TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
KORKUT BAHADIR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/4025)
|
|
Karar Tarihi: 11/12/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Zühtü ARSLAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Gökçe GÜLTEKİN
|
Başvurucu
|
:
|
Korkut BAHADIR
|
Vekili
|
:
|
Av. Ali İhsan GÜZEL
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, maaş bordrosunda
belirtilen özel hizmet tazminatı oranının %145’ten %75’e düşürülmesi üzerine
Ankara 8. İdare Mahkemesinde açtığı iptal davasının reddedildiğini,
yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, mülkiyet ve adil
yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 24/3/2014 tarihinde
Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona
sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca,
22/5/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak
üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından
27/6/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
Adalet Bakanlığının 17/7/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki
kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş
sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucu, T.C. Ziraat
Bankası A.Ş.’de 22/1/1990 tarih ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin ek
(I) sayılı cetvelinde yer alan müdür yardımcılığı görevini yürütmekte iken
özelleştirme nedeniyle 24/11/1994 tarih ve 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları
Hakkında Kanun’un 22. maddesi uyarınca 31/5/2002 tarihinde Sosyal Güvenlik
Kurumu Başkanlığına (SGK) uzman olarak atanmıştır.
8. 21/7/2005 tarihli ve 25882
sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5398 sayılı Kanun’un 8.
maddesiyle 4046 sayılı Kanun’un 22. maddesi yeniden düzenlenmiş; 22. maddenin
altıncı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan ve 399 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin ek (I) sayılı cetvelinde gösterilen personelden, 4046 sayılı
Kanun’a göre başka kurumlara atanan personel için geçerli şahsa bağlı hak
uygulamasının “üç yıl süre ile” sınırlı olarak uygulanmasını öngören kanun
maddesinin Anayasa Mahkemesince iptali istenmiş, Anayasa Mahkemesinin
29/12/2005 tarih ve E.2005/110, K.2005/111 sayılı kararıyla iptal istemi reddedilmiştir.
9. Başvurucunun 2006 yılının
Temmuz ayında 1.421,99 TL olarak hesaplanan maaşı; maaş bordrosunda belirtilen
özel hizmet tazminatı oranının %145’ten %75’ düşürülmesi sonucunda 2006 yılının
Ağustos ayı itibarıyla 1.128,09 TL olarak hesaplanmıştır.
10. Başvurucu, özel hizmet
tazminatı oranının %145’ten %75’e düşürülmesine ilişkin idari işlemin iptali ve
yürütmesinin durdurulması ile uğradığı parasal kayıpların ödenmesi istemiyle
16/10/2006 tarihinde Ankara 8. İdare Mahkemesinde dava açmıştır.
11. Mahkemece, 27/12/2006
tarihli kararla; 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 27/2. maddesinde öngörülen yürütmenin durdurulması şartlarının
gerçekleşmediği gerekçesiyle yürütmenin durdurulması isteminin reddine karar
verilmiştir.
12. Ankara 8. İdare Mahkemesinin
13/11/2007 tarih ve E.2006/2369, K.2007/2412 sayılı kararıyla; başvurucunun
davası reddedilmiştir. Mahkeme kararının ilgili kısımları şöyledir:
“15/8/2003 tarihli ve 25200 sayılı Resmi
Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 4971 sayılı Kanun’un 6. maddesiyle 4046
sayılı Kanun’un 22. maddesi yeniden düzenlenerek şahsa bağlı hak uygulamasına
sınır getirilmiş, 4971 sayılı Kanun’un geçici 2. maddesinin birinci cümlesinde
ise 4971 sayılı Kanun’un yayımı tarihinden önce 4046 sayılı Kanun’un 22.
maddesi gereğince şahsa bağlı hakları saklı tutulan ve halen bu haktan
yararlanan personelin şahsa bağlı haklarının 4971 sayılı Kanun’un yayımı
tarihinden itibaren üç yıl sonra sona ereceği kurala bağlanmıştır.
Bunun yanı sıra, 4046
sayılı Kanun’un 22. maddesi 5398 sayılı Kanun’un 8. maddesiyle yeniden
düzenlenmiş, aynı Kanun’un 29. maddesiyle 4046 sayılı Kanun’a eklenen geçici
22. maddenin birinci fıkrasının 2. cümlesinde de 4971 sayılı Kanun’un geçici 2.
maddesi uyarınca şahsa bağlı hakları 15/8/2003 tarihinden itibaren üç yıl
süreyle saklı tutulan personelin şahsa bağlı haklarının 14/8/2006 tarihinde
sona ereceği belirtilmiştir.
Öte yandan, 21/7/2005
tarihli ve 25882 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5398
sayılı Kanun’un 8. maddesiyle yeniden düzenlenen 4046 sayılı Kanun’un 22.
maddesinin altıncı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan ve 399 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname eki (1) sayılı cetvelde yer alan, görevdeyken 4046 sayılı
Kanun gereği başka kurumlara atananlar için öngörülen şahsa bağlı hak
uygulamasının "üç yıl süreyle sınırlı olarak uygulanmasını öngören"
kuralın iptali istemiyle açılan dava, Anayasa Mahkemesinin 29/12/2005 tarih ve
E.2005/110, K.2005/111 sayılı kararıyla reddedilmiştir.
Dava dosyasının incelenmesinden,
T.C. Ziraat Bankası A.Ş. Genel Müdürlüğünde çalışmakta iken 4046 ve 4603 sayılı
Kanun hükümleri uyarınca Emekli Sandığına uzman olarak atanan davacıya eski
görev yerindeyken aylık net 1.294,30 TL ödendiği, bu görevi sırasında davacıya
ödenen özel hizmet tazminatı oranının %145 olduğu, davacının yeni görev yerinde
uzman görevi için öngörülen özel hizmet tazminatı %75 olduğundan eski görev
yerindeki özel hizmet tazminatı oranının davacıya ödenmesine devam edildiği,
ancak yukarıda anılan Kanun hükümleri uyarınca şahsa bağlı hak uygulamasının
davacı için 14/08/2006 tarihinde sona ermesi üzerine davacıya da diğer uzmanlar
gibi %75 oranında özel hizmet tazminatı ödenmeye başlanması üzerine bakılan
davanın açıldığı, öte yandan, davacıya atandığı tarihte ödenen maaş miktarı ile
Sosyal Güvenlik Kurumundaki yeni kadrosu için ödenen maaş arasındaki fark
kapandığından fark tazminatı ödenmesi uygulamasına da son verildiği
anlaşılmaktadır.
