TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
VEFA SERDAR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/4217)
|
|
Karar Tarihi: 8/6/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan
ALTAN
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
Raportör
|
:
|
Hüseyin
MECEK
|
Başvurucu
|
:
|
Vefa SERDAR
|
Vekili
|
:
|
Av. Hacer
ÇEKİÇ GÜNDÜZ
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, hükümlü olarak bulunulan ceza infaz kurumunda yapılan
operasyonda güvenlik güçlerince atılan gaz bombasının isabet etmesi sonucunda
sağ kolun dirseğinden kesilmesi üzerine açılan tam yargı davasının reddedilmesi
ve yaralanma sonrasında tıbbi yardımın geç yapılması nedenleriyle yaşam hakkı,
işkence ve kötü muamele yasağı, makul sürede yargılanma hakkı ve ayrımcılık
yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. 2014/4217 sayılı dosyadaki bireysel başvuru 26/3/2014 tarihinde
Bakırköy 9. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve
eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona
sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 21/7/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 17/10/2014 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü 19/11/2014 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
11/12/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu Bakanlığın
görüşüne karşı beyanlarını 19/12/2014 tarihinde ibraz etmiştir.
7. 2016/9073 sayılı bireysel başvuru 3/5/2016 tarihinde Bakırköy
10. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. 3/6/2016 tarihinde, 2016/9073
numaralı bireysel başvuru dosyasının kişi yönünden hukuki irtibat nedeniyle
2014/4217 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, 2016/9073
numaralı bireysel başvuru dosyasının kapatılmasına ve incelemenin 2014/4217
numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
8. Başvuru formu ve ekleri ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin
(AİHM) 7309/04 sayılı kararında ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle
şöyledir:
9. 1969 doğumlu olan başvurucu, başvuru konusu olayın meydana
geldiği tarihte Çanakkale E Tipi Ceza İnfaz Kurumunda (Cezaevi) hükümlü olarak
bulunmaktadır.
10. 2000 yılında F tipi ceza infaz kurumlarının hizmete açılması
üzerine ülkemizde Çanakkale E Tipi Ceza İnfaz Kurumu da dâhil olmak üzere
birçok ceza infaz kurumunda “ölüm orucu” olarak adlandırılan açlık grevi ve
isyanlar başlamıştır.
11. Türkiye genelinde eylem yapılan ceza infaz kurumlarına
müdahale etmek üzere Adalet ve İçişleri Bakanlıkları tarafından hazırlanan
14/12/2000 tarihli plan doğrultusunda terör örgütlerinin baskısıyla açlık grevi
yapan kişilerin kurtarılmaları, tedavilerinin sağlanması, infaz kurumlarının
silahsızlandırılması amacıyla 19/12/2000'de saat 05.00 sıralarında Çanakkale E
Tipi Ceza İnfaz Kurumunda operasyon yapılmıştır.
12. Operasyon sırasında hükümlüler isyan başlatarak Cezaevini
ateşe vermişler, birhükümlü kendini yakarak intihar etmiş, ayrıca güvenlik
güçleriyle çıkan çatışmalarda üç hükümlü ile bir jandarma er vefat etmiş, birçok
kişi de yaralanmıştır.
13. Olaylar sırasında güvenlik güçleri tarafından atılan gaz
bombasının başvurucunun sağ koluna isabet etmesi üzerine dirseğinin üzerinden
kolu kesilmiştir.
1. Cezaevinde Yapılan
Operasyonun Detayları
14. 23/10/2000 tarihli dilekçeyle Cezaevinde hükümlü 69 kişi,
aynı tarihte açlık grevine başlayacaklarını bildirmişlerdir. Dilekçede, F tipi
cezaevlerinin faaliyete geçmesine karşı dokuz maddeden oluşan isteklerini
belirtmişlerdir.
15. Hükümlülerin Bakanlığa hitaben yazdıkları 2/12/2000 tarihli
dilekçenin içeriği şöyledir:
“…Çanakkale Cezaevinde bulunan bir grup ...
çizgi savaşçısı tutsakları olarak hücre tipi cezaevleri politikasını protesto
etmek, devletin F tiplerini meşrulaştırma çabalarına geçit vermemek, ölüm
orucundaki tutsakların eylemini desteklemek için 3 Aralık 2000’den itibaren
süresiz açlık grevine başlıyoruz, hücreler ölümdür, hücrelere girmeyeceğiz. F
tipi cezaevleriyle dayatılan siyasi ve insani kimliğimize dönük saldırılara
karşı sonuna kadar direneceğiz. Konuşan, hakkını arayan herkese dönük bir
tehdit olan hücre politikasını içeride ve dışarıda birleşik etkin ve örgütlü
direnişlerle boşa çıkaracağız.”
16. Çanakkale E Tipi Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün 14/5/2007
tarihli yazısında 2000 yılında Cezaevinde yapılan arama tutanakları
gönderilmiştir. Tutanaklarda hükümlü ve tutukluların arama yapılmak üzere
havalandırma bahçelerine çıkmaları istendiğinde
“Kesinlikle geçmeyiz, daha önceden böyle bir şey yoktu, aramanızı yapacaksanız
biz buradayken yapın.” şeklinde cevap verdikleri, ortamın
gerginleşmemesi için hükümlü ve tutuklular koğuş havalandırma bahçelerine
alınmadan arama yapıldığı, detaylı aramaya terör suçundan hükümlü ve
tutukluların karşı çıktığı belirtilmiştir.
17. Çanakkale Cezaevinde açlık grevinin başlaması üzerine açlık
grevi yapan hükümlülerin kurtarılmaları, tedavi ettirilmeleri,
Cezaevininsilahsızlandırılması ve hükümlülerin F tipi cezaevlerine sevk
edilmeleri amacıyla açlık grevi yapanlara müdahale edilmesi
kararlaştırılmıştır. İçişleri Bakanlığı ve Çanakkale Cumhuriyet Başsavcılığının
talebi üzerine İl Jandarma Komutanlığı tarafından müdahale yapılması
planlanmıştır. İçişleri Bakanlığı tarafından 14/12/2000 tarihinde müdahale emri
verilmiştir.
18. 17/12/2000 tarihli yazıyla Çanakkale Cumhuriyet Başsavcılığı;
bazı tutukluların “ölüm orucunu” fiilen başlattıkları, her türlü tıbbi yardımı
reddettikleri ve sağlık durumlarının endişe verici olduğu yönünde Çanakkale
Valiliği ile Jandarma Komutanlığını bilgilendirmiştir. Bu konuda verilen emirle
ilgili 18/12/2000 tarihli ve 20.30 saatli tutanak tanzim edilmiştir. İçişleri,
Adalet ve Sağlık Bakanlıkları arasında imzalanan protokolle, açlık grevine
katılanların sağlık durumlarının kötüye gitmesi durumunda, uzman bir hekimin
kararı üzerine gerektiği takdirde jandarmanın da yardımına başvurularak acil
müdahalede bulunma imkânı sağlamıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı, müdahale emrine
göre isyancıların koğuşlarının kontrol altına alınmasına ve açlık grevi
yapanların tıbbi bakımlarının sağlanmasına yönelik operasyonun Bakanlık
tarafından belirlenen tarihte yürütülmesi gerektiğini belirtmiştir.
19. Çanakkale Cezaevinde 19/12/2000 tarihinde saat 05.00
sıralarında operasyon başlatılmıştır. Jandarma görevlilerince açlık grevine
katılmayan D Blok D-7, D-8 koğuşlarındaki 85 tutuklu ve hükümlünün E Blok E-1,
E-2 ve E-3 koğuşlarına; C Blok sağ ve sol müşahede koğuşlarında bulunan 45
tutuklu ve hükümlünün A Blok idare binası avukat görüş yerlerine; B Blok tecrit
ve revir bölümünde bulunan 38 tutuklu ve hükümlünün A Blok idare binası nöbetçi
müdür odasına nakledilerek güvenlikleri sağlanmıştır. Jandarma görevlileri üst
kattaki ana koridoru kontrol altına almış ve Z-3 ve S-7 noktalarında bulunan
aşağıdaki ana koridora geçişleri engellemişlerdir. Ancak S-1 ve S-6 kapılarının
arkasında barikatlar kuran tutuklulara tahsis edilen D Blok'ta dirençle
karşılaşmışlar, D-5 ve D-6 koğuşlarında operasyon başlatılmıştır.
20. Jandarma görevlileri, saat 07.00 civarında S-6 kapısının
arkasında toplanan tutukluları fark etmiş; grup tarafından marşlar söylendiği
sırada hükümlü F.K. kendini yakmıştır.
21. Jandarma görevlilerinin F.K.ye yardım etmeye çalıştıkları
esnada isyancılar, barikattan silahla ateş ederek ve el yapımı bomba atarak
jandarma görevlilerine karşılık vermişlerdir. Ayrıca isyancılar “Yaklaşmayın, tek tek hepimizi böyle yakıp önünüze
atacağız, bizi bu şekilde teslim alırsınız.” diye bağırmışlardır.
Aynı anda Z-3 noktasında görevlendirilen jandarma görevlilerine S-1 kapısından
üç ya da dört el ateş edilmiştir. Güvenlik güçleri tarafından D Blok kontrol
altına alınmıştır.
22. Saat 13.00 sıralarında olası bir silahlı saldırıyı önlemek,
isyancı olmayanları tahliye etmek ve isyancıları yakalamak amacıyla kadınlara
ayrılan B Blok'un dış duvarlarında iş makineleri tarafından delik açılması için
bir komando timi yerleştirilmiştir.
23. Saat 13.50 civarında bu birliğin konuşlandırıldığı sırada
Jandarma Er M.M., B Blok koğuşlarından birinin penceresinden açılan ateş sonucu
yaralanmıştır. M.M., ambulansta hayatını kaybetmiştir.
24. Operasyon sırasında isyancı hükümlüler saat 07.00’de B Blok
kadın koğuşundan iki el, C Blok C-1 koğuşunda saat 07.30’da üç el, saat
08.40’da C-1 koğuşunda çatı ekibine tabancaylaiki el ateş etmişler, ara
maltadan D-3 koğuşu maltasına saat 08.50’de üç adet el yapımı boru bomba atmışlar,
çekildikleri koğuşları yakmışlardır.
25. Güvenlik güçlerinin delik açtıkları duvarlardan isyancılar
LPG tüplerinden yaptıkları alev makineleriyle saldırmışlardır.
26. D Bloktaki koğuşların tahliye edilmesinin ardından saat 17.00’de
operasyona ara verilmiştir.
27. 20/12/2000 tarihinde saat 06.30’da operasyona devam
edilmiştir. Operasyon, C Blok'ta yeniden başlatıldığında isyancılar geri
çekilerek jandarma görevlilerinin üzerine ateş açmışlar ve boru tipi bombalar
atmışlardır. Güvenlik güçleri, C-1 ile C-4 koğuşlarını kuşattıklarında
isyancılar bütün yerleri alev makinesi olarak kullandıkları gaz ocaklarıyla
ateşe vermişlerdir. C Blok, güvenlik görevlileri tarafından kontrol altına
alınmıştır. Bundan sonra E Blok S-7 kapısında bulunan kolluk kuvvetleri S-6
kapısını hâkimiyeti altına alarak S-5 kapısına doğru yönelmiştir.
28. Ardından S-7 noktasına yerleştirilen jandarma görevlileri B
Blok'u kuşatmışlardır. Jandarma görevlileri, yemekhanenin girişinde, dört gaz
ocağı ve el yapımı patlatıcı yardımıyla sıkıştırılmış iki şişe oksijen
bulmuşlardır. Bombayı aktif hâle getiremeden bu kattan ayrılan isyancılar,
patlamayı gerçekleştirmek için gaz ocakları ile şişenin üzerine ateş
etmişlerdir.
29. Güvenlik güçleri, teslim ol çağrılarını yineleyerek tutuklu
ve hükümlülerin direnişini kırmak amacıyla göz yaşartıcı bombalar atmış;
20/12/2000 tarihinde saat 17.30’da operasyona yeniden ara vermiştir.
30. Tüm bu süre boyunca jandarma görevlileri, 137 gaz bombası ve
M-16 saldırı tüfeklerinin üzerine monte edilen bomba atar yardımıyla atılan göz
yaşartıcı bombalar kullanmışlardır. Hükümlüler de tabancalar, el yapımı
bombalar ve alev makineleri kullanmışlardır.
31. 21/12/2000 tarihinde saat 07.00 civarında operasyona kaldığı
yerden devam edilmiş, A Blok kuşatılmıştır.
32. Müdahale timleri, B Blok'un zemininde delik açmış;
deliklerin arasından alt katta bulunan ana koridor, yemekhane, koğuşlar ve spor
salonuna doğru göz yaşartıcı bombalar atmışlardır.
33. İtfaiyeciler içeriye tazyikli su sıktıkları sırada söz
konusu yerlerin havalandırılmasını ve isyancıların tahliyelerini sağlamak
amacıyla iş makineleri, aynı anda söz konusu bloğun dış duvarlarını
erişilebilir yerlere kadar yıkmaya başlamıştır.
34. Başvurucu, diğer hükümlülerle birlikte D-3 koğuşuna müdahale
yapıldıktan sonra spor salonuna intikal etmiştir.
35. Başvurucu, tutuklu S.S.nin bu olay sırasında yaşamını
yitirdiğini ve arkadaşlarını battaniyeler yardımıyla korumaya çalıştığı sırada
sağ koluna gaz fişeğinin isabet ettiğini ifade etmiştir. Başvurucu, bilincini
kaybetmeden önce vücut ısısının aşırı derecede yükselmesindenbayılmış,
uyandığında arkadaşlarının olay yerinden ayrıldıklarını fark etmiş ve kendisi
de çıkışa doğru koridoru izleyerek olay yerinden ayrılmıştır.
36. Saat 10.30 sıralarında, dışarıda konuşlandırılan jandarma
görevlileri ateş seslerini duymuşlar ve bazı isyancıların arkadaşlarının
binadan ayrılmasına engel olmaya çalıştığını fark etmişlerdir.
37. Daha sonra yaralı olduğu anlaşılan başvurucunun da
aralarında yer aldığı on sekiz tutukludan oluşan bir grup dışarı çıkmıştır.
38. Operasyon, saat 12.15'te olay yerinin tamamen tahliye
edilmesiyle son bulmuştur.
39. Cezaevinin bahçesinde toplanan başvurucunun da aralarında
bulunduğu dört yaralı, yoğun bakım ünitesine; on üç yaralı ise hastanelerin
cezaevi ünitelerine alınmıştır. Bunlar arasında bulunan F.S., ameliyathanede
hayatını kaybetmiştir.
40. Operasyonda güvenlik güçlerinden birisi vefat etmiş, bir
asker yanağından yaralanmıştır.
41. 22/12/2000 tarihinde Cumhuriyet Savcılığı tarafından olay
yerinde keşif yapılmıştır. Yapılan keşifte Cezaevinde olaydan sonra alt ana
maltaya ait tüm elektrik tertibatının yakılarak ve kırılarak tahrip edildiği,
koridorların ve koğuşların yer yer karanlık ve loş olduğu; fenerler yardımıyla,
bubi tuzakları ihtimalinin bulunması nedeniyle eşyaların konumu ve yerleri
değiştirilmeden bulundukları hâl üzere yapılan tespitte Z-3 kapısı ile S-1
kapısı arasında bulunan tüm camların kırık olduğu, çerçevelerin yandığı, çok
sayıda çelik ranza ve çelik dolabın yerlere saçıldığı, büyük bir kısmının
tahrip edilmiş ve kullanılamaz hâlde olduğu, yer yer yandığı, S-1 kapısı ile
S-2 kapısı arasında, S-1 kapısının arkasına hükümlüler tarafından çelik dolap,
ranza, masalardan oluşmuş barikatın kurulduğu, bu şekilde yakıldığı, bu arada
elektrik panosunun yandığı, B-5 kapısının yanında duvarın 1x1,5 m ebadında
yıkıldığı, bu arada bulunan dolap içinde el yapımı gaz maskesinin bulunduğu,
S-1 ve S-2 kapıları arasında çok sayıda çelik dolap, ranza ve buzdolabının
bulunduğu, bunlardan faydalanılarak barikatların oluşturulduğu, eşyaların
yanmış, tahrip edilmiş, kullanılamaz hâlde olduğu, tavanda gaz bombası atmak
için bir adet deliğin bulunduğu, kantin camlarının kırık olduğu, yerlerde pet
şişeden yapılmış çok sayıda gaz maskesinin bulunduğu, kot pantolondan yapılmış
eldivenlerin bulunduğu, S-1, S-3 kapıları arasında camların kırık olduğu ve
tavanlarda yangın izlerinin bulunduğu, S-3, S-4 şebeke kapıları arasında çok
sayıda barikat için kullanılan dolap, ranza, yatak ve battaniye gibi
malzemelerin bulunduğu, bu malzemelerin yanmış ve kullanılamaz hâlde olduğu,
elektrik tesisatı ve panonun tamamıyla yandığı, S-4, S-5 kapıları arasında
camların kırık olduğu, yanmış ranza bulunduğu, S-5, S-6 kapıları arasında
yanmış elektrik panosu, el yapımı pet şişe gaz maskeleri, ranza demirlerinden
yapılmış şiş, pala gibi saldırı aletleri ve yanık yatakların bulunduğu, S-6
kapısının S-5 kapısı tarafında kalan kısmında çelik elbise dolaplarıyla
yapılmış barikattan kalan malzemelerin bulunduğu ve yerlerde yangın
kalıntılarının bulunduğu, zeminin ıslak olduğu, ana malta bölümünde boydan boya
dört sıra hâlinde bulunan yalıtkanlı kalorifer borularının büyük bir kısmının
yandığı, D-6 koğuşuna girildiğinde sayılamayacak kadar çok örgütsel kitap, dergi,
broşür, bez pankartlar, ecza malzemeleri, ilaçlar, enjektörler ve diğer
malzemelerin yerlere saçılmış olduğu, yemekhanede tüm eşyaların yerlerde
olduğu, eşyalar arasında kara kutu fotoğraf makinesi, el yapımı boru tipi
bomba, çok miktarda serum, maket silahlar, battaniyeden yapılma kütüklüklerin
olduğu, D-5 koğuşunun yemekhanesinde girişte barikat olduğu, içerdeki tüm
eşyaların yanık olduğu, camların kırıldığı, yerlerde bol miktarda çivi, boru,
bomba yapım malzemelerinin olduğu, D-1 koğuşunun kısmen tahrip edilmiş olduğu,
elektronik eşyaların tümünün kırıldığı, örgütsel dokümanlar ve kitapların
olduğu, D-3 koğuşunun üst maltadan kapısının sökülmüş olduğu, yatakhane
kısmında eşyaların dağınık vaziyette olduğu, teneke kutulardan yapılmış el
yapımı boş bombalar, örgütsel dokümanlar, kırılmış elektronik eşyalar, örgütsel
bayraklar olduğu, yatakhanenin üst katında küçük bölmenin arşiv olarak
kullanıldığı, bomba yapımında kullanılan tozlar, boş kola kutuları, kibrit
parçalarından yapılmış patlayıcı tozlar olduğu, yemekhane bölümünde her yerin
yandığı, yerlerde örgütsel dokümanlar bulunduğu, C-2 koğuşunun yemekhanesinde
parçalanmış, ezilmiş dolaplar, örgüte ait pankartlar, dokümanlar bulunduğu,
yatakhane kısmında örgütsel doküman, kitaplar, ilaçlar olduğu, C-1 koğuşu
yemekhanesinin tamamen yandığı, havalandırmada serumlar ve hortumların olduğu,
2mermi çekirdeği bulunduğu, C-4 koğuşunda eşyaların dağınık ve yerlerde olduğu,
örgütsel flama ve kitapların bulunduğu, yemekhanede el yapımı maskeler, örgüt
flama ve bayrakları ve Cezaevi planının olduğu, B Blok'ta bulunan spor
salonunda yerlerde alt kata gaz bombası atılmak için açılmış yedi delik olduğu,
ayrıca çok miktarda örgütsel doküman bulunduğu, B-2 koğuşu yatakhanesinde
eşyaların dağıtılmış olduğu, örgütsel gazeteler, ciltlenmiş örgüt kitapları,
tuvalette gizli evrakın yakıldığının tespit edildiği, B-1 koğuşu ara maltada
çok sayıda kesici alet ve şiş olduğu, yerlerde çok sayıda gaz maskesi olduğu
belirtilmiştir.
