TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HİKMET ERÇİN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/2917)
|
|
Karar Tarihi: 23/1/2019
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Murat ŞEN
|
Başvurucu
|
:
|
Hikmet ERÇİN
|
Vekili
|
:
|
Av. Nezahat PAŞA
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, zorunlu askerlik döneminde sağlık problemlerinin
vaktinde tespit edilememesi üzerine engelli hâle gelindiği için açılan tazminat
davasının reddedilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığının korunması
hakkının; yüksek miktarda vekâlet ücreti ödenmesine karar verilmesi ve Askeri
Yüksek İdare Mahkemesinin bağımsızlık ve tarafsızlık koşullarını taşamaması
nedenleriyle adil yargılanma hakkının; kovuşturmaya yer olmadığına dair karara
yapılan itirazın duruşma yapılmaksızın incelenmesi nedeniyle hükmün
denetlenmesini talep etme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 5/3/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvurucunun 2015/5224 ve 2015/15792 numaralı başvurularının
hukuki irtibat nedeniyle 2014/2917 numaralı başvuru dosyası ile
birleştirilmesine, incelemenin 2014/2917 numaralı dosya üzerinden yürütülmesine
ve diğer başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir.
4. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
5. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar
verilmiştir.
6. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
7. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
8. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
A. Başvurucunun Askere
Alınması ve Rahatsızlığı
10. 1992 yılı doğumlu olan başvurucu, Harran Üniversitesi
Araştırma ve Uygulama Hastanesinin 21/12/2004 tarihli raporuna göre epilepsi hastasıdır. Bu nedenle sürekli
olarak ilaç kullanmaktadır.
11. Başvurucu 2012 Ağustos er celp döneminde son yoklama için Siverek
Askerlik Şubesine başvurmuştur. Askerlik Şubesi son yoklama muayenesi için
başvurucuyu Siverek Sağlık Ocağına sevk etmiştir. Sağlık Ocağında görevli
doktor tarafından verilen raporda başvurucunun askerliğe elverişli olduğu
belirtilmiştir.
12. Anılan rapor sonrası askerlik için sağlam olduğu
değerlendirilen başvurucu 22/8/2012 tarihinde Manisa Kırkağaç'ta bulunan 6'ncı
Jandarma Komando Alay Komutanlığına acemi eğitimi almak üzere sevk edilmiştir.
13. 23/8/2012 tarihinde birliğine katılan başvurucu, giriş
muayenesi olmuş ve epilepsi tanısıyla nöroloji polikliniğine sevki uygun
görülmüştür.
14. 2/9/2012 tarihinde sabah saatlerinde başvurucu epilepsi
krizi geçirmiştir. Nöbetçi astsubayı ve görevli erler tarafından tutulan
2/9/2012 tarihli tutanağa göre başvurucu koğuşunun bulunduğu binada merdivenden
çıkarken kendiliğinden yere düşmüş ve bilincini kaybetmiştir. Anılan tutanakta
başvurucunun düşme esnasında kafasını ve vücudunun sağ tarafını yere çarpmış
olabileceği düşünülerek olay yerine ambulans çağrıldığı belirtilmiştir.
Başvurucu ambulansla önce alay revirine götürülmüştür. Bu esnada bilinci açılan
başvurucuya nasıl olduğu sorulduğunda başvurucu epilepsi rahatsızlığı olduğunu
belirtmiş; ayrıca ilaçlarının olmadığını ve bu durumu kimseye bildirmediğini
ifade etmiştir.
15. Revirde yapılan ilk müdahaleden sonra başvurucu, Kırkağaç
Devlet Hastanesine götürülmüştür. Daha sonra Soma Devlet Hastanesine sevk
edilen başvurucunun Nöroloji Yoğun Bakım Ünitesinde uyutularak tedavisine devam
edilmiştir.
16. Başvurucu 4/9/2012 tarihine kadar Soma Devlet Hastanesi
Nöroloji Yoğun Bakım Ünitesinde kalmıştır. Tüm müdahalelere rağmen ateşi
düşürülemeyen başvurucu bilinci kapalı şekilde ambulansla İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma
Hastanesine gönderilmiştir.
17. Başvurucu 4/9/2012-12/9/2012 tarihleri arasında Yoğun Bakım
Ünitesinde kalmıştır. 12/9/2012 tarihinden itibaren Nöroloji Yoğun Bakım
Ünitesinden çıkarılan başvurucunun tedavisine Serviste devam edilmiştir.
18. 21/9/2012 tarihinde nefes darlığı ve damar tıkanıklığı
nedeniyle başvurucu boğazından ve kolundan ameliyata alınmıştır. 22/9/2012
tarihinde Nöroloji Servisinden çıkarılan başvurucu, Kulak Burun Boğaz (KBB)
Polikliniğine alınmıştır.
19. 16/10/2012 tarihinde başvurucu nefes borusundaki darlık
sebebiyle tekrar ameliyat olmuştur. Daha sonra 14/12/2012, 18/12/2012 ve
16/5/2013 tarihlerinde boğazından yeniden ameliyat olmuştur. Bu süreçte birçok
kez kendisine rapor verilen başvurucu fiilen askerlik hizmetinde bulunmamıştır.
20. Gülhane Askerî Tıp Akademisi Hastanesinin 1/7/2013 tarihli
ve 7925 sayılı raporu ile başvurucunun askerliğe elverişli olmadığı tespit
edilmiştir.
B. Ceza Soruşturması
Süreci
21. Başvurucu 25/2/2013 tarihinde zorunlu askerlik hizmetine
alınmasında ve daha sonrasında rahatsızlığı ile ilgili ihmalleri olanlar
hakkında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyetçi olmuş, ayrıca başından ve
kulağından yaralanmasından sorumlu olan kişilerin de cezalandırılmasını
istemiştir.
22. Anılan şikâyet üzerine başvurucunun 6/6/2013 tarihinde
Siverek Cumhuriyet Başsavcılığında beyanı alınmıştır. Başvurucu rahatsızlığına
ilişkin olarak askere alınması sürecinde rahatsızlığını belirtmesine rağmen
askerî yetkililerin duyarsız davrandığını ileri sürmüştür. Beyanında kendisine
yönelik fiziki saldırı olduğundan bahsetmemiş, bununla birlikte ilaçlarının
kendisine verilmediğini belirtmiştir.
23. Başvurucunun şikâyetinde belirttiği, askere alınma
sürecindeki Siverek Sağlık Ocağındaki doktor ile Siverek Askerlik Şubesinde
görevli asker ve sivil memurlar hakkında soruşturma yapmak için görevli ve
yetkili yargı yerleri farklı olduğundan dosya tefrik edilmiştir. Bu kapsamda
doktor hakkında Siverek Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma yürütürken Askerlik
Şubesindeki görevliler hakkında 7'nci Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığı
soruşturma yürütmüştür.
