TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
DALBAY TAŞ İMALATI SANAYİ VE TİCARET LTD.
ŞTİ. BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/3210)
|
|
Karar Tarihi: 16/6/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan
ALTAN
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
Raportör
|
:
|
Selami ER
|
Başvurucu
|
:
|
Dalbay Taş
İmalatı Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti.
|
Temsilcisi
|
:
|
Kadir DALBAY
|
Vekili
|
:
|
Av. Yusuf
DABAN
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, mutlak koruma alanında olduğu gerekçesiyle iptal
edilen ruhsata konu işletme alanının mutlak koruma alanından çıkarılarak ihale
edilecek alanlardan gösterilmesi sonrasında yeniden ruhsat alma talebiyle
açılan davanın kazanılmış hak gözetilmeden ve idari işlemle ilişki kurulmadan
reddedilmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 11/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/12/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanınca 22/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
gönderilmiştir. Bakanlığın 21/3/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesi
tarafından verilen bir kabul edilebilirlik kararının bulunmadığı gerekçesiyle
görüş bildirilmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
7. İstanbul ili Gaziosmanpaşa ilçesi Cebeci köyü civarında
başvurucu Şirkete ait İR:2443 ve İR:1206 sayılı maden işletme ruhsatları
başvurucunun 26/9/1988 tarihli talebi üzerine birleştirilerek başvurucuya
TR:2692 sayılı yeni bir ruhsat verilmiştir.
8. İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğünce (İSKİ)
bu ruhsatlardan İR:1206 sayılı işletme ruhsatı sahasındaki faaliyetler
nedeniyle oluşan atık maddelerin Alibeyköy Barajı'nı alüvyon ile doldurduğunun
tespit edildiği, bu nedenle ruhsatın iptal edilmesi, 1/10/1990 tarihli yazıyla
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığından istenmiştir. Bakanlığın cevap vermemesi
üzerine İSKİ Genel Müdürlüğünce Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı aleyhine
İstanbul 1. İdare Mahkemesinde dava açılmış, anılan Mahkemenin 21/1/1993
tarihli ve E.1992/791, K.1993/59 sayılı kararıyla dava konusu taş ocağının
Alibeyköy Barajı'nın su toplama havzasında mevcut derelerin mutlak koruma alanı
içinde kalmasından dolayı muhafazasının mümkün olmadığı gerekçesiyle iptal
kararı verilmiş; bu karar Danıştay tarafından onanarak kesinleşmiştir.
9. Bunun üzerine Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından
daha önce birleştirilmiş ruhsat alanından İR:1206 sayılı ruhsat alanı
çıkarılmak suretiyle başvurucuya yeni bir ruhsat verilmiştir.
10. Başvurucu Şirket, mutlak koruma alanı sınırlarının
değiştirilmesi sonrasında yargı kararıyla iptal edilen İR:1206 sayılı ruhsat
alanının Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından mermer işletilmek üzere
ihaleye çıkarıldığını öğrenmiş ve 19/7/2005 tarihli dilekçeyle ihaleye
çıkarılan maden alanının kendi ruhsat alanı olduğunu, bu yüzden ihalenin iptal
edilerek ihale konusu alanın kendi ruhsatına ilave edilmesini talep etmiştir.
11. Başvurucunun bu talebi"İSKİ
Genel Müdürlüğü'ne içme ve kullanma suyu temin edilen mutlak koruma alan
sınırları ve İSKİ Baraj Koruma alan sınırları sorulmuş olup gelecek cevaba göre
işlem tesis edilecektir." yönündeki 20/9/2005 tarihli ve 39714/152772
sayılı işlemin iptali istemiyle İstanbul 6. İdare Mahkemesinde (mahkeme) dava
açmıştır.
