TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
NAFİYE SALİHOĞLU VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/4301)
|
|
Karar Tarihi: 3/2/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Leyla Nur
ODUNCU
|
Başvurucular
|
:
|
1. Nafiye
SALİHOĞLU
|
|
|
2. Abdullah
SALİHOĞLU
|
|
|
3. Cüneyt
SALİHOĞLU
|
|
|
4. Elvan
SALİHOĞLU
|
|
|
5. Saide
AVCU
|
|
|
6. Şükran
SENEM
|
Vekilleri
|
:
|
Av. Saim
BOZKURT
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; terör örgütü üyeleri tarafından hısımlarının
öldürülmüş olması dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör
ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan
başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet
haklarının, ret işlemlerine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin
adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 28/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 31/10/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 18/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 19/1/2015 tarihli yazısında Anayasa
Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen
başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucular, terör örgütü mensupları tarafından 16/4/1994
tarihinde Batman-Sason kara yolu kesilerek birinci başvurucunun eşi, diğer
başvurucuların babaları olan muris M.S.nin yeğenleri H.A. ve S.A.nın öldürüldüğünü beyan etmiş ve bu özel durumundan
kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle murisleri M.S.nin köyünü terk etmek
zorunda kaldığını iddia etmişlerdir.
8. Başvurucuların murisi olan M.S., 21/7/2005 tarihinde 5233
sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği
Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur.
9. Başvurucular murisi M.S., 3/7/2007 tarihinde vefat etmiştir.
10. Komisyon 4/12/2008 tarihli ve 2008/1-2082 sayılı kararında,
terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan
başvuruda bilirkişi raporlarının incelenmesi neticesinde Sason ilçesi Çayırlı
köyü boşalmadığından, başvuru sahibine yönelik doğrudan bir tehdit ve saldırı
bulunmadığından bahisle talebin reddine karar vermiştir.
11. Başvurucular tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine
Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinde dava açılmıştır.
12. Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinin 10/11/2010 tarihli ve
E.2009/309, K.2010/2168 sayılı kararı ile Batman İl Jandarma Komutanlığınca
yapılan araştırma sonucunda düzenlenen listede Çayırlı köyünün ve mezralarının
terör olaylarından etkilenmediğinin belirtildiği, köy nüfusunun 1997 yılında
480 kişi, 2000 yılında 583 kişi olduğu, köyde koruculuk sisteminin bulunduğu,
köyde korucu aileleri dışında başka ailelerin de bulunduğu, köyde muhtarlık
seçimlerinin düzenli olarak yapıldığı, köy okulunun açık olduğu, Batman ilinde
meydana gelen terör olaylarına ilişkin listede Çayırlı köyü ve mezralarında
terör olayı yaşandığı yönünde kayıt bulunmadığı, Çayırlı köyü ve mezralarının
tamamen boşalan ya da boşaltılan köyler arasında yer almadığı nedenleri ile
anılan dönemlerde köyde güvenli ortamın bulunduğu dikkate alındığında nesnel
güvenlik sorunu bulunmadığı hâlde Çayırlı köyü halkının bir kısmının güvenlik
kaygısıyla da olsa köyden göç etmeleri nedeniyle uğradıkları zararın 5233
sayılı Kanun hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak
bulunmadığından bahisle davanın reddine karar verilmiştir.
13. Başvurucuların temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin
25/6/2012 tarihli ve E.2011/11449, K.2012/4898 sayılı ilamı ile kararın usul ve
hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın
bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek onanmasına karar
verilmiştir.
14. Başvurucular tarafından yapılan karar düzeltme istemi,
Danıştay Onbeşinci Dairesinin 3/12/2013 tarihli ve E.2012/10641, K.2013/9774
sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Karar düzeltme isteminin reddi kararı
başvurucular vekiline 17/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.
15. Başvurucular 28/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
16. 5233 sayılı Kanun’un 1., 2., 4., 6., 7., 8., geçici 1.,
geçici 3., geçici 4. maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar
Kurulu Kararı Eki Karar’ın 1. maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008
tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin
31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu
Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K. 2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014,
§§ 15-28).