24. Askerî Savcılık başvurucunun şikâyetine ilişkin olarak
yaptığı soruşturmada başvurucunun beyanını almıştır. Başvurucu beyanında özetle
okur yazar olmadığı için neden verildiğini bilmediği bir formu sağlık ocağına
götürdüğünü, doktorun herhangi bir şey sormadan formu imzaladığını, burada
doktora rahatsızlığına ilişkin herhangi bir bilgi vermediğini ve askerliğe
elverişli olduğuna dair rapora da itiraz etmediğini ifade etmiştir. Başvurucu
anılan raporu aldıktan yaklaşık on gün sonra rahatsızlığına ilişkin olarak
Harran Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesinin raporunu vermediğini
hatırlayarak Askerlik Şubesine raporu verdiğini ileri sürmüştür.
25. Askerî Savcılık şikâyete ilişkin olarak alınan bilirkişi raporunu
ve bu kapsamda başvurucunun rahatsızlığına ilişkin bilgileri yetkililere
iletmediğini gözeterek Askerlik Şubesinde görevli personelin herhangi bir ihmal
ve kusuru olmadığı kanaati ile 12/11/2013 tarihinde kovuşturma yapılmasına yer
olmadığına karar vermiştir.
26. Anılan karara yapılan itiraz 2'nci Hava Kuvveti Komutanlığı
Askerî Mahkemesinin 31/1/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir.
27. Siverek Sağlık Ocağında görevli doktor hakkında Siverek
Cumhuriyet Başsavcılığı, isnat edilen suçun 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı
Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun kapsamında
kaldığı gerekçesiyle Siverek Kaymakamlığından soruşturma izni istemiştir.
28. Siverek Kaymakamlığı İl İdare Kurulunun 23/9/2014 tarihli
kararında doktor hakkında soruşturma izni verilmemesi sonucuna ulaşılmıştır.
Kurul, kararında başvurucunun muayene olmadan önce kendisinin herhangi bir
rahatsızlığının, sürekli kullandığı ilacının ve kronik rahatsızlığının olup
olmadığı sorularına olumsuz cevap verdiğini vurgulamıştır. Kararda ayrıca
başvurucunun "Askerliğe elverişlidir"
kararına itiraz etmediği hatırlatılmıştır.
29. Kurulun anılan kararına yapılan itiraz Gaziantep Bölge İdare
Mahkemesinin 16/12/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir.
C. Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde Açılan Tam
Yargı Davası Süreci
30. Başvurucu 16/7/2013 tarihli dilekçesi ile rahatsızlığına
rağmen askere alınması ve askerî yetkililerinin ihmali nedeniyle bir dizi
ameliyat geçirmek zorunda kalmasından dolayı Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde
(AYİM) maddi ve manevi tazminat istemiyle dava açmıştır.
31. Davalı Millî Savunma Bakanlığı, savunmasında somut olayda
başvurucunun da kusurunun bulunduğunu, başvurucunun epilepsi rahatsızlığına
yönelik olarak askere alım sürecinde herhangi bir belge veya rapor vermediğini,
sözlü beyanında rahatsızlığından bahsettiğinden acil sevk kapsamında
değerlendirilmeyerek rutin kontrol sevk kapsamında hastaneye sevk edildiğini
belirtmiştir. Ayrıca başvurucunun kriz geçirerek merdivenden düştüğü gün
tutulan tutanakta başvurucunun kendisine sorulan sorulara cevap verdiği,
ilaçları ile ilgili olarak kimseye bilgi vermediğini beyan ettiği ifade
edilmiştir.
32. AYİM Başsavcılığının sunduğu düşüncede öncelikle askere alım
sürecinde başvurucunun askerliğe elverişli
olduğu kararına karşı herhangi bir itirazda bulunmadığı gözetilerek
idarenin hizmet kusurundan bahsedilmesinin mümkün olmadığı belirtilmiştir. Öte
yandan başvurucunun eğitim birliğine katılışından sonra yapılan ilk
muayenesinde epilepsi rahatsızlığı nedeniyle Nöroloji Polikliniğine sevk
edilmesini müteakip beş gün süre ile sevkin sağlanmadığı hatırlatılarak
başvurucunun epilepsi gibi ciddi ve önemli rahatsızlığının katılış muayenesi
ile belirlenmiş olmasına rağmen yetkili sağlık kuruluşlarına sevk edilmemesinin
hizmet kusuru olduğu ve zararının tazmini gerektiği ileri sürülmüştür.
33. AYİM İkinci Dairesi 17/9/2014 tarihli kararıyla başvurucuya
3.000 TL manevi tazminat ödenmesine ve maddi tazminat talebinin reddine karar
vermiştir. AYİM davalı idare lehine 3.900 TL vekâlet ücretine karar vermiştir.
34. Kararın gerekçesi şöyledir:
"Dava dosyasında bulunan bilgi ve
belgeler ile davalı idare tarafından gönderilen savunma ekindeki belgelerden
anlaşılacağı üzere, davacının, askere sevkinden önce 26.09.2011 tarihinde
yapılan son yoklaması sırasında doldurduğu yükümlülere son yoklamada
uygulanacak sağlık durumu hakkında bilgi formunda, 2004 yılında tanzim edilen
%65 engelli olduğunu gösteren epilepsi rahatsızlığına ilişkin herhangi bir
bildirimde bulunmayıp, askerliğe elverişli olduğu yönündeki sağlık raporunun
kendisine tebliğini müteakip, aynı tarihte, 'rapora itiraz etmeyeceği' yönünde
beyanda bulunmuş ise de, davacı vekilinin, davacının, askere sevki sırasında
yetkili makamlara 'epilepsi' rahatsızlığını taşıdığı yönünde beyanda
bulunmasına rağmen, bu beyanları dikkate alınmamak suretiyle askere sevk
edildiği' yönündeki iddiası, davacının, askere sevkinden önce 26.09.2011
tarihinde sağlık durumu hakkında doldurduğu bilgi formundaki, Sağlık sorununuz
var mı? sorusuna "evet", herhangi bir sağlık raporunuz var mı?