12. Mahkeme, 30/4/2007 tarihli ve E.2005/2912, K.2007/1119
sayılı kararıyla Alibeyköy Barajı su toplama havzası içinde ve koruma
havzasında mevcut derelerin mutlak koruma alanında kaldığı Mahkeme kararıyla
sabit olan taşınmaz için davalı idarece tesis edilen işlemde hukuka aykırılık
bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Bu kararın temyizi üzerine
Danıştay Sekizinci Dairesi, 30/4/2007 tarihli ve E.2005/2912, K.2007/1119
sayılı kararıyla2577 sayılı Kanun'un 3. maddesi hükmüne uygun bulunmayan dava
dilekçesinin reddedilmesi gerekirken, işin esasına girilerek davanın reddi
yönünde verilen mahkeme kararında yasal isabet bulunmadığı gerekçesiyle Mahkeme
kararını bozmuştur.
13. Daha sonra başvurucunun iddiaları tefrik edilerek iki farklı
dava halinde yargılama sürecine devam edilmiştir.
14. Başvurucunun alanın ihaleye çıkartılmasına ilişkin işlemin
iptali isteminin görüldüğü davada Mahkeme, 30/6/2010 tarihli ve E.2009/640,
K.2010/1209 sayılı kararıyla, 1. İdare Mahkemesinin 21/1/1993 tarihli kararına
atıfla uyuşmazlık konusu alanın, Alibeyköy Barajının su toplama havzasında,
mevcut derelerin mutlak koruma alanı içinde kaldığı, bu alanın ihale yoluyla
yeniden aramaya açılacak alan olarak belirlenmesinin mümkün bulunmadığı
gerekçesiyle işlemin iptaline karar vermiştir. Bu kararın temyizi üzerine
Danıştay Sekizinci Dairesi, 27/3/2013 tarihli ve E.2010/9638, K.2013/2357
sayılı kararıyla; uyuşmazlık konusu alanın İstanbul 1. İdare Mahkemesinin
21/1/1993 tarihli kararının verildiği tarihte mutlak koruma alanı içinde
kalmasına rağmen daha sonra kısa mesafeli koruma alanı içine alındığını; bu durumdaİstanbul 6. İdare Mahkemesince bu alanın mutlak
koruma alanı içinde kaldığını tespit eden mahkeme kararı gerekçe gösterilerek
davanın reddedilmesinde hukuki isabet görülmediğini; ancak ilgili mevzuatta,
kısa mesafeli koruma alanında madencilik faaliyetinde bulunulmasının son derece
sıkı şartlara bağlanması ve dava konusu alanın bu istisnai şartlardan hiçbirini
taşımaması karşısında İdare Mahkemesince verilen kararın sonucu itibarıyla
yerinde bulunduğunu belirtilerek onamıştır.
15. Başvurunun başvuruya konu ettiği ruhsat sahasından bölünen
alanın ruhsatına ilave edilmesi yönündeki talebi hakkında görülen devada ise
Mahkemesinin 30/6/2010 tarihli ve E.2009/451, K.2010/1208 sayılı kararıyla,
"olayda, davacı şirket uhdesinde
bulunan İR:2692 sayılı ruhsattan bölünen alanın, Alibeyköy Barajının su toplama
havzasında, mevcut derelerin mutlak koruma alanı içinde kaldığı, bu nedenle de
Yüzeysel Su Kaynaklarının Kirlenmeye Karşı Korunması Hakkında Yönetmeliğin 4/A
maddesinin 5. bendi gereğince taş, kum, kil ve maden ocağı açılmasına izin
verilmeyecek yerlerden olduğunun İstanbul 1. İdare Mahkemesinin 21/1/1993 tarih
ve E.1992/791, K.1993/59 sayılı kararıyla açıkça belirlenmesi karşısında, söz
konusu alan 3213 sayılı Maden Kanunu uyarınca madencilik faaliyeti yapılacak
alanlardan olamayacağından, bu alanın davacı şirketin halen mevcut ruhsatına
ilave edilmesi mümkün bulunmamaktadır." gerekçesiyle dava
reddedilmiştir.
