TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
CENGİZ YAŞAR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/281)
|
|
Karar Tarihi: 18/5/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Leyla Nur
ODUNCU
|
Başvurucu
|
:
|
Cengiz YAŞAR
|
Vekili
|
:
|
Av. Saim
BOZKURT
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından bir hısmının öldürülmesi ve bir hısımının da geçici köy korucusu
olarak çatışmaya katılması dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233
sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında
Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun
yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin
yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması
nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 8/1/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 28/11/2014 tarihinde,
başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.
4. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 28/11/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından 5/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 2/2/2015 tarihli yazısında Anayasa
Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen
başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, terör örgütü mensupları tarafından 16/1/1995
tarihinde hısmı Mu.Y.nin
öldürüldüğünü, 18/5/1996 tarihinde terör örgütü mensupları ile güvenlik güçleri
arasında çıkan çatışmaya hısmı Me.Y.nin
geçici köy korucusu olarak katıldığını ve bu nedenle kendisinin örgütün
baskısına maruz kaldığını beyan etmiş; bu özel durumundan kaynaklanan güvenlik
kaygısı nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir.
9. Başvurucu 3/1/2006 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına
giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit
Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur.
10. Komisyon 27/1/2011 tarihli ve 2011/1-891 sayılı kararında
terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan
başvuruda dosyada yer alan bilgi ve belgeler uyarınca Sason ilçesi Derince
köyünün boşaltılmadığından, kişiye yönelik bir tehdit ve saldırı olmadığından,
korucu aileleri dışında da köyde ikamet eden ailelerin bulunduğundan, 1990 ile
2000 yılları arasında köyde ciddi bir nüfus yaşadığından bahisle talebin
reddine karar vermiştir.
11. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine Batman
İdare Mahkemesinde dava açılmıştır.
12. Batman İdare Mahkemesinin 23/11/2011 tarihli ve E.2011/847,
K.2011/1180 sayılı kararı ile Derince köyünün kısmen boşaldığı, Batman İl
Jandarma Komutanlığının yazısında köyün terör olaylarından etkilenmediğinin
belirtildiği, 1987 ile 2000 yılları arasında Derince köyünde geçici köy
korucusu ile gönüllü köy korucusu görevlendirildiği ve koruculuk sisteminin
olduğu, korucu aileleri haricinde köyde 48 hanenin bulunduğu; köy nüfusunun
1990 yılında 818, 1997 yılında 715, 2000 yılında 976 kişi olduğu, 1990 ile 2000
yılları arasında köyde muhtarlık seçimlerinin yapıldığı, Derince köyü halkının
bir kısmının güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç etmesinden dolayı uğradığı
zararın anılan köyün tamamen boşalmamış olması, diğer bir ifadeyle anılan köyde
nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve başvurucuya yönelik bir terör tehdidi
ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle 5233 sayılı Kanun hükümlerine göre
idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine
hükmedilmiştir.
13. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci
Dairesinin 20/12/2012 tarihli ve E.2012/2102, K.2012/14737 sayılı ilamı ile
kararın onanmasına hükmedilmiştir.
14. Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Dairenin 19/9/2013
tarihli ve E.2013/9851, K.2013/6105 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Ret kararı
başvurucuya 24/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
15. Başvurucu 8/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
16. 14. 5233 sayılı Kanun’un 1., 2., 4., 6., 7., 8., geçici 1.,
geçici 3., geçici 4. maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar
Kurulu Kararı Eki Karar’ın 1. maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008
tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin
31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu
Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014,
§§ 15-28).
