TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
KAZIM ALBAYRAK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/3836)
|
|
Karar Tarihi: 17/9/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Murat ŞEN
|
Başvurucu
|
:
|
Kazım ALBAYRAK
|
Vekili
|
:
|
Av. Ömer OĞUR
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, silahlı ve topluca cezaevinde isyana kalkışma suçundan
yargılandığı davada Bandırma 2. Asliye Ceza Mahkemesinin, zaman aşımı süresinin
dolmasına rağmen hakkında mahkûmiyet kararı vermesi ve uyarlama hükümlerinin
hukuka aykırı olarak uygulanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 19/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 30/4/2014 tarihinde
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu hakkında Bandırma Özel Tip Cezaevinde hükümlü
olarak tutulduğu süreçte 5/1/2000 ila 7/1/2000 tarihleri arasında diğer bazı
hükümlüler ile birlikte İBDA-C silahlı terör örgütü ile ilişkileri nedeniyle
silahlı ve topluca cezaevinde isyana kalkıştıkları iddiası ile soruşturma
başlatılmıştır.
6. Soruşturma kapsamında başvurucunun Eskişehir Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından müdafisiz alınan savunmasında özetle, Bandırma Özel Tip
Cezaevi idaresinin kendisi ve bazı hükümlülerin hücre sistemi olan cezaevlerine
nakletmek istediğini, kendisi ve arkadaşlarının ayrılmak istemediklerini, zorla
götürülmek istenmeleri üzerine de kendi imal ettikleri saldırı ve savunmada
kullanılabilecek aletlerle karşı koyduklarını belirtmiştir.
7. Bandırma Cumhuriyet Başsavcılığının 30/5/2000 tarih ve
E.2000/549 sayılı iddianamesi ile başvurucu ve arkadaşları haklarında silahlı
ve topluca cezaevinde isyana kalkışmak suçundan cezalandırılmaları talebiyle
aynı yer Asliye Ceza Mahkemesi nezdinde kamu davası açılmıştır.
8. Bandırma Asliye Ceza Mahkemesi, 4/1/2005 tarih ve
E.2000/386, K.2005/1 sayılı kararı ile başvurucuyu 11 yıl 6 ay 10 gün hapis
cezasına mahkûm etmiştir.
9. Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı, 22/12/2005 tarih ve 4-2005/180627 sayılı yazıları ile karara
ilişkin 1/6/2005 tarihinde yürürlüğe giren 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk
Ceza Kanunu kapsamında değerlendirme yapılması için dosyayı Mahkemesine geri
göndermiştir.
10. Bandırma Adliyesinde ikinci Asliye Ceza Mahkemesinin
kurulması ile dosyanın tevzi olduğu Bandırma 2. Asliye Ceza Mahkemesinin
E.2006/40 sayısına kayden yapılan yargılamada, Mahkemenin 15/12/2011 tarih ve
E.2006/40, K.2011/729 sayılı kararı ile başvurucu tekrar 11 yıl 6 ay 10 gün
hapis cezasına mahkûm edilmiştir.
11. Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından hazırlanan 19/5/2013 tarih ve 2013/4231 sayılı
tebliğnamede başvurucunun hukuki durumuna ilişkin olarak talep edilen hususlar
şöyledir:
“Suç ve hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 765
sayılı TCK ve 5237 sayılı TCK hükümleri nazara alınarak lehe ve aleyhe
değerlendirme yapılması gerektiği, bu kapsamda her suç bakımından zamanaşımı
değerlendirilmesinin ayrı ayrı yapılması gerektiği, sanıklar hakkında 765 sayılı
TCK’nın 304/3-4. maddeleri gereğince hükmolunan temel cezanın 10 yıl 6 ay hapis
cezası, netice cezanın ise 11 yıl 6 ay 10 gün hapis cezası olması karşısında;
her ne kadar hüküm tarihi itibariyle uygulama doğru ise de suç ve hüküm tarihi
itibariyle 765 sayılı TCK’nın 304/3., 5237 sayılı TCK’nın 296/1-2. maddeleri
kapsamında yapılan değerlendirmede 5237 sayılı TCK’nın 296/1. maddesine ilişkin
kesintili zamanaşımı süresinin 5237 sayılı TCK’nın 66/1-e, 67/4. maddeleri
gereğince 12 yıl olması ve suç tarihi olan 5/1/2000 tarihinden inceleme
tarihine kadar da söz konusu zamanaşımı süresinin gerçekleşmiş olması
karşısında; mahkemece 765 sayılı TCK’nın 304/3-4. maddeleri ile 5237 sayılı
TCK’nın 296/2. maddesi delaletiyle 5237 sayılı TCK’nın 152/1-a, 152/2-a maddelerinin
ayrı ayrı bir bütün halinde netice cezalar değerlendirilmek suretiyle yeniden
lehe yasanın değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması bozmayı gerektiğinden,
sanıklar ve müdafilerinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden
hükmün bozulması talep olunur.”
