TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
DOĞAN ANĞAY BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/3178)
|
|
Karar Tarihi: 1/2/2017
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M.Emin KUZ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Yusuf Enes
KAYA
|
Başvurucu
|
:
|
Doğan ANĞAY
|
Vekili
|
:
|
Av. Ahmet
DUYAN
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması, tutukluluğun ve yargılamanın
makul süreyi aşması, yargılama boyunca savunma yapılamaması nedeniyle kişi
özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile adil yargılama hakkının ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 10/3/2014 tarihinde Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/5/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4.Bölüm Başkanı tarafından 4/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 24/7/2014 tarihli yazısında, Anayasa
Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen
başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, Mardin Sulh Ceza Mahkemesinin 21/10/2011 tarihli
ve 2011/134 sorgu sayılı kararıyla terör
örgütü kurma veya yönetme ve terör
örgütüne üye olma suçlarından tutuklanmıştır.Tutuklama
gerekçesi şu şekildedir:
" Dosyada mevcut gizli tanık beyanları,
tespit tutanakları, iletişim tespit tutanakları ile tüm dosya kapsamına göre;
şüpheliler ... Doğan Anğay'ın, müsnet
suçları işlediklerine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren
delillerin bulunması, müsnet suçun niteliği, kanunda
ön görülen cezasının nevi ve miktarı, CMK'nın 100/3-a
maddesinde sayılan suçlardan olması dikkate alınarak adı geçen
şüphelilerinCMK'nın100 ve devamı maddeleriuyarınca
tutuklanmalarına [karar verildi]."
8.Başvurucu ve diğer 48 sanık hakkında terör örgütü kurma veya
yönetme ve silahlı terör örgütü üyesi olma suçları ile ilgili olarak Diyarbakır
Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 15/11/2012 tarihli ve E.2012/1367 sayılı
iddianame, Diyarbakır8. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilmiştir. Mahkemenin
E.2012/156 sayılı dosyasında kamu davası görülmeye başlanmıştır.
9.Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesince 17/12/2013 tarihinde
verilen ara karar gereğince başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar
verilmiştir. Tutukluluğun devamı kararına başvurucu veya vekili tarafından
itiraz edilmemiştir.
10.Başvurucu 10/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
11. Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 11/3/2014 tarihli ve
E.2012/156, K.2014/104 sayılı kararıyla başvurucu hakkındaki dava Mardin 2.
Ağır Ceza Mahkemesine devredilmiştir. Yargılama Mahkemenin E.2014/111 sayılı
dosyasında devam etmektedir.
12. Başvurucu 18/6/2014 tarihinde tahliye edilmiştir.
B. İlgili Hukuk
13. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 314.
maddesi şöyledir:
"(1)Bu kısmın
dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı
örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla
kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye
olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.
(3) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna
ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır."
14.12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun
7. maddesinin (1) numaralı fıkrası.
15.4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun
100. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını
gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya
sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen
ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı
verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni
var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması
veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya
değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı
yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3)
Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı
halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
…
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine
Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315)
...”
16.5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
" (1) Suç soruşturması veya kovuşturması
sırasında;
...
d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde
makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında
hüküm verilmeyen
...
Kişiler, maddî ve manevî her türlü
zararlarını, Devletten isteyebilirler.
..."
17. Aynı Kanun’un 142. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Karar veya hükümlerin
kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her
hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde
tazminat isteminde bulunulabilir."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
18. Mahkemenin 1/2/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
19. Başvurucu, yargılamanın makul süreyi aştığını, yargılama
boyunca savunma yapamadığını, lehe olan kanun değişikliklerinin dikkate
alınmadığını belirterek adil yargılanma hakkının; tutuklanmasını gerektirecek
somut bir delil bulunmadığını, sabit ikametgahı olmasının, öğretmenlik
mesleğini ifa etmiş olmasının ve bütün delillerin toplanmış olmasının dikkate
alınmadığını, uzun tutukluluk hâlinin infaza dönüştüğünü belirterek kişi
özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tahliye
talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
i. Ön sorun Hakkında
20.Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı
şöyledir:
"...Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması
şarttır."
21. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu
ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel
başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu
ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve
yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce
tüketilmiş olması gerekir."
22. Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre bireysel başvuru
yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının
anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak
ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle
temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece
mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve
bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403,
26/3/2013, § 16).
23. Bu nedenle Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia
edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde
başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun
ikincillik niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek
için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca
başvurucunun, Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve
süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu
konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı
zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş
olması gerekir (Ayşe Zıraman
ve Cennet Yeşilyurt, § 17).
24. Öte yandan 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı
fıkrası uyarınca ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması, başka bir deyişle bireysel başvuru
yapıldığı tarihte başvuru koşullarının tamamının sağlanmış olması gerekir.
Bununla birlikte bir başvuru yolu yoksa ya da olan başvuru yolları etkili
değilse Mahkeme somut olayın koşullarını dikkate alarak bir başvurunun
incelenmesine karar verebilir (Ümit Ata,
B. No:2012/254, 6/2/2014, § 33).
25. Bununla birlikte başvuru yollarının tüketilmesi kuralının
bir dereceye kadar esneklikle ve aşırı şekilcilikten uzak biçimde uygulanması
gerekir. Buna ek olarak başvuru yollarının tüketilmesi kuralı mutlak olmadığı
gibi otomatik olarak uygulanabilir nitelikte bir kural da değildir. Bu kurala
uyulup uyulmadığının denetlenmesi sırasında her bir olayın özel şartlarına
dikkat edilmesi gerekir. Yani bu kurala uyulup uyulmadığı denetlenirken başka
şeylerin yanında hukuk sistemindeki biçimsel hukuk yollarının varlığı değil,
aynı zamanda bu yolların işlerlik kazandıkları genel hukuki ve siyasal bağlam
ve ayrıca başvurucunun kişisel durumu da gerçekçi bir biçimde dikkate alınmak
zorundadır. Son olarak davanın tüm koşulları çerçevesinde başvurucunun
kendisinden başvuru yollarını tüketmek bağlamında beklenebilecek her şeyi
yerine getirip getirmediğini incelemesi gerekmektedir (Serdar Ziriğ
[GK], B. No: 2013/7766, 2/7/2015, § 26).
26. "Bir suç isnadına
bağlı olarak tutuklu olma" durumunda, tutukluluk süresinin
kanuni süreyi veya makul süreyi aştığı iddiasıyla yapılacak bireysel
başvurunun, ilk derece yargılaması devam ederken tutukluluğun devamına karar
verilen her aşamada başvuru yolları tüketildikten sonra veya serbest
bırakılmadan itibaren başvuru süresi içinde yapılması gerekir (Mehmet Emin Kılıç, B. No: 2013/5267,
7/3/2014, § 28). Bununla birlikte anılan kural mutlak değildir. Bazı hâllerde
kuralın, hakların kullanılmasına engel olacak aşırı şekilcilikten uzak bir
şekilde esnek yorumlanması gerekebilir. Özellikle daha önce birçok kez
tutukluluğun devamı kararlarına itiraz edilmiş ve sonuç alınamamışsa en son
verilen tutukluluğun devamı kararına itiraz edilmediği dolayısıyla başvuru
yollarının tüketilmediği gerekçesiyle başvuru reddedilmemelidir (Serdar Ziriğ, §
27).
27.Somut olayda ilk derece mahkemesinin başvurucunun tutukluluk
hâlini resen veya başvurucunun talebi üzerine incelemiş olduğu ve her defasında
başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verdiği, bu kararlara karşı
yapılan itirazların (Ulusal Yargı Ağı Projesi Bilişim Sistemi [UYAP] üzerinden
yapılan incelemede başvurucunun altı kez itiraz ettiği görülmüştür) da
reddedildiği anlaşılmıştır. Tutukluluğun devamına karar verilen bir davada
başvurucunun yaklaşık üç yıl süren bir tutuklulukta verilen son tutukluluğun
devamı kararına karşı itiraz yoluna başvurmaması nedeniyle kabul edilemezlik
kararı verilmesi aşırı şekilci bir yaklaşım olacaktır. Kaldı ki başvurucu
17/12/2013 tarihinde verilen tutuklamanın devamı kararına doğrudan itiraz
etmemiş olsa da UYAP üzerinden yapılan incelemede bireysel başvuruda bulunduğu
tarihten tahliye edildiği 18/6/2014 tarihine kadar yaptığı itirazların da
reddedildiği anlaşılmıştır.
