TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
VEFA SERDAR BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/4217)
Karar Tarihi: 8/6/2016
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Recep KÖMÜRCÜ
Alparslan ALTAN
Muammer TOPAL
Raportör
Hüseyin MECEK
Başvurucu
Vefa SERDAR
Vekili
Av. Hacer ÇEKİÇ GÜNDÜZ
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, hükümlü olarak bulunulan ceza infaz kurumunda yapılan operasyonda güvenlik güçlerince atılan gaz bombasının isabet etmesi sonucunda sağ kolun dirseğinden kesilmesi üzerine açılan tam yargı davasının reddedilmesi ve yaralanma sonrasında tıbbi yardımın geç yapılması nedenleriyle yaşam hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı, makul sürede yargılanma hakkı ve ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. 2014/4217 sayılı dosyadaki bireysel başvuru 26/3/2014 tarihinde Bakırköy 9. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 21/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 17/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü 19/11/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 11/12/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 19/12/2014 tarihinde ibraz etmiştir.
7. 2016/9073 sayılı bireysel başvuru 3/5/2016 tarihinde Bakırköy 10. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. 3/6/2016 tarihinde, 2016/9073 numaralı bireysel başvuru dosyasının kişi yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/4217 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, 2016/9073 numaralı bireysel başvuru dosyasının kapatılmasına ve incelemenin 2014/4217 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
8. Başvuru formu ve ekleri ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) 7309/04 sayılı kararında ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. 1969 doğumlu olan başvurucu, başvuru konusu olayın meydana geldiği tarihte Çanakkale E Tipi Ceza İnfaz Kurumunda (Cezaevi) hükümlü olarak bulunmaktadır.
10. 2000 yılında F tipi ceza infaz kurumlarının hizmete açılması üzerine ülkemizde Çanakkale E Tipi Ceza İnfaz Kurumu da dâhil olmak üzere birçok ceza infaz kurumunda “ölüm orucu” olarak adlandırılan açlık grevi ve isyanlar başlamıştır.
11. Türkiye genelinde eylem yapılan ceza infaz kurumlarına müdahale etmek üzere Adalet ve İçişleri Bakanlıkları tarafından hazırlanan 14/12/2000 tarihli plan doğrultusunda terör örgütlerinin baskısıyla açlık grevi yapan kişilerin kurtarılmaları, tedavilerinin sağlanması, infaz kurumlarının silahsızlandırılması amacıyla 19/12/2000'de saat 05.00 sıralarında Çanakkale E Tipi Ceza İnfaz Kurumunda operasyon yapılmıştır.
12. Operasyon sırasında hükümlüler isyan başlatarak Cezaevini ateşe vermişler, birhükümlü kendini yakarak intihar etmiş, ayrıca güvenlik güçleriyle çıkan çatışmalarda üç hükümlü ile bir jandarma er vefat etmiş, birçok kişi de yaralanmıştır.
13. Olaylar sırasında güvenlik güçleri tarafından atılan gaz bombasının başvurucunun sağ koluna isabet etmesi üzerine dirseğinin üzerinden kolu kesilmiştir.
1. Cezaevinde Yapılan Operasyonun Detayları
14. 23/10/2000 tarihli dilekçeyle Cezaevinde hükümlü 69 kişi, aynı tarihte açlık grevine başlayacaklarını bildirmişlerdir. Dilekçede, F tipi cezaevlerinin faaliyete geçmesine karşı dokuz maddeden oluşan isteklerini belirtmişlerdir.
15. Hükümlülerin Bakanlığa hitaben yazdıkları 2/12/2000 tarihli dilekçenin içeriği şöyledir:
“…Çanakkale Cezaevinde bulunan bir grup ... çizgi savaşçısı tutsakları olarak hücre tipi cezaevleri politikasını protesto etmek, devletin F tiplerini meşrulaştırma çabalarına geçit vermemek, ölüm orucundaki tutsakların eylemini desteklemek için 3 Aralık 2000’den itibaren süresiz açlık grevine başlıyoruz, hücreler ölümdür, hücrelere girmeyeceğiz. F tipi cezaevleriyle dayatılan siyasi ve insani kimliğimize dönük saldırılara karşı sonuna kadar direneceğiz. Konuşan, hakkını arayan herkese dönük bir tehdit olan hücre politikasını içeride ve dışarıda birleşik etkin ve örgütlü direnişlerle boşa çıkaracağız.”
16. Çanakkale E Tipi Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün 14/5/2007 tarihli yazısında 2000 yılında Cezaevinde yapılan arama tutanakları gönderilmiştir. Tutanaklarda hükümlü ve tutukluların arama yapılmak üzere havalandırma bahçelerine çıkmaları istendiğinde “Kesinlikle geçmeyiz, daha önceden böyle bir şey yoktu, aramanızı yapacaksanız biz buradayken yapın.” şeklinde cevap verdikleri, ortamın gerginleşmemesi için hükümlü ve tutuklular koğuş havalandırma bahçelerine alınmadan arama yapıldığı, detaylı aramaya terör suçundan hükümlü ve tutukluların karşı çıktığı belirtilmiştir.
17. Çanakkale Cezaevinde açlık grevinin başlaması üzerine açlık grevi yapan hükümlülerin kurtarılmaları, tedavi ettirilmeleri, Cezaevininsilahsızlandırılması ve hükümlülerin F tipi cezaevlerine sevk edilmeleri amacıyla açlık grevi yapanlara müdahale edilmesi kararlaştırılmıştır. İçişleri Bakanlığı ve Çanakkale Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine İl Jandarma Komutanlığı tarafından müdahale yapılması planlanmıştır. İçişleri Bakanlığı tarafından 14/12/2000 tarihinde müdahale emri verilmiştir.
18. 17/12/2000 tarihli yazıyla Çanakkale Cumhuriyet Başsavcılığı; bazı tutukluların “ölüm orucunu” fiilen başlattıkları, her türlü tıbbi yardımı reddettikleri ve sağlık durumlarının endişe verici olduğu yönünde Çanakkale Valiliği ile Jandarma Komutanlığını bilgilendirmiştir. Bu konuda verilen emirle ilgili 18/12/2000 tarihli ve 20.30 saatli tutanak tanzim edilmiştir. İçişleri, Adalet ve Sağlık Bakanlıkları arasında imzalanan protokolle, açlık grevine katılanların sağlık durumlarının kötüye gitmesi durumunda, uzman bir hekimin kararı üzerine gerektiği takdirde jandarmanın da yardımına başvurularak acil müdahalede bulunma imkânı sağlamıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı, müdahale emrine göre isyancıların koğuşlarının kontrol altına alınmasına ve açlık grevi yapanların tıbbi bakımlarının sağlanmasına yönelik operasyonun Bakanlık tarafından belirlenen tarihte yürütülmesi gerektiğini belirtmiştir.
19. Çanakkale Cezaevinde 19/12/2000 tarihinde saat 05.00 sıralarında operasyon başlatılmıştır. Jandarma görevlilerince açlık grevine katılmayan D Blok D-7, D-8 koğuşlarındaki 85 tutuklu ve hükümlünün E Blok E-1, E-2 ve E-3 koğuşlarına; C Blok sağ ve sol müşahede koğuşlarında bulunan 45 tutuklu ve hükümlünün A Blok idare binası avukat görüş yerlerine; B Blok tecrit ve revir bölümünde bulunan 38 tutuklu ve hükümlünün A Blok idare binası nöbetçi müdür odasına nakledilerek güvenlikleri sağlanmıştır. Jandarma görevlileri üst kattaki ana koridoru kontrol altına almış ve Z-3 ve S-7 noktalarında bulunan aşağıdaki ana koridora geçişleri engellemişlerdir. Ancak S-1 ve S-6 kapılarının arkasında barikatlar kuran tutuklulara tahsis edilen D Blok'ta dirençle karşılaşmışlar, D-5 ve D-6 koğuşlarında operasyon başlatılmıştır.
20. Jandarma görevlileri, saat 07.00 civarında S-6 kapısının arkasında toplanan tutukluları fark etmiş; grup tarafından marşlar söylendiği sırada hükümlü F.K. kendini yakmıştır.
21. Jandarma görevlilerinin F.K.ye yardım etmeye çalıştıkları esnada isyancılar, barikattan silahla ateş ederek ve el yapımı bomba atarak jandarma görevlilerine karşılık vermişlerdir. Ayrıca isyancılar “Yaklaşmayın, tek tek hepimizi böyle yakıp önünüze atacağız, bizi bu şekilde teslim alırsınız.” diye bağırmışlardır. Aynı anda Z-3 noktasında görevlendirilen jandarma görevlilerine S-1 kapısından üç ya da dört el ateş edilmiştir. Güvenlik güçleri tarafından D Blok kontrol altına alınmıştır.
22. Saat 13.00 sıralarında olası bir silahlı saldırıyı önlemek, isyancı olmayanları tahliye etmek ve isyancıları yakalamak amacıyla kadınlara ayrılan B Blok'un dış duvarlarında iş makineleri tarafından delik açılması için bir komando timi yerleştirilmiştir.
23. Saat 13.50 civarında bu birliğin konuşlandırıldığı sırada Jandarma Er M.M., B Blok koğuşlarından birinin penceresinden açılan ateş sonucu yaralanmıştır. M.M., ambulansta hayatını kaybetmiştir.
24. Operasyon sırasında isyancı hükümlüler saat 07.00’de B Blok kadın koğuşundan iki el, C Blok C-1 koğuşunda saat 07.30’da üç el, saat 08.40’da C-1 koğuşunda çatı ekibine tabancaylaiki el ateş etmişler, ara maltadan D-3 koğuşu maltasına saat 08.50’de üç adet el yapımı boru bomba atmışlar, çekildikleri koğuşları yakmışlardır.
25. Güvenlik güçlerinin delik açtıkları duvarlardan isyancılar LPG tüplerinden yaptıkları alev makineleriyle saldırmışlardır.
26. D Bloktaki koğuşların tahliye edilmesinin ardından saat 17.00’de operasyona ara verilmiştir.
27. 20/12/2000 tarihinde saat 06.30’da operasyona devam edilmiştir. Operasyon, C Blok'ta yeniden başlatıldığında isyancılar geri çekilerek jandarma görevlilerinin üzerine ateş açmışlar ve boru tipi bombalar atmışlardır. Güvenlik güçleri, C-1 ile C-4 koğuşlarını kuşattıklarında isyancılar bütün yerleri alev makinesi olarak kullandıkları gaz ocaklarıyla ateşe vermişlerdir. C Blok, güvenlik görevlileri tarafından kontrol altına alınmıştır. Bundan sonra E Blok S-7 kapısında bulunan kolluk kuvvetleri S-6 kapısını hâkimiyeti altına alarak S-5 kapısına doğru yönelmiştir.
28. Ardından S-7 noktasına yerleştirilen jandarma görevlileri B Blok'u kuşatmışlardır. Jandarma görevlileri, yemekhanenin girişinde, dört gaz ocağı ve el yapımı patlatıcı yardımıyla sıkıştırılmış iki şişe oksijen bulmuşlardır. Bombayı aktif hâle getiremeden bu kattan ayrılan isyancılar, patlamayı gerçekleştirmek için gaz ocakları ile şişenin üzerine ateş etmişlerdir.
29. Güvenlik güçleri, teslim ol çağrılarını yineleyerek tutuklu ve hükümlülerin direnişini kırmak amacıyla göz yaşartıcı bombalar atmış; 20/12/2000 tarihinde saat 17.30’da operasyona yeniden ara vermiştir.
30. Tüm bu süre boyunca jandarma görevlileri, 137 gaz bombası ve M-16 saldırı tüfeklerinin üzerine monte edilen bomba atar yardımıyla atılan göz yaşartıcı bombalar kullanmışlardır. Hükümlüler de tabancalar, el yapımı bombalar ve alev makineleri kullanmışlardır.
31. 21/12/2000 tarihinde saat 07.00 civarında operasyona kaldığı yerden devam edilmiş, A Blok kuşatılmıştır.
32. Müdahale timleri, B Blok'un zemininde delik açmış; deliklerin arasından alt katta bulunan ana koridor, yemekhane, koğuşlar ve spor salonuna doğru göz yaşartıcı bombalar atmışlardır.
33. İtfaiyeciler içeriye tazyikli su sıktıkları sırada söz konusu yerlerin havalandırılmasını ve isyancıların tahliyelerini sağlamak amacıyla iş makineleri, aynı anda söz konusu bloğun dış duvarlarını erişilebilir yerlere kadar yıkmaya başlamıştır.
34. Başvurucu, diğer hükümlülerle birlikte D-3 koğuşuna müdahale yapıldıktan sonra spor salonuna intikal etmiştir.
35. Başvurucu, tutuklu S.S.nin bu olay sırasında yaşamını yitirdiğini ve arkadaşlarını battaniyeler yardımıyla korumaya çalıştığı sırada sağ koluna gaz fişeğinin isabet ettiğini ifade etmiştir. Başvurucu, bilincini kaybetmeden önce vücut ısısının aşırı derecede yükselmesindenbayılmış, uyandığında arkadaşlarının olay yerinden ayrıldıklarını fark etmiş ve kendisi de çıkışa doğru koridoru izleyerek olay yerinden ayrılmıştır.
36. Saat 10.30 sıralarında, dışarıda konuşlandırılan jandarma görevlileri ateş seslerini duymuşlar ve bazı isyancıların arkadaşlarının binadan ayrılmasına engel olmaya çalıştığını fark etmişlerdir.
37. Daha sonra yaralı olduğu anlaşılan başvurucunun da aralarında yer aldığı on sekiz tutukludan oluşan bir grup dışarı çıkmıştır.
38. Operasyon, saat 12.15'te olay yerinin tamamen tahliye edilmesiyle son bulmuştur.
39. Cezaevinin bahçesinde toplanan başvurucunun da aralarında bulunduğu dört yaralı, yoğun bakım ünitesine; on üç yaralı ise hastanelerin cezaevi ünitelerine alınmıştır. Bunlar arasında bulunan F.S., ameliyathanede hayatını kaybetmiştir.
40. Operasyonda güvenlik güçlerinden birisi vefat etmiş, bir asker yanağından yaralanmıştır.
41. 22/12/2000 tarihinde Cumhuriyet Savcılığı tarafından olay yerinde keşif yapılmıştır. Yapılan keşifte Cezaevinde olaydan sonra alt ana maltaya ait tüm elektrik tertibatının yakılarak ve kırılarak tahrip edildiği, koridorların ve koğuşların yer yer karanlık ve loş olduğu; fenerler yardımıyla, bubi tuzakları ihtimalinin bulunması nedeniyle eşyaların konumu ve yerleri değiştirilmeden bulundukları hâl üzere yapılan tespitte Z-3 kapısı ile S-1 kapısı arasında bulunan tüm camların kırık olduğu, çerçevelerin yandığı, çok sayıda çelik ranza ve çelik dolabın yerlere saçıldığı, büyük bir kısmının tahrip edilmiş ve kullanılamaz hâlde olduğu, yer yer yandığı, S-1 kapısı ile S-2 kapısı arasında, S-1 kapısının arkasına hükümlüler tarafından çelik dolap, ranza, masalardan oluşmuş barikatın kurulduğu, bu şekilde yakıldığı, bu arada elektrik panosunun yandığı, B-5 kapısının yanında duvarın 1x1,5 m ebadında yıkıldığı, bu arada bulunan dolap içinde el yapımı gaz maskesinin bulunduğu, S-1 ve S-2 kapıları arasında çok sayıda çelik dolap, ranza ve buzdolabının bulunduğu, bunlardan faydalanılarak barikatların oluşturulduğu, eşyaların yanmış, tahrip edilmiş, kullanılamaz hâlde olduğu, tavanda gaz bombası atmak için bir adet deliğin bulunduğu, kantin camlarının kırık olduğu, yerlerde pet şişeden yapılmış çok sayıda gaz maskesinin bulunduğu, kot pantolondan yapılmış eldivenlerin bulunduğu, S-1, S-3 kapıları arasında camların kırık olduğu ve tavanlarda yangın izlerinin bulunduğu, S-3, S-4 şebeke kapıları arasında çok sayıda barikat için kullanılan dolap, ranza, yatak ve battaniye gibi malzemelerin bulunduğu, bu malzemelerin yanmış ve kullanılamaz hâlde olduğu, elektrik tesisatı ve panonun tamamıyla yandığı, S-4, S-5 kapıları arasında camların kırık olduğu, yanmış ranza bulunduğu, S-5, S-6 kapıları arasında yanmış elektrik panosu, el yapımı pet şişe gaz maskeleri, ranza demirlerinden yapılmış şiş, pala gibi saldırı aletleri ve yanık yatakların bulunduğu, S-6 kapısının S-5 kapısı tarafında kalan kısmında çelik elbise dolaplarıyla yapılmış barikattan kalan malzemelerin bulunduğu ve yerlerde yangın kalıntılarının bulunduğu, zeminin ıslak olduğu, ana malta bölümünde boydan boya dört sıra hâlinde bulunan yalıtkanlı kalorifer borularının büyük bir kısmının yandığı, D-6 koğuşuna girildiğinde sayılamayacak kadar çok örgütsel kitap, dergi, broşür, bez pankartlar, ecza malzemeleri, ilaçlar, enjektörler ve diğer malzemelerin yerlere saçılmış olduğu, yemekhanede tüm eşyaların yerlerde olduğu, eşyalar arasında kara kutu fotoğraf makinesi, el yapımı boru tipi bomba, çok miktarda serum, maket silahlar, battaniyeden yapılma kütüklüklerin olduğu, D-5 koğuşunun yemekhanesinde girişte barikat olduğu, içerdeki tüm eşyaların yanık olduğu, camların kırıldığı, yerlerde bol miktarda çivi, boru, bomba yapım malzemelerinin olduğu, D-1 koğuşunun kısmen tahrip edilmiş olduğu, elektronik eşyaların tümünün kırıldığı, örgütsel dokümanlar ve kitapların olduğu, D-3 koğuşunun üst maltadan kapısının sökülmüş olduğu, yatakhane kısmında eşyaların dağınık vaziyette olduğu, teneke kutulardan yapılmış el yapımı boş bombalar, örgütsel dokümanlar, kırılmış elektronik eşyalar, örgütsel bayraklar olduğu, yatakhanenin üst katında küçük bölmenin arşiv olarak kullanıldığı, bomba yapımında kullanılan tozlar, boş kola kutuları, kibrit parçalarından yapılmış patlayıcı tozlar olduğu, yemekhane bölümünde her yerin yandığı, yerlerde örgütsel dokümanlar bulunduğu, C-2 koğuşunun yemekhanesinde parçalanmış, ezilmiş dolaplar, örgüte ait pankartlar, dokümanlar bulunduğu, yatakhane kısmında örgütsel doküman, kitaplar, ilaçlar olduğu, C-1 koğuşu yemekhanesinin tamamen yandığı, havalandırmada serumlar ve hortumların olduğu, 2mermi çekirdeği bulunduğu, C-4 koğuşunda eşyaların dağınık ve yerlerde olduğu, örgütsel flama ve kitapların bulunduğu, yemekhanede el yapımı maskeler, örgüt flama ve bayrakları ve Cezaevi planının olduğu, B Blok'ta bulunan spor salonunda yerlerde alt kata gaz bombası atılmak için açılmış yedi delik olduğu, ayrıca çok miktarda örgütsel doküman bulunduğu, B-2 koğuşu yatakhanesinde eşyaların dağıtılmış olduğu, örgütsel gazeteler, ciltlenmiş örgüt kitapları, tuvalette gizli evrakın yakıldığının tespit edildiği, B-1 koğuşu ara maltada çok sayıda kesici alet ve şiş olduğu, yerlerde çok sayıda gaz maskesi olduğu belirtilmiştir.
