TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ALİ ŞAHİN VE CAFER AKSAKAL BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/4230)
|
|
Karar Tarihi: 11/1/2017
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Mehmet Sadık
YAMLI
|
Başvurucular
|
:
|
1. Ali ŞAHİN
|
|
|
2. Cafer
AKSAKAL
|
Başvurucu Vekili
|
:
|
Av. Mehtap
Fatma TARAKCI SÖNMEZ
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, Mahkemece hükmedilen karar harcının ödenmesi
sırasında gecikme zammı alınmasının hukuka aykırı olduğu iddiasıyla gecikme
zammının iadesi istemiyle yapılan düzeltme-şikâyet başvurularının reddi üzerine
açılan davaların Danıştayın aynı konuda lehe kararı olduğu hâlde reddedilmesi
ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal
edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular 27/3/2014 ve 12/5/2014 tarihlerinde Anayasa
Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel
teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/5/2014 ve 31/12/2014
tarihlerinde, başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 28/1/2015 ve 4/1/2016 tarihlerinde,
başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına
karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, birinci başvurucu için görüşünü 24/3/2015
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa
Mahkemesine sunulan görüş 30/3/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ
edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
6. Bakanlık, ikinci başvurucu için sunduğu 4/2/2016 tarihli
yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan
görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunmayacağını bildirmiştir.
7. 30/9/2016 tarihinde ikinci başvurucuya ait 2014/6411 sayılı
bireysel başvurunun konu yönünden hukuki irtibatı nedeniyle 2014/4230 sayılı
başvuru ile birleştirilmesine, incelemenin 2014/4230 sayılı dosya üzerinden
sürdürülmesine ve 2014/6411 sayılı dosyanın kapatılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi'nden (UYAP)elde edilen bilgilere göre ilgili olaylar
özetle şöyledir:
9. Başvurucular ve H.Ş.nin birlikte davalı olarak yer aldığı
Ankara 19. Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen dava, Mahkemenin 28/5/2002 tarihli
ve E.2001/192, K.2002/294 sayılı kararıyla davalılar aleyhine kabul edilmiş ve
yargı harcının başvurucular ile diğer davalı H.Ş.den tahsili için Vergi
Dairesine harç tahsil müzekkeresi yazılmıştır.
10. Vergi Dairesi belirlenen harcı davalılar adına eşit olarak
paylaştırarak 2003 yılında ödeme emri düzenlemiş ve davalılara tebliğ etmiştir.
Başvurucuların "henüz Mahkeme kararının tebliğ edilmediği ve karar
kesinleşmediği için yargı harcı tahsil edilemeyeceği" iddiasıyla ödeme
emirlerinin iptali istemiyle açtıkları davalar, Ankara Vergi Mahkemelerinin
2005 ve 2006 yıllarında verdikleri kararlarıyla özetle "harcın tahsili için kesinleşmesinin gerekli
olmadığı, kararın bozulması durumunda verilecek kararda harca hükmedilirken
daha önce hükmedilen harcın da dikkate alınacağı"
gerekçeleriyle reddedilmiş ve kararlar Danıştay Dokuzuncu Dairesi tarafından
onanarak kesinleşmiştir.
11. Bunun üzerine söz konusu yargı harcı, gecikme zammıyla
birlikte başvurucular tarafından 14/7/2006, 17/8/2006 ve 18/8/2006 tarihlerinde
ödenmiştir. Başvuru dosyasındaki belgelerden gecikme zammının hesaplanmasında,
Asliye Hukuk Mahkemesinin karar tarihinin değil yukarıda belirtilen ödeme
emirlerinin tebliğ tarihlerinin (2003 Mayıs) esas alındığı ve zammın ödeme
tarihlerine kadar hesaplandığı anlaşılmıştır.
12. Bu arada Ankara 19. Asliye Hukuk Mahkemesinin 28/5/2002
tarihli ve E.2001/192, K.2002/294 sayılı kararı, Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin
14/12/2007 tarihli ilamıyla onanmış ve 13/3/2008 tarihli ilamla da karar
düzeltme istemi reddedilerek karar kesinleşmiştir.
13. Başvurucular ve H.Ş., Ankara 19. Asliye Hukuk Mahkemesi kararının
yeni kesinleştiğini belirtip gecikme zammına ilişkin işlemin düzeltilerek
iadesi için 5/6/2008 tarihinde düzeltme başvurusu yapmış, başvuruları 13/6/2008
tarihli işlemle reddedilmiştir. 4/7/2008 tarihinde yapılan şikâyet başvurusu
ise zımnen reddedilmiştir.
14. Bunun üzerine 26/9/2008 tarihinde birinci başvurucu, Ankara
1. Vergi Mahkemesinde; ikinci başvurucu, Ankara 4. Vergi Mahkemesinde; H.Ş. ise
Ankara 3. Vergi Mahkemesinde ödenen gecikme zammının iadesi istemiyle yapılan
düzeltme-şikâyet başvurusunun reddine ilişkin işlemlerin iptali istemiyle dava
açmıştır. Her üç dava da reddedilmiş olup birinci başvurucunun açtığı davada
Ankara 1. Vergi Mahkemesinin 1/7/2009 tarihli ve E.2008/1521, K.2009/1238
sayılı kararının gerekçesi şöledir:
"Dava dosyasının
incelenmesinden,Ankara 19.Asliye Hukuk Mahkemesinin E:2001/192, K:2002/294
sayılıkararı uyarınca davacı adına ilam harcına hükmedildiği, tahsil
edilebilmesi için vergi dairesine harç tahsil müzekkeresi yazıldığı,harcın
süresi içerisinde ödenmemesi üzerine tahsili yolunda ödeme emri düzenlendiği ve
tebliğ edildiği, ödeme emrinin iptali istemiyleAnkara 3. Vergii Mahkemesinde
açılan davada anılan mahkemece 26.12.2005 gün ve E:2004/1025K:2005/1391 sayılı
kararı ile davanın reddolunduğu, bu karara karşı yapılan temyiz başvurusu
üzerineDanıştay Dokuzuncu Dairesinin 16.5.2006 tarih ve E:2006/563, K:2006/1764
sayılı kararı ile onanarak kesinleştiği, vergi dairesince 14.7.2007 [2006]
tarihinde 5.598,35 TL yargı harcının ve 8.465,65 TL gecikme cezasının tahsil
olunduğu, davacı tarafından ödenen gecikme zammının iadesi istemiyle vergi
dairesine yapılan düzeltme başvurusuna karşı verilen ret işlemine karşı
bakılmakta olan bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Buna göre, davacı tarafından tahakkuk eden ve
tebliğ edilen ilam harcının süresinden sonra ödenmiş olması nedeniyle idarece
gecikme zammı uygulandığı açık olduğundan idareceyapılan işlemde yasalara
aykırılık görülmemiştir."