12. Temyiz incelemesi yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesi,
24/12/2013 tarih ve E.2013/7012, K.2013/16579 sayılı ilamı ile anılan mahkeme
kararını onanmıştır. İlamın gerekçesindeki başvurucu ile ilgili kısım şöyledir:
“Sanıklara atılı hükümlü veya tutukluların
ayaklanması suçu bakımından 5237 sayılı TCK'nın 296/1. maddesinde belirlenen
cezanın süresi itibariyle, aynı Kanun’un 66/1-e, 67/4. maddelerinde öngörülen
zamanaşımı suç ve inceleme tarihleri arasında gerçekleşmiş ise de, 5237 sayılı
TCK'nın 7. ve 5252 sayılı Kanunun 9/3 maddelerinde “lehe olan hüküm önceki ve
sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak ortaya çıkan
sonuçların birbiriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir” hükmü uyarınca,
iddianamedeki anlatım, kabul ve mahkemenin lehe olan kanunun belirlenmesine
yönelik yaptığı karşılaştırmada yakarak mala zarar verme suçuna ilişkin
teşdiden öngördüğü ceza da nazara alındığında; sanıklar tarafından
gerçekleştirilen ayaklanmada yakarak mala zarar verme ve kişiyi hürriyetinden
yoksun kılma suçlarının da sübut bulduğu, buna göre de; 765 sayılı TCK'nın
304/son maddesi delaletiyle 304/3-4. maddelerinin uygulanması ile hükmolunan
sonuç cezanın, 5237 sayılı TCK'nın 296/2. maddesi yollamasıyla aynı Kanunun
152/1-a, 152/2-a, 109/2-3-a-b maddelerinin uygulanması suretiyle hükmolunacak
sonuç cezaya göre her durumda daha lehe olacağı anlaşılmakla; mahkemenin kabul
ve uygulamasında bir isabetsizlik görülmemiş, tebliğnamedeki bozma düşüncesine
bu nedenle iştirak edilmemiştir”
13. Başvurucu, karardan 17/3/2014 tarihinde haberdar olmuş ve
19/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
14. 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun
(mülga) 304. maddesi şöyledir:
“(Değişik madde: 28/9/1971 tarih ve 1490
sayılı Kanun’un 10 md.)
I- (Değişik bent: 7/1/1981 tarih ve 2370
sayılı Kanun’un 10 md.) Önceden aralarında bir anlaşma olsun veya olmasın üç ve
daha ziyade hükümlü veya tutuklu her ne sebeple olursa olsun cezaevi idaresine
karşı ayaklanırsa, üç yıldan beş yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.
Cebir ve şiddet göstererek veya tehdit ederek
veya nüfuz ve müessir kuvvet sarfederek cezaevinin idaresine kısmen veya
tamamen mani olunması hali bu maddenin tatbikinde ayaklanma sayılır.
Kullanılmış olmasa bile, ayaklanmaya silahla
katılan hükümlü ve tutuklular beş yıldan yedi yıla kadar hapis cezasıyla
cezalandırılır.
Yukarıda yazılı hallerde ayrıca bir tahribat
meydana getirilmişse, tayin olunan ceza, tahribatın derecesine göre üçte birden
yarıya kadar artırılarak hükmolunur.
II - Azmettirenler veya teşvik edenler
ayaklanmaya fiilen katıldıkları takdirde, haklarında birinci bendin birinci
veya üçüncü veya dördüncü fıkralarında yazılı olan cezaların yukarı haddi
hükmolunur.
III - (Mülga bent: 07/12/1988 tarih ve 3506
sayılı Kanun’un 10 md.)”
15. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 296.
maddesi şöyledir:
“(1) Hükümlü veya tutukluların toplu olarak
ayaklanması hâlinde, her biri hakkında altı aydan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
Hükümlü veya tutuklu sayısının üçten fazla olmaması hâlinde, bu suçtan dolayı
cezaya hükmedilmez.
(2) Ayaklanma sırasında başka suçların
işlenmesi hâlinde, ayrıca bu suçlara ilişkin hükümlere göre cezaya hükmolunur.”
16. 5237 sayılı Kanun’un 152. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendi ile (2) numaralı fıkrasının (a) bendi şöyledir:
“(1) Mala zarar verme suçunun;
a) Kamu
kurum ve kuruluşlarına ait, kamu hizmetine tahsis edilmiş veya kamunun
yararlanmasına ayrılmış yer, bina, tesis veya diğer eşya hakkında,
…
İşlenmesi hâlinde, fail hakkında bir yıldan
altı yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(2) Mala zarar verme suçunun;
a) Yakarak, yakıcı veya patlayıcı madde
kullanarak,
…
İşlenmesi hâlinde, verilecek ceza iki katına
kadar artırılır.”
17. 5237 sayılı Kanun’un 7. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“(2) Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan
kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin
lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.”
18. 4/11/2004 tarih ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun
Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 9. Maddesinin (3) numaralı fıkrası
şöyledir:
“(3) Lehe olan hüküm, önceki ve sonraki
kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların
birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir.”
19. 4/4/1929 tarih ve 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü
Kanunu’nun (mülga) 135. maddesinin birinci fıkrasının (3) numaralı bendi
şöyledir:
“Zabıta amir ve memurları ile Cumhuriyet Savcısı
tarafından ifade almada ve hakim tarafından sorguya çekilmede aşağıdaki
hususlara uyulur:
…
3. Müdafi tayin hakkının bulunduğu, müdafi
tayin edebilecek durumda değilse baro tarafından tayin edilecek bir müdafi
talep edebileceği ve onun hukuki yardımından yararlanabileceği, isterse
müdafiin soruşturmayı geciktirmemek kaydı ile ve vekaletname aranmaksızın ifade
veya sorguda hazır bulunacağı bildirilir; yakınlarından istediğine
yakalandığını duyurabileceği söylenir.”
20. 1412 sayılı Kanun’un 135/A maddesi şöyledir:
“İfade verenin ve sanığın beyanı özgür
iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence,
zorla ilaç verme, yorma, aldatma, bedensel cebir ve şiddette bulunma, bazı
araçlar uygulama gibi iradeyi bozan bedeni veya ruhi müdahaleler yapılamaz.
Kanuna aykırı bir menfaat vaat edilemez.
Yukarıdaki fıkralarda belirtilen yasak
yöntemlerle elde edilen ifadeler rıza olsa dahi delil olarak
değerlendirilemez.”
21. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun
150. maddesi şöyledir:
“(Değişik madde: 6/12/2006 tarih ve 5560
sayılı Kanun’un 21.md)
(1) Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi
seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını
beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir.
(2) Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık;
çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi
aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.
(3) Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını
gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra
hükmü uygulanır.
(4) Zorunlu müdafilikle ilgili diğer hususlar,
Türkiye Barolar Birliğinin görüşü alınarak çıkarılacak yönetmelikle
düzenlenir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
22. Mahkemenin 17/9/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 19/3/2014 tarih ve 2014/ 3836 numaralı bireysel başvurusu
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
23. Başvurucu, silahlı ve topluca cezaevinde isyana kalkışma
suçundan yargılandığı davada soruşturma aşamasında Cumhuriyet Başsavcılığında
verdiği beyanda zorunlu müdafiden yararlandırılmadığını, Mahkemenin kamera
kayıtlarını, teftiş ve bilirkişi raporlarını beklemeden, iddia edilen silahlı
ayaklanma suçuna azmettirmeye ilişkin delil olmamasına ve isnat edilen suça
ilişkin 12 yıllık zamanaşımının dolmasına rağmen, yasal indirim şartlarının
oluşup oluşmadığına ilişkin cevabı da beklenmeden mahkûmiyet kararı verdiğini,
5237 sayılı Kanun’a ilişkin lehe aleyhe değerlendirmesi kapsamında alt sınırdan
hüküm kurularak değerlendirme yapılması gerekirken teşdit uygulanarak cezanın
belirlendiğini, benzer olaylarda ilgili Yargıtay 9. Ceza Dairesinin farklı
kararlar verdiğini belirterek, Anayasa’nın 10., 36. ve 38. maddelerinde
tanımlanan eşitlik ilkesi, adil yargılanma hakkı ve masumiyet karinesinin ihlal
edildiğini ileri sürmüş ve yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
24. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurulara ilişkin
incelemesi başvuru kapsamıyla sınırlı olduğundan, başvurucu tarafından ileri
sürülmeyen herhangi bir hak ihlalinin resen incelenmesi mümkün değildir (B.No:
2013/1281, 16/5/2013, § 18). Bu kapsamda başvuruda, Anayasa’nın 36. maddesi
kapsamında makul sürede yargılanma hakkı konusu ayrıca değerlendirilmemiştir.