28. Belirtilen nedenlerle başvurunun, yalnızca itiraz yoluna
başvurulmadan yapıldığı gerekçesiyle kabul edilemezliğine karar verilmemelidir.
ii. Tutuklamanın Hukuki Olmadığı İddiası
29. Anayasa’nın 19.
maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına
sahip olduğu ilke olarak konduktan sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve
şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum
bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin
özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında
belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı hâlinde söz konusu olabilir (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013,
§ 42).
30. Anayasa’da yer alan kurallara benzer şekilde Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasında
herkesin özgürlük ve güvenlik hakkına sahip olduğu, anılan fıkranın (a) ve (f)
bentlerinde belirtilen hâller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan
hiç kimsenin özgürlüğünden yoksun bırakılamayacağı belirtilmiştir (Mehmet İlker Başbuğ, B. No: 2014/912,
6/3/2014, § 42).
31. Kişi hürriyetine ilişkin sınırlamaların, kanunda belirtilen
esas ve usule uygunluğunu sağlama yükümlülüğü ilke olarak idari organlara ve
derece mahkemelerine aittir. İdare organları ve mahkemeler, esas ve usule
ilişkin hukuk kurallarına uymakla yükümlüdür. Anayasa’nın 19. maddesinin amacı
kişileri keyfî bir şekilde hürriyetten yoksun bırakılmaya karşı korumak olup
maddede öngörülen istisnai hâllerde kişi hürriyetine getirilecek sınırlamaların
maddenin amacına uygun olması gerekir (Abdullah
Ünal, B. No: 2012/1094, 7/3/2014, § 38).
32. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında suçluluğu
hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin ancak kaçmalarını, delilleri yok
etmelerini veya değiştirmelerini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi
tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hâllerde hâkim kararıyla
tutuklanabilecekleri hükme bağlanmıştır. Buna göre bir kişinin tutuklanabilmesi
öncelikli olarak suç işlediği hususunda kuvvetli belirti bulunmasına bağlıdır.
Bu, tutuklama tedbiri için aranan olmazsa olmaz unsurdur. Bunun için suçlamanın
kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı
delil sayılabilecek olgu ve bilgilerin niteliği büyük ölçüde somut olayın
kendine özgü şartlarına bağlıdır (Mustafa
Ali Balbay, B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 72).
33. Ancak bu nitelemeye bağlı olarak kişinin suçla itham
edilebilmesi için yakalama veya tutuklama anında delillerin yeterli düzeyde
toplanmış olması mutlaka gerekli değildir. Zira tutukluluğun amacı yürütülen
soruşturma ve/veya kovuşturma sırasında kişinin tutuklanmasının temelini
oluşturan şüphelerin doğruluğunu kanıtlayarak veya ortadan kaldırarak adli
süreci daha sağlıklı bir şekilde yürütmektir. Buna göre suç isnadına esas
teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular ile ceza yargılamasının
sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak
olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekir (Mustafa Ali Balbay, § 73).
34. Tutukluluk, 5271 sayılı Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde
düzenlenmiştir. 100. maddeye göre kişi ancak hakkında suç işlediğine dair
kuvvetli şüphelerin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin
bulunması hâlinde tutuklanabilir. Maddede tutuklama nedenlerinin neler olduğu
da belirtilmiştir. Buna göre (a) şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya
kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa (b) şüpheli veya sanığın
davranışları 1) delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme 2) tanık, mağdur
veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında
kuvvetli şüphe oluşturuyorsa tutukluluk kararı verilebilecektir. Kuralda ayrıca
işlendiği konusunda kuvvetli şüphe bulunması hâlinde tutuklama nedeninin
varsayılabileceği suçlar bir liste hâlinde belirtilmiştir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239, 2/7/2013, §
46)
35. Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği
sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki kanunun yorumuna ya da maddi veya
hukuki hatalara dair hususlar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz.
Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması
da derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır. Ancak kanun veya
Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile delillerin takdirinde açık keyfîlik hâlinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren
bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir (Abdullah Ünal, § 39).