sorusuna "evet", Devamlı kullandığınız bir ilaç var mı? sorusuna
"hayır" Son üç yıldır hastanede yattınız mı? sorusuna
"hayır" Sağlınızla ilgili bir endişeniz var mı sorusuna
"hayır", Geçirdiğiniz hastalıkla ilgili belgeyi ekleyiniz bölümüne
"hayır" işaretlemek suretiyle imzalı beyanda bulunması dikkate
alındığında, yukarıda belirtilen mevzuat hükümleri uyarınca davalı idarelerden
Milli Savunma Bakanlığınca davacının askerliğe elverişli olup olmadığı
konusunda diğer gerekli tetkik ve araştırmaların yapılmamasının hizmet kusuru
teşkil ettiği, davacının askere katılır katılmaz yapılan katılış muayenesinde
rahatsızlığının tespit edilmesi, hastaneye sevkine karar verilmesi, hastaneye
sevkine karar verilmesiyle hastaneye sevki arasındaki sürenin kısalığı, araya
30 Ağustos Zafer Bayramının girmesi, rahatsızlığının nitelik ve mahiyeti
dikkate alındığında arada geçen sürenin makul bir süre olup hizmet kusuru
teşkil edip zarara neden olacak bir süre olmadığı, rahatsızlığı ile ilgili ilaç
kullandığına ilişkin bir beyanı bulunmayan davacıya birlik komutanlığınca
rahatsızlığın tespit edildiği andan itibaren gerekli yardımların yapıldığı,
hastanede yanına uzman erbaş statüsünde bir refakatçi verildiği, bu durumda
askere alınmaması gerekirken alınan davacının zararlarının hizmet kusur ilkesi
gereğince karşılanması gerektiği, bu açıklamalar ışığında maddi tazminat
istemine ilişkin yapılan incelemede, davacının askere gelmeden önce ve terhis
edildikten sonra çalıştığına ilişkin bir belge bulunmadığı, askere katılır
katılmaz rahatsızlığının tespit edilerek gerekli işlemlerin yapılarak hava
değişimine gönderildiği, fiilen askere alınması nedeniyle kazanç kaybına
uğrayacak bir süre askerlik yapmadığı, daha sonra hava değişiminde iken sevk
edildiği Hastanelerde yol gideri ve refakatçi gideri altında harcama yaptığına
ilişkin bir belge ibraz edilmediği, gerek bu giderlerin gerekse dava
dilekçesinde belirtilen diğer giderlerin dava konusu işlem ve eylemden
kaynaklanmadığı, epilepsi hastası olduğuna ve ilaç kullandığına dair bildirimde
bulunduğunu gösteren bir kayıt veya beyanına rastlanılmayan, 22.08.2012
tarihinde acemi eğitimi amacıyla birliğine sevk edilen, acemi birliği olan
6'ncı J.Komd.Eğt.A.K.lığına 26.08.2012 tarihinde
katılışından bir gün sonra 27.08.2012 tarihinde Giriş Muayenesi yapılarak
Epilepsi tanısıyla Nöroloji Polikliniğine sevki uygun görülerek sevk işlemi
başlatılan, 02.09.2012 Günü Saat 07:15 uralarında
epilepsi krizi geçirmesi üzerine acil sağlık sevki gerçekleştirilen, yukarıda
sıralanan sağlık safahatının sonunda Gülhane Tıp Akademisi Hastanesinin 7925
sayılı raporu ile 23/B/3.12/B/2, "Askerliğe Elverişli Değildir "
raporu verilerek terhis edildiği davacının askerlik hizmetinde geçen süresinin
hemen hemen tamamına yakınının sağlık kuruluşlarında veya hava değişiminde
geçtiği davacı askere alınmasa da aynı sağlık süreçlerinin yaşayacağı dikkate
alındığında davalı idarenin hizmet kusuru neticesinde maddi bir zarara
uğramadığı, Siverek As.Ş.Bşk.lığı personeli hakkında
yapılan şikâyetlerin ve iddiaların da tüm ayrıntıları ile 7'nci Kor.K.lığı As.Svc.Iığınca
incelendiği ve 12.11.2013 tarihinde KYOK verildiği bu nedenle davacının maddi
tazminat isteminin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
Anayasanın 72 nci
maddesi gereğince ödev olmasının yanında, aynı zamanda bir hak olan askerlik
hizmetinin, Türk gelenek ve göreneklerine göre de her Türk erkeğinin yapması
gereken onurlu bır görev olduğu, ancak bu hususun
sağlık yönünden bir problemi olmayanlar için geçerli olduğu, sağlığı
elvermediği halde askerlik yükümlülüğünü çok kısa bir süre de olsa yerine
getirmek zorunda kalan davacıya, olay sebebiyle duyduğu acı ve ıstırabını
kısmen de olsa karşılayabilmek amacıyla olayın meydana geliş şekli ve tarihi,
paranın alım gücü ve işletilecek yasal faiz dikkate alınarak askere sevk tarihi
olan 22.08.2012 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte uygun
miktarda manevi tazminat verilmesi kabul edilmiştir."
35. Başvurucunun AYİM İkinci Dairesinin kararına karşı karar
düzeltme talebi aynı Dairenin 3/6/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
36. Başvurucu yukarıda belirtilen süreçlerin her birinin
kesinleşmesinden sonra süresinde 5/3/2014, 30/5/2015 ve 29/9/2015 tarihlerinde
bireysel başvuruda bulunmuştur. Bu başvurular 2015/2917 numaralı başvuruda
birleştirilmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
37. 4/7/1972 tarihli ve (mülga) 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi Kanunu’nun 43. maddesi şöyledir:
“İdari
eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde
dava açmadan önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle
öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren
beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini
istemeleri lazımdır. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu
konudaki işlemin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği
takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı
davası açabilirler.
Görevli olmayan adli yargı mercilerine açılan
tam yargı davasının görevden reddi halinde sonradan Askeri Yüksek İdare
Mahkemesine açılan davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı
aranmaz.”
38. (Mülga) 1602 sayılı Kanun’un 46. maddesinin dördüncü
fıkrasına eklenen ve 30/4/2013 tarihi itibarıyla yürürlüğe giren cümle
şöyledir:
"Ancak,
tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul
kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek
suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına
ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ
edilir."
39. (Mülga) 1602 sayılı Kanun’un 63. maddesi şöyledir:
“Daireler ve Daireler Kurulu kararları kesin olup,
kesin hükmün bütün hukuki sonuçlarını hâsıl eder. Bu kararlar aleyhine, ancak
bu kanunda yazılı kanun yollarına başvurulabilir.
Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin esasa ve
yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, altmış
gün içinde işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur.
Mahkeme ilamlarının icaplarına göre eylem ve
işlem tesis etmeyen idare aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde tam yargı
davası açılabilir.
Tam yargı davaları hakkındaki kararlar, genel
hükümler dairesinde infaz ve icra olunur.”
40. 2/11/2011 tarihli ve 28103 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli
İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde
Kararname’nin (KHK) “Davalardaki temsilin
niteliği ve vekâlet ücretine hükmedilmesi ve dağıtımı” kenar
başlıklı 14. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1)
Tahkim usulüne tabi olanlar dâhil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin
vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat
müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve
duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar
tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre
hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekâlet ücreti takdir
edilir.”