Başvurucunun, benzer davalarda Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından farklı
kararlar verilmesi nedeniyle Anayasa’nın 10. maddesinin ihlal edildiğine
ilişkin iddiasının özü söz konusu kararın adil olmadığı hususu ile ilgilidir.
Anayasa Mahkemesi olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki tavsifi ile bağlı
değildir. Bu kapsamda başvurucunun bütün iddiaları aşağıda adil yargılanma
hakkı çerçevesinde iki ayrı başlık altında değerlendirilmiştir.
1. Soruşturma Aşamasında Müdafi Olmaksızın
Savunmasının Alındığı İddiası Yönünden
25. Anayasa’nın 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
26. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi şöyledir:
“(3) Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki
asgari haklara sahiptir:
…
c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir
müdafinin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî
olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde,
resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;”
27. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu
belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden
bu hakkın kapsam ve içeriğinin, AİHS’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde
belirlenmesi gerekir (B.No: 2012/917, 16/4/2013, § 20).
28. AİHS’in 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendindeki
düzenlemede isnat altında bulunan kişi, savunma hakkının kullanılmasında üç
ayrı hakka sahiptir. Bunlar kendisini bizzat savunmak, kendisinin seçtiği bir
müdafi yardımından yararlanma ve bir müdafiye sahip olmak için gerekli mali
olanaktan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen
atanacak bir müdafi yardımından yararlanma haklarıdır. Dolayısıyla, suç isnadı
altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması devlet tarafından talep
edilemez (Pakelli/Federal
Almanya, B.No: 8398/78, 25/4/1983).
29. Müdafi yardımından yararlanma hakkı, adil yargılama için
suç isnadı altındaki kişilere savunma hakkı verilmesinin tek başına yeterli
olmadığını ayrıca bu kişilerin kendilerini savunma imkânına da sahip olmaları
gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu kapsamda savunma hakkının etkin bir şekilde
kullanma imkânını sağlayan müdafi yardımından yararlanma hakkı aynı zamanda
adil yargılanma hakkının diğer bir unsuru olan “silahların
eşitliği” ilkesinin de gereğidir.
30. Sözleşme’nin anılan maddesi herhangi bir istisna
gözetmeksizin suç isnadı altında bulunan herkesi kapsamaktadır ve ceza
yargılamasının her aşamasında uygulanmaktadır. Dolayısıyla soruşturma
aşamasında yapılan işlemler bakımından da bu hak güvence altına alınmıştır. Bu
kapsamda AİHM, Sözleşme’nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendinin
etkinliğinden söz edilebilmesi için yargılama öncesi işlemler bakımından da söz
konusu düzenlemenin uygulama alanı bulmasının zorunlu olduğunu belirtmiştir (Imbrioscia/İsviçre, B.No: 13972/88,
24/11/1993, § 33). Diğer taraftan AİHM, müdafi ile temsil hakkının sınırsız
olmadığını (Can/Avusturya, B.No:
9300/81, 30/9/1985, § 57), geçerli bir nedene dayanılıyorsa, davanın
açılmasından önceki aşamada avukata erişimin kısıtlanmasının mümkün
olabileceğini (John Murray/Birleşik Krallık, B.No: 18731/91, 8/2/1996, § 63), önemli olanın yargılamaya bir
bütün halinde bakıldığında soruşturma aşamasında bu hükme aykırılığın, ciddi
bir şekilde adil yargılanma hakkına engel olması durumunda hak ihlalinin ortaya
çıkabileceğini belirtmiştir (Imbrioscia/İsviçre,
§ 36). Bu kapsamda mutlak bir hak olarak
kabul edilmese de, suç isnadı altında bulunan kişinin, gerekirse resen atanan
bir avukat tarafından etkili bir şekilde savunulma hakkı adil yargılanma
hakkının temel özelliklerinden biridir (Poitrimol/Fransa,
B.No: 14032/88, 23/11/1993, § 34).