16. Anılan karar Danıştay Sekizinci Dairesinin 27/3/2013 tarihli
ve E.2010/8516, K.2013/2355 sayılı kararıyla; uyuşmazlık konusu alanın İstanbul
1. İdare Mahkemesinin 21/1/1993 tarihli kararının verildiği tarihte mutlak
koruma alanı içinde kalmasına rağmen daha sonra kısa mesafeli koruma alanı
içine alındığı; bu durumdaİstanbul 6. İdare
Mahkemesince bu alanın mutlak koruma alanı içinde kaldığını tespit eden mahkeme
kararı gerekçe gösterilerek davanın reddedilmesinde hukuki isabet görülmediği;
ancak ilgili mevzuatta, kısa mesafeli koruma alanında madencilik faaliyetinde
bulunulmasının son derece sıkı şartlara bağlanması ve dava konusu alanın bu
istisnai şartlardan hiçbirini taşımaması karşısında İdare Mahkemesince verilen
kararın sonucu itibarıyla yerinde bulunduğu belirtilerek onanmıştır.
17.Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Dairenin 20/11/2013
tarihli ve E.2013/9437, K.2013/8450 sayılı kararıyla reddedilerek karar
kesinleşmiş ve 10/2/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
18. Başvurucu 11/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
19. 4/6/1985 tarihli ve 3213 sayılı Maden Kanunu'nun 26/5/2004
tarihli ve 5177 sayılı Kanun'la değişik 7. maddesi şöyledir:
“Orman, muhafaza ormanı, ağaçlandırma alanları, kara avcılığı alanları,
özel koruma bölgeleri,milli parklar, tabiat parkları,
tabiat anıtı, tabiatı koruma alanı,tarım, mera, sit
alanları, su havzaları, kıyı alanları ve sahil şeritleri, karasuları, turizm
bölgeleri, alanları ve merkezleri ile kültür ve turizm koruma ve gelişim
bölgeleri, askerî yasak bölgeler ve imaralanları ile
mücavir alanlarda madencilik faaliyetlerinin çevresel etki değerlendirmesi,
gayri sıhhî müesseseler ile ilgili hususlardahil
hangi esaslara göre yürütüleceği ilgili bakanlıkların görüşü alınarak Bakanlar
Kurulu tarafından çıkarılacak bir yönetmelikle belirlenir.
İlgili bakanlıkların mevzuatı gereği
yapacakları inceleme ve denetimlerde; ruhsat alanlarında bu yönetmelik
esaslarına uygun çalışılmadığının tespiti halinde, mevzuat çerçevesinde
yapılacak işlemler Genel Müdürlüğe bildirilir. Çevre ve insan sağlığına zarar
verdiği tespit edilen madencilik faaliyetleri gerekli önlemler alınıncaya kadar
durdurulur.
Çevresel etki değerlendirmesi işlemleri Çevre
ve Orman Bakanlığı tarafından,diğer
izinlere ilişkin işlemler de ilgili bakanlıklar ve diğer kamu kurum ve
kuruluşlarınca çevresel etki değerlendirmesi sürecinde en geçüç
ay içinde bitirilir. Bakanlık ve diğer bakanlıkların mevzuatının gerektirdiği
maddî yükümlülükler ruhsat sahibi tarafındankarşılanır.
İmar alanları içinde kalan madencilik
faaliyetleri, ilgili yerel merciden izin alınarak yapılır. Ruhsat alındıktan
sonra imar alanları içine alınan maden sahalarına bu hüküm uygulanmaz.
Kamu hizmeti veya umumun yararınaayrılmış
yerlere ve bu tür tesislere 60 metre mesafe dahilinde madencilik faaliyetleri
Bakanlığın, binalara 60 metre, özel mülkiyete konu araziye 20 metremesafe dahilinde ise mülk sahibinin iznine bağlıdır.
Bu mesafeler, ihtiyaç halinde madencilik faaliyetlerinin boyutu, emniyet
tedbirleri ve arazinin yapısı dikkate alınarak Bakanlıkça artırılabilir.
Mesafeler yatay olarak hesaplanır.
Maden arama faaliyetleri, bu Kanunda
sayılanlar dışında herhangi bir izne tâbi değildir. İşletme faaliyetleri ise,
bu Kanuna göre Bakanlıkça çıkarılacak yönetmeliğe göre yürütülür.