15. Karar, Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 24/5/2012 tarihli ve
E.2009/9180, K.2012/3025 sayılı ilamıyla aşağıdaki gerekçe ile onanmıştır:
"Olayda, yargı harcının
tahsili aşamasında, mahkeme kararının tebliği öncesi için gecikme zammı
hesaplanıp hesaplanmayacağı, yargı harcının vadesinin ilgili mahkeme kararının
tebliğinden önceki bir tarih olmayacağına ilişkin hususların hukuki yorum ve
irdeleme yapılarak çözüme kavuşturulması gerektiği, bu durumda, davacının
iddiası açık bir vergilendirme hatası kapsamında olmaması nedeniyle dava konusu
işlemde mevzuata aykırılık görülmediği gerekçesi ile davanın reddi
gerekmektedir.
Bu durumda, davacı adına tahakkuk eden ve davacıya tebliğ edilen yargı
harcının süresinden sonra ödenmiş olması nedeniyle davalı idarece gecikme zammı
uygulandığı açık olduğundan dava konusu işlemde mevzuata aykırılık görülmediği
yolunda verilen kararda hukuka uyarlık görülmemiş ise de sonucu itibarıyla
davanın reddinde yasal isabetsizlik bulunmamaktadır."
16. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 29/1/2014 tarihli ve
E.2012/10277, K.2014/12 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Bu karar, başvurucu
vekiline 28/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Birinci başvurucu 27/3/2014
tarihinde süresi içinde başvurusunu yapmıştır.
17. İkinci başvurucunun açtığı davada, Ankara 4. Vergi
Mahkemesince verilen 10/3/2009 tarihli ve E.2008/1323, K.2009/398 sayılı kararının
gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"... Yargı harcına, dayanağı yargı
kararının tebliğ tarihinden öncesi için gecikme zammının hesaplanıp
hesaplanmayacağı hususu, gerek yargı harcınınvadesinin tayini için yapılacak
tebligatın ne şekilde gerçekleştirilmesi gerektiği yönünden gerekse, yargı
harcının vadesinin, ilgili olduğu kararın tebliğinden önceki bir tarih
olamayacağı yönünden yapılacak hukuki yorum ve tartışmalarla çözüme
bağlanabilecek bir mesele olması ve dolayısıyla yukarıda yer verilen hükümlere
göre açık ve net bir şekilde görülebilecek bir vergilendirme hatası olmaması
nedeniyle, vadesinde ödenmeyen yargı harcı borcu bulunduğundan bahisle tebliğ
edilen ödeme emri üzerine yapılan ödeme sırasında hesaplanıp tahsil edilen
gecikme zammının yasal faiziyle birlikte iadesi için yapılan düzeltme/şikâyet
başvurusunun zımnen reddine ilişkin davalı idare işleminde hukuka aykırılık
yoktur."
18. Karar, Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 24/5/2012 tarihli ve
E.2009/6035, K.2012/3024 sayılı ilamıyla İlk Derece Mahkemesinin kararına atıf
yapmak suretiyle onanmış; başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Dairenin
29/1/2014 tarihli ve E.2012/9326, K.2014/13 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.
19. Bu karar, başvurucu vekiline 11/4/2014 tarihinde tebliğ
edilmiştir. İkinci başvurucu 12/5/2014 tarihinde süresi içinde başvurusunu
yapmıştır.
20. Öte yandan H. Ş.nin Ankara 3. Vergi Mahkemesinde açtığı
dava, Mahkemenin 19/2/2009 tarihli ve E.2008/1384, K.2009/295 sayılı kararıyla
"olayda harcın ödeme emri ile
istenilmesi ve dava konusu yapılmasına karşın retle sonuçlanması dolayısıyla
vadesinde ödenmeyen alacak için gecikme zammı hesaplanması ve bu tutarın
ödenmesi hususları birlikte değerlendirildiğinde ortada 213 sayılı Vergi Usul
Kanunu'nda yazılı anlamda hata oluşmadığı ve hukuki yorum gerektiren bir
uyuşmazlık bulunduğundan şikayet başvurusunun reddine dair işlemde mevzuata
aykırılık görülmediği" gerekçesiyle reddedilmiştir. Ancak
karar, Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 12/9/2012 tarihli ve E.2009/5147,
K.2012/4549 sayılı kararıyla oyçokluğuyla bozulmuş; karar düzeltme istemi de
reddeddilmiştir. Bozma kararının gerekçesi ise şöyledir:
"Yukarıda sözü edilen
6183 sayılı Yasa hükmü uyarınca ödeme emri düzenlenebilmesi için; mükellef
tarafından amme alacağının miktarının, vadesinin bilinmesi ve alacağın
vadesinde ödenmemesi gerekmektedir. Bu durumda vadenin başlangıcı, ödeme
emrinin düzenlenmesi ve amme alacağının geç ödenmesi halinde de istenecek olan
gecikme zammı yönünden önem arz etmektedir.
Genelde
uygulamada, mahkemedeki duruşma sırasında açıklanan kısa kararın harcının ne
kadar olduğu çoğu durumlarda henüz hesaplanmamış olduğundan bilinmemekte,
borçlu olunan bu meblağ ancak gerekçeli kararın mahkemece hazırlanıp yazılması,
kararın tebliğe çıkarılacak hale gelmesi ile açıklığa kavuşmaktadır. Kararın
hazırlanması, tebliğe çıkarılacak hale gelmesi tarihlerinin daha önce tespiti
tam olarak mümkün olamayacağı gibi bu tarihin, davanın tarafları olan kişilerce
de bilinmesi imkansız olduğundan, vade tarihinin başlangıcının belirlenmesi
gerekmektedir.
Bütün bu açıklamalar karşısında mahkemelerce harç tahsil müzekkeresinin
vergi dairesi müdürlüğüne gönderilmesi üzerine 6183 sayılı Kanunun 37. maddesi
uyarınca idarece mükelleflere bir aylık ödeme süresi verilmesi ve bu sürenin
sonunda harcın ödenmemesi halinde gecikme zammın uygulanması gerekmektedir.
Olayda ise Ankara 19. Asliye Hukuk Mahkemesi Hakiminin gönderdiğiyazı
üzerine Vergi Dairesi Müdürlüğünce, ödenmesi gereken yargı harcının vadesinin
belirlenmesi amacıyla bir aylık sürenin verilmemesi halinde, gecikme zammının
hesaplanmasında esas alınan borcun vade tarihinin belirsizliğinin söz konusu
olması nedeniyle uyuşmazlığın vergi mahkemesince 213 sayılıKanunun 117. ve 118.
maddelerinde belirtilen hesap ve vergilendirme hataları kapsamında çözümlenmesi
gerekirken, hukuki yorum gerektirmesi nedeniyle davanın reddedilmesinde isabet
görülmemiştir."