31. Müdafi yardımından yararlanma hakkının adil yargılanma
hakkı temelinde önemi, suç isnadı altında olan kişinin bu haktan
yararlandırılması yönünde devletin pozitif bir yükümlülüğü olduğunun kabul
edilmesidir. Sözleşme’nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi devletleri,
suç isnadı altındaki kişiyi, bir müdafiye sahip olmak için gerekli mali olanaktan yoksun ise
ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlandırma
yükümlülüğü altına sokmuştur.
32. Başvuru konusu olayda başvurucu hakkında yürütülen
soruşturma kapsamında Bandırma Cumhuriyet Başsavcılığının talimatıyla 21/3/2000
tarihinde Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucunun savunması
alınmıştır. Savunma alınırken başvurucu müdafi yardımından yararlanmamıştır.
Başvurucu, 5271 sayılı Kanun’un 150. maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkraları
kapsamında yasal zorunluluk olmasına rağmen müdafi yardımından
yararlandırılmamasının savunma ve adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri
sürmüştür.
33. Öncelikle belirtilmesi gereken konu, başvurucunun
ifadesinin alındığı tarihte 5271 sayılı Kanun değil 1412 sayılı Kanun
yürürlüktedir. 1412 sayılı Kanun’un 135. maddesinin birinci fıkrasının (3)
numaralı bendi kapsamında şüphelinin soruşturma aşamasında kolluk, Cumhuriyet
savcısı ve sorgu hâkimi karşısında müdafi tayin hakkının bulunduğu, müdafi
tayin edebilecek durumda değilse baro tarafından tayin edilecek bir müdafi
talep edebileceği ve onun hukuki yardımından yararlanabileceği, isterse
müdafiin soruşturmayı geciktirmemek kaydı ile ve vekâletname aranmaksızın ifade
veya sorguda hazır bulunacağı kabul edilmiştir. Dolayısıyla 1412 sayılı Kanun
uygulaması müdafi yardımından yararlanmak için suç isnadı altındaki kişinin
talebini aramıştır.
34. Somut olayda, başvurucunun müdafi talep etmesine rağmen
verilmediğine ya da verdiği savunmanın baskı altında alındığına ve bu sebeple
gerçeğe aykırı beyan verdiğine dair herhangi bir iddiası bulunmamaktadır.
Ayrıca başvurucunun beyanı yargısal güvenceleri bulunan Cumhuriyet savcısı
huzurunda alınmıştır. Soruşturma ve kovuşturma aşamaları ile bir bütün olan
yargılama sürecinde kovuşturma aşamasında da başvurucu kendisini müdafi ile
temsil ettirmiştir. Dolayısıyla başvurucunun müdafi yardımından yararlanma
hakkının engellendiğine dair herhangi bir veri tespit edilmemiştir.
35. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun iddialarının bir ihlal
içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Delillerin Değerlendirilmesi ve Diğer
İddialar Yönünden
36. Başvurucu, Mahkemenin, kamera kayıtlarını, teftiş ve
bilirkişi raporlarını beklemeden, silahla ayaklanma suçuna azmettirmeye ilişkin
delil olmamasına ve isnat edilen suça ilişkin 12 yıllık zamanaşımının dolmasına
rağmen, yasal indirim şartlarının oluşup oluşmadığına ilişkin yazı cevabı
beklenmeden mahkûmiyet kararı verdiğini, 5237 sayılı Kanun’a ilişkin lehe
aleyhe değerlendirilmesi kapsamında alt sınırdan hüküm kurularak değerlendirme
yapılması gerekirken teşdit uygulanarak cezanın belirlendiğini, benzer olaylarda
ilgili Yargıtay Dairesinin farklı kararlar verdiğini belirterek bu hususların
adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
37. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi
gereken hususlarda inceleme yapılamaz”
38. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar
başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
39. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine
karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü
fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel
başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
40. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik
içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça
Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (B.No: 2012/828, 21/11/2013, §
21).