42. Aramalar sonucunda bir adet tüfek ve bir adet el yapımı
tabanca, beş tabanca, bir adet top ve iki tabanca dipçiği, iki şarjör, farklı
çaplarda 219 fişek kovanı, otuz dokuz mermi, sekiz fişek, bir adet sapan,
ikialev makinesi ve sekiz adet el yapımı bomba atar, çeşitli patlayıcı
maddeler, pek çok kesici ve kırıcı alet, otuz bir adet el yapımı bıçak, bir
adet pala, altı sopa, otuz birmolotof kokteyli, dört gaz ocağı ve sıkıştırılmış
iki şişe oksijen, bir litre mazot, demir tozu, civa, birçok el yapımı gaz
maskesi, on üç demir boru bulunmuştur.
43. 26/12/2000 tarihli ikinci keşif tutanağına göre keşfe B-1
koğuşundan başlandığı, birinci bölümde yapılan aramada bir adet 7.65 mm çaplı
tabancaya ait şarjör, bir adet 7.65 mm çaplı dolu fişek, üç plastik enjektöre
monte edilmiş G-3 çekirdeği, bir adet 7.65 mm boş kovan, bir adet 7.65 deforme
olmuş çekirdek, bir adet kâğıt yapıştırılmış G-3 çekirdiği, iki adet 7.65 mm
boş kovan, bir adet sapan, çok sayıda el yapımı şiş, delici ve kesici alet, çok
sayıda lama demirinden yapılmış demir alet ve boru, dört ağaç sopa, bir adet
eğe, on üçadet el yapımı gaz maskesi, bir adet kırık cep telefonu parçası, bir
adet makas, bir adet küçük çekiç, bir adet kırık demir testere, bir adet pil
bataryası, on bir adet serum şişelerine hazırlanmış molotof kokteyli, dört
şırınga, sekiz adet 20 cm uzunluğunda boru bomba olduğu tahmin edilen alet, bir
adet tartı aleti, çok sayıda tıbbi ilaç ve malzeme, çeşitli pankartlar,
kitaplar, bir adet oyuncak lazer, yine iki adet plastik enjektöre monte edilmiş
G-3 mermisi çekirdeği, bir adet el yapımı pil içine yerleştirilmiş G-3
çekirdeği, bir adet arkası kâğıt yapıştırılmış G-3 çekirdeği, iki ağaç sopa,
bir adet plastik şişede solüsyon, üç makas, Panasonic cep telefonu parçaları,
üç adet 7.65 mm çapında boş kovan, yirmi dört adet el yapımı gaz maskesi, on iki
adet el yapımı şiş, kama vb. demir parçaları, on beş adet el yapımı kama ve
demir parçası, iki adet 30 cm çelik silindir, 1 m 8’lik demir, bir adet levye,
beş adet 70 cm uzunluğunda lama demiri, iki adet 7.65 mm boş kovan, bir adet el
yapımı tabanca, iki adet 6.35 mm çapında boş kovan, bir adet 7.65 Belçika
BB35883 seri No.lu tabanca, bir adet 7.65 mm 5334 seri No.lu kırık tabanca, bir
adet tabanca mekanizması ve yay, üç adet 7.65 mm tabancaya ait şarjör, bir adet
tabanca namlusu, bir adet kabzası kırık tabanca tipik tertibatı, bir adet
içinde patlayıcı olduğu tahmin edilen ilaç kutusu, dört kuş sapanı, iki alev
makinesi, on üç adet molotof kokteyli, yirmi beş adet el yapımı gaz maskesi,
bir adet el yapımı kırık tüfek, yedi demir boru, on bir adet el yapımı demir
şiş ve kılıf, beş adet el yapımı kama ve kılıç, bir adet şarj makinesi, B-1
koğuşunun ikinci bölümünde iki adet 9 mm dolu fişek, bir adet 9 mm boş kovan,
bir adet 7.65 mm dolu fişek, örgüt flamaları, bir adet kot tabanca kırık
kabzası, bir adet astra marka tabanca kırık kabzası, bir adet 9 mm dolu fişek,
bir adet 9 mm patlamamış fişek, beş adet 9.65 mm boş kovan, dört adet 9.65 mm
boş kovan, bir adet 6.35 dolu fişek, bir adet 6.35 çapında 981657 seri numaralı
tabanca, yedi molotof kokteyli, on üç adet el yapımı kama, şiş ve delici alet,
altı adet muhtelif ebatta demir boru, sekiz adet el yapımı gaz maskesi, bir
adet tabanca kabzası, bir adet bilgisayar adaptörü, üç cep telefonu adaptörü,
bir adet içinde patlayıcı olduğu tahmin edilen cam şişe, bir adet balyöz, bir
adet masat, iki adet matkap ucu, sekiz adet el yapımı gaz maskesi, dokuz demir
testeresi, bir litre likit vazalin, tuvalet kısmında bir adet Nokia marka
kartsız, kırık cep telefonu, iki adet 7.65 mm boş kovan, bir adet yanmış
dizüstü bilgisayar bulunduğu belirtilmiştir.
44. Alınan el svaplarında başvurucuda atış artığına
rastlanmamıştır.
45. Çanakkale Sulh Ceza Mahkemesinin 2001/2 Değişik İş sayılı
dosyasında meydana gelen zararın tespiti için 3/1/2001 tarihinde keşif
yapılmış, bilirkişi raporlarına göre Cezaevinde toplam 124.020.000.000 TL (Eski
Türk Lirası) maddi hasar meydana geldiği belirtilmiştir.
46. Cezaevi Müdürlüğünün 17/1/2001 tarihli yazısı ile Cezaevinde
yapımı tamamlanmamış bir tünel bulunduğu bildirilmiştir.
47. Çanakkale İl Jandarma Komutanlığının 28/9/2004 tarihli
yazısında 19/12/2000 ile 21/12/2000 tarihleri arasında Çanakkale E Tipi Kapalı
Ceza İnfaz Kurumunda yapılan “Hayata Dönüş Operasyonu“nda jandarma personelinin
üzerinde görev silahı olan 7.62 mm G3 piyade tüfeği, 9 mm MP-5 makineli
tabanca, 9 mm tabancayla bir kısım personelde göz yaşartıcı bomba mevcut
olduğu, operasyon süresince telsiz ve telefon konuşmalarının kaydedilmediği
belirtilmiştir.
48. Çanakkale İl Jandarma Komutanlığının 28/6/2005 tarihli
yazısında, operasyon esnasında Çanakkale E Tipi Kapalı Cezaevi, A, B, C, D ve E
Blokları iç kısımlarında operasyon birliklerince ateşli silah kullanılmadığı,
operasyon sonunda il Cumhuriyet Başsavcısı ve Cezaevi Cumhuriyet savcısı
nezaretinde tüm Cezaevi ve iç kısımlarında ince ve detaylı aramalar yapıldığı,
elde edilen suç eşyalarının Cumhuriyet savcısı tarafından tespit edilerek
emanete alındığı, bu konuda güvenlik kuvvetlerinde hiçbir evrak ve madde
bulunmadığı belirtilmiştir.
2. Başvurucunun Muayene
Süreci
49. Başvurucu 21/12/2000 tarihinde saat 12.15 itibarıyla
operasyon sona erdikten sonra ambulansla Çanakkale Devlet Hastanesine
götürülmüştür. Başvurucuya osteo-fasiyal
alanda akut kompartman sendromu (basınç birikmesi sonucu kan
akışının kesilmesi) teşhisi konmuş ve cerrahi yolla yaraya yansıyan basıncı
azaltma yönünde acilen tedavi uygulanmıştır. Çanakkale Devlet Hastanesinin
21/12/2000 tarihli raporunda şunlar belirtilmiştir: "Sağ ön kolda çok sayıda açık kırık + yabancı nesne +
kompartman sendromu, dekompresyon (basınç düşürülmesı) + fasyotomi (kasları
bölme)" gerçekleştirilmiştir. Gelişmiş her türlü tedavi için
Çapa Üniversite Hastanesi Plastik Cerrahi Servisinde ilgilinin bakımının
üstlenilmesi gerekmektedir. Sevk ambulans ile yapılmalıdır.
50. Müdahalenin ardından başvurucu, kardiyovasküler (kalp damar) muayeneye tabi tutulmuş, daha
sonra da Ortopedi Servisine kabul edilmiştir. Saat 13.40 sıralarında düzenlenen
geçici sağlık raporunda, patlamamış olan göz yaşartıcı gaz fişeğinin
başvurucunun sağ dirseğinden çıkarıldığı ve başvurucunun hayati tehlikesinin
bulunduğu belirtilmiştir.
51. AİHM’in dosyasına ibraz edilen ancak başvuru dosyasına
sunulmayan tutanağa göre başvurucunun kolundan çıkarılan fişeğin Cumhuriyet
savcısına teslim edildiği anlaşılmaktadır. Bu tutanakta saat 11.00 sıralarında
Çanakkale Devlet Hastanesine ambulansla götürülen başvurucunun da aralarında
olduğu üç kişi üzerinde cerrahi müdahale yapıldığı belirtilmiştir.
52. Çanakkale Devlet Hastanesi yoğun bakım ünitesi hasta izleme
formuna göre başvurucu 21/12/2000 tarihinde saat 12.15’te ameliyata alınmıştır.
Çanakkale Devlet Hastanesi tarafından 23/12/2000 tarihinde başvurucunun Çapa
Tıp Fakültesi plastik cerrahi servisine sevk edilmesine karar verilmiştir.
53. Cezaevi Müdürlüğü 23/12/2000 tarihinde, başvurucuyu Çapa Tıp
Fakültesi Hastanesine sevk etmeye çalışmış ise de bu Hastanede tutuklulara
tahsis edilen bölüm bulunmadığından bu işlem gerçekleştirilememiştir.
54. 23/12/2000 tarihinde saat 18.50 sıralarında başvurucu
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi plastik cerrahi servisine sevk edilmiştir.
55. 5/1/2001 tarihinde, başvurucunun dirseğinin üzerinden sağ
kolu kesilmiştir ve başvurucu 26/1/2001 tarihine kadar bu Hastanede kalmıştır.
56. 26/1/2001 tarihinde başvurucu, Sağmalcılar Devlet
Hastanesi’nin genel cerrahi servisine gönderilmiştir. Başvurucu, söz konusu
serviste 13/2/2001 tarihine kadar kalmıştır.
57. Edirne Devlet Hastanesinin 29/11/2001 tarihli raporunda,
başvurucunun maruz kaldığı ateşli silah yaralanması nedeniyle humerus (kol kemiği) dirsek üstü (R) ampütasyon (organ kesme)
uygulandığı, hayati tehlike geçirdiği, uzuv kaybı olduğu, hastaya myoelektrikli
kol protezinin uygun olduğu bildirilmiştir.
58. Bursa Devlet Hastanesinin 12/11/2006 tarihli heyet raporuna
göre başvurucuda %57 oranında iş gücü kaybı bulunmaktadır.
3. Güvenlik Güçleri ve
Hükümlüler Hakkında Yapılan Soruşturmalar
59. Başvurucunun da aralarında bulunduğu 154 hükümlü hakkında
Çanakkale Cumhuriyet Başsavcılığının 20/4/2001 tarihli ve 2000/3468 Hazırlık
sayılı iddianamesi ve 10/1/2002 tarihli ek iddianamesiyle faili gayrimuayyen
olacak şekilde adam öldürme, cezaevinde silahlı isyan, intihara azmettirme,
izinsiz patlayıcı madde imal etme ve kullanma suçlarından kamu davası
açılmıştır.
60. Açılan bu dava Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesinin E.2001/158
sırasına kaydedilmiştir.
61. Çanakkale Cumhuriyet Başsavcılığının 25/12/2003 tarihli ve
2001/1234 Hazırlık sayılı iddianamesiyle operasyona katılan 563 güvenlik
görevlisi hakkında görevin ifası sırasında faili gayrimuayyen olacak şekilde
öldürme ve yaralama suçlarından kamu davası açılmıştır. Başvurucunun
yaralanmasıyla ilgili olarak 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza
Kanunu’nun 456., 457. ve 463. maddelerine göre sanıkların cezalandırılmaları
talep edilmiştir. Bu dava, Mahkemenin 2003/378 sayılı esasına kaydedilmiş;
26/5/2004 tarihli kararı ile aynı Mahkemenin 2003/378 sırasına kayden,
görülmekte olan operasyona katılan güvenlik görevlileri hakkında açılan kamu
davası ile birleştirilmiştir. Dosyalar Mahkemenin 26/5/2004 tarihli kararı ile
2003/378 esasında kayıtlı dosyası üzerinde birleştirilmiştir.
62. Çanakkale E Tipi Cezaevi Müdürlüğü 28/6/2002 tarihli
yazısıyla başvurucu hakkında verdiği bilgide başvurucunun 26/3/1998 tarihinde
Cezaevine geldiği, terör hükümlülerinin barındığı C-2 koğuşuna verildiği,
burada diğer terörden hükümlü ve tutuklularla birlikte malta işgali, sayım
vermeme, personeli rehin alma ve açlık grevi gibi eylemlere katıldığı,
10/11/1999 tarihinde D-3 koğuşuna alındığı, operasyona kadar orada kaldığı,
23/10/2000 tarihli açlık grevi direnişi dilekçesinde imzasının bulunduğu,
teröristler tarafından açılan tünelde çalıştırıldığı, 24/10/1998 tarihli
tutanağa göre dokuz infaz ve koruma memurunun rehin alınması olayına karıştığı
bildirilmiştir.
63. Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesinin 16/9/2008 tarihli ve
E.2003/378, K.2008/268 sayılı kararı ile hakkında dava açılan kamu görevlisi
sanıkların delil yetersizliği nedeniyle beraatlerine, isyancı sanıklar hakkında
açılan kamu davalarının ise zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmiştir.
Kararın gerekçesinin ilgili bölümleri şöyledir:
“...
765 Sayılı TCK.nun 463. maddesinde, öldürme ve
yaralama fiillerinin 2 veya daha çok kimse tarafından birlikte işlenmiş olup da
asli failinin kim olduğu belli olmazsa bunlardan her birisi hakkında, fiil için
tayin edilmiş olan cezanın 1/3’ten yarıya kadar indirilerek hükmolunacağı,
verilecek cezanın ölüm cezasını gerektiren fiillerde 20, müebbet ağır hapis
cezasını gerektiren hallerde 16 seneden aşağı olamayacağı, bu hükmün fiili
doğrudan doğruya beraber işlemiş olanlar hakkında uygulanamayacağı
öngörülmüştür.
Asıl olan suçu işleyen kişi ve kişilerin
cezalandırılmasıdır. Bu tespit edilemediğinde yasa koyucu 463. maddede 2 veya
daha çok kişinin belli bir suçun işlenmesine katılmış olması ve fakat asli
failin hangisi olduğunun belli olmaması halinde, suça katılanların hepsinin
tamamlanmış suç için öngörülen ceza ile sorumlu tutulmasını ya da tümünün
aklanmasını uygun bulmamış, suçun icrasına katılanların cezalandırılmalarını
ancak verilecek cezanın maddede gösterilen şekilde belirlenmesini istemiştir.
İddianamede belirtilen güvenlik kuvvetleri
mensubu sanıkların tümü fiilen operasyona katılmamıştır. Bir kısmı çevre
güvenliğini almış, bir kısmı iddianamede belirtildiği gibi bir kısım kişi ve
araçların güvenliğini sağlamıştır. Yani bütün askerler silahlarını kullanıp
ateş etmemiştir. Tüm askerlerin öldürme ve yaralama fiillerinden sorumlu
tutulmaları için suç kastıyla hareket edip suça katılmaları yani tutuklu veya
hükümlülerin bulunduğu koğuşlara ateş ettiklerinin belli olması ancak hangi
askerin silahıyla ölüm ve yaralanma neticesinin meydana geldiğinin belli
olmaması gerekir. Tüm asker sanıkların silahlarıyla ateş ettiği ispat
edilememiştir… Göz yaşartıcı bomba atan tüfeği kimin kullandığı belli değildir…
...”