B. Uluslararası Hukuk
41.Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre yaşam hakkı
kapsamındaki pozitif yükümlülükler, askerlik hizmetini yerine getiren kişilerin
sağlıklarının ve iyilik hâllerinin korunması ile bu kişilere gerekli tıbbi
bakımın sağlanmasını gerekli kılar. AİHM'e göre yetkili makamlar, askerlik
hizmeti sırasında gerçekleşen her türlü yaralanma ve ölüm olayına ilişkin makul
bir açıklama sunma yükümlülüğü altındadır (Metin
Gültekin ve diğerleri/Türkiye, B. No: 17081/06, 6/10/2015, §§ 32,
33; Beker/Türkiye, B. No: 27866/03, 24/3/2009, §§
41-43).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
42. Mahkemenin 23/1/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kişinin Maddi ve
Manevi Varlığını Koruma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
43. Başvurucu; epilepsi hastası olduğuna dair sağlık kurulu
raporunu sunmasına rağmen askere alındığını, askerlik görevini sürdürürken
düzenli olarak kullanması gereken ilaçlarının dört gün süreyle temin
edilememesi nedeniyle bilinci kapalı şekilde hastaneye kaldırıldığını, on bir
gün yoğun bakımda kaldığını, yedi kez ameliyat geçirdiğini, bilinci kapalı
olduğu sırada kötü muamele gördüğünü düşünmesine neden olacak şekilde vücudunda
yaralanmaların bulunduğunu, askerî yetkililer hakkında yaptığı şikâyete ilişkin
soruşturmanın etkili, tarafsız ve bağımsız bir şekilde yürütülmeyerek
kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini, doktor hakkında soruşturma izni
verilmemesi işlemine karşı açtığı davanın reddedildiğini, AYİM'de
açtığı tazminat davasının kısmen reddedildiğini belirterek Anayasa'nın 17.,
35., 36. ve 40. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini
iddia etmiştir.
2. Değerlendirme
44. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” kenar başlıklı 17.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddî
ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
45.Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Devletin temel amaç ve
görevleri, … kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; ...
insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya
çalışmaktır."
46. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
47. Başvurucunun kişinin maddi ve manevi varlığını koruma
hakkının ihlal edildiği iddiasının iki ayrı temelde değerlendirilmesi
gerekmektedir. Bunlardan ilki başvurucunun zorunlu askerlik hizmetine alınma
sürecinde ve sonrasında epilepsi rahatsızlığının gözetilmesi ile gerekli
tedavinin sağlanmasında ihmal gösterildiği iddiasıdır. Diğeri ise başvurucunun
bilinci kapalı olduğu sırada kötü muamele görmüş olduğunu düşündüren
yaralanmaların bulunduğu iddiasıdır. Başvurucu bu hususları Siverek Cumhuriyet
Başsavcılığına verdiği dilekçede dile getirmiştir.
48. Başvurucu, kötü muameleden kaynaklanabilecek yaralanma
iddiasına yönelik olarak şikâyet dilekçesinde bazı hususları dile getirmekle
birlikte Cumhuriyet Başsavcılığına ve 7'nci Kolordu Komutanlığı Askerî
Savcılığına verdiği beyanlarda bu konuda herhangi bir iddiada bulunmamıştır
(bkz. § 24). Ayrıca olay günü tutulan tutanakta(bkz. §
14) başvurucunun epilepsi krizi geçirmesi nedeniyle merdivenden düştüğü ve
kafasını yere çarptığı açık bir şekilde belirtilmiştir. Başvurucunun bu süreçte
Cumhuriyet Başsavcılığı ve Askerî Savcılıkta verdiği beyanında askerî
yetkililerin kasten gerçekleştirdiği kötü muameleden bahsetmediği ve olay
tutanağı gözetildiğinde yeterli dayanağı olmadığından başvurucunun vücudundaki
yaraların kötü muameleden kaynaklandığı iddiaları ayrıca değerlendirilmemiştir.
49. Öte yandan başvurucunun askerî yetkililerin ihmalinden
kaynaklanan epilepsi rahatsızlığı temelindeki kötü muamele yasağının ihlali
iddiaları, Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin
maddi ve manevi varlığının korunması hakkı kapsamında incelenmiştir. Bu
bağlamda başvurucunun, davalı idare lehine yüksek vekâlet ücretine
hükmedilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği iddiası dışındaki tüm
iddialarının Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında incelenmesi gerektiği
değerlendirilmiştir.
a. Genel İlkeler
50. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmektedir. Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi
varlığının bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel
kişilerin eylemlerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, §
40).
51.Bu çerçevede devletin egemenlik alanında yaşayan ve kontrolü
altında bulunan kişilerin maddi ve manevi varlıklarına yönelen fiilleri önleme,
önlenememiş olan eylemlere yönelik olarak da gerekli soruşturma, kovuşturma,
failleri tespit edip cezalandırma ve gerektiğinde bundan doğan zararları etkili
bir şekilde bizzat karşılama veya sorumlularına karşılatma yükümlülüğü
bulunmaktadır. Kişilerin vücut bütünlüğüne yapılan bir eylemden doğan zararlara
yönelik etkili bir tazminin sağlanamadığı ve bu çerçevede devletin, Anayasa’nın
17. maddesinden doğan koruma yükümlülüğünü yerine getirmediği durumlarda
kişinin vücut bütünlüğünün korunduğundan söz edilemez (Özkan Şen, § 40; Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 37).
52. Söz konusu pozitif yükümlülük sağlık alanında yürütülen
faaliyetleri de kapsamaktadır. Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde devletin “herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde
sürdürmesini sağlamak … amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp
hizmet vermesini” düzenleyeceği ve bu görevini kamu ve özel
kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek
yerine getireceği kurala bağlanmıştır (İlker
Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).
53. Etkili yargısal koruma sağlamada mağdurların kendi insiyatifleri ile hukuk veya idare mahkemesinde açtıkları
dava yollarının sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp bu yolun
uygulamada fiilen de etkili olması ve başvurulan makamın ihlal iddiasının özünü
ele alma yetkisine sahip bulunması gereklidir. Başvuru yolunun ancak bir hak
ihlali iddiasını önleyebilmesi, devam etmekteyse sonlandırabilmesi veya sona
ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilmesi ve bunun için uygun bir giderim
sunabilmesi hâlinde etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir (Tahir Canan, § 26; Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, §
39).
54. Diğer taraftan bu yöndeki pozitif yükümlülüğünün sonuç
yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması yükümlülüğü olması, her davada
başarılı olunması veya mağdurların olaylarla ilgili beyanlarıyla bağdaşan bir
sonuca varılması gerektiği anlamına gelmemektedir. Bununla beraber kural olarak
dava, olayın gerçekleştiği koşulları belirleyecek ve iddiaların doğruluğunun
kanıtlanması hâlinde sorumlularının tespit edilerek uygun telafi imkânlarını
sağlayacak nitelikte olmalıdır (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 45; Hilmi Düzgüner, B.
No: 2014/9690, 11/5/2017, § 50).
55. Anayasa Mahkemesi için bu noktada önemli olan husus,
yürürlükteki yargısal sistemin ihmale yönelik davranışlar ve tıbbi hatalar
nedeniyle maddi ve manevi varlığa yapılan eylemlerden doğan sorumluluğu hiçbir
durumda belirsizlik içinde bırakmamasıdır. Bu, toplumun güvenini korumak ve
hukuk devletinin benimsenmesini sağlamak amacıyla gereklidir. Anayasa
Mahkemesinin bu noktadaki görevi -ihlallerin önlenmesinde oynaması gereken
rolün zayıflatılmaması için- derece mahkemelerinin Anayasa'nın 17. maddesi ile
öngörülen dikkatli ve özenli inceleme şartını ne ölçüde yerine getirdiğini
incelemektir (Aysun Okumuş ve Aytekin Okumuş,
B. No: 2013/4086, 20/4/2016, § 72; Perihan
Uçar ve diğerleri, B. No: 2013/5860, 1/12/2015, § 57; Hilmi Düzgüner, §
51).