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
17. Mahkemenin 18/5/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
18. Başvurucu; 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı talebin ve
akabinde açtığı davanın reddedildiğini, köy korucusu olmak yahut köyü terk
etmek şeklinde idarece yapılan baskı ve zorlamaya köy halkının maruz kalmasının
dikkate alınmadığını, dosyadaki zarar tespitine ilişkin raporlar ve güvenlik
nedeniyle köyünün boşaltılmış olduğunu belirten belgeler nazara alınmaksızın ve
terör örgütü mensuplarınca hısmı Mu.Y.nin
öldürülmesine, terör örgütü üyeleri ile güvenlik güçleri arasında çıkan
çatışmaya hısmı Me.Y.nin
köy korucusu olarak katılmasına ve bu nedenle kendisinin örgüt üyelerinin
baskısına maruz kalmasına dair özel durumu dikkate alınmadan, köyün tamamen
boşalmamış olduğu soyut gerekçesine dayanılarak ve şahsına yönelik bir terör
tehdidi ya da saldırısının bulunmaması ileri sürülerek sunduğu belgeler
değerlendirilmeden idare tarafından sunulan belgelerin dikkate alındığını, bu
belgeler tebliğ edilmemek suretiylekendisine savunma
yapma imkânı tanınmadan verilen kararın adil olmadığını belirtmiştir.
19. Başvurucu ayrıca kararların yeterli gerekçe ihtiva
etmediğini, sunduğu belgeleri dikkate almadan idarece sunulan belgeleri dikkate
alarak karar veren Mahkemenin tarafsız olmadığını, kendi içinde çelişkili ve
gerçeği yansıtmayan belgelere dayanılarak karar verildiğini, idarenin can ve
mal güvenliğini sağlama yükümlülüğünü yerine getirmemesi sonucu mülkiyet
hakkından yoksun kaldığını ve Derece Mahkemelerinin yaptığı hatalı
değerlendirme nedeniyle zararlarının tazmin edilmediğini, 5233 sayılı Kanun’da
yazmayan bir neden ileri sürülerek Komisyon ve yargı makamlarınca talebinin
reddedildiğini, yaptığı başvuru hakkında yürütülen işlemlerin makul sürede
sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın2., 7., 35., 36., 87., 125. ve
141.maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiş ve maddi
tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
20. Başvuru dilekçesi ve ekleri incelendiğinde başvurucunun 5233
sayılı Kanun kapsamındaki zararlarının tazmini amacıyla açtığı davanın
reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 2., 7., 35., 36., 87., 125. ve
141.maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia ettiği
anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki
nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi
takdir eder (Tahir Canan, B. No:
2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun ihlal iddiaları aşağıdaki başlıklar
altında incelenmiştir:
1. Tarafsız Mahkemede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
21. Başvurucu, idare tarafından sunulan ve kendisine tebliğ
edilmeyen belgelere göre karar veren Mahkemenin tarafsız olmadığını iddia
etmiştir.
22. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, benzer
iddialar daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında, başvurulara konu yargılamalarda hâkimin
tarafsızlığına ilişkin karineyi ortadan kaldıracak şekilde yargılamayı yürüten
hâkimin taraflardan birine yönelik ön yargılı ve taraflı bir tutumu, kişisel
bir kanaati veya menfaati, bu bağlamda kişisel bir taraflılığının söz konusu
olduğunu ortaya koyan bir bulgu saptanmadığı anlaşıldığından başvurucuların
anılan iddialarının açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude Yaşar, B. No: 2013/2738, 16/7/2014,
§§ 38-41; Cahit Tekin, B. No:
2013/2744, 16/7/2014, §§ 34-37).
23. Somut başvuru açısından hâkimin tarafsızlığına ilişkin
karineyi ortadan kaldıracak bir olgu ya da bulgu saptanmadığı gibi farklı karar
verilmesini gerektiren bir yön de bulunmamaktadır.
