TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
BÜNYAMİ ARIKAN BAŞVURUSU (2)
|
(Başvuru Numarası: 2014/4191)
|
|
Karar Tarihi: 20/7/2017
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Yakup MACİT
|
Başvurucu
|
:
|
Bünyami ARIKAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Özgür
ARIKAN
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, muhdesatın aidiyetinin
tespiti ve bedelinin tahsili davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi,
esaslı iddiaların Mahkeme ve Yargıtay kararlarında karşılanmaması ve
yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının; kararın
sonucuna göre malvarlığından yoksun bırakılması nedeniyle de mülkiyet hakkının
ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 26/3/2014 tarihinde yapılmıştır.
3.Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4.Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6.Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 19/12/2014 tarihli yazısında Anayasa
Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atıfta
bulunarak başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucunun murisi Ş.Y. adına tapuda kayıtlı Nevşehir ili,
Derinkuyu ilçesi, Til Köyünde bulunan 122 Ada 63
Parsel sayılı taşınmaz ile ilgili Derinkuyu Sulh Hukuk Mahkemesinin E.2006/279
sayılı dosyasında ortaklığın satış suretiyle giderilmesine karar verilmiş,
karar 30/10/2007 tarihinde kesinleşmiştir.
9. Başvurucu, anılan taşınmaz üzerinde bulunan muhdesatın kendisine ait olduğunu belirterek 26/11/2007
tarihinde Derinkuyu Asliye Hukuk Mahkemesinde muhdesatın
aidiyetinin tespiti ve bedelinin tahsili davası açmıştır.
10. Mahkeme, 8/7/2008 tarihinde başvurucunun murisine ait
taşınmazın murisin ölümünden sonra yaklaşık on yıl boyunca başvurucu tarafından
kullandığını, başvurucunun 2002 yılında teknik bilirkişi heyeti raporunda
belirtilen tarla evi, sulama havuzu, WC binası, 2 adet su sondaj kuyusu ile
elektrik güç transformatörü ve techizatından oluşan muhdesatları yaptırdığını belirterek muhdesatların
başvurucuya ait olduğunun tespitine, satış bedelinin başvurucuya ödenmesine
karar vermiştir.
11. Temyiz üzerine Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 8/3/2011 tarihli
kararında muhtesatın aidiyetinin tespiti davalarının
kendine özgü davalardan olduğu, dava sonucunda alınan ilâmın icra ve infaz
kabiliyetinin bulunmadığı, taşınmaz üzerinde bulunan muhtesat
yönünden derdest ortaklığın giderilmesi davası veya kamulaştırma işlemi
bulunmadığı takdirde bu davanın açılamayacağı, eda davası açılmasının mümkün
olduğu durumlarda tespit davası açılmasında hukuki yararın bulunmadığı, somut olayda
muhtesatın üzerinde yer aldığı taşınmaz hakkında
Derinkuyu Sulh Mahkemesinde görülen ortaklığın giderilmesi davasının
sonuçlandığı ve taşınmazdaki ortaklığın giderilmesine karar verildiği, taraflar
arasında derdest bir ortaklığın giderilmesi davası bulunmaması nedeniyle
davanın açılmasında hukuki yararın bulunmadığı, tarafların yargılama
sırasındaki kabul veya feragate ilişkin beyanlarının davada hukuki yararın
bulunmadığı gerçeğini ortadan kaldırmadığı, bu durumda başvurucunun koşulların
varlığı halinde sebepsiz zenginleşme davası açabileceği belirtilerek hüküm
bozulmuştur.
12. Bozma kararına uyan Mahkeme 23/5/2012 tarihinde bozma
ilamındaki gerekçeleri yineleyerek hukuki yarar yokluğu nedeniyle davayı
reddetmiştir.
13. Temyiz üzerine Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 30/1/2013 tarihli
kararında başvurucunun vekâlet ücreti dışındaki temyiz itirazlarını reddederek
hükmü düzelterek onamıştır.
14. Karar düzeltme talebi üzerine aynı Daire 6/11/2013 tarihli
kararında düzeltilmesi istenen Daire ilamında maktu verilmesi gereken vekâlet
ücretinin sehven yazıldığını belirterek vekâlet ücreti yönünden istemi kabul
etmiş, hükmü bu yönden düzelterek başvurucunun sair yönlere ilişkin karar
düzeltme talebini reddetmiştir.
15. Ret kararı 26/2/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve
26/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
16. Mahkemenin 20/7/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
17.Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
18. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
19.Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın
ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra
aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih, yargılaması
devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul süre şikâyetiyle
ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher
Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50, 52).
20. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın
karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
21. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda
verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda 5 yıl 11 aylık yargılama
süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
22. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin
İddia
23. Başvurucu, ortaklığın giderilmesi davasına konu taşınmazdaki
muhtesatların kendisine ait olduğunu, Sulh Hukuk
Mahkemesinde görülen davada bilirkişi raporunun kendisine tebliğ edilmemesi
nedeniyle süresinde aidiyet davası açamadığını, ortaklığın satış yoluyla
giderilmesine yönelik verilen karardan sonra açtığı başvuru konusu davada
hukuki yarar şartının gerçekleşmemesinden dolayı davanın reddedilmesinin
malvarlığının diğer ortaklara verilmesi sonucunu doğurduğunu, tespit davasının
açılabilmesi için ortaklığın giderilmesi davasının derdest olması koşulunun
kanuni dayanağının bulunmadığını, Yargıtayın yasal
olmayan bir gerekçeyle alacağına kavuşma hakkını ortadan kaldırdığını, sonradan
açılacak sebepsiz zenginleşme davasının mülkiyet hakkını elde etmesi ya da bu
hak üzerinde serbestçe tasarruf etmesini geciktireceğini ayrıca verilecek
kararın infaz kabiliyetinin bulunmadığını belirterek Anayasa'nın 35. maddesinde
güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
24. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa
Mahkemesine başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının
tüketilmesi zorunludur. Başvurucunun, bireysel başvuru konusu şikâyetini
öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak
iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve delilleri zamanında bu makamlara
sunması ve bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni
göstermiş olması gerekir(İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177, 26/3/2013, § 17).
25. Somut olayda başvurucunun murisinden intikal eden taşınmaz
ile ilgili Derinkuyu Sulh Hukuk Mahkemesine açılan davada ortaklığın satış
yoluyla giderilmesine karar verildiği, bu kararın kesinleşmesinin ardından
başvurucunun, taşınmaz üzerinde bulunan tarla evi, sulama havuzu, WC binası, 2
adet su sondaj kuyusu ile elektrik güç transformatörü ve techizatın
kendisine ait olduğunun tespiti ve satış aşamasında bedelinin ödenmesiyönünde dava açtığı, Mahkemenin davayı kabul ettiği
ancak Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin ayrıntılı bir değerlendirmeyle (bkz. § 11)
davanın hukuki yarar yokluğu nedeniyle reddedilmesi gerektiğini, başvurucununkoşulların varlığı hâlinde 22/4/1926 tarihli ve
818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun 61. maddesinde öngörülen eda nitelikli
sebepsiz zenginleşme davası açabileceğini belirterek hükmü bozduğu, Mahkemece
bozma kararına uyularak davanın reddine karar verildiği anlaşılmıştır.
26. Başvurucunun dava konusu muhtesatlarla
ilgili 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 77. maddesine
(818 sayılı mülga Kanun'un 61. maddesi) göre tazminat davası açma imkânı
bulunmasına rağmen hukuk sisteminde mevcut, etkili ve tüketilmesi zorunlu olan
yargısal yollara başvurmaksının ihlal iddiasını
doğrudan Anayasa Mahkemesinin gündemine taşıması mümkün değildir.
27. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Adil Yargılanma HakkıYönünden
1. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
28. Başvurucu, Mahkeme ve Yargıtay kararlarının gerekçesinin
dosyada ileri sürülen iddiaları ve maddi olguları açıklamadığını belirterek
gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
29. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin adil
yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak gerekçeli karar hakkından
açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa'nın 36. maddesine "adil
yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin düzenlemenin gerekçesinde
Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce güvence altına alındığı
hususuna atıfta bulunularak adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil
edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM)
birçok kararında gerekçeli karar hakkının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin
(Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakkaniyete uygun yargılanma
hakkı kapsamında yer aldığı belirtilmiştir. Dolayısıyla gerekçeli karar
hakkının Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı kapsamında
değerlendirilmesi gerektiği kabul edilmelidir.
30. Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında da “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli
olarak yazılır.” denilerek mahkemelere kararlarını gerekçeli yazma
yükümlülüğü yüklenmiştir. Anayasa’nın bütünlüğü ilkesi gereği anılan Anayasa
kuralı da gerekçeli karar hakkının değerlendirilmesinde gözönünde
bulundurulmalıdır.
31. Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde
yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamaktadır. Tarafların muhakeme
sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini
bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda, kendi adlarına verilen yargı
kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gereklidir (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No:
2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34).
32. Mahkemelerin anılan yükümlülüğü, yargılamada ileri sürülen
her türlü iddia ve savunmaya karar gerekçesinde ayrıntılı şekilde yanıt
verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Ancak derece mahkemeleri, kendilerine
sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değilseler de (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013,
§ 56) davanın esas sorunlarının incelenmiş olduğu gerekçeli karardan
anlaşılmalıdır.
33. Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği
davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut
bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması,
başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde
davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile
yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve
diğerleri, § 35).
34. Aksi bir tutumla mahkemenin, davanın sonucuna etkili
olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında “ilgili ve yeterli bir yanıt”
vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların cevapsız
bırakılmış olması hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri, § 39).
35. Öte yandan temyiz merciinin yargılamayı yapan mahkemenin
kararını uygun bulması hâlinde bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da bir
atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz
merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini,
derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu
göstermesidir (Yasemin Ekşi, §
57).
36. Somut olayda başvurucunun ortaklığın giderilmesi davasına
konu taşınmazdaki muhtesatlarla ilgili açtığı davada
Mahkemece davanın kabulü yönünde verilen kararının, Yargıtay 7. Hukuk
Dairesince ayrıntılı bir değerlendirme (bkz. § 11) yapılmak suretiyle
bozulduğu, Mahkemece bozma kararına uyularak davanın reddine karar verildiği
anlaşılmıştır. Buna göre taraflarca dosyaya sunulan ve toplanan deliller
değerlendirilmek suretiyle davanın sonucuna etki edebilecek tüm iddia ve
savunmaların 8/3/2011 tarihli Yargıtay bozma ilamı ile Mahkemenin 23/5/2012
tarihli gerekçeli kararda tartışılarak davanın reddine karar verildiği, Yargıtayın 30/1/2013 tarihli kararıyla da Mahkemenin
gerekçesine atıfta bulunularak hükmün onandığı anlaşılmıştır. Bu açıdan
gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlalin bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
37. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Yargılamanın Sonucunun Adil Olmadığına
İlişkin İddia
38. Başvurucu, Yargıtayın davada
hukuki yararın bulunmadığı yönündeki değerlendirmesinin yasal dayanağının
bulunmadığını, 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun
107. ve 109. maddelerinde alacağın ve miktarının taraflar arasında tartışmalı
ve belirsiz olduğu hâllerde tespit davasının açılabileceğinin belirtildiğini,
bu tarz durumlarda kanunen hukuki yarar şartının var olduğunun kabul edilmesi
gerektiğini, dava dilekçesinde talebin belirsiz alacak ve tespit davası
niteliğinde olduğunun Mahkeme ve Yargıtay tarafından görmezden gelindiğini,
kararın usul ve kanuna aykırı olduğunu belirterek Anayasa'nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
39. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda
açık bir keyfîlik içermesi ve bu durumun
kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş
olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular açıkça keyfîlik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (Necati Gündüz, Recep Gündüz, B. No:
2012/1027, 12/2/2013, § 26).
40. Başvurucunun ihlal iddialarının, yukarıda belirtilen içtihat
kapsamında kanun yolu şikâyeti niteliğindedir. Somut olayda Mahkeme, başvurucu
ve davalı tarafın iddia ve savunmalarını incelemiş, ilgili Kanun hükümlerini
somut olay çerçevesinde değerlendirmek suretiyle hukuki yarar yokluğu nedeniyle
davanın reddine karar vermiştir. Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları
incelendiğinde iddiaların özünün Derece Mahkemeleri tarafından hukuk
kurallarının ve delillerin değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında isabet
olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu
anlaşılmaktadır.
41. Açıklanan nedenle başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekmektedir.
D. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
42. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının
ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi
hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir…”
43. Başvurucu yeniden yargılama, 22.831,96 TL maddi, 5.000 TL
manevi tazminat kararı verilmesi talebinde bulunmuştur.
44. Somut olayda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır.
45. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge
sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir. Bunun yanında ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında başvurucuya net 5.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekmiştir.
46. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Mülkiyet hakkının ihlal edildine
ilişkin iddianın başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. a) Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması, nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
b) Yargılamanın
sonucunun adil olmadığına ilişkin iddianın
açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 5.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Derinkuyu Asliye Hukuk Mahkemesine
(E.2011/79, K.2012/49) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
20/7/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.