17. 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı
Kanun’un 1. maddesiyle değişik 9. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları
şöyledir:
“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm
hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı
sonucunda bulunan miktarın;
a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek
üzere yaralanma derecesine göre,
b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü
derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar,
c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci
derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına
kadar,
d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci
derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına
kadar,
e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında,
Nakdî ödeme yapılır.
…
Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara
intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri
uygulanır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
18. Mahkemenin 3/2/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
19. Başvurucular; 5233 sayılı Kanun kapsamında murisleri
tarafından yapılan talebin ve akabinde açtıkları davanın reddedildiğini,
dosyadaki zarar tespitine ilişkin raporlar ve güvenlik nedeniyle köylerinin
boşaltılmış olduğunu belirten belgeler nazara alınmaksızın ve terör örgütü
mensuplarınca hısımları H.A. ve S.A.nın öldürülmesine dair özel durumları
dikkate alınmadan köyün tamamen boşalmamış olduğu soyut gerekçesine ve
şahıslarına yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması ileri
sürülerek sundukları belgeler değerlendirilmeksizin idare tarafından sunulan
belgelerin dikkate alındığını ve bu belgeler tebliğ edilmediği için kendilerine
savunma yapma imkânı tanınmadığını, verilen kararın adil olmadığını
belirtmişlerdir.
20. Başvurucular; ayrıca kararların yeterli gerekçe ihtiva
etmediğini, sundukları belgeler dikkate alınmadan idarece sunulan belgelere
dayalı olarak karar veren Mahkemenin tarafsız olmadığını, kendi içinde
çelişkili ve gerçeği yansıtmayan belgelere dayanılarak karar verildiğini,
idarenin can ve mal güvenliğini sağlama yükümlülüğünü yerine getirmemesi sonucu
mülkiyet haklarından yoksun kaldıklarını ve Derece Mahkemelerinin yaptığı
hatalı değerlendirme nedeniyle zararlarının tazmin edilmediğini, 5233 sayılı
Kanun’da yazmayan bir neden ileri sürülerek Komisyon ve yargı makamlarınca taleplerinin
reddedildiğini, ayrıca yaptıkları başvuru hakkında yürütülen işlemlerin makul
sürede sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın2., 7., 35., 36., 87., 125.
ve 141.maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmişler ve
maddi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
21. Başvuru dilekçesi ve ekleri incelendiğinde başvurucuların
5233 sayılı Kanun kapsamındaki zararlarının tazmini amacıyla açtıkları davanın
reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 2., 7., 35., 36., 87., 125. ve 141.maddelerinde
tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia ettikleri anlaşılmıştır.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
22. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların ihlal iddiaları aşağıdaki
başlıklar altında incelenmiştir.
a. Tarafsız Mahkemede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
23. Başvurucular, idare tarafından sunulan ve kendilerine tebliğ
edilmeyen belgelere göre karar veren Mahkemelerin tarafsız olmadığını iddia
etmişlerdir.
24. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda benzer
iddialar daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında, başvurulara konu yargılamalarda hâkimin
tarafsızlığına ilişkin karineyi ortadan kaldıracak şekilde yargılamayı yürüten
hâkimin taraflardan birine yönelik ön yargılı ve taraflı bir tutumu, kişisel
bir kanaati veya menfaati, bu bağlamda kişisel bir taraflılığının söz konusu
olduğunu ortaya koyan bir bulgu saptanmadığı anlaşıldığından başvurucuların
anılan iddialarının açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude Yaşar, B. No: 2013/2738, 16/7/2014,
§§ 38-41; Cahit Tekin, B. No:
2013/2744, 16/7/2014, §§ 34-37).
25. Somut başvuru açısından hâkimin tarafsızlığına ilişkin
karineyi ortadan kaldıracak bir olgu ya da bulgu saptanmadığı gibi farklı karar
verilmesini gerektiren bir yön de bulunmamaktadır.