56. Öte yandan idari makamlar ve derece mahkemeleri tarafından
başvurucular lehine bir tedbir ya da kararın alınması suretiyle ihlalin tespit
edilmesi ve verilen karar ile bu ihlalin uygun ve yeterli biçimde giderilmesi
hâlinde ilgili tarafın artık anayasal açıdan mağdur olduğu ileri
sürülemeyecektir. Bu iki koşul yerine getirildiği takdirde bireysel başvuru
mekanizmasının ikincil niteliği dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin inceleme
yapmasına gerek kalmayacaktır. Bu kapsamda Anayasa’nın 17. maddesine ilişkin
şikâyetler açısından, gerektiğinde yürütülecek kapsamlı bir ceza soruşturmasını
müteakip yapılan ve makul bir tazminata hükmedilmesi ile sonuçlanan idari dava
yolu, mağdur sıfatını ortadan kaldırabilecek etkili bir başvuru yoludur (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No:
2012/752, 17/9/2013, §§ 61, 74; Sadık Koçak
ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 83).
57. Mağdur sıfatının ortadan kalkması, özellikle ihlal edildiği
ileri sürülen hakkın niteliği ve ihlali tespit eden kararın gerekçesi ile bu
kararın ardından ilgili açısından uğradığı zararların varlığını devam ettirip
ettirmediğine bağlı bulunmaktadır. Başvuruculara sunulan telafi imkânının uygun
ve yeterli olup olmadığı kararı, söz konusu temel hak ve özgürlüğün ihlalinin
niteliği gözönünde bulundurularak dava koşullarının
tamamının değerlendirilmesi sonucunda verilebilecektir. Bu çerçevede bir
başvurucunun mağdur sıfatı, Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet ettiği durum için
aynı zamanda idari veya yargısal bir kararla kendisine ödenmesine karar verilen
tazminata da bağlı olabilecektir (Sadık
Koçak ve diğerleri, § 84).
b. İlkelerin Olaya
Uygulanması
58. Başvuru konusu olayda başvurucu, zorunlu askerlik hizmeti
kapsamında son yoklaması için Siverek Askerlik Şubesine başvurmuş, epilepsi
hastası olmasına rağmen ilk muayenesinde askerliğe elverişli olduğu kabul
edilmiş ve eğitim birliğine sevk edilmiştir. Başvurucuya eğitim birliğine
katılış muayenesinde epilepsi tanısı konulmuş ve nöroloji polikliniğine sevki
yapılmıştır. Ancak başvurucu, polikliniğine gidemeden epilepsi krizi
geçirmiştir. 23/8/2012 tarihinde birliğine katılan başvurucu dokuz gün sonra
2/9/2012 tarihinde kriz geçirerek hastaneye yatırılıp yoğun bakımda tedavi
görmüş ve bir dizi ameliyat geçirmiştir.
59. Başvurucu yaşadığı sağlık sorunları nedeniyle şikâyetçi
olmuştur. Bunun üzerine Siverek Cumhuriyet Başsavcılığı ve 7'nci Kolordu
Komutanlığı Askerî Savcılığında başvurucunun askere alınması sürecinde ihmali
olabilecek görevliler hakkında soruşturma yapılmış ve sonuç olarak takipsizlik
kararı verilmiştir.
60. Somut olayın gelişimi açısından başvurucunun epilepsi krizi
geçirmesi ve bu nedenle bazı sağlık sorunları yaşamasında idarenin ve/veya kamu
görevlilerinin doğrudan müdahalesinden bahsetmek mümkün değildir. Dolayısıyla
Anayasa Mahkemesi tarafından yapılacak değerlendirme zorunlu askerlik hizmeti
nedeniyle devletin kontrol ve denetimi altında bulunan başvurucunun
rahatsızlığına karşı devletin bu sağlık sorunlarının gerçekleşmemesine yönelik
öngörülebilir tedbirleri alıp almadığı ve müdahale sonrası mağduriyetin
giderilmesine yönelik etkili yargısal sistem kurma yükümlülüğünün sağlanıp
sağlanamadığı ile sınırlıdır.
61. Başvurucunun Siverek Askerlik Şubesine son yoklama için
gittiğinde rahatsızlığına ilişkin herhangi bir beyanda bulunup bulunmadığı
hususu tartışmalıdır. Başvurucu çelişkili beyanlarda bulunmakla birlikte Askerî
Savcılığın kararına esas olan beyanında rahatsızlığına ilişkin belgeleri
vermeyi unuttuğunu ancak ilk kez muayene edildikten on gün sonra bu belgeleri
Askerlik Şubesine verdiğini belirtmiştir (bkz. § 24). Bu bağlamda başvurucuya
rahatsızlığına ilişkin gerekli belgeleri sunma fırsatı verilmediğinden veya
zamanında sunulan belgelerin gereği gibi incelenmediğinden bahsetmek mümkün
değildir.
62. Öte yandan başvurucu, eğitim birliğine katılması sırasında
yapılan muayenesinde epilepsi hastası olduğunu belirtmiştir (bkz. § 13). Bunun
üzerine gerekli tedavi işlemlerinin yapılması için başvurucunun nöroloji
polikliniğine sevk edilmesi uygun görülmüş, ancak yaklaşık on gün sonra henüz
sevk gerçekleşmeden başvurucu kriz geçirmiş ve merdivenden düşerek
yaralanmıştır.
63. AYİM idarenin hizmet kusurunun herhangi bir maddi zarara yol
açmadığını kabul etmiştir. AYİM değerlendirmesinde başvurucunun refakat
işlemleri nedeniyle yapılan masraflara ilişkin herhangi bir belge sunulmamasını
dikkate almış; öte yandan uğradığı manevi zararı karşılığında başvurucu lehine
3.000 TL tazminata hükmetmiştir.
64. Belirlenen tazminat miktarları ile davanın koşulları ve
başvurucunun uğradığı zararlar arasında açık bir orantısızlık bulunmadığı
görülmektedir. Sonuç olarak AYİM İkinci Dairesinin kararında bariz takdir
hatası veya açık bir keyfîlik tespit edilmediğinden
Anayasa Mahkemesinin manevi tazminat miktarının belirlenmesi konusunda AYİM'in takdir yetkisine müdahalesi söz konusu olamaz (Özkan Şen, § 45; Sadık Koçak ve diğerleri, § 87).
65. Bu durumda başvuru konusu olayda, kişinin maddi ve manevi
varlığını koruma yükümlülüğüne ilişkin şikâyetler açısından, ihlalin tespit
edildiği ve takdir edilen ölçüler çerçevesinde makul bir tazminata hükmedildiği
bir idari dava yolu bulunmakta olup başvurucunun mağdur sıfatı ortadan
kalkmıştır.