24. Açıklanan nedenlerle başvurucunun tarafsız mahkemede
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Çelişmeli Yargılama ve
Silahların Eşitliği İlkelerinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
25. Başvurucu; sunduğu bilgi, belge ve deliller dikkate
alınmadan sadece idare tarafından sunulan ve kendisine tebliğ edilmeyen
belgelere dayanılarak İlk Derece Mahkemesi tarafından davanın reddine karar
verildiğini belirtmiş; bu nedenle çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği
ilkelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
26. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, çelişmeli
yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddiası daha önce
bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği
kararlarında, başvurulara konu tazminat taleplerinin 5233 sayılı Kanun
kapsamında karşılanıp karşılanmayacağı noktasında Danıştay tarafından ihdas
edilen içtihadi kriter olan “yerleşim yerinin tamamen
boşalmış/boşaltılmış olması” ölçütünden yararlanıldığı, bu hususun tespiti için
de bir kısım idari birimden gelen tahkikat sonuçlarına dayanıldığı, bu
belgelerin ve içeriklerinin Komisyon ya da İlk Derece Mahkemesi kararlarına
aktarıldığı, bu suretle ilgili belgeler ve içeriklerine en geç İlk Derece
Mahkemesi kararıyla başvurucuların vakıf olduğu tespit edilmiştir.
Başvurucuların, temyiz ve karar düzeltme talep dilekçelerinde bu belgeler
ışığında yapılan tespitlere karşı itiraz ve savunmalarını ileri sürme
imkânlarının bulunduğu, başvurucular tarafından ibraz edilen delil ve beyan
dilekçeleri kapsamında Mahkemelerce idare ve başvurucular tarafından sunulan
belgeler değerlendirilerek başvuruculara dava malzemesine ilişkin olarak tetkik
ve beyanda bulunma olanağının tanındığı, bu çerçevede başvuru dosyaları
kapsamından başvurucuların yargılamanın sonucunu etkileyecek usule ilişkin bir
imkândan mahrum bırakılmadığı anlaşıldığından başvuruların bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir (Mesude
Yaşar, §§ 74-76; Cahit Tekin,
§§ 70-72).
27. Somut başvuruda, yukarıda değinilen ilkeler ışığında yapılan
incelemelerde başvurucunun usule ilişkin bir imkândan mahrum bırakılmadığı ve
başvurucu açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmadığı
sonucuna varılmıştır.
28. Açıklanan nedenlerle başvurucunun çelişmeli yargılama ve
silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddialarının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Gerekçeli Karar
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
29. Başvurucu, Mahkeme kararlarında talep sonucunu etkileyen
hususlara dair yeterli gerekçeye yer verilmediğini iddia etmiştir.
30. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda gerekçeli
karar hakkının ihlal edildiği iddiası, daha önce bireysel başvuruya konu olmuş
ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarında, başvurucuların
hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamındaki özel durumlarının
değerlendirilmesi hariç olmak üzere başvurucular tarafından ileri sürülen ve
hüküm sonucunu etkilediği iddia edilen taleplerinin Derece Mahkemeleri
kararlarında denetlenerek reddedildiği gerekçesiyle başvuruların bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude
Yaşar, §§ 79-82; Cahit Tekin,
§§ 75-77).
31. Somut başvurunun incelenmesi neticesinde başvurucunun
talebinin 5233 sayılı Kanun kapsamında kabul edilip edilmeyeceği noktasında İlk
Derece Mahkemesince yerleşim yerinin tamamen boşalmış/boşaltılmış olup
olmadığının çeşitli idari kurumlar tarafından tanzim edilen tutanak ve belgeler
kapsamında değerlendirildiği, başvurucu tarafından ileri sürülen ve hüküm
sonucunu etkilediği iddia edilen istemlerin tartışılarak reddedildiği (bkz. §
12), İlk Derece Mahkemesince oluşturulan karar ve gerekçelerin hukuka uygun
bulunmak suretiyle kanun yolu mahkemesinin denetiminden geçerek (bkz. §§ 13,
14) kesinleştiği anlaşılmıştır. Bu bakımdan başvurucunun -hakkaniyete uygun
yargılanma hakkı kapsamında olan özel durumunun değerlendirilmesi hususu
dışında- gerekçeli karar haklarının ihlal edildiğine yönelik iddiaları hakkında
farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmamaktadır.
32. Açıklanan nedenlerle başvurucunun gerekçeli karar haklarının
ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
4. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
33. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında ileri sürdüğü
giderim talebinin değerlendirilmesi hususundaki idari süreç ve yargılama
prosedürlerinin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36.
maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia
etmiştir.
34. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari
yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında, komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler
ile davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama
sürecinde komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak
uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle
yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda sekiz
yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede
yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014,
§§ 61-69; Mahmut Can Arslan, B.
No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet
Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 58-66; Celal Demir, §§ 58-66). Başvurunun kesin
olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede gerçekleştiği ve bu durumun
başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan kaynaklanmadığı durumlarda ise makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (İsmet Kaya, B. No: 2013/2294, 8/5/2014, §§
46-70).
35. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
36. Somut davaya bir bütün olarak bakıldığında Komisyona başvuru
tarihi (3/1/2006) ile nihai karar tarihi (19/9/2013) arasında geçen 7 yıl 8
aylık sürede uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve
özellikle yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olduğu tespit
edilemediğinden, başvuru açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön
de bulunmadığından yargılama süresinin makul olduğu sonucuna varılmıştır.
37. Açıklanan nedenlerle başvurucunun makul sürede yargılanma hakkına
yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının
diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
5. Hakkaniyete Uygun
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
38. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı başvurunun,
hısımı Mu.Y.nin16/1/1995 tarihinde terör örgütü üyelerince öldürülmesi, terör
örgütü mensupları ile güvenlik güçleri arasında çıkan çatışmaya hısmı Me.Y.nin geçici köy
korucusu olarak katılması ve bu nedenle kendisinin örgütün baskısına maruz
kalması noktasındaki özel durumu nazara alınmaksızın, Mahkemece mukim olduğu
köyün tamamen boşaltılmamış olduğu şeklindeki nesnel ölçütten hareketle
reddedildiğini belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan hakkaniyete
uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
39. İlke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış
maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk
kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla
ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru
incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası içermesi ve bu
durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal
etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular,
derece mahkemesi kararları bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
içermedikçe Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No:
2012/1027, 12/2/2013, § 26).
40. 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesindeterör
dışındaki ekonomik ve sosyal sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik
kaygıları dışında kendi istekleriyle bulundukları yerleri terk edenlerin bu
sebeple uğradıkları zararların kapsam dışında olduğu açıkça belirtilmiştir.
41. Esasen taleplerin yapıldığı bölge itibarıyla özellikle ekonomik
ve sosyal nedenlerle yaşanan göç olayları ve bundan kaynaklanan zararların
yoğunluğu karşısında 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmin edilebilecek
zararların tespitinde temel alınacak objektif bir ölçütün ihdas edilmesi
zorunlu gözükmektedir. Bu kapsamda güvenlik kaygısının yerleşim yerinde sürekli
yaşayan kişilere ve sözü edilen kaygı nedeniyle aynı yerleşim yerini terk eden
kişilere göre değişmemesi gereğinden, terör olayları nedeniyle toplumda oluşan
korku ve endişe karşısında her bireyin farklı tepki göstermesinin mümkün olduğu
gerçeğinden hareket eden yargısal makamlar, kişiden kişiye değişebilen bir
duygu olan güvenlik kaygısının “köyün
ya da mezranın tamamen boşalmış/boşaltılmış olması veya anılan yerleşim
yerlerinde sadece geçici köy korucularının kalması” şeklinde nesnel bir ölçüte
dayandırılmasını zorunlu görerek güvenlik kaygısına dayanılarak bir yerleşim
yerinin kısmen boşalmış olması hâlinde o yerleşim yerinde güvenli bir şekilde
yaşayabilme olanağını sağlayan asgari güvenlik şartlarının idarece
oluşturulduğundan hareketle 5233 sayılı Kanun kapsamında maddi zararların
idarece ödenmesine yasal olanak bulunmadığı ilkesini benimsemişlerdir (Mesude Yaşar, §§ 89, 90; Cahit Tekin, §§ 84, 85).