64. Kararın başvurucu ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz
edilmesi üzerine Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 12/12/2012 tarihli ve
E.2009/10141, K.2012/9364 sayılı ilamıyla karar bozulmuştur. Bozma ilamının
ilgili bölümleri şu şekildedir:
“…
B) Dosya kapsamına göre, cezaların infazındaki
temel ilkeyi gerçekleştirmek için infaza ilişkin kuralların uygulanmasında
hükümlülerin ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, doğum, felsefi
inanç, millî veya sosyal köken ve siyasî veya diğer fikir yahut düşünceleri ile
ekonomik güçleri ve diğer toplumsal konumları yönünden ayırım yapılmaksızın ve
hiçbir kimseye ayrıcalık tanınmaksızın uygulanması bakımından ve cezaların
infazıyla özellikle suç işlenmesini önlemek, bu maksatla hükümlünün yeniden suç
işlemesini engelleyici etkenleri güçlendirmek, toplumu suça karşı korumak,
hükümlünün yeniden sosyalleşmesini teşvik etmek; üretken, kanunlara, nizamlara
ve toplumsal kurallara saygılı, sorumluluk taşıyan bir yaşam biçimine uyumunu
kolaylaştırmak ve cezaevlerinde yok olmaya başlayan Devlet otoritesini yeniden
tesis etmek amacıyla, gerekli yasal düzenlemelerin hayata geçirilerek, ülke
çapında ihtiyaca uygun yeni cezaevlerinin yapılmaya başlandığı, bu çalışmalara
karşı ülke genelinde özellikle terör suçundan hükümlü ve tutuklular tarafından
direniş gösterildiği, hükümlü sanıkların da cezaevleri reformuna yönelik bu
politikaları etkisiz kılmak maksadıyla, öncelikle cezaevi idaresini zaafa
uğratarak koğuşlarda mutat olarak yapılması gereken kontrolleri engelledikleri,
cezaevi içinde kendilerine ait egemenlik alanları oluşturdukları, içerisinde
teknik ve sağlık ekipman barındıran lojistik birimleri ele geçirdikleri, olası
müdahalelere karşı cezaevini adeta bir cephanelik haline getirip, su
borularından yapılmış bombalar, mutfak tüplerini kablolarla irtibatlandırarak
patlayıcı haline getirilmiş tuzaklar, plastik enjektörlerin uç kısmına mermi
çekirdeği konularak içine barut doldurmak suretiyle tek atımlık silah haline
getirilmiş mekanizmalar, alev makineleri, molotof kokteylleri, gaz maskeleri,
tahta üzerine demir boru monte edilerek üretilmiş tüfek biçimindeki düzenekler,
demir çubuklardan yapılmış, uçlarında yorgan iğnesi, kalem ucu, çivi bulunan
oklar, bu okları fırlatmayı sağlayan tertibatlar, bunlara benzer saldırı ve
savunma amaçlı malzemeler imal ettikleri; bunların yanında idareyi yönetim ve
hakimiyet zaafına uğratmaları sonucu, olay yeri tespit tutanaklarında
belirtildiği üzere yedi adet tabanca, çok sayıda delici ve kesici alet, cep
telefonları ve bilgisayarları cezaevine soktukları, başta Adalet Bakanlığı
olmak üzere ilgili mercilere gönderdikleri dilekçelerde açlık grevlerine
başladıklarını belirtip, F tipi olarak adlandırılan cezaevlerinin yapımının
durdurulması, mevcutların kapatılması, Terörle Mücadele Kanunu ile Devlet
Güvenlik Mahkemelerinin kaldırılması, Adalet, İçişleri ve Sağlık
Bakanlıklarının ortaklaşa çalışmasıyla, ceza infaz kurumlarıyla tutukevlerinde
yönetim, dış koruma ve sağlık hizmetlerine işlerlik kazandırılması amacına
yönelik imzalanan Üçlü Protokolün iptal edilmesi, bazı meslek kuruluşlarınca
belirlenen temsilciler tarafından cezaevlerinin denetlenmesi gibi taleplerde
bulundukları, muhtemel operasyonlara karşı kendilerini yakacaklarına ilişkin
uyarılar yapmak suretiyle isyan sürecini başlattıkları, eylemlerine katılmayan
mahkumlara fiziki ve psikolojik baskı uyguladıkları, zamanla açlık grevlerinin
ölüm orucuna dönüştüğü, bu nedenle gönderilen tıbbi yardımların geri
çevrildiği, bu ahvalde; insan sağlığını tehdit eden bir süreye ulaşan ölüm oruçlarının
sona erdirilmesi, cezaevinde hakimiyetin yeniden kurulması, cezaların infazının
amacına uygun ortamlarda yerine getirilmesinin sağlanması amacıyla, 2992 sayılı
Adalet Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin
Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’un 2/a maddesi uyarınca ceza ve ıslah
kurumlarında gözetim ve denetim yapmak, aynı Kanunun 11/b maddesi uyarınca da
hükümlülerin beslenmesi konusunda gerekli özeni göstermekle görevli
AdaletBakanlığıveİçişleri Bakanlıklarının koordineli olarak yaptıkları
istişareler sonunda, İçişleri Bakanlığının emriyle 19.12.2000 günü saat 05.00
sıralarında Çanakkale Cezaevindeki ayaklanmayı bastırmaya yönelik bir operasyon
başlatıldığı, operasyona 2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri
Kanunun 7/1-a 10 ve 11. maddelerine göre ceza infaz kurumları ve tutukevlerinin
dış korumasını yapmakla görevli, diğer güvenlik kuvvetleriyle işbirliği yapma
yetkisini haiz, kendisine verilen görevlerin ifası sırasında hizmet özelliğine
uygun ve görevin gereği olarak Kanunlarda öngörülen silah kullanma yetkisine
sahip ve 3152 sayılı İçişleri Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri hakkındaki
Kanunun 29/b maddesine göre İçişleri Bakanlığına bağlı Jandarma Genel
Komutanlığının personeli olan Çanakkale il ve ilçe jandarma komutanlıklarında
görevli askeri personel ile Halkalı Komando Bölük Komutanlığı personeli ve
Balıkesir Mürettep Bölük Komutanlığında görevli personelden oluşan güvenlik
gücü mensubu sanıkların katıldığı, operasyonun başlangıcında cezaevi içinde
bulunan ve terör suçuyla ilgisi olmayan tutuklu ve hükümlülerin can
güvenliklerinin temini bakımından idari birim binalarına nakledildikleri,
operasyonun öncelikli amacının ölüm orucuna katılanların muayene ve
tedavileriyle, cezaevinde arama yapılmasına yönelik olduğu, direnişte
bulunulmadığı takdirde hiç kimseye bir zarar gelmeyeceği belirtilerek, hükümlü
sanıklara teslim olmaları yönünde defalarca uyarılarda bulunulduğu, yapılan bu
uyarılara aldırış etmeyen hükümlü sanıkların, slogan atarak barikatlar kurmaya
başladıkları, bu sırada maktul F.K.nin kimliği tespit edilmeyen bazı hükümlü
sanıkların da teşvikiyle kendini yakarak öldürdüğü, ardından hükümlü
sanıkların, cezaevi içinde bulunan bir kısım güvenlik gücü mensubunun sanıklara
doğru el yapımı boru tipi bombalar atarak, tabancalarla ateş ettikleri, bu
durum karşısında uygulanan operasyon planına göre; bir kısım güvenlik gücü
mensubunun sanıkların, dışarı çıkması muhtemel hükümlü sanıkların güvenliğini
sağlamak ve koğuşlara ait dış duvarların yıkılması için getirilen iş
makinalarını korumak amacıyla cezaevi dışında tertiplendikleri, akabinde kim
oldukları tespit edilemeyen bir kısım hükümlü sanıklar tarafından açılan ateş
sonucu bu tertiplenme içinde yer alan er M.M.nin aldığı iki isabetle hayatını
kaybettiği, bunun üzerine güvenlik gücü mensubu sanıklardan bir kısmının da
üzerlerine ateş edilen yeri hedef alarak karşılık verdikleri, operasyonun
ilerleyen safhalarında cezaevi içine giren bir kısım güvenlik gücü mensubu
sanıkların, hükümlü sanıklar tarafından düzenlenen bombalı tuzaklarla
karşılaştıkları, kaydedilen ilerleme sonucu cezaevinin tuvalet, banyo ve
yemekhane bölümlerinde sıkıştırılan hükümlü sanıkların, göz yaşartıcı etki
yapan tüfek ve gaz bombaları kullanılarak dışarıya çıkartılmaya çalışıldığı, bu
sırada güvenlik gücü mensubu sanıkların üzerine hükümlü sanıklar tarafından
tekrar ateş açıldığı, atılan göz yaşartıcı bombaların muhtemel bir zehirlenmeye
yol açmaması ve hükümlü sanıkların bir an önce tahliye edilmesi maksadıyla
cezaeviduvarlarıyıkılarak,itfaiye araçlarından tazyikli su sıkılmaya
başlandığı, dışarı çıkmak isteyen bazı hükümlü sanıkların arkadaşlarınca
engellenmeye çalışıldığı, nihayet üçüncü günün sonunda duvarların topluca
yıkılmasıyla tüm hükümlü sanıkların etkisiz hale getirilebildiği, üç gün
boyunca süren operasyonun bu şekilde sona erdiği, operasyon sırasında hükümlü
sanıklar tarafından vurulan ve sağ meme altından isabet eden mermi nedeniyle
akciğer yaralanmasından ölen jandarma eri M.M.den başka, güvenlik gücü
mensuplarına saldıran hükümlüler arasında yer alan maktul S.S.nin göğsüne künt
bir cisim çarpması sonucu meydana gelen göğüs kemiği ve ikinci kaburga
kırığıyla birlikte aort yaralanması ve kalp hasarı nedeniyle gelişen dolaşım
durması sonucu; maktul İ.B.nin sol baş bölgesinden, muhtemelen göz yaşartıcı
gaz bombalarının parçalarının çarpmasından kaynaklanan kafatası ve kaide kemiği
kırığı, beyin ve beyincik hasarı ile beyin kanaması sonucu; maktul F.S.nin ise
sol batın bölgesi ve sol koldan aldığı ateşli silah isabetleriyle ince bağırsak
yaralanması sonucu öldükleri, aynı grupta yer alan hükümlülerden otuz üçünün de
adli raporlarda belirtildiği şekilde yaralandıkları, neticeten direnişe katılan
yüz elli dört hükümlüden, sadece maktul İ.nin ateşli silah isabeti ile öldüğü, diğer
iki hükümlünün ölümünün ise, hükümlülerin dışarıya çıkarılmasını sağlamak için
atılan göz yaşartıcı bomba parçalarının isabetiyle gerçekleştiği, ellerinde
atış artığı bulunan on dört hükümlü sanığa karşı, cezaevinde sadece yedi adet
tabancanın bulunduğu, maktul M.M.nin vücudundan çıkartılan bir adet mermi
çekirdeğinin bu tabancalardan birisiyle atıldığının tespit edilmesine karşılık
bu tabancanın hangi hükümlü sanık tarafından kullanıldığının belirlenemediği,
maktuller S.S., İ.B. ve F.S.nin ölümüne neden olan eylemlerinise operasyona
katılan tüm güvenlik gücü mensubu sanıklar tarafından fikir ve eylem birliği
içerisinde gerçekleştirdikleri olayda;
a) Fikir ve eylem birliği içinde birlikte
hareket eden ve bu nedenle de gerçekleşen sonuçtan 765 sayılı TCK.nun 64.
maddesi uyarınca birlikte sorumlu oldukları kabul edilen güvenlik gücü mensubu
sanıkların, 2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu'nun 7, 10
ve 11. maddelerinde tanınan yetkiler çerçevesinde ve Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinin 2. maddesinde belirtilen ölçüler içerisinde “bir isyanın yasaya
uygun olarak bastırılması ve cezaevindeki diğer hükümlülerin yasadışı şiddete
karşı korunmasının sağlanması” amacına yönelik olarak mutlak zorunlu olanı
aşmayacak biçimde güç kullandıkları sırada gerek kendilerinin gerekse diğer
hükümlerin yaşama haklarını tehdit eder biçimde silah kullanılması ve bu sırada
bir güvenlik gücü mensubunun silahla öldürülmesi üzerine olay tarihinde
yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK.nun 49. maddesindeki sınırları dahilinde
güvenlik gücü mensuplarıyla diğer hükümlülerin yaşama haklarına yönelik
saldırıyı etkisiz halegetirmekiçinsaldırıylaorantılıbiçimdegüç kullandıklarının
anlaşılmış olması karşısında; güvenlik gücü mensubu sanıklar tarafından
birlikte işlendiğinden kuşku bulunmayan ve isyana katılan bazı hükümlülerin
ölümü, bazılarının ise yaralanmasıyla sonuçlanan eylemde hukuka uygunluk
nedenlerinden biri olan meşru müdafaanın koşullarının oluşmuş bulunması
nedeniyle 5271 sayılı CMK.nun 223/2-d madde, fıkra ve bendi uyarınca verilmesi
gereken beraat hükmünün, delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek, aynı
Kanunun 223/2-e madde, fıkra ve bendi uyarınca, “yüklenen suçun sanıklar
tarafından işlendiğinin sabit olmaması” gerekçesine dayalı olarak verilmesi,
…”
65. Çanakkale 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 18/12/2014 tarihli ve
E.2013/42, K.2014/359 sayılı kararı ile Yargıtay bozma ilamı doğrultusunda kamu
görevlisi sanıkların meşru müdafaa koşullarının oluştuğu gerekçesiyle
beraatlerine karar verilmiştir.
66. Bu karar başvurucu tarafından temyiz edilmiş, dosya Yargıtay
1. Ceza Dairesinin 2016/1784 sayılı esasında kayıtlı olarak beklemektedir.
4. Başvurucunun İşkence
ve Kötü Muamele İddialarıyla İlgili Yapılan Soruşturma
67. Bu iddialarla ilgili olarak başvuru dosyasına herhangi bir
bilgi ve belge sunulmamıştır. Ancak, AİHM’in dosyasındaki bilgiler aşağıdaki
gibidir:
68. Başvurucu, Cezaevinde yapılan operasyonun sona erdiği ve
hastaneye sevk edildiği dört beş saatlik sürede kendisine tıbbi yardım
sağlanmayarak kötü muameleye maruz bırakıldığını belirterek şikâyette
bulunmuştur.
69. Çanakkale Cumhuriyet Başsavcılığının 25/12/2003 tarihli
kararıyla kötü muamele iddialarına ilişkin olarak kovuşturmaya yer olmadığına
karar verilmiştir.
70. Bu karara başvurucu tarafından itiraz edildiğine yönelik
herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.
5. Başvurucu Tarafından
Çanakkale İdare Mahkemesinde Açılan Tam Yargı Davası
71. Başvurucu, Çanakkale E Tipi Cezaevinde sağ kolunun
kesilmesine neden olan müdahaleden dolayı uğradığı zararın tazmini için
İçişleri ve Adalet Bakanlıkları aleyhine 15/4/2002 tarihinde Bursa İdare
Mahkemesine 100.000 TL maddi, 50.000 TL manevi olmak üzere toplam 150.000
TL’lik tam yargı davası açmıştır.
72. Bursa 1. İdare Mahkemesi 21/5/2003 tarihli ve E.2002/757,
K.2003/1001 sayılı kararıyla, hükümlü olan başvurucunun vasisi yerine bizzat
kendisinin dava açtığı gerekçesiyle davanın ehliyet yönünden reddine karar
vermiştir.
73. Kararın temyiz edilmesi üzerine Danıştay Onuncu Dairesinin
7/3/2006 tarihli ve E.2004/6296, K.2006/1772 sayılı ilamı ile başvurucu dava
devam ederken 24/3/2003 tarihinde şartla tahliye edildiğinden kısıtlılık
hâlinin kendiliğinden ortadan kalktığı, aynı avukata 19/11/2003 tarihinde
vekâletname verdiği, avukat vasıtasıyla temyiz isteminde bulunan davacının
davaya devam etme iradesini ortaya koyduğu, bu nedenle davanın ehliyet yönünden
reddedilmesinin hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle karar bozulmuştur.
74. Bozmadan sonra dava Bursa 1. İdare Mahkemesinin E.2006/1852
sırasına kaydedilmiştir.
75. Bursa 1. İdare Mahkemesi tarafından bilirkişi raporu
alınmıştır. Bilirkişi raporunda davacının 137.466,46 TL maddi zararının
bulunduğu bildirilmiştir.
76. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 12/7/2007 tarihli ve
303 sayılı kararıyla Çanakkale ilinde idare mahkemesi kurularak 6/9/2007
tarihinde faaliyete geçtiğinden dava dosyası Çanakkale İdare Mahkemesine
gönderilmiştir.
77. Dava, Çanakkale İdare Mahkemesinin 2007/190 sayılı esasına
kaydedilmiştir.
78. Çanakkale İdare Mahkemesinin 9/7/2008 tarihli ve E.2007/190,
K.2008/363 sayılı kararıyla davacı, %50 oranında kusurlu görülerek davanın
kısmen kabulü ile 57.409, 67 TL maddi, 5.000 TL manevi tazminatın başvurucuya
ödenmesine karar verilmiştir.
79. Kararın başvurucu ve davalılar tarafından temyiz edilmesi
üzerine Danıştay Onuncu Dairesinin 28/11/2011 tarihli ve E.2008/10917,
K.2011/5169 sayılı kararıyla hüküm, reddedilen kısım yönünden onanmış; kabul
edilen kısım yönünden ise davanın reddine karar verilmesi gerektiği yönünde
bozulmuştur. Kararın gerekçesinin ilgili bölümleri şöyledir:
“…
Dava dosyasının incelenmesinden; ... örgütünün
sair efradı olmak suçundan Ankara 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin
3.10.1995 tarih ve E:1994/18, K:1995/72 sayılı kararıyla 12 yıl 6 ay ağır hapis
cezasına mahkum edilen, olaylar sırasında sol terör örgütü mensuplarının
bulunduğu D-3 koğuşunda hükümlü olarak bulunan davacının yapılan operasyon
sonucunda yaralanması ve sağ kol dirsek altının ampute edilmesi üzerine davacı
tarafından açılan davada; Çanakkale cezaevinde bulunan ve terör örgütü mensubu
olan hükümlü ve tutuklular tarafından 1999 yılının Şubat, Eylül, Ekim
aylarında, 2000 yılının Temmuz, Eylül, Ekim, Kasım ve Aralık aylarında
cezaevlerindeki koşulların olumsuz olduğu, kullanıma açılacak F tipi
cezaevlerinin tecrit sistemini getireceği ve ülke gündeminde gerçekleşen
çeşitli olaylar ileri sürülerek, malta işgali, sayım vermeme, zemin araması
yaptırmama, koğuşların ana malta kapılarını kapattırmama, açlık grevi ve ölüm
orucu gibi eylemler yapıldığı, davacının da açlık grevi ve sayım vermeme
eylemlerine zaman zaman katıldığı, söz konusu eylemler nedeniyle koğuşlara
girilememesi ve arama yapılamaması üzerine 19.12.2000 tarihinde saat 05:00
sıralarında güvenlik güçlerince, daha önce belirlenen noktalardan cezaevine
girildiği, D-7 ve D-8 koğuşlarında bulunan 85 adli hükümlü ve tutuklunun E blok
E-1, E-2, E-3 koğuşlara, C blokta bulunan 44 adli hükümlü ve tutuklunun A blok
idare binasına nakledilerek muhafaza altına alındığı, operasyonun ölüm orucuna
katılanların muayene ve tedavileri ile cezaevinde arama yapılmasına yönelik
olduğu, teslim olmaları yönünde gerekli anonsların yapıldığı, terör
koğuşlarında yer alan hükümlü ve tutukluların çağrılara olumlu cevap vermemesi
üzerine D-5 ve D-6 koğuşlarına yönelik operasyona başlandığı, operasyonun
devamı sırasında şebeke kapılarında barikat kurarak slogan atmaya başladıkları,
bu esnada bir bayan hükümlünün bir başka hükümlü tarafından ateşe verildiği,
güvenlik güçlerince ateşi söndürmek amacıyla barikatı aşmak için ilerlendiği
sırasında güvenlik güçlerine ateş açıldığı, 2 adet boru tipi bomba
kullanıldığı, D-5 ve D-6 koğuşları ile D blok doğu tarafında bulunan D-1, D-2,
D-3, D-4 koğuşlarına gün boyu operasyonun sürmesi sonucunda D bloğun tamamen
hükümlü ve tutuklulardan arındırıldığı, toplu olarak hareket eden mahkumların C
blok ve B blok bayanlar bölümüne geçtikleri, B blok kadınlar bölümüne yönelen
güvenlik güçlerine boru tipi bomba atılarak, koğuşların ateşe verildiği ve
13:50 sıralarında teröristlerce açılan ateş sonucu bir güvenlik görevlisinin
hayatını kaybettiği, LPG tüplerinden yaptıkları alev makineleri ile güvenlik
güçlerine alev tuttukları, teslim olmaları yönünde belli aralıklarla anons
edildiği, saat 17:00 itibariyle operasyona ara verildiği, ertesi gün 20.12.2000
günü erken saatlerinde teslim olmaları yönündeki anons sonrası C bloğun doğu ve
batı bloklarında mahkumların koğuşlardan çekilmeden önce güvenlik güçleri
üzerine çok sayıda mermi attıkları, el yapımı boru bomba kullandıkları ve LPG
tüplerinden yaptıkları alev cihazları ile alev tuttukları, yemekhane ve
koğuşları ateşe verdikleri, ikinci günün sonunda erkek ve kadın mahkumların B
blok alt kattaki yemekhane, koğuş ve banyo bölümüne sıkıştırıldığı, güvenlik
güçlerince direnişe karşı göz yaşartıcı bomba, el ve tüfek bombaları kullanıldığı,
gün sonunda alt kat ana maltadaki tüm barikatlar kaldırılarak güvenliğin
sağlandığı, ertesi gün 21.12.2000 tarihinde A blok idare binası tarafından
teslim olmaları yönünde yapılan ikazlara olumlu cevap verilmemesi üzerine B
blok üst kat taban betonları delinerek alt kat yemekhane, koğuş ve ara maltaya
göz yaşartıcı gaz uygulamasına başlandığı anda cezaevi dış B blok doğu
cephesine yanaştırılan iş makineleri ile B bloğu idare binasına bağlayan üst ve
alt koridorların duvarları ile B blok tuvalet ve merdiven boşluğu dış duvarları
kırılarak teröristlerin gazdan boğulmadan dışarı çıkmalarını teminen itfaiye
araçlarıyla su sıkılmasının sağlandığı, olaylarda davacının da aralarında
bulunduğu 18 kişinin yaralandığı, 4 mahkumun hayatını kaybettiği, bir kısım
güvenlik görevlisinin de yaralandığı anlaşılmaktadır.
Olaydan sonra koğuşlarda yapılan
aramalarda,çok sayıda şiş, kılıç, pala, delici ve kesici aletler ve bıçaklar
bulunduğu, değişik çap ve markalarda 7 adet tabanca ve 15 adet dolu fişeğin ele
geçirildiği belirtilmiştir.
Dava dosyası içeriğinden, cezaevi görevlileri
hakkında operasyon esnasında meydana gelen ölüm ve yaralanma eylemlerine
iştirak ve görevi ihmal suçlamasıyla ilgili olarak Çanakkale Cumhuriyet
Başsavcılığınca E.2003/2482 sayılı dava (soruşturma) dosyasında takipsizlik
kararı verildiği, bazı hükümlü ve tutuklular hakkında 6136 sayılı Kanun’a
muhalefet iddiasıyla ilgili olarak açılan davada, davanın ortadan
kaldırılmasına; ruhsatsız patlayıcı imal etmek, bulundurmak suçlarından açılan
kamu davasında ise delil yetersizliği nedeniyle sanıkların beraatlerine karar
verildiği anlaşılmaktadır.
Buna göre, cezaevinde asayiş ve disiplinin
sağlanması amacıyla zorunlu hale gelen müdahaleyi idarenin hizmetin işleyişinde
kusurlu davrandığının bir göstergesi olarak kabul etmeye olanak
bulunmamaktadır.
Cezaevinde çıkan olaylarda davacının güvenlik
güçlerine direniş gösterip, silahlı çatışmaya giren tutuklularla birlikte
hareket ettiği, üç gün boyunca süren operasyon sırasında ikazlara rağmen teslim
olmadığı, meydana gelen çatışmada da yaralandığı anlaşılmış olup, yaralanan
davacının eyleminden ve kişisel kusurundan kaynaklanan yaralanma olayında
kişinin olaya katılımı, olayla zarar arasındaki illiyet bağını kesmektedir.
Bu itibarla, zararın, idarenin ağır hizmet
kusurundan doğduğu gerekçesiyle, davalı idarelerce %50 oranında tazmini yolunda
verilen temyize konu mahkeme kararında hukuki isabet görülmemektedir.
Davacının temyiz istemi;
İdare Mahkemesince, davacının da olay
nedeniyle %50 oranında kusurlu olduğundan bahisle bilirkişi incelemesi sonucu
hazırlanan rapor esas alınarak karar verilmiş ise de, dosya ve eklerinin
incelenmesinden, davacının kaldığı D-3 koğuşunu temsilen operasyon öncesinde
giriş kapılarının kapatılmamasına yönelik olarak davacı ile birlikte hareket
eden bazı hükümlüler hakkında çok sayıda tutanak düzenlendiği, operasyonlar
sırasında ise mahkumların teslim olmalarına yönelik yapılan ikazlar üzerine
bazı hükümlü ve tutukluların teslim olmalarına rağmen davacının üç gün boyunca
güvenlik güçlerine direndiği, operasyon sırasında davacının kaldığı D-3
koğuşunun jandarma görevlilerinin müdahalesi ile boşaltılmasına rağmen
davacının teslim olmayıp, B bloğa geçerek direnişe devam etmesi ve mahkumlara
müdahale ederek görevin ifası sırasında asli faili belli olmayacak şekilde ölüm
ve yaralanmalarına neden oldukları iddiasıyla jandarma güvenlik görevlileri
hakkında açılan davada sanıkların mahkûmiyetlerine yeter kesin ve inandırıcı
delil elde edilemediği gerekçesiyle sanıkların ayrı ayrı beraatlerine karar
verilmiş olması nedenleriyle davalı idarelere kusur izafe edilmesine olanak
bulunmamaktadır.