66. Açıklanan gerekçelerle yaşam ile maddi ve manevi varlığı
koruma yükümlülüğü yönünden başvurucunun
mağdur sıfatının kalktığı anlaşıldığından başvurunun bu bölümünün
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Mahkemeye Erişim
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
67. Başvurucu, davanın reddedilmesi neticesinde idare lehine
3.900 TL vekâlet ücreti ödemeye mahkûm edilmesinin ve karar düzeltme başvurusu
nedeniyle hakkında para cezasına hükmedilmesinin mahkemeye erişim hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
68. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen
veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka ifadeyle mahkeme
kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını
ihlal edebilir (Özkan Şen, § 52).
69. Taraflardan birinin yargılamadaki başarı oranına göre
kazanılan veya kaybedilen değer oranında lehine veya aleyhine mahkeme
masraflarını ödemesine hükmedilmesine yönelik düzenlemeler mahkemeye erişim
hakkına müdahale oluşturmakta ise de abartılı, zorlama veya ciddiyetten yoksun
talepleri disipline etmeye yönelik orantılı müdahaleler meşru görülebilir.
Ancak bu sınırlamaların hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte, meşru bir
amaca dayalı ve kullanılan aracın sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu
yararının gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil
dengeyi bozacak şekilde birey aleyhine katlanılması zor külfetler yüklememiş
olması gerekir (Özkan Şen, §§ 61,
62).
70. Dava sonucundaki başarıya dayalı olarak taraflara avukatlık
ücreti ödeme yükümlülüğü öngörülmesi de bu kapsamda mahkemeye erişim hakkına
yönelik bir sınırlama oluşturur. Böyle bir sınırlamanın meşru görülebilmesi
için kamu yararı ile birey hakkı arasında makul bir dengenin gözetilmiş olması
gerekir. Başvuru konusu olayda dava açıldıktan sonra 2/11/2011 tarihinde
yayımlanarak yürürlüğe giren 659 sayılı KHK ile idarenin taraf olduğu davaların
idarenin bünyesinde görev yapan kadrolu hukuk müşavirleri ve avukatlar
tarafından takibi öngörülmüş olup davanın reddi hâlinde idare lehine avukatlık
ücretine hükmedilmesi düzenleme altına alınmıştır. Gereksiz başvuruların
önlenerek dava sayısının azaltılması ve böylece mahkemelerin gereksiz yere
meşgul edilmeksizin uyuşmazlıkları makul sürede bitirebilmesi amacıyla
başvuruculara belli yükümlülükler öngörülebilir. Bu yükümlülüklerin kapsamını
belirlemek, kamu otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen
yükümlülükler dava açmayı imkânsız hâle getirmedikçe ya da aşırı derece
zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği söylenemez.
Dolayısıyla davayı kaybetmesi hâlinde başvurucuya yüklenecek olan avukatlık
ücreti bu çerçevede değerlendirilmelidir (Serkan
Acar, §§ 38, 39).
71. Buna karşılık bir hukuki uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyan
başvurucuların reddedilen dava konusu miktar üzerinden hesaplanan avukatlık
ücretini karşı tarafa ödemeye mahkûm edilmeleri ihtimali veya olgusu, belirli
dava koşulları çerçevesinde mahkemeye başvurmalarını engelleme ya da mahkemeye
başvurmalarını anlamsız kılma riski taşımaktadır. Bu kapsamda davanın özel
koşulları çerçevesinde masrafların makullüğü ve orantılılığı, mahkemeye erişim
hakkının asgari sınırını teşkil etmektedir (Özkan
Şen, § 54).
72. Başvurucunun 16/7/2013 tarihinde AYİM’e
açtığı davada, uğradığı zarar için 20.000 TL maddi ve 100.000 TL manevi
tazminat talebinde bulunduğu anlaşılmaktadır. AYİM, başvurucunun talebini
kısmen kabul kısmen reddettikten sonra başvurucunun reddedilen fazlaya ilişkin
tazminat talepleri üzerinden davalı idare lehine 3.900 TL vekâlet ücreti
ödemesine karar vermiştir.
73. Tazminat alacağının miktarı, ancak bilirkişi incelemesi ve
benzeri araştırmalardan sonra mahkemenin takdir yetkisi çerçevesinde
belirlenebilen bir olgudur. Tazminat müessesesinin bu özelliği gereği, hak
kazanılan tazminat miktarının dava açılmadan önce tam olarak bilinmesi veya
öngörülmesi mümkün değildir (Özkan Şen,
B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 56; İbrahim
Can Kişi, B. No: 2012/1052, 23/7/2014, § 38). Bu nedenle tazminat
miktarının tam olarak hesaplanabilir olmadığı durumlarda başvurucuların sırf
dava dilekçesinde talep ettikleri miktarın yüksek olması nedeniyle aşırı bir
harç külfeti altına sokulmaları halinde mahkemeye erişim hakkı ihlal
edilebilir. Dolayısıyla tazminat miktarının ancak bilirkişi incelemesi ve
benzeri yöntemlerle hesaplanmasının gerektiği durumlarda bireylerin mahkemeye
erişim hakkından tam olarak yararlanmalarının temin edilebilmesi için tazminat
miktarının henüz hesaplanabilir olmadığı dönemde harç hususunda davacılara
belli ölçüde esneklik sağlayan mekanizmaların oluşturulması gerekebilir. Bu
bağlamda tazminat miktarının ıslah yoluyla artırılması imkanının getirilmesi
davacıların aşırı harç yükü ile karşılaşmalarını önlemeye elverişli bir
mekanizma olduğu söylenebilir.
74. Askeri idari yargıda 30/4/2013 tarihinden önce tazminat
miktarının ıslah yoluyla artırılması mümkün değildi. Bu nedenle Anayasa
Mahkemesi 1602 sayılı Kanun'da, talep edilen tazminat miktarının sonradan ıslah
yoluyla artırılmasının mümkün bulunmadığı 30/4/2013 tarihinden önceki dönemde
askeri idari yargıda açılan davalarda davacılar aleyhine hükmedilen vekalet
ücretinin ölçüsüz olması durumunda mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine
hükmetmiştir (birçok karar arasından bkz. Özkan
Şen, §§ 47-67; İbrahim Can Kişi,
§§ 28-45).
75. Somut olayda ise başvurucunun tam yargı (tazminat) davasını
açtığı 16/7/2013 tarihi itibarıyla yürürlükteki usul hükümlerinde, dava
dilekçesinde belirtilen talep konusu miktarın sonradan ıslah yoluyla
değiştirilmesini öngören düzenleme ile dava sonucunda haksız çıkan davacının,
her hâlükârda davalı idare lehine reddedilen miktar üzerinden nispi avukatlık
ücreti ödemesini gerektiren düzenlemenin yürürlükte olduğu anlaşılmaktadır.