21. Bozma kararına uyan Vergi Mahkemesi 17/9/2015 tarihli ve
E.2015/1483, K.2015/1898 sayılı kararıyla davanın kabulüne karar vermiş olup
karar, Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 2016/324 Esas sayılı dosyasında temyiz
incelemesi aşamasındadır.
B. İlgili Hukuk
22. 2/7/1964 tarihli ve 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun "Nispi Harçlarda Ödeme Zamanı" kenar
başlıklı 28. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi olay tarihindeki hâliyle
şöyledir:
"(1) sayılı tarifede
yazılı nispi harçlar aşağıdaki zamanlarda ödenir:
a) Karar ve ilam harcı;
Karar ve ilam harçlarının dörtte biri peşin,
geri kalanı kararın verilmesinden itibaren iki ay içinde ödenir... "
23. 492 sayılı Kanun'un 28. maddesinin birinci fıkrasının (a)
bendinde geçen "kararın verilmesinden
itibaren" ibaresi Anayasa Mahkemesi tarafından iptal
edilmiştir. Anayasa Mahkemesinin 18/10/2012 tarihli ve E.2012/70, K.2012/157
sayılı kararının gerekçesi şöyledir:
"Başvuru kararında,
nispi karar ve ilam harcının miktarının ancak kararın tebliği ile
öğrenilebildiği, yargılama esnasında hazır bulunmayan veya hüküm duruşmasına
katılmayan tarafın gerekçeli karar kendisine tebliğ edilmedikçe harcın
miktarını bilmesinin mümkün olmadığı, kuralda yer alan iki aylık sürenin
geçmesi halinde ise mükellefin fazladan gecikme zammı ödemek zorunda kaldığı,
bu nedenle henüz tebliğ edilmeyen bir vergi borcu için gecikme zammı
işletilmesine olanak tanıyan itiraz konusu ibarenin hukuk güvenliği ilkesini
ihlal ettiği belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 2. maddesine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
492 sayılı Kanun'un itiraz konusu ibareyi de
içeren 28. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin birinci cümlesinde, nispi
karar ve ilam harcının dörtte birinin peşin, geri kalanının ise kararın
verilmesinden itibaren iki ay içinde ödeneceği düzenlenmiştir.
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü
Hakkında Kanun'un 51. maddesinde ise tahsil edilemeyen kamu alacakları için
gecikme zammı ödeneceği öngörüldüğünden, nispi karar harcının bakiye miktarının
vadesinde, yani kararın verilmesinden itibaren iki ay içinde ödenmemesi
hâlinde, anılan hüküm uyarınca bu kamu alacağına gecikme zammı uygulanacaktır.
...
Genel olarak hukuk mahkemeleri tarafından
verilen kararlarda ödenmesi gereken bakiye harç miktarı kısa kararda
açıklanmamaktadır. Diğer bir ifade ile taraflar bakiye harç miktarlarını
gerekçeli kararın kendilerine tebliği ile öğrenmektedirler. Bu hâllerde bakiye
karar harcının karar tarihinden itibaren iki ay içinde ödenmesinin zorunlu
tutulması, mükellefin henüz varlığından haberdar olmadığı veya miktarını tam
olarak bilmediği bir harç için gecikme zammı ödemesi sonucunu doğuracaktır.
Kişilerin haberdar olmadıkları harç nedeniyle gecikme zammı ödemek zorunda
kalmaları ise hukuk devleti ilkesinin gereklerinden olan hukuk güvenliği ilkesi
ile bağdaşmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle itiraz konusu kural,
Anayasa'nın 2. maddesine aykırıdır. İptali gerekir."
24. 492 sayılı Kanun'un 28. maddesinin birinci fıkrasının (a)
bendinin son hali şu şöyledir:
"(1) sayılı tarifede
yazılı nispi harçlar aşağıdaki zamanlarda ödenir:
(6009 sayılı Kanunun 18 inci maddesiyle
değişen bent Yürürlük; 01.08.2010)
a) Karar ve ilam harcı,
Karar ve ilam harçlarının dörtte biri peşin,
geri kalanı (6487 sayılı Kanunun 10 uncu maddesiyle değişen ibare Yürürlük;
11.06.2013) kararın tebliğinden itibaren bir ay içinde ödenir. Şu kadar ki,
ölüm ve cismani zarar sebebiyle açılan maddi ve manevi tazminat davalarında
peşin alınan harcın oranı yirmide bir olarak uygulanır. Bakiye karar ve ilam
harcının ödenmemiş olması, hükmün tebliğe çıkarılmasına, takibe konulmasına ve
kanun yollarına başvurulmasına engel teşkil etmez."
25. 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil
Usulü Hakkında Kanun'un 37. maddesi şöyledir:
"Amme alacakları hususi
kanunlarında belli edilen zamanlarda ödenir.
Hususi kanunlarında ödeme zamanı tesbit
edilmemiş amme alacakları Maliye Vekaletince belirtilecek usule göre yapılacak
tebliğden itibaren bir ay içinde ödenir.
Bu ödeme müddetinin son günü amme alacağının
vadesi günüdür.
Amme borçlusu isterse borcunu belli
zamanlardan önce ödiyebilir.
26. Aynı Kanun'un "Gecikme
Zammı, Nispet ve Hesabı" kenar başlıklı 51. maddesinin birinci
fıkrası şöyledir:
"Amme alacağının ödeme
müddeti içinde ödenmeyen kısmına vadenin bitim tarihinden itibaren her ay için
ayrı ayrı % 4 oranında gecikme zammı tatbik olunur. Ay kesirlerine isabet eden
gecikme zammı günlük olarak hesap edilir."
27. Aynı Kanun'un "Ödeme
Emri" kenar başlıklı 55. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Amme alacağını
vadesinde ödemiyenlere, 7 gün içinde borçlarını ödemeleri veya mal bildiriminde
bulunmaları lüzumu bir "ödeme emri" ile tebliğ olunur."
28. 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun "Vergi Kanunlarının Uygulanması ve İspat"
kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:
"A) Vergi kanunlarının
uygulanması: Bu kanunda kullanılan "Vergi Kanunu" tabiri işbu kanun ile
bu kanun hükümlerine tabi vergi, resim ve harç kanunlarını ifade eder.
Vergi kanunları lafzı ve ruhu ile hüküm ifade
eder. Lafzın açık olmadığı hallerde vergi kanunlarının hükümleri, konuluşundaki
maksat, hükümlerin kanunun yapısındaki yeri ve diğer maddelerle olan bağlantısı
gözönünde tutularak uygulanır.
B) İspat: Vergilendirmede vergiyi doğuran olay
ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyeti esastır.
Vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin
muamelelerin gerçek mahiyeti yemin hariç her türlü delille ispatlanabilir. şu
kadar ki, vergiyi doğuran olayla ilgisi tabii ve açık bulunmayan şahit ifadesi
ispatlama vasıtası olarak kullanılamaz.
İktisadi, ticari ve teknik icaplara uymayan
veya olayın özelliğine göre normal ve mutad olmayan bir durumun iddia olunması
halinde ispat külfeti bunu iddia eden tarafa aittir."
29. Aynı Kanun'un "Vergi
Hatası" kenar başlıklı 116. maddesi şöyledir:
"Vergi hatası, vergiye
müteallik hesaplarda veya vergilendirmede yapılan hatalar yüzünden haksız yere
fazla veya eksik vergi istenmesi veya alınmasıdır."
30. Aynı Kanun'un "Hesap
hataları" kenar başlıklı 117. maddesi şöyledir:
"Hesap hataları
şunlardır:
1. Matrah hataları: Vergilendirme ile ilgili
beyanname, tahakkuk fişi, ihbarname, tekalif cetveli ve kararlarda matraha ait
rakamların veya indirimlerin eksik veya fazla gösterilmiş veya hesaplanmış
olmasıdır.
2. Vergi miktarında hatalar: Vergi nispet ve
tarifelerinin yanlış uygulanması, mahsupların yapılmamış veya yanlış yapılmış
olması, birinci bentte yazılı vesikalarda verginin eksik veya fazla hesaplanmış
veya gösterilmiş olmasıdır.
3. Verginin mükerrer olması: Aynı vergi
kanununun uygulanmasında belli bir vergilendirme dönemi için aynı matrah
üzerinden bir defadan fazla vergi istenmesi veya alınmasıdır."
31. Aynı Kanun'un "Vergilendirme
hataları" kenar başlıklı 118. maddesi şöyledir:
"Vergilendirme hataları
şunlardır:
1. Mükellefin şahsında hata: Bir verginin asıl
borçlusu yerine başka bir kişiden istenmesi veya alınmasıdır;
2. Mükellefiyette hata: Açık olarak vergiye
tabi olmıyan veya vergiden muaf bulunan kimselerden vergi istenmesi veya
alınmasıdır;
3. Mevzuda hata: Açık olarak vergi mevzuuna
girmiyen veya vergiden müstesna bulunan gelir, servet, madde, kıymet, evrak ve
işlemler üzerinden vergi istenmesi veya alınmasıdır.
4. Vergilendirme veya muafiyet döneminde hata:
Aranan verginin ilgili bulunduğu vergilendirme döneminin yanlış gösterilmiş
veya süre itibariyle eksik veya fazla hesaplanmış olmasıdır."
32. Aynı Kanun'un "Şikâyet
Yolu İle Müracaat" kenar başlıklı 124. maddesi şöyledir:
"Vergi mahkemesinde dava
açma süresi geçtikten sonra yaptıkları düzeltme talepleri reddolunanlar şikayet
yolu ile Maliye Bakanlığına müracaat edebilirler.
Bu madde gereğince il özel idare vergileri
hakkında valiliğe ve belediye vergileri hakkında belediye başkanlığına müracaat
edilir."
33. Aynı Kanun'un "Düzeltmenin
Şümulü" kenar başlıklı 125. maddesi şöyledir:
"Vergi mahkemesi, bölge
idare mahkemesi ve Danıştaydan geçmiş olan muamelelerde vergi hataları
bulunduğu takdirde, bu hatalar, yargı kararları kesinleşmiş olsa bile, evvelki
maddelerde yazılı usul dairesinde düzeltilebilir. şu kadar ki; düzeltmenin
yapılabilmesi için hatalar hakkında anılan yargı mercileri tarafından bir karar
verilmemiş olması şarttır."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
34. Mahkemenin 11/1/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
35. Başvurucular; haklarında hükmolunan yargı harcına ilişkin
karar kendilerine tebliğ edilmeden ve karar kesinleşmeden harcın tahsili için
ödeme emri gönderildiğini, ödeme emrine karşı açılan davaların reddedildiğini,
söz konusu harcı gecikme zammı ile birlikte ödemek zorunda kaldıklarını, daha
sonra gecikme zammının iadesi için idareye yaptıkları düzeltme ve şikâyet
başvurularının da reddedildiğini, bunun üzerine açılan davada diğer davalı H.Ş.
lehine karar verilirken kendi davalarında aynı Dairece aleyhe karar
verildiğini, öte yandan on iki yıl boyunca bu ihtilafla uğraşmak zorunda
kaldıklarını belirterek Anayasa'nın 10. maddesinde yer alan eşitlik ilkesinin,
36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının, 40.maddesinde tanımlanan
etkili başvuru yolunun sağlanması hakkının ve Anayasa'nın 125., 129., 141.
maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve ihlalin tespiti ile gecikme
zammının en yüksek banka faiziyle birlikte iadesine karar verilmesini
istemişlerdir.
B. Değerlendirme
36. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların iddiaları ağırlıklı olarak,
ödedikleri gecikme zammının iadesi için yaptıkları düzeltme-şikâyet başvurusu
üzerine açtıkları davanın reddedilmesine ve aynı konuda farklı kararlar
verilmesine ilişkin olup bu iddialar adil yargılanma hakkı kapsamındaki
hakkaniyete uygun yargılanma hakkı yönünden incelenmiştir. Davanın makul sürede
sonuçlandırılmadığına ilişkin iddia ise ayrıca değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Cafer Aksakal Açısından
37. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Herkes, Anayasada güvence altına alınmış
temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki
herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine
başvurabilir..."
38. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
"Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye'nin taraf
olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal
edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir."
39. 6216 sayılı Kanun'un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
"Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler
tarafından yapılabilir."
40. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü ve 6216 sayılı Kanun'un
45. maddesinin (1) numaralı fıkraları uyarınca Anayasa'da güvence altına
alınmış temel hak ve özgürlüklerinden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
(Sözleşme) ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki
herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiğini iddia eden herkese
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapma hakkı tanınmıştır. Dolayısıyla
medeni haklara sahip gerçek ve tüzel kişiler bireysel başvuru yönünden dava
ehliyetine sahiptir (Büğdüz Köyü Muhtarlığı,
B. No: 2012/22, 25/12/2012, § 24).
41. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 34.
maddesinde yer alan "mağdur" kelimesi ile ihtilaf konusu eylem ya da
ihmalden doğrudan etkilenen kişinin kast edildiğini belirtmiş (Brumarescu/Romanya [BD], B. No: 28342/95,
28/10/1999, § 50); hakkı ihlal edilen kişinin bireysel başvuru yapmadan önce
ölmesi durumunda mağdurluk durumunun ortadan kalkması nedeniyle hukuken, bir
başkasının ölen kişi adına bireysel başvuruda bulunamayacağına karar vermiştir
(Davut Kaya, Zöhre Polat/Türkiye,
B. No: 2794/05, 40345/05, 21/10/2008).
42. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 28.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Kişilik, çocuğun sağ olarak tamamıyla
doğduğu anda başlar ve ölümle sona erer."
43. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 43.
maddesi şöyledir:
"Hukuki işlemden doğan temsil yetkisi, aksi taraflarca
kararlaştırılmadıkça veya işin özelliğinden anlaşılmadıkça, temsil olunanın
veya temsilcinin ölümü, gaipliğine karar verilmesi, fiil ehliyetini kaybetmesi
veya iflas etmesi durumlarında sona erer.
Bu hüküm, bir tüzel kişiliğin sona ermesi durumunda da uygulanır.
Tarafların karşılıklı kişisel hakları saklıdır."
44. 6098 sayılı Kanun'un 513. maddesinin birinci fıkrasının
birinci cümlesi şöyledir:
"Sözleşmeden veya işin niteliğinden aksi anlaşılmadıkça sözleşme,
vekilin veya vekâlet verenin ölümü, ehliyetini kaybetmesi ya da iflası ile
kendiliğinden sona ermiş olur."
44.4721 sayılı Kanun'un 28. maddesine göre gerçek kişiler
hakkında sağ doğmakla başlayan kişilik, ölümle sona ermekte olup ölüm ile
kişiliği sona erenler için artık hak ve fiil ehliyetine sahip olduklarından söz
etmeye olanak bulunmamaktadır. 6098 sayılı Kanun'un anılan hükümlerinden
anlaşıldığı üzere hukuki işlemden doğan vekâlet veren ile vekil arasında temsil
yetkisine dair sözleşme,aksi kararlaştırılmadıkça veya işin niteliğinden aksi
anlaşılmadıkça taraflarının birinin ölümü, ehliyetini kaybetmesi veya iflası
ile hiçbir işleme gerek kalmaksızın kendiliğinden son bulacaktır (Abdurrehman Uray, B. No: 2013/6140,
5/11/2014, § 28).
45. 6216 sayılı Kanun'un 51. maddesi şöyledir:
"Bireysel başvuru hakkını açıkça kötüye
kullandığı tespit edilen başvurucular aleyhine, yargılama giderlerinin dışında,
ayrıca ikibin Türk Lirasından fazla olmamak üzere disiplin para cezasına
hükmedilebilir."
46. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 83. maddesi
şöyledir:
“Başvurucunun istismar edici, yanıltıcı ve benzeri nitelikteki
davranışlarıyla bireysel başvuru hakkını açıkça kötüye kullandığının tespit
edilmesi hâlinde başvuru reddedilir ve yargılama giderleri dışında, ilgilinin
ikibin Türk Lirasından fazla olmamak üzere disiplin para cezasıyla
cezalandırılmasına karar verilir.”
47. İlgili düzenlemeler vasıtasıyla bir kamu düzeni kuralı
olarak ele alınan ve genel olarak bir hakkın açıkça öngörüldüğü amaç dışında ve
başkalarını zarara sokacak şekilde kullanılmasının hukuk düzenince himaye
edilmeyeceğini ifade eden hakkın kötüye kullanılmasının bireysel başvuru
alanında özel olarak ele alındığı görülmektedir. Bu bağlamda bireysel başvuru
usulünün amacına açıkça aykırı olan ve mahkemenin başvuruyu gereği gibi
değerlendirmesini engelleyen davranışların başvuru hakkının kötüye kullanılması
olarak değerlendirilmesi mümkündür (Mehmet
Güven Ulusoy, [GK], B. No: 2013/1013, 2/7/2015, § 31; S.Ö., B. No: 2013/7087, 18/9/2014, § 28).
48. Bu kapsamda özellikle mahkemeyi yanıltmak amacıyla gerçek
olmayan maddi vakıalara dayanılması veya bu nitelikte bilgi ve belge sunulması,
başvurunun değerlendirilmesi noktasında esaslı olan bir unsur hakkında bilgi
verilmemesi, başvurunun değerlendirilmesi sürecinde vuku bulan ve söz konusu
değerlendirmeyi etkileyecek nitelikte yeni ve önemli gelişmeler hakkında
mahkemenin bilgilendirilmemesi suretiyle başvuru hakkında doğru bir kanaat
oluşturulmasının engellenmesi, medeni ve meşru eleştiri sınırları saklı kalmak
kaydıyla bireysel başvuru amacıyla bağdaşmayacak surette hakaret, tehdit veya
tahrik edici bir üslup kullanılması ile söz konusu başvuru yolu kapsamında
ihlalin tespiti ile ihlal ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin amaçla
bağdaşmayacak surette içeriksiz bir başvuruda bulunulması durumunda başvuru
hakkının kötüye kullanıldığı kabul edilebilecektir (Mehmet Güven Ulusoy, § 32; S.Ö.,
§ 29).
49. Başvuru konusu olayda başvurucu Cafer Aksakal 24/3/1997
tarihinde Avukat Yusuf Atik'e, Yusuf Atik de 6/4/2001 tarihinde Cafer Aksakal
adına Avukat Mehtap Fatma Tarakçı Sönmez'e vekâlet vermiştir. Başvurucu, nüfus
kayıtlarına göre bireysel başvuru yapılmadan önce 14/11/2013 tarihinde vefat
etmiştir. Başvurucu vekiliAvukat Mehtap Fatma Tarakçı Sönmez tarafından
12/5/2014 tarihinde başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddiasıyla bireysel başvuru yapılmış, başvuru formunda başvurucunun öldüğü konusunda
bir bilgiye yer verilmemiştir.
50. Kamu gücü tarafından hakkı ihlal edilen kişinin bireysel
başvuru yapmadan önce ölmesi durumunda ölen kişi adına bir başkası tarafından
bireysel başvuru yapma imkânı bulunmamaktadır (Abdurrehman
Uray, § 30).
51. Açıklanan nedenlerle başvuru tarihinden önce vefat etmiş
başvurucu adına vekâlet ilişkisi sona ermiş olan avukat tarafından yapılan
bireysel başvurunun başvuru hakkının kötüye
kullanımı nedeniyle reddine karar verilmesi gerekir.
52. Bu durumda Avukat Mehtap Fatma Tarakçı Sönmez aleyhine
Anayasa Mahkemesini yanıltıcı nitelikte başvuru yapması nedeniyle 6216 sayılı
Kanun'un 51. maddesi ve İçtüzük’ün 83. maddesi uyarınca takdiren 2.000 TL
disiplin para cezasına hükmedilmesi gerekir.
b. Ali Şahin Açısından
53. Başvurucu, aynı konudaki yargı kararları arasındaki
çelişkinin haklarını ihlal ettiğini ve yargılamanın makul sürede
sonuçlandırılmadığını ileri sürmüştür.