Maden işletme faaliyeti ile Devlet ve il
yolları, havaalanı, liman vebaraj gibi kamu
yatırımlarının birbirlerini engellemesi, kamu kurum ve kuruluşlarının
uygulamalarından dolayı maden işletme faaliyetinin yapılamaz hale gelmesi, kamu
ve özel yatırım için başka alternatif alanların bulunamaması durumunda,
madencilik faaliyeti ve yatırımla ilgili karar, Başbakanlık Müsteşarı başkanlığındaoluşturulacak bir kurul tarafından verilir.
Kurulun teşkili, çalışma usulü, karar alma
şekli ve diğer hususlar Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.
Kamu yatırımları nedeniyle kurul kararı ile
faaliyeti kısıtlanan maden işletmecisinin yatırım giderleri lehine karar
verilen tarafça tazmin edilir.
Madencilik faaliyetleri ve/veya bu
faaliyetlere bağlı tesisler için verilmiş izinler, ruhsat hukuku devam ettiği
sürece geçerlidir.
Bu madde hükümlerine aykırı faaliyette
bulunulduğunun tespiti halinde, ruhsat teminatı irad
kaydedilerek bu alandaki faaliyet durdurulur. Beş yıl içinde üç kez bu maddenin
ihlâli halinde teminatın tamamı iradkaydedilerek
ruhsat iptal edilir.”
20. 3213 sayılı Kanun'un 7. maddesinin ilk fıkrasının güncel
hâli şöyledir:
“Madencilik faaliyetlerinin yapılması ve ruhsatlandırma işlemlerinin
yürütülmesi ile ilgili olarak yeni verilecek ruhsat alanlarına maden işletme
yöntemi, faaliyetin yapıldığı bölge, madenin cinsi, yapılacak yatırımın
çevresel etkileri, şehirleşme ve benzeri hususlar dikkate alınarak, temdit
talepleri dahil ruhsat verilen alanlarda kazanılmış haklar korunmak kaydıyla,
ilgili kurumların görüşleri alınarak Bakanlık tarafından kısıtlama
getirilebilir. İlk müracaat veya ihale yolu ile yapılacak ruhsatlandırmalarda
müracaatın yapılacağı alanlar diğer kanunlar ile getirilen kısıtlamalar gözönüne alınarak Bakanlıkça ruhsat müracaatına
kapatılabilir. Kısıtlama gerekçesi ortadan kalkan alanlar ihale yoluyla
aramalara açılır. Bu Kanun dışında madencilik faaliyetleri ile ilgili olarak
yapılacak her türlü kısıtlama ancak kanun ile düzenlenir.
21. 3213 sayılı Kanun'un 30. maddesinin 5177 sayılı Kanun'la
değişik hâli şöyledir:
“Herhangi bir sebeple hükümden düşmüş, terk edilmiş veya taksir edilmiş
alanlar ihale yolu ile aramalara açılır. İhale ilânı Resmi
Gazetede yayımlanır.
İlan
süresi içinde müracaat olmaması halinde alan başka bir işleme gerek kalmadan
aramalara açık hale gelir. (Ek cümle: 10/06/2010-5995 S.K/13.mad.) Ancak,
işletme ruhsat safhasında hukuku sona eren sahalar ile Maden Tetkik ve Arama
Genel Müdürlüğü tarafından görünür rezervi belirlenerek Genel Müdürlüğe
devredilen sahalara bu hüküm uygulanmaz.
Ruhsat
alanları arasında olup en uzak iki noktası arasında 50 metreden az mesafe olan
alanlara ruhsat verilmez. Bu alanlar bitişik ruhsat sahipleri arasında ihale
edilir.
Mülga
6309 sayılı Maden Kanunu hükümleri uyarınca verilmiş olan ve bu Kanuna göre
ruhsat hukuku devam eden çakışmalı işletme ruhsat sahalarında yeni bir maden
bulunması halinde, çakışmalı alandaki maden hakkı bu ruhsat sahipleri arasında
ihale edilerek ruhsatlandırılır.