Başvurucunun dava dilekçesinde tazminat talebini düşük tutmak suretiyle daha az
harç yükü ile karşı karşıya kalması mümkündü. Mahkeme tarafından bilirkişi
incelemesi yoluyla tespit edilecek zarar tutarına göre, başvurucunun talep
ettiği tazminat miktarını ıslah yoluyla artırması imkan
dahilinde bulunduğundan tazminat talebinin başta düşük tutulmasının başvurucu
aleyhine önemli bir dezavantaj oluşturmadığı açıktır. Başvurucunun kendi özgür
iradesiyle, bu yolu tercih etmediği, diğer bir ifadeyle ilk dava dilekçesinde
tazminat tutarını düşük tutmadığı gözetildiğinde başvurucu aleyhine hükmedilen
vekalet ücretinin mahkemeye erişim hakkına yönelik ölçüsüz bir müdahale teşkil
etmediği değerlendirilmiştir.
76. Somut olayda hükmedilen vekalet ücretinin gözetilen meşru
amaç ile korunmak istenen hak açısından orantılı olduğu ve başvurucu üzerinde
ağır bir yük oluşturmadığı görüldüğünden mahkemeye erişim hakkına yönelik bir
ihlal olmadığının açık olduğu anlaşılmaktadır.
77. Açıklanan gerekçelerle, başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Bağımsız ve Tarafsız
Mahkemede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
78. Başvurucu, yapısı ve bünyesindeki hakim
olmayan subaylar nedeniyle AYİM’in bağımsız ve
tarafsız olmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
79. Başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, temel
haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık
olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular
açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Hikmet
Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013,
§ 24).
80. Anayasa Mahkemesi tarafından bu konu daha önce incelenirken
belirtildiği üzere AYİM’in oluşumu, statüsü ve görevleri
Anayasa ve ilgili kanunda hüküm altına alınmıştır. AYİM’e
atanan askerî hâkimlerin bağımsızlığının Anayasa ve ilgili kanun hükümleri ile
garanti altına alındığı, atanma ve çalışma usulleri yönünden askerî hâkimlerin
bağımsızlıklarını zedeleyecek bir hususun bulunmadığı, kararlarından dolayı
idareye hesap vermek zorunda olmadıkları, ayrıca disipline ilişkin konuların
AYİM Yüksek Disiplin Kurulunca incelenip karara bağlandığı görülmektedir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134,
16/5/2013, § 29). Diğer yandan sınıf subayı üyelerinin en fazla dört yıllık bir
süre ile görev yapmaları, disiplin konularında yukarıda bahsedilen Disiplin
Kuruluna tabi kılınmaları, görev süreleri içinde idari veya askerî yetkililerce
herhangi bir değerlendirmeye tabi tutulmamaları bu subayların idareye karşı
bağımsızlıklarını güçlendirmiştir.
81. Açıklanan gerekçelerle AYİM'in
bağımsız ve tarafsız olmadığına ilişkin bir husus saptanmadığından başvurunun
bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
D. Hükmün Denetlenmesini
Talep Etme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
82. Başvurucu kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karara yapılan
itirazın Askeri Mahkeme tarafından duruşma açılmadan dosya üzerinden inceleme
yapılarak karara bağlanması nedeniyle hükmün denetlenmesini talep etme hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
83. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrasında “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir” hükmüne yer verilmiştir.
84. Anayasa Mahkemesi, somut norm denetiminde verdiği 27/12/2018
tarihli ve E.2018/71, K.2018/118 sayılı kararıyla hükmün denetlenmesini talep etme hakkının Anayasa'nın 36.
maddesinde düzenlenen hak arama hürriyeti ile güvence altına alındığına
hükmetmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:
"5. Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen
hak arama hürriyeti, yargılama usulüne ilişkin güvencelerle hakkaniyete uygun
yargılama yapılmasını hedefleyen ve demokratik toplumda vazgeçilmez nitelikte
olan adil yargılanma hakkını da kapsayan geniş bir içeriğe sahiptir.Bu bağlamda hak arama hürriyetinin mahkeme
tarafından verilen hükmün bir başka yargı mercii tarafından denetlenmesini
talep etme hakkını da içerip içermediğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
Anayasa Mahkemesinin önceki kararları incelendiğinde, anılan hakkın Anayasa’da
güvence altına alınıp alınmadığı hususuna ilişkin olarak meselenin farklı
kavramlar altında tartışıldığı ve farklı sonuçlara ulaşıldığı görülmektedir. Bu
yönüyle de içtihadın netleştirilmesine ihtiyaç bulunmaktadır.
6. Hak arama, kişinin maddi ve manevi
varlığını geliştirme hakkı ve insan onuru kavramıyla yakından ilgilidir. Bu
nedenle demokratik hukuk düzenlerinde hakların korunmasını ve hak ihlallerinin
giderilmesini temin edebilecek 'hukuki yollar' öngörülmüştür. Nitekim Anayasa
Mahkemesi de kararlarında hak arama hürriyetinin hukuk devletinin başlıca
ölçütü ve demokrasinin vazgeçilmez koşullarından biri olduğunu ifade etmiştir
(AYM, E.1991/2, K.1991/30, 19/9/1991). Bu doğrultuda Anayasa’nın 40. maddesinde
hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkesin, 'yetkili makama geciktirilmeden
başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahip' olduğu belirtilmiştir.
Anayasa’nın 74. maddesinde düzenlenen yasama organına dilekçe verme hakkı ile
bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakları da anayasal güvence altına
alınan hak arama yolları arasındadır.
7. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan yargı mercileri önünde hak arama hürriyeti, hakların korunmasını amaç
edinen vazgeçilmez meşru yöntemlerin başında gelmektedir. Anayasa’daki temel
hakların korunmasında önemli bir teminat olan yargısal hak arama yolu, hakların
korunmasında en etkili ve güvenceli yoldur.
8. Hak arama hürriyetinin kapsamının
belirlenmesinde, adalet ve hukuk devleti gibi temel anayasal ilkelerin de göz
önünde bulundurulması gerekir. Bu doğrultuda hak arama hürriyetinin amacının
hak ihlalinin önlenerek kişiye hakkının teslim edilmesi ve adaletin tesisi
olduğu söylenebilir. Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma
hakkı, kanunun açıkça hatalı veya keyfi uygulanmasına ilişkin istisnalar dışında,
yargılama sonucunda verilen hükmün adil olup olmadığı veya hukuki açıdan
isabetli olup olmadığı hususlarını içermemektedir. Bu itibarla adil yargılanma
hakkının davanın taraflarına sağladığı tüm usul güvencelerine uyulmuş olsa bile
yargılama sonucunda verilen hükmün hatalı olması mümkündür. Diğer bir ifadeyle
adil yargılanma hakkının güvencelerine riayet edilmiş olsa da hâkimin gerek
maddi vakıaların değerlendirilmesinde gerekse hukuk kurallarının uygulanmasında
yanılgıya düşmesi ve buna bağlı olarak hukuka aykırı hüküm vermesi söz konusu
olabilmektedir. Böyle kararlara ilgililerin veya toplumun katlanmasını istemek
adalete olan güveni sarsar ve hukuk devletini zedeler. Bu nedenle hak arama
hürriyetinden yararlanılabilmesi bakımından adil ve isabetli olmadığı düşünülen
bir hükmün başka bir yargı mercii tarafından denetlenmesi bir gereklilik olarak
ortaya çıkmaktadır. Anayasamız açısından bu gereklilik, özel olarak düzenlenen
hak arama hürriyetinin kapsamı ve mahiyetinden kaynaklanmaktadır.