36. İlk tutuklamaya ilişkin yargısal denetimde kişinin bir suç
işlemiş olabileceğine dair inandırıcı nedenlerin bulunup bulunmadığıyla ve
özgürlükten yoksun bırakmanın bu bağlamda hukukiliğiyle sınırlı bir inceleme
yapılmaktadır. Bu kapsamda bir suçun işlenmiş olabileceğine ilişkin ciddi
belirtilerin varlığı ilk tutma bakımından yeterli olabilir (Hikmet Kopar ve diğerleri, B. No:
2014/14061, 8/4/2015, § 84).
37.Somut olayda Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen
15/11/2012 tarihli iddianame ile başvurucunun PKK/KCK terör örgütü bünyesinde
faaliyet gösteren Mardin Kent Meclisi yapılanması içerisinde yer almak
suretiyle PKK terör örgütü üyesi olmakla suçlandığı görülmektedir. Bu
suçlamayla ilgili olarak iddianamede İ.B. isimli şahıstan ele geçirilen ve
Mardin'de gerçekleştirilen Kent Meclisi toplantı tutanağında isminin geçtiği ve
aldığı 57 oyla Kent Meclisi yürütme kuruluna seçildiği, Kent Meclisleri toplantısına
katılan şahısların isim listesi ile her isim karşısında toplantıya
katıldıklarına dair imzaların bulunduğu belgede başvurucunun da imzasının
görüldüğü, gizli tanık ifadelerinde de başvurucunun Mardin Kent Meclisi
yürütmesine seçildiğinin belirtildiği şeklindeki tespitlere yer verilmiştir.
Ayrıca ikametinde yapılan aramada birtakım notlar ve PKK'nın amaç ve
stratejilerini anlatıp propagandasını yapmakta kullanıldığı iddia edilen
kitabın bulunduğu belirtilmiştir. Mahkemece başvurucunun tutuklanmasına karar
verilirken kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren delillerin bulunduğu
belirtilmiş; müsnet suçun niteliği, Kanunda öngürülen cezanın ağırlığı, nevi ve miktarı, suçun katalog
suçlardan olması hususlarına dayanılmıştır (bkz. § 7). Dava dosyası, iddianame
ile başvurucuya isnat edilen eylemler ve başvurucu hakkında verilen tutuklama
kararındaki gerekçeler birlikte değerlendirildiğinde başvurucu yönünden suç
işlemiş olabileceğinden şüphelenilmesi için inandırıcı delillerin bulunduğu
sonucuna varılmıştır.
38. Açıklanan nedenlerle tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına
ilişkin olarak bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iii.Tutukluluğun Makul Süreyi
Aştığı İddiası
39.Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı
şöyledir:
"Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması
şarttır."
40. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel
başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu
ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve
yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce
tüketilmiş olması gerekir."
41. Bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek
için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve
özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde
ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme
kavuşturulması esastır. Bu nedenle Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia
edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde
başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun
ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek
için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur (Ayşe Zıraman ve Cennet
Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, §§ 16, 17).
42. Ancak tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir
olmaları yanında, telafi kabiliyetini haiz ve tüketildiklerinde başvurucunun
şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanımaları gerekir. Dolayısıyla
mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına yeterli olmayıp uygulamada da
etkili olduklarının gösterilmesi ya da en azından etkili olmadıklarının
kanıtlanmamış olması gerekir (Ramazan Aras,
§ 29).
43. 5271 sayılı Kanun'un tazminat isteminin düzenlendiği 141.
maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre kanunlarda belirtilen koşullar dışında
yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilenler ile kanuna
uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna
çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen kişilerin, maddi ve
manevi her türlü zararlarını devletten isteyebileceklerine ilişkin hükümlerin
bu hususta bir başvuru mekanizması öngördüğü görülmektedir. Bununla birlikte
aynı Kanun'un tazminat isteminin koşullarının düzenlendiği 142. maddesinin (1)
numaralı fıkrasında karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine
tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya
hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde
bulunulabileceği belirtilmektedir.