54. Bakanlık tarafından başvuru konusu olayda davanın reddedilmesinin
ve delillerin değerlendirilmesinin temel şikâyet konusu olduğu, hangi hakkın ne
şekilde ihlal edildiğine ilişkin somut açıklama ve tespitlerin ortaya
konulmadığı şeklinde görüş bildirilmiştir.
55. Başvurucu, gerek kendisine ilişkin gerekse H.Ş.ye ilişkin
yargı kararlarını başvuru dosyasına ekleyerek adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun anılan şikâyeti, yargılamanın
sonucundan ziyade özü itibarıyla aynı Danıştay Dairesinin aynı olaydan
kaynaklanan iki davada farklı sonuçlara ulaşması ile ilgilidir. Başvurucunun bu
husustaki iddiaları, Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası anlamında bir
kanun yolu şikâyetinin ilerisine geçmiş olup Danıştay kararlarındaki
farklılaşmanın adil yargılanma hakkını zedeleyip zedelemediğinin incelenmesi
gerekmektedir.
56. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Hakkaniyete Uygun
Yargılama Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
57. Anayasa'nın "Hak
arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir."
58. Hukuki güvenlik ilkesi, Anayasa'nın 36. maddesinde yer alan
adil yargılanma hakkının içinde zımnen mevcut bir ilkedir. Bir kanuni
düzenlemenin bireylerin davranışını ona göre düzenleyebileceği kadar kesinlik
içermesi, kişinin gerektiği takdirde hukuki yardım almak suretiyle bu kanunun
düzenlediği alanda belli bir eylem nedeniyle ortaya çıkacak sonuçları makul bir
düzeyde öngörebilmesi gerekmektedir. Öngörülebilirliğin mutlak bir ölçüde
olması gerekmez. Kanunun açıklığı arzu edilir bir durum olmakla birlikte bazen
aşırı bir katılığı da beraberinde getirebilir. Oysa hukukun ortaya çıkan
değişikliklere uyarlanabilmesi gerekmektedir. Birçok kanun, işin doğası gereği
yorumlanması ve uygulanması pratik gerçekliğe bağlı olan yoruma açık
formüllerdir (Murat Daş, B. No:
2013/3063, 26/6/2014, § 41).
59. AİHM içtihatlarına göre öngörülebilirlik kavramının kapsamı;
kuralın anlamı, uygulanacak kişilerin sayısı ve statüsüne bağlı olup yasa
kuralına yönelik olarak birden fazla yorumunun yapılabiliyor olması tek başına
kuralın Sözleşme'nin aradığı anlamda "öngörülebilirlik" şartını
karşılamada başarısız olduğu anlamına gelmez. Mahkemelerin görevi, kuralın
günlük yaşamdaki uygulamalarını dikkate alarak yoruma dair şüpheleri kesin
olarak ortadan kaldırmaktır (Gorzelik ve
diğerleri/Polonya, B. No: 44158/98, 17/2/2004, § 65). Yüksek
mahkemelerin yasanın tutarlı bir şekilde uygulanmasında güvence olması göz ardı
edilemez (Tudor Tudor/Romanya, B.
No: 21911/03, 24/3/2009, §§ 29, 30, Ştefănică
ve diğerleri/Romanya, B. No: 38155/02, 2/11/2010, §§ 36, 37).
60. Kural olarak aynı derecedeki bağımsız yargı mercileri
arasında aynı hukuki metne ilişkin yorum ve içtihat farklılıkları tek başına
adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemeyeceği gibi temyiz
mercilerinin uyuşmazlıklara ilişkin olarak tarafların talepleri ve delilleri
arasındaki yorum farklılıkları tek başına adil yargılanma hakkının ihlali
niteliğinde kabul edilemez (Ahmet Sağlam,
B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 45). Farklı kararların aynı mahkemeden çıkmış
olması da tek başına adil yargılanma hakkının ihlali anlamına gelmez (Türkan Bal [GK], B. No: 2013/6932,
6/1/2015, §§ 52, 53).
61. Yargısal kararlardaki değişiklikler, hukukun dinamizmini ve
mahkemelerin yaklaşımlarını yaşanan gelişmelere uyarlama kabiliyetlerini
yansıtması yönüyle olumludur. Ancak uygulamadaki birlikteliği sağlamaları
beklenen yüksek mahkemeler içinde yer alan dairelerin benzer davalarda tatmin
edici bir gerekçe göstermeksizin farklı sonuçlara ulaşmaları ise ihtimale
dayalı ve birbirine zıt sonuçları ortaya çıkartır. Bu ise hukuki belirlilik ve
öngörülebilirlik ilkelerine ters düşecektir. Ayrıca böyle bir algının toplumda yerleşmesi
hâlinde bireylerin yargı sistemine ve mahkeme kararlarına duymaları beklenen
güven zarar görebilir(Türkan Bal,
§ 64).
62. Yüksek mahkemelerin ya da nihai merci olarak bir uyuşmazlığı
çözüme bağlayan mahkemelerin aynı konuya ilişkin kararlarında davaların
içeriğinden kaynaklanmayan farklı kabullerin bulunması hâlinde ise hareket
noktası, derece mahkemelerinin değerlendirme veya yorumlarından hangisinin
doğru olduğunun ve tercih edilmesi gerektiğinin tespit edilmesi olmayacaktır.
Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi, kararlarda yaşanan değişimin hukuki bir
belirsizliğe yol açıp açmadığına ve başvurucu bakımından öngörülebilir olup
olmadığına yönelik bir inceleme yapabilir (Türkan
Bal, § 58).
63. 213 sayılı Kanun'un 116. ve devamımaddelerinde yer alan yasal
düzenlemelere göre düzeltme yolu, vergiye ilişkin hesaplarda matrah ve miktar
hatası bulunması yahut mükerrer vergi istenmesi şeklinde; vergilendirmede ise
mükellefin şahsında, mükellefiyette, verginin mevzuunda ve döneminde yapılmış
hataların varlığı hâlinde izlenebilecek bir idari başvuru yolu olup
vergilendirmeye ilişkin bir olayın düzeltmeyoluyla yargı önüne getirilebilmesi
ve vergi hatasının varlığından söz edilebilmesi için hukuksal sorun olarak
çözümlenmesi gerekmeyen açık ve mutlak bir hata bulunduğunun belirlenebilmesi
gerekir. Başka bir anlatımla idareden düzeltilmesi talep edilebilecek vergi
hataları, kendisinden düzeltme isteminde bulunulan idari makamın veya
uyuşmazlık hâlinde yargı yerinin 213 sayılı Kanun'un 3. maddesinde öngörülen
yorum tekniklerine başvurmadan ilk bakışta anlayabileceği açıklıktaki
vergilendirme yanlışlıklarıdır (Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun
1/10/2014 tarihli ve E.2014/490, K.2014/822 sayılı kararı). Bir vergilendirme
işleminde vergi hatasından söz edebilmek için ortada açık biçimde vergi
miktarında fazlalık veyaeksikliğe yadavergiyükümlülüğününsaptanmasınaneden olan
yanlışlıkların bulunması gerekmektedir (Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun
22/10/1999 tarihli ve E.1999/78, K.1999/462 sayılı kararı).