42. Aramalar sonucunda bir adet tüfek ve bir adet el yapımı tabanca, beş tabanca, bir adet top ve iki tabanca dipçiği, iki şarjör, farklı çaplarda 219 fişek kovanı, otuz dokuz mermi, sekiz fişek, bir adet sapan, ikialev makinesi ve sekiz adet el yapımı bomba atar, çeşitli patlayıcı maddeler, pek çok kesici ve kırıcı alet, otuz bir adet el yapımı bıçak, bir adet pala, altı sopa, otuz birmolotof kokteyli, dört gaz ocağı ve sıkıştırılmış iki şişe oksijen, bir litre mazot, demir tozu, civa, birçok el yapımı gaz maskesi, on üç demir boru bulunmuştur.
43. 26/12/2000 tarihli ikinci keşif tutanağına göre keşfe B-1 koğuşundan başlandığı, birinci bölümde yapılan aramada bir adet 7.65 mm çaplı tabancaya ait şarjör, bir adet 7.65 mm çaplı dolu fişek, üç plastik enjektöre monte edilmiş G-3 çekirdeği, bir adet 7.65 mm boş kovan, bir adet 7.65 deforme olmuş çekirdek, bir adet kâğıt yapıştırılmış G-3 çekirdiği, iki adet 7.65 mm boş kovan, bir adet sapan, çok sayıda el yapımı şiş, delici ve kesici alet, çok sayıda lama demirinden yapılmış demir alet ve boru, dört ağaç sopa, bir adet eğe, on üçadet el yapımı gaz maskesi, bir adet kırık cep telefonu parçası, bir adet makas, bir adet küçük çekiç, bir adet kırık demir testere, bir adet pil bataryası, on bir adet serum şişelerine hazırlanmış molotof kokteyli, dört şırınga, sekiz adet 20 cm uzunluğunda boru bomba olduğu tahmin edilen alet, bir adet tartı aleti, çok sayıda tıbbi ilaç ve malzeme, çeşitli pankartlar, kitaplar, bir adet oyuncak lazer, yine iki adet plastik enjektöre monte edilmiş G-3 mermisi çekirdeği, bir adet el yapımı pil içine yerleştirilmiş G-3 çekirdeği, bir adet arkası kâğıt yapıştırılmış G-3 çekirdeği, iki ağaç sopa, bir adet plastik şişede solüsyon, üç makas, Panasonic cep telefonu parçaları, üç adet 7.65 mm çapında boş kovan, yirmi dört adet el yapımı gaz maskesi, on iki adet el yapımı şiş, kama vb. demir parçaları, on beş adet el yapımı kama ve demir parçası, iki adet 30 cm çelik silindir, 1 m 8’lik demir, bir adet levye, beş adet 70 cm uzunluğunda lama demiri, iki adet 7.65 mm boş kovan, bir adet el yapımı tabanca, iki adet 6.35 mm çapında boş kovan, bir adet 7.65 Belçika BB35883 seri No.lu tabanca, bir adet 7.65 mm 5334 seri No.lu kırık tabanca, bir adet tabanca mekanizması ve yay, üç adet 7.65 mm tabancaya ait şarjör, bir adet tabanca namlusu, bir adet kabzası kırık tabanca tipik tertibatı, bir adet içinde patlayıcı olduğu tahmin edilen ilaç kutusu, dört kuş sapanı, iki alev makinesi, on üç adet molotof kokteyli, yirmi beş adet el yapımı gaz maskesi, bir adet el yapımı kırık tüfek, yedi demir boru, on bir adet el yapımı demir şiş ve kılıf, beş adet el yapımı kama ve kılıç, bir adet şarj makinesi, B-1 koğuşunun ikinci bölümünde iki adet 9 mm dolu fişek, bir adet 9 mm boş kovan, bir adet 7.65 mm dolu fişek, örgüt flamaları, bir adet kot tabanca kırık kabzası, bir adet astra marka tabanca kırık kabzası, bir adet 9 mm dolu fişek, bir adet 9 mm patlamamış fişek, beş adet 9.65 mm boş kovan, dört adet 9.65 mm boş kovan, bir adet 6.35 dolu fişek, bir adet 6.35 çapında 981657 seri numaralı tabanca, yedi molotof kokteyli, on üç adet el yapımı kama, şiş ve delici alet, altı adet muhtelif ebatta demir boru, sekiz adet el yapımı gaz maskesi, bir adet tabanca kabzası, bir adet bilgisayar adaptörü, üç cep telefonu adaptörü, bir adet içinde patlayıcı olduğu tahmin edilen cam şişe, bir adet balyöz, bir adet masat, iki adet matkap ucu, sekiz adet el yapımı gaz maskesi, dokuz demir testeresi, bir litre likit vazalin, tuvalet kısmında bir adet Nokia marka kartsız, kırık cep telefonu, iki adet 7.65 mm boş kovan, bir adet yanmış dizüstü bilgisayar bulunduğu belirtilmiştir.
44. Alınan el svaplarında başvurucuda atış artığına rastlanmamıştır.
45. Çanakkale Sulh Ceza Mahkemesinin 2001/2 Değişik İş sayılı dosyasında meydana gelen zararın tespiti için 3/1/2001 tarihinde keşif yapılmış, bilirkişi raporlarına göre Cezaevinde toplam 124.020.000.000 TL (Eski Türk Lirası) maddi hasar meydana geldiği belirtilmiştir.
46. Cezaevi Müdürlüğünün 17/1/2001 tarihli yazısı ile Cezaevinde yapımı tamamlanmamış bir tünel bulunduğu bildirilmiştir.
47. Çanakkale İl Jandarma Komutanlığının 28/9/2004 tarihli yazısında 19/12/2000 ile 21/12/2000 tarihleri arasında Çanakkale E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda yapılan “Hayata Dönüş Operasyonu“nda jandarma personelinin üzerinde görev silahı olan 7.62 mm G3 piyade tüfeği, 9 mm MP-5 makineli tabanca, 9 mm tabancayla bir kısım personelde göz yaşartıcı bomba mevcut olduğu, operasyon süresince telsiz ve telefon konuşmalarının kaydedilmediği belirtilmiştir.
48. Çanakkale İl Jandarma Komutanlığının 28/6/2005 tarihli yazısında, operasyon esnasında Çanakkale E Tipi Kapalı Cezaevi, A, B, C, D ve E Blokları iç kısımlarında operasyon birliklerince ateşli silah kullanılmadığı, operasyon sonunda il Cumhuriyet Başsavcısı ve Cezaevi Cumhuriyet savcısı nezaretinde tüm Cezaevi ve iç kısımlarında ince ve detaylı aramalar yapıldığı, elde edilen suç eşyalarının Cumhuriyet savcısı tarafından tespit edilerek emanete alındığı, bu konuda güvenlik kuvvetlerinde hiçbir evrak ve madde bulunmadığı belirtilmiştir.
2. Başvurucunun Muayene Süreci
49. Başvurucu 21/12/2000 tarihinde saat 12.15 itibarıyla operasyon sona erdikten sonra ambulansla Çanakkale Devlet Hastanesine götürülmüştür. Başvurucuya osteo-fasiyal alanda akut kompartman sendromu (basınç birikmesi sonucu kan akışının kesilmesi) teşhisi konmuş ve cerrahi yolla yaraya yansıyan basıncı azaltma yönünde acilen tedavi uygulanmıştır. Çanakkale Devlet Hastanesinin 21/12/2000 tarihli raporunda şunlar belirtilmiştir: "Sağ ön kolda çok sayıda açık kırık + yabancı nesne + kompartman sendromu, dekompresyon (basınç düşürülmesı) + fasyotomi (kasları bölme)" gerçekleştirilmiştir. Gelişmiş her türlü tedavi için Çapa Üniversite Hastanesi Plastik Cerrahi Servisinde ilgilinin bakımının üstlenilmesi gerekmektedir. Sevk ambulans ile yapılmalıdır.
50. Müdahalenin ardından başvurucu, kardiyovasküler (kalp damar) muayeneye tabi tutulmuş, daha sonra da Ortopedi Servisine kabul edilmiştir. Saat 13.40 sıralarında düzenlenen geçici sağlık raporunda, patlamamış olan göz yaşartıcı gaz fişeğinin başvurucunun sağ dirseğinden çıkarıldığı ve başvurucunun hayati tehlikesinin bulunduğu belirtilmiştir.
51. AİHM’in dosyasına ibraz edilen ancak başvuru dosyasına sunulmayan tutanağa göre başvurucunun kolundan çıkarılan fişeğin Cumhuriyet savcısına teslim edildiği anlaşılmaktadır. Bu tutanakta saat 11.00 sıralarında Çanakkale Devlet Hastanesine ambulansla götürülen başvurucunun da aralarında olduğu üç kişi üzerinde cerrahi müdahale yapıldığı belirtilmiştir.
52. Çanakkale Devlet Hastanesi yoğun bakım ünitesi hasta izleme formuna göre başvurucu 21/12/2000 tarihinde saat 12.15’te ameliyata alınmıştır. Çanakkale Devlet Hastanesi tarafından 23/12/2000 tarihinde başvurucunun Çapa Tıp Fakültesi plastik cerrahi servisine sevk edilmesine karar verilmiştir.
53. Cezaevi Müdürlüğü 23/12/2000 tarihinde, başvurucuyu Çapa Tıp Fakültesi Hastanesine sevk etmeye çalışmış ise de bu Hastanede tutuklulara tahsis edilen bölüm bulunmadığından bu işlem gerçekleştirilememiştir.
54. 23/12/2000 tarihinde saat 18.50 sıralarında başvurucu Cerrahpaşa Tıp Fakültesi plastik cerrahi servisine sevk edilmiştir.
55. 5/1/2001 tarihinde, başvurucunun dirseğinin üzerinden sağ kolu kesilmiştir ve başvurucu 26/1/2001 tarihine kadar bu Hastanede kalmıştır.
56. 26/1/2001 tarihinde başvurucu, Sağmalcılar Devlet Hastanesi’nin genel cerrahi servisine gönderilmiştir. Başvurucu, söz konusu serviste 13/2/2001 tarihine kadar kalmıştır.
57. Edirne Devlet Hastanesinin 29/11/2001 tarihli raporunda, başvurucunun maruz kaldığı ateşli silah yaralanması nedeniyle humerus (kol kemiği) dirsek üstü (R) ampütasyon (organ kesme) uygulandığı, hayati tehlike geçirdiği, uzuv kaybı olduğu, hastaya myoelektrikli kol protezinin uygun olduğu bildirilmiştir.
58. Bursa Devlet Hastanesinin 12/11/2006 tarihli heyet raporuna göre başvurucuda %57 oranında iş gücü kaybı bulunmaktadır.
3. Güvenlik Güçleri ve Hükümlüler Hakkında Yapılan Soruşturmalar
59. Başvurucunun da aralarında bulunduğu 154 hükümlü hakkında Çanakkale Cumhuriyet Başsavcılığının 20/4/2001 tarihli ve 2000/3468 Hazırlık sayılı iddianamesi ve 10/1/2002 tarihli ek iddianamesiyle faili gayrimuayyen olacak şekilde adam öldürme, cezaevinde silahlı isyan, intihara azmettirme, izinsiz patlayıcı madde imal etme ve kullanma suçlarından kamu davası açılmıştır.
60. Açılan bu dava Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesinin E.2001/158 sırasına kaydedilmiştir.
61. Çanakkale Cumhuriyet Başsavcılığının 25/12/2003 tarihli ve 2001/1234 Hazırlık sayılı iddianamesiyle operasyona katılan 563 güvenlik görevlisi hakkında görevin ifası sırasında faili gayrimuayyen olacak şekilde öldürme ve yaralama suçlarından kamu davası açılmıştır. Başvurucunun yaralanmasıyla ilgili olarak 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 456., 457. ve 463. maddelerine göre sanıkların cezalandırılmaları talep edilmiştir. Bu dava, Mahkemenin 2003/378 sayılı esasına kaydedilmiş; 26/5/2004 tarihli kararı ile aynı Mahkemenin 2003/378 sırasına kayden, görülmekte olan operasyona katılan güvenlik görevlileri hakkında açılan kamu davası ile birleştirilmiştir. Dosyalar Mahkemenin 26/5/2004 tarihli kararı ile 2003/378 esasında kayıtlı dosyası üzerinde birleştirilmiştir.
62. Çanakkale E Tipi Cezaevi Müdürlüğü 28/6/2002 tarihli yazısıyla başvurucu hakkında verdiği bilgide başvurucunun 26/3/1998 tarihinde Cezaevine geldiği, terör hükümlülerinin barındığı C-2 koğuşuna verildiği, burada diğer terörden hükümlü ve tutuklularla birlikte malta işgali, sayım vermeme, personeli rehin alma ve açlık grevi gibi eylemlere katıldığı, 10/11/1999 tarihinde D-3 koğuşuna alındığı, operasyona kadar orada kaldığı, 23/10/2000 tarihli açlık grevi direnişi dilekçesinde imzasının bulunduğu, teröristler tarafından açılan tünelde çalıştırıldığı, 24/10/1998 tarihli tutanağa göre dokuz infaz ve koruma memurunun rehin alınması olayına karıştığı bildirilmiştir.
63. Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesinin 16/9/2008 tarihli ve E.2003/378, K.2008/268 sayılı kararı ile hakkında dava açılan kamu görevlisi sanıkların delil yetersizliği nedeniyle beraatlerine, isyancı sanıklar hakkında açılan kamu davalarının ise zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümleri şöyledir:
“...
765 Sayılı TCK.nun 463. maddesinde, öldürme ve yaralama fiillerinin 2 veya daha çok kimse tarafından birlikte işlenmiş olup da asli failinin kim olduğu belli olmazsa bunlardan her birisi hakkında, fiil için tayin edilmiş olan cezanın 1/3’ten yarıya kadar indirilerek hükmolunacağı, verilecek cezanın ölüm cezasını gerektiren fiillerde 20, müebbet ağır hapis cezasını gerektiren hallerde 16 seneden aşağı olamayacağı, bu hükmün fiili doğrudan doğruya beraber işlemiş olanlar hakkında uygulanamayacağı öngörülmüştür.
Asıl olan suçu işleyen kişi ve kişilerin cezalandırılmasıdır. Bu tespit edilemediğinde yasa koyucu 463. maddede 2 veya daha çok kişinin belli bir suçun işlenmesine katılmış olması ve fakat asli failin hangisi olduğunun belli olmaması halinde, suça katılanların hepsinin tamamlanmış suç için öngörülen ceza ile sorumlu tutulmasını ya da tümünün aklanmasını uygun bulmamış, suçun icrasına katılanların cezalandırılmalarını ancak verilecek cezanın maddede gösterilen şekilde belirlenmesini istemiştir.
İddianamede belirtilen güvenlik kuvvetleri mensubu sanıkların tümü fiilen operasyona katılmamıştır. Bir kısmı çevre güvenliğini almış, bir kısmı iddianamede belirtildiği gibi bir kısım kişi ve araçların güvenliğini sağlamıştır. Yani bütün askerler silahlarını kullanıp ateş etmemiştir. Tüm askerlerin öldürme ve yaralama fiillerinden sorumlu tutulmaları için suç kastıyla hareket edip suça katılmaları yani tutuklu veya hükümlülerin bulunduğu koğuşlara ateş ettiklerinin belli olması ancak hangi askerin silahıyla ölüm ve yaralanma neticesinin meydana geldiğinin belli olmaması gerekir. Tüm asker sanıkların silahlarıyla ateş ettiği ispat edilememiştir… Göz yaşartıcı bomba atan tüfeği kimin kullandığı belli değildir…
...”