44. Anayasa Mahkemesince son dönemde verilen kararlarda
tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi veya makul süreyi aştığı iddiasıyla
yapılan bireysel başvurularda, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla
başvurucu tahliye edilmiş veya ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûmiyetine
karar verilmiş ise asıl dava sonuçlanmamış da olsa 5271 sayılı Kanun'un 141.
maddesinde öngörülen tazminat davası açma imkânının tüketilmesi gereken etkili
bir hukuk yolu olduğu belirtilmiştir (Erkam Abdurrahman Ak, B. No: 2014/8515, 28/9/2016,§§ 48-62; İrfan Gerçek, B. No: 2014/6500,
29/9/2016, §§ 33-45).
45. Somut olayda bireysel başvuruda bulunduktan sonra 18/6/2014
tarihinde tahliyesine karar verilen başvurucunun, tutukluluğun makul süreyi
aştığına ilişkin iddiası, 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesi kapsamında açılacak
davada da incelenebilir. Nitekim Anayasa Mahkemesi içtihatları, bu kapsamdaki
taleplerle ilgili olarak davanın esasının sonuçlanmasına gerek olmadığı
yönündedir. Bu madde kapsamında açılacak dava sonucuna göre başvurucunun
tutukluluğunun Kanun'da öngörülen azami süreyi ve/veya makul süreyi aştığının
tespiti hâlinde görevli mahkemece başvurucu lehine tazminata da
hükmedilebilecektir. Buna göre, 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde belirtilen
dava yolunun başvurucunun durumuna uygun telafi kabiliyetini haiz etkili bir
hukuk yolu olduğu ve bu olağan başvuru yolu tüketilmeden yapılan bireysel
başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun "ikincil niteliği" ile
bağdaşmadığı sonucuna varılmıştır.
46. Açıklanan nedenlerle başvurucunun, tutukluluğunun makul
süreyi aştığı iddialarına ilişkin olarak, yargısal başvuru yolları tüketilmeden
bireysel başvuru yapıldığı anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Adil Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Savunma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin
İddia
47.Başvurucu, lehe olan yasa değişikliklerinin dikkate
alınmadığını ve yargılama boyunca savunma yapamadığını ileri sürmüştür.
48.Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesi
şöyledir:
“Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun
yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
49. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
50. Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre bireysel başvuru
yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm
organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya
çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu
nedenle, temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle
derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından
değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır. Bu nedenle Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece
mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir
hukuk yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun
yollarının tüketilmesi zorunludur (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, §§ 16,17).
51. Somut olayda başvurucunun yargılandığı dava ilk derece
mahkemesi aşamasında olup Anayasa Mahkemesince inceleme yapıldığı tarih
itibarıyla da ilk derece mahkemesinde derdesttir. Başvurucunun başvuru formundadile getirdiği lehe olan yargısal değişikliklerin
dikkate alınmadığına, yargılama boyunca tek kelime savunma yapamadığına ilişkin
şikâyetlerini derece mahkemelerinde devam eden yargılamada ve sonrasında temyiz
aşamasında ileri sürebilme ve ileri sürmüş ise bu şikâyetlerin bu aşamalarda
incelenme imkânı bulunmaktadır. Bu çerçevede derece mahkemelerinin yargılama ve
temyiz süreçleri beklenmeden yargılama sürecindeki adil yargılanma hakkı ihlali
şikâyetlerinin başvurucu tarafından bireysel başvuruya konu edildiği
görülmüştür.
52. Açıklanan nedenlerle, ilk derece mahkemeleri ve temyiz
mercileri önünde usulüne uygun olarak devam eden başvuru yolları tüketilmeden
temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasının bireysel başvuru konusu
yapıldığı anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Yargılamanın Makul
Sürede Sonuçlandırılmadığına İlişkin İddia
53. Başvurucu, hakkındaki davanın makul sürede
sonuçlandırılmadığını ileri sürmüştür. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve
kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de
bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
54. Makul sürede yargılanma hakkı Anayasa'nın 36. maddesi ile
güvence altına alınan adil yargılanma hakkının kapsamına dâhildir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 39).
55. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme'nin 6. maddeleri uyarınca
kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı) makul sürede
karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. İsnat olunan fiil, ceza
kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun
kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın
kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer (B.E., B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 31).
Somut olayda başvurucu hakkında silahlı terör örgütü üyesi olma suçunu işlediği
iddiasıylasoruşturma başlatılmıştır (bkz. §§ 7, 8).