64. 6183 sayılı Kanun'un 51. maddesinde, kamu alacağının süresi
içinde ödenmemesi hâlinde vadenin bitim tarihinden itibaren her ay için ayrı
ayrı %4 (Bakanlar Kurulunca belirlenen) oranında gecikme zammı uygulanacağı
kurala bağlanmıştır. Mahkemeler tarafından hükmolunan harcın ödeme süresi ise
492 sayılı Kanun’un 28. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde gösterilmiş
olup söz konusu fıkra hükmünün uyuşmazlık tarihinde yürürlükte olan hâline göre
bu süre karar tarihinden itibaren iki aydır. Harcın bu sürede ödenmemesi
hâlinde gecikme zammı uygulanması gerekmektedir. Bununla birlikte bu hüküm
Anayasa Mahkemesi tarafından 18/10/2012 tarihli kararla bakiye karar harcının
karar tarihinden itibaren iki ay içinde ödenmesinin zorunlu tutulmasının,
mükellefin henüz varlığından haberdar olmadığı veya miktarını tam olarak
bilmediği bir harç için gecikme zammı ödemesi sonucunu doğuracağı, kişilerin
haberdar olmadıkları harç nedeniyle gecikme zammı ödemek zorunda kalmalarının
ise hukuk devleti ilkesinin gereklerinden olan hukuk güvenliği ilkesi ile
bağdaşmadığı gerekçesiyle iptal edilmiş ve 11/6/2013 tarihinde yürürlüğe giren
değişiklikle ödeme süresi kararın tebliğinden itibaren bir ay olarak
belirlenmiştir.
65. Somut olayda başvurucular ve H.Ş.nin davalı taraf oldukları Ankara
19. Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen davada, Mahkeme davalılar aleyhine harca
hükmetmiştir. Harcın tahsili için harç tahsil müzekkeresi düzenlenerek Vergi
Dairesine gönderilmiş ve Vergi Dairesi de tahsil için ödeme emri düzenleyerek
başvuruculara ve H.Ş.ye tebliğ etmiştir. Söz konusu ödeme emirleri dava konusu
yapılmış ancak açılan davalar reddedilmiş ve kararlar Danıştay incelemesinden
geçerek kesinleşmiştir. Başvurucuların ödeme emirlerine karşı açtıkları
davalarda temel iddialarının "Ankara
19. Asliye Hukuk Mahkemesi kararı tebliğ edilmeden ve karar kesinleşmeden ödeme
emri düzenlenemeyeceği" iddiası olduğu, bu iddianın o sırada
yürürlükte olan Kanun hükmü gereği Vergi Mahkemeleri ve Danıştay tarafından
kabul görmediği anlaşılmaktadır. Ödeme emirlerine karşı açılan davaların retle
sonuçlanmasının ardından 2006 yılında başvurucular ve H.Ş. harcı gecikme zamlı
olarak ödemişlerdir. Ödenen gecikme zammı, karar tarihi değil başvurucular
lehine olarak ödeme emirlerinin tebliğ tarihleri esas alınarak hesaplanmıştır.
2008 yılında başvurucular ve H.Ş. bu kez gecikme zammı tahsil edilmesinin
haksız olduğu iddiasıyla ve iade edilmesi istemiyle düzeltme şikâyet
başvurusunda bulunmuş ve taleplerinin reddolunması üzerine dava açmışlardır.
Söz konusu davalar Ankara Vergi Mahkemeleri tarafından reddedilmiş ve kararlar
Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 24/5/2012 tarihli kararlarıyla onanmış, 29/1/2014
tarihinde de karar düzeltme istemleri reddedilerek kesinleşmiştir. Başvuruya
konu olan bu davalarda başvurucular temel olarak ödeme emri düzenlenmeden önce
hem mahkeme kararının tebliğinin gerekli olduğu hem de 6183 sayılı Kanun'un 37.
maddesinin işletilmesi gerektiği iddialarını ileri sürmüşlerdir.
66. Mahkemelerin ve Danıştayın ret gerekçesinin ise başvurucular
tarafından ileri sürülen hususuların açık bir vergilendirme hatası kapsamında
olmadığı, hukuki yorum ve irdeleme yapılarak çözüme kavuşturulması gerektiği,
dolayısıyla düzeltme şikâyet başvurusu üzerine açılan davada incelenemeyeceği
ancak süresi içinde doğrudan açılacak bir davada incelenebileceği gerekçesine
dayandığı anlaşılmaktadır (bkz. §§ 14-18). Bununla birlikte H.Ş.nin açmış
olduğu davada ise Daire, 12/9/2012 tarihli kararı ve oyçokluğuyla
uyuşmazlığın213 sayılıKanun'un 117. ve 118. maddelerinde belirtilen hesap ve
vergilendirme hataları kapsamında çözümlenmesi gerektiği gerekçesiyle H.Ş.
lehine karar vermiş; Vergi Mahkemesi de bozma kararına uyarak aynı gerekçeyle
düzeltme şikâyet başvurusunun reddine ilişkin işlemi iptal etmiştir. Karar,
Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 2016/324 Esas sayılı dosyasında temyiz incelemesi
aşamasındadır. (bkz. §§20, 21).
67. Gerek vergi hatasından gerekse hukuki uyuşmazlıktan
kaynaklanan vergi ihtilaflarında genel kural, vergi mahkemesi nezdinde dava
açılmasıdır. Bununla birlikte vergilendirme işlemlerinden doğan ihtilaf bir
hatadan kaynaklanmakta isedava yoluna göre daha kolay olan düzeltme şikâyet
yoluna gidilmesi mümkündür. Ancak bu durumda ortada bir hukuki uyuşmazlık değil
vergi hatasının bulunması gerekmektedir. Düzeltme ve şikâyet konusu olan
hususun vergi hatası veya hukuki uyuşmazlık kapsamından hangisine girdiği de
başlı başına bir yorum ve değerlendirme gerektirmektedir. Somut olayda da
Derece Mahkemeleri, gecikme zammı ödenmesinin hukuki olup olmadığından önce bu
iddianın düzeltme şikâyet yolu kapsamında incelenip incelenmeyeceği sorununu
öncelikle yorumlayarak değerlendirmişlerdir.