Yukarıda yapılan
düzenleme ile özelleştirme kapsamına alınan kurumlarda görev yapmakta iken 4046
sayılı Kanun uyarınca başka kurumlara 15/08/2003 tarihinden önce atananların
14/08/2006 tarihinden itibaren şahsa bağlı hak uygulamasından yararlanmalarına
hukuki olanak bulunmamaktadır.
Uyuşmazlık konusu
olayda, davacının şahsa bağlı haklar uygulamasından yararlanma süresi sona
erdiğinden dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir.”
13. Temyiz üzerine, Danıştay
Beşinci Dairesinin 22/10/2010 tarih ve E.2008/3813, K.2010/6100 sayılı ilâmıyla
hüküm onanmıştır.
14. Karar düzeltme istemi, aynı
Dairenin 27/12/2013 tarih ve 2011/2346, K.2013/11019 sayılı kararıyla
reddedilmiştir.
15. Karar, başvurucuya 21/2/2014
tarihinde tebliğ edilmiştir.
16. Başvurucu, 24/3/2014
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
17. 2577 sayılı Kanun’un 1.
maddesinin (2) numaralı fıkrası, 14. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları,
20. maddesinin (5) numaralı fıkrası, 27. maddesi, 49. maddesinin (3) numaralı
fıkrası ile 60. maddesi,
18. 4046 sayılı Kanun’un 22.
maddesinin 6. fıkrası şöyledir:
“399 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnameye ekli (1) sayılı cetvelde belirtilen kadrolarda görev yapmakta iken
nakle tâbi tutulan personelin (bu Kanuna göre anonim şirket halinde
birleştirilen kuruluşlardaki personel dâhil), Devlet Personel Başkanlığına
bildirildikleri tarihteki kadrolarına ilişkin olarak bildirim tarihi itibarıyla
almakta oldukları aylık, ek gösterge, zam, özel hizmet tazminatı, makam
tazminatı, temsil tazminatı, görev tazminatı bir bütün olarak, göreve
başladıkları tarihi izleyen aybaşından geçerli olmak üzere üç yıl süre ile
saklı tutulur ve şahsa bağlı haktan yararlanılan süreler 5434 sayılı Kanun’un
ek 68 inci ve ek 73 üncü maddelerinde belirtilen sürelerin hesabında (daha önce
nakledilenler dâhil) dikkate alınır. İlgililerin yeni kadrolarına atandıkları
tarihten önce, eski kadroları için mevcut olan ve saklı haklar kapsamında
bulunan gösterge, puan, oran ve katsayı artışları şahsa bağlı haklarda artış
sayılır. Ancak eski kadro için bu tarihten sonra ihdas edilmiş hiçbir malî ve sosyal
hak ve yardım ile sair ödemeler şahsa bağlı hak kapsamında değerlendirilmez.
Atanılan kadrodaki derece yükselmeleri veya kademe ilerlemeleri, aylık gösterge
ve ek gösterge dışındaki ödemelerde, şahsa bağlı olarak saklı tutulan hakların
ödendiği eski kadronun derecelerinin yükseltilmesi veya kademelerinin
ilerletilmesi sonucunu doğurmaz. Bu personelin (bu Kanuna göre anonim şirket
halinde birleştirilen kuruluşlardaki personel dâhil), Devlet Personel
Başkanlığına bildirildikleri tarihteki kadrolarına ilişkin olarak bildirim
tarihi itibarıyla almakta oldukları aylık, ek gösterge, ikramiye, her türlü zam
ve tazminatları (ek tazminat ve bankacılık tazminatı dâhil), makam tazminatı,
temsil tazminatı, görev tazminatı, ücret (fazla mesai ücreti hariç), ek ücret,
ek ödeme ve benzeri adlarla yapılan ödemelerin toplam net tutarının (bu tutar
sabit bir değer olarak esas alınır); nakledildiği kurum ve kuruluş tarafından
şahsa bağlı hak olarak ödenen aylık, ek gösterge, zam, özel hizmet tazminatı,
makam tazminatı, temsil tazminatı, görev tazminatı ödemeleri ile şahsa bağlı
hak dışında yapılan ikramiye, ücret, ek ücret, ek ödeme, ek tazminat, teşvik
ödemesi, döner sermaye payı ve benzeri adlarla yapılan her türlü ödemelerin
(fazla mesai ücreti, fiilen yapılan ders karşılığı ödenen ek ders ücreti hariç)
toplam net tutarından fazla olması hâlinde aradaki fark tutarı, herhangi bir
vergi ve kesintiye tâbi tutulmaksızın fark kapanıncaya kadar ayrıca tazminat
olarak ödenir. Atandıkları kurumdaki kadro unvanı veya pozisyonlarında isteğe
bağlı olarak herhangi bir değişiklik olanlarla, başka kurumlara geçenlere şahsa
bağlı hak uygulaması ile fark tazminatı ödenmesine son verilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
19. Mahkemenin 11/12/2014
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 24/3/2014 tarih ve 2014/4025
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
20. Başvurucu, T.C. Ziraat
Bankası A.Ş.’de 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin ek (I) sayılı cetvelinde
yer alan müdür yardımcılığı görevini yürütmekte iken özelleştirme uygulaması
sonucunda 4046 sayılı Kanun’un 22. maddesi uyarınca 31/5/2002 tarihinde SGK’ya
uzman olarak atandığını, atamasının yapıldığı tarihten üç yıl sonra maaş
bordrosunda belirtilen özel hizmet tazminatı oranının %145’ten %75 düşürülmesi
üzerine, söz konusu idari işlemin iptali ve uğradığı parasal kayıpların
ödenmesi istemiyle 16/10/2006 tarihinde Ankara 8. İdare Mahkemesinde açtığı
davanın reddedildiğini, girdiği yarışma sınavında başarı göstererek kazandığı
unvanının ve özlük haklarının elinden alındığını iddia etmiş, 399 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamenin ek (I) sayılı cetvelinde yer alan personelin diğer devlet
kurumlarında yeterince kadro olmaması nedeniyle araştırmacı unvanıyla ataması
yapılırken kendisinin uzman unvanıyla atandığını, araştırmacı unvanıyla ataması
yapılan personelin 27/2/2014 tarih ve 6525 sayılı Kanun’un 41. maddesi ile
özlük haklarında iyileştirme yapıldığını, kendisinin söz konusu düzenlemeden
faydalanamadığını, çalıştığı kurumda daire başkanına bağlı olarak görev yapması
nedeniyle, özel hizmet tazminatı oranının şef statüsünde çalışan personelin
özel hizmet tazminatı oranına indirgenemeyeceğini ve yargılamanın makul sürede
sonuçlanmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiği İddiası
21. Başvurucu, T.C. Ziraat
Bankası A.Ş.’de müdür yardımcısı olarak görev yapmakta iken özelleştirme
nedeniyle SGK’ya uzman olarak atandığını, 4046 sayılı Kanun’un 22. maddesinin
altıncı fıkrasında yer alan düzenleme çerçevesinde atamasının yapıldığı
tarihten üç yıl sonra maaş bordrosunda belirtilen özel hizmet tazminatı
oranının %145’ten %75’e düşürülmesi nedeniyle maaşında azalma meydana geldiğini
belirterek, Anayasa'da güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
22. Anayasa'nın 148. maddesinin
üçüncü ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa
Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu
gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa'da güvence altına
alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve
Türkiye'nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir
başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir
hak ihlali iddiasını içeren başvurunun esasının incelenmesi mümkün değildir (B.
No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
23. Başvurucunun ihlal iddiasına
konu olan mülkiyet hakkı, Anayasa'nın 35. ve Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün
(1 No'lu Protokol) 1. maddesinde düzenlenmiştir.
24. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35.
maddesi şöyledir:
"Herkes,
mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu
yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının
kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."
25. Sözleşmeye Ek 1 No.lu
Protokol'ün 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına
saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı
sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel
ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler,
devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek
veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini
sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları
hakka halel getirmez."
26. Anayasa'nın 35. maddesi
kapsamındaki mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle
bir hakkın varlığını kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle, öncelikle başvurucunun,
Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir
menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi
gerekir (B. No. 2013/382, 16/4/2013, § 26).
27. Mülkiyet hakkı kişinin
şahsında mündemiç olmayıp, Anayasa'nın 35. maddesi kapsamında hukuki korumadan
istifade edilebilmesi açısından, öncelikle mülkiyet hakkının var olması aranır.
Anayasa'nın 35. maddesi ile 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi mülk edinme talebini
değil, kişinin var olan mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır. Bu durum
hakkın kazanılmış olması veya mevcut olması şeklinde de ifade edilebilir (B.
No. 2012/931, 26/6/2014, § 33).
28. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında, nelerin mülkiyet hakkına konu olabileceği
hususunda, mevzuat hükümlerinden ve derece mahkemelerinin bunlara ilişkin
yorumundan bağımsız olarak "özerk bir
yorum" esas alınmaktadır (bkz. Depalle/Fransa
[BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010 § 62; Anheuser-Busch
Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99,
30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya
[BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 129; Beyeler/İtalya
[BD], B. No: 33202/96, 5/1/2000, § 100; Iatridis/Yunanistan
[BD], B. No: 31107/96, 25/3/1999, §54).
29. Anayasa'nın 35. maddesi ile
1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin koruma alanı içinde yer alan menfaatlerin
kapsamına, mevcut bir mülk ("existing
possessions") girebileceği gibi alacak hakları (AYM, E.2000/42,
K.2001/361, K.T. 10/12/2001; AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 24/9/2008) veya
kesin bir şekilde tanımlanmış talep hakları ("claims") da girebilir. Bu kapsamda bir alacak hakkı ya
da talebin, mülkiyet hakkı kapsamında korunması için mahkeme hükmü, hakem
kararı veya idari karar gibi yeterli derecede icra edilebilir kılınması halinde
bir "mülk" teşkil
edebilir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Krstıć/Sırbistan,
B. No: 45394/06, 10/12/2013, § 76) (B. No. 2012/931, 26/6/2014, § 35).
30. Başvurunun konusu, kamu
görevlisi olan başvurucunun maaş bordrosunda belirtilen özel hizmet tazminatı
oranının %145’ten %75’e düşürülmesine ilişkin idari işlemin iptali isteminin
reddedilmesi nedeniyle maaşında meydana gelen azalmanın karşılanmamasıdır. Kamu
görevlilerine yapılan parasal hak ödemelerinin kesilmesi veya ödeme oranlarının
düşürülmesi sonucunda bireyin maaşında meydana gelen azalma mülkiyet hakkı
çerçevesinde incelenebilmektedir. Ancak mülkiyet hakkını güvence altına alan
Anayasa'nın 35. maddesinin, belirli bir miktar maaş almaya ilişkin olarak
bireylere talep hakkı sağlamadığı da açıktır. AHİM’de kamu görevlilerinin
maaşlarının düşürülmesine ilişkin başvuruları mülkiyet hakkı kapsamında
değerlendirmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Cichopek ve Diğerleri/Polonya, B. No:
15189/10, 14/5/2013, § 130; Koufaki ve
Adedy/Yunanistan, B. No: 57665/12, 57657/12, 7/5/2013 § 32; Sutummer/Avusturya [BD], B. No: 34452/02,
7/7/2011, § 82). Başvurucunun ihlal iddiasına konu maaşında meydana gelen
azalmanın, Anayasa'nın 35. maddesi ile 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin güvence
kapsamında yer aldığı anlaşılmaktadır.