Bu itibarla, İdare Mahkemesince olay nedeniyle
davalı idarelerin kusurlarının bulunmadığı gerekçesiyle tazminat isteminin
reddi gerekirken, davacı ve davalı idarelerin %50 oranında kusurlu bulunarak
tazminat isteminin kısmen reddine karar verilmesinde sonucu itibarıyla hukuki
isabetsizlik görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı Yasanın 49.
maddesine uygun bulunmayan davacının temyiz isteminin reddine, Çanakkale İdare
Mahkemesinin 9.7.2008 tarih ve E:2007/190, K:2008/363 sayılı kararının davanın
reddine ilişkin kısmının yukarıda yer verilen gerekçe ile ONANMASINA, davalı
idarelerin temyiz istemlerinin kabulü ile anılan Mahkeme kararının, maddi ve
manevi tazminat isteminin kabulüne ilişkin kısmının BOZULMASINA, bozulan kısım
hakkında yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen İdare Mahkemesine
gönderilmesine… (karar verilmiştir)”
80. Başvurucu, kısmen onama kararına karşı karar düzeltme
talebinde bulunmuş, Danıştay Onuncu Dairesinin 10/12/2013 tarihli ve
E.2012/5012, K.2013/8857 sayılı kararıyla bu talep reddedilmiştir. Ret kararı
başvurucuya 26/2/2014 tarihinde tebliğ edildiğinden 26/3/2014 tarihinde yapılan
2014/4217 sayılı bireysel başvuruda süre aşımının bulunmadığı anlaşılmıştır.
81. Bozma kararından sonra Çanakkale İdare Mahkemesinin
E.2014/311 sayılı dosyasında yargılamaya devam edilmiştir. Çanakkale İdare
Mahkemesi bozma ilamına uyarak 14/3/2014 tarihli ve E.2014/311, K.2014/230
sayılı kararıyla davanın reddine karar vermiştir.
82. Bu karar, davacı ve davalı taraflarca yapılan temyiz üzerine
Danıştay Onuncu Dairesinin 29/2/2016 tarihli ve E.2014/3961, K.2016/1088 sayılı
ilamı ile onanmıştır.
83. Danıştayonama kararı 5/4/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ
edildiğinden 3/5/2016 tarihinde yapılan ve birleştirilmesine karar verilen
2016/9073 sayılı bireysel başvuruda da süre aşımının bulunmadığı anlaşılmıştır.
6. Başvurucunun AİHM'e
Yaptığı Müracaat (B. No: 7309/04)
84. Başvurucu 17/1/2004 tarihinde AİHM’e başvurmuştur.
Başvurucu, Cezaevinde başlatılan operasyon sırasında ve sonrasında orantısız
güç kullanılarak yaşam hakkı, işkence ve kötü muamele yasağının, ayrımcılık
yasağı ve hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
85. AİHM, 10/7/2007 tarihinde yaşam hakkı ve işkence ile kötü
muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin olanlar dışındaki iddiaların kabul
edilemez olduğuna, yaşam hakkı ile işkence ve kötü muamele yasağının ihlal
edildiğine ilişkin iddiaların ise Hükûmete bildirilmesine karar vermiştir.
86. AİHM, 27/1/2015 tarihli kararıyla başvuruyu
sonuçlandırmıştır. İnceleme sonucunda yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal
edilmeyip usul boyutunun ihlal edildiğine; işkence ve kötü muamele yasağının
ihlal edildiği iddialarının ise kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. İhlal
nedeniyle başvurucuya 8.000 avro manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir.
Karar 1/6/2005 tarihinde kesinleşmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:
“…
33. Belirtilmeyen bir tarihte, muhtemelen 25
Aralık 2003 tarihinde, Çanakkale Cumhuriyet savcısı, başvuran ve şikâyetçi
diğer tutukluların tahliyeleri ve sevkleri sırasında maruz kaldıklarını iddia
ettikleri kötü muamele iddiaları hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar
vermiştir (bk. benzer yargılamalar konusunda Leyla Alp ve diğerleri/Türkiye
davası, No. 29675/02, §§ 30 ila 32, 10 Aralık 2013).
Soruşturma dosyasındaki unsurları inceledikten
sonra, savcı, birçok tutuklunun silahlı direnişte bulunmaları sebebiyle yaralandığını
tespit etmiştir. Savcı, isyancıların teslim olmalarının ardından, cezaevinin
önünde bulunan avluda herkesin ve hatta basının gözü önünde arama ve sevk
işlemlerinin gerçekleştirildiğini kaydetmiştir. Savcı, aynı zamanda, yaralı
tutukluların hastanelere doğru tahliye edildiklerini ve diğer tutukluların,
hekimin bu hususta herhangi bir engelin bulunmadığını saptamasının ardından
başka cezaevlerine sevk edildiklerini tespit etmiştir.
Başvuranın bu karara itiraz ettiğini belirten
herhangi bir unsur bulunmamaktadır.
…
II. SÖZLEŞME’NİN 2. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ
İDDİASI HAKKINDA
…
B. Esas Hakkında
1. Maddi Yönü Hakkında
…
b. Mahkemenin Değerlendirmesi
93. Mahkeme, öncelikle, somut olayda ileri
sürülen isyan karşıtı operasyonun, daha önce Leyla Alp ve diğerleri/Türkiye
(yukarıda anılan karar, §§ 8 ve 10) davasında incelenen operasyon olduğunu ve
yerel düzeyde hâlihazırda derdest olan ceza yargılamasının, bu dava (yukarıda
anılan, Leyla Alp ve diğerleri, §§ 52 ve 53) hakkında karar verildiği sırada
hangi aşamada ise yine aynı aşamada olduğunu kaydetmektedir (yukarıda 49.
paragraf). Ayrıca yine bu operasyon sırasında ateşli silah ile yaralanan Meral
Kıdır’ın durumunun (yukarıda 77. paragraf in limine) başvuranın durumundan ayrı
tutulmasına imkân veren herhangi bir unsur bulunmamaktadır (yukarıda anılan,
Leyla Alp ve diğerleri, § 64; 3. madde açısından incelenen, benzer bir durum
için, bk. Sambor/Polonya, No. 15579/05, §§ 36 ila 39, 1 Şubat 2011).
94. Leyla Alp ve diğerleri kararında, Mahkeme,
bu durumda yürütülen soruşturmaların, olayları çevreleyen gerçek koşulları
aydınlatmaya olanak sağladığına dair ikna olduğunu belirtmiştir (yukarıda
anılan karar, §§ 68 ila 84; yukarıda anılan, Saçılık ve diğerleri kararıyla
mukayese ediniz, §§9, 107 ve 108). Mahkeme, özellikle şunları ifade etmiştir:
Elinde bulunan unsurlar ışığında ve yukarıda
belirtilenleri dikkate alarak, Mahkeme, kendisini ulusal mahkemelerin vardığı
tespitlerden ve sonuçlardan uzaklaşmaya itecek nitelikte ikna edici herhangi
bir bilginin sunulmadığı kanaatindedir. Mahkeme, ayrıca, operasyonun
yürütüldüğü sırada kullanılan gücün, izlenen amaçla, yani “isyanı bastırma”
ve/veya “herkesi şiddete karşı koruma” amacıyla orantısız olmadığının tespit
edildiği kanısındadır.”
95. Başvuranın iddialarının (yukarıda 91.
paragraf) Meral Kıdır ile ilgili davanın mevcut davadaki durumdan ayrı
tutulmasına imkân vermemesi nedeniyle, Mahkeme, Leyla Alp ve diğerleri/Türkiye
kararında kabul edilen gerekçelerle, Sözleşme’nin 2. maddesinin esas yönünden
ihlal edilmediği sonucuna varmaktadır.
2. Usul Yönü Hakkında
…
b. Mahkemenin Değerlendirmesi
100. Mahkeme, Sözleşme’nin 2. maddesinin
getirdiği yaşam hakkını koruma yükümlülüğünün, yalnızca güç kullanımının
bireyin ölümüne yol açması durumunda değil (yukarıda anılan, McCann ve
diğerleri § 161, ve Kaya/Türkiye, 19 Şubat 1998, § 105, Derleme 1998-I), aynı
zamanda, somut olayda olduğu gibi, kullanılan gücün mağdurun hayatını tehlikeye
atması durumunda da (bk. diğer kararlar arasında, yukarıda anılan, İsmail
Altun, § 80) etkin biçimde soruşturma yürütülmesini kapsadığını ve
gerektirdiğini hatırlatmaktadır.
Soruşturma, etkin olmalı, bu anlamda güç
kullanımının dava koşullarında haklı gösterilip gösterilmediğinin
belirlenmesine ve sorumluların tespit edilerek cezalandırılmalarına imkân
sağlamalıdır (bk. örnek olarak, Oğur/Türkiye [BD], No. 21594/93, § 88, AĠHM
1999-III). Sonuç yükümlülüğü değil, araç yükümlülüğü söz konusu olsa da,
mercilerin, söz konusu olaylara ilişkin delilleri elde etmek amacıyla ellerinde
bulunan makul tedbirleri almaları gerektiği bir gerçektir.
Dava koşullarını ya da sorumlulukları tespit
etme imkânını azaltan, soruşturmadaki her türlü eksiklik, soruşturmanın gereken
etkinlik kuralına uymadığı yönünde bir sonuca varılmasına neden olabilecektir
(bk. diğer birçok karar arasında, Natchova ve diğerleri/Bulgaristan [BD], No.
43577/98 ve 43579/98, § 113, AĠHM 2005-VII, yukarıda anılan, İsmail Altun,
§ 80, ve yukarıda anılan, Leyla Alp ve diğerleri, § 97).
101. Makul bir çabukluk ve özen gerekliliği,
bu bağlamda zımnidir. Soruşturmanın özel bir durumda ilerlemesine mani olan
engel ya da güçlüklerin söz konusu olabileceğini kabul etmek gerekmektedir;
ancak ölümcül ve/veya potansiyel olarak ölümcül nitelikte güç kullanımı
hakkında soruşturma yapılması söz konusu olduğunda, mercilerin ivedilikle cevap
vermesinin, yasallık ilkesine riayet edilerek toplumun güveninin korunması ve
yasa dışı eylemlere ilişkin olarak her türlü suça iştirak edildiği ya da
tolerans gösterildiği izleniminin oluşturulmaması amacıyla genel olarak
gereklilik arz ettiği kabul edilebilmektedir (diğer kararlar arasında,
McKerr/Birleşik Krallık, No. 28883/95, § 114, AİHM 2001-III, ve yukarıda anılan
kararlar, İsmail Altun, § 81, Perişan ve diğerleri, § 103, ve Leyla Alp ve
diğerleri, § 98).
102. Daha önce Leyla Alp ve diğerleri
(yukarıda anılan, §§ 100 ve 101) davasında tespit edildiği ve önceden de
doğrulandığı üzere, ihtilaf konusu operasyonun ardından hazırlık soruşturmasını
yürütmekle görevli merciler ve güvenlik gücü mensupları hakkında açılan dava
sırasında davanın esasına bakan hâkimler tarafından somut olayda yapılan
girişimler, davaya ilişkin olay ve olguların tespiti hususunda tartışma konusu
yapılmamaktadır.
Ancak yukarıda belirtilen çabukluk ve özen
gerekliliği (yukarıda 101. paragraf) dikkate alındığında ve özellikle suça
karışan kişi sayısının fazlalığı ve davanın karmaşıklığı nedeniyle bu davanın
yürütülmesinde karşılaşılan zorluklar (yukarıda anılan, Leyla Alp ve diğerleri,
§ 102) gerektiği gibi göz önünde bulundurulduğunda, hâlihazırda, olayların
ardından 13 yıl sekiz aydan fazla bir süre geçtikten sonra, davanın ilk derece
mahkemesinde halen derdest olduğunu (yukarıda 49. paragraf) gözlemlemek ve
suçlanan kişilerin muhtemel sorumluluklarının belirlenmesini sağlayacak
nitelikte somut ve güvenilir en ufak bir ilerleme kaydedilmediğini (bk. benzer
bir durum için, yukarıda anılan, Ceyhan Demir ve diğerleri, §§ 10 ve 111, ve
Perişan ve diğerleri, § 103) tespit etmek yeterlidir.
103. Bu tespit, Mahkeme’yi, başvuranın söz
konusu davanın zamanaşımına uğrayabileceği yönündeki iddiasını ayrıca
incelemekle yükümlü tutmamaktadır (yukarıda 96. paragraf)
104. İdari yargıda açılan tazminat davasının
yaklaşık on üç yıldan beri devam ettiğinin (yukarıda 62. paragraf) ve ceza
davası gibi (yukarıda 102. paragraf), başvuranın yaralanması nedeniyle davalı
taraflar hakkında dile getirilen iddiaları doğrulamaya ya da reddetmeye imkân
vermediğinin belirtilmesi gerekse bile, söz konusu tespit, Mahkeme’yi söz
konusu tazminat davasını incelemekle de yükümlü tutmamaktadır. Danıştay’ın, son
olarak, açıklama yapmaksızın ve ivedilikle (mutatis mutandis, yukarıda anılan,
Makbule Akbaba ve diğerleri, § 41), başvuranın kendi isteğiyle ayaklanmaya
katıldığı (yukarıda 59. ve 60. paragraflar) kanaatine varması sebebiyle,
gelecek yargılama süreçleri boyunca bazı şeylerin değişebileceği
beklenemeyecektir.
105. Sonuç olarak, Mahkeme, hâlihazırda, somut
olayda yürütülen soruşturmaların Sözleşme’nin 2. maddesinin gerektirdiği
çabukluk ve özen gerekliliklerini yerine getirmediğini saptamaktadır;
nihayetinde, Mahkeme, Hükümet’in ilk itirazının ikinci kısmını (yukarıda 89. ve
90. paragraflar – bk. mutatis mutandis, yukarıda anılan Makbule Akbaba ve
diğerleri, §§ 42 ve 43) reddetmekte ve bu hükmün usul yönünden ihlal edildiği
sonucuna varmaktadır.
III. SÖZLEŞME’NİN 3. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ
İDDİASI HAKKINDA
A.İç hukuk yollarının tüketilmesi hakkında
106. Hükümet, iç hukuk yollarının tüketilmesi
kuralına ve mevcut başvurunun vaktinden önce sunulmasına ilişkin daha önceki
iddialarına atıfta bulunmaktadır (yukarıda 85. ve 86. paragraflar).
107. Başvuran, kendi iddialarını
yinelemektedir (yukarıda 87. paragraf).
108. Acil tıbbi bakımın sağlanmaması
bağlamında ileri sürülen şikâyete ilişkin olarak, Mahkeme, 25 Aralık 2003
tarihinde, Çanakkale Cumhuriyet savcısının bu iddia hakkında kovuşturmaya yer
olmadığına karar verdiğini ve başvuranın bu karara itiraz ettiğini belirten
herhangi bir unsur bulunmadığını saptamaktadır (yukarıda 33. paragraf).
Dolayısıyla, başvuran tarafından aynı anda açılan tam yargı davasının söz
konusu olan şikayeti kapsaması (yukarıda 50. ve 51. paragraflar) nedeniyle, bu
şikâyet, cezai yargı yollarının tüketilmediği gerekçesiyle (yukarıda anılan Şat
kararıyla mukayese ediniz, § 88; ayrıca bk. Epözdemir/Türkiye (kabul
edilebilirlik hakkında karar), No. 57039/00, 31 Ocak 2002, ve Kanlıbaş/Türkiye
(kabul edilebilirlik hakkında karar), No. 32444/96, 28 Nisan 2005) bu bağlamda
reddedilemeyecektir.
109. Nitekim bu çözüm yolunun, devletlere,
özgürlüklerinden yoksun bırakılan kişilerin hayatını ve sağlığını koruma
hususunda getirilen yükümlülüğe ilişkin içtihatla uyumlu olması sebebiyle,
somut olaydakine benzer durumlarda, idarenin sorumluluğuna ilişkin davanın muhtemelen
etkin olarak değerlendirilmesi gerekmektedir (yukarıda anılan, Iribarren
Pinillos, § 40). Söz konusu içtihada göre, tutuklu bir kimse, hayattayken
devlet memurlarına atfedilebilir tıbbi nitelikli fiil ya da ihmallerden dolayı
mağdur olduğu kanısına vardığında, bu durumda, idari yargı yoluna başvurulması
Türkiye’de yeterli ve uygun bir hukuk yolu teşkil etmektedir (Gülay
Çetin/Türkiye, No. 44084/10, §§ 83 ila 87, 5 Mart 2013, diğer atıflarla
birlikte; genel ilke için, bk. Calvelli ve Ciglio/İtalya ([BD], No. 32967/96, §
51, AİHM 2002-I).
Yukarıda belirtilen idari dava bu şikâyeti de
kapsadığından, tutukluluk koşulları bağlamındaki şikâyetle ilgili olarak aynı
durum geçerlidir.
110. Daha önce belirttiği aynı gerekçeye
uyarak (yukarıda 88. ila 90. paragraflar), Mahkeme, dolayısıyla, Hükümet’in
itirazının birinci kısmını reddetmekte ve aşağıda açıklanacak olan gerekçelerle
de başvurunun vaktinden önce sunulduğu yönündeki ikinci kısım hakkında karar
verilmesine gerek olmadığı kanaatine varmaktadır.
B. Esas Hakkında
1. Maddi Yönü Hakkında
…
ii. Operasyonun ardından tıbbi yardımın
sağlanmadığı yönündeki iddia
116. Uygun tıbbi bakımların sağlanmaması,
kural olarak, Sözleşme’nin 3. maddesine aykırı bir muamele teşkil
edebilmektedir (yukarıda anılan, İlhan/Türkiye, § 87, Kudła/Polonya [BD],
No. 30210/96, § 94, AĠHM 2000-XI, Kalashnikov/Rusya, No. 47095/99, § 95,
AİHM 2002-VI, ve Gennadiy Naoumenko/Ukrayna, No. 42023/98, §112, 10 Şubat
2004). Bu hususta, Mahkeme, her şeyden önce, hastanın ilgili tıbbi gözetim altında
tutulmasını ve hastanın özel durumuna ilişkin öngörülen tıbbi bakımın yeterli
olmasını gerektirmektedir (yukarıda anılan, Liartis, § 49 ve Khatayev/Rusya,
No. 56994/09, § 84, 11 Ekim 2011).
117. Bu “yeterlilik” unsurunun belirlenmesinin
açıkça zor olmasına rağmen, Mahkeme, mercilerin, her şeyden önce, bir
tutuklunun sağlık sorunlarını tedavi etmek veya bu sorunların kötüye gitmesini
önlemek amacıyla derhal uygun bir teşhis konularak, uygun bir tedavi
stratejisinin belirlenmesini ve tutuklunun klinik tablosu gerektirdiği
takdirde, hastanın düzenli ve sistematik olarak tıbbi gözetim altında
tutulmasını sağlamakla yükümlü oldukları kanaatine varmaktadır (bk. diğer
kararlar arasında, Sarban/Moldova, No. 3456/05, § 79, 4 Ekim 2005 ve burada
yapılan atıflar; yukarıda anılan, Mkhitaryan, § 73).
118. Sağlanan tedavinin etkinliği, böylelikle,
cezaevi yetkililerince yetkili hekimler tarafından öngörülen tıbbi bakımın
tutukluya sağlanmasını gerektirmektedir (Soysal/Türkiye, No. 50091/99, § 50, 3
Mayıs 2007, ve Gorodnitchev/Rusya, No. 52058/99, § 91, 24 Mayıs 2007). Bu
tedavinin uygulanma çabukluğu ve sıklığı, tıbbi tedavinin Sözleşme’nin 3.
maddesinin gereklilikleriyle uyumlu olup olmadığını belirlemek amacıyla dikkate
alınması gereken diğer iki unsurdur. Zira bu iki unsur, Mahkeme tarafından
mutlak anlamda değil, ancak her defasında tutuklunun özel sağlık durumu göz
önünde bulundurularak değerlendirilmektedir (Iorgov/Bulgaristan, No. 40653/98,
§ 85, 11 Mart 2004, Rohde/Danimarka, No. 69332/01, § 106, 21 Temmuz 2005,
Serifis/Yunanistan, No. 27695/03, § 35, 2 Kasım 2006, Sediri/Fransa (kabul
edilebilirlik hakkında karar), No. 4310/05, 10 Nisan 2007, ve yukarıda anılan,
Liartis, ibidem).