64. Kararın başvurucu ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 12/12/2012 tarihli ve E.2009/10141, K.2012/9364 sayılı ilamıyla karar bozulmuştur. Bozma ilamının ilgili bölümleri şu şekildedir:
“…
B) Dosya kapsamına göre, cezaların infazındaki temel ilkeyi gerçekleştirmek için infaza ilişkin kuralların uygulanmasında hükümlülerin ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, doğum, felsefi inanç, millî veya sosyal köken ve siyasî veya diğer fikir yahut düşünceleri ile ekonomik güçleri ve diğer toplumsal konumları yönünden ayırım yapılmaksızın ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınmaksızın uygulanması bakımından ve cezaların infazıyla özellikle suç işlenmesini önlemek, bu maksatla hükümlünün yeniden suç işlemesini engelleyici etkenleri güçlendirmek, toplumu suça karşı korumak, hükümlünün yeniden sosyalleşmesini teşvik etmek; üretken, kanunlara, nizamlara ve toplumsal kurallara saygılı, sorumluluk taşıyan bir yaşam biçimine uyumunu kolaylaştırmak ve cezaevlerinde yok olmaya başlayan Devlet otoritesini yeniden tesis etmek amacıyla, gerekli yasal düzenlemelerin hayata geçirilerek, ülke çapında ihtiyaca uygun yeni cezaevlerinin yapılmaya başlandığı, bu çalışmalara karşı ülke genelinde özellikle terör suçundan hükümlü ve tutuklular tarafından direniş gösterildiği, hükümlü sanıkların da cezaevleri reformuna yönelik bu politikaları etkisiz kılmak maksadıyla, öncelikle cezaevi idaresini zaafa uğratarak koğuşlarda mutat olarak yapılması gereken kontrolleri engelledikleri, cezaevi içinde kendilerine ait egemenlik alanları oluşturdukları, içerisinde teknik ve sağlık ekipman barındıran lojistik birimleri ele geçirdikleri, olası müdahalelere karşı cezaevini adeta bir cephanelik haline getirip, su borularından yapılmış bombalar, mutfak tüplerini kablolarla irtibatlandırarak patlayıcı haline getirilmiş tuzaklar, plastik enjektörlerin uç kısmına mermi çekirdeği konularak içine barut doldurmak suretiyle tek atımlık silah haline getirilmiş mekanizmalar, alev makineleri, molotof kokteylleri, gaz maskeleri, tahta üzerine demir boru monte edilerek üretilmiş tüfek biçimindeki düzenekler, demir çubuklardan yapılmış, uçlarında yorgan iğnesi, kalem ucu, çivi bulunan oklar, bu okları fırlatmayı sağlayan tertibatlar, bunlara benzer saldırı ve savunma amaçlı malzemeler imal ettikleri; bunların yanında idareyi yönetim ve hakimiyet zaafına uğratmaları sonucu, olay yeri tespit tutanaklarında belirtildiği üzere yedi adet tabanca, çok sayıda delici ve kesici alet, cep telefonları ve bilgisayarları cezaevine soktukları, başta Adalet Bakanlığı olmak üzere ilgili mercilere gönderdikleri dilekçelerde açlık grevlerine başladıklarını belirtip, F tipi olarak adlandırılan cezaevlerinin yapımının durdurulması, mevcutların kapatılması, Terörle Mücadele Kanunu ile Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kaldırılması, Adalet, İçişleri ve Sağlık Bakanlıklarının ortaklaşa çalışmasıyla, ceza infaz kurumlarıyla tutukevlerinde yönetim, dış koruma ve sağlık hizmetlerine işlerlik kazandırılması amacına yönelik imzalanan Üçlü Protokolün iptal edilmesi, bazı meslek kuruluşlarınca belirlenen temsilciler tarafından cezaevlerinin denetlenmesi gibi taleplerde bulundukları, muhtemel operasyonlara karşı kendilerini yakacaklarına ilişkin uyarılar yapmak suretiyle isyan sürecini başlattıkları, eylemlerine katılmayan mahkumlara fiziki ve psikolojik baskı uyguladıkları, zamanla açlık grevlerinin ölüm orucuna dönüştüğü, bu nedenle gönderilen tıbbi yardımların geri çevrildiği, bu ahvalde; insan sağlığını tehdit eden bir süreye ulaşan ölüm oruçlarının sona erdirilmesi, cezaevinde hakimiyetin yeniden kurulması, cezaların infazının amacına uygun ortamlarda yerine getirilmesinin sağlanması amacıyla, 2992 sayılı Adalet Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’un 2/a maddesi uyarınca ceza ve ıslah kurumlarında gözetim ve denetim yapmak, aynı Kanunun 11/b maddesi uyarınca da hükümlülerin beslenmesi konusunda gerekli özeni göstermekle görevli AdaletBakanlığıveİçişleri Bakanlıklarının koordineli olarak yaptıkları istişareler sonunda, İçişleri Bakanlığının emriyle 19.12.2000 günü saat 05.00 sıralarında Çanakkale Cezaevindeki ayaklanmayı bastırmaya yönelik bir operasyon başlatıldığı, operasyona 2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunun 7/1-a 10 ve 11. maddelerine göre ceza infaz kurumları ve tutukevlerinin dış korumasını yapmakla görevli, diğer güvenlik kuvvetleriyle işbirliği yapma yetkisini haiz, kendisine verilen görevlerin ifası sırasında hizmet özelliğine uygun ve görevin gereği olarak Kanunlarda öngörülen silah kullanma yetkisine sahip ve 3152 sayılı İçişleri Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri hakkındaki Kanunun 29/b maddesine göre İçişleri Bakanlığına bağlı Jandarma Genel Komutanlığının personeli olan Çanakkale il ve ilçe jandarma komutanlıklarında görevli askeri personel ile Halkalı Komando Bölük Komutanlığı personeli ve Balıkesir Mürettep Bölük Komutanlığında görevli personelden oluşan güvenlik gücü mensubu sanıkların katıldığı, operasyonun başlangıcında cezaevi içinde bulunan ve terör suçuyla ilgisi olmayan tutuklu ve hükümlülerin can güvenliklerinin temini bakımından idari birim binalarına nakledildikleri, operasyonun öncelikli amacının ölüm orucuna katılanların muayene ve tedavileriyle, cezaevinde arama yapılmasına yönelik olduğu, direnişte bulunulmadığı takdirde hiç kimseye bir zarar gelmeyeceği belirtilerek, hükümlü sanıklara teslim olmaları yönünde defalarca uyarılarda bulunulduğu, yapılan bu uyarılara aldırış etmeyen hükümlü sanıkların, slogan atarak barikatlar kurmaya başladıkları, bu sırada maktul F.K.nin kimliği tespit edilmeyen bazı hükümlü sanıkların da teşvikiyle kendini yakarak öldürdüğü, ardından hükümlü sanıkların, cezaevi içinde bulunan bir kısım güvenlik gücü mensubunun sanıklara doğru el yapımı boru tipi bombalar atarak, tabancalarla ateş ettikleri, bu durum karşısında uygulanan operasyon planına göre; bir kısım güvenlik gücü mensubunun sanıkların, dışarı çıkması muhtemel hükümlü sanıkların güvenliğini sağlamak ve koğuşlara ait dış duvarların yıkılması için getirilen iş makinalarını korumak amacıyla cezaevi dışında tertiplendikleri, akabinde kim oldukları tespit edilemeyen bir kısım hükümlü sanıklar tarafından açılan ateş sonucu bu tertiplenme içinde yer alan er M.M.nin aldığı iki isabetle hayatını kaybettiği, bunun üzerine güvenlik gücü mensubu sanıklardan bir kısmının da üzerlerine ateş edilen yeri hedef alarak karşılık verdikleri, operasyonun ilerleyen safhalarında cezaevi içine giren bir kısım güvenlik gücü mensubu sanıkların, hükümlü sanıklar tarafından düzenlenen bombalı tuzaklarla karşılaştıkları, kaydedilen ilerleme sonucu cezaevinin tuvalet, banyo ve yemekhane bölümlerinde sıkıştırılan hükümlü sanıkların, göz yaşartıcı etki yapan tüfek ve gaz bombaları kullanılarak dışarıya çıkartılmaya çalışıldığı, bu sırada güvenlik gücü mensubu sanıkların üzerine hükümlü sanıklar tarafından tekrar ateş açıldığı, atılan göz yaşartıcı bombaların muhtemel bir zehirlenmeye yol açmaması ve hükümlü sanıkların bir an önce tahliye edilmesi maksadıyla cezaeviduvarlarıyıkılarak,itfaiye araçlarından tazyikli su sıkılmaya başlandığı, dışarı çıkmak isteyen bazı hükümlü sanıkların arkadaşlarınca engellenmeye çalışıldığı, nihayet üçüncü günün sonunda duvarların topluca yıkılmasıyla tüm hükümlü sanıkların etkisiz hale getirilebildiği, üç gün boyunca süren operasyonun bu şekilde sona erdiği, operasyon sırasında hükümlü sanıklar tarafından vurulan ve sağ meme altından isabet eden mermi nedeniyle akciğer yaralanmasından ölen jandarma eri M.M.den başka, güvenlik gücü mensuplarına saldıran hükümlüler arasında yer alan maktul S.S.nin göğsüne künt bir cisim çarpması sonucu meydana gelen göğüs kemiği ve ikinci kaburga kırığıyla birlikte aort yaralanması ve kalp hasarı nedeniyle gelişen dolaşım durması sonucu; maktul İ.B.nin sol baş bölgesinden, muhtemelen göz yaşartıcı gaz bombalarının parçalarının çarpmasından kaynaklanan kafatası ve kaide kemiği kırığı, beyin ve beyincik hasarı ile beyin kanaması sonucu; maktul F.S.nin ise sol batın bölgesi ve sol koldan aldığı ateşli silah isabetleriyle ince bağırsak yaralanması sonucu öldükleri, aynı grupta yer alan hükümlülerden otuz üçünün de adli raporlarda belirtildiği şekilde yaralandıkları, neticeten direnişe katılan yüz elli dört hükümlüden, sadece maktul İ.nin ateşli silah isabeti ile öldüğü, diğer iki hükümlünün ölümünün ise, hükümlülerin dışarıya çıkarılmasını sağlamak için atılan göz yaşartıcı bomba parçalarının isabetiyle gerçekleştiği, ellerinde atış artığı bulunan on dört hükümlü sanığa karşı, cezaevinde sadece yedi adet tabancanın bulunduğu, maktul M.M.nin vücudundan çıkartılan bir adet mermi çekirdeğinin bu tabancalardan birisiyle atıldığının tespit edilmesine karşılık bu tabancanın hangi hükümlü sanık tarafından kullanıldığının belirlenemediği, maktuller S.S., İ.B. ve F.S.nin ölümüne neden olan eylemlerinise operasyona katılan tüm güvenlik gücü mensubu sanıklar tarafından fikir ve eylem birliği içerisinde gerçekleştirdikleri olayda;
a) Fikir ve eylem birliği içinde birlikte hareket eden ve bu nedenle de gerçekleşen sonuçtan 765 sayılı TCK.nun 64. maddesi uyarınca birlikte sorumlu oldukları kabul edilen güvenlik gücü mensubu sanıkların, 2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu'nun 7, 10 ve 11. maddelerinde tanınan yetkiler çerçevesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 2. maddesinde belirtilen ölçüler içerisinde “bir isyanın yasaya uygun olarak bastırılması ve cezaevindeki diğer hükümlülerin yasadışı şiddete karşı korunmasının sağlanması” amacına yönelik olarak mutlak zorunlu olanı aşmayacak biçimde güç kullandıkları sırada gerek kendilerinin gerekse diğer hükümlerin yaşama haklarını tehdit eder biçimde silah kullanılması ve bu sırada bir güvenlik gücü mensubunun silahla öldürülmesi üzerine olay tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK.nun 49. maddesindeki sınırları dahilinde güvenlik gücü mensuplarıyla diğer hükümlülerin yaşama haklarına yönelik saldırıyı etkisiz halegetirmekiçinsaldırıylaorantılıbiçimdegüç kullandıklarının anlaşılmış olması karşısında; güvenlik gücü mensubu sanıklar tarafından birlikte işlendiğinden kuşku bulunmayan ve isyana katılan bazı hükümlülerin ölümü, bazılarının ise yaralanmasıyla sonuçlanan eylemde hukuka uygunluk nedenlerinden biri olan meşru müdafaanın koşullarının oluşmuş bulunması nedeniyle 5271 sayılı CMK.nun 223/2-d madde, fıkra ve bendi uyarınca verilmesi gereken beraat hükmünün, delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek, aynı Kanunun 223/2-e madde, fıkra ve bendi uyarınca, “yüklenen suçun sanıklar tarafından işlendiğinin sabit olmaması” gerekçesine dayalı olarak verilmesi,
…”
65. Çanakkale 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 18/12/2014 tarihli ve E.2013/42, K.2014/359 sayılı kararı ile Yargıtay bozma ilamı doğrultusunda kamu görevlisi sanıkların meşru müdafaa koşullarının oluştuğu gerekçesiyle beraatlerine karar verilmiştir.
66. Bu karar başvurucu tarafından temyiz edilmiş, dosya Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 2016/1784 sayılı esasında kayıtlı olarak beklemektedir.
4. Başvurucunun İşkence ve Kötü Muamele İddialarıyla İlgili Yapılan Soruşturma
67. Bu iddialarla ilgili olarak başvuru dosyasına herhangi bir bilgi ve belge sunulmamıştır. Ancak, AİHM’in dosyasındaki bilgiler aşağıdaki gibidir:
68. Başvurucu, Cezaevinde yapılan operasyonun sona erdiği ve hastaneye sevk edildiği dört beş saatlik sürede kendisine tıbbi yardım sağlanmayarak kötü muameleye maruz bırakıldığını belirterek şikâyette bulunmuştur.
69. Çanakkale Cumhuriyet Başsavcılığının 25/12/2003 tarihli kararıyla kötü muamele iddialarına ilişkin olarak kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.
70. Bu karara başvurucu tarafından itiraz edildiğine yönelik herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.
5. Başvurucu Tarafından Çanakkale İdare Mahkemesinde Açılan Tam Yargı Davası
71. Başvurucu, Çanakkale E Tipi Cezaevinde sağ kolunun kesilmesine neden olan müdahaleden dolayı uğradığı zararın tazmini için İçişleri ve Adalet Bakanlıkları aleyhine 15/4/2002 tarihinde Bursa İdare Mahkemesine 100.000 TL maddi, 50.000 TL manevi olmak üzere toplam 150.000 TL’lik tam yargı davası açmıştır.
72. Bursa 1. İdare Mahkemesi 21/5/2003 tarihli ve E.2002/757, K.2003/1001 sayılı kararıyla, hükümlü olan başvurucunun vasisi yerine bizzat kendisinin dava açtığı gerekçesiyle davanın ehliyet yönünden reddine karar vermiştir.
73. Kararın temyiz edilmesi üzerine Danıştay Onuncu Dairesinin 7/3/2006 tarihli ve E.2004/6296, K.2006/1772 sayılı ilamı ile başvurucu dava devam ederken 24/3/2003 tarihinde şartla tahliye edildiğinden kısıtlılık hâlinin kendiliğinden ortadan kalktığı, aynı avukata 19/11/2003 tarihinde vekâletname verdiği, avukat vasıtasıyla temyiz isteminde bulunan davacının davaya devam etme iradesini ortaya koyduğu, bu nedenle davanın ehliyet yönünden reddedilmesinin hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle karar bozulmuştur.
74. Bozmadan sonra dava Bursa 1. İdare Mahkemesinin E.2006/1852 sırasına kaydedilmiştir.
75. Bursa 1. İdare Mahkemesi tarafından bilirkişi raporu alınmıştır. Bilirkişi raporunda davacının 137.466,46 TL maddi zararının bulunduğu bildirilmiştir.
76. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 12/7/2007 tarihli ve 303 sayılı kararıyla Çanakkale ilinde idare mahkemesi kurularak 6/9/2007 tarihinde faaliyete geçtiğinden dava dosyası Çanakkale İdare Mahkemesine gönderilmiştir.
77. Dava, Çanakkale İdare Mahkemesinin 2007/190 sayılı esasına kaydedilmiştir.
78. Çanakkale İdare Mahkemesinin 9/7/2008 tarihli ve E.2007/190, K.2008/363 sayılı kararıyla davacı, %50 oranında kusurlu görülerek davanın kısmen kabulü ile 57.409, 67 TL maddi, 5.000 TL manevi tazminatın başvurucuya ödenmesine karar verilmiştir.
79. Kararın başvurucu ve davalılar tarafından temyiz edilmesi üzerine Danıştay Onuncu Dairesinin 28/11/2011 tarihli ve E.2008/10917, K.2011/5169 sayılı kararıyla hüküm, reddedilen kısım yönünden onanmış; kabul edilen kısım yönünden ise davanın reddine karar verilmesi gerektiği yönünde bozulmuştur. Kararın gerekçesinin ilgili bölümleri şöyledir:
Dava dosyasının incelenmesinden; ... örgütünün sair efradı olmak suçundan Ankara 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin 3.10.1995 tarih ve E:1994/18, K:1995/72 sayılı kararıyla 12 yıl 6 ay ağır hapis cezasına mahkum edilen, olaylar sırasında sol terör örgütü mensuplarının bulunduğu D-3 koğuşunda hükümlü olarak bulunan davacının yapılan operasyon sonucunda yaralanması ve sağ kol dirsek altının ampute edilmesi üzerine davacı tarafından açılan davada; Çanakkale cezaevinde bulunan ve terör örgütü mensubu olan hükümlü ve tutuklular tarafından 1999 yılının Şubat, Eylül, Ekim aylarında, 2000 yılının Temmuz, Eylül, Ekim, Kasım ve Aralık aylarında cezaevlerindeki koşulların olumsuz olduğu, kullanıma açılacak F tipi cezaevlerinin tecrit sistemini getireceği ve ülke gündeminde gerçekleşen çeşitli olaylar ileri sürülerek, malta işgali, sayım vermeme, zemin araması yaptırmama, koğuşların ana malta kapılarını kapattırmama, açlık grevi ve ölüm orucu gibi eylemler yapıldığı, davacının da açlık grevi ve sayım vermeme eylemlerine zaman zaman katıldığı, söz konusu eylemler nedeniyle koğuşlara girilememesi ve arama yapılamaması üzerine 19.12.2000 tarihinde saat 05:00 sıralarında güvenlik güçlerince, daha önce belirlenen noktalardan cezaevine girildiği, D-7 ve D-8 koğuşlarında bulunan 85 adli hükümlü ve tutuklunun E blok E-1, E-2, E-3 koğuşlara, C blokta bulunan 44 adli hükümlü ve tutuklunun A blok idare binasına nakledilerek muhafaza altına alındığı, operasyonun ölüm orucuna katılanların muayene ve tedavileri ile cezaevinde arama yapılmasına yönelik olduğu, teslim olmaları yönünde gerekli anonsların yapıldığı, terör koğuşlarında yer alan hükümlü ve tutukluların çağrılara olumlu cevap vermemesi üzerine D-5 ve D-6 koğuşlarına yönelik operasyona başlandığı, operasyonun devamı sırasında şebeke kapılarında barikat kurarak slogan atmaya başladıkları, bu esnada bir bayan hükümlünün bir başka hükümlü tarafından ateşe verildiği, güvenlik güçlerince ateşi söndürmek amacıyla barikatı aşmak için ilerlendiği sırasında güvenlik güçlerine ateş açıldığı, 2 adet boru tipi bomba kullanıldığı, D-5 ve D-6 koğuşları ile D blok doğu tarafında bulunan D-1, D-2, D-3, D-4 koğuşlarına gün boyu operasyonun sürmesi sonucunda D bloğun tamamen hükümlü ve tutuklulardan arındırıldığı, toplu olarak hareket eden mahkumların C blok ve B blok bayanlar bölümüne geçtikleri, B blok kadınlar bölümüne yönelen güvenlik güçlerine boru tipi bomba atılarak, koğuşların ateşe verildiği ve 13:50 sıralarında teröristlerce açılan ateş sonucu bir güvenlik görevlisinin hayatını kaybettiği, LPG tüplerinden yaptıkları alev makineleri ile güvenlik güçlerine alev tuttukları, teslim olmaları yönünde belli aralıklarla anons edildiği, saat 17:00 itibariyle operasyona ara verildiği, ertesi gün 20.12.2000 günü erken saatlerinde teslim olmaları yönündeki anons sonrası C bloğun doğu ve batı bloklarında mahkumların koğuşlardan çekilmeden önce güvenlik güçleri üzerine çok sayıda mermi attıkları, el yapımı boru bomba kullandıkları ve LPG tüplerinden yaptıkları alev cihazları ile alev tuttukları, yemekhane ve koğuşları ateşe verdikleri, ikinci günün sonunda erkek ve kadın mahkumların B blok alt kattaki yemekhane, koğuş ve banyo bölümüne sıkıştırıldığı, güvenlik güçlerince direnişe karşı göz yaşartıcı bomba, el ve tüfek bombaları kullanıldığı, gün sonunda alt kat ana maltadaki tüm barikatlar kaldırılarak güvenliğin sağlandığı, ertesi gün 21.12.2000 tarihinde A blok idare binası tarafından teslim olmaları yönünde yapılan ikazlara olumlu cevap verilmemesi üzerine B blok üst kat taban betonları delinerek alt kat yemekhane, koğuş ve ara maltaya göz yaşartıcı gaz uygulamasına başlandığı anda cezaevi dış B blok doğu cephesine yanaştırılan iş makineleri ile B bloğu idare binasına bağlayan üst ve alt koridorların duvarları ile B blok tuvalet ve merdiven boşluğu dış duvarları kırılarak teröristlerin gazdan boğulmadan dışarı çıkmalarını teminen itfaiye araçlarıyla su sıkılmasının sağlandığı, olaylarda davacının da aralarında bulunduğu 18 kişinin yaralandığı, 4 mahkumun hayatını kaybettiği, bir kısım güvenlik görevlisinin de yaralandığı anlaşılmaktadır.
Olaydan sonra koğuşlarda yapılan aramalarda,çok sayıda şiş, kılıç, pala, delici ve kesici aletler ve bıçaklar bulunduğu, değişik çap ve markalarda 7 adet tabanca ve 15 adet dolu fişeğin ele geçirildiği belirtilmiştir.
Dava dosyası içeriğinden, cezaevi görevlileri hakkında operasyon esnasında meydana gelen ölüm ve yaralanma eylemlerine iştirak ve görevi ihmal suçlamasıyla ilgili olarak Çanakkale Cumhuriyet Başsavcılığınca E.2003/2482 sayılı dava (soruşturma) dosyasında takipsizlik kararı verildiği, bazı hükümlü ve tutuklular hakkında 6136 sayılı Kanun’a muhalefet iddiasıyla ilgili olarak açılan davada, davanın ortadan kaldırılmasına; ruhsatsız patlayıcı imal etmek, bulundurmak suçlarından açılan kamu davasında ise delil yetersizliği nedeniyle sanıkların beraatlerine karar verildiği anlaşılmaktadır.
Buna göre, cezaevinde asayiş ve disiplinin sağlanması amacıyla zorunlu hale gelen müdahaleyi idarenin hizmetin işleyişinde kusurlu davrandığının bir göstergesi olarak kabul etmeye olanak bulunmamaktadır.
Cezaevinde çıkan olaylarda davacının güvenlik güçlerine direniş gösterip, silahlı çatışmaya giren tutuklularla birlikte hareket ettiği, üç gün boyunca süren operasyon sırasında ikazlara rağmen teslim olmadığı, meydana gelen çatışmada da yaralandığı anlaşılmış olup, yaralanan davacının eyleminden ve kişisel kusurundan kaynaklanan yaralanma olayında kişinin olaya katılımı, olayla zarar arasındaki illiyet bağını kesmektedir.