31. Açıklanan nedenlerle,
Anayasa Mahkemesinin konu bakımından yetkisi kapsamında yer alan, açıkça
dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden bulunmayan başvurunun, bu kısmının kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir. Üye Erdal TERCAN bu görüşe
katılmamıştır.
b. Yargılamanın Süresinin Makul Olmadığı
İddiası
32. Başvurucunun 16/10/2006
tarihinde Ankara 8. İdare Mahkemesinde açtığı iptal ve tam yargı davasında
yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği yönündeki şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet
için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu
nedenle, başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı
verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Mülkiyet
Hakkının İhlal Edildiği İddiası
33. Başvurucu, T.C. Ziraat
Bankası A.Ş.’de müdür yardımcısı olarak görev yapmakta iken özelleştirme
nedeniyle SGK’ya uzman olarak atandığını, 4046 sayılı Kanun’un 22. maddesinin
altıncı fıkrasında yer alan düzenleme çerçevesinde atamasının yapıldığı
tarihten üç yıl sonra maaş bordrosunda belirtilen özel hizmet tazminatı
oranının %145’ten %75’e düşürülmesi nedeniyle maaşında azalma meydana geldiğini
belirterek, Anayasa'da güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür (§ 20).
34. Mülkiyet hakkının
sınırlamaları ve güvenceleri açısından Anayasa’nın mülkiyeti bir hak olarak
tanımlayan 35. maddesinin 13. maddesiyle birlikte değerlendirilmesi gerekir.
Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında genel olarak hak tanınmakta;
ikinci ve üçüncü fıkralarda ise sınırlama ve güvence ölçütleri
gösterilmektedir. Bu sınırlama ve güvence ölçütlerinin Anayasa'nın 13. maddesi
ışığında yorumlanması gerekir. Bu kapsamda mülkiyet hakkı, özüne
dokunulmaksızın, kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlanabilir. Ayrıca yapılan
sınırlamalar Anayasa'nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzenine ve
ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
35. Kanunla sınırlama ilkesi,
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında vazgeçilmez bir unsur olup, bu
koşulun sağlanmaması durumunda diğer güvence ölçütlerinin değerlendirilmesinin
bir anlamı yoktur.
36. Toplum yararı, ortak çıkar, genel
yarar gibi birbirinin yerine kullanılan kavramlarla ifade edilen ve bireysel
çıkardan farklı, onun üstünde ortak bir yarar olan kamu yararı amacı 35.
maddenin mülkiyet hakkı açısından öngördüğü özel sınırlandırma sebebi olup,
genel yarar ve toplumsal yarar gibi ifadeleri de kapsayacak şekilde geniş
yorumlanmaktadır (AYM, E.1999/46, K.2000/25, K.T. 20/9/2000). Kamu yararı
kavramı, devlet organlarının takdir yetkisini de beraberinde getiren bir unsur
olup, objektif bir tanımlamaya elverişli olmayan bu ölçütün her somut olay
temelinde ayrıca değerlendirilmesi asıldır (B. No. 2012/931, 26/6/2014, § 54).
37. Mülkiyet hakkının
Anayasa'nın sözüne ve ruhuna uygun biçimde sınırlandırılması, bu kapsamda,
Anayasa'nın bütünü dikkate alınmak suretiyle bu hak için öngörülen ek
güvencelere riayet edilmesi ve kamu yararı dışında amaçlarla
sınırlandırılmaması, ayrıca hakkın özüne dokunulmadan ve ölçülülük ilkesine
riayet edilerek sınırlandırılması gerekmektedir. Mülkiyet hakkına ilişkin
Anayasa Mahkemesi kararlarında söz konusu ölçütler çoğunlukla birlikte
uygulanmakta ve bireyin hakkıyla kamu yararı arasında kurulması gereken adil
dengeye vurgu yapılmaktadır (AYM, E.1999/33, K.1999/51, K.T. 29/12/1999). Bu
noktada, ihlal teşkil ettiği iddia edilen önlemin temelini oluşturan kamu
yararı karşısında, bireye düşen fedakârlığın ağırlığı göz önünde
bulundurulmalıdır.
38. Başvurucu, T.C. Ziraat
Bankası A.Ş.’de müdür yardımcısı olarak görev yapmakta iken özelleştirme
nedeniyle 4046 sayılı Kanun’un 22. maddesi uyarınca SGK’ya uzman olarak
atanmış, 2006 yılının Ağustos ayı itibarıyla maaş bordrosunda belirtilen özel
hizmet tazminatı oranının %145’ten %75’e düşürülmesi üzerine 16/10/2006
tarihinde Ankara 8. İdare Mahkemesinde SGK aleyhine dava açmıştır.
39. Mahkemece yapılan yargılama
sonucunda, 4046 sayılı Kanun’a göre özelleştirme uygulamasına tabi kamu kurum
ve kuruluşlarında çalışan ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin ek (I)
sayılı cetvelinde belirtilen kadrolarda görev yapmakta iken nakle tabi tutulan
personelin Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihteki kadrolarına
ilişkin, bildirim tarihi itibarıyla almakta oldukları aylık, ek gösterge, zam,
özel hizmet tazminatı, makam tazminatı, temsil tazminatı, görev tazminatı
kalemlerinin saklı tutulması ile gerçekleştirilen şahsa bağlı hak uygulamasına
15/8/2003 tarihinde yürürlüğe giren 4971 sayılı Kanun’un geçici 2. maddesinin
birinci cümlesi ile sınırlama getirildiği, buna göre; 4971 sayılı Kanun’un
yayım tarihinden önce 4046 sayılı Kanun’un 22. maddesi gereğince şahsa bağlı
hakları saklı tutulan ve halen bu haktan yararlanan personelin şahsa bağlı
haklarının 4971 sayılı Kanun’un yayımı tarihinden itibaren üç yıl sonra sona
ereceğinin kurala bağlandığı, 5398 sayılı Kanun’un 29. maddesiyle 4046 sayılı
Kanun’a eklenen geçici 22. maddenin birinci fıkrasının 2. cümlesinde de; 4971
sayılı Kanun’un geçici 2. maddesi uyarınca şahsa bağlı hakları 15/8/2003
tarihinden itibaren üç yıl süreyle saklı tutulan personelin şahsa bağlı
haklarının 14/8/2006 tarihinde sona ereceğinin düzenlendiği belirtilmiştir.