26. Açıklanan nedenlerle başvurucuların tarafsız mahkemede
yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Çelişmeli Yargılama ve
Silahların Eşitliği İlkelerinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
27. Başvurucular sundukları bilgi, belge, deliller dikkate
alınmaksızın sadece idare tarafından sunulan ve kendilerine tebliğ edilmeyen
belgelere dayanılarak İlk Derece Mahkemeleri tarafından davalarının reddine
karar verildiğini belirtmiş; bu nedenle çelişmeli yargılama ve silahların
eşitliği ilkelerinin ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
28. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, çelişmeli
yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddiası daha önce
bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği
kararlarında, başvurulara konu tazminat taleplerinin 5233 sayılı Kanun
kapsamında karşılanıp karşılanmayacağı noktasında Danıştay tarafından ihdas
edilen içtihadi kriter olan “yerleşim yerinin tamamen boşalmış/boşaltılmış
olması” ölçütünden yararlanıldığı, bu hususun tespiti için de bir kısım idari
birimden gelen tahkikat sonuçlarına dayanıldığı, bu belgelerin ve içeriklerinin
Komisyon ya da İlk Derece Mahkemesi kararlarına aktarıldığı, bu suretle ilgili
belgeler ve içeriklerine en geç İlk Derece Mahkemesi kararıyla başvurucuların
vakıf olduğu tespit edilmiştir. Başvurucuların temyiz ve karar düzeltme talep
dilekçelerinde bu belgeler ışığında yapılan tespitlere karşı itiraz ve
savunmalarını ileri sürme imkânlarının bulunduğu, başvurucular tarafından ibraz
edilen delil ve beyan dilekçeleri kapsamında Mahkemelerce, idare ve
başvurucular tarafından sunulan belgeler değerlendirilerek başvuruculara dava
malzemesine ilişkin olarak tetkik ve beyanda bulunma olanağının tanındığı, bu
çerçevede başvuru dosyaları kapsamından, başvurucuların yargılamanın sonucunu
etkileyecek usule ilişkin bir imkândan mahrum bırakılmadığı anlaşıldığından
başvuruların bu kısmının açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir (Mesude Yaşar, §§ 74-76; Cahit Tekin, §§ 70-72).
29. Somut başvuruda yukarıda değinilen ilkeler ışığında yapılan
incelemelerde başvurucuların usule ilişkin bir imkândan mahrum bırakılmadığı ve
başvurucular açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmadığı
sonucuna varılmıştır.
30. Açıklanan nedenlerle başvurucuların çelişmeli yargılama ve
silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddialarının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Gerekçeli Karar
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
31. Başvurucular, Mahkeme kararlarında talep sonucuna etki eden
hususlara dair yeterli gerekçeye yer verilmediğini iddia etmişlerdir.
32. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, gerekçeli
karar hakkının ihlal edildiği iddiası daha önce bireysel başvuruya konu olmuş
ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarında, başvurucuların
hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında olan özel durumlarının
değerlendirilmesi hariç olmak üzere başvurucular tarafından ileri sürülen ve
hüküm sonucunu etkilediği iddia edilen taleplerinin derece mahkemeleri
kararlarında denetlenerek reddedildiği gerekçesiyle başvuruların bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude
Yaşar, §§ 79-82; Cahit Tekin,
§§ 75-77).
33. Somut başvurunun incelenmesi neticesinde başvurucuların
taleplerinin 5233 sayılı Kanun kapsamında kabul edilip edilmeyeceği noktasında
Derece Mahkemesince yerleşim yerinin tamamen boşalmış/boşaltılmış olup
olmadığının çeşitli idari kurumlar tarafından tanzim edilen tutanak ve belgeler
kapsamında değerlendirildiği, başvurucular tarafından ileri sürülen ve hüküm
sonucunu etkilediği iddia edilen istemlerin tartışılarak reddedildiği (bkz. §
12), İlk Derece Mahkemesince oluşturulan karar ve gerekçesi hukuka uygun
bulunmak suretiyle kanun yolu mahkemelerinin denetiminden geçerek (bkz. §§ 13,
14) kesinleştiği anlaşılmıştır. Bu bakımdan başvurucuların -hakkaniyete uygun
yargılanma hakkı kapsamında olan özel durumlarının değerlendirilmesi hususu
dışında- gerekçeli karar haklarının ihlal edildiğine yönelik iddiaları hakkında
farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmamaktadır.