Sahalarının
ihalesinden elde edilen gelirler genel bütçeye özel gelir ve Bakanlık bütçesine
özel ödenek kaydedilir.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
22. Mahkemenin 16/6/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
23. Başvurucu, daha önce aldığı ruhsatın iptal gerekçesinin
ortadan kalktığını, bu durumda ruhsatın kendisine tekrar verilmesi gerektiğini,
ancak talebinin reddiyle 3213 sayılı Kanun'un 7. ve 30. maddelerine göre
kazanılmış hakkının ortadan kaldırıldığını, İdare Mahkemesinde yapılan
yargılamada, söz konusu işletme alanının mutlak koruma alanından çıkarıldığı,
bu sebeple Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından ihaleye açıldığı
hususları hiç dikkate alınmadan, sadece önceki tarihli yargı kararına atıfta
bulunulmak suretiyle karar verildiğini, Danıştay tarafından da bu gerekçenin
uygun olmadığı belirtilmesine rağmen kararın bozulmadığını, yetkili İSKİ Genel
Müdürlüğü yerine geçilerek idari işlem niteliğinde karar verildiğini belirterek
adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve yargılamanın
yenilenmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
24. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun ruhsat iptaline sebep olan
durumun ortadan kalkması nedeniyle kendisine tekrar ruhsat verilmesi gerektiği
yönündeki iddiası mülkiyet hakkı kapsamında meşru beklentisi bulunup bulunmadığı
yönünden, mahkeme kararlarının gerekçesine yönelik şikâyetinin ise gerekçeli
karar hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
25. Başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamında meşru beklentisinin
yani yeniden ruhsat isteme konusunda kazanılmış hakkının olup olmadığı
yargılamanın sonucuna bağlı olduğundan öncelikle adil yargılama hakkı
kapsamında gerekçeli karar yönünden inceleme yapılacaktır.
1. Gerekçeli Karar
Hakkının İhlaline İlişkin İddia
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
26. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeninin de bulunmadığı anlaşılan
gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
27. Başvurucu, İdare Mahkemesinde yapılan yargılamada
geçerliliği kalmayan geçmiş somut hukuki durum üzerinden karar verildiğini,
Danıştay tarafından da bu gerekçenin uygun olmadığı belirtilmesine rağmen kararın
bozulmadığını belirterek gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
28. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
29. Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır."
30. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu
olarak da iddiada bulunma, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına
alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir
temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden
gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden birisidir. Bu bağlamda, Anayasa'nın bütün mahkemelerin her türlü
kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de hak
arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Vedat Benli, B. No: 2013/307, 16/5/2013, §
30).
31. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan ve 141.
maddesinde devlete bir yükümlülük olarak getirilen gerekçeli karar hakkı,
mahkeme kararlarında kararların dayandığı hukuki gerekçenin yeterli açıklıkta
gösterilmesini gerektirir (Vesim Parlak, B. No: 2012/1034, 20/3/2014, §
33). Mahkemelerin hükümleri için gerekçe yazmaları gerekmekle birlikte bu,
tarafların tüm iddialarına detaylı yanıt vermek zorunluluğu şeklinde anlaşılmamalıdır.Gerekçe yazma
yükümlülüğünün ileri sürülen iddiaların davanın sonucuna etkisi yönünden her
davanın şartları çerçevesinde değerlendirilerek belirlenmesi gerekmektedir. Bu
kapsamda ileri sürülen iddianın kabulü hâlinde davanın sonucuna etkili olması
bekleniyor ise mahkemelerin bu iddiayı değerlendirmeleri gerekebilir (Mustafa Ünlü, B. No: 2013/735, 17/9/2014,
§ 45).
32. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), derece
mahkemelerinin kendisine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda olmadığını
ancak ileri sürülen iddialardan biri kabul edildiğinde davanın sonucuna etkili
olması hâlinde mahkemelerin bu hususa belirli ve açık bir yanıt vermek zorunda
olabileceğini, böyle bir durumda dahi ileri sürülen iddiaların zımnen reddinin
yeterli olabileceğini belirtmiştir (Hiro Balani/İspanya, B. No: 18064/91,
9/12/1994, § 27).
33. Öte yandan temyiz merciinin yargılamayı yapan mahkemenin
kararını uygun bulması hâlinde bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da basit
bir atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz
merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini,
derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu
göstermesidir (Yasemin Ekşi, B.