Mahkemece, 5398 sayılı Kanun’un 8. maddesiyle yeniden düzenlenen 4046 sayılı
Kanun’un 22. maddesinin altıncı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan ve 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin ek (I) sayılı cetvelinde gösterilen personelden,
4046 sayılı Kanun gereği başka kurumlara atananlar için geçerli şahsa bağlı hak
uygulamasının “üç yıl süre ile”
sınırlı olarak uygulanmasını öngören kanun maddesinin iptali isteminin Anayasa
Mahkemesinin 29/12/2005 tarihli kararıyla reddedildiği, öte yandan, başvurucuya
atandığı tarihte ödenen maaş miktarı ile SGK’daki yeni kadrosu için ödenen maaş
miktarı arasındaki fark kapandığından fark tazminatı ödenmesi uygulamasına da
son verildiği, böylece başvurucu bakımından şahsa bağlı hak uygulamasının 14/8/2006
tarihinde sona erdiği, yapılan işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı
gerekçesiyle dava reddedilmiştir.
40. “Şahsa
bağlı hak”
uygulamasının, 4046 sayılı Kanun’a göre özelleştirmeye tabi kamu kurum ve
kuruluşlarında çalışan ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin yalnızca ek
(I) sayılı cetvelinde belirtilen unvanlı kadrolarda görev yapmakta iken nakle
tabi tutulan personel hakkında kabul edildiği; ilgili personelin Devlet
Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihteki kadrolarına ilişkin, bildirim
tarihi itibarıyla almakta oldukları aylık, ek gösterge, zam, özel hizmet
tazminatı, makam tazminatı, temsil tazminatı, görev tazminatı kalemlerinin
saklı tutulması ile gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır.
41. 4971 sayılı Kanun’un yayımı
tarihinden önce 4046 sayılı Kanun’un 22. maddesi gereğince şahsa bağlı hakları
saklı tutulan ve halen bu haktan yararlanan personelin şahsa bağlı haklarının
4971 sayılı Kanun’un yayımı tarihinden itibaren üç yıl sonra sona ereceğinin
kurala bağlandığı, 5398 sayılı Kanun’un 8. maddesiyle 4046 sayılı Kanun’un 22.
maddesinin yeniden düzenlendiği, ilgili kanuni düzenlemede şahsa bağlı hakları,
15/8/2003 tarihinden itibaren üç yıl süreyle saklı tutulan personelin bu
haklarının 14/8/2006 tarihinde sona ereceğinin yasama organı tarafından açıkça
belirtildiği, şahsa bağlı hak uygulamasının üç yıllık süreyle sınırlı
tutulmasını ön gören düzenlemenin Anayasa Mahkemesinin denetiminden geçtiği ve
Anayasa’ya aykırı bulunmadığı görülmektedir.
42. Anayasa'ya uygun olmak
kaydıyla yasa koyucunun, kamu hizmetinin yürütülmesine ilişkin koşulları
belirleme ve kamu görevlilerinin statülerine ilişkin yeni kurallar koyma ya da
var olan kuralları değiştirme yetkisinin olduğu kabul edilmelidir (AYM,
E.2005/110, K.2005/111, K.T. 29/12/2005). Özelleştirme uygulamalarından
kaynaklanan ve sosyal devlet ilkesiyle yakından ilgisi olan ekonomik ve mali
politikalarda devlet tarafından üstlenilen sorumluluğun gereklerinin sağlıklı
bir şekilde yerine getirilebilmesi için bir takım düzenlemeler yapılması kaçınılmazdır.
Dolayısıyla devletin sosyal ve ekonomik politikalara ilişkin takdir yetkisi
geniştir. AİHM de sosyal, ekonomik ve politik konulara ilişkin düzenlemelerde
ulusal makamların daha iyi bir konumda olduğunu, bu kapsamda bir düzenlemenin
açıkça keyfi olmadıkça kanunilik şartını sağlayacağını kabul etmektedir (Bkz. Koufaki ve Adedy/Yunanistan, B. No:
57665/12, 57657/12, 7/5/2013 § 31; Wieczorek/Polonya,
B. No: 18176/2005 8/12/2009, § 59; Terazzi
S.r.I/İtalya B. No: 27265/95, 17/10/2002, § 85). Belirtilen tespitler,
başvuruya konu müdahalenin dayanağı olan kanuni düzenleme bakımından da geçerli
olup, bu kapsamda, somut olay açısından müdahalenin hukukiliği şartının
sağlanmış olduğu sonucuna varılmaktadır.
43. Mülkiyet hakkına yönelik
müdahale oluşturan düzenlemenin, meşru kabul edilebilmesi bakımından, kamu
yararını gerçekleştirme amacını taşıması ve müdahale sonucunda ortaya çıkan
yeni durumun ve bozulan yararlar dengesinin, bireye kişisel ve aşırı bir yük
yüklememesi gerekir.
44. 4046 sayılı Kanun'un 22. maddesinde
değişiklik yapan 4971 sayılı Kanun'un genel gerekçesinde özelleştirme
kapsamında bulunan kuruluşların özelleştirilmesi, kapatılması ve tasfiye
edilmesi sonucunda bu kuruluşlarda 14/7/1965 tarih ve 657 sayılı Devlet
Memurları Kanunu’na tabi olarak çalışan personel, sözleşmeli personel ve kapsam
dışı personelin diğer kamu kurum ve kuruluşlarına nakline ilişkin uygulamada
ortaya çıkan sorunların giderilmesinin ve personelin mağduriyetinin
önlenmesinin amaçlandığından bahsedilmek suretiyle somut başvuruya konu
düzenlemenin amacına işaret edilmektedir.
