, İlk Derece Mahkemesinin kararı bozulmuştur.
10. Mahkemece bozmaya uyularak
yapılan yargılamada, 23/2/2010 tarihli ve E.2006/224, K.2010/36 sayılı kararla;
anlatılan olaylar, tehdit suçu nedeniyle açılan ceza davaları ve taraf
beyanlarından, başvurucunun kardeşi ve davacının babası olan A.A.'nın davacıya karşı zor kullandığı, feragat iradesinin ikrah
nedeni ile geçerli kabul edilemeyeceği, bilirkişi raporuna göre taşınmazların
gerçek değerlerinin çok altında bir bedelle satış işlemlerinin
gerçekleştirildiği, bu nedenle vekilin vekalet görevini kötüye kullandığının
anlaşıldığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
11. Kararın temyizi üzerine
Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 15/7/2010 tarihli ve E.2010/6723, K.2010/8326
sayılı ilâmıyla “Mahkemece bozma ilamı
gereğince yapılan araştırma ve inceleme sonucunda davadan feragat dilekçesinin
ikraha dayalı olarak verildiği saptanarak, feragat beyanına itibar edilmemek
suretiyle işin esası bakımından karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik
bulunmadığı, ancak davacının imzasını havi 2/1/2004 tarihli belgede, davacının
dava konusu taşınmazların esasen vekili olduğunu belirttiği babası A.A.’ya ait olduğunu, kendisi üzerine şeklen sicil kaydının
oluşturulduğunu bildirdiği, anılan belgenin sıhhati konusunda iradeyi ifsad edici bir nedenin ileri sürülmediği gözetildiğinde bu
beyanın davacıyı bağlayacağı, bu olgu karşısında, babası olan A.A.'ya vekalet verilmiş olması ve onun tarafından da
taşınmazların davalıya satış suretiyle temlik edildiğinin kabulü gerektiği,
vekalet görevinin kötüye kullanılması suretiyle temlikin gerçekleştirildiğinin
söylenemeyeceği, davanın bu nedenle reddine karar verilmesi gerektiği …” belirtilerek,
İlk Derece Mahkemesinin kararı bozulmuştur.
12. Mahkemece bozmaya uyularak
yapılan yargılamada, 9/11/2010 tarihli ve E.2010/470, K.2010/348 sayılı kararla
davanın reddine karar verilmiştir.
13. Temyiz incelemesi sonucunda
ise Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 14/4/2011 tarihli ve E.2011/2408, K.2011/4453
sayılı ilâmıyla; 2/1/2004 tarihli belgedeki imzanın davacıya ait olup
olmadığının Adli Tıp Kurumundan alınacak bir rapor ile saptanması, imzanın
davacıya ait olduğunun belirlenmesi durumunda ise iradeyi bozucu bir nedenle
elde edilip edilmediğinin soruşturulması ve sonucuna göre bir karar verilmesi
gerektiği belirtilerek, İlk Derece Mahkemesinin kararı bozulmuştur.
14. Bozmaya uyularak yapılan
yargılamada, Mahkemenin 28/9/2012 tarihli ve E.2011/520, K.2012/382 sayılı
kararıyla “… dosya kapsamı ve dinlenen tanık
beyanlarından vekil ile davalının kardeş oldukları, çıkar birliği içerisinde
çalıştıkları, vekil olan A.A.'nın kızı olan davacıya
ve ailesine kötü davrandığı, vekalet yetkisinin kural olarak vekalet verenin
yararına kullanılması gerektiği, vekilin temsil yetkisini kasten vekalet
verenin zararına kullandığı, olayımızda yapılan satışların satış tarihindeki
gerçek değerlerinin çok altında yapıldığının bilirkişi incelemesi ile
anlaşıldığı, 2/1/2004 tarihli 'dava konusu taşınmazların esasen davacının
vekili ve babası olan davalı tarafından satın alınıp, güvene dayalı olarak
davacı adına tescil edildikleri, davacının bu taşınmazlar üzerinde bir hak ve
talebinin olmadığı' yönünde düzenlenen belgedeki imzanın davacının el ürünü
olmadığının Adli Tıp Kurumundan alınan raporla belirlendiği, bu nedenle
belgenin davacıyı bağlamayacağı, vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığı …” gerekçesiyle
davanın kabulüne karar verilmiştir.
15. Temyiz üzerine, Yargıtay 1.
Hukuk Dairesinin 1/4/2013 tarihli ve E.2013/44, K.2013/4569 sayılı ilâmıyla İlk
Derece Mahkemesinin kararı onanmıştır.
16. Karar düzeltme istemi, aynı
Dairenin 16/12/2013 tarih ve E.2013/13108, K.2013/18050 sayılı ilâmıyla
reddedilmiştir.