119. Genel olarak, tutuklunun sağlık durumunun
kötüleşmesi, tek başına, Sözleşme’nin 3. maddesine riayet edilmesi hususunda
belirleyici rol oynamamaktadır, zira Mahkeme, yine sağlık durumunun
bozulmasının, sağlanan tıbbi bakımlardaki eksikliklere atfedilebilir olup
olmadığını (Kotsaftis/Yunanistan, No. 39780/06, § 53, 12 Haziran 2008) ve bu
durumda hangi düzeydeki tıbbi tedavinin gerekli olduğunu her defasında
incelemekle görevlidir (yukarıda anılan, Mkhitaryan, § 74).
120. Davaya ilişkin olay ve olgular hakkında,
Mahkeme, 21 Aralık 2000 tarihinde, isyan karşıtı operasyonun, saat 11.30 ile
söz konusu yerin tam anlamıyla boşaltıldığı saat olan 12.15 arasında kademeli
olarak sona erdiğini tespit etmektedir (yukarıda 15. paragraf). Saat 14.00
sularında düzenlenen operasyon tutanağına göre, başvuranın da aralarında
bulunduğu yirmiden fazla tutuklu, saat 12.15’ten itibaren Çanakkale Devlet
Hastanesi Acil Servisi’ne sevk edilmiştir (yukarıda 15. paragraf, in fine).
Başvuranın kolundan çıkarılan fişeğin savcılığa gönderilmesine ilişkin tutanağa
göre, başvuran “saat 11 civarında” hastaneye götürülmüştür (yukarıda 20.
paragraf, in fine). Ancak başvuran, herhangi bir tıbbi bakım sağlanmaksızın
dört ya da beş saat boyunca cezaevinin bahçesinde yalnız bırakıldığını iddia
etmektedir (yukarıda 69. ve 111. paragraflar).
Bu hususta, Çanakkale Devlet Hastanesi
tarafından düzenlenen sağlık raporunun imzalandığı tarih - “21 Aralık 2000” -
ile saatin -“13.40”- , Meral Kıdır davasında kabul edilen tarih ve saat olduğu
(yukarıda anılan, Leyla Alp ve diğerleri, § 18) kabul edilerek, söz konusu
raporla yetinmek gerekmektedir. Bu bilginin aksini ispatlayabilecek nitelikte
başka unsurlar bulunmadığından, Mahkeme, dolayısıyla, başvuranın ileri sürdüğü
gibi saat 16.00 veya 17.00 sularında değil, saat 13.40’tan önce, bu hastane
hekimleri tarafından muayene edildiğinin, ardından ameliyat edildiğinin tespit
edilebileceği kanısındadır. Bu durum, dikkate değer bir gecikme teşkil
edemeyecektir.
Bu tür durumlarda, bazı toplu isyanların
kaçınılmaz olduğunu göz önünde bulundurarak Mahkeme, bununla birlikte, somut
olayda yürütülen kurtarma operasyonuna ilişkin olarak Sözleşme’nin 3. maddesi
bakımından herhangi bir ciddi sorunun ortaya çıkmadığı kanaatine varmaktadır
(yukarıda anılan, Finogenov ve diğerleri ile mukayese ediniz, § 266).
121. Çanakkale Devlet Hastanesi’nde sağlanan
tıbbi bakımların yeterliliği ve kapsamına ilişkin olarak, Mahkeme, başvuranın
ileri sürdüğünün (yukarıda 111. paragraf) aksine, söz konusu tıbbi bakımların
pansumanın ötesine geçtiğini kaydetmektedir. Bu durumda, hekimler, başvuranın
hayatının tehlikeye girmesine sebep olan, osteo-fasiyal alanda kompartman
sendromunu önlemek ve fişeği çıkarmak amacıyla hem önemli hem de zor bir
cerrahi müdahale gerçekleştirmişlerdir (yukarıda 19. in limine ve 20.
paragraflar).
122. Daha sonraki olayla ilgili olarak, Mahkeme,
yukarıda belirtilen hekimlerin tavsiyesine rağmen, belirlenen ilk hastanenin
tutuklular için yeterli imkânlara sahip olmadığı gerekçesiyle (bk. benzer bir
durum için, Chadli Sediri/Fransa [kabul edilebilirlik hakkında karar], No.
44310/05, 10 Nisan 2007), başvuranın ameliyat sonrası Üniversite Hastanesi’nin
Plastik Cerrahi Servisi’nde sevk edilmesi ancak 23 Aralık tarihinde, yaklaşık
otuz saatlik bir gecikmeyle gerçekleştirilmiştir (yukarıda 21. paragraf -
yukarıda anılan İlhan/Türkiye kararıyla kıyaslayınız, §§ 24 ve 87; yukarıda
anılan Mkhitaryan/Rusya, § 79 ve yukarıda anılan, Liartis, § 58).
Başvuranın klinik tablosu, her ne kadar gerçek
ve yakın bir doku çürümesi riskinin olduğunu gösterse de, daha sonra art arda
sağlanan tıbbi bakımlardaki her türlü gecikme, şüphesiz, söz konusu riskin
artmasında rol oynayabilmiştir. Ancak bu süreç boyunca, başvuranın sürekli
olarak tıbbi gözetim altında tutulduğunun ve Cerrahpaşa Hastanesi’nde uygulanan
tedavi çerçevesinde, başvuranın, hekimlerin amputasyona karar vermeden önce 5
Ocak 2001 tarihine kadar beklemeye karar vermelerini eleştirmediğinin (yukarıda
111. paragraf) altını çizmek gerekmektedir. Dolayısıyla, söz konusu hekimlerin
bakış açısına göre, somut olayda ileri sürülen gecikmeli sevkin, tedavi
stratejilerinin belirlenmesi için belirleyici bir etken olmadığı sonucuna
varmak gerekmektedir; ayrıca bu gecikme Sözleşme’nin 3. maddesi bakımından
dikkate değer olarak nitelendirilemeyecektir (bk. aynı anlamda, yukarıda anılan
kararlar, Erol Arıkan ve diğerleri, § 101, Şat, § 87, İsmail Altun, § 90).
123. Üstelik Mahkeme, başvuranın şikâyette
bulunmaması sebebiyle, Çapa’da bu tarihten itibaren, ardından da Sağmalcılar
Devlet Hastanesi’nde bir sonraki 13 Şubat tarihine kadar sunulan ameliyat
sonrası bakımların uygunluğunu ve kapsamını değerlendirmek zorunda değildir
(yukarıda 22. paragraf).
124. Dolayısıyla, dosyada, başvurana sağlanan
tıbbi bakımların yeterliliğini ve kapsamının, sağlık personelinin yetkilerinin
ve bu konuda müdahale etmeye yetkili hastane kuruluşlarının şikâyet konusu
yapılmasına imkân veren herhangi bir unsur bulunmamaktadır.
Ayrıca somut olayda yetkililerin başvurana ex
gratia myoelektrik protez temin ettiklerini (yukarıda 25. ve 26. paragraflar –
Vladimir Vassilyev/Rusya kararıyla kıyaslayınız, No. 28370/05, §§ 68 ve 69, 10
Ocak 2012), ve bu durumun, ilgilinin bu konudaki eleştirilerine rağmen
(yukarıda 111. paragraf in fine), Sözleşme’nin 3. maddesinin konuya ilişkin
olarak tavsiye ettiği tedbirler ile uyumlu bir girişim olduğunu
(Zarzycki/Polonya, No. 15351/03, §§ 21 ila 24, 12 Mart 2013) hatırlatmak
gerekmektedir.
125. Yukarıda belirtilen değerlendirmeleri
dikkate alarak, Mahkeme, şikâyet konusu muamelenin, Sözleşme’nin 3. maddesi
kapsamına girmesi için gereken asgari ağırlık eşiğine ulaşmadığı kanısındadır.
Bu şikâyetin Sözleşme’nin 35. maddesinin 3. ve
4. fıkraları uyarınca açıkça dayanaktan yoksun olduğu ve reddedilmesi gerektiği
sonucuna varılmaktadır.
…
2.Usul yönü hakkında
132. Sözleşme’nin 3. maddesinin esas yönünden
ihlaline ilişkin savunulabilir şikâyetlerin bulunmadığı yönünde varılan iki
tespit göz önünde bulundurulduğunda (yukarıda 125 ve 131. paragraflar), bu
hükmün usul yönüne ilişkin şikâyet incelenebilecek nitelikte değildir (bk,
diğer birçok karar arasında, Ştefan Povestca/Moldova Cumhuriyeti (kabul
edilebilirlik hakkında karar), No. 54791/10, §§ 39 ve 40, 18 Mart 2014, Dilan
Azgın/Türkiye (kabul edilebilirlik hakkında karar), No. 33062/03, § 60, 17
Mayıs 2011, diğer atıflarla birlikte; yine bk. mutatis mutandis, yukarıda
anılan, Leyla Alp ve diğerleri, § 104).
Dolayısıyla, daha önce belirtildiği üzere
(yukarıda 110. paragraf), Hükümet’in başvurunun zamanından önce yapılmasına
ilişkin itirazının ikinci kısmı hakkında karar verilmesi gerekmemektedir, zira
bu şikâyet de açıkça dayanaktan yoksundur ve Sözleşme’nin 35. maddesinin 3. ve
4. fıkraları uyarınca reddedilmelidir.
…”
B. İlgili Hukuk
1. Ulusal Mevzuat
87. 29/3/1984 tarihli ve 2992 sayılı Adalet Bakanlığının Teşkilat
ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü
Hakkında Kanun’un olay tarihinde yürürlükte olan 2. ve 11. maddeleri şöyledir:
“Görev
Madde 2 - Adalet Bakanlığının görevleri
şunlardır:
a) Kanunlarda kurulması öngörülen mahkemeleri
açmak ve teşkilatlandırmak, ceza infaz ve ıslah kurumları, icra ve iflas
daireleri gibi her derece ve türdeki adalet kurumlarını planlamak, kurmak ve
idari görevleri yönünden gözetim ve denetimini yapmak ve geliştirmek,
…
Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Genel
Müdürlüğü
Madde 11- Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri
Genel Müdürlüğünün görevleri şunlardır:
…
b) Hükümlü ve tutukluların giydirilmesi,
beslenmesi, yatırılması ve eğitilmesi işleriyle “Cezaevleri ve Mahkeme
Binaları, İnşaası Karşılığı Olarak Alınacak Harçlar ve Mahkumlara Ödettirilecek
Yiyecek Beddelleri Hakkında Kanun”da gösterilen her türlü işlemleri yapmak,
…”
88. 13/12/2014 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Hapis
cezalarının infazında gözetilecek ilkeler” kenar başlıklı 6.
maddesinin ilgili hükümleri şöyledir:
“(1) Hapis cezalarının infaz rejimi, aşağıda
gösterilen temel ilkelere dayalı olarak düzenlenir:
a) Hükümlüler ceza infaz kurumlarında güvenli
bir biçimde ve kaçmalarını önleyecek tedbirler alınarak düzen, güvenlik ve
disiplin çerçevesinde tutulurlar.
…
f) Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin yaşam
hakları ile beden ve ruh bütünlüklerini korumak üzere her türlü koruyucu
tedbirin alınması zorunludur.
…”
89. 765 sayılı mülga Kanun’un 49., 456., 457. ve 463. maddeleri
şöyledir:
“Madde 49 - …
2 - Gerek kendisinin gerek başkasının nefsine
veya ırzına vukubulan haksız bir taarruzu filhal def'i zaruretinin bais olduğu
mecburiyetle,
… işlenilen fiilerden dolayı faile ceza
verilemez.
…
Madde 456 - (Değişik: 6123 - 9.7.1953) Her kim
katil kasdiyle olmaksızın bir kimseye cismen eza verir veya sıhhatini ihlâle
aklî melekelerinde teşevvüş husulüne sebep olursaaltı aydan bir seneye kadar
hapsolunur.
…
Fiil, katî veya muhtemel surette iyileşmesi
kabil olmayacak derecede akıl veya beden hastalıklarından birini yahut havastan
veya el yahut ayaklardan birinin veya söylemek kudretinin yahut çocuk yapmak
kabiliyetinin zıyaını mucip olmuş veya âzadan birinin tatilini yahut çehrenin
daimî değişikliğini veya gebe bir kadına karşı ika olunup da çocuğun düşmesini
intaç eylemiş ise ceza beş seneden on seneye kadar ağır hapistir.
Madde 457 - (Değişik: 6123 - 9.7.1953) 456 ncı
maddede yazılı fiillere 449 uncu maddenin birinci ve üçüncü bentlerinde yazılı
hal inzimam eder yahut fiil gizli veya aşikâr bir silah ile veya aşındırıcı
ecza ile işlenmiş olursa asıl ceza üçte birden yarıya kadar artırılır.
Madde 463 - (Değişik: 2787 - 21.1.1983) 448,
449, 450, 456, 457 nci maddelerde beyan olunan fiilleri iki veya daha çok kimse
birlikte yapmış olup da failin kim olduğu belli olmazsa bunlardan her birisi
hakkında, fiil için tayin edilmiş olan ceza üçte birden yarıya kadar
indirilerek hükmolunur. Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasını gerektiren
fiillerde yirmi seneden, müebbet ağır hapis cezasını gerektiren fiillerde
onaltı seneden aşağı olmamak üzere ağır hapis cezası tayin olunur. Şu kadar ki,
bu hüküm fiili doğrudan doğruya beraber işlemiş olanlar hakkında uygulanmaz.”
90. 10/3/1983 tarihli ve 2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve
Yetkileri Kanunu’nun 3., 7., 11. ve 25. maddeleri şöyledir:
“Tanım:
Madde 3 – Türkiye Cumhuriyeti Jandarması
emniyet ve asayiş ile kamu düzeninin korunmasını sağlayan ve diğer kanun ve
nizamların verdiği görevleri yerine getiren silahlı, askeri bir güvenlik ve
kolluk kuvvetidir.
Jandarmanın genel olarak görevleri:
Madde 7 – Jandarmanın sorumluluk alanlarında
genel olarak görevleri şunlardır.
a) Mülki görevleri;
Emniyet ve asayiş ile kamu düzenini sağlamak,
korumak ve kollamak, kaçakçılığı men, takip ve tahkik etmek, suç işlenmesini
önlemek için gerekli tedbirleri almak ve uygulamak, ceza infaz kurumları ve
tutukevlerinin dış korunmalarını yapmak.
b) Adli görevleri;
İşlenmiş suçlarla ilgili olarak kanunlarda belirtilen
işlemleri yapmak ve bunlara ilişkin adli hizmetleri yerine getirmek.
…
d) Diğer görevleri;
Yukarıda belirtilen görevler dışında kalan ve
diğer kanun ve nizam hükümlerinin icrası ile bunlara dayalı emir ve kararlarla
Jandarmaya verilen görevleri yapmak.
Silah Kullanma Yetkisi
Madde 11 – Jandarma, kendisine verilen
görevlerin ifası sırasında hizmet özelliğine uygun ve görevin gereği olarak
kanunlarda öngörülen silah kullanma yetkisine sahiptir.
Yürürlükten kaldırılan ve uygulanmayacak olan
hükümler:
Madde 25 –
...
2)1559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet
Kanununun,
3)3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanununun,
4) Disiplin hükümleri saklı kalmak kaydıyla
5442 sayılı İl İdaresi Kanununun,
Ve diğer kanunların,
Bu Kanuna aykırı hükümleri Jandarma Teşkilatı
için uygulanmaz."
91. 17/12/1983 tarihli ve 18254 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan Jandarma Teşkilatı Görev ve Yetkileri Yönetmeliği’nin 24., 38., 39.,
40., 41. ve 42. maddeleri şöyledir:
“Genel Yetki
Madde 24 - Jandarma, emniyet ve asayişi
sağlama ve kamu düzenini koruma amacıyla Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri
Kanunu ile Polis Vazife ve Selahiyet Kanununda belirtilen gerekli her türlü
güvenlik tedbirlerini almaya yetkilidir.
Zor Kullanma Yetkisi
Madde 38 - Jandarma kanun ve nizamlara uygun
olarak kişileri yakalama veya toplulukları dağıtma sırasında karşılaştığı
direnmeleri, kırmak, saldırıya yeltenen veya saldırıda bulunanları etkisiz
duruma getirmek için zor kullanabilir.
Zor kullanmanın niteliği ve derecesi
karşılaşılan direnme veya saldırıya göre değişmek üzere; yeterli biçimde ve
nitelikte bedeni kuvvet, maddi güç ve şartları gerçekleştiğinde her çeşit silah
kullanmayı kapsar.
…
Toplu kuvvet olarak müdahale edilen
durumlarda; zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gerecin seçimi
öncelikle, kuvvetin başındaki komutana aittir. Bu konuda mülki amirin yetkileri
saklıdır.
Silah Kullanma Yetkisi ve Bu Yetkinin
Kullanılacağı Durumlar
Madde 39 - Jandarma, aşağıda yazılı hallerde
silah kullanmaya yetkilidir:
a. Nefsini müdafaa etmek için,
b. Başkasının ırz ve canına vuku bulan ve
başka suretle men'i mümkün olmayan bir saldırıyı savmak için;
…
g. Jandarmanın görevini yapmasına yalnız veya
toplu olarak fiili mukavemette bulunulmuş veya fiili saldırı ile karşı
gelinmişse,
h. Devlet nüfuz ve icraatına silahlı olarak
karşı gelinmişse,
…
k. Ceza infaz kurumları ile tutukevlerinde, iç
yönetimce bastırılmayan isyan, kargaşa, direnme ve kavga çıkması durumunda;
cezaevi müdürü ile gardiyanların başvurusu üzerine kuruma girilmesi halinde,(a)
ve (b) bentlerinde gösterilen silah kullanma yetkileri çerçevesinde,
Silah Kullanmanın Kapsamı ve Uyulması Gereken
Esaslar
Madde 40 - Silah kullanmak deyiminden, mutlaka
ateş etmek anlaşılmaz. Ateş etmek, silah kullanmada en son çaredir. Buna bağlı
olarak:
a. Bu yönetmeliğin uygulanmasında silah
deyimi; ateşli silahları, kesici ve dürtücü silahları, önleyici, etkisiz duruma
getirici ve savunmaya ilişkin aletleri cop, sis ve gaz bombalarını; gaz, boyalı
ve boyasız basınçlı su püskürten, personel ve malzeme taşıyabilir zırhlı ve
zırhsız araçları, helikopter ve uçakları kapsar.
b. Silah kullanma yetkisine sahip bulunan amir
ve görevliler, kanun ve nizamların belirlediği yetkilerini zamanında kullanmaz
ya da silahlarından yeterince yararlanmazsa, davranış ve tutumunun niteliğine
göre cezalandırılır.
"Din ve vicdana göre lazım sayılan
hareketler" ile "şahsi tehlike korkusu" yüzünden silah
kullanmaktan kaçınmış olmak cezayı kaldırmaz ve hafifletmez.
c. Silah kullanmada, olayın ve durumun
özellikleri gözönünde bulundurularak; savunmaya ilişkin aletlerle önleyici ve
etkisiz duruma getirici aletleri kullanılmasına öncelik verilir. Daha sonra,
kesici ve dürtücü silahlarla, ateşli silahların hedefe yöneltilmesi safhasına
geçilir. Etkili olunmadığında, dipçik ve kabzalar kullanılır. Buna rağmen amaç
sağlanamamışsa, kesici ve dürtücü silahlarla, ateşli silahlar kullanılır.
Ateşli silahların kullanılmasında sırasıyla; önce havaya ihtar atışı yapılır,
sonra ayağa doğru ateş edilir. Buna rağmen silah kullanmaya yol açan olay ve
durum bastırılamamışsa hedef gözetilmeden ateş edilir.
Bu sıranın her olayda aynen izlenmesi zorunlu
değildir. Olayın özelliğine göre, sıra atlanabileceği gibi, şartları varsa
doğrudan doğruya hedefe de ateş edilebilir.
Bu gibi durumlarda, neden bu şekilde hareket
edildiği olay tutanağında açıkça ve özellikle belirtilir.
d. Ateşli Silahlarla Ateş edilmesi;
(1) Öncelikle bu konuda emir verilmiş olmasına
bağlıdır.