Başvurucu hakkında isnat olunan suçlar, 5237 sayılı Kanun’un ilgili maddesinde
hapis cezasını gerektirir şekilde tanımlanmıştır (bkz. § 13). Bu çerçevede
başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36.
maddesinin güvence kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır.
56. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı
değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının
yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği
arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır. Ceza
yargılamasında sürenin sona erdiği tarih, suç isnadının nihai olarak karara
bağlandığı, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin
makul süre şikâyetiyle ilgili kararını verdiği tarihtir (Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, §
35).
57. Başvurucuya bir suçun isnat edildiği (başvurucunun
tutuklandığı) 21/10/2011 tarihi ile bireysel başvurunun karara bağlandığı tarih
arasında geçen süre 5 yıl 2 aydır.
58. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddialarına ilişkin
olarak mutlak bir süreye göre değerlendirme yapılmamakta, her davanın
özelliğine göre makul sürenin aşılıp aşılmadığı incelenmektedir. Davanın
karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların
yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla
sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın
süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde
bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher
Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
59. Yargılamanın karmaşıklığını değerlendirirken davanın hem
hukuki hem de maddi açıdan bütün yönleri ele alınmalı; davanın konusunun
karmaşıklığı, hukuki meselenin çözümündeki güçlük, delillerin toplanmasında
karşılaşılan engel, maddi olayların karmaşıklığı, sanıkların ya da isnat edilen
suçların veya tanıkların sayısı, davanın uluslararası unsurları, bilirkişi
deliline duyulan ihtiyaç, yazılı delillerin hacmi gibi birçok unsur
incelenmelidir. Davanın taraflarının ve ilgili makamların yargılama sürecindeki
tutumu açısından ise ceza davalarında sanık, adli makamlarla aktif bir iş
birliği yapmak zorunda olmadığı gibi hukuk sisteminin sunduğu savunma
imkânlarını kullandığı için de kusurlu bulunamaz. Diğer taraftan devlet, kendi
idari ve yargısal organlarına yüklenebilecek gecikmelerden sorumludur (Murat Öztürk, B. No: 2014/2454, 4/11/2014,
§§ 52, 53).
60. Somut olayda başvurucunun terör örgütü kurma veya yönetme ve
silahlı terör örgütü üyesi olma suçlarından 21/10/2011 tarihinde tutuklandığı,
üzerine atılı suçları işlediği iddiasıyla hakkında kamu davası açıldığı,
yargılamaya başlayan Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesince davanın tensip
zaptının düzenlenmesinden sonra toplam kırk dokuz sanığın savunması ile gizli
tanıkların beyanlarının alındığı, gerekli yazışmaların ve müzekkerelerin
cevabının beklendiği, Mahkemece ortalama birer aylık aralıklarla yirmi yedi
duruşma yapıldığı, 22/10/2014 tarihli duruşmadaCumhuriyet
savcısının esas hakkındaki görüşünü sunduğu, 24/12/2014 tarihli duruşmada sanıklaraesas hakkındaki savunmalarını hazırlamak için süre
verildiği, 18/3/2015 tarihli duruşmada başka sanıkların tevsii tahkikat
talebinde bulundukları, bundan sonraki duruşmalarda bu talep doğrultusunda
mahkemece müzekkereler yazılarak cevaplarının beklendiği, yargılama süresince
dosyanın incelemeye alındığı herhangi bir duruşmanın olmadığı tespit
edilmiştir.
61. Sonuç olarak soruşturma ve yargılama safhalarıyla birlikte
değerlendirildiğinde, yargılama faaliyetlerinde hareketsiz kalınan bir dönemin
bulunmadığı, yargı mercilerine atfedilebilecek bir kusurun olmadığı ve gerekli
özenin gösterildiği görülmüştür.
62. Yargılama süresinin makul olup olmadığının
değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulması gereken
davadaki sanık sayısı, dosyada birleştirme kararı verilip verilmediği, davanın
karmaşıklığı, atılı suçların vasıf ve mahiyeti gibi unsurlar bir bütün olarak
değerlendirildiğinde somut başvuru bakımından 5 yıl 3 aylık yargılama süresinin
makul olduğu görülmektedir.
63. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Tutuklamanın hukuki olmadığına ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.Tutukluluğun makul süreyi aştığına ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Savunma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasının
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
1/2/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.