No: 2013/5486, 4/12/2013, § 57).
34. Somut başvuruya konu olayda İSKİ tarafından açılan dava
sonucu başvurucuya ait iki ruhsattan biri olan İR:1206 sayılı işletme ruhsatı
su toplama havzasının mutlak koruma alanı içinde kaldığı gerekçesiyleİstanbul
1. İdare Mahkemesinin 21/1/1993 tarihli kararıyla iptal edilmiştir. Başvurucu,
mutlak koruma alanı sınırlarının değiştirilmesi sonrasında iptal edilen İR:1206
sayılı ruhsat alanının, Bakanlık tarafından mermer işletilmek üzere ihaleye
çıkarıldığını öğrenerek 19/7/2005 tarihli dilekçeyle ihale konusu alanın kendi
ruhsatına ilave edilmesini ve ihaleye çıkartılmasına yönelik idari işlemin
iptalini talep ederek dava açmıştır. Daha sonra bu davalar tefrik edilerek
ihalenin iptali ayrı bir dava, alanın ruhsata ilavesi ayrı bir dava olarak
görülmüştür. Başvurucunun başvuruya konu ettiği dava alanın ruhsata ilave
edilmesi talebinin incelendiği davadır. İnceleme bu dava üzerinden
yapılacaktır.
35. Başvurucu, ruhsat iptaline sebep olan ve kendisinden
kaynaklanmayan hususta değişiklik yapılarak alanın mutlak koruma alanından
çıkarıldığını, bu nedenle alanın kendi ruhsatına ilave edilmesi konusunda 3213
sayılı Kanun'un 7. ve 30. maddelerine göre kazanılmış hakkının bulunduğu ve
Kanun'da geçen hükümden düşmüş alanın ruhsat sahibinin kusurundan ileri
gelmeyen düşmeleri kapsadığını iddia etmektedir.
36. Başvurucunun başvuruya konu ettiği dava, mutlak koruma
alanından çıkarılan maden sahasının tekrar ruhsatına ilavesi talebiyle
açılmıştır. Uyuşmazlığın esasını, daha önce başvurucuya ait birleştirilmiş
ruhsat alanının bir kısmının mutlak koruma alanında olduğu gerekçesiyle ruhsat
kapsamından çıkarıldıktan sonra mutlak koruma alanı sınırlarının değiştirilmesi
ve söz konusu alanın yeniden madencilik faaliyetine açılması üzerine oluşan
yeni hukuki durumda başvurucunun korunması gerekli bir hakkının olup olmadığı
oluşturmaktadır.
37.İstanbul 6. İdare Mahkemesince 30/6/2010 tarihinde verilen
kararda, söz konusu işletme alanının mutlak koruma alanından çıkarıldığı hususu
ile başvurucunun iddiaları dikkate alınmaksızın ve bu konuda bir gerekçeye
dayanılmaksızın söz konusu alanın 21/1/1993 tarihindeki eski statüsü gerekçe
gösterilerek dava reddedilmiştir. Bu durumda İdare Mahkemesince verilen
kararda, somut uyuşmazlıkta mevcut durumun ele alındığından, başvurucunun esasa
etkili iddialarının değerlendirilerek yanıt verildiğinden ve/veya başvurucunun
temel şikâyetinin incelendiğinden söz edilemez.
38. Davanın temyiz incelemesinde ise Danıştay tarafından İdare
Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararında davanın reddedilmesinde hukuki
isabet görülmediği belirtilmesine rağmen kararın bozulması yoluna gidilmeyerek,
somut olay ve iddialar değerlendirilmeden sadece kısa mesafeli koruma alanında
madencilik faaliyetinde bulunulmasının son derece sıkı şartlara bağlanması ve
dava konusu alanın bu istisnai şartlardan hiçbirini taşımaması gerekçeleriylekararın onandığı anlaşılmaktadır.
39. Somut davanın temyiz incelemesinde de başvurucunun mutlak
koruma alanından çıkarılan alanın ruhsatına ilavesi konusunda ileri sürdüğü
temel iddiası tartışılmadığı gibi kısa mesafeli koruma alanıyla ilgili hangi
şartların taşınmadığının da izahı yapılmamıştır.