34. Açıklanan nedenlerle başvurucuların gerekçeli karar
haklarının ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
d. Hakkaniyete Uygun
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
35. Başvurucular 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurunun;
birinci başvurucunun eşi, diğer başvurucuların babası olan M.S.nin yeğenleri
H.A. ve S.A.nın 16/4/1994 tarihinde terör örgütü
üyelerince öldürülmesi noktasındaki özel durum dikkatealınmaksızın Mahkemece
mukim oldukları köyün tamamen boşaltılmamış olduğu nesnel ölçütünden hareketle
reddedildiğini belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan hakkaniyete
uygun yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
36. İlke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış
maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk
kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla
ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru
incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve
sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası
içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki
başvurular, derece mahkemesi kararları bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
içermedikçe Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No:
2012/1027, 12/2/2013, § 26).
37. 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesinde,terör
dışındaki ekonomik ve sosyal sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik
kaygıları dışında kendi istekleriyle bulundukları yerleri terk edenlerin bu
sebeple uğradıkları zararların kapsam dışında olduğu açıkça belirtilmiştir.
38. Esasen taleplerin yapıldığı bölge itibarıyla özellikle
ekonomik ve sosyal nedenlerle yaşanan göç olayları ve bundan kaynaklanan
zararların yoğunluğu karşısında 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmin
edilebilecek zararların tespitinde temel alınacak objektif bir ölçütün ihdas
edilmesi zorunlu görünmektedir. Bu kapsamda güvenlik kaygısının yerleşim
yerinde sürekli yaşayan kişilere ve sözü edilen kaygı nedeniyle aynı yerleşim
yerini terk eden kişilere göre değişmemesi gereğinden, terör olayları nedeniyle
toplumda oluşan korku ve endişe karşısında her bireyin farklı tepki
göstermesinin mümkün olduğu gerçeğinden hareket eden yargısal makamlar, kişiden
kişiye değişebilen bir duygu olan güvenlik kaygısının “köyün ya da mezranın
tamamen boşalmış/boşaltılmış olması veya anılan yerleşim yerlerinde sadece
geçici köy korucularının kalması” şeklinde nesnel bir ölçüte dayandırılmasını
zorunlu görerek güvenlik kaygısına dayanılarak bir yerleşim yerinin kısmen
boşalmış olması hâlinde o yerleşim yerinde güvenli bir şekilde yaşayabilme
olanağını sağlayan asgari güvenlik şartlarının idarece oluşturulduğundan
hareketle 5233 sayılı Kanun kapsamında maddi zararların idarece ödenmesine
yasal olanak bulunmadığı ilkesini benimsemişlerdir (Mesude Yaşar, §§ 89, 90; Cahit
Tekin, §§ 84, 85).
39. 5233 sayılı Kanun uyarınca ileri sürülen taleplerin
belirtilen Kanun kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği hususu ve
Kanun’un kapsamının belirlenmesi noktasındaki mevzuat hükümlerinin yorumu ile
bu hususta içtihadi bir ölçütün belirlenmesi ve somut olayın bu ölçüt uyarınca
değerlendirilmesi noktasındaki takdir, esasen derece mahkemelerine ait olup
5233 sayılı Kanun’un uygulanması bağlamında daha önce bireysel başvuru konusu
yapılmış olan taleplere ilişkin olarak Anayasa Mahkemesi tarafından yapılan
değerlendirmeler neticesinde de belirtilen hususlara ilişkin iddiaların, maddi
olayın ve hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması kapsamında kanun yolu
mahkemelerince değerlendirilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu belirtilerek
açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna varılmıştır (Sabri Çetin, §§ 45-50; Benzer yöndeki AİHM
kararı için bkz. Akbayır/Türkiye, B. No: 30415/08, 28/6/2011, § 88). Bu
konudaki takdir, esasen derece mahkemelerine ait olmakla beraber derece
mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası içermesi durumunda anayasal bir
temel hak veya özgürlüğün ihlal edilip edilmediğinin tespiti noktasında farklı
bir değerlendirme yapılması gerekebilecektir (Mesude
Yaşar, § 93; Cahit Tekin, § 88).