68. Başvurucu, gecikme zammını ödediği tarihten itibaren süresi
içinde vergi davası açmamış, ödemeden yaklaşık iki yıl sonra sınırlı uygulama alanı
olan düzeltme şikâyet başvurusu yaparak sonuç elde etmeye çalışmıştır. Danıştay
DokuzuncuDairesi de başvurucuya ait davada somut olayın koşullarının düzeltme
şikâyet kapsamında değerlendirilemeyeceği yorumuyla sonuca varmıştır.Her ne
kadar aynı Daire tarafından H.Ş. ile ilgili farklı karar verilmiş ise de
süresinde açılan bir davadan farklı olarak düzeltme şikâyet yolunun
işletilmesi, düzeltme şikâyet yolunda ise mevzuat hükümlerinden ziyade karar
mercilerinin yorumlarının daha çok ön plana çıkması ve bu kapsamda Daireninüye
yapısının değişmesi ile kararın oyçokluğuyla verilmiş olması hususları birlikte
değerlendirildiğinde farklı yorumla farklı karar verilmesinin hukuki belirlilik
ve öngörülebilirlik ilkelerine ters düşecek bir nitelik arz etmediği anlaşılmaktadır.
69. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun
yargılama hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
b. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
70. Başvurucu, on iki yıl boyunca bu ihtilafla uğraşmak zorunda
kaldığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
71. Medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılamalar ile hukuk
sisteminde yer alan mevzuat hükümleri gereğince "kamu hukuku" alanına
dâhil olan ancak sonucu itibarıyla medeni haklar ve yükümlülükler üzerinde
belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan davaların makul sürede tamamlanmadığı
yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa
Mahkemesince makul sürede yargılanma hakkının adil yargılanma hakkının
kapsamına dâhil olduğu kabul edilerek bir davadaki yargılama süresinin makul
olup olmadığının tespitinde davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli
olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve
başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi
hususların dikkate alınacağı belirtilmiştir (Güher
Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 34-64; Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198,
7/11/2013, §§ 54-60).
72. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıcı kural olarak uyuşmazlığı
karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle
davanın ikame edildiği tarih olmakla beraber bazı özel durumlarda girişimin
niteliği dikkate alınarak uyuşmazlığın ortaya çıktığı daha önceki bir tarih
başlangıç tarihi olarak kabul edilebilmektedir (Selahattin Akyıl, § 45). Sürenin bitiş tarihi ise çoğu zaman
icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir (Güher Ergun ve diğerleri, § 52).
73. Başvurucu tarafından her ne kadar on iki yıl boyuncu bu
ihtilafla uğraşmak zorunda kalındığı ileri sürülmüş ise de somut başvuru, ödeme
emrine karşı açılan davaya ilişkin olmayıp 5/6/2008 tarihinde gecikme zammının
iadesi istemiyle yapılan düzeltme ve şikâyet başvurusunun reddi üzerine açılan
davaya ilişkindir. 2006 yılında Danıştay incelemesinden geçerek kesinleşmiş
olması nedeniyle ödeme emrine ilişkin dava süresinin, makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyette dikkate alınamayacağı açıktır.
Dolayısıyla makul süre değerlendirmesinde nazara alınacak zaman diliminin
başlangıç tarihi, başvurucu tarafından düzeltme istemiyle Vergi Dairesine
başvuru yapılan 5/6/2008'dir.
74. Buna göre düzeltme talebinin 5/6/2008 tarihinde yapıldığı,
26/9/2008 tarihinde Ankara 1. Vergi Mahkemesinde davanın açıldığı, 1/7/2009
tarihinde davanın reddine karar verildiği, temyiz incelemesi sonucunda Danıştay
Dokuzuncu Dairesi tarafından 24/5/2012 tarihinde kararın onandığı, karar
düzeltme talebinin de aynı Dairenin 29/1/2014 tarihli kararıyla reddedilmesi
üzerine kararın kesinleştiği ve yargılamanın bu tarih itibarıyla sona erdiği
görülmektedir. Bu çerçevede özellikle İlk Derece Mahkemesinde karar verildikten
sonra Danıştayda temyiz ve karar düzeltme istemlerinin toplamda beş yıla yakın
bir sürede tamamlandığı, böylece 5/6/2008 tarihinden 29/1/2014 tarihine kadar 5
yıl 7 ay 24 günlük bir sürenin geçtiği anlaşılmaktadır.
75. Başvurunun değerlendirilmesi sonucunda başvuruya konu
davanın; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı,
delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kriterler
dikkate alındığındakarmaşık olmaktan uzak olduğu anlaşılmıştır. Başvurucunun
tutum ve davranışlarıyla ve usule ilişkin haklarını kullanırken özensiz
davranmasıyla yargılamanın uzamasına önemli ölçüde sebep olduğu da söylenemez.
Dolayısıyla somut başvuru açısından farklı karar verilmesini gerektirecek bir
yön bulunmadığı ve 5 yıl 7 ay 24 günlük yargılama süresinde makul olmayan bir
gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
76. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
77. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
78. Başvurucu, ödediği gecikme zammının en yüksek banka faiziyle
birlikte iadesitalebinde bulunmuş, makul süre şikâyetine ilişkin tazminat
talebinde bulunmamıştır.
79 Adil yargılanma hakkı kapsamında makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
80. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi
zarar arasında illiyet bağı bulunmadığından maddi tazminat talebinin reddine
karar verilmesi gerekir.
81. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Cafer Aksakal adına Avukat Mehtap Fatma Tarakçı Sönmez
tarafından yapılan başvurunun başvuru
hakkının kötüye kullanılması nedeniyle REDDİNE,
B. 1. 6216 sayılı Kanun'un 51. maddesi ve Anayasa Mahkemesi
İçtüzüğü'nün 83. maddesi uyarınca Avukat Mehtap Fatma Tarakçı Sönmez''in 2.000
TL disiplin para cezası ile CEZALANDIRILMASINA,
2. Kararın bir örneğinin Ankara Barosuna GÖNDERİLMESİNE,
C. Diğer başvurucu Ali Şahin yönünden adil yargılanma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
D. 1. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL
EDİLMEDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamında makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
E. Tazminata ilişkin taleplerin REDDİNE,
F. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucu Ali Şahin'e ÖDENMESİNE,
G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Danıştay Dokuzuncu Dairesi Başkanlığına
GÖNDERİLMESİNE,
İ. Kararın birer örneğinin Ankara 1., 3. ve 4. Vergi
Mahkemelerine GÖNDERİLMESİNE,
J. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
11/1/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.