42. 5233 sayılı Kanun uyarınca ileri sürülen taleplerin belirtilen
Kanun kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği hususu ve Kanun’un
kapsamının belirlenmesi noktasındaki mevzuat hükümlerinin yorumu ile bu hususta
içtihadi bir ölçütün belirlenmesi ve somut olayın bu
ölçüt uyarınca değerlendirilmesi noktasındaki takdir, esasen derece
mahkemelerine ait olup 5233 sayılı Kanun’un uygulanması bağlamında daha önce
bireysel başvuru konusu yapılmış olan taleplere ilişkin olarak Anayasa
Mahkemesi tarafından yapılan değerlendirmeler neticesinde de belirtilen hususlara
ilişkin iddiaların, maddi olayın ve hukuk kurallarının yorumlanması ve
uygulanması bağlamında kanun yolu mahkemelerince değerlendirilmesi gereken
hususlara ilişkin olduğu belirtilerek açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna
varılmıştır (Sabri Çetin, §§
45-50; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Elif
Akbayır ve diğerleri/Türkiye, B. No:
30415/08, 28/6/2011, § 88). Bu konudaki takdir esasen derece mahkemelerine ait
olmakla beraber derece mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası içermesi
durumunda, anayasal bir temel hak veya özgürlüğün ihlal edilip edilmediğinin
tespiti noktasında farklı bir değerlendirme yapılması gerekebilecektir (Mesude Yaşar, § 93; Cahit Tekin, § 88).
43. Başvurucunun, hısmının terör
örgütü mensuplarınca öldürülmesinden ve başka bir hısmının
köy korucusu olarak çatışmaya katılmasından ve bu nedenle örgüt üyelerinin
baskısına maruz kalmasından kaynaklanan güvenlik kaygısıyla köyünü terk ettiği
ve bu çerçevede oluşan zararlarının 5233 sayılı Kanun kapsamında
değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürdüğü ve yerleşim yerini terör
olaylarından kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeni ile terk ettiği noktasındaki
özel durumunun dikkate alınmasını talep ettiği anlaşılmaktadır.
44. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ve 6216 sayılı
Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile 46. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında yer alan hükümler gözetildiğinde bireysel başvuruda bulunacakların
başvuruya konu ettiği kamu gücü işlemi, eylemi ya da ihmali nedeniyle ya
kişisel olarak doğrudan etkilenmiş olması ya da başvurucu ile doğrudan mağdur
arasında şahsi ve özel bir bağın bulunması gerekir (Türk Pediatrik Onkoloji Grubu Derneği, B. No: 2012/95,
25/12/2012, § 21).
45. Aile bireylerinden birisi insan hakları ihlalinden dolayı
mağdur olduğunda başvurucunun maruz kaldığı sıkıntı, insan hakkı ihlalinin
mağduru olan kişinin akrabasında kaçınılmaz olarak meydana geldiği kabul edilen
duygusal çöküntüden daha farklı bir boyut ve karakter arz eden özel nedenlerin
varlığını gerektirir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Çakıcı/Türkiye, B. No: 23657/94, 8/7/1999,
§ 98; İpek/Türkiye, B. No:
25760/94, 17/2/2004, § 181).
46. Başvurucunun, yakınının mağduriyeti nedeniyle etkilenmiş ve
kendi hayat akışına yön vermiş olduğunun kabul edilebilmesi için yaşanan olay
sonucunda duyulan üzüntünün ötesinde yakınının başına gelen hadise sebebiyle
başvurucuda oluşan algı, bu algının meydana gelmesinde temel teşkil eden özel
bağ ve algının yoğunluğu konusunda açıklamada ve kanıtlamada bulunulması
gerekmektedir (Sahibe Çelik ve Necla Çelik,
B. No: 2013/4899, 20/1/2015, § 48).
47. Anayasa Mahkemesinin 10/6/2015 tarihli yazısı ile
başvurucudan, mağdur oldukları beyan edilen kişiler ile başvurucu arasında
şahsi ve özel bağ bulunduğuna dair başvuru formunda ileri sürülen iddialarını
ispat etmeye yönelik elverişli delilleri Mahkemeye sunması istenmiştir.