40. Başvurucuların murisinin, yeğenlerinin terör örgütü
mensuplarınca öldürülmesinden kaynaklanan güvenlik kaygısıyla köyünü terk
ettiği ve bu çerçevede oluşan zararlarının 5233 sayılı Kanun kapsamında
değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürdüğü ve başvurucuların murisinin vefat
etmesi üzerine başvurucuların belirtilen vakıaya ilişkin tutanaklar ile
soruşturma evrakını derece mahkemelerine ibraz ederek yerleşim yerinin terör
olaylarından kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeni ile terk edildiği noktasındaki
özel durumlarının dikkate alınmasını talep ettikleri anlaşılmaktadır.
41. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ve 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile 46. maddesinin (1)
numaralı fıkrasında yer alan hükümler gözetildiğinde bireysel başvuruda
bulunacakların; başvuruya konu ettiği kamu gücü işlemi, eylemi ya da ihmali
nedeniyle ya kişisel olarak doğrudan etkilenmiş olması ya da başvurucu ile
doğrudan mağdur arasında şahsi ve özel bir bağının bulunması gerekir (Türk Pediatrik Onkoloji Grubu Derneği, B.
No: 2012/95, 25/12/2012, § 21).
42. Aile bireylerinden birisi insan hakları ihlalinden dolayı
mağdur olduğunda, başvurucunun maruz kaldığı sıkıntı, insan hakkı ihlalinin
mağduru olan kişinin akrabasında kaçınılmaz olarak meydana geldiği kabul edilen
duygusal çöküntüden daha farklı bir boyut ve karakter arz eden özel nedenlerin
varlığını gerektirir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Çakıcı/Türkiye, B. No: 23657/94, 8/7/1999,
§ 98; İpek/Türkiye, B. No:
25760/94, 17/2/2004, § 181).
43. Başvurucunun, yakınının mağduriyeti nedeniyle etkilenmiş ve
kendi hayat akışına yön vermiş olduğunun kabulü için, yaşanan olay sonucunda
duyulan üzüntünün ötesinde, yakınının başına gelen hadise sebebiyle başvurucuda
oluşan algı, bu algının meydana gelmesinde temel teşkil eden özel bağ ve
algının yoğunluğu konusunda açıklamada ve kanıtlamada bulunulması gerekmektedir
(Sahibe Çelik ve Necla Çelik, B.
No: 2013/4899, 20/1/2015, § 48).
44. Anayasa Mahkemesinin 10/6/2015 tarihli yazısı ile başvuruculardan,
başvuru formunda ileri sürülen iddialarını ispat etmeye yönelik mağdur
oldukları beyan edilen kişiler ile başvurucular murisi M.S. arasında şahsi ve
özel bağ bulunduğuna dair elverişli delilleri Mahkemeye sunması istenmiştir.
45. Başvurucular 8/7/2015 tarihli dilekçeleri ile murislerinin,
H.A. ve S.A.nın amcası olduğunu belirtmiş; bu kişiler
ile aralarındaki hısımlık derecelerini ve buna ilişkin nüfus kayıtlarını
sunmanın dışında başkaca bir husus beyan etmemişlerdir.
46. Bu çerçevede başvurucunun murisleri olan M.S.nin
yeğenlerinin öldürülmesi iddiaları hakkında Anayasa Mahkemesi tarafından
başvuruculara yazılan müzekkereye cevap olarak başvurucuların murislerinin bu
kişiler ile aralarındaki akrabalık ilişkisine değinmekle yetinildiği, aralarındaki
ilişkide şahsi ve özel bağ bulunduğuna dair herhangi bir bilgi veya belge
sunulmadığı,mağdur olduğu beyan edilen kişilerin başına geldiği iddia edilen
olay neticesinde başvurucuların murisinde oluşan algı, bu algının oluşmasında
temel teşkil eden özel nedenler ve algının yoğunluğu konusunda başvurucuların
yeterince açıklıkta beyanlarının bulunmadığı tespit edilmiştir. Bu tespit
karşısında başvurucuların murisi M.S.nin talebinin 5233 sayılı Kanun kapsamında
değerlendirilebilmesinin, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında
yürütülen faaliyetler nedeniyle yerleşim yeriniterk edip etmediği noktasında
nesnel ölçütten farklı bir karine veya ölçüt arayışına girilmesini gerektirecek
boyuta ulaşmadığı anlaşılmaktadır.