41. Adil yargılanma hakkı bireylere dava sonucunda verilen
kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme
imkânı verir. Bu nedenle, bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin
şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun yargılama sürecinde haklarına
saygı gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu
deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili bir şekilde
itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı ya
da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi
tarafından dinlenmediği veya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının
oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya
da açık keyfiliğe ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir (B.No:
2013/2767, 2/10/2013, § 22).
42. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme
ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme
yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada sunulan delilin
geçerli olup olmadığını ve delil sunma ve inceleme yöntemlerinin yasaya uygun
olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp,
Mahkemenin görevi başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup
olmadığının değerlendirilmesidir (B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).
43. AİHM, delilerin kabul edilebilirliği ile ilgili olarak,
somut davada kullanılan delilin sanığın hazır bulunduğu duruşmada ve “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri ya da söz
konusu delillerin yargılamanın bütününe olan etkisi çerçevesinde
değerlendirmektedir (Tamminen/Finlandiya,
B.No: 40847/98, 15/6/2004, §§ 40-41; Barberà,
Messegué ve Jabardo/İspanya, B.No: 10590/83, 6/12/1988, §§ 68,
81-89). AİHM pek çok kararında, Sözleşme’nin 19. maddesi bağlamında görevinin,
Sözleşmeci Devletlerin Sözleşme’ye ilişkin yükümlülüklerinin gözetilmesini
sağlamak olduğunu, Sözleşme’nin koruması altında bulunan hak ve özgürlükler
ihlal edilmedikçe ulusal bir mahkemenin olaylara ya da hukuka ilişkin yaptığı
hataları inceleme görevinin bulunmadığını, Sözleşme’nin 6. maddesinin adil
yargılanma hakkını güvence altına almakla beraber bu maddenin öncelikli olarak
ulusal hukuk bağlamında düzenlenmesi gereken bir konu olan delillerin kabul
edilebilirliğine ilişkin bir kural ortaya koymadığını belirtmektedir (Schenk/İsviçre, B.No: 10862/84, 12/7/1988,
§§ 45-46; Desde/Türkiye, B.No:
23909/03, 1/2/2011, § 124).
44. Bireysel başvuruya konu davadaki olayların kanıtlanması,
hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, yargılama sırasında delillerin
kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derece
mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması,
bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Anayasa’da yer
alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ve açıkça keyfilik içermedikçe
derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar bireysel başvuru
incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede, derece mahkemelerinin delilleri
takdirinde bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa
Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (B. No: 2012/1027,
12/2/2013, § 26).
45. AİHM, bariz bir şekilde keyfi olmadıkça, belirli bir
kanıt türünün –iç hukuk açısından hukuka aykırı olarak elde edilmiş kanıtlar da
dâhil olmak üzere– kabul edilebilir olup olmadığına veya aslında başvurucunun
suçlu olup olmadığına karar vermenin kendi görevi olmadığını kararlarında ifade
etmektedir. AİHM, kanıtların elde edilme yöntemi de dâhil olmak üzere
yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığını ve Sözleşme’deki bir hakkın
ihlali söz konusu ise tespit edilen ihlalin niteliğini inceleme konusu
yapmaktadır (Jalloh/Almanya [BD],
B.No: 54810/00, 11/07/2006, § 95; Desde/Türkiye,
B.No: 23909/03, 1/2/2011, § 125; Khodorkovskiy
ve Lebedev/Rusya, B.No: 11082/06, 13772/05, 25/7/2013, § 699) AİHM’e
göre, delillerle ilgili esas olarak başvurucuya, delillerin gerçekliğine itiraz
etme ve kullanılmalarına karşı çıkma fırsatı verilip verilmediği incelenmelidir
(Bykov/Rusya [BD], B.No: 4378/02,
10/3/2009, § 90; Khodorkovskiy ve
Lebedev/Rusya, B.No: 11082/06, 13772/05, 25/7/2013, § 700).