Bu itibarla, zararın, idarenin ağır hizmet kusurundan doğduğu gerekçesiyle, davalı idarelerce %50 oranında tazmini yolunda verilen temyize konu mahkeme kararında hukuki isabet görülmemektedir.
Davacının temyiz istemi;
İdare Mahkemesince, davacının da olay nedeniyle %50 oranında kusurlu olduğundan bahisle bilirkişi incelemesi sonucu hazırlanan rapor esas alınarak karar verilmiş ise de, dosya ve eklerinin incelenmesinden, davacının kaldığı D-3 koğuşunu temsilen operasyon öncesinde giriş kapılarının kapatılmamasına yönelik olarak davacı ile birlikte hareket eden bazı hükümlüler hakkında çok sayıda tutanak düzenlendiği, operasyonlar sırasında ise mahkumların teslim olmalarına yönelik yapılan ikazlar üzerine bazı hükümlü ve tutukluların teslim olmalarına rağmen davacının üç gün boyunca güvenlik güçlerine direndiği, operasyon sırasında davacının kaldığı D-3 koğuşunun jandarma görevlilerinin müdahalesi ile boşaltılmasına rağmen davacının teslim olmayıp, B bloğa geçerek direnişe devam etmesi ve mahkumlara müdahale ederek görevin ifası sırasında asli faili belli olmayacak şekilde ölüm ve yaralanmalarına neden oldukları iddiasıyla jandarma güvenlik görevlileri hakkında açılan davada sanıkların mahkûmiyetlerine yeter kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği gerekçesiyle sanıkların ayrı ayrı beraatlerine karar verilmiş olması nedenleriyle davalı idarelere kusur izafe edilmesine olanak bulunmamaktadır.
Bu itibarla, İdare Mahkemesince olay nedeniyle davalı idarelerin kusurlarının bulunmadığı gerekçesiyle tazminat isteminin reddi gerekirken, davacı ve davalı idarelerin %50 oranında kusurlu bulunarak tazminat isteminin kısmen reddine karar verilmesinde sonucu itibarıyla hukuki isabetsizlik görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı Yasanın 49. maddesine uygun bulunmayan davacının temyiz isteminin reddine, Çanakkale İdare Mahkemesinin 9.7.2008 tarih ve E:2007/190, K:2008/363 sayılı kararının davanın reddine ilişkin kısmının yukarıda yer verilen gerekçe ile ONANMASINA, davalı idarelerin temyiz istemlerinin kabulü ile anılan Mahkeme kararının, maddi ve manevi tazminat isteminin kabulüne ilişkin kısmının BOZULMASINA, bozulan kısım hakkında yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen İdare Mahkemesine gönderilmesine… (karar verilmiştir)”
80. Başvurucu, kısmen onama kararına karşı karar düzeltme talebinde bulunmuş, Danıştay Onuncu Dairesinin 10/12/2013 tarihli ve E.2012/5012, K.2013/8857 sayılı kararıyla bu talep reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 26/2/2014 tarihinde tebliğ edildiğinden 26/3/2014 tarihinde yapılan 2014/4217 sayılı bireysel başvuruda süre aşımının bulunmadığı anlaşılmıştır.
81. Bozma kararından sonra Çanakkale İdare Mahkemesinin E.2014/311 sayılı dosyasında yargılamaya devam edilmiştir. Çanakkale İdare Mahkemesi bozma ilamına uyarak 14/3/2014 tarihli ve E.2014/311, K.2014/230 sayılı kararıyla davanın reddine karar vermiştir.
82. Bu karar, davacı ve davalı taraflarca yapılan temyiz üzerine Danıştay Onuncu Dairesinin 29/2/2016 tarihli ve E.2014/3961, K.2016/1088 sayılı ilamı ile onanmıştır.
83. Danıştayonama kararı 5/4/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edildiğinden 3/5/2016 tarihinde yapılan ve birleştirilmesine karar verilen 2016/9073 sayılı bireysel başvuruda da süre aşımının bulunmadığı anlaşılmıştır.
6. Başvurucunun AİHM'e Yaptığı Müracaat (B. No: 7309/04)
84. Başvurucu 17/1/2004 tarihinde AİHM’e başvurmuştur. Başvurucu, Cezaevinde başlatılan operasyon sırasında ve sonrasında orantısız güç kullanılarak yaşam hakkı, işkence ve kötü muamele yasağının, ayrımcılık yasağı ve hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
85. AİHM, 10/7/2007 tarihinde yaşam hakkı ve işkence ile kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin olanlar dışındaki iddiaların kabul edilemez olduğuna, yaşam hakkı ile işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların ise Hükûmete bildirilmesine karar vermiştir.
86. AİHM, 27/1/2015 tarihli kararıyla başvuruyu sonuçlandırmıştır. İnceleme sonucunda yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edilmeyip usul boyutunun ihlal edildiğine; işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarının ise kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. İhlal nedeniyle başvurucuya 8.000 avro manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Karar 1/6/2005 tarihinde kesinleşmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:
33. Belirtilmeyen bir tarihte, muhtemelen 25 Aralık 2003 tarihinde, Çanakkale Cumhuriyet savcısı, başvuran ve şikâyetçi diğer tutukluların tahliyeleri ve sevkleri sırasında maruz kaldıklarını iddia ettikleri kötü muamele iddiaları hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir (bk. benzer yargılamalar konusunda Leyla Alp ve diğerleri/Türkiye davası, No. 29675/02, §§ 30 ila 32, 10 Aralık 2013).
Soruşturma dosyasındaki unsurları inceledikten sonra, savcı, birçok tutuklunun silahlı direnişte bulunmaları sebebiyle yaralandığını tespit etmiştir. Savcı, isyancıların teslim olmalarının ardından, cezaevinin önünde bulunan avluda herkesin ve hatta basının gözü önünde arama ve sevk işlemlerinin gerçekleştirildiğini kaydetmiştir. Savcı, aynı zamanda, yaralı tutukluların hastanelere doğru tahliye edildiklerini ve diğer tutukluların, hekimin bu hususta herhangi bir engelin bulunmadığını saptamasının ardından başka cezaevlerine sevk edildiklerini tespit etmiştir.
Başvuranın bu karara itiraz ettiğini belirten herhangi bir unsur bulunmamaktadır.
…
II. SÖZLEŞME’NİN 2. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
B. Esas Hakkında
1. Maddi Yönü Hakkında
b. Mahkemenin Değerlendirmesi
93. Mahkeme, öncelikle, somut olayda ileri sürülen isyan karşıtı operasyonun, daha önce Leyla Alp ve diğerleri/Türkiye (yukarıda anılan karar, §§ 8 ve 10) davasında incelenen operasyon olduğunu ve yerel düzeyde hâlihazırda derdest olan ceza yargılamasının, bu dava (yukarıda anılan, Leyla Alp ve diğerleri, §§ 52 ve 53) hakkında karar verildiği sırada hangi aşamada ise yine aynı aşamada olduğunu kaydetmektedir (yukarıda 49. paragraf). Ayrıca yine bu operasyon sırasında ateşli silah ile yaralanan Meral Kıdır’ın durumunun (yukarıda 77. paragraf in limine) başvuranın durumundan ayrı tutulmasına imkân veren herhangi bir unsur bulunmamaktadır (yukarıda anılan, Leyla Alp ve diğerleri, § 64; 3. madde açısından incelenen, benzer bir durum için, bk. Sambor/Polonya, No. 15579/05, §§ 36 ila 39, 1 Şubat 2011).
94. Leyla Alp ve diğerleri kararında, Mahkeme, bu durumda yürütülen soruşturmaların, olayları çevreleyen gerçek koşulları aydınlatmaya olanak sağladığına dair ikna olduğunu belirtmiştir (yukarıda anılan karar, §§ 68 ila 84; yukarıda anılan, Saçılık ve diğerleri kararıyla mukayese ediniz, §§9, 107 ve 108). Mahkeme, özellikle şunları ifade etmiştir:
Elinde bulunan unsurlar ışığında ve yukarıda belirtilenleri dikkate alarak, Mahkeme, kendisini ulusal mahkemelerin vardığı tespitlerden ve sonuçlardan uzaklaşmaya itecek nitelikte ikna edici herhangi bir bilginin sunulmadığı kanaatindedir. Mahkeme, ayrıca, operasyonun yürütüldüğü sırada kullanılan gücün, izlenen amaçla, yani “isyanı bastırma” ve/veya “herkesi şiddete karşı koruma” amacıyla orantısız olmadığının tespit edildiği kanısındadır.”
95. Başvuranın iddialarının (yukarıda 91. paragraf) Meral Kıdır ile ilgili davanın mevcut davadaki durumdan ayrı tutulmasına imkân vermemesi nedeniyle, Mahkeme, Leyla Alp ve diğerleri/Türkiye kararında kabul edilen gerekçelerle, Sözleşme’nin 2. maddesinin esas yönünden ihlal edilmediği sonucuna varmaktadır.
2. Usul Yönü Hakkında
100. Mahkeme, Sözleşme’nin 2. maddesinin getirdiği yaşam hakkını koruma yükümlülüğünün, yalnızca güç kullanımının bireyin ölümüne yol açması durumunda değil (yukarıda anılan, McCann ve diğerleri § 161, ve Kaya/Türkiye, 19 Şubat 1998, § 105, Derleme 1998-I), aynı zamanda, somut olayda olduğu gibi, kullanılan gücün mağdurun hayatını tehlikeye atması durumunda da (bk. diğer kararlar arasında, yukarıda anılan, İsmail Altun, § 80) etkin biçimde soruşturma yürütülmesini kapsadığını ve gerektirdiğini hatırlatmaktadır.
Soruşturma, etkin olmalı, bu anlamda güç kullanımının dava koşullarında haklı gösterilip gösterilmediğinin belirlenmesine ve sorumluların tespit edilerek cezalandırılmalarına imkân sağlamalıdır (bk. örnek olarak, Oğur/Türkiye [BD], No. 21594/93, § 88, AĠHM 1999-III). Sonuç yükümlülüğü değil, araç yükümlülüğü söz konusu olsa da, mercilerin, söz konusu olaylara ilişkin delilleri elde etmek amacıyla ellerinde bulunan makul tedbirleri almaları gerektiği bir gerçektir.
Dava koşullarını ya da sorumlulukları tespit etme imkânını azaltan, soruşturmadaki her türlü eksiklik, soruşturmanın gereken etkinlik kuralına uymadığı yönünde bir sonuca varılmasına neden olabilecektir (bk. diğer birçok karar arasında, Natchova ve diğerleri/Bulgaristan [BD], No. 43577/98 ve 43579/98, § 113, AĠHM 2005-VII, yukarıda anılan, İsmail Altun, § 80, ve yukarıda anılan, Leyla Alp ve diğerleri, § 97).
101. Makul bir çabukluk ve özen gerekliliği, bu bağlamda zımnidir. Soruşturmanın özel bir durumda ilerlemesine mani olan engel ya da güçlüklerin söz konusu olabileceğini kabul etmek gerekmektedir; ancak ölümcül ve/veya potansiyel olarak ölümcül nitelikte güç kullanımı hakkında soruşturma yapılması söz konusu olduğunda, mercilerin ivedilikle cevap vermesinin, yasallık ilkesine riayet edilerek toplumun güveninin korunması ve yasa dışı eylemlere ilişkin olarak her türlü suça iştirak edildiği ya da tolerans gösterildiği izleniminin oluşturulmaması amacıyla genel olarak gereklilik arz ettiği kabul edilebilmektedir (diğer kararlar arasında, McKerr/Birleşik Krallık, No. 28883/95, § 114, AİHM 2001-III, ve yukarıda anılan kararlar, İsmail Altun, § 81, Perişan ve diğerleri, § 103, ve Leyla Alp ve diğerleri, § 98).
102. Daha önce Leyla Alp ve diğerleri (yukarıda anılan, §§ 100 ve 101) davasında tespit edildiği ve önceden de doğrulandığı üzere, ihtilaf konusu operasyonun ardından hazırlık soruşturmasını yürütmekle görevli merciler ve güvenlik gücü mensupları hakkında açılan dava sırasında davanın esasına bakan hâkimler tarafından somut olayda yapılan girişimler, davaya ilişkin olay ve olguların tespiti hususunda tartışma konusu yapılmamaktadır.
Ancak yukarıda belirtilen çabukluk ve özen gerekliliği (yukarıda 101. paragraf) dikkate alındığında ve özellikle suça karışan kişi sayısının fazlalığı ve davanın karmaşıklığı nedeniyle bu davanın yürütülmesinde karşılaşılan zorluklar (yukarıda anılan, Leyla Alp ve diğerleri, § 102) gerektiği gibi göz önünde bulundurulduğunda, hâlihazırda, olayların ardından 13 yıl sekiz aydan fazla bir süre geçtikten sonra, davanın ilk derece mahkemesinde halen derdest olduğunu (yukarıda 49. paragraf) gözlemlemek ve suçlanan kişilerin muhtemel sorumluluklarının belirlenmesini sağlayacak nitelikte somut ve güvenilir en ufak bir ilerleme kaydedilmediğini (bk. benzer bir durum için, yukarıda anılan, Ceyhan Demir ve diğerleri, §§ 10 ve 111, ve Perişan ve diğerleri, § 103) tespit etmek yeterlidir.
103. Bu tespit, Mahkeme’yi, başvuranın söz konusu davanın zamanaşımına uğrayabileceği yönündeki iddiasını ayrıca incelemekle yükümlü tutmamaktadır (yukarıda 96. paragraf)
104. İdari yargıda açılan tazminat davasının yaklaşık on üç yıldan beri devam ettiğinin (yukarıda 62. paragraf) ve ceza davası gibi (yukarıda 102. paragraf), başvuranın yaralanması nedeniyle davalı taraflar hakkında dile getirilen iddiaları doğrulamaya ya da reddetmeye imkân vermediğinin belirtilmesi gerekse bile, söz konusu tespit, Mahkeme’yi söz konusu tazminat davasını incelemekle de yükümlü tutmamaktadır. Danıştay’ın, son olarak, açıklama yapmaksızın ve ivedilikle (mutatis mutandis, yukarıda anılan, Makbule Akbaba ve diğerleri, § 41), başvuranın kendi isteğiyle ayaklanmaya katıldığı (yukarıda 59. ve 60. paragraflar) kanaatine varması sebebiyle, gelecek yargılama süreçleri boyunca bazı şeylerin değişebileceği beklenemeyecektir.
105. Sonuç olarak, Mahkeme, hâlihazırda, somut olayda yürütülen soruşturmaların Sözleşme’nin 2. maddesinin gerektirdiği çabukluk ve özen gerekliliklerini yerine getirmediğini saptamaktadır; nihayetinde, Mahkeme, Hükümet’in ilk itirazının ikinci kısmını (yukarıda 89. ve 90. paragraflar – bk. mutatis mutandis, yukarıda anılan Makbule Akbaba ve diğerleri, §§ 42 ve 43) reddetmekte ve bu hükmün usul yönünden ihlal edildiği sonucuna varmaktadır.
III. SÖZLEŞME’NİN 3. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
A.İç hukuk yollarının tüketilmesi hakkında
106. Hükümet, iç hukuk yollarının tüketilmesi kuralına ve mevcut başvurunun vaktinden önce sunulmasına ilişkin daha önceki iddialarına atıfta bulunmaktadır (yukarıda 85. ve 86. paragraflar).
107. Başvuran, kendi iddialarını yinelemektedir (yukarıda 87. paragraf).
108. Acil tıbbi bakımın sağlanmaması bağlamında ileri sürülen şikâyete ilişkin olarak, Mahkeme, 25 Aralık 2003 tarihinde, Çanakkale Cumhuriyet savcısının bu iddia hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verdiğini ve başvuranın bu karara itiraz ettiğini belirten herhangi bir unsur bulunmadığını saptamaktadır (yukarıda 33. paragraf). Dolayısıyla, başvuran tarafından aynı anda açılan tam yargı davasının söz konusu olan şikayeti kapsaması (yukarıda 50. ve 51. paragraflar) nedeniyle, bu şikâyet, cezai yargı yollarının tüketilmediği gerekçesiyle (yukarıda anılan Şat kararıyla mukayese ediniz, § 88; ayrıca bk. Epözdemir/Türkiye (kabul edilebilirlik hakkında karar), No. 57039/00, 31 Ocak 2002, ve Kanlıbaş/Türkiye (kabul edilebilirlik hakkında karar), No. 32444/96, 28 Nisan 2005) bu bağlamda reddedilemeyecektir.
109. Nitekim bu çözüm yolunun, devletlere, özgürlüklerinden yoksun bırakılan kişilerin hayatını ve sağlığını koruma hususunda getirilen yükümlülüğe ilişkin içtihatla uyumlu olması sebebiyle, somut olaydakine benzer durumlarda, idarenin sorumluluğuna ilişkin davanın muhtemelen etkin olarak değerlendirilmesi gerekmektedir (yukarıda anılan, Iribarren Pinillos, § 40). Söz konusu içtihada göre, tutuklu bir kimse, hayattayken devlet memurlarına atfedilebilir tıbbi nitelikli fiil ya da ihmallerden dolayı mağdur olduğu kanısına vardığında, bu durumda, idari yargı yoluna başvurulması Türkiye’de yeterli ve uygun bir hukuk yolu teşkil etmektedir (Gülay Çetin/Türkiye, No. 44084/10, §§ 83 ila 87, 5 Mart 2013, diğer atıflarla birlikte; genel ilke için, bk. Calvelli ve Ciglio/İtalya ([BD], No. 32967/96, § 51, AİHM 2002-I).
Yukarıda belirtilen idari dava bu şikâyeti de kapsadığından, tutukluluk koşulları bağlamındaki şikâyetle ilgili olarak aynı durum geçerlidir.
110. Daha önce belirttiği aynı gerekçeye uyarak (yukarıda 88. ila 90. paragraflar), Mahkeme, dolayısıyla, Hükümet’in itirazının birinci kısmını reddetmekte ve aşağıda açıklanacak olan gerekçelerle de başvurunun vaktinden önce sunulduğu yönündeki ikinci kısım hakkında karar verilmesine gerek olmadığı kanaatine varmaktadır.
ii. Operasyonun ardından tıbbi yardımın sağlanmadığı yönündeki iddia
116. Uygun tıbbi bakımların sağlanmaması, kural olarak, Sözleşme’nin 3. maddesine aykırı bir muamele teşkil edebilmektedir (yukarıda anılan, İlhan/Türkiye, § 87, Kudła/Polonya [BD], No. 30210/96, § 94, AĠHM 2000-XI, Kalashnikov/Rusya, No. 47095/99, § 95, AİHM 2002-VI, ve Gennadiy Naoumenko/Ukrayna, No. 42023/98, §112, 10 Şubat 2004). Bu hususta, Mahkeme, her şeyden önce, hastanın ilgili tıbbi gözetim altında tutulmasını ve hastanın özel durumuna ilişkin öngörülen tıbbi bakımın yeterli olmasını gerektirmektedir (yukarıda anılan, Liartis, § 49 ve Khatayev/Rusya, No. 56994/09, § 84, 11 Ekim 2011).
117. Bu “yeterlilik” unsurunun belirlenmesinin açıkça zor olmasına rağmen, Mahkeme, mercilerin, her şeyden önce, bir tutuklunun sağlık sorunlarını tedavi etmek veya bu sorunların kötüye gitmesini önlemek amacıyla derhal uygun bir teşhis konularak, uygun bir tedavi stratejisinin belirlenmesini ve tutuklunun klinik tablosu gerektirdiği takdirde, hastanın düzenli ve sistematik olarak tıbbi gözetim altında tutulmasını sağlamakla yükümlü oldukları kanaatine varmaktadır (bk. diğer kararlar arasında, Sarban/Moldova, No. 3456/05, § 79, 4 Ekim 2005 ve burada yapılan atıflar; yukarıda anılan, Mkhitaryan, § 73).