47. Açıklanan nedenlerle başvurucular tarafından ileri sürülen
iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi
kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik de içermediği
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
48. Başvurucular, ayrıca idarenin can ve mal güvenliğini sağlama
yükümlülüğünü yerine getirmemesi nedeniyle mülkiyet haklarını ihlal ettiğini
iddia etmektedir.
49. Başvuru dilekçesinin incelenmesi neticesinde başvurucuların,
Anayasa’nın 35. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürdükleri bölümde 5233
sayılı Kanun kapsamında tanzim edilen belgelerde murislerinin maddi zararının
mevcut olduğunun belirtildiği ve tazminat başvurusunun reddedilmesine ilişkin
davada idari yargı makamlarının söz konusu düzenlemeleri dar ve aleyhe
yorumlaması nedeniyle Anayasa’nın 35. maddesinin ihlal edildiğini ileri
sürdükleri tespit edilmiştir.
50. Başvurucular tarafından mülkiyet hakkının ihlal edildiği
hususundaki iddianın yargılamanın sonucuna dayandırıldığı ve yargılama sürecine
ilişkin olarak yukarıda yapılan değerlendirme neticesinde (bkz. §§ 34–44)
başvurucuların delillerini ve iddialarını sunma fırsatı bulamadıklarına ve yargılamaya
etkin olarak katılma imkânlarının ellerinden alındığına dair bir bulgu da
saptanmadığı anlaşılan somut yargılama faaliyetinin, adil yargılanma hakkının
gereklerine uygun şekilde yerine getirildiği tespit edilmiş olduğundan mülkiyet
hakkının ihlal edildiği yönündeki iddianın ayrıca değerlendirilmesine gerek
görülmemiştir (Ülkü Özgür, B. No:
2013/2263, 26/6/2014, § 43).
e. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
51. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan
yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka
bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
52. Başvurucular 5233 sayılı Kanun kapsamında ileri sürülen
giderim talebinin değerlendirilmesi hususundaki idari süreç ve yargılama
prosedürünün makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36.
maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia
etmişlerdir.
53. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari
yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında, komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler
ile davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama
sürecinde komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak
uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle
yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda sekiz
yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede
yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, §§ 61-69; Mahmut Can Arslan, B. No: 2013/3008,
6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet Gürgen,
B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 58-66; Celal
Demir, §§ 58-66). Başvurunun kesin olarak karara bağlanmasının daha
uzun bir sürede gerçekleştiği ve bu durumun başvuruculara atfedilebilecek bir
kusurdan kaynaklanmadığı durumlarda ise makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği sonucuna varılmıştır (İsmet Kaya,
B. No: 2013/2294, 8/5/2014, §§ 46-70).
54. Somut başvuru bakımından başvurucuların murisi M.S.
tarafından 21/7/2005 tarihinde Komisyona yapılan müracaat sonrasında 5233
sayılı Kanun’un öngördüğü usul uyarınca bir kısım işlemin yapılması akabinde
4/12/2008 tarihinde talebin reddedildiği, belirtilen karar aleyhine 13/2/2009
tarihinde başlatılan yargılama sürecinin ise başvurucuların karar düzeltme
talebinin reddine dair Danıştay Onbeşinci Dairesinin 3/12/2013 tarihli kararı
ile tamamlandığı, bu bakımından makul sürede yargılanma hakkı kapsamında
dikkate alınması gereken toplam sürenin 8 yıl 4 ay olduğu anlaşılmaktadır.
55. Somut başvuruya bir bütün olarak bakıldığında başvurucular
açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmadığı ve söz konusu
8 yıl 4 aylık yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna
varılmıştır.
56. Açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma haklarının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un
50. Maddesi Yönünden
57. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
58. Başvurucular, başvuru formunda belirtikleri maddi tazminat
miktarının taraflarına ödenmesi talebinde bulunmuşlardır.
59. Mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla
birlikte başvurucular tarafından manevi tazminat talebinde bulunulmadığı,
tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı da
olmadığı anlaşıldığından başvurucuların maddi tazminat taleplerinin reddine
karar verilmesi gerekir.
60. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin
başvuruculara müşterek olarak ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Tazminata ilişkin taleplerin REDDİNE,
D. Yargılama giderlerinin Maliye Hazinesi üzerinde
BIRAKILMASINA,
E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREK OLARAK ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemelerde
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA
3/2/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.