48. Başvurucu 7/7/2015 tarihli dilekçesi ile Mu.Y.nin
amcasının torunu olduğunu, Me.Y.nin ise amcasının
oğlu olduğunu belirtmiş; bu kişiler ile aralarındaki hısımlık derecelerini,
buna ilişkin nüfus kayıtlarını ve Batman Jandarma Bölge Komutanlığınca Me.Y.ye
verilen takdirnameyi sunmanın dışında başkaca bir husus beyan etmemiştir.
49. Bu çerçevede başvurucunun amcasının torununun öldürülmesi
iddiası ve amcasının oğlunun geçici köy korucusu olarak bir çatışmaya
katılması, bu nedenle başvurucunun örgüt mensuplarının baskısına maruz kalması
yönündeki soyut iddiası hakkında Anayasa Mahkemesi tarafından başvurucuya
yazılan müzekkereye cevap olarak başvurucunun bu kişiler ile aralarındaki
akrabalık ilişkisine değinmekle yetindiği, aralarındaki ilişkide şahsi ve özel
bağ bulunduğuna dair herhangi bir bilgi veya belge sunmadığı, mağdur olduğu
beyan edilen kişilerin başına geldiği iddia edilen olay neticesinde kendisinde
oluşan algı, bu algının oluşmasında temel teşkil eden özel nedenler ve algının
yoğunluğu konusunda yeterince açıklıkta bir beyanının bulunmadığı tespit
edilmiştir. Bu tespit karşısında başvurucunun talebinin 5233 sayılı Kanun
kapsamında değerlendirilebilmesinin, yerleşim yerini terör eylemleri veya
terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle terk edip etmediği
noktasında nesnel ölçütten farklı bir karine veya ölçüt arayışına girilmesini
gerektirecek boyuta ulaşmadığı anlaşılmaktadır.
50. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen
iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi
kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
51. Başvurucu, ayrıca idarenin can ve mal güvenliğini sağlama
yükümlülüğünü yerine getirmemesi nedeniyle mülkiyet hakkını ihlal ettiğini
iddia etmektedir.
52. Başvuru dilekçesinin incelenmesi neticesinde başvurucunun
Anayasa’nın 35. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürdüğü bölümde, 5233 sayılı
Kanun kapsamında tanzim edilen belgelerde maddi zararının mevcut olduğunun
belirtildiği ve tazminat başvurusunun reddedilmesine ilişkin davada idari yargı
makamlarının söz konusu düzenlemeleri dar ve aleyhe yorumlaması nedeniyle
Anayasa’nın 35. maddesinin ihlal edildiğinin ileri sürüldüğü tespit edilmiştir.
53. Başvurucu tarafından mülkiyet hakkının ihlal edildiği
hususundaki iddianın yargılamanın sonucuna dayandırıldığı ve yargılama sürecine
ilişkin olarak yukarıda yapılan değerlendirme neticesinde (bkz. §§ 33-50)
başvurucunun delillerini ve iddialarını sunma fırsatı bulamadığına ve
yargılamaya etkin olarak katılma imkânının elinden alındığına dair bir bulgu da
saptanmadığı anlaşılan somut yargılama faaliyetinin adil yargılanma hakkının
gereklerine uygun şekilde yerine getirildiği tespit edilmiş olduğundan mülkiyet
hakkının ihlal edildiği yönündeki iddianın ayrıca değerlendirilmesine gerek
görülmemiştir (Ülkü Özgür, B. No:
2013/2263, 26/6/2014, § 43).
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Başvurucunun bireysel başvurusunun kabul edilemez bulunması
nedeniyle adli yardım talebinin kabulü ile geçici olarak muaf tutulan yargılama
giderlerinin tahsilinin, başvurucunun mağduriyetine neden olmayacağı
anlaşıldığından, 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun
339. maddesi uyarınca tamamen muafiyetin koşulları oluşmadığından 206,10 TL
harçtan ibaret yargılama giderinin başvurucudan TAHSİLİNE
18/5/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.