46. Başvuru konusu olayda başvurucunun iddiasına konu olan
Adalet müfettişi raporu ile jandarmadaki kamera kayıtları 21/6/2001 tarihli
duruşmada iddia makamı tarafından talep edilmiştir. Başvurucu ve vekili davanın
devam eden aşamalarında iddia makamının bu talebine ilişkin lehe veya aleyhe
herhangi bir talepte bulunmamışlardır. İddia makamının duruşmada ileri sürdüğü
anılan talepler Bandırma Cumhuriyet Başsavcılığının iddianamesine de esas
oluşturmamıştır. Bu kapsamda anılan hususların incelemesinden Mahkeme
tarafından vazgeçilmesine karşı duruşma sürecinde başvurucu tarafından herhangi
bir itiraz ileri sürülmemiştir. Öte yandan başvurucu vekilinin 27/12/2006
tarihli duruşmada olaylara ilişkin TRT’de bazı görüntülerin yayınlandığını
ileri sürmesi üzerine Mahkeme, Bandırma Cumhuriyet Başsavcılığına müzekkere
yazarak ellerinde herhangi bir kaydın olup olmadığının sorulmasına karar vermiştir.
8/3/2007 tarihli duruşmada Başsavcılık ellerinde görüntü kaydının olmadığını
bildirmiştir. Daha sonraki celselere ilişkin duruşma tutanakları kapsamında
başvurucu vekili iddiasına ilişkin herhangi bir bulgu veya yeni bir iddia ileri
sürmemiştir.
47. Somut olayda, başvurucunun delillerini sunma ve
delillerin değerlendirilmesi konusunda farklı bir muameleye tabi tutulduğuna
dair somut bir veri bulunmadığı gibi Mahkeme’nin delilleri değerlendirmesinde
bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik bulunduğuna dair bir bulguya da
rastlanmamıştır. Başvuru dosyası incelendiğinde, deliller ile ilgili olarak
başvurucuya, şikâyete konu Mahkeme tarafından temin edilmesinden vazgeçilen
hususlara yönelik itiraz etme ve kullanılmamasına karşı çıkma fırsatı
verildiği, başvurucunun aleni duruşmada delil sunma ve tartıştırma imkânına
sahip olduğu anlaşılmaktadır. Diğer taraftan, “silahların
eşitliği” ve “çelişmeli
yargılama” ilkelerine aykırı olarak başvurucuya delillerini sunma,
inceletme ve itiraz etme hususlarında uygun olanakların sağlanmadığına ilişkin
bir veri de bulunmamaktadır.
48. Öte yandan, başvurucunun, Mahkemenin silahla ayaklanma
suçuna azmettirmeye ilişkin delil olmamasına rağmen, yasal indirim şartlarının
oluşup oluşmadığına ilişkin yazı cevabı beklenmeden mahkûmiyet kararı verdiği,
Mahkemenin lehe aleyhe değerlendirilmesinde teşdit uygulayarak cezayı
belirlediği, yargılamanın zamanaşımına uğradığı iddialarının Yargıtay 9. Ceza
Dairesi tarafından reddedilmesine ve benzer davalarda Daire tarafından farklı
kararlar verilmesine ilişkin iddialarının yukarıdaki açıklamalar ışığında
derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olgulara ilişkin
hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince
uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması ile ilgili
olduğu açıktır. Başka bir ifadeyle başvurucunun iddialarının, derece
mahkemesince kanunların yorumlanmasında isabet olup olmadığına, dolayısıyla
yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu ve başvurunun bu haliyle temyiz incelemesi
talebi niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.
49. Başvurucunun iddialarının esas itibarıyla ilk derece
mahkemesi ve Yargıtay tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve
yorumlanmasında isabet olmadığına ve dolayısıyla yargılamanın sonucuna ilişkin
olduğu, derece mahkemelerince yürütülen yargılama sırasında başvurucunun, karşı
tarafın sunduğu deliller ve görüşlerle ilgili bilgi sahibi olma ve bunlara
karşı etkili bir şekilde itiraz etme ve kendi delillerini ve iddialarını sunma
konularında bir sorunla karşılaştığına dair bir bulguya rastlanılmadığı gibi
yapılan yargılama ve kurulan hükümde bariz takdir hatası veya açık keyfilik de
tespit edilmemiştir.
50. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun iddialarının kanun
yolu şikâyeti niteliğinde olduğu ve derece mahkemeleri kararlarının bariz
takdir hatası veya açık keyfilik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının “açıkça dayanaktan yoksunluk”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
Başvurunun,
“açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde
bırakılmasına, 17/9/2014 tarihinde OY
BİRLİĞİYLE karar verildi.