45. Bu gerekçeye göre,
özelleştirme kapsamındaki kurumların sadece 399 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin ek (I) sayılı cetvelinde belirtilen kadrolarında görev yapan
personele yapılacak ödemeler bakımından esas alınan ve yürütülmeyen bir göreve
ilişkin olan şahsa bağlı hak uygulamasının süresiz olmasının eşit işe eşit
ücret ödenmesi ilkesinin ve kamu personeli arasındaki iş barışının zedelenmesi
gibi sakıncalara yol açabileceği, getirilen sınırlama ile özelleştirme
kapsamındaki kuruluşlarda görev yapan personelin özelleştirme sonrası başka
kuruluşlara nakledilmesi sonucunda ortaya çıkan sorunların giderilmesi ve
uygulamada birliğin sağlanmasının amaçlandığı anlaşılmakta olup, bu bakımdan
zorlayıcı nitelikte kamu yararının olduğu açıktır. Öte yandan, özlük hakları
yönünden ilgililer lehine 4046 sayılı Kanun’da fark tazminatı uygulaması gibi
bir başka düzenlemeye yer verildiği görülmektedir.
46. Somut başvuru açısından,
Ziraat Bankası A.Ş.’de müdür yardımcısı olarak görev yapmakta iken özelleştirme
uygulaması sonucu 4046 sayılı Kanun’a göre SGK’ya uzman olarak ataması yapılan
başvurucunun şahsa bağlı hak uygulaması neticesinde maaş bordrosunda belirtilen
özel hizmet tazminatı oranının %145’ten hesaplanmasına devam edildiği, şahsa
bağlı hak uygulamasını üç yıllık süreyle sınırlayan kanuni düzenleme
neticesinde başvurucunun, büsbütün özel hizmet tazminatından veya maaş
miktarının belirli bir asgari standardın altına düşmemesine ilişkin güvenceden
mahrum bırakılmış olmadığı, yalnızca kanunda öngörülen ve özelleştirme
uygulamasının yapıldığı tarihte aldığı maaş ile atamasının yapıldığı kadroda
görevli diğer personelin aldığı maaşa ilişkin farkın kapandığı, bu durumun da
mülkiyet hakkına konu olan maaşına ilişkin eksilmenin (§ 9) başvurucuya
ödenmemesi ile sınırlı bir sonuç doğurduğu, bu çerçevede, yukarıda ifade edilen
zorlayıcı nitelikte kamu yararı amacına dayanan düzenlemenin, başvurucuyu
kişisel ve aşırı bir yük altına sokmadığı, müdahalenin amacı ile başvurucuya
yüklenen külfetin orantılı olduğu sonucuna varılmıştır.
47. Yukarıda açıklanan
nedenlerle, belirtilen sınırlama ve güvence ölçütlerine aykırı olmadığı
anlaşılan başvuruya konu müdahale sonucunda, Anayasa'nın 35. maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
b. Yargılamanın Süresinin Makul Olmadığı
İddiası
48. Başvurucu, 16/10/2006
tarihinde Ankara 8. İdare Mahkemesinde açtığı iptal ve tam yargı davasının
makul sürede tamamlanmayarak Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
49. Anayasa ve Sözleşme’nin
ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049,
26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil
yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36.
maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa
Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok
kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında
yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın
36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan
makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil
yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve
mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
50. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No:
2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
51. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer
alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu
hukuku” alanına dâhil olan, ancak sonucu itibarıyla özel nitelikteki
haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan
davalar da, Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesinin koruması
kapsamına girmektedir. Bu anlamda, belirtilen düzenlemelerde yer verilen
güvenceler, başvurucunun haklarına zarar verdiği iddia edilen idari bir kararın
iptali talebiyle açılan davalara da uygulanacaktır. Başvuruya konu davanın,
başvurucunun maaş bordrosunda belirtilen özel hizmet tazminatı oranının
düşürülmesine yönelik idari işlemin iptali ve uğranılan parasal kayıpların
giderilmesi istemini konu alan bir uyuşmazlık olduğu görülmekle, somut
yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin bir yargılama
olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 44).
52. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği
tarih olup, bu tarih somut başvuru açısından 16/10/2006 tarihidir.
53. Sürenin bitiş tarihi ise,
çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme
tarihidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52). Bu
kapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihi,
başvurucunun karar düzeltme talebinin Danıştay Beşinci Dairesince reddedildiği
27/12/2013 tarihidir.
54. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinde 16/10/2006 tarihinde Ankara 8. İdare Mahkemesinde
açılan ve maaş bordrosundan belirtilen özel hizmet tazminatı oranının
düşürülmesine yönelik idari işlemin iptali ve uğranılan parasal kayıpların
giderilmesi istemini konu alan davada, Mahkemece, tarafların dilekçeleri ve
delillerin toplanması sonucu 13/11/2007 tarihinde davanın reddine karar
verilmiş, hükmün temyizi üzerine Danıştay Beşinci Dairesinin 22/10/2010 tarihli
ilamıyla bu karar onanmış, karar düzeltme istemi aynı Dairenin 27/12/2013
tarihli kararıyla reddedilmiştir.
55. İlgili yargılama evrakının
incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin idari yargı makamları
nezdinde sürdüğü görülmekle, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine
tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve idari yargı alanına dâhil
uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli
hükümler içeren 2577 sayılı Kanun’un muhtelif maddelerinin, uyuşmazlıkların
makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (§ 17).
56. Hukuk sistemimizde idari
yargı alanında yer alan uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama
süresini aştığı yönündeki tespitlere AİHM ihlal kararlarında yer verilmiş olup,
özellikle idari yargı alanındaki yapısal sorunlar ve Danıştay nezdinde temyiz
ve karar düzeltme incelemelerinde geçirilen uzun yargılama sürelerinin ihlal
kararlarına temel oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda idari yargı makamları
nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha
önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından,
özellikle 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümleri de göz önünde
bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar
verilmiştir (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, §§ 54-60).
57. Başvuruya konu davaya bir
bütün olarak bakıldığında, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi
bir yargılama sürecine ilişkin somut başvuru açısından farklı bir karar
verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu yedi yıl iki ay on
bir gün süren yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna
varılmıştır.
58. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
59. Başvurucu, 100.000,00 TL
maddi, 30.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
60. 6216 sayılı Kanun'un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
61. Başvurucunun tarafı olduğu
uyuşmazlığa ilişkin yedi yıl iki ay on bir günlük yargılama süresi nazara
alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal
tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvurucuya takdiren
net 5.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
62. Başvurucu tarafından maddi
tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia
edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından,
başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
63. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan 1.706,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki
iddiasının, KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, üye Erdal TERCAN’ın karşı oyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği yönündeki iddiasının, KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
3. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına
alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE, OYBİRLİĞİYLE,
4. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE, OYBİRLİĞİYLE,
B. Başvurucuya net 5.000,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
C. Başvurucu tarafından yapılan 206,10 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.706,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE, OYBİRLİĞİYLE,
D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına
başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması
halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için
yasal faiz uygulanmasına, OYBİRLİĞİYLE,
11/12/2014
tarihinde karar verildi.
KARŞI GÖRÜŞ
Başvurucu, T.C. Ziraat Bankası A.Ş.’de müdür
yardımcılığı görevini yürütmekte iken özelleştirme nedeniyle 24/11/1994 tarih
ve 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun’un 22. maddesi uyarınca
31/5/2002 tarihinde Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığına uzman olarak
atanmıştır.
Başvurucunun 2006 yılının Temmuz ayında
1.421,99 TL olarak hesaplanan maaşı; maaş bordrosunda belirtilen özel hizmet
tazminatı oranının %145’ten %75’e düşürülmesi sonucunda 2006 yılının Ağustos
ayı itibarıyla 1.128,09 TL olarak hesaplanmıştır.
Başvurucu, özel hizmet tazminatı oranının
%145’ten %75’e düşürülmesine ilişkin idari işlemin iptali ve yürütmesinin
durdurulması ile uğradığı parasal kayıpların ödenmesi istemiyle 16/10/2006
tarihinde Ankara 8. İdare Mahkemesinde dava açmıştır.
Ankara 8. İdare Mahkemesinin 13/11/2007 tarih
ve E.2006/2369, K.2007/2412 sayılı kararıyla; başvurucunun davası:
“T.C.
Ziraat Bankası A.Ş. Genel Müdürlüğünde çalışmakta iken 4046 ve 4603 sayılı
Kanun hükümleri uyarınca Emekli Sandığına uzman olarak atanan davacıya eski
görev yerindeyken aylık net 1.294,30 TL ödendiği, bu görevi sırasında davacıya
ödenen özel hizmet tazminatı oranının %145 olduğu, davacının yeni görev yerinde
uzman görevi için öngörülen özel hizmet tazminatı %75 olduğundan eski görev
yerindeki özel hizmet tazminatı oranının davacıya ödenmesine devam edildiği,
ancak yukarıda anılan Kanun hükümleri uyarınca şahsa bağlı hak uygulamasının
davacı için 14/08/2006 tarihinde sona ermesi üzerine davacıya da diğer uzmanlar
gibi %75 oranında özel hizmet tazminatı ödenmeye başlanması üzerine bakılan
davanın açıldığı, öte yandan, davacıya atandığı tarihte ödenen maaş miktarı ile
Sosyal Güvenlik Kurumundaki yeni kadrosu için ödenen maaş arasındaki fark
kapandığından fark tazminatı ödenmesi uygulamasına da son verildiği
anlaşılmaktadır.”
gerekçesiyle reddedilmiştir. Karar temyiz
sonucu kesinleşmiştir.
Başvurucu, özel hizmet tazminat oranının
%145’ten % 75’e düşmesi nedeniyle uğradığı parasal kayıpları mülkiyet hakkı
kapsamında değerlendirmiş ve mülkiyet hakkının ihlâl edildiğini ileri
sürmüştür.
Mahkememiz çoğunluğu, burada, başvurucunun
Anayasa m. 35 ve 1 Numaralı Protokolün 1. maddesi anlamında bir mülkiyet
hakkının olduğunu kabul etmiş ve başvuruyu o kapsamda incelemiştir.
Bir hakkın, mülkiyet hakkı kapsamında kabul
edilebilmesi için, gerek AİHM gerekse AYM iddia edilen hakkın, mevcut olması
veya kesin bir şekilde talep edilebilir olması gerektiğini, bunun için de ya
bir kanun hükmüne ya bir mahkeme veya hakem kararı gibi yargısal bir karara
veya idari karara dayanması gerektiğini; en azından haklı beklenti sayılmasını
gerektirecek hukuki bir temelinin olması gerektiğini kabul etmektedir. Nitekim,
bu konunun değerlendirildiği bir kararımızda şu görüşlere yer verilmiştir (B.
No: 2012/931, 26.06.2014):
“34. Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarında, nelerin mülkiyet hakkına konu
olabileceği hususunda, mevzuat hükümlerinden ve derece mahkemelerinin bunlara
ilişkin yorumundan bağımsız olarak "özerk bir yorum" esas
alınmaktadır (bkz. Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010 § 62;
Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63;
Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya
[BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 129; Beyeler/İtalya [BD], B. No: 33202/96,
5/1/2000, § 100; Iatridis/Yunanistan [BD], B. No: 31107/96, 25/3/1999, §54).
35. Anayasa'nın
35. maddesi ile 1 No'lu Protokol'ün 1. maddesinin koruma alanı içinde yer alan
menfaatlerin kapsamına, mevcut bir mülk ("existing possessions")
girebileceği gibi alacak hakları (AYM, E.2000/42, K.2001/361, K.T. 10/12/2001;
AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 24/9/2008) veya kesin bir şekilde tanımlanmış
talep hakları ("claims") da girebilir. Bu kapsamda bir alacak hakkı
ya da talebin, mülkiyet hakkı kapsamında korunması için mahkeme hükmü, hakem
kararı veya idari karar gibi yeterli derecede icra edilebilir kılınması halinde
bir "mülk" teşkil edebilir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz.
Krstıć/Sırbistan, B. No: 45394/06, 10/12/2013, § 76). Ancak, hakkın tam
olarak kazanılmamış olduğu bazı hallerde, özellikle ekonomik hayatın gerekleri
ve hukuki güvenlik anlayışı, hakkın ileride mevcut olacağına dair hukuki umudu
ifade eden bir kısım meşru beklenti hallerinin de mülkiyet hakkının güvence kapsamına
dâhil edilmesi gereğini ortaya koymaktadır. Ancak bu hallerde, hakkın
kazanılacağı yönünde salt bir umudun ötesinde kişinin, hakkın mevcudiyeti
yönünde meşru bir beklentisi olması gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için
bkz. Maltzan ve Diğerleri/Almanya (k.k.) [BD], B. No: 71916/01, 71917/01,
10260/02, 2/3/2005, § 74).