(2) Ateş emri verilmemiş olsa bile 39 uncu
maddede sayılan, durum ve özelliklerin ortaya çıkması nedeniyle, silahın
kullanma zamanını, ölçü ve tarzını, her alandaki özel şartları gözönünde
tutarak; her görevli kendisi değerlendirir ve saptar.
Diğer silahların kullanılması, emirle ve
emirde belirtildiği şekilde olur.
Yetkilerin Kullanılması
Madde 41 - Zor ve silah kullanma yetkileri
dışında:
Polis Vazife ve Selahiyet Kanununda öngörülen
ve yönetmeliğin bu bölümünde ayrıntıları gösterilen görevlerin yapılması ve
yetkilerin kullanılması; İl Jandarma alay, ilçe jandarma bölük, bucak jandarma
takım ve jandarma karakol komutanlarına aittir.
Jandarma iç güvenlik birliklerinin diğer makam
ve memurları; geçerli bir yetki devri olmadıkça ya da yetkili amirlik
makamlarının emri olarak verilmedikçe, bu konudaki görevleri yapamaz ve
yetkileri kullanamazlar. Ancak bu konulara ilişkin bir ihlalle
karşılaştıklarında durumu bir tutanakla belgeler ve silsile yoluyla ilgili
makama gönderirler.
Suçların kovuşturulması yönünden Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanununun öngördüğü yetkiler gözönünde tutulur.
Genel Görevler
Madde 42 - Jandarma; emniyet ve asayişi
sağlamak, kamu düzenini korumakla yükümlü olup, bu görevlerini iki şekilde
yürütür.
a. Kanunlara, tüzüklere, yönetmeliklere, hükümet
emirlerine ya da tebliğlere ve genel olarak kamu düzenine uygun olmayan
eylemleri, işlenmesinden önce kanun ve nizamlar çerçevesinde önlemek.
b. İşlenmiş olan bir suç hakkında Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanunu ile diğer kanunlarda yazılı görevleri yapmak,
Jandarmanın görevlerini yerine getirirken önde
gelen amacı; insana taşınır ve taşınmaz eşyaya en az zarar verilerek, bozulan
kanun ve nizam ortamını yeniden kurmaktır.
Jandarma görevin yürütülüşünde kanuni
kısıtlamalara ve insani düşüncelere bağlıdır. Faaliyetlerine muhatap olanlara,
düşman gibi görülmemesi için gerekli özeni gösterir.
...”
2. Uluslararası Belgeler
92. 13/1/1993 tarihli Kimyasal Silahların Geliştirilmesi,
Üretimi, Stoklanması ve Kullanımının Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili
Sözleşme’ye (KSS) göre göz yaşartıcı gaz kimyasal silah sayılmamakta ve bu tür
gazların -iç ayaklanmaların kontrolü de dâhil olmak üzere- asayişin sağlanması
amacıyla kullanılmasına izin verilmektedir (Madde II § 7, 9 (d)). KSS,
Türkiye'de 11/6/1997 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
93. Kolluk Görevlileri Tarafından Zor ve Ateşli Silah
Kullanılması Hakkında Temel İlkeler’in (Birleşmiş Milletler [BM] Suçun
Önlenmesi ve Suçluların Islahı Sekizinci Kongresi, Havana, 27/8/1990 -
7/9/1990, BM, A/CONF.144/28/Rev.1, 1990, s. 112-115) ilgili bölümleri şöyledir:
“…
3. Öldürücü nitelikte olmayan etkisizleştirici
silahların geliştirilmesi ve dağıtılması hususu, olaylarla ilgisi bulunmayan
kişilerin zarar görme riskini en aza indirebilmek amacıyla dikkatli bir şekilde
değerlendirilmelidir ve bu tür silahların kullanımı titizlikle kontrol
edilmelidir.
...
5. Güç ve ateşli silahların, kanuna uygun
olarak kullanımı kaçınılmaz hale geldiğinde, kolluk görevlileri:
(a) Bu tür araçların kullanımına sınırlı olarak
başvurur ve suçun ağırlığı ve gerçekleştirilmesi hedeflenen meşru amaç ile
orantılı biçimde tasarrufta bulunur;
(b) Zarar ve yaralanmaları en aza
indireceklerdir ve insan yaşamına saygı gösterir ve onu korur;
(c) Yaralananlara veya müdahalelerden etkilenenlere,
mümkün olan en kısa sürede yardım ulaştırılmasını ve tıbbi yardım sağlanmasını
temin eder;
(d) Yaralananların veya müdahalelerden
etkilenenlerin akrabaları veya yakın arkadaşlarının, mümkün olan en kısa sürede
durumdan haberdar edilmelerini sağlar;
…
9. Kolluk görevlileri; ölüm veya ağır
yaralanmaya sebebiyet verecek yakın bir tehlikeye karsı kendilerini veya
başkalarını savunma, yaşamı ciddi şekilde tehdit eden özellikle ağır nitelikli
bir suçun islenmesini önleme, bu tür bir tehlike yaratan ve emirlere karsı
gelen bir kimseyi yakalama veya bu tür bir kimsenin kaçmasını önleme amaçları
dışında ve söz konusu amaçları gerçekleştirmede daha hafif yöntemler yetersiz
kalmadığı sürece başkalarına karsı ateşli silah kullanamaz. Her halükarda,
ateşli silahlara, ancak yaşamı koruma açısından büsbütün kaçınılmaz olduğu
hallerde başvurulmalıdır.
...
14. Kolluk görevlileri, ateşli silahları,
sadece daha az tehlikeli araçların kullanılmasının mümkün olmadığı hallerde ve
sadece gereken asgari ölçüde kullanabilirler. Kolluk görevlileri, ateşli
silahları, 9. ilke kapsamında belirtilen durumlar dışında kullanamaz.”
94. Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza
veya Muamelenin Önlenmesi Komitesi (CPT), kanunların uygulanmasında bu tür
gazların kullanımına ilişkin endişelerini ifade etmiştir. CPT’nin görüşü
şöyledir:
“(…) Biber gazı, potansiyel olarak tehlikeli
bir maddedir ve kapalı alanlarda kullanılmamalıdır. Açık havada kullanılması
halinde bile, CPT’nin ciddi çekinceleri bulunmaktadır; istisnai olarak
kullanılması gerektiğinde, bölgede belirli güvenlik tedbirlerinin alınması
gerekmektedir. Örneğin, biber gazına maruz kalan kişiler derhal bir doktora
ulaştırılmalı ve bu kişilere panzehir sağlanmalıdır. Biber gazı, halihazırda
kontrol altına alınmış bir tutukluya karsı asla kullanılmamalıdır.” (CPT/Inf
[2009] 25).
95. CPT, Avrupa Konseyinin bazı üye devletlerine yaptığı
ziyaretlerle ilgili raporlarında aşağıdaki tavsiyelerde bulunmuştur:
“... (A) Biber gazı kullanımının kontrolüne
ilişkin olarak düzenlenecek açık bir yönerge, en azından şu hususları
içermelidir:
-biber gazının kapalı alanlarda kullanılmaması
gerektiğinin açıkça belirtildiği, biber gazının hangi durumlarda
kullanılabileceğine dair açık talimatlar;
-biber gazına maruz kalan tutukluların derhal
doktora ulaştırılmalarına ve kendilerine rahatlatıcı tedbirlerin sunulmasına
dair hakları;
-biber gazı kullanma yetkisi verilmiş
personelin nitelikleri, eğitimleri ve yeteneklerine ilişkin bilgiler;
-biber gazının kullanımına ilişkin yeterli bir
raporlama ve denetim mekanizması …” (CPT/Inf [2009] 8).
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
96. Mahkemenin 8/6/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
97. Başvurucu, Çanakkale E Tipi Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü
olarak bulunduğu sırada Cezaevinde yapılan ölüm orucu eylemlerini sonlandırmak
için gerçekleştirilen operasyonda kolluk kuvvetleri tarafından atılan gaz
bombasının sağ koluna isabet etmesi nedeniyle yaralandığını, yaralandıktan
sonra dört beş saat boyunca kendisine hiçbir tıbbi müdahalede bulunulmadığını,
gecikmeli olarak yapılan müdahalede dirseğinin üstünden kolunun kesildiğini,
terör hükümlüsü olması nedeniyle ayrımcılığa maruz kaldığını, operasyon
nedeniyle uğradığı zarar için açtığı tam yargı davasının kısmen kabulüne karar
verildiğini; ancak, bu kararın Danıştay tarafından davanın tamamen reddine
karar verilmesi yönünde bozulduğunu, devletin gözetim ve koruması altındaki bir
infaz kurumunda gerçekleştirilen operasyona kendisinin sebebiyet vermediğini,
devletin cezaevlerinde güvenliği sağlama görevinin olduğunu, Cezaevindeki
hizmet kusurunun nedeninin idare olduğunu, operasyon sırasında orantısız güç
kullanıldığını, İdare Mahkemesinde açtığı davanın on iki yıldan fazla bir
süreden beri devam ettiğini belirterek Anayasa’nın 10., 17. ve 36. maddelerinde
güvence altına alınan yaşam hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı, adil
yargılanma hakkı ve ayrımcılık yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlalin
tespiti ve tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
98. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder(Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bir olayda yaşam hakkına ilişkin ilkelerin
uygulanabilmesi için gerekli şartlardan biri doğal olmayan bir ölümün
gerçekleşmesi olmakla birlikte bazı durumlarda ölüm gerçekleşmese dahi olayın
yaşam hakkı çerçevesinde incelenebilmesi mümkündür. AİHM de ölümle
sonuçlanmayan yaralanma olaylarını kişiye karşı kullanılan gücün derecesi, türü
ve güç kullanımının ardında yatan niyet ve amacı diğer faktörlerle birlikte
dikkate alarak yaşam hakkı kapsamında inceleyebilmektedir(Mehmet Karadağ, B. No: 2013/2030,
26/6/2014, § 20) Somut olayda Ceza İnfaz Kurumunda çıkan isyanı bastırmak için
güvenlik güçlerinin attığı potansiyel olarak ölüm neticesini doğurmaya
elverişli göz yaşartıcı bombanın başvurucunun uzuv kaybı olacak ve hayati
tehlike geçirecek şekilde yaralanması sonucunda dirsek üstünden kolunun kesilmesine
sebep olduğundan başvuru, Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence
altına alınan yaşam hakkı kapsamında değerlendirilmiştir.
99. Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle Anayasa’nın
36. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de makul sürede yargılanma
hakkına ilişkin iddiaların yaşam hakkı ile işkence ve kötü muamele yasağının
usul yükümlülüğü kapsamında kalması nedeniyle adil yargılanma hakkı yönünden
ayrıca inceleme yapılmamıştır.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
100. Bakanlık görüşünde kabul edilebilirliğe ilişkin olarak
başvuru konusu olayın 2000 yılında meydana gelmesi nedeniyle zaman bakımından
yetki hususuna dikkat çekmiştir.
101. Başvurucu, Bakanlığın bu konudaki görüşüne karşı zaman
bakımından yetki konusunda yargılama sonunda verilen kararın kesinleşme
tarihinin dikkate alınması gerektiğini ileri sürmüştür.
a. Yaşam Hakkının Maddi
Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
102. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un geçici 1. maddesinin (8)
numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra
kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları
inceler."
103. Bu hüküm gereğince Anayasa Mahkemesi 23/9/2012 tarihinden
sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel
başvuruları inceler. Dolayısıyla Mahkemenin zaman bakımından yetkisi bu
tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel
başvurularla sınırlı olduğundan (G.S.,
B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14) başvuru konusuna ilişkin olayın gerçekleşme
tarihinin bir önemi bulunmamaktadır.
104. Somut olayda başvuru konusu iddialarla ilgili Çanakkale
İdare Mahkemesinin kısmi ret kararının Danıştay Onuncu Dairesinin 10/13/2013
tarihli karar düzeltme talebinin reddi kararıyla kesinleşmesi nedeniyle
başvurunun Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi kapsamında kaldığı
değerlendirilmiştir.
105. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddialarda başvurucunun uğradığı zararın telafisi için
birden fazla yol bulunmakta ise de bunlardan en etkin olanı ceza soruşturması
ve/veya kovuşturması olduğundan bu yol tüketilmeksizin yapılan başvurunun kabul
edilebilir olup olmadığının da değerlendirilmesi gerekmektedir.
106. Başvurucunun yaralanmasıyla sonuçlanan olayla ilgili olarak
kolluk görevlileri hakkında Çanakkale 1. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2013/42
esasında kasten yaralama suçundan açılan kamu davasına ilişkin olarak
18/12/2014 tarihinde verilen beraat kararı temyiz incelemesi için hâlen
Yargıtay 1. Ceza Dairesinde bulunmaktadır (bkz. § 66).
107. Başvurucu Çanakkale 1. İdare Mahkemesinin 9/7/2008 tarihli
ve E.2007/190, K.2008/363 sayılı kararına karşı yaşam hakkı ile işkence ve kötü
muamele yasağının ihlal edildiği iddiasıyla bireysel başvuruda bulunmuştur.
108. Yaşam hakkının ihlaline ilişkin olaylarda Anayasa'nın 17.
maddesi gereğince devletin, ölümcül saldırı durumunda sorumluların tespitine ve
cezalandırılmasına imkân verebilecek nitelikte ceza soruşturması yürütme
yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda yürütülen idari ve hukuki
soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, yaşam hakkı
ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No:
2012/752, 17/9/2013, § 55). Esasen yaşam hakkı kapsamında kalan başvurularda,
yetkililerin olaya ilişkin ceza soruşturması yapılmaksızın sadece tazminat
ödenmesiyle sınırlı kalınması hak ihlaline yol açabilecektir (Mehmet Orhan ve diğerleri, B. No:
2012/1258, 19/11/2014, § 36)
109. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“... Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun
yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
110. 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
111. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının
anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak
ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle
temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece
mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve
bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe
Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).
112. Kural olarak bir işlem ya da kararın bireysel başvuruya
konu olabilmesi için bu hususta öngörülen tüm kanun yollarının tüketilmesi
gerekir. 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer
verilen kanun yollarının tüketilmesi koşulu, bireysel başvurunun temel hak
ihlallerini önlemek için son ve olağanüstü bir çare olmasının doğal sonucudur.
Diğer bir ifadeyle temel hak ihlallerini öncelikle idari makamların ve derece
mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu
zorunlu kılmaktadır (Necati Gündüz ve Recep
Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, §§ 20, 21).
113. Ancak belirtilen hükümlerde yer verilen olağan başvuru
yolları ibaresinin, başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı
sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili
başvuru yolları olarak anlaşılması gerekmektedir. Ayrıca başvuru yollarını
tüketme kuralı ne kesin ne şeklî olarak uygulanabilir bir kural olup bu kurala
riayetin denetlenmesinde münferit başvurunun koşullarının dikkate alınması
esastır. Bu anlamda yalnızca hukuk sisteminde birtakım başvuru yollarının
varlığının değil aynı zamanda bunların uygulama şartları ile başvurucunun
kişisel koşullarının gerçekçi bir biçimde ele alınması gerekmektedir. Bu
nedenle başvurucunun, kendisinden başvuru yollarının tüketilmesi noktasında
beklenebilecek her şeyi yerine getirip getirmediğinin başvurunun özellikleri
dikkate alınarak incelenmesi gerekir (Işıl
Yaykır, B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 42).
114. Başvuruya konu olayla ilgili olarak gerek başvurucunun şikâyeti
gerekse resen yürütülen soruşturmalar sonucunda açılmış ve neticelenmiş olan
davalar yanında derdest olan dava, yürütülen ve kesinleşmemiş kovuşturmalar
bulunmakta ise de başvuru konusu olayda devletin yaşam hakkı kapsamındaki
yükümlülüklerinin Anayasa Mahkemesince bu aşamada incelenmesi ve bu
yükümlülüklere uygun davranılıp davranılmadığının belirlenmesi ikincil koruma
mekanizması ile çelişmeyecektir (Rahil Dink
ve diğerleri, B. No: 2012/848 , 17/7/2014, § 76) Bir ihlal iddiasına
ilişkin olarak başvurulabilecek birden fazla etkili başvuru yolunun bulunması
durumunda, kural olarak başvurucunun aynı amacı taşıyan başvuru yollarının
tamamını tüketmesi beklenemez (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Kozacıoğlu/Türkiye, B. No: 2334/03,
19/2/2009, § 40).
115. Diğer taraftan etkili bir başvurudan söz edebilmek için
başvuru yolunun sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp bu yolun
uygulamada fiilen de etkili olması ve başvurulan makamın ihlal iddiasının özünü
ele alma yetkisine sahip bulunması gerekir.Ancak bir hak ihlali iddiasını
önleyebilme, devam etmekteyse sonlandırabilme veya sona ermiş bir hak ihlalini
karara bağlayabilme ve bunun için uygun bir giderim sunabilmesi hâlinde başvuru
yolunun etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir. Yine vuku bulmuş bir hak
ihlali iddiası söz konusu olduğunda tazminat ödenmesinin yanısıra sorumluların
ortaya çıkarılması bakımından da usule ilişkin yeterli güvencelerin sağlanması
gerekir (Sedat Selim Ay, B. No:
2013/2355, 7/11/2013, § 28).
116. Bir soruşturmanın açılmayacağını, soruşturmada ilerleme
olmadığını, etkili bir ceza soruşturması yapılmadığını ve ileride de etkili bir
soruşturmanın yürütüleceği konusunda gerçekçi bir şans olmadığının farkına
vardıkları veya varmaları gerektiği andan itibaren başvurucuların yaptığı
bireysel başvurular kabul edilebilmelidir. Yaşam hakkı ile ilgili böyle bir
durumda başvurucular gerekli özeni göstermeli, inisiyatifi ele alabilmeli ve
şikâyetlerini çok uzun süre geçirmeden Anayasa Mahkemesine sunabilmelidirler.
Soruşturmanın çok uzun sürmesi ve soruşturma süreci tamamlanmadan başvuru
yapılması konusunda başvuruculara karşı çok katı bir tutum takınılmamalıdır (Rahil Dink ve diğerleri, 77).
117. Kamu görevlisi olan sanıklar hakkında kasten öldürme ve
yaralama suçlarından Çanakkale 1. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 16/9/2008
tarihli delil yetersizliği nedeniyle verilen beraat kararının temyiz edilmesi
üzerine Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 12/12/2012 tarihli ilamıyla eylemlerin bir
isyanın bastırılması sırasında meşru savunma kapsamında gerçekleştirildiği, bu
nedenle 5271 sayılı Kanun’un 223. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (d) bendi
uyarınca beraat kararı verilmesi gerektiğinden bahisle bozulmuştur (bkz. § 64).
118. Bozmaya uyarak yargılamaya devam eden İlk Derece Mahkemesi
tarafından 18/12/2014 tarihinde bozma ilamı doğrultusunda meşru müdafa
hükümlerine göre sanıkların beraatlerine karar verilmiştir. Verilen bu karar
temyiz incelemesi için hâlen Yargıtayda bulunmaktadır. Olay tarihi olan
18/12/2000’den beri on beş yıldan fazla bir süre devam eden yargılamanın
bitirilememiş olması, beraat kararının Yargıtay bozma ilamı doğrultusunda
verilmiş olması dikkate alındığında başvurucuya karşı işlenen suç yönünden bu
aşamadan sonra ceza kovuşturmasının telafi edici bir etkinliğinin bulunduğunun
söylenme imkânı bulunmamaktadır.
119. Başvurucu yönünden neredeyse hiçbir başarı imkânı kalmayan
ceza kovuşturmasının kesinleşmesinin beklenmesi, başvuru için gerekli şeklî
birtakım eksikliklerin tamamlanmasından öte bir değer taşımayacaktır. Zira hukuk
sistemindeki alternatif bütün giderim yollarını kullanan başvurucunun
kendisinden kaynaklanmayan bazı nedenlerle başvurularının bir kısmının
neticelenmemesinin kendi aleyhine sonuç doğuracak şekilde yorumlanması,
bireysel başvurunun amacıyla örtüşmediği gibi birbirinden bağımsız olarak
öngörülen başvuru yollarının kendi içinde etkinliğinin ortadan kaldırılması
sonucunu doğuracaktır. Esasında başvurucu, Anayasa’nın 17. maddesi bakımından
tek başına etkin ve yeterli bir hukuk yolu teşkil eden ceza yargılaması yolunu
gerektiği gibi kullanmış; kamu makamlarına ihlalin giderilmesi fırsatını
tanımıştır.
120. Açıklanan nedenlerle yaşam hakkının ihlal edildiği
iddialarına konu fiillerde en etkin giderim yolu olan ceza yargılamasının
etkisiz bir yol olduğu açığa çıktıktan sonra bu yolun tüketilmesinin beklenmesi
gerekli olmadığından başvurunun incelenmesine karar verilmiştir.
121. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan yaşam
hakkının maddi boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Yaşam Hakkının Usuli Boyutunun İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
122. Başvurucu, idare mahkemesinde açmış olduğu tam yargı
davasının on iki yıldan fazla süredir devam ettiğini, bu nedenle makul sürede
yargılanma hakkı bağlamında yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
123. Devletin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığı koruma
hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüklerin bir de usule ilişkin yönü
bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, bir kişinin maddi ve
manevi varlığının zarar görmesine sebep olan olaylar ile doğal olmayan her ölüm
olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını
sağlayabilecek etkili bir resmî soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir
soruşturmanın temel amacı, kişilerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi
varlıklarını koruyan hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve
kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların
sorumlulukları altında meydana gelen ölümler ile bireylerin maddi ve manevi
varlığına verilen zararlar için hesap vermelerini sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).
124. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı ile maddi
ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında devletin yerine getirmek zorunda
olduğu pozitif yükümlülüklerin usule ilişkin boyutu, yaşanan ölüm olayının veya
bireylerin maddi ve manevi varlığının zarar görmesine sebep olan vakaların tüm
yönlerinin ortaya konmasına ve sorumlu kişilerin belirlenmesine imkân tanıyan
bağımsız bir soruşturma yürütülmesini gerektirmektedir (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841,
23/1/2014, § 94).
125. Bununla birlikte ölüm olayını aydınlatmak üzerine yürütülen
ceza soruşturmaları ile mağdurların kendi inisiyatifleri ile hukuk veya idare
mahkemesinde açtıkları dava yollarının sadece hukuken mevcut bulunması yeterli
olmayıp bu yolun uygulamada fiilen de etkili olması ve başvurulan makamın,
ihlal iddiasının özünü ele alma yetkisine sahip bulunması gereklidir. Ancak bir
hak ihlali iddiasını önleyebilme, devam etmekteyse sonlandırabilme veya sona
ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilme ve bunun için uygun bir giderim sunabilmesi
hâlinde başvuru yolunun etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir (Tahir Canan, § 26; Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, §
39).
126. Yürütülecek soruşturmalarda makul bir hızda
gerçekleştirilme ve özen gösterilme zorunluluğu da zımnen mevcuttur. Elbette ki
bazı özel durumlarda soruşturmanın veya kovuşturmanın ilerlemesine engel olan
unsurlar ya da güçlükler bulunabilir. Ancak bir soruşturmada ve devamında
yapılan kovuşturmada yetkililerin hızlı hareket etmeleri, yaşanan olayların
daha sağlıklı bir şekilde aydınlatılabilmesi, kişilerin hukukun üstünlüğüne
olan bağlılığını sürdürmesi ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği ya
da kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından kritik bir
öneme sahiptir (Deniz Yazıcı, B.
No: 2013/6359, 10/12/2014,§ 96; Filiz Aka,
§ 29).
127. Yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığı koruma hakkı
kapsamında yürütülecek olan ceza soruşturmalarının yanı sıra hukuki sorumluluğu
ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının da
makul derecede ivedilik ve özen şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Derece
mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda, Anayasa'nın
17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp
yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından
değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda
gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya
çıkabilecek benzer yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli
rolün zarar görmesine engel olacaktır (Cemil
Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 110; Filiz Aka, § 33).
128. Yaşam hakkına ilişkin açılan tam yargı davalarında makul
sürenin hesaplanmasında sürenin başlangıcı idareye başvuru tarihidir. Somut
olayda başvurucu 19/12/2001 tarihinde zararının giderilmesi için idareye
yaptığı başvurunun reddedilmesi üzerine 15/4/2002 tarihinde Bursa 1. İdare
Mahkemesine dava açmış, Mahkeme tarafından davanın ehliyet yönünden reddine
dair 21/5/2003 tarihli karar Danıştay Onuncu Dairesinin 7/3/2006 tarihli
ilamıyla bozulmuş; bozmadan sonra Çanakkale İdare Mahkemesinin 9/7/2008 tarihli
kararıyla davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, bu kararın da temyiz edilmesi
üzerine Danıştay Onuncu Dairesinin 28/11/2011 tarihli kararıyla hüküm
reddedilen kısım yönünden onanmış, kabul edilen kısım yönünden ise bozulmuştur.
Bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda İlk Derece Mahkemesinin 14/3/2014
tarihli kararıyla davanın reddine karar verilmiş, bireysel başvuru yapıldıktan
sonra bu karar Danıştayın aynı Dairesi tarafından 29/2/2016 tarihinde
onanmıştır (bkz. §§ 72-83).
129. Anayasa Mahkemesinin kararını verdiği tarih itibarıyla 14
yıldan fazla süren yargılama, makul sürede bitirilememiştir. Aynı konuda daha
önce AİHM’e müracaatta bulunan başvurucuya etkili soruşturma yükümlülüğü
kapsamında makul sürede yargılamanın bitirilmediği gerekçesiyle 27/1/2015
tarihinde 8.000 avro ödenmesine karar verilmiştir (bkz. §§ 85-87).
130. Öncelikle AİHM tarafından verilen ihlal ve tazmin kararının
Anayasa Mahkemesini bağlayıcı nitelikte olup olmadığı, başvurucunun mağdur
sıfatını ortadan kaldırıp kaldırmadığı değerlendirilerek kabul edilebilirlik
hakkında karar verilmesi gerekmektedir.
131. Bireysel başvurunun uygulamaya başlandığı 23/9/2012’ten
sonra kesinleşen idari ya da yargısal kararlar nedeniyle Anayasa’da güvence
altına alınan temel hak ve hürriyetlerinden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
(AİHS/Sözleşme) ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi
birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla bireyler tarafından
Anayasa Mahkemesine başvurulabilir. Anılan tarihten önce ise kamu gücü
tarafından yapıldığı ileri sürülen ihlal iddialarıyla ilgili şartları taşıması
hâlinde AİHM’e başvurulabilmekteydi. Bu tarihten sonra Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuru yolunu tüketmeden artık AİHM’e başvurulması mümkün değildir (Hasan Uzun/Türkiye [k.k.], B. No:
10755/13, 3/1/2013). Zira gerek Anayasa Mahkemesine gerekse AİHM’e yapılan
bireysel başvurular koruma sistemi bakımından ikincil niteliktedir.
132. AİHS’in 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca
AİHM’in kesinleşmiş ihlal kararları taraf devletler açısından bağlayıcıdır.
AİHM ihlal kararının taraf devlet açısından bağlayıcı olması, Anayasa Mahkemesi
tarafından ihlal niteliğinde olmayan kararlar yönünden yeniden değerlendirme
yapılması ve ihlal kararlarındaki miktardan daha fazla tazminat verilmesi
imkanını ortadan kaldırdığı anlamına gelmemektedir. Ancak AİHM tarafından
verilen ihlal ve tazmin kararı sonucunda diğer şartların gerçekleşmesi
durumunda başvurucunun mağdur sıfatının ortadan kalkması mümkündür. Ancak bu
durum ne AİHM’in Türk Anayasa Mahkemesinin yerine ne de Türk Anayasa
Mahkemesinin AİHM’in yerine geçerek onun adına karar verebileceği anlamına
gelmektedir.
133. Anayasa Mahkemesi açısından idari makamlar ve derece
mahkemeleri tarafından başvurucular lehine bir tedbir ya da kararın alınması
suretiyle ihlalin tespit edilmesi ve verilen karar ile bu ihlalin uygun ve
yeterli biçimde giderilmesi hâlinde ilgili tarafın artık mağdur olduğu ileri
sürülemeyecektir. Bu iki koşul yerine getirildiği takdirde bireysel başvuru
mekanizmasının ikincil niteliği dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin inceleme
yapmasına gerek kalmayacaktır. (Sadık Koçak
ve diğerleri, § 83; Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 61, 74).
134. Aynı şekilde AİHM de ulusal yetkililerce ihlalin tespit
edilmesi ve verilen karar ile bu ihlalin uygun ve yeterli biçimde giderilmesi
hâlinde başvurucunun, Sözleşme'nin 34. maddesi anlamında bundan böyle mağdur
olduğunu ileri süremeyeceğini belirtmektedir (Fatma
Yüksel/Türkiye, B. No: 51902/08, 9/4/2013, § 44). AİHM, bunun
yanısıra cezanın hafifletilmesi veya ulusal makamlarca başvurucu lehine bir
tedbir ya da kararın alınması doğrultusunda ihlalin alenen kabul edilmesi veya
en azından yeterli ve uygun ölçüde giderilmesi neticesinde mağdur sıfatının
kaybedileceğini kabul etmektedir (Scordino/İtalya,
[BD], B. No: 36813/97, 29/3/2006, §§ 178 ve devamı).
135. Başvuru konusu olayda Çanakkale E Tipi Ceza İnfaz Kurumunda
ölüm oruçlarını sonlandırmak için güvenlik kuvvetleri tarafından yapılan
müdahale sırasında 21/12/2000 tarihinde başvurucu, sağ kolu dirsek üstünden
kesilecek, gaz bombasının isabet etmesi nedeniyle hayati tehlike geçirecek ve
uzuv zaafı oluşturacak şekilde yaralanmıştır. Başvurucunun AİHM’e 17/1/2004
tarihinde yaptığı başvuru sonucunda 27/1/2015 tarihli kararla yaşam hakkının
usul yükümlülüğünün ihlal edildiği gerekçesiyle başvurucuya 8.000 avro manevi
tazminat verilmesine karar verilmiştir. Yargılamanın uzun sürmesi dolayısıyla
başvurucu lehine verilen 8.000 avro tazminat miktarının, dava dosyalarının
mahiyeti, davada müşteki ve sanık olan kişilerin sayısı dikkate alındığında
uygun ve yeterli miktarda giderim oluşturduğu anlaşılmaktadır.
136. Açıklanan nedenlerle yaşam hakkının usul boyutunun ihlal
edildiği iddiası yönünden başvurucunun mağdur sıfatının kalktığı
anlaşıldığından başvurunun kişi bakımından
yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
c. İşkence ve Kötü
Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
137. Başvurucu 21/12/2000 tarihinde yaralandıktan sonra dört beş
saat boyunca kendisine hiçbir tıbbi yardım sağlanmadığını, gecikmeli olarak
yapılan tıbbi müdahaleden dolayı kolunun kesildiğini, bu şekilde işkence ve
kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
138. Bakanlık görüşünde, AİHM ve Anayasa Mahkemesinin ilke
kararlarına atıfta bulunularak güvenlik kuvvetlerinin gerekli uyarılarına bazı
hükümlü ve tutukluların silahlı olarak karşılık verdiği, bunun sonucunda bir
askerin hayatını kaybettiği, operasyonun üç günde tamamlandığı, hükümlülerden
de dört kişinin vefat ettiği, kendini yakan hükümlü F.K.nin kurtarılması için
güvenlik güçleri tarafından yoğun çaba harcandığı, itfaiye tarafından su
sıkıldığı, gaz bombası kullanıldığı, iş makineleriyle duvar yıkıldığı
belirtilerek Anayasa Mahkemesi tarafından daha önceden verilen ilke
kararlarının dikkate alınması gerektiği bildirilmiştir.
139. Başvurucu yaralandıktan sonra tıbbi yardımın dört beş
saatlik gecikmeden sonra sağlandığı konusunda Anayasa Mahkemesine herhangi bir
belge ibraz etmemiştir. Ancak başvurucunun AİHM’e yaptığı başvuru sonucunda
verilen 27/1/2015 tarihli ve 7309/04 sayılı kararında Çanakkale Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından 25/12/2003 tarihinde bu iddia hakkında kovuşturmaya yer
olmadığına karar verildiği, başvurucunun bu karara itiraz ettiğini gösteren
herhangi bir bilgi bulunmadığı belirtilmiştir (bkz. § 87).
140. Başvurucu aynı konuda aynı maddi vakıaların anlatıldığı dava
dilekçesiyle Çanakkale İdare Mahkemesine tam yargı davası açtığından (bkz. §§
72-83) bu konudaki şikâyeti üzerine yapılan ceza soruşturmasındaki başvuru
yollarını tüketmemesine rağmen dava hakkında kabul edilemezlik kararı
verilmemiştir. Zira başvurucunun kötü muamele iddialarıyla ilgili olarak
Cumhuriyet Savcılığı tarafından kovuşturmaya yer olmadığına, İdare Mahkemesi
tarafından da davanın reddine dair verilen bu kararlar farklı zamanlarda
neticelenmekle birlikte -aşamaların aynı olay kapsamında kamu görevlilerinin ve
devletin sorumluluğuna yönelik olduğu gözetildiğinde- soruşturmanın bir bütün
olarak değerlendirilmesinde Çanakkale İdare Mahkemesinin kararının kesinleşme
tarihi dikkate alınmıştır (Süleyman Deveci,
B. No: 2013/3017, 16/12/2015, § 69).
141. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin
birinci fıkrasıyla insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da
kimseye “işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan haysiyetiyle
bağdaşmayan” ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293,
17/7/2014, § 80).
142. Devletin, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu
hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen
şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını
gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme
yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 81).
143. Anayasa’nın 17. maddesi cezaevinde tutulan bir hükümlü veya
tutuklunun içinde bulunduğu şartların insan onuruna yakışır bir şekilde
olmasını da koruma altına almaktadır. İnfazın yöntemi ve infaz sürecindeki
davranışların mahkûmları, özgürlükten mahrum kalmanın doğal sonucu olan
kaçınılmaz elem seviyesinden daha fazla sıkıntılı veya eziyetli bir duruma
sokmaması gerekir. Cezaevinde tutulmanın pratik gerekleri çerçevesinde
mahkûmların sağlık ve esenlikleri gibi hususların yeterli bir şekilde güvence
altına alınması ve makhûmlara gerekli tıbbi yardımın sağlanması da insan
onuruna yakışır koşulların sağlanması için gereklidir (Turan Günana, B. No: 2013/3550,
19/11/2014, § 39). Bu çerçevede hasta bir kişinin uygun olmayan fiziki ve tıbbi
koşullarda tutulması da Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasına aykırı bir
muamele olarak kabul edilebilir (Murat
Karabulut, B. No: 2013/2754,
18/2/2016, § 65).
144. Somut başvuruda Cezaevinde yapılan operasyon sona erince
21/12/2000 tarihinde saat 14.00’te tutanak tanzim edilmiştir. Bu tutanağa göre
saat 11.30 civarında M.K. ve S.İ. dışarı çıkmışlardır. Bu kişilerden hemen
sonra başvurucunun da aralarında bulunduğu on sekiz kişi binadan çıkmıştır.
Olay yeri saat 12.15’te tamamen tahliye edilerek operasyon sona ermiştir.
Çanakkale Devlet Hastanesinin Yoğun Bakım Ünitesi hasta izleme formuna göre ise
başvurucu 21/12/2000 tarihinde saat 12.15’te ameliyata alınmıştır. Ayrıca
AİHM’in dosyasında bulunan ancak bireysel başvuru dosyasına ibraz edilmeyen
tutanağa göre başvurucunun kolundaki fişek saat 11.00 civarında çıkarılarak
Cumhuriyet Savcılığına gönderilmiştir.
145. Başvurucunun tıbbi müdahalenin, operasyonun sona ermesinden
dört beş saat sonra yapıldığı iddialarının doğru olduğu varsayılırsa saat
16.00-17.00 civarında kendisine tıbbi müdahale yapıldığının kabul edilmesi
gerekmektedir. Ancak dosyada bulunan ve birbirini teyit eden Çanakkale Devlet
Hastanesinin yoğun bakım hasta izleme formu, başvurucunun kolundaki fişeğin
saat 11.00’de çıkarıldığına dair tutanak ve operasyondan sonra saat 14.00’te
tanzim edilen tutanaklardaki birbirini doğrulayan bilgilere göre başvurucuya,
en geç ameliyata alındığı saat 12.15’te tıbbi yardımda bulunulmuştur. Bu süreye
başvurucunun ambulansla Hastaneye geliş süresi de eklendiğinde tıbbi müdahalede
olağan dışı bir gecikme yaşandığına dair bir bilgi bulunmamaktadır.Ayrıca
başvurucu tarafından bu iddiasını kanıtlayabilecek nitelikte bir kanıt sunulmamıştır.
146. Öte yandan Çanakkale Devlet Hastanesinin 21/12/2000 tarihli
raporuna göre başvurucunun sağ kolunda bulunan açık kırık ve yabancı nesnenin
yol açtığı kompartman sendromuna, fasyotomi
ve dekomprasyon yoluyla cerrahi
olarak müdahale edilerek yabancı cismin çıkarıldığı, daha sonra başvurucunun
Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi Plastik Cerrahi Servisine sevk edildiği
anlaşılmaktadır.
147. İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Hastanesinde
hükümlülere tahsisli yer bulunmadığından, 23/12/2000 tarihinde yaklaşık otuz
saatlik gecikmeyle saat 18.50 sıralarında başvurucu Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Hastanesi Plastik Cerrahi Servisine sevk edilmiştir. Başvurucu bu Hastanede iki
hafta kaldıktan sonra 5/1/2001 tarihinde amputasyona
karar verilmiştir.
148. Başvurucunun Plastik Cerrahi Servisine sevk edilmesindeki
gecikmenin tek başına başvurucuya ampütasyon
uygulanmasına yol açtığını gösterecek bir tıbbi tespit ya da
başvurucu tarafından bu yönde alınmış herhangi bir bilirkişi raporu ya da uzman
mütalaası bulunmamaktadır. Başvurucu İstanbul’daki hastaneye sevk edilinceye
kadar ilk tıbbi müdahalenin yapıldığı Çanakkale Devlet Hastanesinde tutulmuş,
sevki de ambulansla gerçekleştirilmiştir. Başvurucunun sürekli hekim
gözetiminde tutulmuş olması, ayrıca Cerrahpaşa Tıp Fakültesine sevk edildiği
tarihten iki hafta sonra kolunun kesilmesine karar verilmiş olması
gözetildiğinde ihmal nedeniyle ampütasyon
uygulandığı, dolayısıyla kötü muamelede bulunulduğunun söylenebilmesi mümkün
görünmemektedir.
149. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
d. Ayrımcılık Yasağının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
150. Başvurucu; terör hükümlüsü olması nedeniyle kötü muameleye
maruz kaldığını, kamu görevlileriyle aynı olanaklara sahip olmadan silahların
eşitliği ilkesine aykırı olarak yargılandığını ileri sürmüştür.
151. Anayasa'nın 10. maddesi şöyledir:
"Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi
düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
...
Devlet organları ve idare makamları bütün
işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek
zorundadırlar."
152. Başvurucunun, Anayasa'nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik
ilkesinin ihlal edildiğine yönelik iddialarının soyut olarak değerlendirilmesi
mümkün olmayıp iddiaların Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel
hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049,
26/3/2013, § 33).
153. Ayrımcılık yasağının ihlal edilip edilmediğinin
tartışılabilmesi için kural olarak kişinin hangi temel hak ve özgürlüğü
konusunda, ayrıca hangi temele dayalı olarak ayrımcılığa maruz kaldığının
tespiti gerekir. Ayrımcılık iddiasının ciddiye alınabilmesi için başvurucunun,
kendisiyle benzer durumdaki başka kişilere yapılan muamele ile kendisine
yapılan muamele arasında bir farklılığın bulunduğunu ifade etmesi yeterli
olmayıp ayrıca bu farklılığın meşru bir temeli olmaksızın ırk, renk, cinsiyet,
din, dil vb. bir ayrımcılık temeline dayandığını makul delillerle ortaya
koyması gerekir (Adnan Oktar [2],
B. No: 2013/514, 2/10/2013, § 46).
154. Somut olayda başvurucunun, kendisine hangi temele dayalı
olarak ayrımcılık yapıldığına ilişkin herhangi bir beyanda bulunmadığı gibi
belirtilen iddiasını temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt da
sunmadığı anlaşılmış olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
155. Açıklanan nedenlerle başvurucu ihlal iddialarını
kanıtlayacak herhangi bir delil ileri sürmediğinden başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
156. Başvurucu; yapılan operasyon sırasında kolluk kuvvetleri
tarafından orantısız güç kullanılarak atılan gaz bombasının sağ koluna isabet
etmesi nedeniyle yaralandığını, gerçekleştirilen müdahalede kolunun dirsek
üstünden kesildiğini, açtığı tam yargı davasının reddedildiğini, Cezaevinde
operasyon yapılmasına neden olan hizmet kusurunun idareye ait olmasına rağmen
davanın reddedildiğini belirterek yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
157. Bakanlık, başvurucunun bu iddiasına ilişkin görüş
bildirmemiştir.
a. İlkeler
158. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesinin
birinci ve dördüncü fıkraları şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
...
Meşru müdafaa hali, yakalama ve tutuklama
kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının
önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, sıkıyönetim veya olağanüstü
hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah
kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme
fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır.”
159. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı, birbiriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez haklardan
olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır.
Devletin, negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin
yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme,bunun yanısıra, pozitif
bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek
kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin
eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır
(Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,
§§ 50, 51).
160. Kamu görevlilerinin güç kullanması sonucu gerçekleştiği
iddia edilen ölüm olaylarının da devletin sahip olduğu “hiçbir bireyin yaşamına
son vermeme” negatif yükümlülüğü kapsamında incelenmesi gerekmektedir. Bu
yükümlülük hem kasıtlı bir biçimde öldürmeyi hem de kasıt olmaksızın ölümle
sonuçlanan güç kullanımını içermektedir. Güç kullanımı, bedenî kuvvet
kullanılması, diğer maddi güç araçlarının kullanılması veya silah kullanılması
şeklinde gerçekleşebilecektir (Cemil
Danışman, § 44)
161. Anayasa'nın 17. maddesinin son fıkrasına göre kamu
görevlilerince güç kullanılmasının bir anlamda en ağır düzeyini ifade eden
silah kullanılmasına “meşru müdafaa” ile “bir ayaklanma veya isyanın
bastırılması” gibi kuralda sayılan durumlarda cevaz verilebilecektir. Ancak söz
konusu durumlardaöldürücü kuvvete başvurulmasının yaşam hakkının ihlalini
doğurmaması için güç kullanmayı gerekli kılacak “zorunlu bir durum”un varlığı
aranacaktır (Cemil Danışman, §
45).
162. Kişilere karşı silah kullanılmasına olanak sağlayan Anayasa’nın
17. maddesinin koşulları gerçekleştiğinde kolluk güçlerinin bedeni kuvvet ve
maddi güç kullanmasına öncelikle izin vereceğinin kuşkusuz olduğu, kamu
düzenini sağlamakla yükümlü olan polisin (kolluk kuvvetlerinin) suç niteliğinde
olan eylemleri başka türlü engelleme olanağı kalmadığında son çare olarak zora
başvurabilmesine yönelik düzenlemelerin Anayasa’ya aykırılık oluşturmayacağı,
diğer yandan kolluk güçlerinin kendilerine karşı kullanılacak güç ile
orantılılığı aranmaksızın ve kademeli olarak etkisiz kılma yöntemleri
belirtilmeksizin “ateşli silah” kullanmalarına imkân veren yasal düzenlemelerin
Anayasa’ya aykırı olacağı belirtilmiştir (AYM, E.1996/68,K.1999/1, 6/1/1999).
163. Anayasa’nın “Temel hak
ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
164. Bütün temel hak ve özgürlükler için geçerli sınırlama
koşullarını düzenleyen Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi
gereği kişilerin temel haklarından mahrum bırakılmaları hâlinde elde edilmek
istenen kamu yararı ile temel hakkından mahrum bırakılan bireyin hakları
arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, §
37).
165. Ölçülülük ilkesi, “elverişlilik”, “gereklilik” ve
“orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “Elverişlilik” öngörülen
müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını,
“gereklilik” ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını
yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını,
“orantılılık” ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç
arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).
166. Anayasa’daki düzenlemeye benzer şekilde AİHS’in 2.
maddesine göre bir ölüm, a) bir kimsenin yasa dışı şiddete karşı korunmasının
sağlanması, b) bir kimsenin usulüne uygun olarak yakalanmasını gerçekleştirme
veya usulüne uygun olarak tutulu bulunan bir kişinin kaçmasını önleme, c) bir
ayaklanma veya isyanın yasaya uygun olarak bastırılması durumlarında “mutlak
zorunlu olanı aşmayacak bir güç kullanımı” sonucunda meydana gelmişse yaşam
hakkının ihlalinin gerçekleştiğinden söz edilemez.
167. Anayasa’da yaşam hakkına güç kullanmak suretiyle yapılacak
müdahalelere ilişkin Anayasa Mahkemesinin bu konuda daha önce vermiş olduğu
kararlar birlikte değerlendirildiğinde kolluk güçlerinin ancak Anayasa’da
belirtilen amaçlara ulaşmak adına başka bir çarenin kalmadığı “zorunlu
durumlarda” silah kullanabilmelerine izin verdiği söylenebilecektir. Ayrıca
silah kullanarak ulaşılmak istenen amaç ile karşı karşıya kalınan güce nispeten
“ölçülü” olma şartı bulunmaktadır (Cemil
Danışman, § 50).
168. Göz yaşartıcı gaz silahlarının uygun olmayan bir şekilde
ateşlenmesi sonucunda gaz fişeklerinin ciddi yaralanmalara ya da ölüme yol açma
riski bulunması nedeniyle ateşli silah kullanımına ilişkin olarak Anayasa
Mahkemesinin kabul ettiği ilkelerin uygun düştüğü ölçüde bu silahların
kullanımının da değerlendirme kriteri olarak kullanılması gerekmektedir (Turan Uytun ve Kevzer Uytun, B. No:
2013/9461, 15/12/2015, § 59).
169. Bu kapsamda yürüttükleri operasyonlarda gaz bombası
kullanımı konusunda kolluk güçlerini yetkilendiren ve kullanım yöntemini
yeterli ve etkili bir şekilde düzenleyen mevzuatın bu silahların keyfî ve aşırı
kullanımına engel olacak ve kişiyi istenmeyen kazalara karşı koruyacak
güvenceleri içermesi gerekmektedir (Turan
Uytun ve Kevzer Uytun, § 60).
170. Göz yaşartıcı silahların kullanımı açısından yukarıdaki
ilke dikkate alındığında bu silahların doğrudan ve dik bir açıyla müdahalede
bulunulan kişilere tutularak ateşlenmemesi, bunun yerine silahın menzili
dikkate alınarak havaya doğru uygun bir açıyla hedeflenen noktaya ulaşabilecek
bir atışın yapılması gerekmekte olup böylelikle ciddi ve ölümcül yaralanmaların
yaşanmasına engel olunabilecektir (Turan
Uytun ve Kevzer Uytun, § 61).
171. AİHM de ölüm ya da yaralanmanın güvenlik güçlerinin silah
kullanımı sonucu gerçekleştiğinin tartışmasız olduğu olaylarda, bu konudaki
ispat yükünün Taraf Devlete ait olduğunu kabul etmekte ve “mutlak zorunlu olanı
aşmayacak bir güç kullanımı” gerçekleştiğinin kanıtlanamaması hâlinde yaşam
hakkının usul ve esas yönünün ihlal edildiğine karar vermektedir (Bektaş ve Özalp/Türkiye, B. No: 10036/03,
20/4/2010, § 57, Ataykaya/Türkiye,
B. No: 50275/08, 22/7/2014, §§ 45-59).
b. İlkelerin Uygulanması
172. 19/12/2000 tarihinde güvenlik güçlerince Çanakkale E Tipi
Ceza İnfaz Kurumuna müdahalede bulunulmuştur. Operasyon sırasında güvenlik
güçleri tarafından atılan gaz bombasının başvurucunun koluna isabet etmesi
nedeniyle sağ kolu kesilmiştir. Başvurucunun yaralanmasına sebep olan gaz
bombasının kolluk kuvvetleri tarafından atıldığı konusunda dosyada bir ihtilaf
bulunmamaktadır.
173. O hâlde bu aşamada çözümlenmesi gereken konu, yapılan
müdahalenin Anayasa’nın 17. maddesinin dördüncü fıkrasındaki “meşru müdafaa” ve
“bir ayaklanma veya isyanın bastırılması” kapsamına girip girmediğidir.
174. 19/12/2000 tarihinde Türkiye’de birçok cezaevinde F tipi
cezaevlerininaçılmasına tepki olarak eylemler ve ölüm orucu olarak adlandırılan
açlık grevleri başlatılmıştır. Bu eylemlere çoğunlukla terör suçlarından
hükümlü ve tutuklular ön ayak olmuş, Çanakkale Cezaevinin de aralarında
bulunduğu yirmi cezaevinde güvenlik kuvvetleri,devletin kontrolünü yeniden
sağlamak, tutukluların ayaklanmasına ve hükümlüler için artık hayati tehlike
oluşturan ölüm oruçlarına son vermek amacıyla müdahalede bulunmuştur.
175. Anayasa’nın 17. maddesinin dördüncü fıkrası bağlamında
meşru müdafaa ve bir ayaklanma veya isyanın bastırılması amacıyla kesinlikle
gerekli olması hâlinde kolluk kuvvetleri tarafından müdahale yapılması
mümkündür. Buradaki kesinlikle gereklilik ifadesinin Anayasa’nın 13. maddesinde
yer alan genel sınırlama sebeplerinden olan "demokratik toplumda
gereklilik" ifadesine göre daha katı ve zorlayıcı bir gereklilik
ölçütüdür. Kullanılan güç özellikle Anayasa’nın 17. maddesinin dördüncü fıkrasında
belirtilen amaçlarla orantılı olmalıdır (Benzer yönde karar için bkz. McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık, B.
No: 18984/91, 27/9/1995, §§ 148-150)
176. AİHM kararlarında, bir kişinin sağlıklı hâldeyken gözaltına
alındığı ancak salıverildiği zaman vücudunda yaralanma tespit edildiği
durumlarda söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama
getirme ve mağdurun bu yöndeki iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma
yükümlülüğünün devlete ait olduğu, özellikle ilgili iddiaların doktor raporları
ile doğrulandığı hâllerde Sözleşme’nin 3. maddesi anlamında açık sorunların
ortaya çıkacağı ifade edilmiştir (Hamdiye
Aslan, B. No: 2013/2015, 4/11/2015, § 91). Aynı ilke devlet
görevlilerinin denetimi altında bulundukları sırada güvenlik güçlerinin müdahaleleri
sonucu örneğin askerî operasyon sırasında yaralanan kişiler söz konusu
olduğunda da geçerlidir (Songül İnce ve
diğerleri/Türkiye, B. No: 25595/08, 34252/10, 26/5/2015, § 73).
177. Bireysel başvurulara ilişkin şikâyetlerin incelenmesinde
Anayasa Mahkemesinin sahip olduğu rol ikincil niteliktedir. Bir davadaki
delilleri değerlendirmek kural olarak derece mahkemelerinin işi olduğundan
Anayasa Mahkemesinin görevi, bu mahkemelerin maddi olaylara ilişkin yaptıkları
değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini koymak değildir. Yaşam hakkına
ilişkin iddialarla ilgili olarak derece mahkemelerinde dava görüldüğü zaman,
ceza hukuku sorumluluğunun Anayasa ve uluslararası hukuk sorumluluğundan ayrı
tutulması gerekir. Anayasa Mahkemesinin yetkisi, Anayasa’da güvence altına
alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Sözleşme ve buna ek Türkiye’nin taraf
olduğu protokoller kapsamında bulunanlarla sınırlıdır. Dolayısıyla Anayasa
Mahkemesinin cezai sorumluluk bağlamında suça ya da masumiyete ilişkin bir
bulguya ulaşma görevi bulunmamaktadır. Diğer taraftan derece mahkemelerinin
bulgularının Anayasa Mahkemesini bağlamamasına rağmen normal şartlar altında bu
mahkemelerin maddi olaylara ilişkin yaptığı tespitlerden ayrılmak için de
kuvvetli nedenlerin var olması gerekir (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 96).
178. 2000 yılında ülkemizdeki cezaevlerinde meydana gelen isyan
ve açlık grevlerine karşı İçişleri ve Adalet Bakanlıklarının koordinesinde
yirmi cezaevinde eş zamanlı olarak müdahale gerçekleştirilmiştir. Yargıtay 1.
Ceza Dairesinin 12/12/2012 tarihli bozma ilamında da açıklandığı üzere (bkz. §
65), hükümlüler arasında hiçbir gruba ayrıcalık tanınmaksızın cezaların infazı,
özellikle cezaevlerinde hükümlülerin yeniden suç işlemelerini engelleyici
etkenleri güçlendirmek ve cezaevlerinde kaybolan devlet otoritesini yeniden
tesis etmek amacıyla F tipi cezaevlerinin faaliyete geçmesini önlemeye yönelik
olarak gerçekleştirilen eylemler sırasında, özellikle terör suçlarından hükümlü
olanların cezaevi idaresini zaafa uğratarak koğuşlarda mutat olarak yapılması
gereken arama ve kontrolleri engelledikleri, sayım vermedikleri, cezaevi içinde
kendilerine ait egemenlik alanları oluşturdukları, olası müdahalelere karşı
cezaevinde el yapımı patlayıcı, tabanca, gaz maskeleri, kesici ve delici aletler,
alev makineleri, molotof kokteylleri imal ettikleri, resmî kurumlara
gönderdikleri dilekçelerde açlık grevlerine başladıklarını belirtip F tipi
cezaevlerinin yapımının durdurulması, mevcutların kapatılması, 12/4/1991
tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ile devlet güvenlik
mahkemelerinin kaldırılması, muhtemel operasyonlara karşı kendilerini
yakacaklarına ilişkin uyarılar yapmak suretiyle isyan sürecini başlattıkları,
zamanla açlık grevlerinin ölüm orucuna dönüştüğü, bu nedenle gönderilen tıbbi
yardımların geri çevrildiği, bu eylemlere rızası dışında katılarak hayati
tehlikeye maruz kalan bazı hükümlülerin ölüm oruçlarının sona erdirilmesi,
cezaevinde hâkimiyetin yeniden kurulması, cezaların infazının amacına uygun
ortamlarda yerine getirilmesinin sağlanması amacıyla 19/12/2000 tarihinde saat
05.00 sıralarında Çanakkale Cezaevindeki ayaklanmayı bastırmaya yönelik bir
operasyon başlatılmıştır. Operasyonun hükümlülerin yaşam hakkının korunması
amacıyla Anayasa’nın 17. maddesinin dördüncü fıkrasında belirtilen meşru
müdafaa ve bir isyan ya da ayaklanmanın bastırılması amaçlarına yönelik olarak
birden fazla meşru amaç için gerçekleştirildiği anlaşılmıştır.
179. Operasyonda D-5 ve D-6 koğuşlarına müdahalenin başladığında
isyancıların söyledikleri marşlar eşliğinde hükümlü F.K.nin kendini yakarak
intihar ettiği, kolluk kuvvetlerinin yanan hükümlüyü kurtarma girişimine
isyancıların bomba atarak karşılık verdikleri, yanan hükümlü F.K.nin
kurtarılması için jandarma tarafından sarf edilen çabanın da operasyonun meşru
müdafaa amacıyla yapıldığı konusundaki iradeyi ortaya koyması bakımından önemli
olduğu zira kişilerin sadece üçüncü kişilerin değil kendi eylemlerinden
kaynaklanabilecek risklere karşı korunmasının da devletin görevi kapsamında
kaldığı (bkz. § 159), ölüm orucu eylemine katılan tüm hükümlüler açısından
–rızalarıyla gerçekleştirilse dahi- gerçekleşeceği muhakkak olan ağır ve yakın
bir tehlikenin ortaya çıktığı tespit edilmiştir.
180. Kolluk kuvvetleri tarafından Cezaevinde yapılan operasyonun
birden fazla meşru amaç taşımakta ancak bunun Anayasa’nın 17. maddesinin
dördüncü fıkrasının uygulanma şartları açısından yeterli olmayıp bunun yanısıra
müdahalenin mutlak surette zorunlu olması da gerekmektedir.
181. Yakalanmak istenen bir kişinin güvenlik güçlerinin veya
üçüncü şahısların yaşam ve vücut bütünlüğüne yönelik bir tehdit oluşturduğu
biliniyor ve öncesinde bu yönde bir şiddet eylemi gerekleştirdiğinden
şüpheleniliyorsa bu kişinin etkisiz hâle getirilebilmesi için silah
kullanımının gerekli olmadığı ve bunun dışında başka yöntemlere başvurabilecek
durumda oldukları söylenemez (Cemil
Danışman, § 79).
182. Kolluk kuvvetleri müdahaleden önce ve müdahale sırasında
sık sık isyancı hükümlüleri teslim olmaları konusunda uyarmışlar, müdahaleden
önce isyana katılmayan hükümlülerin tahliyelerini sağlamışlardır (bkz. § 19).
F.K. kendini yakarak intihar ettikten sonra saat 13.00 sıralarında olası yeni
saldırıları önlemek amacıyla B Blok önüne birlikyerleştirilmiştir. Bu sırada
Jandarma Er M.M., B Blok koğuşlarından açılan ateş sonucunda yaralanmış;
hastaneye götürülürken ambulansta vefat etmiştir. İsyancılar, isyanı ve
hükümlülerin yaşamını tehdit eden açlık grevini sonlandırmak için müdahalede
bulunan güvenlik güçlerine karşı öldürme de dâhil olmak üzere tüm haksız
saldırı yöntemlerini kullanmışlardır. Bu nedenle gerek ölüm orucu eylemi yapan
hükümlülerin gerek güvenlik kuvvetlerinin yaşam hakkının korunması gerekse
isyanın bastırılması için müdahale yapılması zorunlu hâle gemiştir.
183. Anayasa Mahkemesinin başvuru konusu olaydaki gibi süregelen
silahlı çatışmalarda olayın sıcaklığı içinde tepki veren güvenlik güçlerinin
yerine geçerek silah kullanımının zorunluluğu ve ölçülülüğü konusunda olaydan
kopuk olarak tek başına kendi değerlendirmelerini esas alması mümkün olamaz.
Aksi yöndeki bir kabul, kamu gücünü kullanan güvenlik güçlerinin veya üçüncü
şahısların belki de hayatlarına mal olabilecek bir yük altına girmelerine yol
açacaktır (Cemil Danışman, § 88).
184. Müdahalenin gerektirdiği zorunlu şartlar doğmasına rağmen
kolluk kuvvetleri tarafından ateşli silahlar gibi doğrudan öldürücü nitelikte
olmayan, kişilerin vücut bütünlüklerine daha az zarar verecek nitelikte gaz
bombası kullanılmıştır. Üstelik gaz bombasının etkisinin azaltılması amacıyla
Cezaevi duvarları delinerek havalandırma sağlanmaya çalışılmış, itfaiye
araçlarıyla su sıkılarak tehlikeye karşı müdahale yöntemleri konusunda
yeterince dikkatli davranılarak ölçülü bir müdahalede bulunulmasına özen
gösterildiği sonucuna varılmıştır. Zira isyancılar jandarmanın üzerine
tabancalarla ateş açmış, boru tipi bombalar atmış, LPG tüplerinden yaptıkları
alev silahlarını kullanarak koğuşları ateşe vermiş, el yapımı bomba ve
patlayıcı kullanmışlardır. İsyancıların kullandıkları bu kadar nitelikli
saldırı aracı karşısında (bkz. §§ 41, 42) bunlardan daha fazla tahrip edici
nitelikte olmayan vasıtalar kullanılarak isyan bastırılmaya çalışıldığından
müdahalenin gerçekleştirilmek istenen amaçla uyumlu, saldırıda kullanılan
araçları önlemekle orantılı olduğu sonucuna varılmıştır. Öte yandan müdahaleden
hemen sonra yaralıların tamamı hastanelere sevk edilerek gerekli ve yeterli
tıbbi yardım sağlanmıştır.
185. Danıştay Onuncu Dairesinin bozma ilamında da açıklandığı
üzere (bkz. § 79) operasyonlar sırasında ise mahkûmların teslim olmalarına
yönelik yapılan ikazlar üzerine bazı hükümlü ve tutukluların teslim olmalarına
rağmen başvurucunun üç gün boyunca güvenlik güçlerine direnmesi, bulunduğu D-3
koğuşunun jandarma görevlilerinin müdahalesi ile boşaltılmasına rağmen başvurucunun
teslim olmayıp B Blok'a geçerek direnişe devam etmesi ve mahkûmlara müdahale
etmesi dikkate alındığında başvurucunun yaralanmasında bizzat kendi eyleminin
etken olduğu da değerlendirilmesi gereken bir başka husustur.
186. Somut olayda Derece Mahkemeleri ve AİHM tarafından yaşam
hakkının maddi boyutunun ihlal edilmediğine ilişkin olarak ulaşılan kanaat,
bunlara paralel şekilde Anayasa Mahkemesi tarafından yapılan tespitler ışığında
Derece Mahkemeleri tarafından varılan sonuçtan uzaklaşmayı gerektiren bir neden
bulunmadığından yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edilmediği sonucuna
ulaşılmıştır.
187. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrasında güvence altına alınan yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal
edilmediğine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Yaşam hakkının usul
boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın kişi
bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. İşkence ve kötü
muamele yasağı ile ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Yaşam hakkının maddi
boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına
alınan yaşam hakkının maddi boyutunun İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
8/6/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.