118. Sağlanan tedavinin etkinliği, böylelikle, cezaevi yetkililerince yetkili hekimler tarafından öngörülen tıbbi bakımın tutukluya sağlanmasını gerektirmektedir (Soysal/Türkiye, No. 50091/99, § 50, 3 Mayıs 2007, ve Gorodnitchev/Rusya, No. 52058/99, § 91, 24 Mayıs 2007). Bu tedavinin uygulanma çabukluğu ve sıklığı, tıbbi tedavinin Sözleşme’nin 3. maddesinin gereklilikleriyle uyumlu olup olmadığını belirlemek amacıyla dikkate alınması gereken diğer iki unsurdur. Zira bu iki unsur, Mahkeme tarafından mutlak anlamda değil, ancak her defasında tutuklunun özel sağlık durumu göz önünde bulundurularak değerlendirilmektedir (Iorgov/Bulgaristan, No. 40653/98, § 85, 11 Mart 2004, Rohde/Danimarka, No. 69332/01, § 106, 21 Temmuz 2005, Serifis/Yunanistan, No. 27695/03, § 35, 2 Kasım 2006, Sediri/Fransa (kabul edilebilirlik hakkında karar), No. 4310/05, 10 Nisan 2007, ve yukarıda anılan, Liartis, ibidem).
119. Genel olarak, tutuklunun sağlık durumunun kötüleşmesi, tek başına, Sözleşme’nin 3. maddesine riayet edilmesi hususunda belirleyici rol oynamamaktadır, zira Mahkeme, yine sağlık durumunun bozulmasının, sağlanan tıbbi bakımlardaki eksikliklere atfedilebilir olup olmadığını (Kotsaftis/Yunanistan, No. 39780/06, § 53, 12 Haziran 2008) ve bu durumda hangi düzeydeki tıbbi tedavinin gerekli olduğunu her defasında incelemekle görevlidir (yukarıda anılan, Mkhitaryan, § 74).
120. Davaya ilişkin olay ve olgular hakkında, Mahkeme, 21 Aralık 2000 tarihinde, isyan karşıtı operasyonun, saat 11.30 ile söz konusu yerin tam anlamıyla boşaltıldığı saat olan 12.15 arasında kademeli olarak sona erdiğini tespit etmektedir (yukarıda 15. paragraf). Saat 14.00 sularında düzenlenen operasyon tutanağına göre, başvuranın da aralarında bulunduğu yirmiden fazla tutuklu, saat 12.15’ten itibaren Çanakkale Devlet Hastanesi Acil Servisi’ne sevk edilmiştir (yukarıda 15. paragraf, in fine). Başvuranın kolundan çıkarılan fişeğin savcılığa gönderilmesine ilişkin tutanağa göre, başvuran “saat 11 civarında” hastaneye götürülmüştür (yukarıda 20. paragraf, in fine). Ancak başvuran, herhangi bir tıbbi bakım sağlanmaksızın dört ya da beş saat boyunca cezaevinin bahçesinde yalnız bırakıldığını iddia etmektedir (yukarıda 69. ve 111. paragraflar).
Bu hususta, Çanakkale Devlet Hastanesi tarafından düzenlenen sağlık raporunun imzalandığı tarih - “21 Aralık 2000” - ile saatin -“13.40”- , Meral Kıdır davasında kabul edilen tarih ve saat olduğu (yukarıda anılan, Leyla Alp ve diğerleri, § 18) kabul edilerek, söz konusu raporla yetinmek gerekmektedir. Bu bilginin aksini ispatlayabilecek nitelikte başka unsurlar bulunmadığından, Mahkeme, dolayısıyla, başvuranın ileri sürdüğü gibi saat 16.00 veya 17.00 sularında değil, saat 13.40’tan önce, bu hastane hekimleri tarafından muayene edildiğinin, ardından ameliyat edildiğinin tespit edilebileceği kanısındadır. Bu durum, dikkate değer bir gecikme teşkil edemeyecektir.
Bu tür durumlarda, bazı toplu isyanların kaçınılmaz olduğunu göz önünde bulundurarak Mahkeme, bununla birlikte, somut olayda yürütülen kurtarma operasyonuna ilişkin olarak Sözleşme’nin 3. maddesi bakımından herhangi bir ciddi sorunun ortaya çıkmadığı kanaatine varmaktadır (yukarıda anılan, Finogenov ve diğerleri ile mukayese ediniz, § 266).
121. Çanakkale Devlet Hastanesi’nde sağlanan tıbbi bakımların yeterliliği ve kapsamına ilişkin olarak, Mahkeme, başvuranın ileri sürdüğünün (yukarıda 111. paragraf) aksine, söz konusu tıbbi bakımların pansumanın ötesine geçtiğini kaydetmektedir. Bu durumda, hekimler, başvuranın hayatının tehlikeye girmesine sebep olan, osteo-fasiyal alanda kompartman sendromunu önlemek ve fişeği çıkarmak amacıyla hem önemli hem de zor bir cerrahi müdahale gerçekleştirmişlerdir (yukarıda 19. in limine ve 20. paragraflar).
122. Daha sonraki olayla ilgili olarak, Mahkeme, yukarıda belirtilen hekimlerin tavsiyesine rağmen, belirlenen ilk hastanenin tutuklular için yeterli imkânlara sahip olmadığı gerekçesiyle (bk. benzer bir durum için, Chadli Sediri/Fransa [kabul edilebilirlik hakkında karar], No. 44310/05, 10 Nisan 2007), başvuranın ameliyat sonrası Üniversite Hastanesi’nin Plastik Cerrahi Servisi’nde sevk edilmesi ancak 23 Aralık tarihinde, yaklaşık otuz saatlik bir gecikmeyle gerçekleştirilmiştir (yukarıda 21. paragraf - yukarıda anılan İlhan/Türkiye kararıyla kıyaslayınız, §§ 24 ve 87; yukarıda anılan Mkhitaryan/Rusya, § 79 ve yukarıda anılan, Liartis, § 58).
Başvuranın klinik tablosu, her ne kadar gerçek ve yakın bir doku çürümesi riskinin olduğunu gösterse de, daha sonra art arda sağlanan tıbbi bakımlardaki her türlü gecikme, şüphesiz, söz konusu riskin artmasında rol oynayabilmiştir. Ancak bu süreç boyunca, başvuranın sürekli olarak tıbbi gözetim altında tutulduğunun ve Cerrahpaşa Hastanesi’nde uygulanan tedavi çerçevesinde, başvuranın, hekimlerin amputasyona karar vermeden önce 5 Ocak 2001 tarihine kadar beklemeye karar vermelerini eleştirmediğinin (yukarıda 111. paragraf) altını çizmek gerekmektedir. Dolayısıyla, söz konusu hekimlerin bakış açısına göre, somut olayda ileri sürülen gecikmeli sevkin, tedavi stratejilerinin belirlenmesi için belirleyici bir etken olmadığı sonucuna varmak gerekmektedir; ayrıca bu gecikme Sözleşme’nin 3. maddesi bakımından dikkate değer olarak nitelendirilemeyecektir (bk. aynı anlamda, yukarıda anılan kararlar, Erol Arıkan ve diğerleri, § 101, Şat, § 87, İsmail Altun, § 90).
123. Üstelik Mahkeme, başvuranın şikâyette bulunmaması sebebiyle, Çapa’da bu tarihten itibaren, ardından da Sağmalcılar Devlet Hastanesi’nde bir sonraki 13 Şubat tarihine kadar sunulan ameliyat sonrası bakımların uygunluğunu ve kapsamını değerlendirmek zorunda değildir (yukarıda 22. paragraf).
124. Dolayısıyla, dosyada, başvurana sağlanan tıbbi bakımların yeterliliğini ve kapsamının, sağlık personelinin yetkilerinin ve bu konuda müdahale etmeye yetkili hastane kuruluşlarının şikâyet konusu yapılmasına imkân veren herhangi bir unsur bulunmamaktadır.
Ayrıca somut olayda yetkililerin başvurana ex gratia myoelektrik protez temin ettiklerini (yukarıda 25. ve 26. paragraflar – Vladimir Vassilyev/Rusya kararıyla kıyaslayınız, No. 28370/05, §§ 68 ve 69, 10 Ocak 2012), ve bu durumun, ilgilinin bu konudaki eleştirilerine rağmen (yukarıda 111. paragraf in fine), Sözleşme’nin 3. maddesinin konuya ilişkin olarak tavsiye ettiği tedbirler ile uyumlu bir girişim olduğunu (Zarzycki/Polonya, No. 15351/03, §§ 21 ila 24, 12 Mart 2013) hatırlatmak gerekmektedir.
125. Yukarıda belirtilen değerlendirmeleri dikkate alarak, Mahkeme, şikâyet konusu muamelenin, Sözleşme’nin 3. maddesi kapsamına girmesi için gereken asgari ağırlık eşiğine ulaşmadığı kanısındadır.
Bu şikâyetin Sözleşme’nin 35. maddesinin 3. ve 4. fıkraları uyarınca açıkça dayanaktan yoksun olduğu ve reddedilmesi gerektiği sonucuna varılmaktadır.
2.Usul yönü hakkında
132. Sözleşme’nin 3. maddesinin esas yönünden ihlaline ilişkin savunulabilir şikâyetlerin bulunmadığı yönünde varılan iki tespit göz önünde bulundurulduğunda (yukarıda 125 ve 131. paragraflar), bu hükmün usul yönüne ilişkin şikâyet incelenebilecek nitelikte değildir (bk, diğer birçok karar arasında, Ştefan Povestca/Moldova Cumhuriyeti (kabul edilebilirlik hakkında karar), No. 54791/10, §§ 39 ve 40, 18 Mart 2014, Dilan Azgın/Türkiye (kabul edilebilirlik hakkında karar), No. 33062/03, § 60, 17 Mayıs 2011, diğer atıflarla birlikte; yine bk. mutatis mutandis, yukarıda anılan, Leyla Alp ve diğerleri, § 104).
Dolayısıyla, daha önce belirtildiği üzere (yukarıda 110. paragraf), Hükümet’in başvurunun zamanından önce yapılmasına ilişkin itirazının ikinci kısmı hakkında karar verilmesi gerekmemektedir, zira bu şikâyet de açıkça dayanaktan yoksundur ve Sözleşme’nin 35. maddesinin 3. ve 4. fıkraları uyarınca reddedilmelidir.
B. İlgili Hukuk
1. Ulusal Mevzuat
87. 29/3/1984 tarihli ve 2992 sayılı Adalet Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’un olay tarihinde yürürlükte olan 2. ve 11. maddeleri şöyledir:
“Görev
Madde 2 - Adalet Bakanlığının görevleri şunlardır:
a) Kanunlarda kurulması öngörülen mahkemeleri açmak ve teşkilatlandırmak, ceza infaz ve ıslah kurumları, icra ve iflas daireleri gibi her derece ve türdeki adalet kurumlarını planlamak, kurmak ve idari görevleri yönünden gözetim ve denetimini yapmak ve geliştirmek,
Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Genel Müdürlüğü
Madde 11- Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Genel Müdürlüğünün görevleri şunlardır:
b) Hükümlü ve tutukluların giydirilmesi, beslenmesi, yatırılması ve eğitilmesi işleriyle “Cezaevleri ve Mahkeme Binaları, İnşaası Karşılığı Olarak Alınacak Harçlar ve Mahkumlara Ödettirilecek Yiyecek Beddelleri Hakkında Kanun”da gösterilen her türlü işlemleri yapmak,
88. 13/12/2014 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Hapis cezalarının infazında gözetilecek ilkeler” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili hükümleri şöyledir:
“(1) Hapis cezalarının infaz rejimi, aşağıda gösterilen temel ilkelere dayalı olarak düzenlenir:
a) Hükümlüler ceza infaz kurumlarında güvenli bir biçimde ve kaçmalarını önleyecek tedbirler alınarak düzen, güvenlik ve disiplin çerçevesinde tutulurlar.
f) Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin yaşam hakları ile beden ve ruh bütünlüklerini korumak üzere her türlü koruyucu tedbirin alınması zorunludur.
89. 765 sayılı mülga Kanun’un 49., 456., 457. ve 463. maddeleri şöyledir:
“Madde 49 - …
2 - Gerek kendisinin gerek başkasının nefsine veya ırzına vukubulan haksız bir taarruzu filhal def'i zaruretinin bais olduğu mecburiyetle,
… işlenilen fiilerden dolayı faile ceza verilemez.
Madde 456 - (Değişik: 6123 - 9.7.1953) Her kim katil kasdiyle olmaksızın bir kimseye cismen eza verir veya sıhhatini ihlâle aklî melekelerinde teşevvüş husulüne sebep olursaaltı aydan bir seneye kadar hapsolunur.
Fiil, katî veya muhtemel surette iyileşmesi kabil olmayacak derecede akıl veya beden hastalıklarından birini yahut havastan veya el yahut ayaklardan birinin veya söylemek kudretinin yahut çocuk yapmak kabiliyetinin zıyaını mucip olmuş veya âzadan birinin tatilini yahut çehrenin daimî değişikliğini veya gebe bir kadına karşı ika olunup da çocuğun düşmesini intaç eylemiş ise ceza beş seneden on seneye kadar ağır hapistir.
Madde 457 - (Değişik: 6123 - 9.7.1953) 456 ncı maddede yazılı fiillere 449 uncu maddenin birinci ve üçüncü bentlerinde yazılı hal inzimam eder yahut fiil gizli veya aşikâr bir silah ile veya aşındırıcı ecza ile işlenmiş olursa asıl ceza üçte birden yarıya kadar artırılır.
Madde 463 - (Değişik: 2787 - 21.1.1983) 448, 449, 450, 456, 457 nci maddelerde beyan olunan fiilleri iki veya daha çok kimse birlikte yapmış olup da failin kim olduğu belli olmazsa bunlardan her birisi hakkında, fiil için tayin edilmiş olan ceza üçte birden yarıya kadar indirilerek hükmolunur. Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasını gerektiren fiillerde yirmi seneden, müebbet ağır hapis cezasını gerektiren fiillerde onaltı seneden aşağı olmamak üzere ağır hapis cezası tayin olunur. Şu kadar ki, bu hüküm fiili doğrudan doğruya beraber işlemiş olanlar hakkında uygulanmaz.”
90. 10/3/1983 tarihli ve 2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu’nun 3., 7., 11. ve 25. maddeleri şöyledir:
“Tanım:
Madde 3 – Türkiye Cumhuriyeti Jandarması emniyet ve asayiş ile kamu düzeninin korunmasını sağlayan ve diğer kanun ve nizamların verdiği görevleri yerine getiren silahlı, askeri bir güvenlik ve kolluk kuvvetidir.
Jandarmanın genel olarak görevleri:
Madde 7 – Jandarmanın sorumluluk alanlarında genel olarak görevleri şunlardır.
a) Mülki görevleri;
Emniyet ve asayiş ile kamu düzenini sağlamak, korumak ve kollamak, kaçakçılığı men, takip ve tahkik etmek, suç işlenmesini önlemek için gerekli tedbirleri almak ve uygulamak, ceza infaz kurumları ve tutukevlerinin dış korunmalarını yapmak.
b) Adli görevleri;
İşlenmiş suçlarla ilgili olarak kanunlarda belirtilen işlemleri yapmak ve bunlara ilişkin adli hizmetleri yerine getirmek.
d) Diğer görevleri;
Yukarıda belirtilen görevler dışında kalan ve diğer kanun ve nizam hükümlerinin icrası ile bunlara dayalı emir ve kararlarla Jandarmaya verilen görevleri yapmak.
Silah Kullanma Yetkisi
Madde 11 – Jandarma, kendisine verilen görevlerin ifası sırasında hizmet özelliğine uygun ve görevin gereği olarak kanunlarda öngörülen silah kullanma yetkisine sahiptir.
Yürürlükten kaldırılan ve uygulanmayacak olan hükümler:
Madde 25 –
...
2)1559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanununun,
3)3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanununun,
4) Disiplin hükümleri saklı kalmak kaydıyla 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun,
Ve diğer kanunların,
Bu Kanuna aykırı hükümleri Jandarma Teşkilatı için uygulanmaz."
91. 17/12/1983 tarihli ve 18254 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Jandarma Teşkilatı Görev ve Yetkileri Yönetmeliği’nin 24., 38., 39., 40., 41. ve 42. maddeleri şöyledir:
“Genel Yetki
Madde 24 - Jandarma, emniyet ve asayişi sağlama ve kamu düzenini koruma amacıyla Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu ile Polis Vazife ve Selahiyet Kanununda belirtilen gerekli her türlü güvenlik tedbirlerini almaya yetkilidir.
Zor Kullanma Yetkisi
Madde 38 - Jandarma kanun ve nizamlara uygun olarak kişileri yakalama veya toplulukları dağıtma sırasında karşılaştığı direnmeleri, kırmak, saldırıya yeltenen veya saldırıda bulunanları etkisiz duruma getirmek için zor kullanabilir.
Zor kullanmanın niteliği ve derecesi karşılaşılan direnme veya saldırıya göre değişmek üzere; yeterli biçimde ve nitelikte bedeni kuvvet, maddi güç ve şartları gerçekleştiğinde her çeşit silah kullanmayı kapsar.
Toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda; zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gerecin seçimi öncelikle, kuvvetin başındaki komutana aittir. Bu konuda mülki amirin yetkileri saklıdır.
Silah Kullanma Yetkisi ve Bu Yetkinin Kullanılacağı Durumlar
Madde 39 - Jandarma, aşağıda yazılı hallerde silah kullanmaya yetkilidir:
a. Nefsini müdafaa etmek için,
b. Başkasının ırz ve canına vuku bulan ve başka suretle men'i mümkün olmayan bir saldırıyı savmak için;
g. Jandarmanın görevini yapmasına yalnız veya toplu olarak fiili mukavemette bulunulmuş veya fiili saldırı ile karşı gelinmişse,
h. Devlet nüfuz ve icraatına silahlı olarak karşı gelinmişse,
k. Ceza infaz kurumları ile tutukevlerinde, iç yönetimce bastırılmayan isyan, kargaşa, direnme ve kavga çıkması durumunda; cezaevi müdürü ile gardiyanların başvurusu üzerine kuruma girilmesi halinde,(a) ve (b) bentlerinde gösterilen silah kullanma yetkileri çerçevesinde,
Silah Kullanmanın Kapsamı ve Uyulması Gereken Esaslar
Madde 40 - Silah kullanmak deyiminden, mutlaka ateş etmek anlaşılmaz. Ateş etmek, silah kullanmada en son çaredir. Buna bağlı olarak:
a. Bu yönetmeliğin uygulanmasında silah deyimi; ateşli silahları, kesici ve dürtücü silahları, önleyici, etkisiz duruma getirici ve savunmaya ilişkin aletleri cop, sis ve gaz bombalarını; gaz, boyalı ve boyasız basınçlı su püskürten, personel ve malzeme taşıyabilir zırhlı ve zırhsız araçları, helikopter ve uçakları kapsar.
b. Silah kullanma yetkisine sahip bulunan amir ve görevliler, kanun ve nizamların belirlediği yetkilerini zamanında kullanmaz ya da silahlarından yeterince yararlanmazsa, davranış ve tutumunun niteliğine göre cezalandırılır.