9. Anayasa’nın 154. ve 155. maddelerinin de
mahkeme kararlarının kural olarak denetlenmesi gerektiği düşüncesiyle
düzenlendiği anlaşılmaktadır. Anayasa’nın 154. maddesinin birinci fıkrasının
ilk cümlesinde 'Yargıtay, adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli
yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir' kuralına
yer verilmiştir. Aynı şekilde Anayasa’nın 155. maddesinin birinci fıkrasının
ilk cümlesinde de 'Danıştay, idare mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir
idari yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir'
denilmektedir. Anayasa koyucunun bu kurallarla Yargıtay ve Danıştayın
varlığını anayasal güvence altına aldığı ve anılan yüksek mahkemeleri kural
olarak ilk derece adli ve idari yargı mercilerince verilen karar ve hükümlerin
son inceleme mercii olarak görevlendirdiği anlaşılmaktadır. Ancak bu maddelerde
adli ve idari yargı mahkemelerince verilen hükümlerin denetlenmesi görevinin
anılan yüksek mahkemelere verilmemesi hâlinde de bu görevin başka yargı
mercilerine bırakılması gerektiğinin öngörülmesiyle Anayasa koyucunun ilk
derece mahkemesince verilen karar ve hükümlerin kural olarak bir başka yargı
mercii tarafından denetlenmesi gerekliliğini kabul ettiği sonucuna
ulaşılmaktadır.
10. Anayasa’nın 36., 154. ve 155. maddeleri
birlikte değerlendirildiğinde Anayasa’nın mahkemelerce verilen hükmün bir başka
yargı mercii tarafından denetlenmesini talep etme hakkını Anayasa’nın 36.
maddesinde düzenlenen hak arama hürriyeti kapsamında güvenceye kavuşturduğu görülmektedir.
11. Diğer taraftan yargılamanın konusu ceza
mahkûmiyeti olduğunda mahkeme kararlarının denetlenmesi ihtiyacı daha da önem
kazanmaktadır. Nitekim uluslararası sözleşmelerde de hükmün denetlenmesinin bir
hak olarak tanındığı görülmektedir. Türkiye’nin de taraf olduğu Sözleşme’ye ek 7 No.lu Protokol’ün 2. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının birinci cümlesinde 'Mahkeme tarafından ceza gerektiren bir
suç nedeniyle mahkûm edilen herkes, mahkûmiyetinin veya hükmolunan cezanın
yüksek bir mahkeme tarafından yeniden incelenmesini sağlama hakkına sahiptir'
denilmek suretiyle ceza mahkemesince verilen mahkûmiyet ve cezaların
denetlenmesini talep hakkı güvenceye bağlanmıştır. Yine Türkiye’nin taraf olduğu
Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 14. maddesinin (5) numaralı
fıkrasında da “Bir suçtan hüküm giyen herkes, mahkumiyet
ve cezanın yasalara uygun olarak daha yüksek bir yargı organınca yeniden
incelenmesi hakkına sahip olacaktır” biçiminde benzer bir kurala yer
verilmiştir.
"
85. Anayasa Mahkemesi anılan kararında Anayasa’nın 36.
maddesinde düzenlenen hak arama hürriyeti kapsamındaki hükmün denetlenmesini talep etme hakkının,
kişinin aleyhine verilen bir hükmün başka bir yargı mercii tarafından gözden
geçirilmesini ve denetlenmesini isteyebilmesini teminat altına aldığını
belirtmiştir (AYM, E.2018/71, K.2018/118, 27/12/2018, § 12).
86. Anılan kararda, ayrıca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
(Sözleşme) ülkemizin de taraf olduğu ek 7 No.lu Protokol’ünün 2. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının birinci cümlesiyle ceza mahkemesince verilen mahkûmiyet ve
cezaların denetlenmesini talep etme hakkının güvenceye bağlandığı ve yine
ülkemizin taraf olduğu Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 14.
maddesinin (5) numaralı fıkrasında da “Bir
suçtan hüküm giyen herkes, mahkumiyet ve cezanın yasalara uygun olarak daha
yüksek bir yargı organınca yeniden incelenmesi hakkına sahip olacaktır”
biçiminde benzer bir kurala yer verildiği hatırlatılmıştır. Bununla birlikte
Anayasa Mahkemesi yargılamanın konusu ceza mahkûmiyeti olduğunda mahkeme
kararlarının denetlenmesi ihtiyacının daha da önem kazandığını, hükmün
denetlenmesini talep etme hakkının ceza hukuku alanındaki kapsam ve sınırıyla
diğer alanlardaki kapsam ve sınırının aynı olmayacağını, bu yönüyle anılan
hakkın bireyin temel hak ve özgürlüklerine daha ağır müdahalelerin söz konusu
olduğu ceza hukuku alanında daha geniş bir uygulama alanı bulurken diğer
alanlarda daha esnek uygulanabileceğini de vurgulamıştır (AYM, E.2018/71,
K.2018/118, 27/12/2018, §§ 11,14,18). Bir başka ifadeyle Anayasa Mahkemesi
medeni hak ve yükümlülüklerin söz konusu olduğu hukuk yargısı ile idari yargı
alanında hükmün denetlenmesini talep etme hakkının ceza hukuku alanındaki anlam
ve kapsamından ayrı değerlendirilebileceğini, uygulamanın farklılaşabileceğini
ifade etmiştir.
87. Suç isnadına bağlı yargılamalarda mahkumiyet
veya ceza hükmünün denetlenmesi sadece aleyhine hüküm verilen kişi tarafından
talep edilebilmekte olup -mağdur, katılan veya suçtan zarar gören gibi- suç
isnadı altında bulunmayan kişilerin hükmün denetlenmesini talep etme hakkı
bulunmamaktadır. Diğer bir ifadeyle suç isnadına bağlı yargılamalarda mağdur,
katılan ve suçtan zarar gören kişiler hükmün denetlenmesini talep etme hakkının
süjesi değillerdir.
88. Somut olayda başvurucu suç isnadı altında bulunan kişi
statüsünde olmadığından hükmün denetlenmesini talep etme hakkının kapsamına
girmemektedir. Bu sebeple başvurucunun, hükmün denetlenmesini talep etme
hakkına yönelik ihlal iddiasının incelenmesi Anayasa Mahkemesinin konu
bakımından yetkisi dışında bulunmaktadır.
89. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın mağdur
statüsünün ortadan kalkması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Hükmün denetlenmesini talep etme hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca tahsil edilmesi
mağduriyetine neden olacağından başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten
TAMAMEN MUAF TUTULMASINA 23/1/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.