40. Sonuç olarak başvurucunun mutlak koruma alanından çıkarılan
alanın ruhsatına ilavesi talebini dayandırdığı temel iddiası incelenmediği gibi
İlk Derece Mahkemesi, kararın gerekçesini somut gerçekliği değişmiş bir hukuki
durum üzerine bina etmiş; temyiz incelemesinde ise bu durum fark edildiği hâlde
gerekçe kısmen değiştirilerek ancak somut davanın koşulları yeterince
gerekçelendirilmeden onama hükmü kurulmuştur.
41. Açıklanan nedenlerle başvurucunun esasa etkili olduğu açık
olan iddiası karşılanmaksızın ve somut gerçekliğe uygun olmayan hukuki duruma
dayanılarak hüküm kurulmasıyla başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence
altına alınan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
2. Mülkiyet Hakkının
İhlaline İlişkin İddia
42. Başvurucu; daha önce aldığı ruhsatın iptal gerekçesinin
ortadan kalktığını, bu durumda ruhsatın kendisine tekrar verilmesi gerektiğini
ancak talebinin reddiyle 3213 sayılı Kanun'un 7. ve 30. maddelerine göre
kazanılmış hakkının ortadan kaldırıldığını, dava konusu maden alanının aynı
Kanun'un 30. maddesinde geçen "hükümden
düşürülmüş alan" olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığını;
zira kendi kusuru ile ruhsatın iptal edilmediğini iddia ederek mülkiyet
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
43. Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma kapsamında olan meşru
beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti mevcut hukuk sisteminde iddia
edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tanıma mevzuat hükümleri
ve yargı kararları ile yapılmaktadır (Üçgen
Nakliyat Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/845, 20/11/2014, § 37).
Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir
hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Kemal
Yeler ve Ali Arslan Çelebi, § 38). Bu nedenle öncelikle
başvurucunun, Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete
ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun
değerlendirilmesi gerekir.
44.Somut başvuruya konu davada başvurucunun mutlak koruma
alanından çıkarılan sahanın ruhsatına ilave edilmesi talebini dayandırdığı temel
iddiası Mahkemece incelenmemiş ve Mahkeme kararın gerekçesini somut gerçekliği
değişmiş bir hukuki durum üzerine bina etmiştir. Temyiz incelemesinde ise bu
durum fark edildiği hâlde gerekçe kısmen değiştirilerek ancak somut davanın
koşulları yeterince gerekçelendirilmeden onama hükmü kurulmuştur. Bu nedenle
başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.
Gerekçeli karar hakkı güvencesine uygun olmayan bir yargılama sonrası verilen
ret kararı üzerinden başvurucunun iddia ettiği kazanılmış hak ve/veya meşru
beklenti iddiasının var olduğu ya da olmadığı sonucuna ulaşılması mümkün
değildir. Bu durumda önce başvurucunun iddiasının yeterince incelenerek esastan
görüşüldüğü adil bir yargılamada tartışılarak sonuca bağlanması ve bu karar
üzerinden temyiz incelemesinin yapılması, daha sonra Anayasa Mahkemesi önünde
dile getirilmesi gerekmektedir.
45. Açıklanan nedenlerle, adil olmayan bir yargılamanın
sonucundan hareketle mülkiyet iddiası tartışılamayacağından mülkiyet hakkına
yönelik şikâyet konusunda bu aşamada karar verilmesine gerek görülmemiştir.
4. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
46. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
47. Başvurucu haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek yeniden
yargılanma talebinde bulunmuştur.
48. Başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır.
49. Gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılamasında hukuki yarar bulunduğundan,
başvurucunun iddialarını karşılanarak ve somut hukuki durumun koşulları dikkate
alınarak karar verilmesini teminen kararın bir
örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 6. İdare Mahkemesine
gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
50. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan gerekçeli
karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkına ilişkin şikâyet için bu aşamada KARAR VERİLMESİNE GEREK OLMADIĞINA,
D. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere
İstanbul 6. İdare Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,
16/6/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.