"Din ve vicdana göre lazım sayılan hareketler" ile "şahsi tehlike korkusu" yüzünden silah kullanmaktan kaçınmış olmak cezayı kaldırmaz ve hafifletmez.
c. Silah kullanmada, olayın ve durumun özellikleri gözönünde bulundurularak; savunmaya ilişkin aletlerle önleyici ve etkisiz duruma getirici aletleri kullanılmasına öncelik verilir. Daha sonra, kesici ve dürtücü silahlarla, ateşli silahların hedefe yöneltilmesi safhasına geçilir. Etkili olunmadığında, dipçik ve kabzalar kullanılır. Buna rağmen amaç sağlanamamışsa, kesici ve dürtücü silahlarla, ateşli silahlar kullanılır. Ateşli silahların kullanılmasında sırasıyla; önce havaya ihtar atışı yapılır, sonra ayağa doğru ateş edilir. Buna rağmen silah kullanmaya yol açan olay ve durum bastırılamamışsa hedef gözetilmeden ateş edilir.
Bu sıranın her olayda aynen izlenmesi zorunlu değildir. Olayın özelliğine göre, sıra atlanabileceği gibi, şartları varsa doğrudan doğruya hedefe de ateş edilebilir.
Bu gibi durumlarda, neden bu şekilde hareket edildiği olay tutanağında açıkça ve özellikle belirtilir.
d. Ateşli Silahlarla Ateş edilmesi;
(1) Öncelikle bu konuda emir verilmiş olmasına bağlıdır.
(2) Ateş emri verilmemiş olsa bile 39 uncu maddede sayılan, durum ve özelliklerin ortaya çıkması nedeniyle, silahın kullanma zamanını, ölçü ve tarzını, her alandaki özel şartları gözönünde tutarak; her görevli kendisi değerlendirir ve saptar.
Diğer silahların kullanılması, emirle ve emirde belirtildiği şekilde olur.
Yetkilerin Kullanılması
Madde 41 - Zor ve silah kullanma yetkileri dışında:
Polis Vazife ve Selahiyet Kanununda öngörülen ve yönetmeliğin bu bölümünde ayrıntıları gösterilen görevlerin yapılması ve yetkilerin kullanılması; İl Jandarma alay, ilçe jandarma bölük, bucak jandarma takım ve jandarma karakol komutanlarına aittir.
Jandarma iç güvenlik birliklerinin diğer makam ve memurları; geçerli bir yetki devri olmadıkça ya da yetkili amirlik makamlarının emri olarak verilmedikçe, bu konudaki görevleri yapamaz ve yetkileri kullanamazlar. Ancak bu konulara ilişkin bir ihlalle karşılaştıklarında durumu bir tutanakla belgeler ve silsile yoluyla ilgili makama gönderirler.
Suçların kovuşturulması yönünden Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun öngördüğü yetkiler gözönünde tutulur.
Genel Görevler
Madde 42 - Jandarma; emniyet ve asayişi sağlamak, kamu düzenini korumakla yükümlü olup, bu görevlerini iki şekilde yürütür.
a. Kanunlara, tüzüklere, yönetmeliklere, hükümet emirlerine ya da tebliğlere ve genel olarak kamu düzenine uygun olmayan eylemleri, işlenmesinden önce kanun ve nizamlar çerçevesinde önlemek.
b. İşlenmiş olan bir suç hakkında Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ile diğer kanunlarda yazılı görevleri yapmak,
Jandarmanın görevlerini yerine getirirken önde gelen amacı; insana taşınır ve taşınmaz eşyaya en az zarar verilerek, bozulan kanun ve nizam ortamını yeniden kurmaktır.
Jandarma görevin yürütülüşünde kanuni kısıtlamalara ve insani düşüncelere bağlıdır. Faaliyetlerine muhatap olanlara, düşman gibi görülmemesi için gerekli özeni gösterir.
2. Uluslararası Belgeler
92. 13/1/1993 tarihli Kimyasal Silahların Geliştirilmesi, Üretimi, Stoklanması ve Kullanımının Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşme’ye (KSS) göre göz yaşartıcı gaz kimyasal silah sayılmamakta ve bu tür gazların -iç ayaklanmaların kontrolü de dâhil olmak üzere- asayişin sağlanması amacıyla kullanılmasına izin verilmektedir (Madde II § 7, 9 (d)). KSS, Türkiye'de 11/6/1997 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
93. Kolluk Görevlileri Tarafından Zor ve Ateşli Silah Kullanılması Hakkında Temel İlkeler’in (Birleşmiş Milletler [BM] Suçun Önlenmesi ve Suçluların Islahı Sekizinci Kongresi, Havana, 27/8/1990 - 7/9/1990, BM, A/CONF.144/28/Rev.1, 1990, s. 112-115) ilgili bölümleri şöyledir:
3. Öldürücü nitelikte olmayan etkisizleştirici silahların geliştirilmesi ve dağıtılması hususu, olaylarla ilgisi bulunmayan kişilerin zarar görme riskini en aza indirebilmek amacıyla dikkatli bir şekilde değerlendirilmelidir ve bu tür silahların kullanımı titizlikle kontrol edilmelidir.
5. Güç ve ateşli silahların, kanuna uygun olarak kullanımı kaçınılmaz hale geldiğinde, kolluk görevlileri:
(a) Bu tür araçların kullanımına sınırlı olarak başvurur ve suçun ağırlığı ve gerçekleştirilmesi hedeflenen meşru amaç ile orantılı biçimde tasarrufta bulunur;
(b) Zarar ve yaralanmaları en aza indireceklerdir ve insan yaşamına saygı gösterir ve onu korur;
(c) Yaralananlara veya müdahalelerden etkilenenlere, mümkün olan en kısa sürede yardım ulaştırılmasını ve tıbbi yardım sağlanmasını temin eder;
(d) Yaralananların veya müdahalelerden etkilenenlerin akrabaları veya yakın arkadaşlarının, mümkün olan en kısa sürede durumdan haberdar edilmelerini sağlar;
9. Kolluk görevlileri; ölüm veya ağır yaralanmaya sebebiyet verecek yakın bir tehlikeye karsı kendilerini veya başkalarını savunma, yaşamı ciddi şekilde tehdit eden özellikle ağır nitelikli bir suçun islenmesini önleme, bu tür bir tehlike yaratan ve emirlere karsı gelen bir kimseyi yakalama veya bu tür bir kimsenin kaçmasını önleme amaçları dışında ve söz konusu amaçları gerçekleştirmede daha hafif yöntemler yetersiz kalmadığı sürece başkalarına karsı ateşli silah kullanamaz. Her halükarda, ateşli silahlara, ancak yaşamı koruma açısından büsbütün kaçınılmaz olduğu hallerde başvurulmalıdır.
14. Kolluk görevlileri, ateşli silahları, sadece daha az tehlikeli araçların kullanılmasının mümkün olmadığı hallerde ve sadece gereken asgari ölçüde kullanabilirler. Kolluk görevlileri, ateşli silahları, 9. ilke kapsamında belirtilen durumlar dışında kullanamaz.”
94. Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesi (CPT), kanunların uygulanmasında bu tür gazların kullanımına ilişkin endişelerini ifade etmiştir. CPT’nin görüşü şöyledir:
“(…) Biber gazı, potansiyel olarak tehlikeli bir maddedir ve kapalı alanlarda kullanılmamalıdır. Açık havada kullanılması halinde bile, CPT’nin ciddi çekinceleri bulunmaktadır; istisnai olarak kullanılması gerektiğinde, bölgede belirli güvenlik tedbirlerinin alınması gerekmektedir. Örneğin, biber gazına maruz kalan kişiler derhal bir doktora ulaştırılmalı ve bu kişilere panzehir sağlanmalıdır. Biber gazı, halihazırda kontrol altına alınmış bir tutukluya karsı asla kullanılmamalıdır.” (CPT/Inf [2009] 25).
95. CPT, Avrupa Konseyinin bazı üye devletlerine yaptığı ziyaretlerle ilgili raporlarında aşağıdaki tavsiyelerde bulunmuştur:
“... (A) Biber gazı kullanımının kontrolüne ilişkin olarak düzenlenecek açık bir yönerge, en azından şu hususları içermelidir:
-biber gazının kapalı alanlarda kullanılmaması gerektiğinin açıkça belirtildiği, biber gazının hangi durumlarda kullanılabileceğine dair açık talimatlar;
-biber gazına maruz kalan tutukluların derhal doktora ulaştırılmalarına ve kendilerine rahatlatıcı tedbirlerin sunulmasına dair hakları;
-biber gazı kullanma yetkisi verilmiş personelin nitelikleri, eğitimleri ve yeteneklerine ilişkin bilgiler;
-biber gazının kullanımına ilişkin yeterli bir raporlama ve denetim mekanizması …” (CPT/Inf [2009] 8).
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
96. Mahkemenin 8/6/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
97. Başvurucu, Çanakkale E Tipi Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunduğu sırada Cezaevinde yapılan ölüm orucu eylemlerini sonlandırmak için gerçekleştirilen operasyonda kolluk kuvvetleri tarafından atılan gaz bombasının sağ koluna isabet etmesi nedeniyle yaralandığını, yaralandıktan sonra dört beş saat boyunca kendisine hiçbir tıbbi müdahalede bulunulmadığını, gecikmeli olarak yapılan müdahalede dirseğinin üstünden kolunun kesildiğini, terör hükümlüsü olması nedeniyle ayrımcılığa maruz kaldığını, operasyon nedeniyle uğradığı zarar için açtığı tam yargı davasının kısmen kabulüne karar verildiğini; ancak, bu kararın Danıştay tarafından davanın tamamen reddine karar verilmesi yönünde bozulduğunu, devletin gözetim ve koruması altındaki bir infaz kurumunda gerçekleştirilen operasyona kendisinin sebebiyet vermediğini, devletin cezaevlerinde güvenliği sağlama görevinin olduğunu, Cezaevindeki hizmet kusurunun nedeninin idare olduğunu, operasyon sırasında orantısız güç kullanıldığını, İdare Mahkemesinde açtığı davanın on iki yıldan fazla bir süreden beri devam ettiğini belirterek Anayasa’nın 10., 17. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan yaşam hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı, adil yargılanma hakkı ve ayrımcılık yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlalin tespiti ve tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
98. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder(Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bir olayda yaşam hakkına ilişkin ilkelerin uygulanabilmesi için gerekli şartlardan biri doğal olmayan bir ölümün gerçekleşmesi olmakla birlikte bazı durumlarda ölüm gerçekleşmese dahi olayın yaşam hakkı çerçevesinde incelenebilmesi mümkündür. AİHM de ölümle sonuçlanmayan yaralanma olaylarını kişiye karşı kullanılan gücün derecesi, türü ve güç kullanımının ardında yatan niyet ve amacı diğer faktörlerle birlikte dikkate alarak yaşam hakkı kapsamında inceleyebilmektedir(Mehmet Karadağ, B. No: 2013/2030, 26/6/2014, § 20) Somut olayda Ceza İnfaz Kurumunda çıkan isyanı bastırmak için güvenlik güçlerinin attığı potansiyel olarak ölüm neticesini doğurmaya elverişli göz yaşartıcı bombanın başvurucunun uzuv kaybı olacak ve hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanması sonucunda dirsek üstünden kolunun kesilmesine sebep olduğundan başvuru, Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında değerlendirilmiştir.
99. Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de makul sürede yargılanma hakkına ilişkin iddiaların yaşam hakkı ile işkence ve kötü muamele yasağının usul yükümlülüğü kapsamında kalması nedeniyle adil yargılanma hakkı yönünden ayrıca inceleme yapılmamıştır.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
100. Bakanlık görüşünde kabul edilebilirliğe ilişkin olarak başvuru konusu olayın 2000 yılında meydana gelmesi nedeniyle zaman bakımından yetki hususuna dikkat çekmiştir.
101. Başvurucu, Bakanlığın bu konudaki görüşüne karşı zaman bakımından yetki konusunda yargılama sonunda verilen kararın kesinleşme tarihinin dikkate alınması gerektiğini ileri sürmüştür.
a. Yaşam Hakkının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
102. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler."
103. Bu hüküm gereğince Anayasa Mahkemesi 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler. Dolayısıyla Mahkemenin zaman bakımından yetkisi bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurularla sınırlı olduğundan (G.S., B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14) başvuru konusuna ilişkin olayın gerçekleşme tarihinin bir önemi bulunmamaktadır.
104. Somut olayda başvuru konusu iddialarla ilgili Çanakkale İdare Mahkemesinin kısmi ret kararının Danıştay Onuncu Dairesinin 10/13/2013 tarihli karar düzeltme talebinin reddi kararıyla kesinleşmesi nedeniyle başvurunun Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi kapsamında kaldığı değerlendirilmiştir.
105. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddialarda başvurucunun uğradığı zararın telafisi için birden fazla yol bulunmakta ise de bunlardan en etkin olanı ceza soruşturması ve/veya kovuşturması olduğundan bu yol tüketilmeksizin yapılan başvurunun kabul edilebilir olup olmadığının da değerlendirilmesi gerekmektedir.
106. Başvurucunun yaralanmasıyla sonuçlanan olayla ilgili olarak kolluk görevlileri hakkında Çanakkale 1. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2013/42 esasında kasten yaralama suçundan açılan kamu davasına ilişkin olarak 18/12/2014 tarihinde verilen beraat kararı temyiz incelemesi için hâlen Yargıtay 1. Ceza Dairesinde bulunmaktadır (bkz. § 66).
107. Başvurucu Çanakkale 1. İdare Mahkemesinin 9/7/2008 tarihli ve E.2007/190, K.2008/363 sayılı kararına karşı yaşam hakkı ile işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasıyla bireysel başvuruda bulunmuştur.
108. Yaşam hakkının ihlaline ilişkin olaylarda Anayasa'nın 17. maddesi gereğince devletin, ölümcül saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmasına imkân verebilecek nitelikte ceza soruşturması yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, yaşam hakkı ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 55). Esasen yaşam hakkı kapsamında kalan başvurularda, yetkililerin olaya ilişkin ceza soruşturması yapılmaksızın sadece tazminat ödenmesiyle sınırlı kalınması hak ihlaline yol açabilecektir (Mehmet Orhan ve diğerleri, B. No: 2012/1258, 19/11/2014, § 36)
109. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“... Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
110. 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
111. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).
112. Kural olarak bir işlem ya da kararın bireysel başvuruya konu olabilmesi için bu hususta öngörülen tüm kanun yollarının tüketilmesi gerekir. 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer verilen kanun yollarının tüketilmesi koşulu, bireysel başvurunun temel hak ihlallerini önlemek için son ve olağanüstü bir çare olmasının doğal sonucudur. Diğer bir ifadeyle temel hak ihlallerini öncelikle idari makamların ve derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılmaktadır (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, §§ 20, 21).
113. Ancak belirtilen hükümlerde yer verilen olağan başvuru yolları ibaresinin, başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olarak anlaşılması gerekmektedir. Ayrıca başvuru yollarını tüketme kuralı ne kesin ne şeklî olarak uygulanabilir bir kural olup bu kurala riayetin denetlenmesinde münferit başvurunun koşullarının dikkate alınması esastır. Bu anlamda yalnızca hukuk sisteminde birtakım başvuru yollarının varlığının değil aynı zamanda bunların uygulama şartları ile başvurucunun kişisel koşullarının gerçekçi bir biçimde ele alınması gerekmektedir. Bu nedenle başvurucunun, kendisinden başvuru yollarının tüketilmesi noktasında beklenebilecek her şeyi yerine getirip getirmediğinin başvurunun özellikleri dikkate alınarak incelenmesi gerekir (Işıl Yaykır, B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 42).
114. Başvuruya konu olayla ilgili olarak gerek başvurucunun şikâyeti gerekse resen yürütülen soruşturmalar sonucunda açılmış ve neticelenmiş olan davalar yanında derdest olan dava, yürütülen ve kesinleşmemiş kovuşturmalar bulunmakta ise de başvuru konusu olayda devletin yaşam hakkı kapsamındaki yükümlülüklerinin Anayasa Mahkemesince bu aşamada incelenmesi ve bu yükümlülüklere uygun davranılıp davranılmadığının belirlenmesi ikincil koruma mekanizması ile çelişmeyecektir (Rahil Dink ve diğerleri, B. No: 2012/848 , 17/7/2014, § 76) Bir ihlal iddiasına ilişkin olarak başvurulabilecek birden fazla etkili başvuru yolunun bulunması durumunda, kural olarak başvurucunun aynı amacı taşıyan başvuru yollarının tamamını tüketmesi beklenemez (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Kozacıoğlu/Türkiye, B. No: 2334/03, 19/2/2009, § 40).
115. Diğer taraftan etkili bir başvurudan söz edebilmek için başvuru yolunun sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp bu yolun uygulamada fiilen de etkili olması ve başvurulan makamın ihlal iddiasının özünü ele alma yetkisine sahip bulunması gerekir.Ancak bir hak ihlali iddiasını önleyebilme, devam etmekteyse sonlandırabilme veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilme ve bunun için uygun bir giderim sunabilmesi hâlinde başvuru yolunun etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir. Yine vuku bulmuş bir hak ihlali iddiası söz konusu olduğunda tazminat ödenmesinin yanısıra sorumluların ortaya çıkarılması bakımından da usule ilişkin yeterli güvencelerin sağlanması gerekir (Sedat Selim Ay, B. No: 2013/2355, 7/11/2013, § 28).
116. Bir soruşturmanın açılmayacağını, soruşturmada ilerleme olmadığını, etkili bir ceza soruşturması yapılmadığını ve ileride de etkili bir soruşturmanın yürütüleceği konusunda gerçekçi bir şans olmadığının farkına vardıkları veya varmaları gerektiği andan itibaren başvurucuların yaptığı bireysel başvurular kabul edilebilmelidir. Yaşam hakkı ile ilgili böyle bir durumda başvurucular gerekli özeni göstermeli, inisiyatifi ele alabilmeli ve şikâyetlerini çok uzun süre geçirmeden Anayasa Mahkemesine sunabilmelidirler. Soruşturmanın çok uzun sürmesi ve soruşturma süreci tamamlanmadan başvuru yapılması konusunda başvuruculara karşı çok katı bir tutum takınılmamalıdır (Rahil Dink ve diğerleri, 77).
117. Kamu görevlisi olan sanıklar hakkında kasten öldürme ve yaralama suçlarından Çanakkale 1. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 16/9/2008 tarihli delil yetersizliği nedeniyle verilen beraat kararının temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 12/12/2012 tarihli ilamıyla eylemlerin bir isyanın bastırılması sırasında meşru savunma kapsamında gerçekleştirildiği, bu nedenle 5271 sayılı Kanun’un 223. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (d) bendi uyarınca beraat kararı verilmesi gerektiğinden bahisle bozulmuştur (bkz. § 64).
118. Bozmaya uyarak yargılamaya devam eden İlk Derece Mahkemesi tarafından 18/12/2014 tarihinde bozma ilamı doğrultusunda meşru müdafa hükümlerine göre sanıkların beraatlerine karar verilmiştir. Verilen bu karar temyiz incelemesi için hâlen Yargıtayda bulunmaktadır. Olay tarihi olan 18/12/2000’den beri on beş yıldan fazla bir süre devam eden yargılamanın bitirilememiş olması, beraat kararının Yargıtay bozma ilamı doğrultusunda verilmiş olması dikkate alındığında başvurucuya karşı işlenen suç yönünden bu aşamadan sonra ceza kovuşturmasının telafi edici bir etkinliğinin bulunduğunun söylenme imkânı bulunmamaktadır.