17. Karar, başvurucuya 28/1/2014
tarihinde tebliğ edilmiştir.
18. Başvurucu, 27/2/2014
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
19. 12/1/2011 tarihli ve 6100
sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 30. maddesi, 22/11/2001 tarihli ve 4721
sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 705. ve 716. maddeleri.
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
20. Mahkemenin 22/6/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 27/2/2014 tarih ve 2014/2563
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
21. Başvurucu, 6/2/2004
tarihinde İzmir 7. Asliye Hukuk Mahkemesinde aleyhine açılan tapu iptali ve
tescil davasında, davacının feragat beyanı hakkında eksik inceleme yapıldığını,
davacının babası tarafından korkutulduğu iddiasıyla Cumhuriyet Başsavcılığınca
yürütülen soruşturmada verilen takipsizlik kararının Mahkemece dikkate
alınmadığını ve hukuka aykırı olarak davanın kabul edildiğini, yargılamanın
makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
22. Başvuru formu ve ekleri
incelendiğinde, başvurucunun, 6/2/2004 tarihinde İzmir 7. Asliye Hukuk
Mahkemesinde aleyhine açılan tapu iptali ve tescil davasında usul ve yasaya
uygun yargılama yapılmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma
haklarının ihlal edildiğini ileri sürdüğü anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi,
başvurucunun ihlal iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp hukuki
nitelendirmeyi kendisi yapar. Başvurucunun anılan ihlal iddiaları yargılamanın
sonucunun adil olmadığına ilişkin olduğundan, bu iddiaların tamamı adil
yargılanma hakkının ihlali iddiası kapsamında nitelendirilmiştir. Başvurucunun,
makul sürede yargılama yapılmadığı yönündeki iddiası ise ayrıca incelenmiştir.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a.
Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı İddiası
23. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda
inceleme yapılamaz.”
24. 30/3/2011 tarihli ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un
48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine
karar verebilir.”
25. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın
148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular
kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin
şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
26. Anılan kurallar uyarınca, ilke
olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların
kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve
uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas
yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun
tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve
sağduyuyu hiçe sayan tarzda açık bir takdir hatası içermesi ve bu durumun
kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş
olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular açıkça
keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No:
2012/1027, 12/2/2013, § 26).
27. Başvuru konusu olayda, başvurucu
aleyhine 6/2/2004 tarihinde İzmir 7. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan tapu
iptali ve tescil davasında, başvurucu adına kayıtlı olan taşınmazların
tapularının iptal edilerek davacı adına tescili talep edilmiştir.
28. Başvurucu, aleyhine açılan
tapu iptali ve tescil davasında usul ve yasaya uygun yargılama yapılmadığını
belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
29. Başvurucu aleyhine açılan
davada, Mahkemenin, 7/6/2005 tarihli kararıyla; davacının vekil tayin ettiği
babası tarafından dava konusu taşınmazların davacının amcası olan başvurucuya
değerinin çok altında bir bedelle satıldığı, vekilin vekalet görevini kötüye
kullandığının saptandığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verildiği, temyiz
incelemesi sonucunda Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 15/7/2010 tarihli ilâmı ile
davacının yargılamanın devamı sırasında davadan feragat ettiğini bildirmesinin
ardından bir gün sonraki dilekçesinde ise feragat beyanından vazgeçtiği,
davadan feragatin kesin hükmün hukuki sonuçlarını doğurduğu, ancak feragate
ilişkin irade açıklamasının gerçeği yansıtmadığı, yanılgı ile ya da baskı
altında yapıldığının bildirilmesi halinde bu halin Mahkemece incelenmesi
gerektiği belirtilerek, İlk Derece Mahkemesi kararının bozulduğu, Mahkemece
bozmaya uyularak yapılan yargılamada 9/11/2010 tarihli kararla davanın
reddedildiği, kararın temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 14/4/2011
tarihli ilâmıyla İlk Derece Mahkemesi kararının bozulduğu tespit edilmiştir
(bkz. §§ 8-13).
30. Bozmaya uyularak yapılan
yargılamada Mahkemenin 28/9/2012 tarihli kararıyla, vekil ile davalının kardeş
oldukları, çıkar birliği içerisinde çalıştıkları, vekil olan A.A.’nın kızı olan davacıya ve ailesine kötü davrandığı, vekalet
yetkisinin kural olarak vekalet verenin yararına kullanılması gerektiği,
vekilin temsil yetkisini kasten vekalet verenin zararına kullandığı,
taşınmazların gerçek değerlerinin çok altında bir fiyata satıldığının bilirkişi
incelemesi ile tespit edildiği, davacının taşınmazlar üzerinde bir hak ve
talebinin olmadığı yönünde düzenlenen belgedeki imzanın davacının eli ürünü
olmadığının Adli Tıp Kurumundan alınan raporla belirlendiği, bu nedenle
belgenin davacıyı bağlamayacağı, vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığı
gerekçesiyle davanın kabulüne karar verildiği, temyiz üzerine Yargıtay 1. Hukuk
Dairesinin 1/4/2013 tarihli ilâmıyla İlk Derece Mahkemesi kararının onandığı,
karar düzeltme isteminin aynı Dairenin 16/12/2013 tarihli ilâmıyla reddedildiği
anlaşılmıştır (bkz. §§ 14-16).
31. Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun
iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Derece Mahkemesi tarafından
delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet
olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu
anlaşılmaktadır.
32. Başvurucu, yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi
olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı
tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı
bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının
Derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt
sunmadığı gibi Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açık keyfilik
oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
33. Açıklanan nedenlerle,
başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde
olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik de
içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Yargılamanın Makul Sürede Sonuçlandırılmadığı İddiası
34. Başvuru formu ile eklerinin
incelenmesi sonucunda, açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Esas
Yönünden
35. Başvurucu, 6/2/2004
tarihinde İzmir 7. Asliye Hukuk Mahkemesinde aleyhine açılan tapu iptali ve
tescil davasında yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek,
Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
iddia etmiştir.
36. Anayasa ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak
ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §
18), Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından
ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve
haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da
unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme
yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı
ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (Güher Ergun ve Diğerleri,
B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
37. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve Diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, §§ 41-45).
38. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu,
tapu iptali ve tescil davasında, 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk
Usulü Muhakemeleri Kanunu ve 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine
göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu
alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (Güher
Ergun ve Diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 49).
39. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği
tarih olup, somut başvuru açısından bu tarih 6/2/2004
tarihidir.
40. Sürenin bitiş tarihi ise,
çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme
tarihidir (Güher Ergun ve Diğerleri,
B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52). Somut
başvuru açısından bu tarih, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi tarafından karar düzeltme
isteminin reddedildiği, 16/12/2013 tarihidir.
41. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinde 6/2/2004 tarihinde İzmir 7. Asliye Hukuk Mahkemesinde
açılan davada, Mahkemenin 7/6/2005 tarihli kararıyla davanın kabulüne karar
verildiği, temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 15/7/2010
tarihli ilâmı ile İlk Derece Mahkemesi kararının bozulduğu, Mahkemece bozmaya
uyularak yapılan yargılama sonunda, 9/11/2010 tarihli kararla davanın
reddedildiği, kararın temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 14/4/2011
tarihli ilâmıyla hükmün bozulmasına karar verildiği, bozmaya uyularak yapılan
yargılama sonunda Mahkemenin 28/9/2012 tarihli kararıyla davanın kabulüne
hükmedildiği, temyiz üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 1/4/2013 tarihli
ilâmıyla İlk Derece Mahkemesi kararının onandığı, karar düzeltme isteminin aynı
Dairenin 16/12/2013 tarihli ilâmıyla reddedildiği anlaşılmıştır
42. 6100 sayılı Kanun’un
öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul
sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu
yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle yargılamada sürati temin
etmeye hizmet eden özel usul hükümlerinin nazara alınmadığı göz önünde bulundurularak
makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (Güher Ergun ve Diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 34-64).
43. Başvuruya konu davanın
mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği yargılamanın
karmaşık nitelikte olduğunu ortaya koymakla birlikte, somut başvuru açısından
farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı, yargılamanın
uzun sürmesinde, başvurucuya atfedilecek bir kusur bulunmadığı anlaşılmakta
olup, söz konusu dokuz yıl on aylık yargılama sürecinde makul olmayan bir
gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
44. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216
Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
45. Başvurucu, adil yargılanma
hakkının ihlal edilmesi nedeniyle 250.000,00 TL maddi, 50.000,00 TL manevi
tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
46. 6216 sayılı Kanun'un “Kararlar” kenar
başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
47. Başvurucunun tarafı olduğu
uyuşmazlığa ilişkin dokuz yıl on aylık yargılama süresi nazara alındığında,
yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle
giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvurucuya net 8.300,00 TL
manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
48. Başvurucu tarafından maddi
tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia
edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından,
başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
49. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan 1.706,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Yargılamanın sonucu
itibarıyla adil olmadığı yönündeki iddiasının “açıkça
dayanaktan yoksun olması" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
Yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığı yönündeki iddiasının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3. Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
B. Başvurucuya net 8.300,00 TL
manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE başvurucunun diğer taleplerinin reddine,
C. Başvurucu tarafından yapılan
206,10 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.706,10 TL
yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
D. Ödemelerin, kararın
tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren
dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona
erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
22/6/2015 tarihinde OY
BİRLİĞİYLE karar verildi.