36. Bu
şekildeki bir beklentiye vücut verebilecek ve talep halindeki bir malvarlığı
yararının Anayasa'nın 35. maddesi anlamında kıymet oluşturmasını sağlayabilecek
unsurlardan biri, bu talebi destekleyen yerleşik içtihat gibi bir hukuksal
temelin bulunmasıdır. Ancak sırf bir yargı yerine başvurularak dile getirilen
talepler yeterli temel sağlamaktan uzaktır. Önemli olan, bahsedilen hukuki
dayanağın Anayasa'nın 35. maddesi kapsamında sağlanan güvenceyi aktif hale
getirebilecek yeterlilikte olmasıdır (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz.
Kopecky/Slovakya, B. No: 44912/98, 28/9/2004, § 52; Draon/Fransa [BD], B. No:
1513/03, 6/10/2005, § 68; Maurice/Fransa [BD], B. No: 11810/03, 6/10/2005, §
66; Özden/Türkiye, B. No: 11841/02, 3/5/2007, § 27).
37. Yukarıda
yer verilen tespitler uyarınca, başvurucu tarafından hakkın mevcudiyeti veya bu
yönde meşru bir beklentinin bulunduğu ortaya konulmalıdır.
38. Başvurunun
konusu, başvurucunun daha önce tahakkuk etmiş olan emekli aylığı veya bu
aylığın miktarından öte, bu aylığa daha önce yapılması gerekirken yapılmadığını
iddia ettiği artış oranından kaynaklanan fark nedeniyle oluşan alacak hakkına
ilişkin beklentilerinin karşılanmamasıdır. Mülkiyet hakkını güvence altına alan
Anayasa'nın 35. maddesinin, belirli bir miktar emekli aylığı almaya ilişkin
olarak bireylere talep hakkı sağlamadığı açıktır. Ancak bu yöndeki bir talebin,
kanuni düzenleme ve içtihatlarda yeterli dayanağa sahip olması halinde, Anayasa'nın
35. maddesi anlamında mülk oluşturduğu kabul edilebilir. Bir başka ifadeyle mülk edinme yönündeki bir beklenti, ancak hukuken
belli bir dayanağa sahip olduğu takdirde, belli koşullar altında mülk olarak
nitelendirilebilir. Aynı doğrultuda, hukuk sistemi bireylere sosyal
güvenlik hakkı ve buna ilişkin menfaatleri sağlamaya yönelik düzenlemeler
içerdiği takdirde bu konuda bir mülkiyet hakkı oluşmakta, yargısal içtihatlara
paralel olarak, ilgili mevzuatın aradığı şartları yerine getiren bireyin, Anayasa'nın
35. maddesi kapsamına giren mülkiyetle ilgili bir menfaatinin doğduğunun kabulü
gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Arras ve
Diğerleri/İtalya, B. No: 17972/07, 14/2/2012, § 76; Klein/Avusturya, B. No.
57028/00, 3/3/2011, § 41-47). Bu noktada değerlendirilmesi gereken husus,
başvurucunun aylığına yapılması gerektiğini iddia ettiği artış oranına ilişkin
hukuki beklentisinin, Anayasa'nın 35. maddesi kapsamındaki güvence hükmüne
uygulama alanı sağlayacak yeterlilikte olup olmadığıdır.” Karara konu olayda,
başvurucunun talebini haklı kılacak istikrar bulmuş Yargıtay kararları
olduğundan, talep mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilmiştir.
Somut, başvuruya konu talebin de yukarıda
kararda belirtilen kriterler açısından değerlendirilmesi gerekmektedir.
Başvurucunun Anayasa m. 35 ve 1. Numaralı Protokolün 1. maddesi anlamında
mülkiyet hakkının bulunup bulunmadığı incelendiğinde, başvurucunun iddia ettiği
hakkın halen mevcut bir hak olduğu söylenemez; keza iddia edilen özel hizmet tazminatının
% 145 oranında ödenmeye devam etmesi gerektiği yönünde bir kanun hükmü de
mevcut değildir. Yukarıda belirtildiği üzere, 4046 sayılı Kanunun 22. maddesi
söz konusu tazminatın üç yıl süre ile ödenmesini kabul etmiş, somut olayda da
üç yıllık süre dolmuştur. O nedenle tazminatın aynı şekilde ödenmeye devam
edeceği konusunda bir kanun hükmünün mevcudiyetinden söz edilemez. Başvurucunun
iddia ettiği hakka temel teşkil eden ve o nedenle mülkiyet hakkı kapsamında
değerlendirilmesini sağlayacak yargısal bir karar olmadığı gibi, idari bir
karar da mevcut değildir. Ayrıca, başvurucuya % 145 oranında özel hizmet
tazminatı ödenmesine devam edilmesini haklı kılacak ve bu konuda haklı bir
beklenti oluşturacak içtihattan da bahsetmek mümkün değildir.
Görüldüğü gibi başvurucunun iddia ettiği
hakkın, mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilmesini mümkün kılacak herhangi
bir hukuki dayanak mevcut olmayıp, sadece başvurucu tarafından idari yargıda
açılan ve reddedilen bir dava bulunmaktadır.
Yukarıda belirtilen nedenlerle, başvurucunun
Anayasa m. 35 ve 1 Numaralı Protokolün 1. maddesi anlamında mülkiyet hakkı
kapsamında değerlendirilebilecek bir hakkı mevcut olmamasına rağmen, başvurucu
tarafından iddia edilen özel hizmet tazminatının %145’ten % 75’e indirilmesi
nedeniyle uğradığı maddi kaybın mülkiyet hakkı kapsamında
değerlendirilemeyeceği kanaatinde olduğumdan çoğunluk görüşüne katılmıyorum.