119. Başvurucu yönünden neredeyse hiçbir başarı imkânı kalmayan ceza kovuşturmasının kesinleşmesinin beklenmesi, başvuru için gerekli şeklî birtakım eksikliklerin tamamlanmasından öte bir değer taşımayacaktır. Zira hukuk sistemindeki alternatif bütün giderim yollarını kullanan başvurucunun kendisinden kaynaklanmayan bazı nedenlerle başvurularının bir kısmının neticelenmemesinin kendi aleyhine sonuç doğuracak şekilde yorumlanması, bireysel başvurunun amacıyla örtüşmediği gibi birbirinden bağımsız olarak öngörülen başvuru yollarının kendi içinde etkinliğinin ortadan kaldırılması sonucunu doğuracaktır. Esasında başvurucu, Anayasa’nın 17. maddesi bakımından tek başına etkin ve yeterli bir hukuk yolu teşkil eden ceza yargılaması yolunu gerektiği gibi kullanmış; kamu makamlarına ihlalin giderilmesi fırsatını tanımıştır.
120. Açıklanan nedenlerle yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına konu fiillerde en etkin giderim yolu olan ceza yargılamasının etkisiz bir yol olduğu açığa çıktıktan sonra bu yolun tüketilmesinin beklenmesi gerekli olmadığından başvurunun incelenmesine karar verilmiştir.
121. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Yaşam Hakkının Usuli Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
122. Başvurucu, idare mahkemesinde açmış olduğu tam yargı davasının on iki yıldan fazla süredir devam ettiğini, bu nedenle makul sürede yargılanma hakkı bağlamında yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
123. Devletin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüklerin bir de usule ilişkin yönü bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, bir kişinin maddi ve manevi varlığının zarar görmesine sebep olan olaylar ile doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir resmî soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, kişilerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlıklarını koruyan hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların sorumlulukları altında meydana gelen ölümler ile bireylerin maddi ve manevi varlığına verilen zararlar için hesap vermelerini sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).
124. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında devletin yerine getirmek zorunda olduğu pozitif yükümlülüklerin usule ilişkin boyutu, yaşanan ölüm olayının veya bireylerin maddi ve manevi varlığının zarar görmesine sebep olan vakaların tüm yönlerinin ortaya konmasına ve sorumlu kişilerin belirlenmesine imkân tanıyan bağımsız bir soruşturma yürütülmesini gerektirmektedir (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 94).
125. Bununla birlikte ölüm olayını aydınlatmak üzerine yürütülen ceza soruşturmaları ile mağdurların kendi inisiyatifleri ile hukuk veya idare mahkemesinde açtıkları dava yollarının sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp bu yolun uygulamada fiilen de etkili olması ve başvurulan makamın, ihlal iddiasının özünü ele alma yetkisine sahip bulunması gereklidir. Ancak bir hak ihlali iddiasını önleyebilme, devam etmekteyse sonlandırabilme veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilme ve bunun için uygun bir giderim sunabilmesi hâlinde başvuru yolunun etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir (Tahir Canan, § 26; Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, § 39).
126. Yürütülecek soruşturmalarda makul bir hızda gerçekleştirilme ve özen gösterilme zorunluluğu da zımnen mevcuttur. Elbette ki bazı özel durumlarda soruşturmanın veya kovuşturmanın ilerlemesine engel olan unsurlar ya da güçlükler bulunabilir. Ancak bir soruşturmada ve devamında yapılan kovuşturmada yetkililerin hızlı hareket etmeleri, yaşanan olayların daha sağlıklı bir şekilde aydınlatılabilmesi, kişilerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği ya da kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından kritik bir öneme sahiptir (Deniz Yazıcı, B. No: 2013/6359, 10/12/2014,§ 96; Filiz Aka, § 29).
127. Yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında yürütülecek olan ceza soruşturmalarının yanı sıra hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının da makul derecede ivedilik ve özen şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda, Anayasa'nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 110; Filiz Aka, § 33).
128. Yaşam hakkına ilişkin açılan tam yargı davalarında makul sürenin hesaplanmasında sürenin başlangıcı idareye başvuru tarihidir. Somut olayda başvurucu 19/12/2001 tarihinde zararının giderilmesi için idareye yaptığı başvurunun reddedilmesi üzerine 15/4/2002 tarihinde Bursa 1. İdare Mahkemesine dava açmış, Mahkeme tarafından davanın ehliyet yönünden reddine dair 21/5/2003 tarihli karar Danıştay Onuncu Dairesinin 7/3/2006 tarihli ilamıyla bozulmuş; bozmadan sonra Çanakkale İdare Mahkemesinin 9/7/2008 tarihli kararıyla davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, bu kararın da temyiz edilmesi üzerine Danıştay Onuncu Dairesinin 28/11/2011 tarihli kararıyla hüküm reddedilen kısım yönünden onanmış, kabul edilen kısım yönünden ise bozulmuştur. Bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda İlk Derece Mahkemesinin 14/3/2014 tarihli kararıyla davanın reddine karar verilmiş, bireysel başvuru yapıldıktan sonra bu karar Danıştayın aynı Dairesi tarafından 29/2/2016 tarihinde onanmıştır (bkz. §§ 72-83).
129. Anayasa Mahkemesinin kararını verdiği tarih itibarıyla 14 yıldan fazla süren yargılama, makul sürede bitirilememiştir. Aynı konuda daha önce AİHM’e müracaatta bulunan başvurucuya etkili soruşturma yükümlülüğü kapsamında makul sürede yargılamanın bitirilmediği gerekçesiyle 27/1/2015 tarihinde 8.000 avro ödenmesine karar verilmiştir (bkz. §§ 85-87).
130. Öncelikle AİHM tarafından verilen ihlal ve tazmin kararının Anayasa Mahkemesini bağlayıcı nitelikte olup olmadığı, başvurucunun mağdur sıfatını ortadan kaldırıp kaldırmadığı değerlendirilerek kabul edilebilirlik hakkında karar verilmesi gerekmektedir.
131. Bireysel başvurunun uygulamaya başlandığı 23/9/2012’ten sonra kesinleşen idari ya da yargısal kararlar nedeniyle Anayasa’da güvence altına alınan temel hak ve hürriyetlerinden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS/Sözleşme) ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla bireyler tarafından Anayasa Mahkemesine başvurulabilir. Anılan tarihten önce ise kamu gücü tarafından yapıldığı ileri sürülen ihlal iddialarıyla ilgili şartları taşıması hâlinde AİHM’e başvurulabilmekteydi. Bu tarihten sonra Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolunu tüketmeden artık AİHM’e başvurulması mümkün değildir (Hasan Uzun/Türkiye [k.k.], B. No: 10755/13, 3/1/2013). Zira gerek Anayasa Mahkemesine gerekse AİHM’e yapılan bireysel başvurular koruma sistemi bakımından ikincil niteliktedir.
132. AİHS’in 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca AİHM’in kesinleşmiş ihlal kararları taraf devletler açısından bağlayıcıdır. AİHM ihlal kararının taraf devlet açısından bağlayıcı olması, Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal niteliğinde olmayan kararlar yönünden yeniden değerlendirme yapılması ve ihlal kararlarındaki miktardan daha fazla tazminat verilmesi imkanını ortadan kaldırdığı anlamına gelmemektedir. Ancak AİHM tarafından verilen ihlal ve tazmin kararı sonucunda diğer şartların gerçekleşmesi durumunda başvurucunun mağdur sıfatının ortadan kalkması mümkündür. Ancak bu durum ne AİHM’in Türk Anayasa Mahkemesinin yerine ne de Türk Anayasa Mahkemesinin AİHM’in yerine geçerek onun adına karar verebileceği anlamına gelmektedir.
133. Anayasa Mahkemesi açısından idari makamlar ve derece mahkemeleri tarafından başvurucular lehine bir tedbir ya da kararın alınması suretiyle ihlalin tespit edilmesi ve verilen karar ile bu ihlalin uygun ve yeterli biçimde giderilmesi hâlinde ilgili tarafın artık mağdur olduğu ileri sürülemeyecektir. Bu iki koşul yerine getirildiği takdirde bireysel başvuru mekanizmasının ikincil niteliği dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin inceleme yapmasına gerek kalmayacaktır. (Sadık Koçak ve diğerleri, § 83; Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 61, 74).
134. Aynı şekilde AİHM de ulusal yetkililerce ihlalin tespit edilmesi ve verilen karar ile bu ihlalin uygun ve yeterli biçimde giderilmesi hâlinde başvurucunun, Sözleşme'nin 34. maddesi anlamında bundan böyle mağdur olduğunu ileri süremeyeceğini belirtmektedir (Fatma Yüksel/Türkiye, B. No: 51902/08, 9/4/2013, § 44). AİHM, bunun yanısıra cezanın hafifletilmesi veya ulusal makamlarca başvurucu lehine bir tedbir ya da kararın alınması doğrultusunda ihlalin alenen kabul edilmesi veya en azından yeterli ve uygun ölçüde giderilmesi neticesinde mağdur sıfatının kaybedileceğini kabul etmektedir (Scordino/İtalya, [BD], B. No: 36813/97, 29/3/2006, §§ 178 ve devamı).
135. Başvuru konusu olayda Çanakkale E Tipi Ceza İnfaz Kurumunda ölüm oruçlarını sonlandırmak için güvenlik kuvvetleri tarafından yapılan müdahale sırasında 21/12/2000 tarihinde başvurucu, sağ kolu dirsek üstünden kesilecek, gaz bombasının isabet etmesi nedeniyle hayati tehlike geçirecek ve uzuv zaafı oluşturacak şekilde yaralanmıştır. Başvurucunun AİHM’e 17/1/2004 tarihinde yaptığı başvuru sonucunda 27/1/2015 tarihli kararla yaşam hakkının usul yükümlülüğünün ihlal edildiği gerekçesiyle başvurucuya 8.000 avro manevi tazminat verilmesine karar verilmiştir. Yargılamanın uzun sürmesi dolayısıyla başvurucu lehine verilen 8.000 avro tazminat miktarının, dava dosyalarının mahiyeti, davada müşteki ve sanık olan kişilerin sayısı dikkate alındığında uygun ve yeterli miktarda giderim oluşturduğu anlaşılmaktadır.
136. Açıklanan nedenlerle yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiği iddiası yönünden başvurucunun mağdur sıfatının kalktığı anlaşıldığından başvurunun kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. İşkence ve Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
137. Başvurucu 21/12/2000 tarihinde yaralandıktan sonra dört beş saat boyunca kendisine hiçbir tıbbi yardım sağlanmadığını, gecikmeli olarak yapılan tıbbi müdahaleden dolayı kolunun kesildiğini, bu şekilde işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
138. Bakanlık görüşünde, AİHM ve Anayasa Mahkemesinin ilke kararlarına atıfta bulunularak güvenlik kuvvetlerinin gerekli uyarılarına bazı hükümlü ve tutukluların silahlı olarak karşılık verdiği, bunun sonucunda bir askerin hayatını kaybettiği, operasyonun üç günde tamamlandığı, hükümlülerden de dört kişinin vefat ettiği, kendini yakan hükümlü F.K.nin kurtarılması için güvenlik güçleri tarafından yoğun çaba harcandığı, itfaiye tarafından su sıkıldığı, gaz bombası kullanıldığı, iş makineleriyle duvar yıkıldığı belirtilerek Anayasa Mahkemesi tarafından daha önceden verilen ilke kararlarının dikkate alınması gerektiği bildirilmiştir.
139. Başvurucu yaralandıktan sonra tıbbi yardımın dört beş saatlik gecikmeden sonra sağlandığı konusunda Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge ibraz etmemiştir. Ancak başvurucunun AİHM’e yaptığı başvuru sonucunda verilen 27/1/2015 tarihli ve 7309/04 sayılı kararında Çanakkale Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 25/12/2003 tarihinde bu iddia hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, başvurucunun bu karara itiraz ettiğini gösteren herhangi bir bilgi bulunmadığı belirtilmiştir (bkz. § 87).
140. Başvurucu aynı konuda aynı maddi vakıaların anlatıldığı dava dilekçesiyle Çanakkale İdare Mahkemesine tam yargı davası açtığından (bkz. §§ 72-83) bu konudaki şikâyeti üzerine yapılan ceza soruşturmasındaki başvuru yollarını tüketmemesine rağmen dava hakkında kabul edilemezlik kararı verilmemiştir. Zira başvurucunun kötü muamele iddialarıyla ilgili olarak Cumhuriyet Savcılığı tarafından kovuşturmaya yer olmadığına, İdare Mahkemesi tarafından da davanın reddine dair verilen bu kararlar farklı zamanlarda neticelenmekle birlikte -aşamaların aynı olay kapsamında kamu görevlilerinin ve devletin sorumluluğuna yönelik olduğu gözetildiğinde- soruşturmanın bir bütün olarak değerlendirilmesinde Çanakkale İdare Mahkemesinin kararının kesinleşme tarihi dikkate alınmıştır (Süleyman Deveci, B. No: 2013/3017, 16/12/2015, § 69).
141. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasıyla insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye “işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).
142. Devletin, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).
143. Anayasa’nın 17. maddesi cezaevinde tutulan bir hükümlü veya tutuklunun içinde bulunduğu şartların insan onuruna yakışır bir şekilde olmasını da koruma altına almaktadır. İnfazın yöntemi ve infaz sürecindeki davranışların mahkûmları, özgürlükten mahrum kalmanın doğal sonucu olan kaçınılmaz elem seviyesinden daha fazla sıkıntılı veya eziyetli bir duruma sokmaması gerekir. Cezaevinde tutulmanın pratik gerekleri çerçevesinde mahkûmların sağlık ve esenlikleri gibi hususların yeterli bir şekilde güvence altına alınması ve makhûmlara gerekli tıbbi yardımın sağlanması da insan onuruna yakışır koşulların sağlanması için gereklidir (Turan Günana, B. No: 2013/3550, 19/11/2014, § 39). Bu çerçevede hasta bir kişinin uygun olmayan fiziki ve tıbbi koşullarda tutulması da Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasına aykırı bir muamele olarak kabul edilebilir (Murat Karabulut, B. No: 2013/2754, 18/2/2016, § 65).
144. Somut başvuruda Cezaevinde yapılan operasyon sona erince 21/12/2000 tarihinde saat 14.00’te tutanak tanzim edilmiştir. Bu tutanağa göre saat 11.30 civarında M.K. ve S.İ. dışarı çıkmışlardır. Bu kişilerden hemen sonra başvurucunun da aralarında bulunduğu on sekiz kişi binadan çıkmıştır. Olay yeri saat 12.15’te tamamen tahliye edilerek operasyon sona ermiştir. Çanakkale Devlet Hastanesinin Yoğun Bakım Ünitesi hasta izleme formuna göre ise başvurucu 21/12/2000 tarihinde saat 12.15’te ameliyata alınmıştır. Ayrıca AİHM’in dosyasında bulunan ancak bireysel başvuru dosyasına ibraz edilmeyen tutanağa göre başvurucunun kolundaki fişek saat 11.00 civarında çıkarılarak Cumhuriyet Savcılığına gönderilmiştir.
145. Başvurucunun tıbbi müdahalenin, operasyonun sona ermesinden dört beş saat sonra yapıldığı iddialarının doğru olduğu varsayılırsa saat 16.00-17.00 civarında kendisine tıbbi müdahale yapıldığının kabul edilmesi gerekmektedir. Ancak dosyada bulunan ve birbirini teyit eden Çanakkale Devlet Hastanesinin yoğun bakım hasta izleme formu, başvurucunun kolundaki fişeğin saat 11.00’de çıkarıldığına dair tutanak ve operasyondan sonra saat 14.00’te tanzim edilen tutanaklardaki birbirini doğrulayan bilgilere göre başvurucuya, en geç ameliyata alındığı saat 12.15’te tıbbi yardımda bulunulmuştur. Bu süreye başvurucunun ambulansla Hastaneye geliş süresi de eklendiğinde tıbbi müdahalede olağan dışı bir gecikme yaşandığına dair bir bilgi bulunmamaktadır.Ayrıca başvurucu tarafından bu iddiasını kanıtlayabilecek nitelikte bir kanıt sunulmamıştır.
146. Öte yandan Çanakkale Devlet Hastanesinin 21/12/2000 tarihli raporuna göre başvurucunun sağ kolunda bulunan açık kırık ve yabancı nesnenin yol açtığı kompartman sendromuna, fasyotomi ve dekomprasyon yoluyla cerrahi olarak müdahale edilerek yabancı cismin çıkarıldığı, daha sonra başvurucunun Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi Plastik Cerrahi Servisine sevk edildiği anlaşılmaktadır.
147. İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Hastanesinde hükümlülere tahsisli yer bulunmadığından, 23/12/2000 tarihinde yaklaşık otuz saatlik gecikmeyle saat 18.50 sıralarında başvurucu Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi Plastik Cerrahi Servisine sevk edilmiştir. Başvurucu bu Hastanede iki hafta kaldıktan sonra 5/1/2001 tarihinde amputasyona karar verilmiştir.
148. Başvurucunun Plastik Cerrahi Servisine sevk edilmesindeki gecikmenin tek başına başvurucuya ampütasyon uygulanmasına yol açtığını gösterecek bir tıbbi tespit ya da başvurucu tarafından bu yönde alınmış herhangi bir bilirkişi raporu ya da uzman mütalaası bulunmamaktadır. Başvurucu İstanbul’daki hastaneye sevk edilinceye kadar ilk tıbbi müdahalenin yapıldığı Çanakkale Devlet Hastanesinde tutulmuş, sevki de ambulansla gerçekleştirilmiştir. Başvurucunun sürekli hekim gözetiminde tutulmuş olması, ayrıca Cerrahpaşa Tıp Fakültesine sevk edildiği tarihten iki hafta sonra kolunun kesilmesine karar verilmiş olması gözetildiğinde ihmal nedeniyle ampütasyon uygulandığı, dolayısıyla kötü muamelede bulunulduğunun söylenebilmesi mümkün görünmemektedir.
149. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
d. Ayrımcılık Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
150. Başvurucu; terör hükümlüsü olması nedeniyle kötü muameleye maruz kaldığını, kamu görevlileriyle aynı olanaklara sahip olmadan silahların eşitliği ilkesine aykırı olarak yargılandığını ileri sürmüştür.
151. Anayasa'nın 10. maddesi şöyledir:
"Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar."
152. Başvurucunun, Anayasa'nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine yönelik iddialarının soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp iddiaların Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 33).
153. Ayrımcılık yasağının ihlal edilip edilmediğinin tartışılabilmesi için kural olarak kişinin hangi temel hak ve özgürlüğü konusunda, ayrıca hangi temele dayalı olarak ayrımcılığa maruz kaldığının tespiti gerekir. Ayrımcılık iddiasının ciddiye alınabilmesi için başvurucunun, kendisiyle benzer durumdaki başka kişilere yapılan muamele ile kendisine yapılan muamele arasında bir farklılığın bulunduğunu ifade etmesi yeterli olmayıp ayrıca bu farklılığın meşru bir temeli olmaksızın ırk, renk, cinsiyet, din, dil vb. bir ayrımcılık temeline dayandığını makul delillerle ortaya koyması gerekir (Adnan Oktar [2], B. No: 2013/514, 2/10/2013, § 46).
154. Somut olayda başvurucunun, kendisine hangi temele dayalı olarak ayrımcılık yapıldığına ilişkin herhangi bir beyanda bulunmadığı gibi belirtilen iddiasını temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt da sunmadığı anlaşılmış olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
155. Açıklanan nedenlerle başvurucu ihlal iddialarını kanıtlayacak herhangi bir delil ileri sürmediğinden başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
156. Başvurucu; yapılan operasyon sırasında kolluk kuvvetleri tarafından orantısız güç kullanılarak atılan gaz bombasının sağ koluna isabet etmesi nedeniyle yaralandığını, gerçekleştirilen müdahalede kolunun dirsek üstünden kesildiğini, açtığı tam yargı davasının reddedildiğini, Cezaevinde operasyon yapılmasına neden olan hizmet kusurunun idareye ait olmasına rağmen davanın reddedildiğini belirterek yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
157. Bakanlık, başvurucunun bu iddiasına ilişkin görüş bildirmemiştir.
a. İlkeler
158. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesinin birinci ve dördüncü fıkraları şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Meşru müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır.”
159. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, birbiriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Devletin, negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme,bunun yanısıra, pozitif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 50, 51).
160. Kamu görevlilerinin güç kullanması sonucu gerçekleştiği iddia edilen ölüm olaylarının da devletin sahip olduğu “hiçbir bireyin yaşamına son vermeme” negatif yükümlülüğü kapsamında incelenmesi gerekmektedir. Bu yükümlülük hem kasıtlı bir biçimde öldürmeyi hem de kasıt olmaksızın ölümle sonuçlanan güç kullanımını içermektedir. Güç kullanımı, bedenî kuvvet kullanılması, diğer maddi güç araçlarının kullanılması veya silah kullanılması şeklinde gerçekleşebilecektir (Cemil Danışman, § 44)
161. Anayasa'nın 17. maddesinin son fıkrasına göre kamu görevlilerince güç kullanılmasının bir anlamda en ağır düzeyini ifade eden silah kullanılmasına “meşru müdafaa” ile “bir ayaklanma veya isyanın bastırılması” gibi kuralda sayılan durumlarda cevaz verilebilecektir. Ancak söz konusu durumlardaöldürücü kuvvete başvurulmasının yaşam hakkının ihlalini doğurmaması için güç kullanmayı gerekli kılacak “zorunlu bir durum”un varlığı aranacaktır (Cemil Danışman, § 45).
162. Kişilere karşı silah kullanılmasına olanak sağlayan Anayasa’nın 17. maddesinin koşulları gerçekleştiğinde kolluk güçlerinin bedeni kuvvet ve maddi güç kullanmasına öncelikle izin vereceğinin kuşkusuz olduğu, kamu düzenini sağlamakla yükümlü olan polisin (kolluk kuvvetlerinin) suç niteliğinde olan eylemleri başka türlü engelleme olanağı kalmadığında son çare olarak zora başvurabilmesine yönelik düzenlemelerin Anayasa’ya aykırılık oluşturmayacağı, diğer yandan kolluk güçlerinin kendilerine karşı kullanılacak güç ile orantılılığı aranmaksızın ve kademeli olarak etkisiz kılma yöntemleri belirtilmeksizin “ateşli silah” kullanmalarına imkân veren yasal düzenlemelerin Anayasa’ya aykırı olacağı belirtilmiştir (AYM, E.1996/68,K.1999/1, 6/1/1999).
163. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
164. Bütün temel hak ve özgürlükler için geçerli sınırlama koşullarını düzenleyen Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği kişilerin temel haklarından mahrum bırakılmaları hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile temel hakkından mahrum bırakılan bireyin hakları arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 37).
165. Ölçülülük ilkesi, “elverişlilik”, “gereklilik” ve “orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “Elverişlilik” öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, “gereklilik” ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, “orantılılık” ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).
166. Anayasa’daki düzenlemeye benzer şekilde AİHS’in 2. maddesine göre bir ölüm, a) bir kimsenin yasa dışı şiddete karşı korunmasının sağlanması, b) bir kimsenin usulüne uygun olarak yakalanmasını gerçekleştirme veya usulüne uygun olarak tutulu bulunan bir kişinin kaçmasını önleme, c) bir ayaklanma veya isyanın yasaya uygun olarak bastırılması durumlarında “mutlak zorunlu olanı aşmayacak bir güç kullanımı” sonucunda meydana gelmişse yaşam hakkının ihlalinin gerçekleştiğinden söz edilemez.
167. Anayasa’da yaşam hakkına güç kullanmak suretiyle yapılacak müdahalelere ilişkin Anayasa Mahkemesinin bu konuda daha önce vermiş olduğu kararlar birlikte değerlendirildiğinde kolluk güçlerinin ancak Anayasa’da belirtilen amaçlara ulaşmak adına başka bir çarenin kalmadığı “zorunlu durumlarda” silah kullanabilmelerine izin verdiği söylenebilecektir. Ayrıca silah kullanarak ulaşılmak istenen amaç ile karşı karşıya kalınan güce nispeten “ölçülü” olma şartı bulunmaktadır (Cemil Danışman, § 50).
168. Göz yaşartıcı gaz silahlarının uygun olmayan bir şekilde ateşlenmesi sonucunda gaz fişeklerinin ciddi yaralanmalara ya da ölüme yol açma riski bulunması nedeniyle ateşli silah kullanımına ilişkin olarak Anayasa Mahkemesinin kabul ettiği ilkelerin uygun düştüğü ölçüde bu silahların kullanımının da değerlendirme kriteri olarak kullanılması gerekmektedir (Turan Uytun ve Kevzer Uytun, B. No: 2013/9461, 15/12/2015, § 59).
169. Bu kapsamda yürüttükleri operasyonlarda gaz bombası kullanımı konusunda kolluk güçlerini yetkilendiren ve kullanım yöntemini yeterli ve etkili bir şekilde düzenleyen mevzuatın bu silahların keyfî ve aşırı kullanımına engel olacak ve kişiyi istenmeyen kazalara karşı koruyacak güvenceleri içermesi gerekmektedir (Turan Uytun ve Kevzer Uytun, § 60).
170. Göz yaşartıcı silahların kullanımı açısından yukarıdaki ilke dikkate alındığında bu silahların doğrudan ve dik bir açıyla müdahalede bulunulan kişilere tutularak ateşlenmemesi, bunun yerine silahın menzili dikkate alınarak havaya doğru uygun bir açıyla hedeflenen noktaya ulaşabilecek bir atışın yapılması gerekmekte olup böylelikle ciddi ve ölümcül yaralanmaların yaşanmasına engel olunabilecektir (Turan Uytun ve Kevzer Uytun, § 61).
171. AİHM de ölüm ya da yaralanmanın güvenlik güçlerinin silah kullanımı sonucu gerçekleştiğinin tartışmasız olduğu olaylarda, bu konudaki ispat yükünün Taraf Devlete ait olduğunu kabul etmekte ve “mutlak zorunlu olanı aşmayacak bir güç kullanımı” gerçekleştiğinin kanıtlanamaması hâlinde yaşam hakkının usul ve esas yönünün ihlal edildiğine karar vermektedir (Bektaş ve Özalp/Türkiye, B. No: 10036/03, 20/4/2010, § 57, Ataykaya/Türkiye, B. No: 50275/08, 22/7/2014, §§ 45-59).
b. İlkelerin Uygulanması
172. 19/12/2000 tarihinde güvenlik güçlerince Çanakkale E Tipi Ceza İnfaz Kurumuna müdahalede bulunulmuştur. Operasyon sırasında güvenlik güçleri tarafından atılan gaz bombasının başvurucunun koluna isabet etmesi nedeniyle sağ kolu kesilmiştir. Başvurucunun yaralanmasına sebep olan gaz bombasının kolluk kuvvetleri tarafından atıldığı konusunda dosyada bir ihtilaf bulunmamaktadır.
173. O hâlde bu aşamada çözümlenmesi gereken konu, yapılan müdahalenin Anayasa’nın 17. maddesinin dördüncü fıkrasındaki “meşru müdafaa” ve “bir ayaklanma veya isyanın bastırılması” kapsamına girip girmediğidir.
174. 19/12/2000 tarihinde Türkiye’de birçok cezaevinde F tipi cezaevlerininaçılmasına tepki olarak eylemler ve ölüm orucu olarak adlandırılan açlık grevleri başlatılmıştır. Bu eylemlere çoğunlukla terör suçlarından hükümlü ve tutuklular ön ayak olmuş, Çanakkale Cezaevinin de aralarında bulunduğu yirmi cezaevinde güvenlik kuvvetleri,devletin kontrolünü yeniden sağlamak, tutukluların ayaklanmasına ve hükümlüler için artık hayati tehlike oluşturan ölüm oruçlarına son vermek amacıyla müdahalede bulunmuştur.
175. Anayasa’nın 17. maddesinin dördüncü fıkrası bağlamında meşru müdafaa ve bir ayaklanma veya isyanın bastırılması amacıyla kesinlikle gerekli olması hâlinde kolluk kuvvetleri tarafından müdahale yapılması mümkündür. Buradaki kesinlikle gereklilik ifadesinin Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan genel sınırlama sebeplerinden olan "demokratik toplumda gereklilik" ifadesine göre daha katı ve zorlayıcı bir gereklilik ölçütüdür. Kullanılan güç özellikle Anayasa’nın 17. maddesinin dördüncü fıkrasında belirtilen amaçlarla orantılı olmalıdır (Benzer yönde karar için bkz. McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 18984/91, 27/9/1995, §§ 148-150)
176. AİHM kararlarında, bir kişinin sağlıklı hâldeyken gözaltına alındığı ancak salıverildiği zaman vücudunda yaralanma tespit edildiği durumlarda söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme ve mağdurun bu yöndeki iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma yükümlülüğünün devlete ait olduğu, özellikle ilgili iddiaların doktor raporları ile doğrulandığı hâllerde Sözleşme’nin 3. maddesi anlamında açık sorunların ortaya çıkacağı ifade edilmiştir (Hamdiye Aslan, B. No: 2013/2015, 4/11/2015, § 91). Aynı ilke devlet görevlilerinin denetimi altında bulundukları sırada güvenlik güçlerinin müdahaleleri sonucu örneğin askerî operasyon sırasında yaralanan kişiler söz konusu olduğunda da geçerlidir (Songül İnce ve diğerleri/Türkiye, B. No: 25595/08, 34252/10, 26/5/2015, § 73).
177. Bireysel başvurulara ilişkin şikâyetlerin incelenmesinde Anayasa Mahkemesinin sahip olduğu rol ikincil niteliktedir. Bir davadaki delilleri değerlendirmek kural olarak derece mahkemelerinin işi olduğundan Anayasa Mahkemesinin görevi, bu mahkemelerin maddi olaylara ilişkin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini koymak değildir. Yaşam hakkına ilişkin iddialarla ilgili olarak derece mahkemelerinde dava görüldüğü zaman, ceza hukuku sorumluluğunun Anayasa ve uluslararası hukuk sorumluluğundan ayrı tutulması gerekir. Anayasa Mahkemesinin yetkisi, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Sözleşme ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamında bulunanlarla sınırlıdır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin cezai sorumluluk bağlamında suça ya da masumiyete ilişkin bir bulguya ulaşma görevi bulunmamaktadır. Diğer taraftan derece mahkemelerinin bulgularının Anayasa Mahkemesini bağlamamasına rağmen normal şartlar altında bu mahkemelerin maddi olaylara ilişkin yaptığı tespitlerden ayrılmak için de kuvvetli nedenlerin var olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 96).
178. 2000 yılında ülkemizdeki cezaevlerinde meydana gelen isyan ve açlık grevlerine karşı İçişleri ve Adalet Bakanlıklarının koordinesinde yirmi cezaevinde eş zamanlı olarak müdahale gerçekleştirilmiştir. Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 12/12/2012 tarihli bozma ilamında da açıklandığı üzere (bkz. § 65), hükümlüler arasında hiçbir gruba ayrıcalık tanınmaksızın cezaların infazı, özellikle cezaevlerinde hükümlülerin yeniden suç işlemelerini engelleyici etkenleri güçlendirmek ve cezaevlerinde kaybolan devlet otoritesini yeniden tesis etmek amacıyla F tipi cezaevlerinin faaliyete geçmesini önlemeye yönelik olarak gerçekleştirilen eylemler sırasında, özellikle terör suçlarından hükümlü olanların cezaevi idaresini zaafa uğratarak koğuşlarda mutat olarak yapılması gereken arama ve kontrolleri engelledikleri, sayım vermedikleri, cezaevi içinde kendilerine ait egemenlik alanları oluşturdukları, olası müdahalelere karşı cezaevinde el yapımı patlayıcı, tabanca, gaz maskeleri, kesici ve delici aletler, alev makineleri, molotof kokteylleri imal ettikleri, resmî kurumlara gönderdikleri dilekçelerde açlık grevlerine başladıklarını belirtip F tipi cezaevlerinin yapımının durdurulması, mevcutların kapatılması, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ile devlet güvenlik mahkemelerinin kaldırılması, muhtemel operasyonlara karşı kendilerini yakacaklarına ilişkin uyarılar yapmak suretiyle isyan sürecini başlattıkları, zamanla açlık grevlerinin ölüm orucuna dönüştüğü, bu nedenle gönderilen tıbbi yardımların geri çevrildiği, bu eylemlere rızası dışında katılarak hayati tehlikeye maruz kalan bazı hükümlülerin ölüm oruçlarının sona erdirilmesi, cezaevinde hâkimiyetin yeniden kurulması, cezaların infazının amacına uygun ortamlarda yerine getirilmesinin sağlanması amacıyla 19/12/2000 tarihinde saat 05.00 sıralarında Çanakkale Cezaevindeki ayaklanmayı bastırmaya yönelik bir operasyon başlatılmıştır. Operasyonun hükümlülerin yaşam hakkının korunması amacıyla Anayasa’nın 17. maddesinin dördüncü fıkrasında belirtilen meşru müdafaa ve bir isyan ya da ayaklanmanın bastırılması amaçlarına yönelik olarak birden fazla meşru amaç için gerçekleştirildiği anlaşılmıştır.
179. Operasyonda D-5 ve D-6 koğuşlarına müdahalenin başladığında isyancıların söyledikleri marşlar eşliğinde hükümlü F.K.nin kendini yakarak intihar ettiği, kolluk kuvvetlerinin yanan hükümlüyü kurtarma girişimine isyancıların bomba atarak karşılık verdikleri, yanan hükümlü F.K.nin kurtarılması için jandarma tarafından sarf edilen çabanın da operasyonun meşru müdafaa amacıyla yapıldığı konusundaki iradeyi ortaya koyması bakımından önemli olduğu zira kişilerin sadece üçüncü kişilerin değil kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı korunmasının da devletin görevi kapsamında kaldığı (bkz. § 159), ölüm orucu eylemine katılan tüm hükümlüler açısından –rızalarıyla gerçekleştirilse dahi- gerçekleşeceği muhakkak olan ağır ve yakın bir tehlikenin ortaya çıktığı tespit edilmiştir.
180. Kolluk kuvvetleri tarafından Cezaevinde yapılan operasyonun birden fazla meşru amaç taşımakta ancak bunun Anayasa’nın 17. maddesinin dördüncü fıkrasının uygulanma şartları açısından yeterli olmayıp bunun yanısıra müdahalenin mutlak surette zorunlu olması da gerekmektedir.
181. Yakalanmak istenen bir kişinin güvenlik güçlerinin veya üçüncü şahısların yaşam ve vücut bütünlüğüne yönelik bir tehdit oluşturduğu biliniyor ve öncesinde bu yönde bir şiddet eylemi gerekleştirdiğinden şüpheleniliyorsa bu kişinin etkisiz hâle getirilebilmesi için silah kullanımının gerekli olmadığı ve bunun dışında başka yöntemlere başvurabilecek durumda oldukları söylenemez (Cemil Danışman, § 79).
182. Kolluk kuvvetleri müdahaleden önce ve müdahale sırasında sık sık isyancı hükümlüleri teslim olmaları konusunda uyarmışlar, müdahaleden önce isyana katılmayan hükümlülerin tahliyelerini sağlamışlardır (bkz. § 19). F.K. kendini yakarak intihar ettikten sonra saat 13.00 sıralarında olası yeni saldırıları önlemek amacıyla B Blok önüne birlikyerleştirilmiştir. Bu sırada Jandarma Er M.M., B Blok koğuşlarından açılan ateş sonucunda yaralanmış; hastaneye götürülürken ambulansta vefat etmiştir. İsyancılar, isyanı ve hükümlülerin yaşamını tehdit eden açlık grevini sonlandırmak için müdahalede bulunan güvenlik güçlerine karşı öldürme de dâhil olmak üzere tüm haksız saldırı yöntemlerini kullanmışlardır. Bu nedenle gerek ölüm orucu eylemi yapan hükümlülerin gerek güvenlik kuvvetlerinin yaşam hakkının korunması gerekse isyanın bastırılması için müdahale yapılması zorunlu hâle gemiştir.
183. Anayasa Mahkemesinin başvuru konusu olaydaki gibi süregelen silahlı çatışmalarda olayın sıcaklığı içinde tepki veren güvenlik güçlerinin yerine geçerek silah kullanımının zorunluluğu ve ölçülülüğü konusunda olaydan kopuk olarak tek başına kendi değerlendirmelerini esas alması mümkün olamaz. Aksi yöndeki bir kabul, kamu gücünü kullanan güvenlik güçlerinin veya üçüncü şahısların belki de hayatlarına mal olabilecek bir yük altına girmelerine yol açacaktır (Cemil Danışman, § 88).
184. Müdahalenin gerektirdiği zorunlu şartlar doğmasına rağmen kolluk kuvvetleri tarafından ateşli silahlar gibi doğrudan öldürücü nitelikte olmayan, kişilerin vücut bütünlüklerine daha az zarar verecek nitelikte gaz bombası kullanılmıştır. Üstelik gaz bombasının etkisinin azaltılması amacıyla Cezaevi duvarları delinerek havalandırma sağlanmaya çalışılmış, itfaiye araçlarıyla su sıkılarak tehlikeye karşı müdahale yöntemleri konusunda yeterince dikkatli davranılarak ölçülü bir müdahalede bulunulmasına özen gösterildiği sonucuna varılmıştır. Zira isyancılar jandarmanın üzerine tabancalarla ateş açmış, boru tipi bombalar atmış, LPG tüplerinden yaptıkları alev silahlarını kullanarak koğuşları ateşe vermiş, el yapımı bomba ve patlayıcı kullanmışlardır. İsyancıların kullandıkları bu kadar nitelikli saldırı aracı karşısında (bkz. §§ 41, 42) bunlardan daha fazla tahrip edici nitelikte olmayan vasıtalar kullanılarak isyan bastırılmaya çalışıldığından müdahalenin gerçekleştirilmek istenen amaçla uyumlu, saldırıda kullanılan araçları önlemekle orantılı olduğu sonucuna varılmıştır. Öte yandan müdahaleden hemen sonra yaralıların tamamı hastanelere sevk edilerek gerekli ve yeterli tıbbi yardım sağlanmıştır.
185. Danıştay Onuncu Dairesinin bozma ilamında da açıklandığı üzere (bkz. § 79) operasyonlar sırasında ise mahkûmların teslim olmalarına yönelik yapılan ikazlar üzerine bazı hükümlü ve tutukluların teslim olmalarına rağmen başvurucunun üç gün boyunca güvenlik güçlerine direnmesi, bulunduğu D-3 koğuşunun jandarma görevlilerinin müdahalesi ile boşaltılmasına rağmen başvurucunun teslim olmayıp B Blok'a geçerek direnişe devam etmesi ve mahkûmlara müdahale etmesi dikkate alındığında başvurucunun yaralanmasında bizzat kendi eyleminin etken olduğu da değerlendirilmesi gereken bir başka husustur.
186. Somut olayda Derece Mahkemeleri ve AİHM tarafından yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edilmediğine ilişkin olarak ulaşılan kanaat, bunlara paralel şekilde Anayasa Mahkemesi tarafından yapılan tespitler ışığında Derece Mahkemeleri tarafından varılan sonuçtan uzaklaşmayı gerektiren bir neden bulunmadığından yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edilmediği sonucuna ulaşılmıştır.
187. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. İşkence ve kötü muamele yasağı ile ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan yaşam hakkının maddi boyutunun İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 8/6/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.